Arama

Divan Edebiyatı Nazım Biçimleri ve Türleri - Sayfa 3

Güncelleme: 1 Mart 2017 Gösterim: 28.142 Cevap: 29
ozzy0035 - avatarı
ozzy0035
Ziyaretçi
15 Nisan 2013       Mesaj #21
ozzy0035 - avatarı
Ziyaretçi
TUYUĞ VE RUBAİNİN BENZERLİKLERİ
1)Her ikiside Divan şiiri nazım biçimlerindendir.
Sponsorlu Bağlantılar
2)Her iki nazım şeklide dörtlükler halinde yazılır.
3)Her iki nazım şeklinde de hemen hemen aynı konular işlenir.
4)Her iki nazım şeklinde de kafiye düzenleri aynıdır.
5)Her ikisinde de mahlas kullanılmaz.
6)Her ikiside aruz kalıbıyla yazılır.
7)Rubai ve tuyuğlarda evrensel değerler ve bunlarla ilgili tecrübeye dayalı bilgiler ön plandadır.

TUYUĞ VE RUBAİNİN FARKLILIKLARI

1)Rubai İranlılara, ait bir nazım biçimiyken; tuyuğ Türklerin Divan Şiirine kazandırdıkları milli nazım şeklidir.
2)Tuyuğ, tek bir kalıpta yazılırken rubai, birden fazla kalıpla yazılır.
3)Tuyuğlarda rubailerden farklı olarak cinaslı kafiye kullanılır.
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
6 Haziran 2013       Mesaj #22
Mira - avatarı
VIP VIP Üye
Müstezat
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Sponsorlu Bağlantılar

Gazelin her dizesine, kullanılan aruz kalıbından bir kısa dize ekleyerek oluşturulan nazım biçimi. Arapça ziyade'den türetilmiş sözcük "artmış, çoğalmış" anlamındadır. Kısa dizelere de ziyade (artık) denir. Amaç, ses tekrarıyla hoş bir ahenk sağlamaktır. Uzun dizeler aruzun mef'ûlü mefâilü mefâilü feûlün kalıbıyla, kısa dizeler de mef'ûlü feûlün kalıbıyla yazılırdı. Ziyadeler anlamca üstlerindeki dizeye bağlanır, ama uyakça uymayabilir. Müstezatlarda ziyadeler dizeden sayılmadığı için, iki uzun, iki kısa dizeden birleşik dört dize bir beyit sayılır. Uzun dizelerde uyak örgüsü gazel gibidir; kısa dizeler ya kendi aralarında ya da uzun dizelerle uyaklı olurlar.

theMira
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
26 Kasım 2015       Mesaj #23
Safi - avatarı
SMD MiSiM

RUBAİ

a. (ar. rubadan rubs’i, dörde ait, dörtle ilgili). Ed. Divan edebiyatında 4 dizede tam bir anlam ifade eden, kendine özgü vezni olan nazım biçimi.

—Esk. dilbilg. Kökünde dört harf bulunan arapça mastar. || Rubai mezidünfih, mastarı oluşturan dört harften biri sonradan eklenerek meydana gelmiş sözcük. || Rubai mûcerred, mastarı oluşturan dört harfin hepsi asli olan sözcük.

—ANSİKL. Ed. Fars ve Türkler’in arapça adıyla ''rubai", Araplar’ın farsça adıyla "dü-beyt” ya da "çarmısra" dedikleri bu nazım biçiminde 1„ 2. ve 4. dizeler uyaklı, 3. dize serbesttir (a a x a). Ancak iki be- yitlik kıta biçiminde (x a x a) yazılan rubailer de vardır. Halk edebiyatındaki mani'yi hatırlatan rubainin 4 dizesi birbiriyle uyaklı olursa “rubai-i musarra" ya da "terane" adını alır Vezni hezec bahrinin, birbirinden küçük farklarla ayrılan 24 kalıbıdır. Bunlardan ''mef’ûlü" ( ) birimiyle başlayan 12 kalıba ahreb "mef’ûlün'' (----- ) birimiyle başlayan diğer 12 kalıba da ahrem denir. Kalıpların sonu "feûl" ya da “fâ” birimleriyle biter. Bir rubainin her dizesi özellikle 3. dize- ayrı bir rubai kalıbıyla yazılabilir. Türk şiirinde daha çok ahreb kalıpları kullanılmıştır. Ustaca söylenmiş rubailerde tasavvuf ve felsefe konularından dünya görüşüne; hicivlerden nüktelere kadar birçok konu özlü biçimde ifade edilmiştir. Rubaide ilk iki dize fikrin hazırlayıcısıdır. Asıl söylenmek istenen düşünce 3. veya'4. dizede ortaya çıkar Genelde mahlassız şiirler olup divanların sonunda, "rubaiyat" başlığı altında ve uyaklarına göre sıralanırlar.

İlk rubailer İran'da yazılmıştır, ilk defa Rudeki (öl. 941) tarafından kullanıldığı sanılır. İran Selçukluları zamanında büyük gelişme gösteren bu nazım biçiminin en usta şairi Ömer Hayyam'dır (XII. yy.). Hayyam, rubailerinde daha çok dünyanın geçiciliğini vurgulayarak onun güzelliklerinden yararlanmanın yollarını gösterir. İran edebiyatında Ebu Sait (öl. 1049) ve Baba Efdal Kâşani de (XII. yy.) rubaileriyle ün yapmış şairlerdendir. Arap edebiyatında rubai şekli fazla rağbet görmemiştir. En eski türk şiirlerinin dörtlüklerden meydana gelmesi, rubainin türk şairleri arasında kolayca benimsenmesine ve hemen her divan şairinin az veya çok bu konuda kalem oynatmasına yol açmıştır. Mevlana’ nın (öl. 1273) farsça 1 500 kadar rubaisi vardır. XVI. yy.'da Kara Fazli (öl. 1563) 1 000'e yaklaşan tasavvufi rubai yazmıştır. Fuzuli'nin (öl. 1556) ustaca yazılmış 81 rubaisi, Bağdatlı Ruhi'nin 28 başarılı rubaisi bulunmaktadır. XVII. yy., türk edebiyatında rubainin altın çağıdır. Azmizade Haleti (öl. 1631) 1 000 kadar rubaisi ile en büyük türk rubai şairi unvanını alır. Daha sonra 150'yi aşkın hikmetli rubaisiyle Nabi (öl. 1712) gelir. Onları dini tasavvufi rubaileriyle İbrahim Hakkı (öl. 1772), Esrar Dede (öl. 1797), Şeyh Galip (öl. 1798-99) ve Asafi mahlasıyla şiirler yazan Mahmut Celalettin Paşa (öl. 1903) izler. Türün son ustası Yahya Kemal Beyatlı sayılır.


Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 14:30
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
28 Kasım 2016       Mesaj #24
perlina - avatarı
Ziyaretçi

GAZEL

a. (ar. gazel).
1. Divan edebiyatında nazım türlerinden biri,
2. Türk müziğinde, insan sesiyle yapılan doğaçlama.
3. Gazel okumak, gazel söylemek; kandırma, oyalama amacıyla boş ve gereksiz sözler söylemek.
—ANSİKL. Ed. Arap edebiyatında kasidenin bir bölümü iken (tegazzül), VII. yy.'dan sonra ayrı bir tür olmuş ve gelişmiştir. Beyit sayısı 5-12 arasında değişir. Daha uzun gazellere "müzeyyel" ya da ''mutavvel" (uzatılmış) gazel denir. Çoğunlukla 5 ya da 7 beyit halinde yazılır, ilk beyti "musarra” (kendi arasında kafiyeli) olur. Daha sonraki beyitlerin ilk dizesi serbest, ikinci dizeler, ilk beyit ile kafiyelidir (a-a, x-a, x-a, x-a, x-a, x-a, x-a). Musarra olan ilk beyit "matla" (doğuş, başlangıç) adını alır. Bazen bir gazelde birden fazla musarra beyit bulunabilir Böyle gazellere "zü'l -metâli" (çok matlalı) adı verilir. Gazelin her beyti musarra ise “müselsel (zincirleme) gazel" adını alır. Bazen matla'nın bir dizesi ya da tamamı gazelin son beytinde tekrar edilir. Buna “redd-i matla” (mat- la'nın yinelenmesi) denir. Matladan bir sonraki beyte "hüsn-i matla" denir. Hüsn-i matla'nın, matla'dan güzel olması gerekir. Gazelin son beytine "makta" (kesme yeri, bitiriş); sondan bir önceki beytine ise "hüsn-i makta" denir. Bu beytin de mak- ta'dan güzel olması gerekir. Şair, mahlasını (takma ad) makta yahut hüsn-i mak- ta'da söyler. Buna tahallüs etme denir. Böylece beyit ikinci bir ad alır: "mahlas beyti" ya da "mahlas-hane." Şairin mahlasını tevriye'li kullanmasına "hüsn-i tahallüs" denir; (Baki kalan şu kubbede bir hoş şada imiş [Baki]). Bazı şairlerin de hiç mahlas kullanmadıkları görülür (Örn. Kadı Burhanettin ve Kemal paşazade). Müzeyyel gazellerde mahlas, daha önceki beyitlerde söylenir ve mahlas-hane'den sonraya eklenen beyitlerde dönemin önemli kişilerinden birine övgüde bulunulur. Gazelin en güzel beytine "beyt ül gazel" ya da "şah (şeh) beyit" denir. Beyt ül-gazelin yeri ya da sırası önemli değildir. Gazelin dize ortalarında kafiye yapılmışsa "musammat" adıyla anılır.
Ad:  divan edebiyatı.jpg
Gösterim: 571
Boyut:  63.3 KB
Bu tür gazeller dörtlüklerden oluşan bendler haline dönüştürülebilir. Sonu getirilmemiş ya da 5 beyitten az bırakılmış gazellere "na -tamam" gazel denir. Gazeller çoğu zaman başka şairler tarafından birkaç dize eklenmesiyle bend şekline dönüştürülebilir. O zaman adları taştir. tahmis, terbi vb. olarak değişir. Nazıre'ye (aynı vezin ve kafiyede yazılan benzer şiir) çok elverişlidirler. Aşk konulu mesnevilerin aralarına da gazeller serpiştirilebilir.

Gazel lirik konusu, derli toplu yapısı, çekici şekli ile her divan şairinin özenle işlediği bir türdür. Gazeller işledikleri konulara ve bu konulara bağlı üsluplara göre çeşitli adlarla anılır. Aşkla ilgili her türlü acı, sıkıntı, mutluluk, sevgi, yakarış vb. içli duyguların anlatıldığı gazeller "âşıkane gazel" adını alır: Fuzuli’nin gazelleri gibi. İçki ile ilgili çeşitli düşünceler, dünya ve hayata aldırış etmeme, yaşamaktan zevk alma vb. konulu gazellere "rindane gazel" denir: Baki’nin gazelleri gibi. Kadını ve ten zevklerinin ağır bastığı bir aşkı anlatan gazellere “şuhane gazel" denir: Nedim'in gazelleri gibi. Hayat dersi veren, öğretici ve veciz söyleyişli gazellere de "hakimane gazel" denir. Nabi'nin gazelleri gibi.

Gazel, beyit bütünlüğüne dayalı bir nazım şeklidir. Buna karşın bazı gazellerin bütün beyitlerinde aynı konunun ele alındığı görülür. Bu tür gazellere “yek-ahenk gazel” denir. Eğer gazelin her beyti birbirinden ustalıklı söylenmişse buna da "yek-avaz gazel" denilir. Bu tür gazellere usta şairlerin divanlarında sıkça rastlanır. Gazelde aruz'un hemen her kalıbı kullanılmıştır. Hatta rubai* kalıplarıyla ya da çift kalıpla yazılmış sanatlı gazellere rastlamak da mümkündür. Gazel, divan şiirinin en yaygın nazım şekli olduğundan divanların büyük bölümünü gazeller doldurur Bir divan oluşturacak şair arap elifbasını esas alarak her harf ile sona eren en az bir ya da birkaç gazel yazmak zorundadır. Eskiden gazellerin bestelenerek ekunduğu da bilinmektedir. Hatta bestelenmek üzere yazılmış gazeller vardır. Gazelleri müzikle okuyan kişiye "gazelhan", gazel şeklinde şiirler yazan usta şairlere de "gazelsera" denir.
Türk şiirinin usta gazel yazarları arasında Fuzuli, Baki, Şeyhülislam Yahya, Nev’i, Nabi, Nedim, Şeyh Galip sayılabilir. Gazeller kaside gibi bir büyüğe yaranmak için yazılmazdı. Bu nedenle zevk ve sanat değeri kasideden daha üstündür. Birçok halk şairi de XVII.yy.’dan sonra gazel türünü denemiş ve oldukça başarılı örnekler vermişlerdir.

—Müz. Sözler, genellikle gazel türünde bir şiirdir. Dizelerin çeşitli yerlerine "ah, of, aman, yar medet, yar ey" gibi sözcükler eklenebilir.
Gazel de, taksim gibi, dört bölümlü bir formdur:
1. bir makamın başlıca özellikleriyle işlendiği zemin;
2. yakın makamlara yapılan geçkilerle melodik dokunun renklendirildiği nakarat;
3. uzak makamlara geçkiler yapılarak ses alanının genişletildiği meyan;
4. gazelin baştaki makamla bitirildiği karar.
Gazeller genellikle bağımsız olarak okunmakla birlikte, kimi zaman bir şarkının meyan bölümünden sonra (son nakarattan önce) okunur. Çoğunlukla, gazelhan asma kalış yapınca, eşlikçi bir çalgı, kısa melodilerle cevap verir. Bu, zaman zaman, gazelhan ve sazende arasında bir yarışmaya dönüşür: her biri melodisini, öbürünün kolayca bulamayacağı bir perdede bitirmeye çalışır.
Geçmişi, şiir ve müziğin birbirinden ayrılmadığı dönemlere uzanan gazel, klasik türk müziğinde bir hanendenin melodi yaratma yeteneğinin yanı sıra müzik bilgisinin, sesine ve gırtlağına egemen olma düzeyinin de ölçütü sayılmıştır. En eski ve en güzel gazel plakları, Hafız Osman ve Hafız Sami'nindir. Formun son güzel örneklerini ise, Münir Nurettin Selçuk vermiştir.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 15:35
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
28 Kasım 2016       Mesaj #25
perlina - avatarı
Ziyaretçi

KASİDE

a. (ar. kaside). Ed. Divan şiirinde konusu övgü olan bir nazım biçimi. (Bk. ansikl. böl.)
—Müz. Halk arasında, genellikle mevlit bahirleri arasında ya da bir ilahinin son kıtasından veya beytinden önce, Hz. Muhammet’i öven bir şiirin doğaçtan müziklenerek okunmasına verilen ad. (Form olarak kaside, dindışı müzikteki gazelin, cami ya da tekke müziğindeki karşılığıdır.)

Ad:  fuzuli5.jpg
Gösterim: 351
Boyut:  80.7 KB
—ANSİKL. Kasidede ilk beytin dizeleri birbiriyle, öteki beyitlerin ikinci dizesi bu ilk beyitle kafiyelidir. Dize sayısı 15-20 ile 99 arasında değişir. Aruzun genellikle uzun kalıplarıyla yazılmıştır.
Kasideler konularına göre şu türlere ayrılır: tevhit: Tanrı’nın birliğini anlatan kaside; münacat. Tanrı' ya yalvarmak için yazılan kaside; naat‘: Peygamber'i; ayrıca, din ulularını (ilk dört halifeyi, özellikle Hz. Ali'yi) ve tarikat ulularını (Mevlana vb.) övmek için yazılan kaside; medhiye: dönemin ileri gelen bir kişisini (padişah, sadrazam, şeyhülislam, vezir vb.) övmek için yazılan kaside.
Divan şairleri, övdükleri kişilerden “caize” adı verilen armağanı alırlardı. Onun için de, kaside sunmaya elverişli birtakım fırsatları kollarlardı; sözgelimi, belirli zamanlarla ilgili olarak: bahariye (bahar kasidesi), şitaiye (kış kasidesi), ramazaniye (ramazan kasidesi), iydiye (bayram liısidesi), vb; önemli sayılan olaylarla ilgili olarak: cülusiye (padişahın tahta çıkması dolayısıyla yazılan kaside), sûriye (düğün kasidesi), dâriye (saray, köşk, konak, vb. yapımı dolayısıyla yapı kasidesi), vb. yazılırdı.

Kasideler konuları dışında kafiyelerine, rediflerine göre de adlandırılırdı: Güneş kasidesi (Ahmet Paşa’nın “güneş" redifli kasidesi), Mimiye (Nef’i'nin, kafiyesi mim harfi olan kasidesi) gibi adlar alırdı. Gazelde olduğu gibi, kasidede de, ilk beyte matla, son beyte makta şairin mahlasının geçtiği beyte taç (mahlas, maktaya yakın beyitlerden birinde ya da makta beytinde geçer) adı verilir. Kasidenin en güzel beytine beyt ül-kasid (kaside beyti) denir.

Kasidenin birtakım bölümleri vardır; bunlar belli bir plana göre sıralanırlar:
a. Nesipya da teşbip: başlangıç bölümü; burada asıl konu ile ilgisi bulunmayan bir şey; sözgelimi doğa (bahar, yaz, kış vb.), bir yer (İstanbul, Edirne, saray, bahçe vb.) tasviri yapılır. Bu bölümün beyit sayısı 15-20 kadar olur.
b. Girizgâh: asıl maksada geçmek için uygun bir fırsat düşürülerek söylenen “giriş beyti”dir; bir tek beyitten ibarettir.
c. Medhiye: Tanrı'yı, Peygamber'i ya da ileri gelen kişileri övme bölümü. Bu bölümde de beyit sayısı çoktur.
ç. Fahriye: şairin kendi kendisini övdüğü bölüm.
d. Tegazzül: aynı ölçek ve aynı ayakla, araya sıkıştırılan bir gazeldir.
e. Dua: övülen kişi için, Tanrı’dan iyi dileklerde bulunulan bölüm.
Kasidelerde fahriye ve tegazzül bölümlerine yer verilmediği de olur; fakat öteki bölümlerin bulunması gereklidir.
Biçim bakımından, kasidenin iki çeşidi vardır:
1. düz kaside: örnekleri yaygın olan asıl kasidedir;
2. musammat kaside: dizelerin ortalarında, her beytin birinci dizesinin son sözcüğüne uygun ayak kullanılan kasidedir; bunda da, musammat gazelde olduğu gibi, birinci beytin ortası ayaksız olur.
Arap edebiyatından gelen bir tür ve nazım biçimi olan kasidenin en eski örnekleri, o edebiyatta, "Cahiliye devri"nde (İslamlıktan önceki devir) yedi ozanın yedi kasidesinden oluşan el-Muallakaat is-sebi (Yedi askı) derlemesidir. Arap ülkesinde, yılda dört kez kurulan panayırlarda bir yandan alışveriş yapılır, bir yandan da şiirler okunurdu. Beğenilen şiirler Mısır ketenlerine yazılarak Kâbe duvarına asılırdı.
Türk edebiyatında Ahmet Paşa (XV. yy.) ilk usta kaside şairi olarak tanınır. XVI. yy.'da Necati, Hayali, Fuzuli İran edebiyatındaki örnekler yanında özgün buluşlarla da yüklü kasideler kaleme aldılar. XVII. yy.'da Nef'i'nin yazdığı kâsideler abartmalı övgüleri kadar anlatımındaki başarılarla da türün daha sonraki örneklerine model oldu. XVIII. yy.'da Nedim, çağını türlü yaşam özellikleriyle yansıtan kasideleriyle tanındı.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 15:41
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
28 Kasım 2016       Mesaj #26
Safi - avatarı
SMD MiSiM

TUYUĞ

a. (türkç. tuyug [belki toy, düğün sözcüğüyle aynı kökten]).
Ed. 1. Fâilâtün fâilâtün fâilün ( ) kalıbıyla yazılmış, uyakları aaba biçiminde düzenlenmiş, genellikle cinaslı dörtlük.
—2. Musarra tuyuğ, dört dizesi de birbiriyle uyaklı tuyuğ.
—ANSİKL. Ed. Divan edebiyatında arap ve İran kökenli olmayan yerli nazım biçimlerindendir. Daha çok azeri (Kadı Burhanettin, Nesimi) ve çağatay (Lutfi, Ali Şir Nevai, Babür) edebiyatlarında kullanıldı.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 14:36
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
28 Kasım 2016       Mesaj #27
Safi - avatarı
SMD MiSiM

MESNEVİ

a. (ar. mesnevij. Ed. Her beytinde dizelerin birbirleriyle uyaklı olduğu, aruz vezniyle yazılmış divan şiiri türü.
—ANSİKL. Ed. Mesnevide uyak düzeni aa bb cc vd. biçimindedir. Bir öykünün anlatıldığı, uzun bir konunun işlendiği manzum metinlerde aynı uyakta çok sayıda sözcük bulmak güç olduğu için yapıtın ikişer ikişer uyaklı dizelerle kurulması yeğlenmiştir. İran edebiyatında mesnevinin en eski ve en tanınmış ürünlerinden biri Firdevsi’nin feûlün feûlün feûl vezniyle yazılmış Şername’sidir. Bu yapıtın vezni daha sonraki pek çok mesnevide kullanılmıştır. Mesnevi vezinleri aruzun genellikle kısa kalıplarıdır. Baştan sona aynı vezinde yazıldığı gibi farklı vezinlerde yazılmış bölümleri olan mesneviler de vardır. Nizami’ nin bazı aşk öykülerini konu edinen ve beş mesneviyi bir araya getirdiği için hamse diye adlandırılan yapıtı İran edebiyatında olduğu gibi türk edebiyatında da pek çok yeni yapıta esin kaynağı oldu.

Türk edebiyatında mesnevi biçiminde yazılmış en eski yapıt Yusuf Has Hacip'in Kutadgu Bilig'dir. Ünlü mesnevi yazarları arasında ise Hamdullah Hamdi, Lamii, Taşlıcalı Yahya, Ali Şir Nevai, Fuzuli, Nabi, Şeyh Galip gibi adlar yer alır.
Mesnevide ana konudan önce ve sonra yer verilen bölümler belirli bir sıra izler. Buna göre yapıtın başında besmeleden sonra bir dibace (önsöz) bulunur. Bazen sanatlı düzyazıyla kaleme alınmış bu bölümde sözün erdemleri, şiirin değeri, mesnevinin amacı belirtilir. Daha sonra tevhit, münacaat, naat, miraciye, dört halifeye, mesnevinin sunulduğu büyüğe övgüler yer alır. Bunların ardından yapıtın niçin kaleme alındığını açıklayan sebeb-i telif, asıl konuya giriş bölümü olan âgâz-ı dâsitân, en sonda da hâtime bölümleri sıralanır. Mesnevinin bu bölümlerinden bazıları kaside biçimindedir. Metnin içinde de sırası geldikçe kaside, gazel, tardiye gibi nazım biçimlerine yer verilir Bölüm başları bazen manzum, bazen uyaklı ve kimi zaman farsça bir ifade iledir. Mesneviler içerikleri bakımından aşk (örn. Leyla ile Mecnun, Fuzuli), din ve tasavvuf (örn. Mevlit, Süleyman Çelebi), ahlak ve eğitim (örn. Hayliye, Nabi), savaş ve kahramanlık Gazavat- name-i Ali Bey, Sûzi), mizah (örn. Harna- me, Şeyhi) gibi konularda olabilir.
Mesnevi, Mevlana Celalettin Rumi'nin farsça manzum yapıtı (6 c., 1258'den önce -1265/1266?). ilk 18 beyti Mevlana kendisi yazdı. Öteki bölümleri böyte bir yapıt meydana getirmesini isteyen halifesi Çelebi Hüsamettin’e doğaçtan söyleyip yazdırdı. Mesnevi biçiminde olduğu için bu adla anılan yapıt din ve tasavvuf bilgilerini, özellikle varlık birliği inancını kapsar. Yunan felsefesinin İslam dünyasındaki biçimi olan hükema felsefesinden, bu sistem içinde evrenin oluşumundan, ünlü sofilerin menkıbelerinden, ahlak kurallarından söz eder Yapıtta konulara uygun ayet ve hadisler anılır; öyküler sıralanır. Çoğu kez öykü içinden öyküler çıkar. Mev- leviler arasında olduğu gibi onların dışındaki din ve tasavvuf çevrelerinde de büyük ilgi gören Mesnevi'yi mevlevihanelerde dâr ül-mesnevilerden yetişen mesnevihanlar okurdu. Metni baştan sonra ezbere bilenler vardı. Ahmet III döneminde medreselerde, daha sonra camilerde de mesnevi okutulmaya başlandı. Nahifi yapıtın manzum bir çevirisini yaptı. Şerhlerinin en ünlüleri İsmail Rusuhi, Sarı Abdullah, Ahmet Avni Konuk tarafından yazıldı. Velet Çelebi izbudak’ın çevirisini düzeltme ve açıklamalarla Abdülbaki Gölpı- narlı basıma hazırladı (1942-1946).

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 14:38
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
28 Kasım 2016       Mesaj #28
Safi - avatarı
SMD MiSiM

MÜSTEZAT

sıf. (ar. müstezâd). Esk. Artmış, çoğalmış: "Kemal-i hüsnü bu beyt ile dahi müstezâd oldu" (Nedim, XVIII. yy.).
a. Ed. Divan şiirinde uzun dizelere kısa dizeler eklenmesiyle oluşan bir gazel biçimi. (Bk. ansikl. böl.) Serbest müstezat, dizeleri birbirinden farklı aruz kalıplarıyla yazılmış ve serbestçe sıralanmış şiir biçimi.
—Müz. Müstezat düzeni, türk halk müziğinde, bir bağlama düzeni. (Usta düzeni de denir.)

—ANSİKL. Ed. Mef’Ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün kalıbıyla yazılmış bir gazelde her dizeden sonra mefaûlü feûlün kalıbıyla yazılmış kısa bir dizeye (ziyade) yet verilir. Bazı müstezatlarda ziyade dizeler iki tane olur. Ziyadeler ya kendi aralarında ya da bir önceki uzun dizelerle uyaklı olurlar. Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbıyla yazılmış gazele mefâîlün mefâîlün kalıbıyla dizeler eklenmiş müstezatlar da vardır. Uzun ve onu izleyen kısa dizelerinde toplam 6 mefâîlün yer aldığı için bunlara "müstezad-ı südasiye" (altılı müstezat) denir.

• Serbest müstezatta, temel alınan bir aruz kalıbının parçalarına ya da büsbütün başka kalıplara ve bunların parçalarına, belirli kurallara uyulmaksızın yer verilir. Fransız sembolistlerinin serbest şiirini örnek tutan Edebiyat-ı cedide şairleri (Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin vb.) ve Fecr -i ati şairleri (özellikle Ahmet Haşim) bu yolda ürünler verdi. Bu tür denemeler serbest şiire geçişin aşamalarını oluşturdu.

—Müz. Müstezat düzeni üç türlüdür:
1. alt telin akordu ana düzendeki gibidir. Orta tel do, üst tel de sol sesine akortlanır. Bu düzene İstanbul ve Elazığ'da Rast düzeni de denir.
2. Orta tel si bemol, üst tel de fa sesine akortlanır. Kayseri yöresinde çok kullanılan bir bağlama düzenidir.
3. Orta tel si bemol, üst tel de sol sesine akortlanır. Kayseri yöresinde çok kullanılır.


Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen perlina; 29 Kasım 2016 14:41
SİLENTİUM EST AURUM
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
29 Kasım 2016       Mesaj #29
perlina - avatarı
Ziyaretçi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
1 Mart 2017       Mesaj #30
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

Rubai


Türk, İran ve Arap edebiyatında kullanılmış dört dizelik bir nazım biçimi olan rubai Türk halk edebiyatındaki mâniye benzer. Rubai aruz vezninin belirli kalıplarıyla yazılır ve bu özelliğiyle kıta, nazm gibi dört dizelik öbür nazım biçimlerinden ayrılır. Rubaide genellikle birinci, ikinci ve dördüncü dize birbiriyle uyaklı, üçüncü dize serbesttir. Bununla birlikte iki beyitlik, kıta biçiminde uyaklı (xaxa) ya da her dizesi uyaklı rubailer de yazılmıştır.

Rubai kısa bir nazım biçimi olduğundan yoğun bir anlatım içerir. Çoğunlukla tasavvu-fi, felsefi düşünceleri bir özdeyiş niteliği kazandırarak anlatmak için yeğlenen rubai, yergide de kullanılmıştır. Rubaide vurgulanmak istenen düşünce, üçüncü ya da dördüncü dizede yer alır. İlk iki dize daha çok bir hazırlık, bir giriş niteliğindedir. Genellikle mahlas belirtilmeden yazılan rubailer divanların sonunda ayrı bir bölümde toplanır.

Rubai İran edebiyatında ortaya çıkmış bir nazım biçimidir. Adı bilinen en eski rubai şairi 10. yüzyılda yaşamış olan Rûdeki'dir. Yaygın ününü bugün de sürdüren 11. yüzyıl şairlerinden Baba Tahir Uryan'ın rubaileri ise, rubaiye özgü vezin kalıplarıyla yazılmadığından dü-beyt (iki beyit) olarak adlandırılır. Gene 11. yüzyılda yaşamış Ebu Said Ebi'l-Hayr ile 12. yüzyılda yaşamış Baba Efdal Kâşâni ünlü birer rubai şairi olmakla birlikte İran edebiyatında rubai Ömer Hayyam'la doruğa ulaşmıştır (bak. ÖmerHayyam). Arap şairler ise rubaiye fazla yakınlık göstermemişlerdir.

Rubainin Türk edebiyatında yaygınlık kazanmasında dörtlüklerin İslam öncesi dönemde başlıca nazım biçimi olmasının da payı vardır. Bununla birlikte Anadolu'da ilk rubaileri, 13. yüzyılda yaşamış olan Mevlana, Farsça kaleme almıştır. 14.-15. yüzyıllarda yetişen hemen her Divan şairi rubai yazmışsa da olgun örneklerini 16. yüzyılda Fuzuli (ölümü 1556), Kara Fazli (ölümü 1563), Bağdatlı Ruhi (ölümü 1606) gibi usta şairler vermiştir. 17. yüzyılda yetişmiş olan Azmiza-de Haleti (ölümü 1631) 1.000'i aşkın rubaisiy-le bu türün en verimli şairi sayılır. Nabî (1642-1712), Esrar Dede (ölümü 1796), Şeyh Galib (1758-99) gibi ünlü Divan şairleri rubaileriyle de tanınmışlardır. 20. yüzyılda Yahya Kemal Beyatlı başta olmak üzere Cemal Yeşil, Arif Nihat Asya, Hamamizade İhsan ve Fuad Bayramoğlu rubaiyi geleneksel kuralları ve havası içinde sürdürmüşler, Nâzım Hikmet, Attilâ İlhan gibi yenilikçi şairler de rubaiden bir nazım biçimi olarak yararlanmışlardır.


MsXLabs.org & Temel Britannica
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

26 Eylül 2014 / Misafir Cevaplanmış
29 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
29 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
10 Kasım 2013 / şeheyma Cevaplanmış