Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 14

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.675 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #131
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bana Gözyaşı Borcun Var

Sponsorlu Bağlantılar
Adam genç kadına seslendi:
- Bana gözyaşı borcun var!

Genç kadın sordu:
- Nasıl öderim?

Adam gözlerini kırptı;
- Haydi gülümse!

Gülümsedi genç kadın. Adam, cebinden mendilini çıkarıp, borcunu sildi.
Ve mendilini özenle katlayıp, yine kalbinin üzerindeki iç cebine koydu.

Bir demet mor sümbül vardı kadının elinde.
İkisi de bahar kokuyordu...
Biri ilkbahar, diğeri güz.

Adam, seslendi yine;
- Bana mutluluk borcun var!

Genç kadın, biraz mahcup, biraz şaşkın sordu:
-Nasıl ödeyebilirim?

Heyecanlandı adam
- Haydi yat dizlerime!

Genç kadın bir kedi uysallığında, yattı dizlerine usulca.
Adam, şefkatle saçlarını taramaya başladı kadının.
Saçları, güneşe ve yağmurlara hasret hiç yaşanmamış baharlara benziyordu.
Çaresizliğini ördü sırasıra.
Sonra saçının her teline, mutluluğun çığlıklarını bağladı adam.
Yetmedi, gizli düğüm attı... Ağladı.
Hava kararmak üzereydi. Dışarıda yağmur yağıyordu delice.
Adam, sürekli borç defterlerini kurcalıyordu.

Genç kadının gözlerinin içine baktı;
- Bana yürek borcun var!

Borcunun farkındaydı sanki genç kadın, şaşırmadı.
- Bu borcumu nasıl ödeyebilirim?

Adam kollarını uzattı
- Haydi tut ellerimi!

Sümbül kokusu sinmiş ellerini uzattı genç kadın.
Elleri öyle sıcaktı ki, eriyiverdi bütün borcu avuçlarının içinde.
Genç kadın gitmek üzereydi.

Adam son kez seslendi;
- Bana can borcun var!

Kadın irkildi;
- Can mı?

Sigarasından derin bir nefes çekti adam;
- Evet... Can borcun var. Sensizlik öldürüyor beni!

Hoşuna gitti sözler kadının
- Peki bu borcumu nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsun?

Adam, biraz daha yaklaştı;
- Yum gözlerini!

Hiç tereddüt etmeden yumdu gözlerini.
Adam da yumdu gözlerini, masumca bir öpücük kondurdu
kadının titreyen dudaklarına.

- Bu ne şimdi yaptığın? diyerek çattı kaslarını kadın...

Adam, pişmanlıkla, memnunluk arasında gidip geldi. Kekeledi;
- Hayat öpücüğüydü!

Kısa bir sessizliğin ardından bu kez kadın öptü adamı şehvetle...

Adam, şaşırdı;
- Ya senin bu yaptığın neydi?

Genç kadın kapıya yöneldi;
- Veda öpücüğü!

Kalan borçlarına karşılık, yürek dolusu çaresizlik
ve bir de mor sümbüllerini masanın üzerine rehin bırakıp gitti genç kadın.


Adam koştu peşinden sümbülleri geri verdi kadına.
- Ne olur iyi bak umut çiçeklerime, solmasınlar...

Genç kadın sümbülleri aldı:
- Merak etme, gün aşırı sularım çiçeklerini!

Adam sevindi:
- Güneşe, suya gerek yok. Gülümse yeter!

Kadın gözden kaybolurken haykırdı adam,
- Umutlarımı kefil yaptım. Unutma, bana aşk borçlusun!

Haykırışı yağmura karıştı.
Kadın, yağmuru hissetmeyen kalabalığa...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
31 Ocak 2007       Mesaj #132
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Tozlu kutudan çıkan nesneler arasında bir kutu daha içinde bir adet resim
kağıdı hayat gibi mas mavi hayat gibi sim siyah 14 eylül sabahıymış bir
Sponsorlu Bağlantılar
bulut çizmişim kağıda çok büyük kalbim gibi.ancak o bulutun içine bir tek
seni ve kendimi koymuşum.bu buluta o zaman baktığımda sanki mavi dünyamı
masmavi yapıyordu.aradan yıllar geçti,uzun zamanlar.araya aşklar girdi
pencereden bakan minik gözler girdi.ben bu süre içerisinde bir çok şey
öğrendim hayatın dıştan gözüktüğü gibi olmadığını kendi dünyamızı
başkalarına anlatırken ekran koruyucu koyup da anlattığımız mesela. Sevmeyi
anladım bazen aynı ekran koruyucularımızı kendimiz yaşarken içimizde de
kullandığımızı anladım. Sevdikleri insanların insanlara değer verdiklerini
anladım.sevmek kadar cesaretli olabiliyorsan sevdiğini söylemek kadar
cesaretli olmak zorunda olduğunun farkına vardım bir kez daha.seviyorsan
eğer senin sevdiğin insanın seni bir kelimeyle var edip bir kelimeyle yok
edebildiğini öğrendim.fakat öyle bir yanış yapmışım ki resmimde öylesine
doru bir ayrıntıyı atlamışım ki yüreğimde.unutmuşum.bulutların güneşi
kapattığını.şimdi bunun hesabını veriyorum. Herkese…


sercan günel

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ocak 2007       Mesaj #133
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kartanesinin Düşü

Ney çalar rüzgara nazire edercesine
Vurur ağacın gövdesine gövdesine
Dallar eğilir,hüzün basar
Yaprakların yüzüne.
Tek tek başlarlar,dallarından düşmeye

Ağaç ağlayarak..
Nicedir düşüşün? der yaprağa

Yaprak:
İçimde segah eşlik ediyor yarama

Ağaç boyun büker
Ey yaprak bilmezmisin ki
Canıma can veren o dur
Birgün yokluğunu düşünmek beni vurur

Yaprak:
Ağacın alasısın neden ağlarsın
Gözyaşın bilmezmisin beni ezer
Tutunamam sana kollarımın çektiği yeter

Ağaç içlenir daha bir yanarak;
Belleğim kanar saklarım
Değmesin rüzgar sakınırım
Daha bir sıkı sarılmıştım toprağa
Bilirim ki toprak
Ayaklarımın altından kaymakta...

Yaprak:
Tutun ey ala ağaç
Güneşi hep hissedersin
Kışın sonu bahardır dersin
Avuçlarında yakarsın ateşi
Közünü savurursun deli deli
Külünden doğarsın belli
Umut ekmeğin değil miydi?

Ağaç..
Yere serer yüreğini
Bakta gör der çektiğimi
Oturtmuşum içine bir kara
Bakma sen dik durmama
Gün gelecek..
Karışacağım lodosla poyrazlara
Çürüyüp gideceğim yalnızlığımla
Gün gelecek tutunacağım
Birikecek dermanım
Yeniden kartanesi olacağım..
Dağların doruklarında donacağım..

Kartanesinden ağaç gördün mü?

Uzaktan bir ses araya girer:

Kar tanesine benzetirmiş kendini ürkek,korkak
der ve devam eder..
Yere düşünce birleşmesi imkansızdır tanelerle
Yerin,tenine dokunana kadar umutları bitmezmiş
Değdiğindeyse elveda dermiş..
Birgün yine böyle
Korkak ve ürkek tek başınayken
Yüksek bir dağ tepesi gözüne ilişmiş
Burası karlı ya tutar beni demiş.
Sevinmiş..
Dağ kucak açmış,sarmış sarmalamış.
Sevmiş..
Arada kükrermiş dağ isyan edermiş
Güneşi görünce yüzünü dönermiş
Kar tanesi hüzünlenir,başını eğer beklermiş.
Dağ karalığının ardından
Apak elleriyle dayanamaz karlanır kartanesini beslermiş.
Kartanesi dağı canı bellemiş,
Yüreğini dağın doruklarına sermiş.

An gelir,
Çınar ağacına da benzetirmiş kendini,
Maziyi andıkça ayakta ölmek yakışır bana dermiş.
Dallar vermiş uzanmış,
Çınar ağacı verdikçe yaprak döker olmuş.
Tek yaprağı kalmış dalında sımsıkı tutunmuş,
Birden bahar gelmiş,
Çiğdem,menekşe kıskanır olmuş yaprağın güzelliğini,
Heybesinde saklar olmuş düşlerini,
Düşleriyle yaşamaya başladıkça çınarda dirilmiş.
Yeni yeni dallar yapraklar vermeye başlamış.
İşte!
Sen de böyle doğmuşsun yaprak der.

Zaten kartanesiydi,kartanesinden ağaç gördünmü?

Ağaç susmuş.
Gözlerinden kara baldıranlar boşalmış.
Yer gök pusmuş..kızıl şimşekler kopmuş
Koca çınar ufalmış ufalmış,
Son bir umutla ardına bakmış
Yaprak ayaklar altında kalmış.
Ağaç feryat etmiş acılarım ayak altı değill!
Uzatmak istemiş ellerini nafile
Bedeni çekmiş geriye
Ecel gülümsemiş tenine.




^^Bir gönül severde bir gönül sevmezse ızdırap olur.iki gönül
birden severse mutluluk olur.Mutluluğun önünde engel var ise
ulaşılması zor olur.Engeller aşılırda,mutluluğa ulaşılırsa
işte o mutluluk KUTSAL OLUR.^^


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Şubat 2007       Mesaj #134
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Henüz gün yüzüyle görmediğimiz adamlar vardır,
Alıp götürürler kalbinizi, atarlar bir kamp ateşinin kızıllığına,
Tarif gerekirse şayet, konuştukları kadar cesur değildir,
O tür adamlar.

Cesur değillerdir aşklarına sahip çıkacak kadar.
Güzel ruhlar birkaç numara büyük gelir onlara.
Baba olacak çağda tokadı yediler mi babadan,
İyice çözülür kalpleri.

Karşı gelemezler, sözü geçen hatırı sayılanlara.
Aşklarını bile başkalarının tercihlerine bırakırlar kolayca,
Zor durumdur böylesi ,

Zor durumdur başkalarının uydurduğu,
Hayatlara evet demek,
Ama onlar bir tek bu konuda cesurdurlar.
Yapılacak bir şey yoktur onlar için.

O adamlar ki titreyen bir mumun alevinde sevdiklerini,
Görmekten vazgeçebilirler korkaklıklarından.
Tüm şairleri yanıltırlar,

Şiirlere, “aşk için ölmeli aşk o zaman aşk”,
Dedirtmezler şarkılarda.
Laftadır yani o koca kamp ateşleri,
Asla sizin için yakamazlar onu konuştukları kadar.
Korkularından, o koca ateşin sıcağında size sarılmaktan bile,

Vazgeçebilirler kolayca.
Bir Pazar ucuzluğuna satarlar hayatlarını,
Diretmeyi göze alamazlar.
Ama iyi ki gerçek dediğin o kadar ucuz değildir,
Ve asıl haklı olan daima şairdir.
Ve “aşk, aşk için ölürsen aşk olur ancak”

Ve yine de yanlış anlayacaktır o adamlar,
Gerçek” kelimesinin anlamını da tıpkı;
Cesaret”i kavrayamadıkları gibi.
Ve o adamlar sonsuza dek kaçacaktır…
Ve sözü geçen kamp ateşi kadar koca bir palavradır onlar!
Ve ruhlar, o adamlar için savaşmamaya çoktan,
Karar vermiştir artık..!!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2007       Mesaj #135
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Vurun!
Sonbaharın ilk yağmuruydum, maviydim, neye ve nereye düşeceğimi bilmeden savruldum.

Pencere kenarına, bir sıcak kahvenin buğusuna, bir boyacının ayakkabısına, her yere damlayabilirdim.

Oysa ben, rüzgara bıraktım kendimi, hiç düşmeden savruldum.

İçli bir türkünün sazında buldum kendimi, bir şairin son mısrasında...

Hiçbir vicdâna emanet edilmezmiş umutlar; sığındım sığınmak olmaz bulutlara, camların karanlıklarında, yoklukların talanında, kirlere sıvanmış özlemdi tetik, basıp vurdum kendimi...

Tanrı'nın iyiliği, bir keşişin hırkasında gizliydi; yolumun hiç kesişmediği...

Günahkâr bedenimi dünyanın hiçbir hazinesiyle örtemedim; çıplaktım...

Ruhumun yakarışlarıyla, af diledim Tanrı'dan;

...ve senin için
...ve benim için
...ve tüm insanlık için

"Yolum da senin, gözyaşlarım da" diye diye diz çöktüğümde, yol eğildi önümde...

Yerimden kıpırdayacak hâlim yok; ne kolumu kaldıracak ne de bir nebze konuşacak mecâlim yok!

Haydi! Haydi! Haydi!

Bütün karanlıklar! Vuracaksanız eğer, şimdi vurun beni!

Vurun...
Vurun...
Vurun...

Zaman; ölmek zamanı!

Öldürün!

... Öldürün ve bir gülün en ince yaprağına
gömün beni...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2007       Mesaj #136
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
intizar Karanlık senindir artık, istemesen de bir elin buz gibi duvarda inersin geceye ve gece öğretir sana kanata kanata yalnızlığı...
Alışılır soğuğa da, gece güne kavuşunca bilirsin ki, alnındaki sıcaklık sadece ve sadece aşk'ın ateşidir, yanar ve yanarsın...

Zil çalan eteklerinde taşlar doludur artık boşaltılmaya gebe ve taşıdıkça taşırsın, sırası gelince'ye... Lâkin hiç sıra gelmez, o ateştir ki taşı bile yakarsın, elinde küller, kış bahara döner bahar başka bir kışa, alışırsın geçmeyen yaralarına...

Hiç dinmeyen iç çekişlerini, duyan kimse yoktur diye daha da derin çekersin ki bitmek bilmez o nefes ve asla vermeden küçücük bir es...

Her gece bir uzvunu kazma kürek yapıp, eşersin ve eşersin bütün vücudunu kalan dünlerini ve diğerlerini çıkarmak için ki nafiledir bu uğraş, aşk sadece alnındaki ateş, gerisi senden kalan bir yalan ve eridikçe erirsin an be an...

Elinin yettiği ve gözünün gördüğü her yerde ararsın gecelerine ortak bir şiir ve bilirsin ki doğmamıştır henüz ve hâlâ senin kadar yalnız bir şair... Kimsenin hiç kimsesi benzemez sana ve herhangi bir yalnızlık değildir sendeki yara...

Alfabenin tüm harfleriyle ezberlediğin ismi bağır ve çağır sayarsın da sayarsın geceye, tut ki duyanın yoktur. Sesine bir ses çalınır ve kesilirsin sessizce kulak inceden inceye, farkedersin ki yalnızlık sadece ve yalnızca sessizliğin yankısıdır...

Soğuk mu soğuk bir odaya yaslarsın başını, yârin sıcacık hatırasını koyarsın göğüs kafesinin üstüne ve bir ağlamadır başlar ki, yıkarsın da yıkarsın ne varsa geçmişten geleceğe...

Öğrenirsin ki; yalnızlığın hesabı sorulmaz hayattan... Azgın bir ırmağın üzerinde, ha battı ha batacak bir sandaldır yaşam...

Ve aşktır onun dümeni ki olmazsa olmayan...

Çilekeş bir sigaranın dumanıyla boğarsın bütün an’larını ve fikrince daha zavallısındır parmaklarının ucunda ezildikçe ses bile çıkaramayan tütün parçasından... İçindeki boşluğu doldurmaktır amacın, çektikçe çekersin, bir nefes daha, bir daha, bir daha, aslında hiçbir şey eksilip - fazlalaşmaz asla ve ulaşamaz incecik duman derin çukurlarına... Parçalanmış dumanı boşaltırsın ciğerinden, yanarsın sessizce içinden kopan anılara...

Buz gibi cama çarpıp geri gelir bütün düşüncelerin, bilir ve öğretir gece; aşk bir denizdir ve verdiği her şey daima ödünçtür... Bulamazsın senin kadar hüzünlü bir şarkı ve bilirsin ki hiçbir şarkıcı senin kadar yalnız değildir...

Soğuk ve sessiz bir sızıyı dolarsın bileklerine, sönmeyen yaranın ışığı aydınlatır tüm geçmişini... Sende unuttuğu ateşi bir hançer gibi basarsın bağrına ve ısıtır da ısıtırsın lanet gövdeni hatıralarla...

Öğrenirsin ki; göremediğin rüyaların adresi sorulmaz hayattan... Nerede bittiği belli olmayan sonsuzluğun içinde, ha kaydı ha kayacak bir yıldız’dır yaşam...

Ve aşk’tır onun hâresi ki olmazsa olmayan...

Kırılacağın şeyler sorgulanmaz hayattan... Dudaklarının köşesinde ha düştü ha düşecek bir gül'dür yaşam...*

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #137
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç bir şeyimiz yok.
Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum,
seninle konuşuyorum... Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım,
sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum... Cümlelerimi kısalttım,
kelimelerim buruk, gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda...

Bir ihtimal gelişine sığındığımı farkettiysem de, engel olamadım gurursuz
ama umutlu hasretine... Bugün gönlümü hoş tutmak istiyorum,
imkansız olan her rüyaya inanasım geliyor... Bir çocuk gibi
isteklerimi bastıramıyorum... Çalmayan telefonuma elim gidiyor,
sana halen bende olduğunu ısrarla yazmaya çalışıyorum... Bende olan seni,
hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de, sendeki benin
nasıl olduğunu, gülüp gülmediğini anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum...

İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum!
Üşüyorum, bu üşüme yalnızlığımdan geliyor ve sarıyor her tarafımı...
Tutunabileceğim hiçbir güzellik yok, hatırlamaktan usanmayacağım
anılarım dışında... Isınabilmek için onlara sarılıyorum...
Anlamsız ve cevapsız sorular hıhzırca sırıtıyor, ben görmemeye
çalışıyorum... Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı...
Belki de görmeyi istemek gerekiyordu... Gözlerini aç desem kapatacaksın
ama kapatma gözlerini! Kendime bir demet papatya aldım ama bakmadım
falıma... Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş
itiraf etti sonunda... Düşüncelerim gururlu, hayallerim ve sevdam değil...
Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturacaktım içimdeki isyanı,
kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini,
sevinçten ağlayacaktım bu defa, mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi,
dokunacaktım, sarılacaktım. Ama gelmedin, gelemezdin belki de gelmeye de
hiç niyetin yoktu aslında... Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum...

Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu düşünürken, şimdi
ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve sevgimi anlatıyormuş
gibi geliyor... Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin gidişin gösterdi
bana...
Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde,
gecede, uykumda... Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi...
Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda degilsin ki?
Gözyaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum sevdana...
Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben, geldiğini sandım... Ayak uyduramadım
yorgunluğuna... Dudaklarına düşlerindeki öpüşü konduramadım...

Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın;
dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da imkânsızın oldum...
Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum... İnanamadığın, Yenemediğin,
üzerinden atlayamadığın korkuların oldum... Ağladığın, bağırdığın ya da
sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan gözyaşların, birikmişliğin oldum...
Yüreğindeki kadın ben olmak isterken yüreğine sığınan ve tozlanacak olan
bir anı oldum... Haketmediklerin, artık yeter dediklerin ve herşeyin olmak
isterken
belki de hiçbir şeyin oldum... Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum?
Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim...
Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?

Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir mevsim yaşanan
ama bir ömür gibi gelen aşk... Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini,
öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum... Seni halen
benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum...
Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların
sonunda olması acıtıyor içimi... Suskunluğun en büyük silahındı,
suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan unutulmak...

Söylesene unutulmak kime yakışıyor?
Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor ...

Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan olmak
sende daha güzel duruyor... Görüyorsun işte, aşk'a ve sana ihanet etmiyorum.
benim kırgınlığım aşk'a... Sen üstüne alındın...


hüseyin irek
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #138
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hüzün Yağmuru

Genç adam gecenin karanlık örtüsünde ruhunun hazin yankısı çığlık kopartarak sahilde yürüyordu. Dilinde dökülen özlem ve söylemler uzaklığın kanlı deresine itilmişti. Dişinde sıkışan kırgınlıkla hayallerinin fotoğrafı karanlığı ısırmıştı.
Seni diyordu genç adam ‘ - Seni geleceğimin atlasına gül olarak ekmiştim, günlerin başaklarında seni görmüştüm, canım seninle cananlığa kavuşmuştu. Şimdi ise yüreğimin dileğine çıkılan hayal merdivenlerinden düştüm. Gözlerimde ve gönlümde hüzün yağmuru döktüm...’

Ruhunun hazin kamcısı acıyla döverek başı düşmüş, dizleri eğilmiş olarak ağır ağır yürümeye devam etmişti. Kulaklarını şaklatan dalgaların sahile vuran sert tokadı, kalbini yaralayan dert sakatı her yanını sarmıştı, her anı ruhunu tırmalayarak artmıştı. Boğazı ışıklarıyla öpen karşı kıyının betonuna gözleri takıldı.
Genç adam ‘ - İşte sevdiğim şu evlerin kör penceresinde ikamet ediyor. Acı aşkların fısıltısı duvarlarını ıslatmış Kız kulesinin üstünde bulunuyor. Tarih kokan, heybeti ile Haydar paşayı tutan, boğazın maviliğine gülümseyen kışlanın yakınında, Selimiye mahallesinde sevdamın ayaklarını vurduğu yerdir ‘... Başında hüzün yağmuru akar, soğuk ürpertiyle denizin ağlaması bakar. İntizarın hicranında ufuklar karanlık balçıkla kararak gönlü sararmış, umutları sönmüş, hayalleri yıkılmış olarak geleceğin perdesini kav la tutuşturarak yakar. Hüzün yağmuru şiddetlenmişti... Kederin kader alnında terlemeye başlamıştı. Ruhunu ıslatan hüzün yağmuruyla sarsılmış ve kederle terleyen kalb titremiş olarak sahilin çapağı olan taşın beline yığıldı. Başını ayaklarının arasına sıkıştırarak söylenmeye başlar
‘ Ey aşk acısı, ey gönül yarası, ey derdin karası... Sana sığınırım, Sevgimin adını düşlerim... Onun yokluğunda sürgün kaldım, günlerim onsuzlukla zindan oldu. Bir çıkış ver, bir ferahlık ser. Hani gözleri gözlerime kilitleniyordu, hani sözleri sözlerimi sarıyordu bir zamanlar’... Zihnine film şeritleri yayılır, anıların sahnesi açılır. Ela gözleri karanlığı yırtan ayla kendisine bakmış, siyah saçları denizin dalgasında ellerine düşmüş, oval çenesi ufukların köşesinden bakarak gözlerine çökmüş, güzel yüzü sahilin ıssız belinde kafa odasını kırmıştı. Derbeder durumda sürüklenip duruyordu, sevda ölümünün soluğunu yutarak hüzün yağmuruyla: Duyguları kanlanış, sözleri kurumuştu.
Dudaklarına yapışan hüzün melodisi tütsülenir, karanlık siyah saçın dalgasına. Öylece durup izler sevdiğinin hayalini...İkametgahı gözlerine batarak gölgesi yanı başında buluşmuştu. Gölgeye sorar ‘ Ey hayal sulületi karanlığın aynasından çıkarak ellerimi tutsan, geleceğimizin inşasını beraber kursak‘... Hayal sulület donuk kalır, ağzından tek kelime, gözlerinde bir gram bakış görülmez gözleri kapalı, hayattan kopuk, cansız et yığını gibi durur. Genç adam yaklaşır, hayal geriye çekilir. Genç adam adımlarını hızlandırır, hayal de gerisin geri hızlanır. Daha çabuk kavuşma özlemiyle kollarını açar, feryat koparır. ‘- Ey canım benim niye kaçarsın benden, niye uzak kalırsın yardan. Gel ellerimi tut, gel gönlümü nefesinle yıkat’... Hayal cesedi Boğazın dalgasını yararak Selimiye’nin duvarlarına sokularak kaybolur. Karabasanlar bedenini tutarak kahkahalarını kafasında yankılandırırlar. Hafakanlar ayaklarına serilerek denizin çağıran sesine itekler. Hüzün yağmuru ıslattığı gibi denizin çağıran kolları gözlerine çarparak: Gel diyordu. - Senin yangınını söndüreyim, hüzün yağmurundan kaç, esaret ayaklarını bana dokundur, senin bedenini karanlık derinliğimde kapatayım. Aşkın keder kalemi yüreğine bir kere yazıldı mı iz kalır, kalbinde hep sızısını hissedersin. Genç adam öylece durur düşüncelerin dehlizinde dolaşır. Karanlığın alnında çağıran ses, kalbinin acı nefesi buhramlara atarak çıkmazlarda bocalıyordu. Hüzün yağmuru artmış artık meçhulün adresine sürüklüyordu ‘ Ya ölümün vuslatında hayata son vermek, yada yeni bir hayatın menzillerine uzanmak. Başı kah denizde batıyordu, kah sahil yolunun uzaklığına çevriliyordu. Bir kedi gelir ayaklarına dolanır, kedinin mırıltısı silkeler kendisini. Yorgun ayaklarını isteksiz sürükleyerek sahilin karanlık ağzına girerek kaybolur. Sahilin tokadı artar, kedinin mırıltısı denizin tokadına yanıt verir
M.u.R.a.T - avatarı
M.u.R.a.T
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #139
M.u.R.a.T - avatarı
Ziyaretçi
.: Hamile Kadin :.

Küçük bir çocuk, hamile bir kadinin karnina dokunarak:
- Ne var sizin karninizda teyze,
Kadin:
- Çocugum var evladim, diye cevap verir.
- Sizin çocugunuz mu?
- Evet
- Onu seviyor musunuz?
- Evet
- Çok mu seviyorsunuz?
- Evet evladim.
- Öyleyse neden yediniz?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2007       Mesaj #140
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Kibritle Yok Olur İskemlenin kırık dökük tahtaları saçılmış odanın köşesinde. Şömineye atılacak ve bir kibritle birlikte çekip gidecek; geride yalnızca küllerini bırakarak… İnsanlar da öyle değil mi zaten? Sürekli çekip giden ama bir elvedayı bile çok gören sevdiklerine… Gidenlerin ardından ağlayanlar düşünülmez ki… Düşen yaprak gibi dönüp bakmaz arkasına… Bakamaz! Yüzü yoktur geçmişine dönmeye. Gözlerini kaçırmadan, kıvrık kirpiklerine asılmış gözyaşları damlarken yanaklarına, tüm tutkusuyla bakamaz karşısındakine! Vazgeçmekten korkar… Çekip gitmesi gerekirken gidememektir tek korkusu…
İnsanlar böyledir işte! Unutmak yaradılışımızda var. Yaşadıklarımızı, tanıdıklarımızı, sevgilerimizi, üzüntülerimizi unutmak… Hep bunu istemez miyiz zaten?
“Bir gün çekip gideceğim buralardan… Kimsem olmasa da gittiğim yerde, bu günleri aramayacağım. Sizi özlemeyeceğim! Bir daha beni ağlatamayacaksınız çünkü geri dönmeyeceğim!”
Hep bu cümleler geçer aklımızdan kızgın olduğumuzda. Fakat bir dostumuz bırakıp gidince göz yaşı dökeriz ardından. Severiz çünkü! İtiraf edemesek de kendimize, özleriz yanımızda yokken! Yine giden gider ya, ona yanarız belki de. Tüm içerlememiz, küskünlüğümüz bunadır… Boğazımızda düğümlenen hıçkırıklar bu yüzden!
Yine sarılırız kitapların sayfalarına! Boğaza karşı hafif salaş bir kafede, kahvemizi yudumlayarak, satır satır yeniden doğarız sanki! Kitapla bütünleşiriz. Utanırız!… O, yanı başımızda ve en sevgili dostumuzken, ağladığımızda ona sarılmak aklımıza gelmediği için utanırız!
Geleni geçeni izlemek gibi ayrı bir zevkimiz vardır. Küçük kızına elma şekeri alan annenin yüzündeki tebessümü görmek isteriz bazen. Kitabın sürükleyici atmosferinden bir an olsun sıyrılmak ve insanın içini ısıtan bir sahneye tanık olabilmek isteriz…
Aslında ölesiye merak ederiz kitabın devamında ne olacağını. Kitabın sonu çıldırtan bir bilmece, pişkin pişkin gülen bir soru işareti gibidir nazarımızda. Fakat yine de soluklanmak isteriz. Dalgaların kıyıya çarpmasındaki coşku mudur, kafede çalan hafif müziğe kulak verme isteği midir bilinmez ama olayların yoğunluğundan bir an bile olsa uzaklaşma isteğine karşı koyamayız.
Unutsak da kimi zaman bizim için ne denli önemli olduğunu kitapların; aslında tarif edilemez bir sevgi kıpırdanır içimizde. Rafa dizerken şefkatle okşayıp cildini ve rast gele bir sayfa açıp kokusunu içimize çekmek… Bunun yerini hiçbir şey tutamaz, bilirim!
Fakat yine de kırarız bu dostlarımızı! Hiçbir kötülüğü dokunmasa da bize, her ağladığımızda okşasa da saçlarımızı yine ağlatırız onları. Nankörüz! Kıymet bilmiyoruz! Bu sevgiyi hak etmiyoruz!
Bizi bu derece düşünen ve bir an olsun bizi üzmeyen bu dostlarımız hiçbir zaman bir kibritle işi bitirmeyi düşünmez. Çekip gidip, dönmemek bir kâbus gibidir sanki!
Kâbustan uyanmak için çırpınır güneş! Bak, yıldızlar kayıp gidiyorlar birer birer…

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat