Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 177

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.792 Cevap: 1.812
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
30 Eylül 2009       Mesaj #1761
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Mutlu olmak - mutlu edebilmek neydi? Sevmek - sevilmek neydi? Özlemek - özlenmek neydi? Huzur bulmak neydi? A$k neydi?

Sponsorlu Bağlantılar
Sen kimdin? Ben kimdim? Bizi birbirimize yazan kader nasil olu$mu$tu..?


Sen ve ben, ayri ayri dünyalarin iki yalniz kalbiyken, nasil bir bütün olduk? Biz bütün mesafelere, bütün engellere ve bütün zorluklara ragmen ayrilamayan iki ayri bedende iki a$ik yürektik!

...Ve biz yine birbirinden uzakta hasret dolu günlere sürgün iki a$ik.

Dayan yüregim, dayan sevgilim, az kaldi...Kavu$maya az kaldi!!!

adoring - avatarı
adoring
Ziyaretçi
1 Ekim 2009       Mesaj #1762
adoring - avatarı
Ziyaretçi
Nefsin Elinden Kaçarken Yırtılmaktır Aşk...

Kötü bir kokusu ve üzerinde lekeleri vardı. Kullanılıp bir köşede unutulmuş, uzun zamandır el değmemiş gibiydi. Kendini çok yorgun ve mutsuz hissetti.
Sponsorlu Bağlantılar

(Öyle dururken hiç yorulunur mu? Tabiî… Eğer, yaratılış amacına uygun bir işte çalıştırılmazsa, yorulur yaratılmış olan... Bir kumaş, bir sebze, bir koyun, bir insan… Hepsi için aynı durum söz konusudur. Varlık, aslına dönmek ister. Aslına dönmek, ne için yaratıldığını hissetmekle başlar, ölümle kemâl bulur.)

Keyifsizce dururken, yanındakine gözü ilişti. O da farklı bir durumda değildi. Etrafa yaydığı nâhoş kokusu, kiri-pisi ve nicedir beklemekte olmasıyla, kendisine ne kadar da benziyordu. “Laf atsam” diye düşündü, vazgeçti. “Canı sıkkındır mutlaka, belki de konuşmak bile istemez.” diye geçirdi içinden... Bu sırada, hiç beklemediği bir şekilde, onun kendisiyle konuşmaya başladığını görüp şaşırdı. Aralarında şöyle bir konuşma başladı:

“–İki söz etsen, diline mi yapışır? Sohbetine de doyum olmuyor yani. Tamam, pek çekici değilim, ama ne yapalım, arada böyle oluyor işte... Eğer selâm vermeyişin bundansa, bil ki, sen de benden daha iyi görünmüyorsun.”

“–İyi ki de söyledin!..” dedi bizimki... “Sanki ben bilmiyorum, ne hâlde olduğumu! Yüzüme vurmasan, karnın mı ağrıyacaktı?!”

“–Yâhu yok, ondan değil, hani, rahat ol, «ha sen, ha ben» demeye getirdim kendimce… Hani, «Çekinme, konuş işte, şurada yok ki birbirimizden farkımız!..» demek istedim.”

“–O kadar canım sıkkın ki, iltifat da etsen, küfür sanırım!”

“–Ben de bir arkadaşa o kadar muhtacım ki, sövsen, selâm verdin sayarım…”

“–Kafam bozuk! Sana bakışım sû-i zanladır! Benden arkadaş olmaz!”

“–Benimse gönlüm sana meyyâl... Sana bakışım, hüsn-i zanladır. Sensiz olmaz…”

“–Berbat kokuyorum! Pisim! Çirkinim! Yüzüm gözüm pasak içinde!”

“–Ee, «Körler sağırlar, birbirini ağırlar.» demişler. Sen gibi zaten, benim hâlim ve biçimim de…”

Doğrusu, herhangi biri bu konuşulanları duyacak olsa, hayretler içinde kalıp, “Aklımı yitirdiimm!” diye feryada başlardı. Zira konuşanlar, kirli çamaşır sepetindeki gömleklerdi. Fakat evin hanımı, bu sohbetleri dinlemeye alışkın, garip biriydi. Üstelik az önce kapıda görünmüştü. Sakin adımlarla sepete yaklaştı ve içindeki gömlekleri aldı. Genellikle bu aşamada, kirlilerin makinede ya da elde, bir şekilde hemen yıkanması gerekir. Ama öyle olmadı. Zaten, bu evde hiçbir şey, genellikle olması beklenene benzemezdi. Neyse… Şimdi hikâyenin devamında, evin hanımını “Garip” adıyla anacağımızı hatırlatıp, yazmayı sürdürelim.

Gömlekler, kendilerini tutan elleri tanıdılar. Ne zaman böyle kötü hissetseler, Hızır gibi yetişip ferahlatırdı. Bu arada, aralarında şöyle bir konuşma daha oldu:

“–Hislerimizi anlamış gibi bir hâli var. Nasıl da yetişti yine bak!..”

“–Evet öyle, ama şimdi yine o tuhaf yöntemleriyle, ferahlatacağım derken, canımıza okuyacak!”

“–Ama ne yapıyorsa, bizim iyiliğimiz için yapıyor, hatırlasana…”

“–Çok isterdim senin gibi düşünmeyi, fakat elimde değil; aklıma hemen, bizi içine atacağı köpüklü kaynar sular geliyor. Düşününce bile irkiliyorum!”

“–Haksız da değilsin gerçi… Ama ne yapsın işte, bizim kirimiz başka türlü temizlenecek gibi değil ki…”

Bu sırada, Garip’in kendilerini seyre daldığını fark edip sustular. Pek mahzun ve kederli bir hâlde, gömlekleri seyrediyordu… Bizimkiler önce “Hayırdır…” der gibi birbirlerine baktılar, sonra, dinlemeye koyuldular. Zira Garip, onlarla konuşmaya başladı:

“–Nasıl da size benziyorum. İliklerime işlemiş lekelerim var. Üstelik bir yenisi eklendi dün gece… Âh, o dün gece… Âah ah… Şimdi sizin gibiyim. Bu hâlimle ne bakılacak, ne faydalanılacak bir durumum var. Nâhoş râyihalar yaydığımı hissediyorum. Her günâh, “burna zulüm bir koku” gibi dağılıyor etrafa…Gerçi ümitliyim. Gözlerim, ellerim, dilim elbet kurtulacak bu kirlerden… Bir gün, sahibim de beni temizleyecek. İnsanlar arasında dolanıp dururken, bazen bile bile, bazen farkında bile olmadan işlediğim günahlar, yaptığım hatalar, elbet bir gün paklanacak. Bu hâlimle ben bile sizi temizliyorum da, sahibim mi beni aklamayacak. Sıkılmışsınız belli...

Zaten, ben de sizin gibiyim bugün…“–Aman canım, seninki de dert mi?! Sana göre hava hoş!..” dedi, gömleklerden biri… “Sen bizim gibi yana yana, döne döne yıkanmayacaksın.”

Garip, dönmekten ve yanmaktan bahis açılınca coşuverdi:

“–Kendinizi pek çilekeş sanırsınız ya, bilin ki ötesi var. İnsanoğlunun kirlenmesi de, temizlenmesi de sizinkine benzemez. «Paklanmamız nasıldır?» anlayacağınız dilden anlatayım da, bir daha dertli birine «Senin için hava hoş!..» deyip, edepsiz olmayın!”

Bu çıkış üzerine gömlekler hemen susup, dinlemeye koyuldular. Garip de başladı anlatmaya:

“–İnsanı, nefsinin arzularına esir olmak kirletir. Böyle bir kirden korunabilmekse, ciddî bir savaş gerektirir. Hani, bezm-i ezelde «elestü bi Rabbiküm» suâline verilen «evet» cevabı olmasa, kafamıza göre takılıp, geldiği gibi yaşar, her istediğimizi de yaparız. Ama verilmiş bir sözü olan her insan, o sözü yerine getirememe endişesiyle doludur. Kâh şaşırırız; kâh silkinip «Eyvah!» deriz. Kendine gelmek, yaratılış gâyesine uygun yaşamaya başlamakla olur. Bu da ancak, Allâh’ın emirlerine tam teslimiyet gösterilebildiği, yasaklarından da güzelce kaçılabildiği gün mümkün olur.

Günâh kirine bulanmış kişiyi, sizin gibi suya atarlar. Ama bizim suya atılmamız, sizinkine benzemez. Sizde bir leğen suyla mümkün olan şey, bizde sadece onunla değil, yanı sıra vicdan sızısından doğan ter suyunu ve pişmanlıkla akan gözyaşını da gerektirir. Leke ne kadar ağırsa, bu yıkanma da o kadar uzun sürer.

Günahtan kaçan, nefsinin «haddini aşan istekleri»nden kurtulmaya çalışan kişi, dedenizin çektiği acının bir benzerini yaşar. Dedeniz ki, Yûsuf -aleyhisselâm-’ın mübârek sırtındaydı ve Züleyhâ’nın elinden kaçarken, arkasından yırtılmıştı. Şimdi siz, âhir zaman gömleklerisiniz. Üzerinizde birkaç sıradan lekeyle çamaşır sepetinin içinde oturmayı «çile» sanıyor, sızlanıp duruyorsunuz. Söyleyin hele, dedenizin canı yok muydu, kardeşleri tarafından kuyuya atıldığı vakit, Yusuf’un ayrılığından canı gider gibi oldu da, edebinden sesini bile çıkarmadı!..

Şimdi siz, içine dalacağınız kaynar suda başınıza geleceklerden korkup, elinizde olsa kaçacaksınız. Dedeniz kirlenmekten kaçmıştı, oysa siz, temizlenmekten kaçıyorsunuz. Bilin ki, kaçtıkça yakalar, yine de temizlerim sizi... Çünkü buna katlanmanız gerektiğini iyi bilirim. Üstelik bizim kaynar suyumuz, sizinkine benzemez. İç yakar, adı aşktır… Utanın, aşktan kaçılmaz, nefsten kaçılır! Yusuf, kendi gibi Yusuf tıynetli olaydı, Züleyha’dan kaçmazdı.Zaten, Züleyha da Yusuf gibi olsa, kovalamaz ve gömleğe el uzatmazdı… O hâlde iyice anlayın da, kaçmanız gerekenden sakının. Hem belki böylece, sıradan gömlekler olmaktan kurtulup, dedenizin nasibiyle ikramlanırsınız…

Kiriniz yıkanmakla temizlenir belki, ama çileniz bitmez. Her seferinde üşenmez, ütülerim sizi... Sanmayın ki, garezim var da zulmederim. Ütü altına yatıp, canınızı delice bir ateşle dağlanırken bulmanız da ancak aşktır… Siz, elinizde olsa bundan da kaçardınız… Halbuki, son şeklinizi verecek olan, sizi esas güzelliğinize kavuşturacak olan, ütünün yakıcı sıcağıdır. İşte sizin böylece daha da güzelleşip göz doldurmanıza benzer, bizim de yanmamız… Nasıl ki, ütüsüzken alıp giymezler sizi, onun gibi, ateşlerde dağlanmadıkça, bizim de kıymetimiz bilinmez. Kim ki, sıkıntılara, acılara sabreder; işte o kişi güzelleşir, göze gelir… Sizin ütüden sonra kullanılmaya başlamanız gibi, biz de, nice yangının ardından hizmet edecek kıvama geliriz. Ütü, aşk gibidir. Ateşiyle yaka yaka şekle sokar sizi…

Ütüyü tutan el, ne kadar ehilse, şekil almanız o kadar kolay ve hızlı olur. Bizi de elinde tutan bir ehil el vardır. O el, bizi aşkla yanmaktan ve aşksız kalmaktan korur.

Nasıl ki, size cefa gibi gelen işlemler, hakkınızda şifadır, bizim için de böyle… Zaten, Rabbimin Sevgilisi haber vermiş: “Mü’minin çektiği en küçük bir sıkıntı dahî, ya günahlarına kefârettir, ya da Allâh’a yaklaştırır. Mademki böyledir, hakkında sızlandığınız işler, sizin için birer nimettir. Sizin ütü altında her şeye rağmen kalışınıza benzer; bizim, çırpınsak bile, bazı kederlerden kaçamayışımız. Mademki, siz ne etseniz olacak olur, o hâlde, memnun kalmaya bakın… Zira nefs, «Mecbûriyetten haz etmez.», ama «Memnuniyetle ferahlar, güzelleşir.»

Âhh gömlekler âh… İşte şimdi, sizin deyişinizle, «Canınıza okuyacağım!» Şimdi, yine itiraz edecek misiniz, işte, önce yıkayacak, iplere gerip asacak, sonra da sizi yaka yaka şekle sokacağım!..”

“–Hayır!..” dedi gömlekler. “Biliyoruz ki sen, bizim için en iyisini istersin. Ve bize çektirdiğin tüm sıkıntılar, aslında birer rahmettir. Ve anladık ki, temizlenebilmek için yanmak; temiz kalabilmek için bazen acılara katlanmak, kopmak, kanamak gerekir…”

“–Öyledir ya!..” dedi Garip… “Nefsin elinden kaçarken yırtılmaktır aşk... Ve tadını en iyi Yusuf’un gömleği bilir.”
Apathe35 - avatarı
Apathe35
Ziyaretçi
1 Ekim 2009       Mesaj #1763
Apathe35 - avatarı
Ziyaretçi
Sağol.
BiRuMuT - avatarı
BiRuMuT
Ziyaretçi
4 Ekim 2009       Mesaj #1764
BiRuMuT - avatarı
Ziyaretçi
Tuz ve Su

Hintli bir yaşlı usta, çırağının herşeyden sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.


Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.


"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "Acı" diye yanıt verdi.


Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.


Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:


"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye yanıt verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mı?" diye soran yaşlı adamı, "Hayır" diye yanıtladı çırağı.


Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:


"Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
4 Ekim 2009       Mesaj #1765
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Gülümse


Anneannemle dedem neredeyse yarım yüzyıldır evlilerdi. İlk karşılaştıkları andan beri kendi yarattıkları bir oyunu oynuyorlardı. Birbirlerinin bulması için sürpriz bir yere "Gülümse" kelimesini yazıp bırakırlardı. Evin içinde bu kelimeyi yazıp sırayla bir yere bırakırlar, kelimenin nerede olduğunu bulan hemen kendisi de yazıp başka bir yere saklardı. Bir sonraki yemeği kim hazırlarsa "Gülümse" kelimesini una ve şekere bulayıp bekletirdi. Anneannemin tadına doyulmaz muhallebilerini yediğimiz verandaya bakan pencerede de bu kelime yazılıydı. Sıcak duş aldıktan sonra banyodaki aynanın buharlı yüzeyine "Gülümse" yazmışlardı. Böylece her banyodan sonra aynada "Gülümse" beliriveriyordu. Büyükannem tuvalet kağıdının üzerine bile "Gülümse" yazmıştı. Ayakkabılarının içinden, yastıkların altından, araba koltuğu üzerinden, dolapların içinden kısaca hangi taşı kaldrısanız altından "Gülümse" çıkıyordu. Bu gizemli kelime herhangi bir mobilya kadar evlerinin bir parçası olmuştu. Anneannemle dedemin oynadığı bu oyunu takdir etmem yıllarmı aldı. Şüphecili gerçek sevgiye (saf ve uzun süreli) inanmamı engelliyordu. Öte yandan büyükannemle dedemin ilişkisi beni hiç şüpheye düşürmemişti. Sevgiyi günlük hayatlarına taşımışlardı. Bu oynadıkları oyun flört etmenin ötesinde birşeydi, yaşam tarzlarş olmuştu. Anneannemle dedem her fırsatta birbirlerinin ellerini tutarlar, mutfakta bile bir anı çalıp birbirlerine küçük bir öpücük kondururlardı. Anneannem bana dedemin ne kadar tatlı olduğunu ve gittikçe yakışıklılaştığını söylerdi. Daha sonraları yaşantılarına birdenbire karabulutlar çöktü, anneannem meme kanseri olmuştu. Hastalık ilk olarak bundan on yıl önce ortaya çıkmıştı. Dedem herzaman olduğu gibi karısının yanından hiç ayrılmadı. Odadan dışarıya çıkamaycak kadar hasta olduğunda gün ışığını daha iyi hissedebilmesi odanın rengini sarıya boyattılar.
Daha sonra kanser atak yaptı ve anneannemi kaybettik. Anneannemin cenaze çiçeğinin sarılı pembe kurdelesinin üzerine "Gülümse" yazıldı. Tören sonrası cenazeye gelenler yavaş yavaş azalınca dedem anneannemin başına doğru eğildi, derin bir nefes aldı ve şarkı söylemeye başladı. Gözyaşları ve hüzünle karışan şarkı bizde ninni hissi uyandırmıştı.
Her ne kadar üzüntüyle sarsılmış olsamda bu anı unutamıyorum. Onların derin sevgisini her ne kadar geç anlamışta olsam bu sevginin güzelliğine tanık olma şansına ulaştım.
G-ü-l-ü-m-s-e: Seni ne kadar sevdiğimi bilemezsin.
Teşekkürler, anneanneciğim ve dedeciğim. Bunu anlamama yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.




Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Ekim 2009       Mesaj #1766
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Başlamadan Biten Hikaye

Sıcak bir ilkbahar günü kapidan ilk adimini atarken basina geliceklerinden habersizdihayatinin bir anda degisiceginden bu hissin anlatilanlardan farkli olucagindan habersizdi.15 yasinda hayatin basinda iken herseyin bitecegini bilseydi bile yinede o kapidan cikardi cünki ó asik olduguna asla pisman olmadi.onu gördügü ilk anda ne oldugunu anlayamadibir gün gectiiki gün gecti ve birseylerin degistigini fark ettigi halde fark etmemezlikten geldigini anladi.bu duygu cok yeniydi cok degisikti ve tuhaf bir sekilde sonunda aci cekecegini anlamisticünki okullarin kapanmasina bir hafta kala onu gördü.gözlerinin icine bakti ve gördüaski gördü icinde büyüyen sevgiyi hisseti bu sevgi kanina girmisti ve süratlice bütün hücrelerine yayiliyordu kalbinin derinliklerine isliyordu.evt 15 yasindaki biri icin okul aski denilebilecek kadar basit geliyor belki ama öyle olmadi. bir hafta sonra onu göremeyecegini biliyordu icini sonsuz bir hüzün bir caresizlik kaplamisti 'daha hersey bitmedi 'diyerek kendine teselli veriyordu ama gözyaslarina engel olamiyordu.onu aradi telefona ciktigi anda dili kilitlendi adeta konusamaz hale geldiönce sustu ve ardindan kisik bir sesle'alo' dedive 'senin yanina gelip seninle konusup tanismak istiyorum ama cok cekiniyorum ve cesaret edemiyorum'gibi sacma seyler söylediyada öyle sandi cünki sevdigi cocuk söylediklerinden hoslanmis gibi dinledikiz sustu ve onun nefes alisini dinledibu öyle güzel bir duyguydukiömrünün sonuna kadar onun nefes alip verisini dinleyebilirdisevdigi cocuga onu sevdiginden baska herseyi acikladi ve birdaha onu aramaya cesareti olmadibirsey onu hep engelledive snra ona ulasamadi.bir hafta bitmsti okulun son günüydü iste bugün ona herseyi söylemeye karar verdi ama ögretmenler odasinin önünde tesadüfen karsilastilar.kiz öyle heyecanlandiki onu oldugu yöne bile bakamiyordu ve birden cocugun ona baktigini fark etti heycanlandi elleri terlemeye ve titremeye basladiagazi kurudu ve yüzü simsicak oldubir anda gözlerini onu gözlerine bakarken bulduodadan bir ögretmenin cikmasiyla bu büyü bozuldubelkide sadece 10 veya 15 saniye gözlerine ayirmadan birbirlerine baktilar ama bu onun icin öyle uzun bir süreydiki.ve disari ciktilar ancak kiz onu gözden kaybetmisti ve bu hikaye burda bitti..... derken 2 ay sonra bir album dükkaninin önünde karsilastilar kiz artik cocugun arayanin o oldugunu anladigini biliyordu birbirlerine uzun bir süre boyunca baktilarkiz icindeki askin hic bitmedigini birkez daha fark etti ama b sefer emindibu onu son görüsüydü.kir arkadaslariyla dükkandan ayrilirkencocuk tekrar karsisina cikip ona bakti ve o an kizin icinde hersey paramparca olducocugun ondn hosladigini anladi ama birbirlerini asla göremediler.kiz iki sene boyunca onun askiyla yasadi onu bir an olsun aklindan cikarmadi ve sonra o inanilmaz an geldi.....cocuk kiza asik olmustu evet bu inanilmaz birsey ama kiza gercekten asik olmustu.tekrar okula döndü ve onu aradi ama bulamadive hayat onlari bir yaya gecitinde kirmizi isikta bklerken karsilastirdikiz diger yol tarafindaydiona bakmamak icin elinden geleni yapiyordu cünki szde onu unutup yeni bir hayta baslamisti. ve birden ehrsey cok hizli gelisti cocuk dayanamayip kiza dogru yürümeye basladi kizin ici umutla doldu cocuk gülümseyerek kiza dogru yaklasiyordu kizda gülümsedi ve artik acilar bitti diye düsünürken süratle gelen bir araba tarafindan yere firlatilan sevdigiasik oldugu cocugun bedeni ile karsi karsiya kaldi.yolun ortasinda kiza yaklasmaya bir adim kalmiskenkiz hickiriklar icinde cocuga dogru kostu kendini yere attionu ellerini öptüyüzünü öpütü gözlerine baktigitme beni tekrar birakma diye haykirdi.sevdigi cocuk ise yüzündetatli bir tebessümle'seni aradim ve buldum bu en cok istedigim seydi hayatta ve cok sükür bunuda gerceklestirdim'derken kiz tekrar tekrar seni seviyorum diye fisildiyorducocugun son sözü ise'seni seviyorum' oldu.kiz onun dudaklarindansevgilisinin dudaklarindan sonkez öperken kendine sordunede iki sene önce yoktu bu cesaret neden simdi ona bunu bir kkez degil defalarca söyleyebildi.'seni seviyorum' bunu söylemesi hicte zor degildeama bunu anlamasi cok zor olmustu.her sey icin cok gecti artikbu hikaye baslayamadan bitti............ bensu anda 24 yasindayim bu hikayeyi gercekten yasadim ve bu hikayeyi sizlerle paylasmamin tek bir nedeni varsiz siz olun asla benim düstügüm hataya düsmeyinduygularinizda acik olun cünkü bu acik tarif edilemez...
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
11 Ekim 2009       Mesaj #1767
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Kelebekle Papatya

Günlerden bir günvirgs evrenin bir noktasındavirgs küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.Ne bulursa yemiş. Bir süre sonravirgs yeterince büyüdüğündevirgs kendine güvenli bir yer bulupvirgs bir koza örmeye başlamış.Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda davirgs rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış. Minik kelebekvirgs uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar tepeler aşmışvirgs ormanın her yerini dolaşmış. Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye. Etrafına şaşkın şaşkın bakarkenvirgs vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğinivirgs ne yapacağını bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş. Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renklivirgs hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu. "Merhaba" demiş papatyayavirgs "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim. "Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve "Merhaba" demişvirgs "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten. "Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesinivirgs nerede dünyaya geldiğinivirgs geçtiği ormanıvirgs tepeleri anlatmış. Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş. Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebekvirgs kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş kivirgs bir türlü onun yanından ayrılamamış. Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktanvirgs incitmektenvirgs bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini. Duygularının karşılığının olmayacağındanvirgs bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler. Böylece saatler saatleri kovalamış.

Günler geçip devirgs kelebek artık zamanı kalmadığınıvirgs gücünün tükendiğini anlayıncavirgs papatyaya dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş. Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakisvirgs sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten. Kelebek artık hiç gücünün kalmadığınıvirgs daha fazla tutunamayacağını fark ettiğindevirgs son bir gayretle papatyaya "Seni seviyorum" diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Ben de..." diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş. İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş. Papatyavirgs sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuşvirgs sonra da dökülmeye başlamış. Her düşen yaprakta papatyavirgs "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.

İşte o günden berivirgs bunu bilen aşıklarvirgs sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş: "Seviyor muvirgs sevmiyor mu?"...
SüPeRsiN - avatarı
SüPeRsiN
Ziyaretçi
13 Ekim 2009       Mesaj #1768
SüPeRsiN - avatarı
Ziyaretçi
Arkadaş

Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru
altındaydılar. Asker teğmene koştu ve:
- Teğmenim. Fırlayıp
arkadaşımı alıp gelebilir miyim?..
Delirdin mi? der gibi baktı teğmen...
- Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla
ölmüştür bile.. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın..
Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. "Git o zaman.."
İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa
döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşınan arkadaşına döndü:
- Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez,demiştim. Bu zaten ölmüş..
- Değdi teğmenim. dedi asker..
- Nasıl değdi? dedi teğmen. Bu adam ölmüş görmüyor musun?..
- Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına
ulaştığımda henüz sağdı..
Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için..
Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:
- Jim!.. Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum..
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
16 Ekim 2009       Mesaj #1769
perlina - avatarı
Ziyaretçi
ÇOK ESKİ YILLARDA KRALLIKLA İDARE EDİLEN BİR ÜLKE VARMIŞ. AMA; BU ÜLKEDE HUKUK VE HAKİMLER DE VARMIŞ. TÖRELERE GÖRE, BİR VATANDAŞ ÖLDÜĞÜNDE, ŞEHİR MERKEZİNDEKİ DEV ÇAN BİR DEFA ÇALINIRMIŞ. UZUN UZUN DA YANKILANIRMIŞ. EŞRAFTAN BİRİSİ ÖLÜRSE ÇAN İKİ DEFA , BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI ÖLÜRSE ÇAN ÜÇ DEFA ÇALINIRMIŞ. YA KRAL ?.. O ÖLDÜĞÜNDE ÇAN DÖRT DEFA ÇALINIRMIŞ.
GEL ZAMAN, GİT ZAMAN ... ŞEHİRDE BİR OLAY OLUR. İŞ MAHKEMEYE İNTİKAL EDER. " DAVANIN SANIĞI OLARAK MAHKEME HUZURUNA ÇIKARILAN KİŞİNİN MASUMİYETİNİ İSE BÜTÜN VATANDAŞLAR BİLMEKTEDİR" BİR FORMALİTE OLARAK GÖRÜLMESİ VE SANIĞIN BERAETİ BEKLENEN DAVADAN SÜRPRİZ BİR KARAR ÇIKAR. SANIK PARA CEZASINA MAHKUM OLMUŞTUR.
HAKİM SORAR :
BİR DİYECEĞİN VAR MI ?..
SANIĞIN CEVABI :
HAYIR !..
MAHKEME BİTER. DİNLEYİCİLER DAĞILIRLAR. KAFALARDA BİR İSTİFAM. KISA BİR SÜRE SONRA DEV ÇANIN SESİ DUYULUR. ACABA KİM ÖLDÜ ?.. ÇAN BİR DEFA DAHA ÇALAR. EŞRAFTAN BİRİ ÖLDÜ. ŞEHİR ÇAN SESİ İLE BİR DEFA DAHA İNLER. HIMMMMM... BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI, ACABA KİM ?.. SORUYA CEVAP ALINMADAN ÇAN BİR DEFA DAHA YERİ, GÖĞÜ İNLETİR. HERKESTE BİR FERYAT : EYVAH !.. KRALIMIZ ÖLDÜ !..
ANCAK , TÖREDE GÖRÜLÜP İŞİTİLMEMİŞ BİR ŞEKİLDE ÇAN, BEŞ VE ALTINCI DEFA DA ÇALINIR, YER GÖK İNLER VE SESLER KESİLİR. HERKES ÇAN GÖREVLİSİNE KOŞAR, BUNUN NE ANLAMA GELDİĞİNİ ÖĞRENMEK İÇİN. BİR DE BAKARLAR Kİ, ÇANI , HAKSIZ YERE MAHKUM EDİLEN ADAM ÇALMAKTADIR.
SORARLAR :
NE DEMEK BEŞ VE ALTI DEFA ÇAN ÇALMAK ?.. KRALDAN DAHA BÜYÜK BİRİSİMİ ÖLDÜ ?..
CEVAP ŞAŞIRTICI OLDUĞU KADAR ANLAMLIDIR DA :
EVET ... ADALET ÖLDÜ .
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Ekim 2009       Mesaj #1770
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yusuf Pazar günü gezmek için Veysel’e söz vermişti ama Veysel’in sözünü umursamadan bugün evde kaldı Öğlen saatlerinde kapı çalındı.Kapıyı annesi açtı.Yusuf kapının açıldığını duyduktan sonra bir kadının sesini duydu.Kadın “Merhaba Ayşe.”dedi.Yusuf sonra annesini sesini duydu. “Merhaba Türkancım.Merhaba Melisçim” Annesi Ayşe, komşuları Türkan ve komşunun kızı Melis içeriye geçtikten sonra Yusuf çıkıp merhaba demenin doğru olacağını düşünüp odasından çıktı.Kadınla kızı görünce “Merhaba Türkan abla.”dedi.Kadında “Merhaba oğlum.”dedi.Sonra Yusuf kıza dönüp “Merhaba Melis.”dedi.Kız hiç çekinmeden “Merhaba Yusuf.”dedi.Yusuf ismini duyunca şaşırdı. “İsmimi nerden biliyorsun.” “Kim bilmiyor ki” “Neyse ben odama geçiyorum.Anne bir şey istediğin olursa bana seslen.” “Tamam oğlum” Yusuf odasına geçti ve annesi ve komşusunun konuşmalarını dinledi.Eline de okuduğu kitabı aldı.Yarım saat geçmişti ki odasının kapısı vuruldu.Yusuf “Gir” dedikten sonra odaya Melis girdi. “Kitap mı okuyorsun.” “Evet.” “Hangi kitabı.” Melis“Bilmezsin.Fantastik bir kitap.”,Yusuf’un elindeki kitaba baktı ve “Okumuştum.Hem de tamamını.” Yusuf bu kitabı çok severdi ama bir türlü devam serisini bulamamıştı. “Bende son üç serisi yok.Sende var mı.” “Evet Sana getireyim mi?” “Tabi ki.Ben bu kitabı bulmak için ne kadar uğraştım biliyor musun?” “Anlaya biliyorum.Neyse boş ver şimdi kitabı.Şu kurduğunuz grup hakkında konuşalım.Bana okuldaki kızlar senin bir grup kurduğunu söyledi.Açıkçası etkilendim.Kendi kültürünüzü böyle vurgulamanız ne hoş.Ve bu camiadan olmayanlara karşı çıkışınız.Mesela biri senin grubuna katılmak istiyormuş.Mani olmuşsun.Sana “Peki neden?”diye sorunca sende demişsin ki “Biz bu grubu süslerle ,boyalarla yabancı kültürlerin taklitleri altında kalan kişileri almak için kurmadık.”demişsin.Ben merak ettim de peki Ayşe’yi niye aranıza aldınız.Onunda süsleri,boyaları var.” “Çünkü o kendi kültürünü biliyordu.” “Bu durumda bana karşısınız değil mi?” “Evet karşıyız.” “Galiba sizin grup eşitliği önemsemiyor.” “Hayır bizim grup eşitlikçidir.” “Eşitlik anlayışınız bu mu?”Bunu söylerken Yusuf’a eğildi.Yusuf ise bu güzel yüzü öpmemek için kendini zor tuttu. “Neden beni de grubunuza almıyorsunuz.Avrupa da büyümüş olabilirim ama orada kültürümü unutmadığım kesin.Dilimi güzel kullanmıyor muyum?”Bunu söylerken biraz daha yaklaştı. “Çok yakışıklısın biliyor musun.Kızlar senin için deli oluyor.” “Sağ ol.Sende çok güzelsin.”dedi Yusuf dayanamayarak Melis’i dudaklarından öptü.Yusuf ilkin çekilmediği için kendine kızdı.Çünkü bunu guruba ihanet gibi görüyordu.Sonra ise bunu önemsemeyerek öpmeye devam etti. İçerden gelen bir ses ile öpmeyi bıraktılar. “Melis gel kızım.Gidiyoruz.” “Bunun için teşekkürler.”dedi Yusuf. “Teşekkür etmene gerek yok.Sadece kitapları getireceğim ve seni öptüğüm için beni bir yere gezmeye götürürsen ödeşiriz.” “Tamam.Yarın okulda görüşürüz.” “Melis.”dedi annesi içerden. “Tamam anne.” “Görüşürüz.”dedi Yusuf. “Görüşürüz” Birlikte odadan çıktıklar.Yusuf,Melis ve annesi evlerinden çıkarlarken “Görüşürüz Türkan abla.Melis kitabı unutma.”dedi “Unutmam” dedi ve gittiler. Yusuf odasına dönünce, pek belli etmese de yüreği yerinden çıkacakmışçasına atıyordu.

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat