Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 181

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.436 Cevap: 1.812
pamukcuk - avatarı
pamukcuk
Ziyaretçi
9 Nisan 2011       Mesaj #1801
pamukcuk - avatarı
Ziyaretçi
Msn NerdBEDEN KABUL ETSEDE RUH KABUL ETMEZ!!!
Bir yaz günü… Sofra kurulmuş, yemek yenilecek… Her şey hazır… Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek, masanın üzerindeki içi su dolu “viski şişesi”ni görünce sorar:
Sponsorlu Bağlantılar
“Bu ne?”
Cevap verir, oğlu;
“Baba; soğuk su için…. Buzdolabına ancak bu şişeleri koyabiliyoruz da!…”
İtiraz eder üstad:
“Olmaz!..”
İzaha çalışır oğlu…
“Baba inan ki çok iyi temizledik, bol sabun ve kaynar sularla yıkadık.”
Üstad yine “olmaz” der ve şu ibretli sözler dökülür ağzından:
” O halde oğlum; yarın lazımlık satan bir dükkana gideceksin ve oradan el değmemiş bir lazımlık alacak, çorbanı da bu lazımlıkla içeceksin!
İçebilir misin?…
Elbette içebilirsin… Hiçbir mahzuru da yok…
Amma velakin; mantığın kabul etse de, ruhun kusar bu çorbayı!”


proot - avatarı
proot
Ziyaretçi
8 Temmuz 2011       Mesaj #1802
proot - avatarı
Ziyaretçi
Sadako ve Kağıttan Bin Turna Kuşu:

Sponsorlu Bağlantılar

Japonya'ya atom bombası atıldığında 2 yaşında olan bir kız, 12 yaşına geldiğinde maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kansere yakalanmış ve hastaneye yatırılmış. Ama durumu ümitsizmiş.

Hastanedeki tüm doktorlar, küçük kızın ölümü için gün sayarken, küçük Japon kızı hayat doluymuş. Koridorlarda koşuyor, oynuyor ve diğer hastalara yardım ediyormuş. Hastaların arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarında, kendisi gibi kanser olan yaşlı bir kadınmış.
Küçük Japon kızı, ölüm döşeğindeki bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmamış. Kadın ölmeden hemen önce "Benim için çok geç ama, bizim inanışımıza göre; eğer bir kişi kağıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, her istediği kabul oluyor. Ben yapamadım, sen yap ve kurtul" demiş ve son nefesini vermiş.Küçük Japon kızı çok üzülmüş ama hayatta kalma arzusuyla geleneksel Japon sanatı olan origamiyle kağıtan turna kuşları yapmaya başlamış. Neşe içinde çalıştığından ilk başlarda çok hızlı yapıyormuş. 1000 tane turna kuşu yapması işten bile değilmiş.

Ama sağlığı da hızla bozuluyormuş. Bu hazin öykü önce yerel, sonra da uluslararası basında yer almış. Dünyanın dört bir yanından insanlar kıza, binlerce turna kuşu göndermeye başlamış.

Ama küçük Japon kızı, haberler basında çıktığında elini kıpırdatamaz hale gelmiş. Hayattaki son saatlerini 644. kuşu yaparak geçirmiş. Kuşu bitirmiş, gözleri kapanırken hemşireler ve hastabakıcılar, postadan çıkan yüzlerce origami kuşuyla odasına girmişler. Ama küçük Japon kızı yüzünde bir tebessüm yatağında cansız yatıyormuş. Postacılar aylarca kağıttan turna kuşu taşımışlar hastaneye. Sayısı milyonlara ulaşan turna kuşları Japonya'da bir müzede sergileniyor...

Bu hikaye Japonya'da 1943-1955 yılları arasında yaşayan Sadako Sasaki'nin hikayesidir. Arkadaşları, eksik kalan 356 turnayı katlayıp onunla birlikte gömerler.
Turna kuşu, o zamandan beri barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesidir.

Küçük kızın hayatı "Sadako ve Kağıttan Bin Turna Kuşu" adıyla 1977 yılında Eleanor Coerr tarafından kaleme alınmıştır.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Ekim 2011       Mesaj #1803
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gerçek Dostluk Bu
Günün birinde iki dost varmış her ikiside çok iyimiş ama biri saf diğeri ise kurnaz ve açık gözlüymüş.Açık gözlü olan dostun şirketi batmış ve dostundan para istemiş bana borç para verir misin dostu nedemek sen benim en iyi dostumsun demiş ve bütün servetini vermiş.Aradan günler geçmiş açık göz olan işelrini büyütmüş işlerinde ilerlemiş ve dostunun yanına gitmiş senden birşey isticeğim senin nişanlının çok beğeniyorum bana onu verir misin demiş saf olan o benim nişanlım ama sen benim en iyi dostumsun demiş ve veririm demiş ve vermiş.aradan aylar geçmiş bu saf olan sostun bir gün işleri bozmuş ve dostunun yanına gitmiş ve ondan iş istemiş en iyi dostu ona iş vermemiş tabi bizim saf olan dostumuz biraz ezilip büzülmüş ve dışarı çıkmış yolda yaşlı bir adam oğlum çok hastayım bana şu reçetedeki ilaçları alır mısın demiş ve cebindeki son para ile adamın ilaçları almış ertesi günü bir avukat dün ilaçlarını aldınız yaşlı adam öldü ve tüm mal varlığını size buraktı demiş çocuk yaşırmış ama bu serveti kabul etmiş çünküihtiyacı vardı buna.
işlerini yoluna koydu ve tam arkadaşının şirketinin karşısına bir ev aldı niyeti sadece en iyi dostunu görebilmekti.birgün kapısına yaşlı bir teyze geldi oğlum çok acıktım bana yemek verir misin dedi adamda teyze veririm ama bir şartla benim yanımda çalışır mısın hem bana yardım edersin hemde karnın doyar teyze kabul eder aradan 3 sene geçer kadın ona oğlum artık senin evlenme çağın geldi artık sana bir eş lazım demiş çocuk bu duruma kabul etmiş tamam teyze tanıdığın biri varsa evleneyim demiş kadın bizim orda çok iyi bir aile kızı var seni onunla başgöz edelim demiş ve en iyi arkadaşına nikah davetisesinden bir tanede ona yollar.ve düğün günü gelip çattığında çocuk mikrofonu eline alıp dostlar size bir diyeceğim var günün birinde benm en iyi dostum varda bir gün işleri battı benden para . istedi bütün mal varlığımı ona verdim benden nişanlımı istedi gözümü kırpmadan ona verdim işlerim bozuldu yanına gittim iş istedim bana sana burda iş yok dedi ve diğer dost kapıdan içeri girdi misafirler size bir diyeceğim var dedi işleim battı ondan borç para istedim verdei bende ona sonra parasını geri verdim nişanlısını istedin çünkü nişanlısı ona göre bir kız değildi yolda karşına bir adam çıktı ona parasını verdi o beim babamdı kapısa bi teyze gitti ondan yemek istedi o benim annemdi evlenmek istedi evlenceği kızda benim kız kardeşimdir şimdi siz söyleyin GERÇEK DOST KİMDİR..!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Kasım 2011       Mesaj #1804
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
bazen çok seversin ama sevdiqin kişi senin yüzüne bile bakmazz sen sevmişsindir onun için bu suçtur ama senin için ahh ahhh sen ölmüşsündür ölmüşsündür.. sadece arkadaşların yanında olur sen onun sana bakmasını beklerken o hep başkalarına bakar sen kahrolursun bitersin ama qün qelir unutursun onu qözlerindeki yaşlar dinmeye başlar... Bir başkası ile çıkarsın maksat onu untmak için o başkasını da kullanırsın.. o başkasının bir kere elini tutmazsın bir kere qözlerine uzun uzun bakmazsın bir kere olsun ona seni seviyorum demezsin deyemezsin çünkü sen bunları sevdiqin kişide bulmuşsundur bir başkasına veremezsin buna qücün yetmez... herşey biter hüzünler bitmiş qiibi qörünsede bitmez sadece daha aşaqılara iner.. qünler qeçer arkaddaş kalmak istersin o vicdansız o kalpsiz bunu bile sana çok qörür bu kadarmıydı pekii bu kadar düşmeye deqermiydi... böyle incitmeye deqermiydi sadece arkadaş kalmak çok mu qelir çok çok mu... arkadaş kalsak sadece arkadaşş bu bile yeter insana bu bile...!
ocean97 - avatarı
ocean97
Ziyaretçi
18 Aralık 2011       Mesaj #1805
ocean97 - avatarı
Ziyaretçi
GÜÇ

- BÖLÜM 1-

Eğer bir insanın zayıf noktasını bulmak istiyorsanız, onun içine bakmanız yeterli olacaktır.

Her zamanki gibi onlarca insan doldurmuştu koltukları. Bahisler yatırılmış ve şiddet görmeye bayılan onca insan, tatmin olma ümidiyle yerlerini almıştı. Hepsi bağırıyordu.
“Logan, Logan, Logan…”
Logan, yarı çıplak halde ringe doğru yavaş adımlarla yürürken, seyircilere bakıyordu. Her yaştan insanlar mevcuttu. On sekiz yaşından altmış yaşına kadar herkes… Kadınlar çoğunluktaydı. Sosyal hayatta, erkeklerin şiddetinden yakınan kadınlar, buraya gelip, iki erkeğin birbirlerini öldürürcesine dövmesini izlemek için yüzlerce dolar harcıyorlardı. Gülümsedi. Doğanın ironisi…
Seyirciler, Logan’ı görünce ayağa kalkıp, tezahüratların dozunu arttırdılar. Logan gülümseyip, seyircilere doğru el salladı. Hepsi adını haykırıyordu bütün güçleriyle. Pankartlar açıp, Logan’a, yanında olduklarını hatırlatıyorlardı. Daha doğrusu bahiste ona oynadıklarını söylemeye çalışıyorlardı.
Logan, pankartları asla okumazdı. Çünkü önemsemiyordu hiçbirisini. Morale ve şansa ihtiyacı yoktu. Özellikle de şansa…
Ön sıralarda iki kız, kendilerini kaybedercesine bağırıyordu. tişörtlerinde ‘Kaybetmeyen Logan İçin!’ yazıyordu. Bağırmaya devam ederlerken, tişörtlerini çıkardılar. Yarı çıplak vaziyette yerlerinde zıplayıp “Logan” diye bağırmaya başladılar. Logan, aldırmadan, ringe doğru yürümeye devam etti.
Seyircilerden çok, karşısına çıkacak rakibinin alacağı durumu düşünüyordu. Acıyordu onlara. Ringe çıktığında rakibine bir şans veriyordu maçı bırakıp gitmesi için. Böylece karşısındakiler zarar görmeyecekti. Ama şuana kadar kimse kabul etmemişti bu önerisini. Hepsi kahkahalar atıp, bir önceki rakibin yapamadığı işi yapacağını söylüyordu. Ama sonuç hep aynı oluyordu. Şuana kadar hiç yenilmemişti ve bu böyle devam edecekti.
Ringe üç metre kala patronunu gördü. Ringin önünde, iki kişilik masasında oturuyordu. Adı Joseph Murphy idi. Ama ona, korumalarının haricinde kimse adıyla hitap etmezdi. Herkes Timsah derdi ona. Logan ise patron demekle yetinirdi.
Kısa boyluydu. Saçları hiç dökülmemişti ama yer yer beyazlıkları vardı. Hafif göbekli bir yapıya sahipti. Fiziksel özellikleri, diğer dövüşçülerin patronlarına benzese de onlardan tamamen farklıydı. Diğer patronlar para peşinden koşarken, Joseph, sadece ün peşinde koşardı. Paraya fazlasıyla sahipti zaten. O nedenle para kazanmak için dövüşçüleriyle hileli oyunlara kalkışmazdı. Aslında tek dövüşçüsü Logan’dı. Logan, Yenilmeyen Dövüşçü lakabını alırken Joseph de Yenilmeyen Timsah lakabını alıyordu. Onun için sadece bu önemliydi dövüşte.
Yanında yeni sevgilisi olduğu her halinden anlaşılan bir kız vardı. 20 yaşlarındaydı kız. Joseph, genç kızlara bayılırdı. Sol omzundaki kurşun yarası, sağ kaval kemiğindeki tam olarak iyileşmemiş kırığı ve başındaki küçük çatlağın dışında bir zayıf noktası da kızlardı.
Patronu, yenilmemesini tembihleyen gözlerle Logan’a baktı. Sol kolunu, sevgilisin omzuna atmış, sağ eliyle de purosunu içiyordu. Ayağa kalktı. Purosunu masasına bıraktı ve Logan’a doğru yaklaştı. Logan’ı, ring merdivenlerine çıkmadan önce yakaladı. Logan’ın başını ellerinin arasına aldı ve konuşmaya başladı.
“Her zamanki gibi…” dedi, emir ve rica karışımı bir tarzda.
“Yenildiğimi gördün mü hiç?”
“Bu sefer” dedi Joseph. “Rekor kırmanı istiyorum.”
Logan, gözlerini devirdi.
“Üç dakika.” dedi.
Joseph gülümsedi.
“Tamam.” dedi ve Logan’ın sırtına vurarak, onu ringe gönderdi. Daha sonra sevgilisinin yanına oturdu ve eski pozisyonunu aldı. Sevgilisinin kulağına doğru yaklaştı.
“Bu maç senin için.” dedi. Sağ eliyle, sevgilisinin bacağını okşadı. Sevgilisi ise sadece gülümsedi.
Logan, ringe çıktığında, rakibinin ringe varmasına beş metre vardı.
Hakem, seyircileri selamlayarak ringin ortasına yürüdü. Aslında sunucu demek daha doğru olurdu. Kuralların olmadığı bir oyunda hakem de olmazdı. Ve bu adamın yaptığı tek şey konuşmaktı. Elindeki mikrofonu ağzına yaklaştırdı.
“Bayanlar ve baylar, hoş geldiniz. Umarım bahislerinizi doğru kişiye yatırmışsınızdır.”
Herkes kahkaha attı. Salonda hiç kimse -aklı başında olan kimse- Logan’ın dövüştüğü bir maçta, Logan’ın rakibine para yatırmazdı.
Bahislerde yığılmayı engellemek için, Logan’a yatırılan bahisler beş bin dolardan başlatılırdı ve bahis yatırmayanların da maçı izlemesine izin verilmezdi. Böylece dövüş, sokak dövüşü olmaktan çıkmış, sadece zenginlerin izleyebildiği, sosyete dövüşüne dönmüştü.
Herkes, Logan’a oynadığı için dövüşler artık para getirmiyordu. Herkes, koyduğu parayı geri alıyordu. Dövüşler artık sadece zevk için izlenir olmuştu.
Logan ise her maçta patronundan bin dolar alıyordu. Bir de başına konulan ödülün dörtte birini alıyordu rekor kırdığı zamanlarda.
Başına ödül konmuştu. Dünya’nın dört bir tarafından dövüşçüler geliyordu ödülü ve Yenilmeyeni Yenen unvanını almak için. Ama şuana kadar kimse ödülü alamamıştı. Bu nedenle ödül de sürekli artıyordu. Logan ise ayda bir rekor kırarak ödülün dörtte birini alıyordu. Rekor kırması gereken zamanı patronu söylüyordu. Joseph, sevmediği kişilerin dövüşçülerini rezil etmek için böyle bir şey yapıyordu.
Bugün de Adam Rourke’nin dövüşçüsü çıkacaktı Logan’ın karşısına. Joseph, Adam’ı hiç sevmezdi. İki yıl önce Adam, Logan’ı, Joseph’ten çalmak istemişti. Fakat Logan, bunu kabul etmemiş, Adam’ın beş dövüşçüsünü de oracıkta, bir daha dövüşemeyecekleri bir hale sokmuştu. O günden sonra Adam, sürekli Logan’ı yenmesi için dövüşçüler göndermişti. Ama hiçbirisi sağlam bir şekilde geri dönememişti. Üstelik kaybettiği her maç için elli bin dolar ödemek zorunda kalmıştı. Yine de dövüşçü yollamaktan vazgeçmemişti.
Sunucu, ringin içinde dolaşarak konuşmasına devam etti.
“Bugün Logan’ın başındaki ödül beş bin dolar arttı ve altmış dört bin dolar oldu.”
Sunucunun sözünü, ayağa kalkan seyircilerin alkışları kesmişti. Alkışlar azalmaya başlayınca sunucu konuşmasına devam etti.
“Logan için bir alkış tufanı.” dedi gülümseyerek ve kaldığı yerden devam etti. “Bu ödülü bugün Adam Rourke’nin dövüşçüsü, Adsız, almaya çalışacak.” O sırada sol eliyle, ringe doğru gelen dövüşçüyü işaret etti. Seyirciler istemeden de olsa alkışladılar.
Adsız, ringe çıktı ve köşesine oturdu.
Sunucu asla Logan’ı tanıtmazdı. Çünkü Logan’ı herkes tanırdı. Bu nedenle sunucu hep bu kısmı atlardı.
“Uzun bir maç istiyoruz sizden” dedi gülümseyerek ve ringden çıktı. Dövüşü ortada durup kendisi başlatmazdı. Dövüş, ikinci gong sesiyle başlar ve Logan ne zaman isterse o zaman biterdi.
Adsız, antrenörünün verdiği suyu içerken, Logan da onu izliyordu.
Odaklandı.
Sağ elinin orta ve işaret parmağı daha önce kırılmış. Yaklaşık iki ay önce… Sol kolunun dirseği iki yıl önce kırılmış.
Gülümsedi. Bakmaya devam etti.
Ensesinde bir kesik var. İyileşmiş ama beyinciği bu kesikten zarar görmüş. Muhtemelen sarsıntı geçirdiği zaman dengesini sağlamakta zorluk çekecek. Sağ böbreğinde üç küçük taş var.
Ayakları ve bacakları sağlam. Kaburgaları sağlam. Pek hasar görmemiş. Bugüne kadar…
Logan, gong sesiyle ayağa kalktı. Aynı şekilde Adsız da kalktı. Ringin ortasına kadar yürüdüler. Aralarında iki metre vardı.
“Son şansın.” dedi Logan. “Vücudun sağlamken vazgeçebilirsin. Böylece ne sen zarar görürsün ne de ben yorulurum.”
Adsız, Logan’ın ayağının önüne tükürdü. Sağ eliyle tükürüğü gösterdi.
“Seni oraya yapıştıracağım.”
Logan gülümsedi.
“Sen bilirsin.” dedi ve düşünmeye başladı.
Sarsıntı geçirip dengesini kaybetmemek için ani hareketler yapamayacak. Onu sağ köşeye sıkıştırmam lazım. Böylece, sol dirseğini köşedeki tahta bloğa vurup tekrar kırılmasını sağlayabilirim. O, dirseğinin acısıyla kıvranırken sağ elinin parmaklarını kırarım. Böylece iki elini de kullanamaz.
İkinci gong sesiyle dövüşçüler pozisyonlarını aldı. Adsız, kollarıyla yüzünü koruyarak Logan’ın etrafında dolaşmaya başladı.
İlk yumruğu Adsız attı. Logan ise yumruğu sol koluyla savuşturdu. Logan, Adsız’ı sağ köşeye çekmek için o tarafa doğru yaklaşmaya başladı.
Adsız da Logan’a vurmaya çalışarak, Logan’ı takip etti.
Adsız, bir yumruk daha salladı sağ eliyle, Logan’ın yüzüne doğru. Logan, sağ eliyle Adsız’ın sağ bileğini kavradı ve sol eliyle sağ böbreğine vurdu. Adsız, acıyla eğildi. Logan, Adsız’ın kafasından tutup sağ köşeye doğru fırlattı. Adsız, tahta bloğa sırtını verdi ve doğruldu. O sırada Logan, Adsız’ın sol kolunu kavradı ve kendisine doğru çekti. Daha sonra da bütün gücüyle tahta bloğa doğru itti. Dirseğin tahta bloğa vurmasıyla Adsız bağırmaya başladı. Sağ eliyle Logan’a vurmaya çalıştı. Logan da sol eliyle Adsız’ın yumruğunu tuttu ve diziyle yumruğa vurdu. Adsız, bir kere daha bağırdı. Logan da geri çekildi. Adsız hala bağırıyordu.
Adsız, dirseğinin ve elinin acısıyla kıvranırken, Logan da üç dakikanın dolmasını bekliyordu. Daha kırk beş saniye olmuştu. Ringde dolaşmaya başladı. Gözlerini, Adsız’dan ayırmıyordu.
Seyirciler ayağa kalkmış “Logan, Logan” diye bağırıyorlardı. Bazıları da sağ ellerinin baş parmağını aşağıya doğru çevirerek, dövüşün bitmesini istediklerini dile getiriyorlardı.
Bir dakika on saniye olmuştu. Adsız, yavaş yavaş toparlanıyordu. Ayağa kalktı. Sol kolunu hareket dahi ettiremiyordu. Öylece sallanıyordu kolu, rüzgarda sallanan bir ağaç dalı gibi.
“Sana söylemiştim.” diye bağırdı Logan.
Adsız cevap vermedi. Hala acı çekiyordu.
Logan, Adsız’ın etrafında dolaşmaya başladı. Koyun sürüsünden kurban seçen bir kurt gibi izliyordu Adsız’ı.
“Bitir… Bitir… Bitir…” Seyirciler hala bağırıyordu.
İki dakika on saniye olmuştu.
Adsız, artık kendisini tamamen toparlamıştı. Ama dövüşecek hali daha doğrusu kolu kalmamıştı. Sağ dirseğiyle Logan’a vurmaya çalıştı ama Logan bunları kolaylıkla savuşturdu. Adsız, artık dengesini sağlamakta zorluk çekiyordu.
“Halsizleşiyorsun.” dedi Logan. “Enerjin tükeniyor. Yaptığın her harekette acın daha da artıyor. Dengeni sağlamakta zorluk çekiyorsun.”
“Nasıl?” dedi Adsız, acı çekerek. “Bunları nasıl olur da bilebilirsin?”
İki dakika kırk saniye olmuştu. Artık bu işi bitirmenin zamanı gelmişti. Logan, Adsız’a doğru yaklaştı. Adsız, dirseği ile Logan’a saldırmaya başladı.
Logan, Adsız’ın dirseğini tuttu ve diziyle karnına vurdu. Adsız bir kere daha bağırdı.
Logan, Adsız’ın dirseğini bırakıp kafasını tuttu. Dizini geriye çekti ve bütün gücüyle Adsız’ın kafasına vurdu. Adsız son darbeyle yere yığıldı.
Sunucu, ringe çıktı ve Adsız’ın yanına geldi. Mikrofonu ağzına yaklaştırdı.
“Logan’dan bir rekor daha.” dedi bağırarak. Seyirciler ayağa kalkıp, Logan’a tezahürat yaptılar. Logan kollarını açtı ve yukarı doğru baktı.
“Bana denk olan birisini gönderemiyor musun?” dedi bağırarak.
Adam Rourke’nin adamları, Adsız’ı yerden taşırken Logan da soyunma odasına gitti. Dolabından tişörtünü ve pantolonunu çıkardı. O sırada odaya Joseph girdi. Elinde bir zarf vardı.
“Harikaydın.” dedi zarfı sallayarak.
“Her zamanki gibi”
Joseph, zarfı Logan’a uzattı.
“On yedi bin.” dedi.
Logan, zarfı aldı ve içine bakmadan çantasına attı.
“Bir sonraki dövüş ne zaman?”
“Bilmiyorum.” dedi Joseph ve odadan çıktı.
Logan da üstünü giydikten sonra dolabını kapattı ve çantasını alarak odadan çıktı.
Eve geldiğinde çantasını bir kenara atıp, banyoya gitti. Suyu açtı ve küveti doldurdu. Dövüşlerden sonra küvette uyumak onu rahatlatırdı.
Üstünü çıkardı ve ağzına kadar dolmuş olan küvete girdi. Ayağını suya değdirdiği anda rahatlamaya başlamıştı bile.
Kafası suyun üstünde kalacak şekilde küvete yattı. Gözlerini kapattı ve düşünmeye başladı.
Ece.. - avatarı
Ece..
Ziyaretçi
27 Aralık 2011       Mesaj #1806
Ece.. - avatarı
Ziyaretçi
*Diyalog 1 **

**

Kadın : Günün nasıl geçti hayatım?

Erkek : İyi. Değişik bir şey olmadı.

Kadın : Yani?

Erkek : Yani ne?

Kadın : Değişik ne olmadı?

Erkek : Bu nasıl soru şimdi, ne demek "Değişik ne olmadı?"

Kadın : Evet ne demek, ben de onu soruyorum zaten.

Erkek : Olmayan şeyleri mi anlatmamı istiyorsun?

Kadın : Olan şeyleri anlatmadığın çok açık.

Erkek : "Değişik bir şey olmadı " dedim ya.

Kadın : Duydum, sağır değilim.

Erkek : Sabrımı mı sınıyorsun?

Kadın : Buna gerek var mı? Sen her zaman patlamaya hazır bir bomba,

ben de seni sinirlendirmemek için sürekli çaba sarfetmek zorunda olan

zavallı.

Erkek : Yöntemlerini gözden geçirmeni tavsiye etmek zorundayım.

Kadın : Sen biraz daha sakin olmaya çalışsan nasıl olur?

Erkek : Bu konuşma başlayana kadar gayet sakindim.

Kadın : Seni ben sinirlendirdim yani.


Erkek : Ben öyle birşey demedim. Bu konuyu kapatabilir miyiz lütfen?

Kadın : Kapat kapat, bunu da örtbas et bakalım.

Erkek : Evet, bugün ne olmadığını anlatmamak için konuyu değiştiriyorum.

Kadın : Şimdi bir parça dürüst davranmaya başladın işte.

Erkek : Yemekte ne var bugün?

Kadın : Değişik bir şey yok.

Erkek : Lafın altında kalmaktansa bo..un altında kalırsın değil mi?

Kadın : İşte bu değişikti.*



*Diyalog 2 **

**

Kadın : Canım çok beklettim mi?

Erkek : Önemli değil aşkım, ben de gazetemi okudum.

Kadın : Merak etmedin mi?

Erkek : Neyi?

Kadın : Tam bir saat geç kaldım ve sen beni merak etmedin öyle mi?

Erkek : Aslında merak ettim, hem de çok.

Kadın : O yüzden mi oturup gazeteni okudun? Ölüm ilanımı falan mı

görmeyi umuyordun?

Erkek : Ne yapsaydım, seni beklerken tırnaklarımı mı yiyecektim? *



*Kadın : Tabii.Bir telefon** etmek aklına gelmedi değil mi? Öldüm mü, kaldım

mı, tinerciler mi saldırdı?

Erkek : Tinerciler falan saldırmamış işte.

Kadın : Pek bir kinayeli söyledin. Keşke saldırsalarmış der gibi.

Erkek : Şimdi benim anlamadığım, geç kalan sensin ama suçlu nasıl ben

olabildim?



Kadın : Şöyle ki; sen beni merak etmedin, arayıp sormadın. Aynen böyle oldu.

Erkek : Benim bildiğim geç kalacak olan arar, haber verir.

Kadın : İyi ki de aramamışım. Beyefendinin gazete keyfini bölecekmişim

baksana.

Erkek : Gazete okumasaydım ne saçmalayacaktın merak ettim şimdi.

Kadın : O zaman kesin arardım.

Erkek : Yuh! İyice saçma sapan konuşmaya başladın sen.

Kadın : İşine gelmedi galiba.

Erkek : Bak garson geliyor, ne içersin?

Kadın : Canım bir şey istemiyor.

Erkek : Çay?

Kadın : İstemiyorum.

Erkek : Ihlamur?

Kadın : İstemiyorum dedim ya.

Erkek : Kök?

Kadın : Ne kökü?

Erkek : Zıkkımın kökü.

Kadın : Teskin edici özelliği varsa.

Erkek : Olmaz mı?*



*Diyalog 3**

**

Kadın : Bak bu bluzu yeni aldım, nasıl?

Erkek : Çok güzel. Bu dar kesimli bluzlar çok yakışıyor sana. Volanlar

da ayrı bir hareket katmış kıyafete.

Kadın : Bunları bir yerden ezberledin de söylüyorsun değil mi?

Erkek : Hayır, sadece fikrimi söyledim.

Kadın : Volan ne demek biliyorsun yani?

Erkek : Eee Ehem. Bir fikrim var, evet.

Kadın : Hiçbir fikrin yok değil mi? Sırf konuyu kapatmak için ezberden

sallıyorsun.

Erkek : Seni mutlu etmek için bu saçma sapan şeyleri ezberlemişim,

hala üstüme geliyorsun.

Kadın : Konumuz bu mu şimdi? Senin ezber kabiliyetini mi tartışacağız?

Erkek : Haydaa!

Kadın : Seninle artık ortak bir mevzumuz kalmadı farkında mısın?

Oturup iki satır konuşamıyoruz.

Erkek : İki satır konuşmak için moda uzmanı mı olmam gerekiyor? Sen

futbolla ilgilen mesela. Ben volan dedim , sen futbolla ilgili ne

diyebilirsin?



Kadın : Beni zayıf tarafımdan vurmaya çalışma tamam mı? Futbol

hakkında tek bildiğim, bir top ve onar kişilik iki takımla oynandığı. *



*Erkek : Sen de benim tek tutkum futbol hakkında bir şey bilmiyorsun ve**

bak kıyamet kopmadı.

Kadın : Tek tutkun demek. Ben ne oluyorum?

Erkek : Bu konuşmanın gidişatı hiç hayırlı görünmedi gözüme.

Kadın : Senin gözüne var bir gözükecek zaten. Biricik tutkun futboldan

başka bir şey görmüyorsun ki.

Erkek : Futbolu kıskandığını söyleme sakın.

Kadın : Kıskanmalı mıyım?

Erkek : Senin bluzunu beğenende kabahat.

Kadın : Bu bluz yeni değil zaten. Üç yıldır giyiyorum ama sen farkında

bile değilsin.

Erkek : Mesele şimdi anlaşıldı. Bugünkü testi geçemedim yani.

Kadın : Ne zaman geçtin ki?

Erkek : Şaşırtmaca verdin ama.

Kadın : Hadi hadiii...*


Lütfen Bunu Facebookta paylaşın....
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Mart 2012       Mesaj #1807
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir Aşk Hikayesi


Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?
Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini…
Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir… ‘Aşk odu önce ma’şuka, andan âşıka düşer.’ derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın… Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet… Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün… İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.
Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap… Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.
Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane ‘hakkal yakin’ biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum… Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar.
Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek…
tekinfsm - avatarı
tekinfsm
Ziyaretçi
19 Mart 2012       Mesaj #1808
tekinfsm - avatarı
Ziyaretçi
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNDEN YARBAY HASAN VE KÖPEĞİ CANBERK


Çanakkale’de 17. Alay Komutanı Yarbay Hasan Bey, askerleriyle birlikte ilerliyordu.. Ve bu vaziyette Kilitbahir köyünün ortasındaki meydan çeşmesine kadar geldiler.. Çeşmenin önündeki Hasan Beyin dikkatini birşey çekti.. Üzeri yara bere içerisinde ve tüyleri dökülmüş bir köpek su içmek için çeşmeye yanaşmaya çalışıyor, onun bu perişan halini görenler taş atarak köpeği çeşmeden kovuyorlardı.. Hasan Bey bu duruma çok üzüldü, atından indi köpeğin üzerindeki yaralara aldırmadan onu kucağına aldı ve çeşmenin yanına götürdü.. Hayvana su içirdi, yaralarını temizledi. Ardından karnını doyurdu ve köpeği alarak yoluna devam etti. O günden sonra köpeği yanından ayırmadı Hasan Bey! köpeğin adını da Canberk koydu. Canberk kısa zamanda tüm Mehmetçiklerin dostu oldu. Türk askerleriyle siperden sipere atlıyordu. Tüyleri yeniden çıkmış, yaraları ise tamamen iyileşmişti. Askerler soruyorlardı Hasan Bey’e; “Komutanım, bu köpeğe neden bu kadar alaka gösteriyorsunuz?” El cevap; “Yüce Allah’ın Kıyamette bu köpeğe neden merhamet etmedin, demesinden korkuyorum!” İşte Hasan Bey böylesine iman-ı kamil biriydi.
Bölgedeki savaş olanca şiddetiyle sürüyordu. Yine siper savaşlarının birinde tarih 11 Temmuz’u gösteriyordu ve bizim Mehmetler, Fransızları püskürtmüşlerdi! Savaş alanı Fransız askerlerinin cesetleriyle doluydu.. Ama biz de zayiat vermiştik.. Mehmetçiklerimiz bir yandan ölen arkadaşlarının defin işleriyle uğraşıyor, diğer yandan ise yaralılara yardım ediyorlardı. Hasan Yarbay’da olayın tam ortasında askerlerine direktifler veriyordu. O sırada bir Fransız askerinin yerde kıpırdadığını gördü! Askerin yaralı olduğunu düşündü. Yardım etmek için Fransız askerin üzerine eğildi ki, ölü taklidi yapan asker, sakladığı hançeri Hasan Bey’in göğsüne sapladı. Hasan Bey bir anda sarsıldı ve yere yığıldı. Yarasından oluk gibi kan akıyordu. Herşey aniden olup bitmişti. Yanına koşup gelen askerlerine fısıltı halinde şu sözleri söyledi; “Allah şahidimdir ki, bu Fransız’a iyilik etmek için yaklaştım!”
O an uzaklardan acı bir havlama sesi duyuldu. Canberk olanca hızıyla koşup koşup geldi ve velinimetinin yanına çöktü. Sahibinin ellerini yalıyor, adeta kalkması için yalvarıyordu... Derken, Kur’an okumak için “alay imamı” da Hasan Beyi’in yanına geldi. Hasan Bey; “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim” duasını 33 kere okumasını söyledi. İmam duayı okurken Hasan Bey de tekrar ediyordu. Artık Yarbay Hasan Bey’in gözleri buğulanmış, çehresi solmaya başlamıştı.. Birden, silkinir gibi oldu ve yanındakilere; “beni ayağa kaldırınız” dedi. Askerleri onu yavaşça ayağa kaldırdılar. Üstü başı kan içinde olan ve son anlarını yaşayan Yarbay Hasan Bey; “Lâ ilâhe İllallah Muhammedün Rasulallah” dedi. Yüzünde derin bir tebessüm oluştu... Ve ardından saygılı bir biçimde sözlerine devam etti. “NİYE ZAHMET BUYURDUNUZ YA RESULALLAH” ve olduğu yere yığılarak ruhunu teslım etti.Bunun gören mehmetçikler yarbayın üstüne Türk Bayrağı'nı örttüler.Köpeği Canberk te bayragın altına yarbay Hasan'nın ayak ucuna yatar ve bi süre sonra askerler Yarbay Hasan'ı defnetmek için gelirler bayrağı kaldırdıklarında köpeği Canberk'inde öldüğünü görürler.Yarbay Hasan' ı defnettıkten sonra köpeği Canberk'i de ayak ucuna defnederler.....

tekinfsm - avatarı
tekinfsm
Ziyaretçi
15 Mayıs 2012       Mesaj #1809
tekinfsm - avatarı
Ziyaretçi
Aşk ve Zaman

Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve diğerleri… Aşk da dahil.
Bir gün, adanın batmakta olduğu, bütün duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi, adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar. Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş. Çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek İstemiş. Ada tam batmak üzereyken, Aşk yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik, çok büyük bir teknenin İçinde geçmekteymiş.
Aşk:
” Zenginlik, beni de yanına alır mısın? ” diye sormuş. Zenginlik:
“Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok” demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir’den yardım istemiş:
” Kibir, lütfen bana yardım et” diye buğulu gözlerle Kibir’e seslenmiş.
Kibir:
“Sana yardım edemem Aşk. Sırılsıklamsın, yelkenlimi mahvedebilirsin”diye cevap vermiş
Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk, bu defa O’ndan yardım İslemiş:
” Üzüntü, n’olur seninle geleyim… ”
” Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var, demiş Üzüntü de…
Mutluluk da Aşk’ın yanından geçmiş, ama o kadar mutluymuş ki, Aşkın çağrısını duymamış bile. Aşk, birden bir ses duymuş:
” Gel Aşk! Seni yanıma alacağım… ”
Bu Aşk’tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki kendini, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk’a yardım eden, yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi’ye sormuş:
“Bana yardım eden kimdi? ”
“O, Zaman’dı” diye cevap vermiş Bilgi.
” Zaman mı? Neden bana yardım etti ki” diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş:
“Çünkü sadece Zaman, Aşk’ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir… ”
ROSE - avatarı
ROSE
Ziyaretçi
31 Mart 2013       Mesaj #1810
ROSE - avatarı
Ziyaretçi
Hadı bakalım addaya
Msxlabs.org

ßir gün 3 tane yaşlı huzur evinde konuşuyorlarmış bi tanesi:
- Yahu yakında azrail bizi alıp gidicek demiş bunu uzatmanın bi yolunu bulalım demiş ve diğeri:
- ßen biliyorum napıcamızı bakın azrail geldiğinde bebek taklidi yapalım temiş sonra herkez onaylamış bunu. Bir gün azrail gelmişş bitanesi elini yalıyomuş bitanesi ağzında meme emiyomuş diğeride ınga ınga diye ağlıyomuş sonra azrail bunlara:
- HADİ BAKALIM ADDAYA demiş.
kaynak

---------- Mesaj tarihi 13:34 ---------- Önceki mesaj tarihi 13:34 ----------

kötü cadı ile prenses
Msxlabs.org

Bir varmıs bir yokmuş çok uzak ülkelerde bir prenses yasarmış.Prenses bir gün aşık olmuş,aşkından hasta olmuş kral bin bir doktorlar çagırmış ama hiç bir doktor çare bulamamış.En sonunda bir doktor gelip kral a kızınız aşık demiş;Kral olamaz öle şey diyip kızmış.Meğerse bizim prenses karşı ülkenin prens ine aşkık olmuş.
kral mecburen kızını vermek zorundaymış.Prens e mektup yazmışlar prens ise prensesi görmek istiyormuş...
İki ay geçmiş prens ormandan prensesin yanına gidiyormuş. Kötü cadı prens e zehir vermiş.
bunu duyan prenses hemen doktorunu çagırıp ormana gitmişler.doktor;
Prensesim ancak prensesi öperseniz iyileşebilir demiş.prenses öpüp saraya evlenmeye gitmişler
kaynak

---------- Mesaj tarihi 13:35 ---------- Önceki mesaj tarihi 13:34 ----------

hayatta olmaz deme
Msxlabs.org

evlzamanda birkız ve oğlan var mış oğlan kızdan ayrılınca hafızasını sildirmiş .kızdan hiçbir anı kalmasınistiyormuş .bunu duyan kız beni hatırlamak istemeyeni ben neden hatırlayayım der ve oda gider sildirir hafızasını.ikiside evlerini ve şehirlerini değiştirir. aylar geçer kızla oğlan üniversitede öğretim görevlisi olurlar oynı şehire ve okula düşerlerbir ğün okul çıkışı karşılaşırlar tabi tanımazlar birbirlerini .tekrar sevgili olurlar.evlenirler çoçukları olur ve hala çok önceleri olanları hatırlamazlar eğer kaderde varsa birlikte olmak hafızanı sildirsende fayda etmez olan olur kaderin önüne geçilmez.ama ne zaman ve nerde olacağını kimse bilemez
kaynak

---------- Mesaj tarihi 13:36 ---------- Önceki mesaj tarihi 13:35 ----------

...Hazır Cevap...
Msxlasb.org

Bir üniverseitede bir öğrenci ve bir profesor görev yapıyormuş.Profesor öğrenciyi,öğrencide profesorü hiçsevmezmiş.bir gün yemekhanede yer olmadığından öğrengi profesorum yanına oturmuş.
profesor:
-Ayılar ve kuşlar yan yaana oturamaz,demiş öğrenci:
-o zaman ben kanatlanıp buradan ayrılayım,demiş bu profesorun ağarına gider ve sınavdan çocuğun düşük not alması için elinden geleni yapar ama öğrenci çok yüksek bir not alı profesor öğrencinin kaağadına kocaman bir 'ÖKÜZ'yazar ve çocuğu odasına çağırır.çocuk kağıdı alıp odadan çıkar ama 2 dk sonra profesorun odasına girip:
-hocam kağıda isminizi yazmışsınız ama imzanızı atmamışsınız,der.....
kaynak

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat