-şuur-
-hayat ( beni ) hiç de “memnun’ e” demedi…-
Uzun zamandır takibinde olduğum bir yer. Yaklaşık on ki kişi çalışıyor içeride. Biri dışında diğerleri ilgimi çekmiyor, umurumda da değil. Sadece onu gözlemliyorum. Yürüyüşünü, koşuşturmalarını, eğilip kalkmasını, giyimini, insanlara davranış şeklini. Hepsi güzel, hepsi mükemmel. Soluk alıp verişine dikkat ediyorum; sessiz ve alışılagelmiş rahatlık içinde, hiç belli etmiyor.. Üst üste dizilmiş rafların aralarında geziniyorum. Bir şey almak için değil, onu daha iyi tanımak için yapıyorum bunu. Ama mutlaka bir şey alıp çıkıyorum. Hissedebildiğim kadarıyla içinden gülümsüyor. Ben de gülümsüyorum. Güzel bir şey gülümsemek. Herkes gülümsemeli. İçten ve kayıtsız. Sebepsiz yapabilmeli bunu. O böyle yapıyor, iyi de yapıyor. Kimsenin onun gibi gülümsemesini istemiyorum…
Bir buçuk yıl oldu bu bölgeye taşınalı. Önceki oturduğumuz semte nazaran bana göre daha iyi özellikleri var. Kapının önünden cadde geçmiyor mesela. Şehir gürültüsü yok. Üstelik; bahçesi, ağaçları ve gezi alanları var. Alışveriş yapabilmek için şehir dışına çıkmaya da gerek kalmıyor. Tam karşımızda büyük bir market var. Her gün mutlaka uğruyor, dolaşıyorum. Boşalan arabaları yerine çekiyorum. Sepetleri, sepetliğe kaldırıyorum. Hoşuma gidiyor bu. Teşekkür ediyorlar. Nazikçe selamlıyorum. Onlardan biri gibi oldum artık. Onlar da farkına vardı bunun. Ama bir iş teklifinde bulunmadılar henüz. Bulunsalar da kabul etmem. Para karşılığı yapmıyorum bunu. İnsanlık namına da değil. Biri’ne şirin gözükmek için yapıyorum. Ben yapmasam o yapacak çünkü. İşi bu. Ama o yapmıyor, ben yapıyorum. Bir karşılık beklemiyorum ondan. Ne zaman karşılık beklediğim bir ilişki içerisine girsem, mutlaka kaybediyorum. Onu kaybetmek istemiyorum. Daha önce onun gibi gülümseyen hiç kimse olmadı bana... Farkında bunun. Ne zaman beni görse, bakışlarını öne düşürüp gülümsüyor…
Zaman zaman reyonları dolaşıyor. Bir eksik var mı diye bakınıyor her yere. Varsa sipariş verecek, biliyorum.
Sessizce takip ediyorum adımlarını. Topuklu ayakkabı giymiyor. Yürüdüğünü sezebiliyorum. Önüne çıkıyorum bir oradan bir buradan.
-Siz de mi buradaydınız?
-Ne tesadüf.. (!)
inciler dökerek bir başka reyona doğru yola çıkıyoruz…
Şampuan bölümünde eksik olmalı. Elindeki listeye not alıyor: 200 ml olanlardan beş koli. Yaklaşıyorum arkasına. Kulağına eğilip usulca; Jöle de eksik diyorum. Yüzüme dönmeden; Var ya saçında, diyor. Ne dedin? Diyorum. Görmüştüm dedim deyip ekliyor kağıda: 250 ml. Jöle 20’li 4 koli..
Boş bir yaprak istiyorum. Ben yazarım! diyor. Benim yazacaklarımı yazamazsın diye karşılık veriyorum. Üfleye püfleye bir kağıt uzatıyor. Ben de elimi uzatıyorum sol kolunun altından. Elim göğsüne değiyor, irkildiğini hissediyorum ; Dokunma göğs… diyene kadar hızlıca kalem çekiyorum, önlüğünün cebinden. Ne dedin? Diye soruyorum. Kaleme uzandığımı anlayıp kızarıyor ve kırmızıyı mı istersin, maviyi mi diye soracaktım diyor. Maviyi almışım diyorum. Gözlerin gibi deyip, yine gülümsüyor… Anlıyorum ve ben de gülümsüyorum. Anladığımı anlayıp yine kızarıyor ve birlikte bir kez daha gülüşüyoruz.
Sonra biri giriyor aramıza; o ekmekler dünden kalma, beş dakika beklersen yenileri gelecek diyor.. Duymuyorum. Bir kere daha tekrarlıyor; o ekmekler dünden kalma, beş dakika beklersen yenileri gelecek… Yine duymuyorum. Sesini yükselterek bu defa: O EKMEKLER DÜNDEN KAL….! Birden irkiliyorum ve ekmek rafına yaslanmış bir şekilde, onu izlerken buluyorum kendimi…. Tamam, beklerim diyorum. Yaşadıklarımın bir hayal olabileceği endişesi düşüyor aklıma. Evet, öyle olmalı diye düşünerek, sessizce arkasından yanaşıp kontrol mahiyetinde listesine bir göz gezdiriyorum.
200 ml. Şampuan - 5 koli, 250 ml. Jöle - 20 li 4 koli
yazıyor. Önlüğünün cebine bakıyorum, kırmızı bir kalem duruyor!! Arkasına dönüyor aniden. Fark etmesinden çekinip geri adım atıyorum. Sırtıma dokunup, kalemimi versene! Diye bağırıyor. Bir taraftan bana bağırmaması gerektiğini söylerken, bir taraftan da ne dediğini anlamaya çalışıp, ben mi almıştım diye soruyorum. Evet, elinde ya, az evvel aldın! diyor. Elime bakıyorum. Mavi bir kalem elimden düşüyor o sıra. Aynı anda eğiliyoruz. Ama önce ben uzanıyorum kaleme. Hızıma yetişemiyor. Sonra ona uzatıp teşekkür ediyorum. Rica edip, kağıdı da alayım! diyor. Ne kağıdı diye soruyorum. Sen de yazacaktın ya, ver listeyi! diyor. Liste değildi ki deyip uzatıyorum kağıdı ve okuyor içinden yavaşça, ben de duyuyorum:
“öleceğim gelir;
görmesem bir gün
yüzünü...
öleceğim gelir;
görmesem gözlerinde
bir
gün yüzü.”
Bu ne? Diye soruyor. Neye benzettiğine bağlı diyorum. Ama daha çok akşam yemeğine benzettiğimi söylüyorum. Bir gün almasam, ölüvereceğimden; yokluğundan. Anlayıp gülümsüyor… Teşekkür ediyor. Gülümsemesine ölüyorum…
Hiç de nazik olmayan ağır bir darbe temas ediyor o an sırtıma ve; kaç tane olacak?! Diye bağırıyor. Korkuyorum. Ne diyorsun! Diyorum, ekmek diyorum, diyor. Sıcak, tutamıyorum elimde. Kaç tane olacak?!. Bir akşam, bir de sabah yemekten önce alırsam doyarım diye cevap veriyorum. Üç kişi giriyor koluma. Üçü de beyaz önlüklü. İki kişi fazla diyorum. Ayrıca sen de git, o gelsin!.. Dinlemiyorlar. Sürükleyerek çıkarıyorlar içeriden. Bir tanesi hızını alamayıp üzerindeki beyaz önlüğü çıkararak, kollarından doğru giydirmeye çalışıyor kapının önünde. Deli mi ne ? diye bakınıyorum. Çatık kaşlarımdan ürküp, kendi giyiyor yeniden. Çok yakıştı deyip, gülümsüyorum. Kızıp içeri giriyor. Hayal değil işte gerçek olmalı diye düşündüğüm an, evimizin balkonunda iki büklüm halde, gözlerim ter içinde markete bakarken buluyorum kendimi…
Rüzgar esiyor. İçimin titrediğini hissediyorum. Yağmur yağacak olmalı. Üşüyorum. O sırada, ayak ucumda balkonun odaya geçen kapısı açılıyor. Rüzgardan açılmış olamaz diye düşünüyorum. Başımı kaldırıp bakıyorum. Gelen O. Karşımda duruyor. Üşüyebileceğin geldi aklıma deyip, gönlündeki umutlarını üzerime örtüyor. Isınıyorum. Sen?? Dediğim anda kayboluyor. Geçmek üzere olan titremelerim tekrar başlıyor. Kapıya bakıyorum, yok. Evin içini dolaşıyorum, yok. Gardıroplara bakıyorum, yok. Balkona gelip, yeniden yatıyorum. Gözümden damlayan tek yaşı silerken, kapıdan başını uzatıp gülüyor. Baktığımı fark etmesini istemiyorum. Biliyorum, baktığım an kaçacak. Görmezden geliyor ve onu seyrediyorum. Gülümsüyor.. gülümsüyor.. gülümsüyor…
Yeniden doğruluyorum yerimden, o kaçıyor. Yerde, malzeme listesine benzeyen bir kağıt buluyorum. Üzerinde şunlar yazıyor;
“öleceğim gelir;
görmesem bir gün
yüzünü...
öleceğim gelir;
görmesem gözlerinde
bir
gün yüzü.”
Okuduğum anda gözlerim doluyor. O’nu, derinlemesine düşünürken uyanıyorum(!) hemen. Ama o benim şiirim. Pis sürüngen! Deyip, hiddetle markete dikiyorum gözlerimi. Kapıya çıkmış, bana el sallıyor. Ben de ona bilek hareketi yapıyorum. Arkamı dönüp, popomu sallıyorum. Telaşla içeri giriyor. Ne yapabileceğini merak edip beklemeye başlıyorum. Elinde bir sürü sabunla geri geliyor ve bir bir fırlatıyor bana. Kafama, gözüme, kalbime; her yerime isabet ediyor. Hepsini toplayıp, her biriyle ruhumu yıkayarak, köpüklerini ona üflüyorum. Toz bulutu gibi sarıyor her yerini. Ruh ikizim oluyor. Gülümsüyor sonra. Ben de gülümsüyorum…
Cebinden kalem kağıt çıkarıyor. O sırada marketten iri yarı, sakallı adamlar çıkıyor. Her yanından çekiştiriyorlar kızın.
Hey siz!
DOKUNMAYIN ONA!
İçeriye girmesi için zorluyorlar. Bırakın, şiir yazacağım! Diyor. Bırakmıyorlar. Dayanamayarak ikinci katında oturduğumuz binanın balkonundan aşağı atlıyorum. Şansım yaver gitmiyor ve ayağımın üzerine düşüyorum. Toparlanıp, topallayarak yanlarına yaklaşıyorum. İyi-Kötü-Çirkin filminin müziği geliyor o an kulağıma. Başımda kovboy şapkası, elimde kement; Bırakın kızı! Diye bağırıyorum. Sen karışma! diye cevap veriyorlar. Sinirleniyorum. Kementi başımın etrafında çevirip, olanca hızla fırlatıyorum. Adamlardan birine isabet ediyor. Yavaş yavaş üzerime çekiyorum. Çok ağır geliyor, yoruluyor kollarım. Çekmeye devam ediyorum ve kementin ucunda iri yarı sakallı bir adam beklerken, bir kasa maden suyu ile karşılaşıyorum...... ve diğer adam, fırsattan istifade, onu içeri sürüklüyor. Bir şey yapamıyorum.
Bir el dokunuyor omzuma, bütün gün kesilmeyen. Misafir gelecek az sonra, listesini hazırladığım malzemeleri aldın mı diye soruyor. Göz kapaklarımı hafifçe aralayıp bakıyorum ki annem. Bir şey hatırlamadığımı söyleyip, iki yanıma bakınarak ne listesi diye soruyorum. Vurdumduymaz ve sorumsuz olduğumu söyleyip, elimde buruş buruş yaptığım kağıdı istiyor. Ona, buruşmuş kağıdın kendisinin istediği liste olmadığını, üzgün olduğumu ve kağıdı veremeyeceğimi söylüyorum. Dinlemeyip almaya çalışıyor. Vermek istemeyip, elini ısırıyorum. Babamı çağırıyor ne kadar sesi varsa çıkararak. Babam geliyor. Aralarında fısıldaşarak hızlıca çıkıyorlar evden. Nereye gittiklerini merak edip peşlerine takılıyorum. Önünde Türk bayrağı asılı pembe bir binaya giriyorlar. Binanın kapı girişinde büyük harflerle Sağlık Ocağı yazıyor… Babamla beraber çıkıyorlar ocaktan. Babam kaşlarını çatıp bana bakıyor.. Ben aynı edayla anneme bakıyorum. Annem yere bakıyor. Düşündüğüm şey olabilir mi diye düşündüğüm sırada, onu görüyorum. Bana havlıyor.. havlıyor.. havlıyor..
Kendisinden korktuğumu ve havlamasını istemediğimi söylüyorum. Sözümü dinleyip susuyor. Boynundaki zincirden tutuyorum. Birlikte yürüyoruz…
Annem, zincirden çok asılmamamı, zincirin takı setinin zinciri olduğunu, geçen ay onun için aldıklarını ve bir maaş para ödediklerini, kopabileceğini, ziyan olacağını, bu vesile ile de kaçabileceğini söylüyor. Onunla bir daha yürüyemeyebileceğimizi…
Annemin söyledikleri içime oturuyor. Onunla bir daha yürüyemeyebileceğimizi. Bir daha yürüyemeyebileceğimizi, onunla. Onunla bir daha…! Hemen bırakıyorum zinciri elimden. Bırakır bırakmaz kaçıyor. Peşi sıra gidiyorum. Tanımadığımız adamlar peşimizden koşuyor. Bilmediğimiz bir sokağa giriyoruz. Sokak çok ıssız, fark ediliyor. Ses seda çıkmıyor ikimizden. Dönmesi gerektiğini, onsuz marketi kapatamayacaklarını söylüyor. Kapatamasınlar diyorum. Ben seni kapatmışım ya!. Gözlerime bakıp gülümsüyor. Gözlerine eğilip, öpüyorum.
Kulağıma tren sesleri geliyor. Nerede olduğumuzu anlamaya çalışıyorum. Alkış seslerine karışıyor sonra. Birer ikişer insanlar çıkıyor ara mahallelerden. Apartman girişlerinden. Herkes elinde birer sandalye ile geliyor. Işık düzenekleri kuruluyor. Stand hazırlanıyor. Sakallı adamlar gibi iri yarı olan hoparlörler getiriyorlar. Ben şiir okumasını bilmem diyorum kendi kendime. Sadece yazarım. Ben bir yazarım diyorum. Yazar olduğumu duyan, elindeki sandalyeyi kaptığı gibi kafama indiriyor. O, yine kayboluyor yanımdan. Markete, kapanışa gitmiş olabileceğini düşünüyorum. Yarı uyanık, yarı baygın hızla uzaklaşıyorum, sokak aralarından… Beyaz bir ışık görülüyor biraz ileriden. Annemle babam, el ele tutuşmuşlar, beni çağırıyorlar. Yanlarına gitmeye korkuyorum. Gidersem yok olacakmışım gibi hissediyorum bir an. O’nu arıyorum. Geldim diyor. Kapanışı yaptın mı diye soruyorum. Evet diye cevap veriyor. Peki ya nasıl izin aldın? Servisle bırakmıyorlar mıydı mutlaka? Kaçtım diyor. O sırada siren sesleri ve anonslar duyuyorum. Eller yukarı, etrafınız sarıldı. Kızı teslim et! Etmeyeceğimi söylüyorum. Beni’m olduğunu söylüyorum. Yine de elimizi yukarı kaldırıyoruz. Elimize asmalar takılıyor. Asmalarda üzüm, birlikte yiyoruz…Siren sesleri kesiliyor. Annemler yeniden çağırıyorlar. O gitmeyi istemiyor. Ben de korkuyorum diyor, Peki gitmeyelim diyorum. Olduğumuz yere çöküp, uyuya kalıyoruz. Altımızda yağ tenekeleri, üstümüzde yıldızlar… Dilimizde mutluluk şarkıları…
Müşteri çeklerini tahsile vermemişsin diyor tok bir ses. Üzerine kapandığım masadan yavaşça doğruluyorum. Ellerim uyuşmuş, ellerimi ovalıyorum. Sorusuna cevap vermemi istiyor. Ellerimi ovalar mısın biraz diye soruyorum. Tabi ki! deyip, eline aldığı cetvelle ellerime vuruyor. Çekleri markete götürüp, mahalleliye erzak aldığımı söylüyorum. Bunu nasıl yaparsın deyip, derhal markete gitmemi, çekleri geri almamı istiyor. Ve elime bir kez daha vuruyor. Elime vurmamasını, markete gideceğimi, ama çekleri geri alamayabileceğimi söylüyorum. Yıkıl karşımdan diyor. Yıkılıyorum. Yıkıldığım yerde, yine o. Eli ile başımı kaldırıp su içirmeye çalışıyor. Gözleri gözlerime, elleri ellerime, vücudu vücuduma temas ediyor. İnanılmaz bir duygu, harikulade bir tat olduğunu düşünüyor ve bu güzellikten mahrum kalmamak ve onu sonsuza dek koruyabilmek için kendisine ‘benimle evlenir misin?’ diye soruyorum. Çeklerle ödeme yaptık diyor. SORUMA CEVAP VER! Ellerini aniden çekiyor başımdan. Başım yere düşüyor. Bir yağmur başlıyor. Her yanımız dolup taşıyor. Kalabalık bir insan topluluğu. Evet evet diye tempo tutuyor: Evlen onunla. Yanağından süzülen yağmurla bana bakıyor. Ben de ona bakıyorum. Yağmur şiddetini artırıyor. Şiddetini artırıyor yağmur. Herkes iki dudağı arasından çıkacak sözü bekliyor. O sırada düşen bir yıldırım, kara bir kedi gibi aramıza sokuluyor… Gökyüzünün tüm asaletini getirdiğini söyleyip O’na dönüyor ve : evlen onunla! Diyor. O baskılara daha fazla dayanamıyor ve sabah erken kalkmalıyım diyerek koşar adım uzaklaşıyor. Ardından yağmur ağlıyor. Ben ağlıyorum. Gökyüzü üstümüze boşalıyor…
Gökyüzünü üzerimden atıp, uzandığım yerden kalkıyorum. İnsanlar tezahürat yapıyorlar. Kazanacaksın deyip teselli veriyorlar. Yılmıyorum. Beyaz ışığa doğru koşuyorum. Annemle babam yok, kaybolmuşlar. Önemsemiyorum. Koşmaya devam ediyorum. Tam içinden geçecekken yine karşıma çıkıyor. Gülümsüyor. Gidiyorsun ama, ben buradayım. Seni bekliyorum, bekleyeceğim diyor. Beline kadar uzun saçlarını tarıyor. Saçları yağmur kokusu ile toprak kokusu arasında dalgalanıyor. Ona yazdığım son şiir aklıma geliyor, içimden mırıldanıyorum;
toprak yerine
kimsesizlik kokuyordu
yağmurla yıkadığın
saçların..
öpmek için eğildiğim an
toprağa değdi,
seni son kez bile öpemeyen
kimsesiz dudaklarım.
Öleceğimi düşünüyorum, korkuyorum. Gitmeyi istemiyorum. Onunla yaş(l)a(n)mak istiyorum. Durmaya çalışıyorum, başaramıyorum. Ve ışığın içinden geçiyorum…
Geçtiğim yer o kadar kalabalık değil. Büyük bir yere benziyor. Etrafta insanlar dolaşıyor. Ellerinde malzemeler var. Sıra sıra raflara götürüp diziyorlar. Üzerim çıplak, ama kimse bakmıyor. Görmüyorlar mı acaba? Hey sen! Evet, kimse oralı değil, (iyi ki) görmüyorlar.
Önümde beyaz önlüklü biri yürüyor . Altında uzun eteği var. Annemlerin gittiği Sağlık Ocağı’ nın duvarlarının boyasına benziyor rengi. Eteğinden çekiştirebilirim. Evet, yapabilirim bunu. Eğiliyorum. Tutuyorum, tut… Olamaz, arkasını dönüyor ve Hişt! Dokunma, çok ayıp! diyor. Görüyor, beni görüyor. Mahcup bir şekilde yüzüne bakıyorum. Olamaz, O! Göz kırpıp gülümsüyor.
Üzerim çıplak olduğu için göz kırpamıyorum. Utanıyorum. Yüzüm kızarıyor. O bana bakıyor, utanmıyor; gülüyor. Ben, beyaz önlüğüne sarılıyorum. İçine giriyorum. Utanmıyorum. Hem üzerimi kapatıyor, hem onunla bir beden oluyorum… ve birlikte gülümsüyoruz….
Gülme! Diyorum, Soruma cevap ver! Hatırlamıyorum, diyor. Hatırlatmak istiyorum, ama konuşamıyorum. Hoşuna gidiyor, gülüyor. Hoşuma gitmiyor, garipsiyorum, ağlıyorum.
O gülüyor, ben ağlıyorum. O halen gülüyor, ben daha çok ağlıyorum. Birlikte ağlayamıyoruz. Üzülüyorum. Faydası yok, ben de gülüyorum.
K a h k a h a l a r l a
H e m d e !