Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 162

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.193 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ekim 2006       Mesaj #1611
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu Kız Okumaz! / anı

Sponsorlu Bağlantılar


Ablam, kardeşim ve ben ilkokula aynı anda başladık. Zaten birer yaş aramız vardı. Ablam bir yıl geç, kardeşim bir yıl erken okula başlamış oldular. Erkek kardeşim henüz beş yaşındaydı. Bazı harfleri söyleyemiyordu. Ama komşularımız; onun “adam” olduğunu söylüyorlardı. Adam olduğuna göre,okula erken başlamasının bir sakıncası yoktu demek ki. Benim tam okul yaşımdı. Okul yaşımdı ama henüz okula gitmeye hazır değildim. Okuldan, öğretmenden, okuldaki o kocaman boylu yaramaz abilerden korkuyordum.

Büyüklerimiz, çocuklar yaramazlık yaptığında, öğretmenle korkuturlardı onları: "Öğretmene söylerim. Seni döver.” ...Acaba öğretmen, dersimi bilemeyince beni döver miydi? Ya da biz okuldayken annem bizi bırakıp bir yere gider miydi? Okuldan eve dönünce, annemi evde bulabilecek miydim? Ayrıca; annemi evde bırakıp okula gitmek, annemden ayrılmak istemiyordum, onu özlüyordum. Birkaç saat bile annemden ayrı kalmayı göze alamıyordum.

Bir de kendime güvenim yoktu, çok sıkılgandım. Başarılı olamamaktan,okumayı sökememekten korkuyordum. Alfabedeki o bir yığın harfi nasıl öğrenecektim? Herkes okumayı söker, ben sökemezsem ne yapacaktım? Başkalarının bana “Tembeeel tembeeel tembeeel !” dediklerini duyar gibi oluyordum.İ şte ilkokula başladığımda, bu korkuları yaşıyordum.

Öğretmenimiz hiç de büyüklerin söylediği gibi değildi. Korkulacak bir yanı yoktu. İlk gün benim yanaklarımı bile okşamıştı. Bizim kendisinden korktuğumuzu biliyor olmalı ki; okuldan ve öğretmenden korkulacak bir şey olmadığını, bizi asla dövmeyeceğini, sopanın bizim gibi akıllı çocuklara yakışmayacağını söylüyordu. “ Çünkü sopa ...” der demez, ben arkasını getiriverdim, “Eşeğe yakışır.” diye. Farkında olmadan ağzımdan çıkıvermişti. Sanki içimden bir ses, isteğim dışında söylemişti bunu. Yoksa cesaret edemezdim. Öğretmenimin hoşuna gitmişti söylediğim. Beni ayağa kaldırdı, herkesin iyice görebilmesi için, sırada bir müddet dikiltti. ”Bakın, arkadaşınız ne güzel bir söz söyledi.” dedi. O zaman akıllıca (!)bir söz söylediğimi anladım.

Acaba öğreneceklerimiz de bu kadar kolay mıydı? Yine de öğretmenden ve okuldan, okumayı öğrenememekten korkuyordum.

Nitekim korktuğum başıma geldi. Okumayı herkes gibi sökmüştüm ama bir türlü ilerletemiyordum. Her şey okulun ilk günlerindeki; “Baba bana bal al. Al sana bu bal. Yaşa baba yaşa.” gibi cümlelerden ibaret olsaydı, sorun yoktu.
Hele alfabe kitabındaki; “Kaya bu top.Suna bu ip.Kaya top oyna.Suna ip atla.” gibi cümleler ne kolaydı! Ancak gün geçtikçe okuma parçaları zorlaşıyordu. Bu parçaları okumakta zorlanıyordum. Daha doğrusu sessiz okurken sorun yoktu da, sesli okurken hecelere takılıp kalıyordum. Çünkü sıkılgandım, korkaktım. Birilerinin beni dinliyor olması, her an yanlış bir şey yapma korkusu beni ürkütüyor, telâşlandırıyordu. Bazı kelimeleri yanlış okuyunca hemen kahkahayı basan arkadaşlar yok mu! İşte onların bana da güleceklerinden korkuyordum.

Okurken bunalıyor, kızarıyor, terliyordum. Yanlış okuduğumu farkettikçe, iyice şaşırıyordum. Oysa çok güzel okuyan arkadaşlar vardı sınıfta. Tıkır tıkır, makine gibi okuyorlardı. Ablam ve kardeşim de bu güzel okuyanların arasındaydı. Kardeşimden utanıyordum. Benden küçük olmasına rağmen ne güzel okuyordu. Öğretmen Türkçe dersinde ilk okumayı (örnek olması bakımından) okuması çok iyi olan arkadaşlara yaptırıyordu. Ben , işte bu öğrencilerden biri olmak istiyordum.

Babam bize çeşit çeşit masal ve öykü kitapları getiriyordu. Bana aldığı ilk kitabın adı “Küçük Bahçıvan” ve “Senbernar Köpeği” idi. Sayfalarında resimler vardı. Onları okumaktan çok keyif alıyordum. Ama sessiz okurken tabi. Hiç kimsenin yanında sesli okumak istemiyor; biri bana ”Oku bakim.” diyecek diye ödüm patlıyordu.

Bir köy ilkokuluydu gittiğimiz okul.
Öğretmenimize “eğitmen” deniyordu. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Biz öğrenciler ona “öğretmenim “ diye hitabediyorduk ama, büyüklerimiz kendisinden söz ederken “eğitmen “ diyorlardı. Dördüncü ve beşinci sınıf öğrencisi yoktu okulda. Sadece ilk üç sınıfa giden öğrenciler vardı. Ben dördüncü sınıfa geçince ne olacaktı? Yoksa ilkokul, üçüncü sınıfta bitiyor muydu?

Köydeki yetişkinler biz üç kardeşi hemen hemen aynı boyda görünce ve aynı sınıfta okuduğumuzu öğrenince; bizi denemek isterlerdi. ”Bakalım hanginiz daha çalışkan.” veya “Bir okuyun bakalım, hanginiz daha iyi okuyacak.” diye bizi sınavlara tâbi tutarlardı. Çarpım tablosunu sorarlar, yumurta hesabı yaptırırlardı. ”Beş yumurta,beşi beş kuruştan kaç kuruş eder?”gibi. O yumurta hesaplarının içinden bir türlü çıkamıyordum. Erkek kardeşim, bunun gibi sorulara hemen cevap verebilirdi. Bunu nasıl yapıyordu, şaşıyordum. O zaman büyükler; ”Erkek adamın hali başka.” diyerek, kardeşimin başını okşuyorlardı.

Hiç okuma yazma bilmeyen kişiler tarafından bile sık sık imtihan edilirdik. Bu ayaküstü sınavlardan nefret ediyordum. Çünkü sınavları kaybeden hep ben oluyordum, utanıyordum, eziliyordum. Bu büyüklerin beni mahçup etmeye ne hakları vardı? Bu duruma düşmemin nedeni güvensizlikti, korkaklıktı, ürkeklikti. Kimbilir belki de aptallığımdı.Annem beni bir tavşana benzetirdi; bu korkaklığım,ürkekliğim yüzünden.

Üçüncü sınıfa gidiyorduk. Evimizde ödevlerimizi yaparken komşumuz Nuriye Nine geldi. Üçümüze şöyle bir göz gezdirdikten sonra “ Uşak! (çocuklar) Bir kitap getirin, sizi okutayım. Bakalım hanginiz daha güzel okuyacak.” dedi. Eyvahlar olsun! Ben şimdi ne yapacaktım? Bu büyüklere şaşıyordum. Neden ikide bir bizi sorguya çekiyorlardı? Soru sormaya madem bu kadar meraklılar, bari öğretmen veya ne bileyim eğitmen falan olsalardı. İçimden; “Çok biliyorsan, kendin oku.” diye söylendim. Ama okuması, yazması yoktu ki. Bu haliyle bize bilmişlik taslıyordu. Hiç sevmiyordum bu kadını. Beni aldı bir titreme. Sınavı yine ben kaybedecektim, bunu biliyordum.

Ablam ve kardeşim hemen bir kitap alıp, komşumuzun önünde sıraya girdiler. Çok mutlu görünüyorlardı. Çünkü okumalarına güveniyorlardı. Nerden çıkmıştı bu Nuriye Nine? Keşke o anda evde olmasaydım da, bu okuma sınavından kurtulsaydım. Ancak evdeydim. Sınavdan kaçmanın yolu yoktu. Çaresiz ben de sınav kuyruğuna girdim. Son sırada olmak beni biraz rahatlatmıştı. Sıra bana gelinceye kadar okumam sanki hızlanacakmış gibi. Okuma sırası bana gelmeden, keşke bu Nuriye Nine’yi biri çağırsa da gitse, ben de sınavdan kurtulsam diye dua ediyordum içimden. Ama boşuna. Sınav çoktan başlamıştı bile.

Kardeşim ve ablam tıkır tıkır okudular. Hatta sınavı birincilikle kazanmak için, kelimeleri âdeta yuttular okurken. Okumaları -kendisi okuma yazma bilmeyen- komşu ninemiz tarafından çok beğenildi. Onlara kocaman birer “aferin” verildi, her ikisinin de başı okşandı. Keşke ablam ve kardeşim gibi ben de güzel okuyabilseydim.

Sıramı beklerken, kalp atışlarımın hızlandığını farkettim. Okulda bile bu kadar sıkıntı çekmiyordum. Derken sıra bana geldi. Daha okumaya başlamadan beni bir titreme aldı. Heyecandan ve okuyamama korkusundan , kalbim daha da hızlı çarpmaya başladı. Sanki göğsümde bir kuş vardı da, dışarı çıkmak için çırpınıp duruyordu. O anki sıkıntımı halâ hissederim hatırladığımda. Terlemiştim. Odanın sıcaklığı sanki yükselmişti. Yüzüm cayır cayır yanıyordu. Üzerimdeki giysiler dar gelmeye başlamıştı.

Başladım okumaya. Ama ne mümkün! Sesim titriyordu. Yutkunmak istiyor yutkunamıyordum. Kelimeleri bir çırpıda söyleyemiyordum. Hecelere takılıyor, aynı heceyi tekrarlayıp duruyordum. Okuyamadığımı, takıldığımı farkettikçe iyice şaşırıyordum. Yakıtı bitmekte olan bir araba gibiydim. Bir gidiyor bir duruyordum. Daha fazla çırpınmama gerek kalmadı zaten. Nuriye Nine hışımla çekti aldı kitabı elimden. Anneme dönüp; “Cemile!Bu kıza heva yere (boşuboşuna) masarıf etmen. Bu kız okumaz, tövbeler hakkı için okumaz.” dedi, yüzünü buruşturarak ve beni aşağılar bir yüz ifadesi takınarak.

O anda yok olmayı istedim. Hani derler ya ”Yer yarılsa da, içine girsem.” diye, onu istedim. Çok utandım. Utanmak ne kelime; kardeşlerimin, annemin ve Nuriye Nine’nin önünde rezil oldum. Sanki küçüldüm küçüldüm, bir nokta kadar kaldım.

O günden sonra o nineyi hiç sevemedim. Hatta nefret etim. Onu görmemek için ondan uzak durmaya çalıştım. Sokakta karşılaştığımda yolumu değiştirdim. Beni yine okutur korkusuyla, ondan hep kaçtım. Evimize gelmesini hiç istemedim. Ya da Nuriye Nine bize geldiğinde, bir bahane bulup, kendimi sokağa attım.........Oysa ki ben, komşu ninenin “okumaz” dediği ben; başarılı bir öğrencilik hayatı geçirdim. Her sınıfta okuması, sözlü anlatımı, kompozisyonu çok iyi birkaç öğrenciden biri oldum. Hatta ortaokul yıllarımda düzenlenen iki münazarada da birinci sözcü seçildim. Münazarayı izleyen büyükler tarafından, sanki söz birliği etmişler gibi, “Kızım sen avukat ol.” övgüsünü ve temennisini aldım. O gün Nuriye Nine’yi düşündüm. “Okumaz “ dediği çocuğun aldığı başarıyı görmesini ne kadar istedim. Ve Alexs F. Oxborn’un şu sözlerini yıllar sonra okuduğumda yine Nuriye Nine’yi hatırladım: ”Yaratıcılık özenle korunması gereken bir çiçeğe benzer. Sevgi ve ilgi onun gelişip serpilmesine; yergi ve ilgisizlik ise, henüz gonca iken onun kurumasına yol açar.”

Öğrenmeye hazır, öğrenmeye aç ama farklı özelliklerde olan çocukların öğrenme süreçleri ve başarı düzeyleri de farklıdır. Her çocuğu yapabileceği, başarabileceği şeylerle değerlendirmek gerekir.

mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
3 Ekim 2006       Mesaj #1612
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Gelmez misin?

Göklerin güneşinden güller yağarken, çiçekler burut gibi sevda kokarken, al dudaklar masmavi dua okurken, yiğitler dal gibi yere düşerken, gelmez misin ey yar sebebini sormadan?...
Sponsorlu Bağlantılar

Arkadan vurulmuştur kahramanlar, yıkanmadan kanatlanmış. Taşla bileğlenmiş bedenler, yürekler kalleşliğe alışmamış. Kan damlayan göz pınarında, bir tek katre kalmamış. Sahte dünyalara, aydınlık marşlar sıralanmış. Gelmez misin ey yar şafak sökmeden beri?...

Ben aşık oldum zamana, sen ömrümü istedin. Hazırdım mücadelenin en hasına, “gerek yok” dedin. Razıydım uzakta olsan da benim olmana…Benim olmadın, gelmedin. Yıldızlar sererdim rüyalarına, hissedemedin. Yakardım tek başıma sensiz kaldırımları, yine de bilemedin...Gelmez misin ey yar, yok olmadan sana dönük hislerim?...

Sürgünden şehre inerken, mağrurdum hayata. Alkışlar yağıyordu yenilmiş ordularıma. Sonraları bir hit oldum güfteden dudağa. Mutluluk oyununda ben kayıptım oysa. Siyaha, kara iplikle dokunmuş nakışa, beyaz güvercinler çizerdim sevdaya. Gelmez misin ey yar, geç olmadan sabaha?...

Ezik bir ağıttır bu, yürekleri yakan. Yaban bir gülümseme, sahibiyken virane olan. Yitik umutlar, sessiz hıçkırıklar, isyankar yürekler, ağlayan analar köşede kalan. Salyalı sümüklü çocuklar, geleceği çalınan. İşçiler, çiftçiler, memurlar ekmek bulamayan. Gelmez misin ey yar, sele dönse de ağlayışlar?...

Bir ihtiyar yığılmıştır kaldırım kenarında, kimsesiz.. Sahilde bir iki çift dudak dudağa, evsiz. Çöplüklerin içine, atılan her israfa, kimisi nimet, kimisi hissiz. Yanmıştır bütün hatıralar, anılar resimsiz. Yine de çalar birileri, halk adına haksızlık diz boyu, ********. Gelmez misin ey yar, gelse de Azrail’le randevu?...

Bir bak, ne oldu, tertemiz duygularıma. Şüphe, sıkıntı, acı, terör soktular uykularıma. “Bekle beni” derken gözü yaşlı yavukluma. Saramadan doyasıya yari, ciğerden anayı, etrafımda pervane sevenleri doyasıya. “Kan kokusu güller açmadan gelmem öyle söyleyin” yalancı bahara. Saklı kalsın mazimiz, kavuşursak huzuru Rahman’a. Gelmez misin ey yar, ayrılığın öncesindeki gibi?...

Artık senin olsun sakladığın hünerin. Ben meftunu olmuşum, ulaşılamayan güzelin. Beni sırtımdan vuranlara, aşkımı çalanlara, geleceğimi karalayanlara, suçsuzken suçlu sayanlara, vatanımdan, yurdumdan utanmadan kovanlara zeytin dalı gönderin. Anlamdan, dinlemeden, sevmeden kovalayan kindar gözlerin. Hesabını sorar elbet, ben affetsem de çektiklerimin. Gelmez misin ey yar, atılmadan ateşe İbrahim?...

Hep söylerim; “Anlayabilseydin, ağlayabilirdin.” Ağlamadan susuz çöller gibiydin. Bu boğazlanan, öldürülen, yakılan, işkencelerde can veren, hayvanca muameleye tabi tutulan, esaretin her şubesinde adı kayıtlı insanlar bizim. Başımıza ne geldiyse hakiki aşka düçar olamadığımızdan gelirken neredeydin? “Yaratılanı severdik, Yaratandan ötürü” demez miydin? İşte sana son fırsat uzat ellerini, düşmanlar titresin. Gelmez misin ey yar, gelinmeyecek yerde misin?...

Gelmez misin, elifin, sin olmadan hali
Bilmez misin, senin için, olmuşuz deli
Görmez misin, ayrılmış perişan halleri
Sanadır dönüş! Aşkımın gerçek sahibi...

Blue BooL - avatarı
Blue BooL
Ziyaretçi
3 Ekim 2006       Mesaj #1613
Blue BooL - avatarı
Ziyaretçi
Tembel Kız

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir karı koca varmış.

Bu karı kocanın bir kızı olmuş. Kız, elbebek gülbebek büyütülmüş, ama hiç iş öğrenememiş. Bunun için adına Tembel Kız denilmiş.

Bu kız o kadar tembelmiş ki yerinden kalkmaya üşeniyormuş. Anası babası ona bir gelberi yaptırmış. Kız da oturduğu yerden işini gelberiyle yapıyormuş.

Kızının evlilik çağı gelmiş. Anası babası kızı bir avcıyla evlendirmiş.

Avcı ava gitmiş, bir ördek vurmuş. Eve gelmiş, ördeği temizlemiş, ateşe koymuş. Tekrar ava gitmek üzere hazırlanmış, karısına ateşe ördeği koydum, yanmasın bak demiş. Tembel Kız, olur demiş, demiş ama yerinden bile kalkmamış.

Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Dilenci eve gelmiş. Tembel Kıza, hanımcığım Allah rızası için bir dilim ekmek demiş. Tembel Kız da yan tarafta mutfak, geç al cevabını vermiş.

Dilenci mutfağa girmiş. Bakmış ocakta ördek kaynıyor, almış ördeği, torbasına koymuş, tencerenin içine de ayaklarındaki pis çarıkları... Gelmiş, Tembel Kız'ın yanına. Bak hanımcığım demiş, ekmeği aldım Allah razı olsun. Şimdi sana bir türkü söyleyeyim de ben gideyim. Türküyü şöyle söylemiş;

Senin gaga benim torba içinde, Benim çarık senin çorba içinde, Sen yat kaba yatak yorgan içinde, Ben yiyecem gagayı orman içinde.

Dilenci türküyü böyle söylemiş, çekip gitmiş. Aradan bir zaman geçmiş, kızın avcı kocası gelmiş. Karısına ördek pişti mi? Demiş. Karısı olan biteni anlatmış, bak bana bir de türkü söyledi, sana deyiverem demiş, türküyü söylemiş. O zaman avcı kocası durumu anlamış, karısına kızıp azarlamış. Ondan sonra Tembel Kız, tembelliği bırakmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
3 Ekim 2006       Mesaj #1614
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Beni sevmek yürek ister


Çabuk olsun, çabuk başlasın isterim ne başlayacaksa. Sabırsız, fütursuzum… Çok önemsemem ne düşündüğünü ilk anda... Bu benim ve bu benim düşüncem… Sonrası zaten zevk-ü sefa derler ya…. Seç seç al, ne istersen gönül bahçemden… Kasmanın, kastırmanın, kasılmanın ne faydası var? Birden olmalı her şey... Aniden… Hızla, yıldırım hızıyla... İşi de gücü de, gülmesi de ağlaması da…. Beklemenin, bekletmenin ne faydası ve yaşamın? Ertelemeden… Hemen, hemen, hemen… Yarın belki geç olabilir her şey için... Gidebilirim, sen gidebilirsin, yağmur yağabilir, kar yağabilir, hava soğuyabilir, hazan olabilir. Hasta olabilirim, başkası olabilir... Şimdi, hemen şimdi… Ne olacaksa... Olmadı mı? Olmasın ne yapalım. Olmadı der geçer gideriz... Tarih uygun yeri buldurur her insana...

Hüznüme, sevincime, çoşkuma ayak uydurabilecek misin? Deli misin sen? Biraz deli olman lazım beni anlaman için…. Ne akıllılar gördük deliden beter, ne deliler vardır, her şeye aklı yeter. Yaparım ben hep bunu... Bazen deli gibi bakarım uzaklara. Dalgalara, seslere kulak veririm. Delicesine kaptırırım kendimi, kemanın sesine, telin tınısına, sanatçının söylemesine…. Aklım firar eder, dağlara kaçarım. Yalnızlığıma kaçarım belki. Var mı delilik sende de biraz, benim gibi delicesine dökülmek için yollara?

Hep acıkırım, açlık, doyumsuzluk perişan eder … Hep özlemi vardır ama her şeyin ayırmam ki…. Şimdi konu sensin... Ekmek gibi acıksam, su gibi,susasam sana... Yesem doymasam seni, ya da verdiklerini, kıymetlerini... Sen de alsan biraz benden, istersen tabii... Açsan bana, işte olmazsa olmazı bu... Pencere de bu kapı da... Girebiliyorsan birlikte buyur, bakabiliyorsan bak…Birlikte.. Dolandırmanın bir anlamı yok bu lafları, benimle ölme, benim için ölme, yaşa, yaşamak iste.. İste ki mutlu edeyim, mutlu olayım... Anla, dinle sev sev sev…Çok sev... Bulunmaz hint kumaşıymışız diye düşün, kırk yılda bir gelen, bir yıldız , bir misafir... Kaşık gibi uyumayı iste benden, terini silmeyi, önünde diz çökmeyi... Sevgin, sevgim için, ama gerçekten iste laf olsun diye değil...

O kadar da basite indirme hiçbir şeyi, uzun soluklu bak... 50’sinde dünya seyahatini, 60’ında sahneye çıkmayı, 70’de zeytin dikmeyi, 80’de keman çalmayı, 90’ ında çocuk yapmayı düşün... Yaparsın yapamazsın başka… Gerçekten iste bunları... Delice mi geldi? Yapma lütfen... Ya plansız yakalanırsam 60’ ında boşluk da hissedersem kendimi? Ya yetmişin de otur şu köşeye diyenler olursa bana? Ama ben bu değilim ki…. Bilmem lazım önceden yapacaklarımı…En incesinden...

Sanma ki çok da planlıyım, o kadar değil... Ama ana hatlarıyla bilmem lazım her şeyi... Yapacaklarımı, istediklerimi... Belki yapamam, yarım kalır, ulaşamam, en azından düşünüyorum ya... O da yeter… Kendimi mutlu hissederim böyle… Ha bir de plansız yaşarım... Çaya giderken çorba içmek gelir mi senin aklına? Benim gelir çok da severim…Birden gelişeni, iyiye değişeni, deniz derken dağa çıkmayı, yakına derken uzağa gitmeyi, birden karar değiştirmeyi... ama en doğru kararı vereceğimi bilirim hep... Zordur ayak uydurmak bana hem de ne zor.. Alışabilir misin bunlara, pervasızca? Sorumluluktan kaçmadan sorun çıkarmadan ama…

Sevmem de ağırdır, kızmamda benim. Ölürüm uğruna, gözüm hiçbir şey görmez sevdim mi yandım mı tutuldum mu... Ölürüm ölürüm... Gecem, gündüzüm, sazım sesim meleğim, bebeğim olur benim sevdiğim... Eşim, yoldaşım olur, neyim varsa, neysem onundur... Yaparım her şeyi biz için... Ama biz için, biz olabilmek, biz diyebilmek için... Paylaşmak ,üretmek birlikte zevkleri, keyifleri, üzüntüleri... Küstürmeden götürmek geleceğe, üzmeden, düşürmeden, örselemeden sevdayı... Sevdalı yanarak, yaşayarak, bakarak, severek, hissederek.. Kesintisiz aşk benimkisi; çabuk biten değil…

Hüzünlerim de vardır benim; ağlayana, koşana, düşene, ayrılana, ağrıyana, acı çekene, hastaya, sağlama, sakata... Müziğe, resime, denize, dağlara, taşlara... Kaşlara, gözlere... Kaçmalara, koşmalara, durmalara... İçindeyimdir hayatın... Çalan müzik de kavalım, dertli türküyüm, oynak havayım, efeyim, Köroğlu, Karacoğlan misali...

Kırk yılda bir gelenim ben... Her zaman gelmem... Gelemem... Gelmek istesem de bir dahası yok bunun... Kırk yılda bir böyle olurum... Kolayı da istemem öyle, rast gele, el yordamıyla değil, göre göre, diye diye, tuta tuta... Göğüslerim, ararım, severim ne seversem, ne yaparsam, ne istersem, ben gibi...Benim gibi…

Uzağı, yakını, bugünü, yarını, her şeyi... Müziği, resmi, yemeği çayı … Ve seni...
Evet evet evet seni...
Hemen istiyorum...
Geleceksen bana benim gibi koşarak çoşarak; Sevginle, duygunla fırtınanla, gözyaşınla, isteklerin umutların, aşkınla...
Heyecanınla, şehvetinle, kadınlığınla…
Korktun mu?
Kork tabi!…
Beni sevmek yürek ister...
Bende olmak gönül ister...
Beni bulmak emek ister...
Yapabilecek misin ,verebilecek misin bunları?
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
4 Ekim 2006       Mesaj #1615
kambis - avatarı
Ziyaretçi

Zeynep söylesene
neden açmayıp yaktın sevgilinin gönderdigi mektubu
oysa biliyordun
Onat Kutlar'ın
''yanmış bir giysinin küllerinden bir ipek böcegine ulaşılamaz''dedigini
sırtımızı neden birbirimize degilde duvarlara dayıyoruz Zeynep
kitap kurtlarımızı neden zehirliyorlar okullarda
ve sorularımıza neden dogru yanıt vermiyor ögretmenler.
Zeynep söylesene
neden yaralı kartalların düştügü daglara çıkıyoruz,kıyı kahveleri dururken
ve nasıl yitiriyoruz analarımızı,babalrımızın hoyratlıgında
zamanın kestigi geri dönüşsüz bir biletmi gençligimiz
yada içimizde başka birilerimi var?
neden agaç görünce kuşlardan utanıyoruz Zeynep
''kafesin biri bir kuşmu aramaya çıkmış''Kafka'nın dedigi gibi yoksa
''her öten kuş ,yardımcı olmuyormu gerçekten göğe''
bunu sana degil Erich Fried'asoruyorum
ve kimden söz ediyor Nietzsche
''uçurumu sevenin kanatları olmalı''derken
aşktan niçin korkuyoruz Zeynep
aşık olduklarımıza hem tapıyor,hem bogmaya çalışıyoruz bir kaşık suda
paylaşılacak bir ekmegin arasında,yuva denen hapishaneye gizlice soktugumuz bir törpümüdür aşk
bizi yakaladıkça hırpalayan bir yürek kabadayısımır
geçmek için gölgesini arayan yaban atlarımıdır aşıklar
yalnız sana degil,kendimede soruyorum
soruyorum ve bu bellek evreninde
başka soru yagmurlarıyla karşılaşıyorum
kim oldugumu anlamak için uçurumlara ve kanatlara bakıyorum
savaşlara ve barışlara,elmaslara ve bugdaylara
tekerlege ve bilgisayara bakıyorum
anlamak için kim oldugumu senin gözlerine bakıyorum Zeynep
yanlış anlama ama
neden yakmayıp açtın sevgilinin gönderdiği mektubu.

alıntı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Ekim 2006       Mesaj #1616
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SARMAN -1- uzun yıllardır tanırım onu! aşağı yukarı altı yıl oldu.yumruk kadar bir yavru kediydi o zamanlar.sürmeli,çekik,sarı gözleri,yumuşacık tüyleri vardı; pırıl pırıl! ..sırtına güneş vurduğunda,dipten gelen pırıltılar yayıyordu tüyleri..birazdan, gökkuşağı oluşacakmış hissine kapılıyordum ona bakarken...ne yazık ki, bu hiç gerçekleşmedi...oysa ben oluşacak gökkuşağınıa dokunmak,renklerini yakalamak istiyordum...ben istedikçe o kaçıyor; ışıklarını benden esirgiyordu. gidip bir köşeye saklanıyor 'pisi pisi gel yanıma,bak neler vereceğim sana' demem bile etkilemiyordu onu.öylece bakıyordu saklandığı köşeden yüzüme...belli ki insanlara olan güveni gelişmemişti henüz.

o bir sokak kedisinin dişi,tombul tombul,vaşak renginde yavrusuydu. yürüyüşü bile farklıydı öteki kedilerden...onu farklı kılan, ona duyduğum sevgi ve ilgiydi belki de bilmiyorum.inanmazsınız belki,mankenler gibi yürüyordu adeta Msn Happy)) o buzdan heykellere taş çıkartan yürüyüşüyle beni iyice kendine hayran yapıp çatlatıyordu; ölüyordum kıskançlığımdan...işte bu kıskançlık yüzünden onu dövmek,ona sövmek bile istemiş,ne var ki; anne yanımın baskın çıkmasından dolayı yine sevmiştim onu! ..sonuçta o bir yavru kediydi! çocuklarımdan biri olarak yaratılabilir,onların emdiği süte ortak olabilirdi.bu açıdan baktığımda o; çocuklarımdan biri gibi görünmeye başladı bana artık; onu seviyordum! ..

gerçek sevgileri, hayvanlar insanlardan daha iyi ayırt edbiliyor biliyor musunuz? mükemmel sezgisiyle keşfetmeye başladı ki sevgimi; bir gün,bahçede altıma bir sandalye çekip gökyüzünde ardarda uçan iki güvercini izlerken, ayaklarımın dibine gelip çöreklendi. oysa ben, o iki güvercinin başıma konmasını düşlüyordum...hatta, o iki güvercinden birini kendimin,diğerini sevgilimin yerine koyup uçuyordum bahar açan bir iklime doğru...ne ummuş ne bulmuştum! .hayat garipti! ..

uzanıp aldım onu kucağıma; hiç itirazı yoktu.kulak uçlarından,kuyruk sokumuna kadar sevdim,sevdim...sarı gözleriyle yüzüme bakıyor,minnet belirtisi olarak mırıldanıyordu.neler söylemek istediğini anlamak hiç de zor değildi.kesinlikle 'ben de seni seviyorum' diyordu bana...

bir müddet sonra uyuyakaldı kucağımda. sıcaklığı terletmişti karın bölgemi ama,yine de aşağı indirmeyi düşünmedim; dayandım o sıcaklığa...'belki de göbek yağlarımı eritmeyi düşüşünüyor bu kedicik' diye düşündüm ve gülmeye başladım..biri görse bu halimi 'deli' derdi bana garanti...çevreme bakındım bereket kimseler yoktu,gülmeye devam etim...

işte bu sokak kedisi, sevgimi keşfetti keşfedeli bırakmıyor peşimi...rengiyle hiç uyuşmayan ama yılışık hallerine çok iyi uyan 'sarman' koydum adını...

sarılıp sarılıp yatıyoruz valla! Msn Happy))
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
4 Ekim 2006       Mesaj #1617
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Bir zamanlar Tanrı'yı görmek isteyen küçük bir erkek çocuğu varmış.Tanrı'nın yaşadığı yerin çok uzak olduğunu biliyorumuş, bu nedenle çantasına bol miktarda kek ve altılı bir paket meyve suyu koyup yola çıkmış.

Evinden üç blok ötede yaşlı bir kadınla karşılaşmış. Kadın parkta oturmuş güvercinleri izliyormuş. Çocuk kadının yanına oturup çantasını açmış. Meyve sularından birini içmek üzereyken, kadının acıkmış olabileceğini düşünüp ona bir parça kek ikram etmiş. Kadın minettar biçimde keki almış ve çocuğa gülümsemiş. Gülümsemesi o kadar güzelmiş ki, çocuk onu bir daha görmek istemiş ve kadına bir de meyve suyu sunmuş. Kadın çocuğa tekrar gülümsemiş. Çocuk çok sevinmiş.

Bütün öğleden sonra orada oturup hiç konuşmadan yemiş, içmiş ve birbirlerine gülümsemişler.

Hava kararırken oğlan ne denli yorgun olduğunu farkedip kalkmış, daha birkaç adım gitmişken geri dönmüş ve koşup kadına sarılmış. Kadın da ona en güzel gülücüğünü göstermiş.

Çocuk evine dönüp kapıyı açmış ve içeri girmiş. Annesi oğlunun yüzündeki sevinç ifadesini görünce şaşırmış.

"Bugün seni bu kadar mutlu edecek ne yaptın?" diye sormuş.

Çocuk, "Tanrı'yla öğle yemeği yedim" yanıtını vermiş. Annesinin bir şey söylemesine fırsat vermeden eklemiş, "Biliyor musun? Kadının gülümsemesi hayatımda gördüğüm en güzel gülümsemeydi!"

Bu arada yaşlı kadın da neşe içinde eve dönmüş.

Oğlu, onun yüzündeki huzurlu ifade karşısında şaşkınlığını gizleyememiş. "Anne, bugün seni bu kadar mutlu edecek ne yaptın?" diye sormuş.

Kadın, "Parkta Tanrı'yla birlikte kek yedim" demiş. Oğlu cevap vermeye fırsat bulamadan da eklemiş. "Biliyor musun, düşündüğümden çok daha gençmiş."


Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
4 Ekim 2006       Mesaj #1618
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
IŞIK
Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi Adam dürüst ve dost canlısıydı,insanlar onu seviyorlardı. Ondan alış veriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.Adam kısa süre içinde bir dükkandan , Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir yarattı.

Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı.Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı..


Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi: içinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu haketiğine karar vermek için,her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız,ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızıla aldığınız şey hastane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.; Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.

Akşam geri döndüklerinde babaları sordu:

"Birinci, çocuğum, bir dolarla ne yaptın ?"

Çocuk cevap verdi "Arkadaşımın çiftliğine gittim,bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım.Sonra odadan dışarı çıktı ,saman balyalarını getirdi ,açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu.

Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.

Adam sordu: "Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın?."

Yorgancıya gittim .İki tane yastık aldım ." Bunu söyleyen çocuk ,yastıkları içeri getirdi ,açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.

"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın?." diye sordu adam .

Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim.Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim .Dolarımın 90 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım.Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım."

Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı. Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu.Oda samanla veya tüyle değil,bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu.

Baba memnundu "Çok iyi oğlum .Bu şirketin başına sen geçeceksin,çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi , ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel .
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Ekim 2006       Mesaj #1619
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bülbülün Güle Aşkı

Hergün geçtiği o yolda, sayısız güllerin bulunduğu bir de bahçe vardı bülbülün. Kiminle geçse o bahçenin yanından; yanındakiler güllerin büyüsüne kapılıp, güllerin ne kadar güzel olduğundan bahsederdi. O ise aldırış etmeden “Alt tarafı gül işte” der geçerdi bahçenin yanından. Güllere bakmazdı bile. Sevmek istemezdi gülleri. Solardı çünkü güller, terkederdi bir süre sonra. Ha! Bir de dikenleri vardı güllerin. Batırırlardı dikenlerini sevenlerine hiç acımadan.
Bir gün geçiyorken bülbül yine o bahçenin yanından yalnız başına, gayri ihtiyari dönüp baktı herkesin hayran kaldığı güllere. Evet sayısız gül vardı o bahçede ve güzel bir ahenk oluşturmuşlardı. “Sana ne” dedi kendi kendine. Sahip olamayacağı güzelliklerden uzak durmaya çalışırdı çünkü. Yüzünü çevirirken bülbül, gözüne bir gül takılıverdi. Onca gülün arasında duruyordu. Gözleri kilitlendi ona görür görmez, “Alt tarafı gül işte” diyemedi dili bu kez. Olduğu yerde durdu, bakakaldı. Korktuğu başına gelmişti. Elde edemeyeceklerinden uzak durması gerektiği aklına geliyor ama bunu kabullenemiyordu.
Neydi farklı olan? Ne vardı ki onda, bülbülü kendisine hayran bırakan? Benzese de hepsi birbirine, gözleri ve yüreği ile ayırabiliyordu onu diğerlerinden. Ama gözlerini ayıramıyordu bülbül, o gülden. O an “Kendine gel” dedi ve istemeye istemeye ayırdı gözlerini.
Gözlerine hükmetmişti ama kalbine hükmedemiyordu. Anlam veremiyordu bir türlü. Onca gülün arasından seçtiyse onu bir sebebi olmalıydı. Aşk bu muydu?
Gün boyu onu düşündü. Gece uyutmadı hasreti. Bir daha görememe korkusu büyüdü içinde. Daha fazla duramazdı görmeliydi onu bir kez daha. Yine o bahçenin kenarında uzaktan uzağa seyretti gülünü ertesi gün doyasıya.
Evet, onun gülüydü o artık. Bir başkasının olmasına tahammülü yoktu. Her gün o bahçeye gidiyordu, geceleri ise gülünü hayal ediyordu. Güzel hayalleri güzel planları vardı gülü için. Bir gün sevdiğini söyleyecekti gülüne, gülü de onu sevecekti. Mutlu olacaklardı elbet beraber oldukları sürece.
Zarar verebilecek herşeyden koruyordu gülünü. Küçücük vücudunun yettiğince yardım ediyordu gülüne. Susuz kalmaması için bulutlara, gülünü ayakta tutması için toprağa şarkılar söylüyordu hergün. Bulutla toprak yardım ettiler güle ellerinden geldiğince. Onlar da hayrandı çünkü bülbülün sesine. Bülbülün elinden gelen buydu; yardım edebilecek herkese şarkılar söylüyordu gülü için.
Derken zaman geçti; onsuz olamıyordu artık bülbül, bir an olsun ayrı kalamıyordu. Hasret acısı, sabır taşından ağır gelmeye başlamıştı bülbülün küçük yüreğine. Uzaktan sevmek yetmiyordu artık. Sarılmalıydı ona, en güzel şarkıları söylemeliydi gülüne.
Ama sevecek miydi gül onu. Sevgisine karşılık verecek miydi acaba. Çok sevse de, ortada bir gerçek vardı. Habersizdi gül bülbülden. Bülbül onu seviyor, her kötülükten koruyor, hatta yardım etmeleri için hergün, o güzel sesiyle dostlarına şarkılar söylüyordu. Ancak güllerin en güzeli bundan haberdar değildi henüz.
Tüm cesaretini toplayıp bir gün, gülünün yanına gitti sonunda bülbül. “Ona bu denli yakın olmak... Ne güzel bir duygu...” diye düşündü. Hayallerinden biri gerçek olmuştu. Tüm hayallerini gerçekleştirmek için ise artık konuşmalıydı onunla. Ve sözlerine başladı o güzel sesiyle. Aşkını itiraf etti en güzel kelimelerle. Sesi o kadar güzeldi ki, güllerin en güzeli kayıtsız kalamadı bülbülün aşkına. İlk kıvılcımın çakmasına sebep olmuştu bülbülün sesi. İlk kıvılcımdan sonra, bülbülün o büyük aşkı, sonsuza dek sürecek sevgisi, gülün de onu ölesiye sevmesini sağladı. Her gün buluşuyorlardı. Bülbül gece gündüz, zamanının tümünü gülüyle geçirmeye başlamıştı. İşte hayalleri gerçek olmuştu sonunda bülbülün.
Bu durum bülbülün sesine hayran dostlarını üzmeye başlamıştı. Artık onlara şarkı söylemiyordu bülbül. Ve bu durum kızdırdı bulut ile toprağı. Bize değer vermeyene biz hiç vermeyiz dediler. Kestiler güle yardımı. Suyunu kesti bulut, desteğini çekti toprak gülden.
Bülbül ise habersizdi tüm olanlardan. Farkında değildi dostlarının kendisine yüz çevirdiklerinden. Onun gözü gülünden başkasını görmüyordu. O kadar kördü ki artık, gülünün ihtiyacları olduğunu bile göremez olmuştu. Unutmuştu güllerin ömrünün kısa olduğunu. Unutmuştu, gülünün bu kadar uzun yaşamasının bulut ve toprağın sayesinde olduğunu.
Günler geçtikçe gül solmaya başladı. Bülbül anlam veremiyordu olanlara bir türlü. Gülü gözlerinin önünde soluyordu ve elinden birşey gelmiyordu. Unutmuştu güllerin solduğunu. Bu acıya hazırlamamıştı kendisini. Gülleri sevmemesinin nedenini unutmuştu. Aşkın gücü bunu unutmasını sağlamıştı.
Kısa süre sonra soldu gül. Bülbül gözü yaşlı, doyasıya sarıldı gülüne son bir kez sıkı sıkı. Ancak unutmuştu... Dikenleri vardı güllerin. Daha önceden gülleri sevmemesine neden olan dikenleri unutmuştu. Batıyordu bülbülün minik vücuduna gülünün dikenleri. Ama o aldırış etmiyordu bile. Küçücük vücudundan sızan kanların ne önemi vardı ki artık sevdiği yanında yokken. Ölüm korkutmuyordu onu. Hatta ölmek istiyordu. Etrafındakilerin yardım etmesine izin vermedi. Gülünün toprağa serilmiş cansız vücudunun yanına uzandı bülbül ve yavaş yavaş kapandı gözleri.
Hayatta karşısına çıkan güzellikleri ve aşkı yaşarken, bazı şeylerin ihmale gelmeyeceğini, sadece sevginin yetmediğini, özverinin de gerekli olduğunu anlamıştı artık bülbül son nefesini verirken. Ve her ne kadar bedelini hayatıyla ödeyecek olsada en ufak bir pişmanlık dahi duymuyordu bülbül. Bu aşk ona; sevgiliyi iyisiyle, kötüsüyle sevmesi gerektiğini öğretmişti. Dikene rağmen sevip kucaklamıştı gülünü.
İşte o günden sonra bülbül ile gülün aşkı dilden dile dolaşır oldu. Bu aşk ile gülün güzelliği bülbülün sesi efsaneleşti ve geriye iki cansız küçük beden ile insanların alması için birkaç ders bıraktı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Ekim 2006       Mesaj #1620
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SİGARAYI BIRAKTIM
Hafif sisli bir havada ve günesin apartmanlarin arasindan yeni yeni güne merhaba dedigi bir saatte, vapura dogru ilerleyen genç adam;
jeton gisesinde, yaklasik iki ay önce ayrildigi kiz arkadasini görür ve titrek bir"merhaba" ile konusmaya baslar.
Bu konusmalar vapurda da devam eder. Adamin; "Hava o kadar da soguk degil, disarida oturalim mi?"
sorusuna, kizin "Olur" cevabi vermesiyle birlikte vapurun en üst katina dogru yol alirlar.
Birkaç dakika havadan sudan muhabbetlerle geçtikten sonra, adam kiza bir sigara uzatir ve kendisine de bir tane alir.
Daha sonra, genç adam birden lafa girer: * Biliyorum, bu konulari daha önce hiç konusmadik ya da konusamadik diyeyim. Merak etme ama, "Neden ayrildik biz" sorusunu sormayacagim.
Sadece sana söylemek istedigim birkaç sey var, onlari konusmak istiyorum. Genç kiz; adama bakarak, "Evet seni dinliyorum, devam et" dedikten sonra adam,
konusmasina kaldigi yerden devam eder: ! Biliyor musun? Ayrildiktan sonra, seni sigaraya benzetmeye basladim.
Kiz, hiç tahmin etmedigi, alakasiz bir konuyla lafa girmesinin verdigi saskinlikla, "Ne?
Nasil yani?" der. Adam, önce kiza uzattigi sigarayi ve sonra kendi sigarasini, çantasindan çikardigi çakmak ile yaktiktan sonra:
Mesela bir tane sigara yakiyorum ve kül tablasina koyup izlemeye basliyorum.
Kül tablasina dökülen külleri gördükçe; anilarimiz aklima, her biri kül olup acilarima dönüsüyor sonra.
Arada bir elime aliyorum sigarayi ve içime çekiyorum seni. Kendimi zehirlemek için; daha çok, daha çok çekiyorum. Bazen de anilari silkiyorum kül tablasina.
"Sen zehiri" hosuma gidiyor, içimi acitiyor, vazgeçemiyorum; içime çekmeye devam ediyorum.
Agzimdan çikan her dumanda, ayrilirken bana biraktigin; son bakisinin silueti beliriyor. Her sigaranin oldugu gibi, senin de sonun yaklasiyor.
Ve ben yavas hareketlerle; ne zaman seni söndürmek için, elimi götürsem kül tablasina, aptalca bir umutla "N'olur yapma!! " diyecegin zamani bekliyorum.
Ama hiçbir zaman duyamiyorum sesini. "Ve iste bitirdim seni"
diyorum. Hayir hayir kendimi kandiriyorum galiba, "Seni böyle bitiremem" diyorum sonra. Ama bakiyorum kül tablasina; evet! Sen oradasin, evet! Anilar orada.
Ancak, elimde hala kokun var. Yikasam da, hiç çikmayacak bir koku. Anliyorum ki; bu sigarada, senin çok az bir kismini bitirmisim. Senden bagimsiz bir sen, hep içimde yasiyormus.
Ve anliyorum ki, sadece
sönüyorsun. Seni atesleyecek bir "Ben" bekliyorsun sabirla. O "Ben", çok da bekletmiyor seni. Bir daha yanmaya basliyorsun. Anilar acilar derken yine bitiyorsun.
Yeniden yaniyor ve bitiyorsun. Bu hep böyle devam ediyor; sonunda aliskanlik oluyorsun. Genç kiz anlatilanlari dinlerken; tarif edilmeyecek bir duygu yogunlugu içindeydi.
Bir yandan, birisinin bu kadar aci çekmesine üzüntü duyarken; diger yandan da, kendisinin hala unutulmamis olmasindan, haz aliyordu. Aslinda kendisi de unutamamisti genç adami.
Kendi istegiyle ayrilmisti ama; sevmedigi ya da artik bir seyler hissetmedigi için degil, en yakin kiz arkadasinin da, o insana karsi bir takim duygular besledigi için gerçeklesmisti
bu ayrilik. Bunu; ne erkek arkadasi, ne de en yakin arkadasi biliyordu. Erkek arkadasina, "Bu iliskide bir seyler eksik, ben daha fazla sürdüremeyecegim, ayrilmaliyiz."
diye bir mesaj atarken; kiza, "Ilgisiz bir sevgili olmaya
baslamisti günler geçtikçe; çok bunalmistim. Ve bir gün onu, baska biriyle sarmas dolas gördüm. Bu yüzden ayrildim." demisti.
Böylece, hem erkek arkadasindan, kendine göre, makul bir sebeple ayrilmis; hem de arkadasina, erkek arkadasini kötüleyerek, ondan sogumasini saglamisti.
Kendisinin çok aci çekecegini bile bile, arkadasini kaybetmemek için, böyle bir
yalanlar zincirine basvurmustu. Artik hayatini, bu yalanlara göre düzenlemeliydi. Bu yüzden; bu
karsilasmalarinda duygularini bir tarafa birakip, mantigi ile karar vermek zorundaydi. Geri dönüsü yoktu ve kiz da bunun farkindaydi.
Bütün ayrintilari, olasi bir karsilasma için düsünmüstü daha önceden. Adamin anlattiklarini dikkatlice dinliyor ve sözünü bitirmesini bekliyordu.
Ve adamla göz göze gelip, "Bitti, bu kadardi!" dermisçesine bakmasindan sonra, kiz konusmaya basladi: * Açikçasi bu söylediklerin, hiç beklemedigim seylerdi.
Benim, bu açiklamalarina bir yorum yapmami bekleme. Çünkü bunlar; senin kendi düsüncelerin. Her biten iliskiden sonra, yasanabilecek duygulardan bu anlattiklarin.
Sunu söyleyebilirim ama; yasadigimiz iliskide, elimden gelen fedakarligi gösterdigime inaniyorum. Seni hiçbir zaman suçlu görmedim, her sey benden kaynakliyordu.
Sonuç olarak, bir sekilde bu iliski yürümedi ve bitti. Bu kadar basit. * Bu kadar mi yani? * Evet... Genç adam sok olmustu. Belki, daha ilimli bir yaklasim bekliyordu kizdan.
Ancak, kesin ve kararli konusmustu kiz. Hiçbir umudun kalmadigina, kendini inandirmaya çalisiyordu. Vapur yanasmisti iskeleye. Tek bir kelime bile konusmadan vapurdan indiler.
Iskelenin sonunda; genç kiz, adama sarilarak "Hosçakal" dedi. Ancak adam, ayrilirken ne sarilmisti kiza, ne de bir kelime çikmisti agzindan.
Bir heykel gibi duruyordu kizin karsisinda. Kiz da, bir tepki gelmeyince; hizla oradan uzaklasmayi tercih etti. Arkalarina bile bakmadan
ayrildilar. Kiz, isyerine ulasti. Yerine oturduktan hemen sonra, cep telefonuna bir mesaj geldi. Mesaj, eski sevgilisindendi ve söyle yaziyordu:
"Hep bu karsilasmayi ve sana sigara hikayesini anlatacagim günü beklemistim. Ve o gün, gözlerimin içine bakip; söyleyeceklerine göre, hayatima bir yön çizecegime..."
Genç kiz, bu mesajdan hiçbir anlam çikaramamisti. Bu mesaji düsünürken; bir mesaj daha geldi: "... kendi kendime söz vermistim.
Bugün duyduklarim; beni hayal kirikligina ugratti ve ben kararimi verdim:"
"Sigarayi biraktim..."

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar