Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 188

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.712 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1871
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Günlük rutin işlerini yapmış ve bitirmişti beş dakika önce. Kalabalık kaldırımlarda yol alıyordu şimdi. Gözlerini çocuksu bir tavırla dikmişti yere ve öylece yürüyordu. Beyninin derinliklerinde Bob Marley konserini usulca devam ettiriyordu. Uzaktan, traji-komik biçimde sıradan bir çizgi roman karakterini andırıyordu tavırları. Ve tek bildiği canının sıkkın oluşuydu. Sıkıntısını taşların çizgilerine basmayarak gidermeye çalışıyordu belki.

Sponsorlu Bağlantılar
Ayakları parka doğru sürüklüyordu onu. Parka geldiğinde serin ve hafifçe esen rüzgara rağmen ayakkabılarını ve çoraplarını çıkardı usulca. Çimlerin üzerinde yürüyordu şimdi. Babasından öğrenmişti bu yöntemi altı yaşındayken. Babası ona ?Yeşili sevmeyenin kalbi yoktur? derdi hep. Hem rahatlardı bu şekilde canı sıkkın olduğunda hem de hatırlardı babasını. Yürürken ayağına çarptı bir şey. Eğildi ve baktı ne olduğuna. Bir zarftı bu. Bembeyazdı belki bir zamanlar. Şimdiyse çimenlerin yeşili ve tozlu ayak izleri bulaşmıştı üzerine. Üzerinde yoktu gönderenin adı. Sadece bir pul yapıştırılmıştı üzerine eğrice. Kısa bir adres vardı birde. ?Issızlık Parkı, her gün oturduğum yer? yazıyordu adres yerine. Tiz bir kahkaha attı ve meraklanmaya başladı. Eğildi ve oturdu nemli çimenlerin üzerine.

Usulca açtı zarfı, onu incitmek yada uyandırmak istemiyormuş gibi. Gözetleniyormuş hissine kapıldı ve utançla bakındı etrafına. Ama bulamadı onu gözetleyeni. Hemen kovdu böylece bu fikri kafasından. Bir sayfa saman kağıt çıktı zarftan. İğreti bir yazı vardı üzerinde. Sağ üst köşeye tarih atılmıştı yine bu iğreti yazıyla. Birden şaşırdı ve bir şeyler arıyormuş gibi etrafına bakındı. Yaklaşık bir sene önce yazılmıştı mektup. İmkansız geldi bu ona, sağlam kalmasına şaşırdı mektubun. Merakı iyice artmıştı şimdi. Bir isim aradı çabucak gözleriyle. Kağıdın sağ altında ?Sevgili Dostun,? yazılıydı sadece. Kağıdı arkasını çevirdi umutlanarak ama bomboştu. Okumaya başladı mektubu:

?Geçenlerde ne yaptım biliyor musun, tek sevdiğim, tek dostum? Bekledim seni yine aynı yerde. Seni böyle ölesiye seviyorken anlayamadım neden beni bu kalabalık dünyada tek başıma bıraktığını. Oysa her gün buluşurduk seninle hep bu yerde, bütün dünyaya ?bakın biz de yalnız değiliz? der gibi. İnsanlar geçerken bizim yanımızdan ilgiyle bakarlardı bu samimiyetimize. Bazıları ilgilenmeye çalışırdı seninle ama sen yüz vermezdin onlara, çevirirdin başını bütün asaletinle. Bir gün seni elimden alacaklarından korkardım...
Sensizken neler yaptım biliyor musun, tek dostum, tek sırdaşım? Her gün bekledim seni yine burada. Gelip o güzel şarkılarını söylemeni bekledim kulağıma. Oysa sen yoktun, belki de umurunda değildim artık. Belki göreceğim cesedindi belki de görecektim seni bir başkasının kolunda. Ama yüzleşmeliydim her ne olursa olsun seninle.
Bir sonbahar günü tanışmıştık seninle. Belki bunları da unuttun şimdi. Üşümüş ve açtın. Usulca sokulmuştu yanıma tam burada ve paylaştın bir sokak satıcısından aldığım simidin son kırıntılarını benimle. Sen şarkılarını söylüyordun hep kulağıma, ben sana yalnızlığımı anlatıyordum. Sen çok umursamazdın ilk zamanlar yalnızlığıma ama sonra sen de anlamış olacaksın ki randevulaşmadan, hava bültenlerinin yalanlarına aldırmadan her gün buluşuyorduk burada. Soğukmuş hava, kimin umurunda?
Ve o şarkıların sevgili dostum. Hiçbir zaman çözemedim manasını belki ama hep dinledim ilgiyle. Beni başka dünyalara götürüyor, bana yalnızlığımı unutturuyordu anlamsız notaları. Hiçbir radyo istasyonunda rastlayamıyorum o şarkılarına ama inan bana hep içimde notaları. Hatta söyleyip duruyorum bazen kendi kendime. Beceremiyorum ya...
Sen beni vedalaşmadan, tek kelime etmeden terk ettikten sonra hep başkalarını benzettim sana. Koştum yanlarına hep ama kaçtılar benden anlamsızca. Belki de yalnızlıktan uzaklaşmak korkutmuştu sendi. Karar vermiştin en sonunda sürekli yalnız kalmaya. Senin türündekilerin anlamsız sürülerine uymamandan belliydi zaten en sonunda böyle olacağı. Kendi yalnızlığına giderken beni de yalnız bırakmıştın, koparmıştın bir parçamı, kalbimi pençelerinle kavrayıp sıkmıştın günlerce.
Yalnızken neler yaptım biliyor musun, tek katilim, tek dostum? Düşündüm günler boyu seni burada beklerken. Sorguladım kendimi günlerce, yalnızlığımı sorguladım sen olmadığın zaman. Oysa sen bir anda gelsen değişecekti her şey, yine mutlu olacaktım, unutacaktım umutsuzluğumu. Belki de benim hatamdı yalnızlığım. Bir serçeye ?sana- verdiğim sevgiyi, verdiğim değeri verememiştim hiçbir insana hayatım boyunca. Belki bu yüzden soğudu insanlar benden. Bazen denedim insanların arasına karışmayı. Ama bildiklerinden daha fazla konuşmaktan başka bir şey yapmıyorlardı günler boyu. Bulamamıştım o sevgiyi onların içinde, bulamamıştım o şarkıları onların konuşmalarında, bulamamıştım o sessizliği ben konuştuğumda...
Bir gün bana döner misin tek dostum??

Yazılanları tekrar tekrar okudu. Her okuduğunda daha da şiddetlendi göz yaşları. Kucağına bıraktı mektubu. Öncekinden daha güçsüzdü şimdi bütün bedeni ve titriyordu omuzları. Avuçlarıyla kavradı ve sıktı çimenleri. Yağmur yağıyordu şimdi. Islak başını kaldırdı gökyüzüne. Daha fazla suya gereksinimi vardı şimdi. Babasının son sözleri çakıyordu başında: ?Hayata dair yazılan mektupların hepsi adreslerine ulaşır...?
feather

Cigdemcan - avatarı
Cigdemcan
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1872
Cigdemcan - avatarı
Ziyaretçi
Bulut ve Yıldız


Sponsorlu Bağlantılar
Bir zamanlar gökyüzünde birbirlerini gerçekten çok seven bir bulutla yıldız varmış...Bulut ,gökyüzünün en şeker, en pembe bulutu, yıldızsa; en parlak, umudu en çok yansıtan yıldızıymış...

Gökyüzündeki her varlık onların sevgisi kıskanırmış. Tatlı bir kıskançlıkmış tabii ki onların ki... Ama biri varmış ki, bulut ve yıldızın ayrılmalarını yürekten istiyormuş. Hem de yıldızın en yakın arkadaşı olmasına rağmen...

Bulut biraz safmış, kimseyi kıramazmış... Yıldızsa 'bulut' u için elinden gelen herşeyi yapabilir, herkese meydan okuyabilirmiş... Zaten onun için bir bulutu bir de çok sevdiği dostu peri varmış... Nereden bilebilirdi ki aklına, perinin bir gün bunların hepsini yıldızla bulutun ayrılmaları için kullanacağını?...

Bir gün nazar değmiş, buluyla yıldıza... Hiç yoktan bir sebepten tartışmışlar. Bulut, çekip gitmiş, hatalı olmasına rağmen...Yıldızsa "Nasılsa bulutum beni seviyor, dönecektir." diye düşünmüş. Fakat hiç bir şey beklediği gibi gitmemiş. Ve bulut dönmemiş...Kim bilir, belki de cesaret edememiştir dönmeye bilinmez. Ama tek bir gerçek vardı ki : O da ikisinin de çok üzgün olduklarıydı...

Gökyüzündeki iyilik melekleri bile ağlamışlar onların durumlarına ama ne fayda...

Ertesi gün yıldız olanları en yakın dostu periye anlatmış. Periyse göstermelik bir hüzne bürünmüş... Çünkü eline büyük bir fırsat geçmişti. Artık hayatı boyunca kıskandığı kişiye karşı kozları vardı elinde... O kişi, en yakın dostu yıldız olmasına rağmen kullanacaktı kozlarını... Hem de büyük bir zevkle...

Bulutun yanına gitti ve yıldızın artık onu sevmediğini söyledi. Bulutsa üzüldü, boynunu bıraktı, ama elinden hiç bir şey gelmeyeceğini düşündü... Çünkü yıldız inatçıydı...Bir kere olmaz dediyse, bir daha olur demezdi. Peri de bulutun bu üzgün durumundan yararlanıp, ona olan sevgisini itiraf etti... Bulut da kimseyi kıramadığı için perinin, yıldızın yerine geçmesine izin verdi...

Yıldız, günlerce bulutun dönmesini, ondan af dilemesini bekledi. Ama bulut gelmedi. Bir gün yıldız, bulutun yanına gidip, konuşmaya karar verdi. Gece yola çıktı...

Bulut, dostu, sandığı periyle birlikte ayda eleleydi... Melekler dayanamayıp, tüm olan biteni anlattılar yıldıza... Yıldız, çok üzüldü ve çaresiz döndü arkasına ve gitti... Ve yavaş yavaş sönmeye başladı.

O günden sonra yıldız söndü, ışık veremez oldu... Bulutsa artık ne o kadar pembe, ne de o kadar kadifeydi...

Yıldız, ilk zamanlar her şeyden vazgeçti, hayata küstü... Ama kolay pes etmedi...Kısa bir süre sonra hayatıyla ilgili o önemli kararı verdi...

O güne kadar hiç görmediği güneşin yanına gidecekti ve biraz daha ışık isteyecekti ondan... Çok geçmeden daha önce hiç görmediği güneşin yanına gitti... Ondan yansıtması için biraz daha ışık istedi... Güneş ışık yerine sevgisini verdi yıldıza...

O gün bu gündür yıldız, dünyaya güneşin sevgisini yansıtır... Bulutsa; hep gözyaşlarını akıtır dünyaya... Bir de yüreğinde kopan fırtınaları...

recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1873
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
HÜKMEDEN
Sessizlik taş duvarlar gibi çevrelemiş etrafımı, bulutların üzerindeki sarayımda yalnızlığa mahkumum ben. Hiçliğin, umutsuzluğun olduğu yerdeyim. Güneşin usulca süzüldüğü geniş pencerelerimden dışarısını izlerim.
Salonlarım sonsuzluğa uzanır benim, kara tahtıma oturur Dünya’yı yönetirim.
Efendiyim ben;
Kölelerin efendilerinin bile efendisiyim. Varoluşu ve yok oluşu tayin edenim. İstediğimi ödüllendiren, istediğimi cezalandıran kişiyim. Hiçliğin çölünde terk edilenlerin yoluna ışık olanım ben, aynı zamanda en güçlülerin bile üzerine gölge gibi çökenim. Benim gücümden öte bir güç yoktur krallığımın topraklarında, sadece ben hükmederim. Ben…ben…ben!
Azrail’im ben;
Ruhum cehennem ateşlerinde kavrulmuştur benim. Bedeninin derinliklerindeki ruhunu çekip çıkarabilen tek kişiyim. Ateşlere hükmedebilecek, yıldırımlara sözümü geçirebilecek kadar güçlüyüm ben. Başlangıcı tayin eder, son sözü de ben dile getiririm. Hayatın avucumun içindedir, sen bunun farkında olmasan bile.
Kaos Lorduyum ben;
Savaşları ben başlatır, ben bitiririm. Tek bir sözümle bilinen düzeni yok eder, bambaşka bir Dünya yaratırım. Ateş olup, imparatorluklar yıkanım ben. Zalimin gazabını, masumun üzerine salanım. Yerleri sarsanım ben, rüzgarlara hükmeden kişiyim. Fırtınayı istediğim yöne yönlendirir, kimin canını acıtmak istiyorsam onu hedef alırım. Düzenimi kılıçla, kalkanla, ve hükmettiklerimin kanıyla kurarım ben. Tüm zalimlerin efendisiyim…
Umudum ben;
Umutsuzların yoluna ışık olan kişiyim. Mucizeler yaratarak, karanlık bir gecede Güneş’in parlak ışıklarını yeryüzüne indirenim. Sonsuz mutlulukları insanlara tattıran kişiyim. Bazen duvarlarla çevrili bir odada tek “Çıkış” kapısıyımdır ben, bazen de “Çıkış” kapısını kilitleyenimdir. Zorlukların var olduğu yerlere, ışık tutanım ben. Yalnızların arkadaşı, önünü göremeyenlerin ise yoldaşıyım.
Karanlığım ben;
Yarattıklarımın hepsi korkar benden. Işığı yutar, insanları derin bir sonsuzluğun içine hapsederim, yollarındaki tüm ışıkların önüne geçer, onları bir hiçliğe sürüklerim. Yitip giden umutların efendisiyim. Kurbanımı ister affeder, ister katlederim. Ama izin vermedikçe pençelerimden kurtuluş yoktur benim. Güneş doğmaz benim bulunduğum yerde, her zaman geceyi taşırım kanatlarımda. Güzelliklerin yeşerdiği yerlerdeki felaketim ben, benim geçtiğim yere huzur asla uğramaz.
Başlangıcım ben;
Karanlık ve soğuk sarayımda yoktan varolanım ben, her şeyden önce varolan, ve sonsuza kadar hükmedecek olanım. Zamanı ben durdurur, istediğimde ise ben ilerletirim. Benimle varoldu her şey, hayat verenim ben, aynı zamanda hayat alan. Yeşillikleri solduran fakat yeri geldiğinde geceleri aydınlatan kişiyim. Herkesin saygı göstermesi, aynı zamanda da korkması gerekenim. Her şeyin başlangıcı olduğum gibi, her şeyin sonu da benim. “Son benim istediğim zaman gelir…”
Geçmişinim ben;
Aynı zamanda geleceğinim. Yaşamış olduğun ve yaşayacak olduğun her şeyi ben belirlerim. Dilediğimi alevlerin kucağına atar, dilediğimi göklerde ağırlarım. Kader benim parmaklarımın arasındadır. Hayat adını verdiğiniz bu yolculukta gideceğiniz yönü sadece ben tayin ederim. Kimisine cesaret bahşederim, kimisine zarafet…
“Hiç”im ben;
xxxxnda her şeyim. Kimisine göre tahtıma kurulmuş sonu bekleyen, kimisine göre her yerde her şeye hükmedebilen kişiyim. Sonsuzluğa açılır benim kapılarım. Uçsuz bucaksız çöllere, denizlere. Her şeyi gören ve her şeyi duyanım. Bilmecelerin arasındaki anahtarım, bazen de cevapların orasındaki tek problemim. Görebildiğin her şeyi yaratma iradesine sahip olan kişiyim ben. Ve bunları tek bir çırpıda yok edebilecek kişiyim…
Hükmedenim ben… “İtaat et”
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1874
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Camin kenarindaki kirintilari serçecik büyük bir hizla yemeye çalisiyordu, her lokmadan sonra da basini kaldirip ufacik kismetine ortak çikmasin diye ve ava giderken avci olmamak için sagina ve soluna bakiyordu.Sabahin ilk isiklarina küçük serçecikle merhaba diyordum. Az önce kesilen yagmudan dolayi sirilsiklam olmustu yemegini yerken sanki diger taraftan titrer gibiydi.Acimizasiz hayata karsi tek basina siper etmisti gövdesini, karaliydi yenilmeyecekti kolay kolay,azmin ve karaliligin simgesi gibiydi yaptiklari ilk basta farketmemistim ama tek ayaginin üzerine duruyordu, biraz yedikten sonra bir kaç ekmegi agzina aldi ve havalandi çok geçmeden tekrar geldi bir parça daha aldi tekrar havalandi ne yaptigini merak etmistim, balkona çiktim karsi evin çatisi ile bizim evin balkonu ayni hizadaydi çatinin kösesinde ufak bir delik vardi almis oldugu yiyecekleri oraya tasiyordu. Belliki bu hayatin zorluklarina yanliz kendisi için degil karsi koyusu, onu tek ayaklada olsa dik durmasini saglayan , yüregindeki tasimis oldugu sevgisiydi. Büyük ihtimalle evlat sevgisiydi bu onun güçlü olmasini saglayan. Biraz daha dikkatli baktigimda ufacik gagalari görür gibi olmustum.Nasil da annlerine ulasmaya çalisiyorlardi , onlari hayata baglayan bir kaç lokma için.Bu olayi bir kaç gün takip ettim her gün bir önceki günün fotokopisi gibiydi , o kara güne kadar. Minik serçe yuvasindan uzaklasmisti küçük serçeciklerin civiltilari disariya yansiyordu nasil oldugunu anlayamadan büyük bir karga yuvayi farketti ve bir anda yuvaya daldi ve küçük yavurlardan birini kaptigi gibi havalandi, ne oldugunu anlayamadan tekrar daldi ve diger yavruyu da kapti. Artik topal serçenin beslemek için ve büyütmek için hayatini ortaya koydugu yavrulari yoktu artik.Insanin hayaytina anlam katan degerle olmadigi zaman bosluklar baslar yasaminda, koca bir toplulugun içersinde yanlizligi yasar benliginin en ince noktasina kadar. Sanki günes on an batmistir bir daha dogmamak üzere ve sanki yildizsiz geceler yasayacaktir var oldugu sürece. Ve sanki tüm melodiler ve sarkilar agitlar üzerine kurulmus gibi hissesder insan kendini. Ben tüm bunlari düsünürken küçük serçe bir yuvanin önünde belirdi agzinda yine bir seyler vardi . Hizla yuvasina daldi ve ayni anda da disari çikti agzindakini çatiya biraktiktan sonra tekrar içeriye daldi, sanki çilgina dönmüstü küçük topal serçecik, civiltilarini duyuyordum, çilginlar gibiydi yerinde duramiyordu, bir alt katin balkonuna konuyorudu, ordan havalaniyor zemine iniyordu çilginlar gibiydi yaklasik iki saat ayni sekilde inisler ve çikislar yapmisti, son olarak çatiya ulastiginda artik kanatlarini çirpmaya hali kalmamisti, evet artik yavrulari yoktu artik. Kara karga kendi gibi minik serçeninde yüregini de karartmisti bir çirpida, kimbilir belkide minik serçenin yavrularinin küçük bedeni kara karganin yavrularinin hayata baglanmasi için gerekli olan yem olmustu. Peki böylemi olmaliydi ?

Insanlarda hayatlarini sürdürmek için de baskalarinin hayatlarini, sevgilerini ve onlarin ayakta durmasini saglayan degerlere zarar vermekmi zorunda ? Yada her insan bir yerlere gelmek için birilerini basamak yapmakmi zorunda? Kara Karga pekala da minik serçenin hayata baglanmasini saglayan ve onu ayakta tutan yavrularina dokunmadanda kendi yavrularina bakabilirdi. Ve pekala ki insanlar hayatta kalmak için ve bir yerlere gelmek için kendi becerilerini kullanabilirlerdi hayatin akisinda.

Yüregim sizlamisti küçük serçeye yarasina merhem olamazdim ama en azinda aç birakmayabilirdim. Balkondan karsi çatiya dogru ekmek kirintilari, bugday tanecikleri ne varsa atmaya çalisiyordum. Minik serçe tüm attiklarimi alip yuvaya tasiyordu ama yemiyordu, belliki bir umut besliyordu içinde belki evlatlari dönerdi kimbilir belki vicdansiz kara karga evlatlarini geri getirirdi, umutturki insani en zor anlarda bile hayata baglayan. Degilmidirki umut insanlara her zaman bir baslangiç oldugunu animsatan. Fakat küçük serçe tüm bunlardan uzakti , günler geçiyordu küçük serçe nin umutlari azaliyordu fakat benim attigim yemleri yemiyor yuvasina tasimaya devam ediyorudu. Aradan tam dört gün geçmisti sabah uyandigimda küçük serçe nin artik gücü bitmisti sirt üstü yatiyoru agzinda attigim son ekmek kirintilari vardi, belliki onlari yememisti ve yuvasina tasimaya çalismisti , hayatin zorluklarina karsi yüregine sevgi duymadan ve sevildigini bilmeden karsi gelmek zordu. Ve dayanamamisti küçük serçe, kara karganin yavrularinin hayati ve kara karganin mutlulugu minik serçenin hüznü üzerine kurulmustu. Bilinmelidirki su içinde bir inisli çikisli yollar olan, bir çok aci zorluklari barindiran hayatta her insan için yeni bir sans olmayabilir, bu nedenlede yakalanan tüm mutluluklarin baskalarinin hüznünün üzerine kurulmamasi dilegiyle
MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1875
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
Yüreğimde Saklasam


Sıcağımsın… Bitmezim, solmazımsın.. Sevgiye seninle başladık.. Bir koşudu benim için, sevgiyi tanıma koşusu.. Seninle çıktık bu koşuya, seninle tamamlamak isterim..

Sıcaklık deyince sen gelirsin yüreğime.. Sen gelirsin gecelerin arasından, soğukların arasından, yüreğim sıcacık olur.. Sen beni ısıtanımsın, yüreğimi sıpsıcacık eden..

Ellerimin arayıp da bulduğu bırakmak istemediğisin… Bedenimin yarısı, kolumun öteki kolusun.. Beni saran seven, sevgiyi öğretensin..

Sen olunca varsın karlar yağsın sokaklara her yan buz tutsun.. Sen olunca, uzaklar uzak olsun sen yakınsın ya… Zorluklar hep beni bulsun. Sen kolayımsın..

Sen gözüm kulağım aklım yüreğimsin… Tıp tıp eden kalbim.. Kalbimi her gün gençleştiren kanımsın.. Sen benim ilk ve tek sevdiğimsin..

Beni sevginle zenginleştiren, gözlerinle mutlu edensin..
Gözlerinde hüzün görsem hüzünlenirim, sözlerinde acı duysam kırılır, unufak olurum.. Yapışmaz yüreğimin parçaları kırılır da kırılır.. Kötü eser bir sonbahar yeli, yüreğimi üşütür..
Uzanan sıcacık elin beni umutlara götürür. Kırılan her bir parça yenilenir, kıranlar unutulur. Yeniden bir yolculuğa çıkılır senin her bir sözünle …

Bilmem sana “Umut” desem, “Can” desem, “Canım” desem, “Sevgi” desem, “Sevgilim” desem.. Ne desem az sana… Senin sevgine.. “Sıcağımsın” desem.. Isıt beni hep sevginle.
Yanımda ol… Koru kolla beni.. Sar beni tüm üzüntülere destek ol…
Yanı başımda ol… Her zamanki gibi sen ol..
Sevgim açık kollarım gibi… Seni bekliyor.. En güzel sözcükleri söylesem… “Gülücük” desem, “Güven” desem, “Huzur” desem “Güzellik” desem..Daha ne diyeyim Bi tanem “EŞİM” desem…

Hepsini desem seni tanımlasam.. Yüreğime katsam…… SAKLASAM…
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1876
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Köstekli saatin zincirini yakalayıp ani bir hareketle çekti. Saat dokuza yaklaşıyordu. “Şu sıralar gelir,” diye düşünürken bembeyaz saçlarını, sağ elinin parmaklarıyla geriye doğru taradı. Gür sakalları, bu seyrek saçlarla tam bir tezat oluşturuyordu.

İri burnu, çıkık elmacık kemikleriyle keskin yüz hatları vardı. Hafif çekik, mavi gözleri artık pek görmüyordu. Bu küçücük gözler, kahverengi, kalın çerçeveli gözlüğünü taktığında irileşiyordu.

Hafifçe kamburdu. Titreyen elleriyle bastonunu tutar, başını öne uzatarak ayaklarını yerde sürüye sürüye, yavaş adımlarla yürürdü.

Ömrünün kırk yılını paylaştığı hayat arkadaşını kaybettiği gün, iki davetsiz misafir kapısına dayanmıştı.

Biri özlem...

Diğeri yalnızlık...

İki sıkı dost olup, Afgan Dede’ nin yıllarını doldurdular.

Yetmiş yıllık hayatından yanına kalan; çileli ömrünün iziymişçesine duran alnındaki derin çizgiler; bir de bu ikisi: düşman bir yalnızlık, dinmeyen bir özlem...

Ruhunda yılların attığı derin çiziklerle;

Bir garip...

bir yalnız adamdı Afgan Dede.

O gün alışık olduğundan erken kalkmıştı. İçinde tarifsiz bir heyecan, balkona çıktı. Korkuluğa sıkıca tutunup, sokağa bakarken karşıdaki dört katlı binadan, telaşlı adımlarla çıkmakta olan Nesrin Hanım’ ın gülücüğüne içten olmayan bir karşılık verdi. Gözleri sokağın caddeye açıldığı çizgiye kilitlendi. “Birazdan gelir,” diye düşünüyordu ki mavi şapkasıyla, büyük çantasından tanıdı onu.

Mavi şapkalı adam, inadına yapar gibi, yavaş adımlarla kaldırımdan yürüyordu. Afgan Dede’ ye kalsa koşarak gelmeliydi...

“Koşarak, bir çırpıda gel... Kapımı çal artık...”

Yaşlı adam, ondan gözlerini ayırmadı. Yavaş adımlarla, kapısını çalmadan geçtiğinde “belki döner” diyerek bir süre ardından baktı.

Sonra hayal kırıklığıyla içeriye girdi.

Beş katlı apartmanların arasındaki, küçük bir ev ancak bu kadar aydınlık olabilirdi. Evin iç karartıcı, boğucu havası yetmezmiş gibi, bir de daha koltuğa oturur oturmaz onunla yüzyüze geldi. Odanın her yanında, acımasızca, "duvarlara bak, bomboşlar hala," diye çığlıklar atıyordu. En sonunda dayanamadı yaşlı adam, tehditkar bir edayla karşısındaki duvarı işaret ederek, "hepsini buraya asacağım. O zaman önce bu çığlıklarını kesecek sonra evimi terk edeceksin," dedi.

Baktığı her yerde onu görüyordu. Onun yüzündendi bu çökmüş hali, bu boş vermişliği... Dile kolay on yılı aşkın süredir hayatındaydı. Evinin her bir köşesindeydi, yaşamının her bir anında... Üstelik kendi varlığının verdiği acı yetmezmiş gibi, bir de bu küçücük evde “özlemi” büyütüyordu... Bir yandan kendisi çoğalıyor bir yandan da özlemi besliyordu.

Küçücük bir evde yaşadılar... hiç dost olamadılar. Yıllarca düşmanca gözlerle süzdüler birbirlerini.

Bir tek geceleri ayrıydılar. Afgan Dede, hava kararınca karanlığın koynuna sığınıyordu, uyuyordu; uyumaya çalışıyordu. Uykusunda ona dokunmuyordu, ne özlem ve ne de o...

Oysa gündüzleri evde vakit geçmiyordu. Hele de beklerken...

Hele de bugün.

Bastonunu alıp dışarıya çıktı, onu önüne katarak. Evin biraz ilerisindeki, parka kadar yanyana yürüdüler. Bir banka oturdular. Afgan Dede, etrafına bakındı ama görmedi kimseyi; ne sarmaş dolaş bir kızla erkeği ne kahkahalar atarak önünden geçen gençleri ne de bastonuyla zar zor yürüyen yaşlı kadını...

Yalnız o küçüğü fark etti. İki üç yaşlarındaki şirin kız çocuğu, bebeğinin saçlarını tarayarak yürüyordu. Arada bir dönüp, annesine bakıyor, onu görünce, gülümseyerek yoluna devam ediyordu. En son kucağına aldığında daha gülümsemeyi bile bilmeyen Goncası da böyle olmalıydı. Nasıl büyümüştü, nasıl tatlıydı kim bilir...

Yakında gülümseyecek evimin boş duvarlarında, diye düşündü. Çevresine bu defa görerek baktı; genciyle yaşlısıyla insanlar, banklar, ağaçlar ve bir de o. "Sen hiç bırakmayacak mısın peşimi?" dedi. Yanıt alamadı. "Belki bu akşam gelir," diyerek kalktı, "eğer gelirse, hiç görmeyecek seni gözlerim. Oniki yıl önce hayatıma girdiğin hızla çekip gideceksin... "

Eve döner dönmez telefona sarılıp Bahar' ı aradı. Halini hatırını bile sormadan, "kızım ne zaman yolladın? Gelmedi hala," dedi. Bahar, "Offf babacığım, bu sıralar çok yoğunum, unutmuşum. Ama bak söz yarın göndereceğim, iki gün sonra orada olur. Kusura bakma olur mu?" diye yanıt verdi.

"Önemli değil," diyerek telefonu kapattı Afgan Dede.

Bütün gece sessiz, hareketsiz oturdu.

Postacı, Goncasının iki yaşındaki fotoğraflarıyla dolu zarfı fırlatıp gözden kaybolurken de hareketsizdi.

Afgan Dede, bir daha uyanmamak üzere gözlerini kapattığında, on yılı aşkın zamandır yaşamına ortak ettiği, küçücük bir evde yıllarca dost olamadığı yalnızlığını ve onun büyüttüğü özlemi de yanında götürdü.

nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1877
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Bu sabah beni uyandirmadan ise gitti. Giyindigini duydum, ama kalkmadim. Kalkmak istemedim. Bir ara yataga egilip bir süre yüzümü seyretti. Solugunu hissettim. Uyumadigimi farketti saniyorum. Ama birsey demedi. Gözlerim kapaliydi, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktigini hissettim.

Günlerdir dogru dürüst birsey konusamiyoruz. Birbirimizden saklanarak yasiyoruz sanki. Oysa bir yil önce ne büyük bir hevesle baslamistik birbirimizi sevmeye... 5 aydir bende kaliyor. Günlük hayatin o basit, o bayagi ayrintilari sevgimizi acimasizca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan israrla kaçiyor. Ne zaman iliskimizin nereye gittigini konusmak istesem, ya konuyu degistiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor...

Kalktigimda mutfakta notunu gördüm:
Sevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandirmaya kiyamadim. Bu gece isyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yaziyordu...

Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir biçagin ucu kalbimde hafifce gezindi sanki... Ona karsi hoyrat davrandigimi hissettim bir an. Iliskimizin sürmesi için asil çirpinan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyaci vardi. Baska bir eve tasinacak gücü yoktu.

Aslinda ben de onu hayatimdan kolay kolay çikaramazdim. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum.Bu sevginin en gerekli kosullarindan biridir, bilirsiniz. Ama baska bir sevgiliyi, baska bir aski özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamiyordum, hem de çok yalnizdim. Ben ondan uzaklastikça, o da benden uzaklasiyordu. Uzaklastikça ruhumuz üsüyor, üsüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnizlasiyorduk...

Bütün gün onu düsünüp içtim. Baska hiçbir sey yapmadim. Aksam oldu. Sehrin isiklari yandi. Kalktim internetimin basina geçtim. Aslinda yaptigim büyük bir hataydi. Bu iliskiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karsi koyamadim. Ve internette onun sayfasina girdim... Sayfasinin ismi Ayazdaki Bir Yürek’ti. Fransiz yönetmen Claude Saute’nin bu filmini birlikte gözyaslari içinde seyretmistik... Filmin ismini günlerce sayiklayip durmustu. Benim de yüregim hep ayazdadir, diyordu. Sinema tutkunuydu. Para buldugunda çekmeyi düsündügü birsürü senaryosu vardi... Ama parasi hiç olmuyordu. Zamaninin daraldigini düsünüyor, yaptigi islerin onu asil yapmak istediklerinden uzaklastirdigini farkettikçe hirçinlasiyor, bu yüzden çalistigi yerlerde fazla barinamiyordu...

Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanittim ona... Dedim ya, yaptigim büyük bir hataydi diye...

"Sizi tanimak istiyorum.. Ben tiyatroyla ugrasiyorum. Adim Ümit. Arada sirada dublaj yaparim."

Adini söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne oldugunu sordu.

"Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanilmiyorsam bu bir filmin adi..."

"Evet, Claude Saute’nin filmi. Çok etkilenmistim. Siz seyrettiniz mi?.."

"Seyrettim. Ben de çok etkilenmistim. Sinemayla ilgilisiniz galiba."

Ilgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yaziyorum. En büyük idealim yazdigim senaryolari çekebilmek... Ama para meselesi iste...

"Su an ne is yapiyorsunuz?"

"Reklamcilikla ilgili bir dergide editörlük yapiyorum.Çok sikiliyorum ve atilmam an meselesi... Sizin isler nasil?"

"Pek iyi sayilmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavus iliskileri geçerlidir. Yoz, çürümüs bir dünya. Idealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada..."

"Desenize sinema dünyasindan pek bir farki yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman sans taninacak?"

"Isimiz çok zor. Ya kurallara uyacagiz, ya da kösemizde bekleyip hüzün biriktirecegiz..."

"Hayir, ben kösemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka birseyler yapmaliyim."

"Su an neredesiniz?"

"Lanet olasi isyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarin dergi baskiya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?"

"Ben evimdeyim. Ve canim hiçbir sey yapmak istemiyor."

"Yalniz misiniz?"

"Evet, yalnizim"

"Birlikte oldugunuz kimse yok mu?"

"Neden sordunuz?"

"Hiç iste, öylesine sordum."

"Hayatimda biri var. Ama su an evde degil. Peki siz, sizin hayatinizda biri var mi?"

"Evet, var..."

"Ne is yapiyor?"

"Yazar. Oldukça da taninmis bir yazar. Bir yili askindir beraberiz."

"Nerede yaziyor?"

"Nerede yazdigini söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitaplari da var. Peki, siz ne zamandir birliktesiniz?"

"Ne tesadüf bizim de iliskimiz bir yili asti. Ama yolunda gitmeyen seyler var. Tikandik. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yasiyoruz ne zamandir. Ayni evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayiz..."

"Bizim iliskimiz de pek farkli sayilmaz. Biz de tikandik. Ne zamandir yogunlasamiyor bana. Varsa yoksa yazilari ve okurlari. Bazen beni görmedigini bile düsünüyorum. Iliskimiz tikandikça kendini yaptigi ise daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklasiyor."

"Hayatinda baska biri olabilir mi?"

"Biri degil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama iliskiler biraz derinlesmeye, ciddilesmeye baslamaya görsün, hemen bitirir. Baglanmaktan çok korkar."

"Peki, nasil katlaniyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdim. Ayrilmayi düsünmüyor musunuz?"

"Çok düsündüm. Ama bu konuda biraz korkagim galiba. Bir de ona çok alistim. Yalnizca onunla uyuyabiliyorum."

"Sizin de hayatiniza baskalari giriyor mu?"

"Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konusuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakin arkadaslarimla bile bunlari rahat konusamiyorum..."

"Ama bana rahatça anlatiyorsunuz..."

"Bilmiyorum, belki sizi hiç tanimadigim için, bana bir yabanci oldugunuz için bu kadar rahatim sizinle... Hiç tanimadigi insanlara daha kolay anlatiyor insan kendisini... Peki, siz birlikte oldugunuz insanla herseyinizi konusabiliyor musunuz?.."

"Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanimadiklarima daha rahat anlatiyorum kendimi..."

"Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim..."

"Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim."

"Hayatimiz ne kadar yorucu degil mi? Belirsizlikler beni çok yipratiyor. Hersey net olsun isterdim. Hiç tanimadigim birine en gizli seylerimi anlatmak bana aci veriyor. Kendimden utaniyorum. Ama yine de yapiyorum. Ne kadar yalnizim demek ki, ne kadar susamisim birine kendimi anlatmaya... Sabah ise gelirken onu uyurken seyrettim. Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç basladigi gibi sürmez iliskiler..."

"Ask çok güzel birseydir, ama kisa ömürlüdür."

"Kisa ömürlü olduguna inanmiyorum. Askta hata aramayalim. Aslinda bizler benciliz. Sahip olduklarimizin degerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz. Ilk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdim bazen. Kis günü bütün pencereleri açardim. Yanimdayken bile özlerdim. Soluksuz kalip ölecegim sanirdim hep. Nereye dokunsam ona dokunmus gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördügünü hissederdim. Tanrim gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokundugum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokundugumda ona dokunmus gibi olurdum. Kanardi dokundugum heryerim, tipki onunla sevisirken kanadigi gibi... Ama son zamanlarda onu öptügümde bir boslugu öper gibiyim... Artik birbirimize tahammül etmek zorundayiz. Para biriktiriyorum, ayri bir eve çikmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacim var."

"O bunlari biliyor mu?"

"Biliyor, ama bunlari hiç konusmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanirim. Yalnizligi ve yazilariyla basbasa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüregiz biz simdi..."

"Soluksuz kalirdim, dediniz ya, aklima birsey geldi. Gazetelerden birinde yazmisti. Küçük bir çocuk karpuz yerken, çekirdeklerinden birini soluk borusuna kaçirmis. Aradan günler geçmis. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlaniyormus. Tikanmalari artinca doktora götürmüsler. Röntgen çekilmis ve soluk borusunda karpuz çekirdeginin kök yaptigi görülmüs... Solugunu tikayan buymus. Hemen ameliyata sokmuslar ve bu kökü söküp almislar. Çocuk rahat soluk almaya baslamis. Ama birkaç gün sonra ölmüs!.. Asktan sözedilince hep bu olay gelir aklima.(1) Asikken soluk almakta zorlaniriz, ama ask olmayinca, onu bizden aldiklarinda ölürüz. Ve kimse niye öldügümüzü anlamaz..."

"Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi. Bana ne yaptiniz böyle. Herseyi unutmaya çalisiyordum oysa. Bütün duygularim ayaklandi birden... Sizde anlayamadigim birsey var..."

"Nasil birsey?"

"Sanki sizi çok eskiden beri taniyormusum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çikmak duygusu uyandiriyorsunuz."

"Asik oldugumu hissettigim anlarda uzun bir yola çikmayi çok isterim.."

"En çok nereye mesela?.."

"Trabzon’daki Uzungöl’e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de aci veren, ama sefkatli bir korunaklilik içindesinizdir... Tipki ask gibi..."

"Inanmayacaksiniz belki ama, ben de orasini düsünmüstüm.Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakinliklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama su an sizi görmeyi ve yüzyüze tanismayi öyle çok istiyorum ki..."

"Farkinda misiniz, sabah oluyor?.."

"Evet, vaktin nasil geçtigini farketmemisim bile. Peki siz, siz benimle yüzyüze görüsmek istiyor musunuz?"

"Istemiyorum, desem yalan olur.. Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöl’e yola çikmak istiyorum.."

"Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mi geçiyorsunuz?"

"Hayir, hiç olmadigi kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuga hazir misiniz, sorun o..."

"Hazirim... Ben biraz deliyimdir.Siz benim deli yanimi bilmiyorsunuz daha..."

"Peki isiniz, asil önemlisi sevgiliniz..."

"Isimin cani cehenneme. Zaten bugün yarin çikartacaklardi. Onlar atmadan ben ayrilirim serefimle..."

"Peki sevgiliniz?.."

"Nasildi o dizeler: Can çekisen asklari vurmali / Vurmali ve siradan bir intihar süsü verilmeli... Akif Kurtulus’un dizeleri yanilmiyorsam.."

"Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim..."

"Nerede ve kaçta bulusuyoruz?"

"Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde, saat 12.00’de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz?"

"Onu arar, herseyi söylerim, o isi bana birakin. Hadi, simdilik hosçakalin..."

Ve birkaç dakika sonra telefonum ardarda kez çaldi. Açmadim tabii ki, telesekreter devreye girdi. Telesekreterin sesini iyice açtim. Konusmasi tedirgindi. Beni incitmekten korktugu belliydi: Canim, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandir sevgimiz bizi korumuyordu. Son günlerde ikimizde çok yalnizdik. Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çikiyorum. Beni merak etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararim. Hiç beklemedigin bir anda... Seni incittiysem bagisla.

Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazirlamaya koyuldum. Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çikacaktik. Birlikte ne zamandir çikmayi düsledigimiz, ama birtürlü çikamadigimiz o uzun yola...
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1878
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
HÜKMEDEN
Sessizlik taş duvarlar gibi çevrelemiş etrafımı, bulutların üzerindeki sarayımda yalnızlığa mahkumum ben. Hiçliğin, umutsuzluğun olduğu yerdeyim. Güneşin usulca süzüldüğü geniş pencerelerimden dışarısını izlerim.
Salonlarım sonsuzluğa uzanır benim, kara tahtıma oturur Dünya’yı yönetirim.
Efendiyim ben;
Kölelerin efendilerinin bile efendisiyim. Varoluşu ve yok oluşu tayin edenim. İstediğimi ödüllendiren, istediğimi cezalandıran kişiyim. Hiçliğin çölünde terk edilenlerin yoluna ışık olanım ben, aynı zamanda en güçlülerin bile üzerine gölge gibi çökenim. Benim gücümden öte bir güç yoktur krallığımın topraklarında, sadece ben hükmederim. Ben…ben…ben!
Azrail’im ben;
Ruhum cehennem ateşlerinde kavrulmuştur benim. Bedeninin derinliklerindeki ruhunu çekip çıkarabilen tek kişiyim. Ateşlere hükmedebilecek, yıldırımlara sözümü geçirebilecek kadar güçlüyüm ben. Başlangıcı tayin eder, son sözü de ben dile getiririm. Hayatın avucumun içindedir, sen bunun farkında olmasan bile.
Kaos Lorduyum ben;
Savaşları ben başlatır, ben bitiririm. Tek bir sözümle bilinen düzeni yok eder, bambaşka bir Dünya yaratırım. Ateş olup, imparatorluklar yıkanım ben. Zalimin gazabını, masumun üzerine salanım. Yerleri sarsanım ben, rüzgarlara hükmeden kişiyim. Fırtınayı istediğim yöne yönlendirir, kimin canını acıtmak istiyorsam onu hedef alırım. Düzenimi kılıçla, kalkanla, ve hükmettiklerimin kanıyla kurarım ben. Tüm zalimlerin efendisiyim…
Umudum ben;
Umutsuzların yoluna ışık olan kişiyim. Mucizeler yaratarak, karanlık bir gecede Güneş’in parlak ışıklarını yeryüzüne indirenim. Sonsuz mutlulukları insanlara tattıran kişiyim. Bazen duvarlarla çevrili bir odada tek “Çıkış” kapısıyımdır ben, bazen de “Çıkış” kapısını kilitleyenimdir. Zorlukların var olduğu yerlere, ışık tutanım ben. Yalnızların arkadaşı, önünü göremeyenlerin ise yoldaşıyım.
Karanlığım ben;
Yarattıklarımın hepsi korkar benden. Işığı yutar, insanları derin bir sonsuzluğun içine hapsederim, yollarındaki tüm ışıkların önüne geçer, onları bir hiçliğe sürüklerim. Yitip giden umutların efendisiyim. Kurbanımı ister affeder, ister katlederim. Ama izin vermedikçe pençelerimden kurtuluş yoktur benim. Güneş doğmaz benim bulunduğum yerde, her zaman geceyi taşırım kanatlarımda. Güzelliklerin yeşerdiği yerlerdeki felaketim ben, benim geçtiğim yere huzur asla uğramaz.
Başlangıcım ben;
Karanlık ve soğuk sarayımda yoktan varolanım ben, her şeyden önce varolan, ve sonsuza kadar hükmedecek olanım. Zamanı ben durdurur, istediğimde ise ben ilerletirim. Benimle varoldu her şey, hayat verenim ben, aynı zamanda hayat alan. Yeşillikleri solduran fakat yeri geldiğinde geceleri aydınlatan kişiyim. Herkesin saygı göstermesi, aynı zamanda da korkması gerekenim. Her şeyin başlangıcı olduğum gibi, her şeyin sonu da benim. “Son benim istediğim zaman gelir…”
Geçmişinim ben;
Aynı zamanda geleceğinim. Yaşamış olduğun ve yaşayacak olduğun her şeyi ben belirlerim. Dilediğimi alevlerin kucağına atar, dilediğimi göklerde ağırlarım. Kader benim parmaklarımın arasındadır. Hayat adını verdiğiniz bu yolculukta gideceğiniz yönü sadece ben tayin ederim. Kimisine cesaret bahşederim, kimisine zarafet…
“Hiç”im ben;
xxxxnda her şeyim. Kimisine göre tahtıma kurulmuş sonu bekleyen, kimisine göre her yerde her şeye hükmedebilen kişiyim. Sonsuzluğa açılır benim kapılarım. Uçsuz bucaksız çöllere, denizlere. Her şeyi gören ve her şeyi duyanım. Bilmecelerin arasındaki anahtarım, bazen de cevapların orasındaki tek problemim. Görebildiğin her şeyi yaratma iradesine sahip olan kişiyim ben. Ve bunları tek bir çırpıda yok edebilecek kişiyim…
Hükmedenim ben… “İtaat et”
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1879
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Köstekli Saat
yok Kapısı gıcırtıyla açılan kırık dökük ahşab bir evin, Rıza efendiden sonra kalan tek sakiniydi, Zerafet Hanım. İri siyah gözleri, çatık kaşları, çatlak dudakları ve buruşuk elleriyle seksenin bayırlarında belki de son hastalığını yaşıyordu. Kimsesizdi. Komşularından gelen sıcak bir tas çorbayla karnını doyuruyordu. Dul aylığıysa ancak ilaç paralarına yetiyordu. Oysa gençliğinde ne doktorlar ne mühendisler istemişti onu. Babası, çok güzel olduğu için zerafet ismini vermişti. Şimdi geriye ne zerafeti kaldı, ne de ona yardım edecek bir babası… Büyük oğlu, işçi olarak gittiği Almanya da, büyük bir şirketin yöneticileri arasında yer alıyordu. Vefasız ve acımasızdı. O koltuğa da bir çok insanın hakkını yiyerek geçmişti. Küçük oğlu ise Rıza efendi sağ iken , ikisini beraber huzurevine yerleştirmek istiyordu. Ama Zerafet Hanım bir çok yaşlı insan gibi yaşayamazdı orada. Onun derme çatma yapılmış, pencereleri naylonlu köşeleri örümcek ağı tutmuş baba yadigarı ahşap evi, gerçek huzuru ona fazlasıyla veriyordu. Donuk ve sabit bakışları, yılların yorgunluğuyla beraber günden güne artıyordu. Yalnızlığa alışmıştı Zerafet Hanım. Beyi Rıza Efendi onun yol arkadaşıydı. O da ölünce karamsarlık çökmüştü içine, oğullarının vefasızlığı, dağlıyordu kanayan yarasını. Önceleri bir umudu vardı yaşamdan. Kolay kolay pes etmez; savaşırdı karşısına çıkan tüm engellerle… Düşünüyordu Zerafet Hanım, hep düşünüyordu. Kimsesizliği düşünüyordu. Gözlerinden süzülen bir damla yaş, çizgiler dolu yüzünden sıyrılıp Rıza efendiyle beraber baş koyduğu yastıkta son bulmuştu. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Baş ucundaki siyah beyaz tozlu bir resim ve resmin yanındaki beyinin köstekli saati onun tek yaşama umuduydu.

İçi sıkılıyor, ruhu daralıyordu. Azrail’in soğuk nefesini ensesinde hissediyordu. Hava bozulmuş rüzgar ve hemen arkasından yağmur yağmaya başlamıştı. Penceredeki naylonun bir anda şişmesiyle çıkan gürültü onu korkutmuştu. Kapı, pencere ve çatıdan sızan yağmur damlaları evin içinde küçük bir göl oluşturmuştu. Soğuk rüzgarlar dolaşıyordu evin içinde… Üşüyordu. Battaniyesini çekmek istedi üzerine ama kımıldayacak dermanı yoktu. Ayakları çoktan buz tutmuş ölümün soğukluğu bir adım daha yaklaşmıştı Zerafet Hanıma. Donarak öleceği hiç aklına gelmezdi. Son bir hareketle baş ucundaki resme uzanmak istedi. Sadece başını çevirebilmişti. Ve öylece donakalmıştı. Kapı gıcırtısını duyamazdı artık, oğullarının vefasızlığına üzülemezdi. O şimdi mutluydu. Çünkü gözleri basık tavana değil de son kez köstekli saate ve onun yanındaki gelin damat resmine takılmıştı. Kapıdan içeri giren elinde bir tas çorbasıyla komşusuydu. O bilemezdi kimsesizliği… Bilemezdi o siyah beyaz resmin üzerindeki gülen yüzleri ve köstekli saatin taşıdığı değeri…

nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #1880
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
"Bebegimi görebilir miyim" dedi yeni anne.
Kucagina yumusak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeginin minik yüzünü görmek için kundagi açti ve saskinliktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebegini seyreden doktor hizla arkasini dondu ve camdan bakmaya basladi. Bebegin kulaklari yoktu...
Muayenelerde, bebegin duyma yetisinin etkilenmedigi, sadece görünüsü bozan bir kulak yoksunlugu oldugu anlasildi.
Aradan yillar geçti, çocuk büyüdü ve okula basladi. Bir gün okul dönüsü eve kosarak geldi ve kendisini annesinin kollarina atti.
Hiçkiriyordu... Bu onun yasadigi ilk büyük hayal kirikligiydi; aglayarak
"Büyük bir çocuk bana ucube dedi..."
Küçük çocuk bu kadersizligiyle büyüdü. Arkadaslari tarafindan seviliyordu ve oldukça da basarili bir ögrenciydi. Sinif baskani bile olabilirdi; eger insanlarin arasina karismis olsaydi. Annesi, her zaman ona
"Genç insanlarin arasina karsimalisin"
diyordu, ancak ayni zamanda yüreginde derin bir acima ve sefkat hissediyordu.

Delikanlinin babasi, aile doktoru ile oglunun sorunu ile ilgili görüstü;
"Hiçbir sey yapilamaz mi?" diye sordu.
Doktor
"Eger bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapilabilir" dedi.
Böylece genç bir adam için kulaklarini feda edecek birisi aranmaya baslandi. Iki yil geçti bir gün babasi
"Hastaneye gidiyorsun oglum, annen ve ben, sana kulaklarini verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sir" dedi.

Operasyon çok basarili geçti ve adeta yeni bir insan yaratildi. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatinda büyük basarilar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yillar geçti, bir gün babasina gidip sordu:
"Bilmek zorundayim, bana bu kadar iyilik yapan kisi kim? Ben o insan için hiçbir sey yapamadim..."
"Bir sey yapabilecegini sanmiyorum" dedi babasi.
"Fakat anlasma kesin, su anda ögrenemezsin, henüz degil..."

Bu derin sir yillar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açiga çikma zamani geldi... Hayatinin en karanlik günlerinden birinde, annesinin cenazesi basinda babasiyla birlikte bekliyordu. Babasi yavasça annesinin basina elini uzatti; kizil kahverengi saçlarini eliyle geriye dogru itti; annesinin kulaklari yoktu.
"Annen hiçbir zaman saçini kestirmek zorunda kalmadigi için çok mutlu oldu" diye fisildadi babasi.
"..ve hiç kimse, annenin daha az güzel oldugunu düsünmedi degil mi?"

Gerçek güzellik fiziksel görünüse bagli degildir, ancak kalptedir!


Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar