Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 178

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.171 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Ekim 2006       Mesaj #1771
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kızım defalarca telefon edip, "Anne, zamanları geçmeden gelip nergisleri görmelisin" demişti. Aslında gitmek istiyordum, ama Laguna'dan Arrowhead Gölü neredeyse iki saatlik araba mesafesindeydi. Biraz gönülsüzce, "Haftaya salı geleceğim" diye söz verdim. Çünkü bu üçüncü telefon edişiydi. Ertesi Salı yağmur ve soğukta birlikte geldi. Ama ne çare, söz vermiştim bir kere ve bu yüzden arabaya atlayıp gittim. Carolyn'in evine girip kızımı kucakladıktan ve torunlarımla hasret giderdikten sonra dedim ki; "Nergisleri boşver Carolyn! Yol sisten görünmüyor. Zaten şu anda seni ve çocukları o kadar çok özlemiş durumdayım ki bir metre daha araba kullanmayı düşünmüyorum!" Kızım sakince gülümsedi ve "Biz her zaman böyle havalarda araba kullanıyoruz" dedi. Bense "Hava açılmadan dünyada tekrar yola çımkmam. O zaman da doğru evime döneceğim" diye karalılığımı bildirdim. Carolyn, "Arabamı almak için beni garaja kadar götürebileceğini düşünmüştüm" deyince "Ne kadar mesafede?" diye sordum. "Sadece birkaç yüz metre ötede" dedi Carolyn. "Tamam o zaman, götürürüm. Nasılsa bu kadar yola alıştım" dedim. Yola çıktıktan birkaç dakika sonra "Nereye gidiyoruz biz? Bu yol garaj yolu değil!" diye sordum. Carolyn gülerek, "Garaja uzun yoldan gidiyoruz" dedi, "Nergislerin yolundan." "Carolyn!" dedim sert bir sesle, "Lütfen geri dön." " Tamam anne" dedi Carolyn, "İnan bana; bu fırsatı kaçırırsan kendini asla bağışlamazsın."

Sponsorlu Bağlantılar
Yirmi dakika kadar sonra küçük bir çakıl yola saptık ve ileride bir kilise gördüm. Kilisenin diğer ucunda elle yazılmış "Nergis Bahçesi" yazısı vardı. Arabadan çıkarak her birimiz bir çocuğun elinden tuttuk ve patikadan aşağı doğru yürüyen Carolyn'i takip etmeye başladım. Patika yolun dönemeç yaptığı yeri döner dönmez gördüklerim karşısında nefesim kesildi. Dünyanın en göz alıcı görüntüsü gözlerimin önünde uzanıyordu. Sanki birisi koca bir kazan dolusu altını alıp dağın zirvesinden aşağıya, yamaçlarına doğru boca etmişti. Çiçekler görkemli bir şekilde helezonlar halinde, koyu turuncu, beyaz, limon sarısı, somon pembesi, harda ve krem, rengarenk, adeta kurdelalar gibi ardarda dizilmişlerdi. Aynı renkteki çiçekler bir arada ekilmiş olduğundan, her biri kendi rengindeki bir ırmağı andırırcasına akıp gidiyordu. Beş dönüm çiçek vardı. "Fakat bütün bunları kim yaptı?" diye sordum Carolyn'e. "Sadece bir tek kadın" diye cevapladı. "Kendisi de burada yaşıyor, burası onun evi." Tüm o ihtişamın ortasındaki küçük ve mütevazi , iyi bakılmış, A şeklindeki bir evi gösterdi. Eve doğru yurüdük. Evin girişindeki bahçede bir tabela gördük "Cevaplayabildiğim kadarıyla soracaklarınızın yanıtları" yazıyordu tabelada. İlk yanıt basitti, "50.000 çiçek soğanı" diyordu. İkinci yanıt, "hepsi birer birer, bir kadın tarafından iki el, iki ayak ve birazcık akıl ile." Üçüncüsü, "1958'de başladı" idi. İste bu, "Nergis İlkesi" buydu. O an benim için hayatımı değiştirecek bir deneyim oldu. Hiç görmemiş olduğum bu kadıncağızı düşündüm, aşağı yukarı kırk yıl önce bu işe koyulan, her seferinde bir çiçek soğanı ekerek, görülmesi bile zor bir dağa göz zevkini ve neşesini getirmiş olan o kadını. Ama, her seferinde tek bir çiçek soğanı ekerek, yıllar boyu süren çabası sonucunda dünyayı değiştirebilmişti. Bu bilinmeyen kadın, içinde yaşadığı dünyayı ebediyen değiştirmişti. Tarifi zor bir büyülü ortam, güzellik ve ilham yaratmıştı.

Onun nergis bahçesinin öğrettiği ilke, en çok bilinen prensiplerden biriydi. Yani, amaçlarımıza ve arzularımıza doğru her seferinde bir adım atarak-daha çok küçük birer adım atarak-ulaşmayı öğrenmek. Bir iş yapmayı sevmesini öğrenmek ve zaman birikiminin nasıl kullanılacağını öğrenmek. Zamanın küçük parçalarını ufak günlük çabalarımızla çarpıttığımız zaman, kendimizin de muhteşem şeyler yapabileceğimizi görürüz. Biz de dünyayı değiştirebiliriz. Eşimizin işlerinin iyi olması halinde, daha güzel bir araba aldığımız zaman, güzel bir tatile çıkabilirsek, ya da emekli olursak, yaşantımızın eksiği kalmayacağını kendimize anlatır dururuz. Gerçek şudur ki, daha fazla mutlu olabilmemiz için içinde bulunduğumuz andan daha iyi bir zaman yoktur. Eğer şimdi mutlu olmayacaksak, ne zaman olacağız? Yaşadığınız her anı bir hazine gibi yaşayın, sizin için "zamanı birlikte yaşayacak kadar özel olan" kimselerle geçirdiğinizi düşünerek hazinenize daha sıkı sarılın... Ve unutmayın, zaman hiç kimseyi beklemez.

İşte bunun için beklemekten vazgeçin.
Evinizin ya da arabanızın ödemelerinin bitmesini...
Yeni bir ev veya araba alacağızı günü...
Çocuklarınızın evden ayrılacakları günü...
Tekrar okula dönmeyi, okuldan mezun olmayı...
On kilo vermeyi, ya da on kilo almayı...
Evlenmeyi, boşanmayı, çocuklarınızın doğmasını...
Emekli olmayı, yazın gelmesini...
Baharı, kışı, güzü, ölümünüzü beklemekten vazgeçin !
Mutlu olmak için şu andan daha uygun bir zaman yoktur.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Ekim 2006       Mesaj #1772
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KÜÇÜK ÇOCUK
Bir dondurma küpün çok daha ucuz olduğu günlerde, 10 yaşında bir erkek çocuğu bir otelin kafeteryasına girdi.
Sponsorlu Bağlantılar
Boş masaya oturdu. Kadın garson, çocuğun önünde bir bardak su koydu.
Çocuk sordu: Bir dondurma küp ne kadar?
Garson Elli sent dedi.
Çocuk elini cebinden çıkarıp parasını saydı. Peki ya bir porsiyon sadece dondurma ne kadar? diye sordu.
Kafeteryada masa bekleyen insanlar vardı ve garson sabırsızlanıyordu. Ters bir biçimde Otuz beş sent dedi.
Çocuk parasını tekrar saydı ve Ben bir porsiyon sade dondurma alayım dedi.
Garson dondurmayı getirdi, adisyonu masaya bıraktı ve gitti. Çocuk dondurmasını yedi, kasaya parasını ödedi ve kafeteryadan ayrıldı.
Garson geri gelip masayı silerken gördüklerine inanamadı.
Boş dondurma kasesinin yanında düzenli bir biçimde on beş sent vardı; bu, onun bahşişiydi
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
29 Ekim 2006       Mesaj #1773
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
UZAK
Bugün Farklı Bir Havadayım.Rüyamda Hayatımın Aşkını Gördüm...Kendisine Bir Türlü Açılamama Rağmen Kendisinden Cevap alamamama Rağmen Onu Çook seviyorum. Senin o Gözlerin Var ya Herşeyi Bitirdi Hani O Verdiğin Sözler... Bu Şarkı Beni 7 Bitirdi...Grup Koridor Sağolsun dinledikçe Kendimden Geçiyorum.... Hain bir gün kalkıp da onu özledim demiştim ya... işte o gün bugündür.Hayat Anlam taşıyor onu Rüyamda Görünce.Peki onu Gerçekten Görecek Olsam Ne Olur Acaba bana... Ayaklarım Birbirine dolanıyor Heryerde Onu Arıyor Gözlerim...İşte Gene Öyle Bir Gün.Kimi görsem o sanıyorum.Özlüyorum Sesini Duymasam da Kendisini...Artık Onsuz Yapamıyorum. Kendime de kızmıyor değilim hani...bana Bir Söz mü Verdi? ya da Umut mu? Verdiği Sadece Arkadaşça Sevigsiydi Ve bunu Kötüyew kullandım... Senin de Kalbin Kırdığım için özür dilerim. Sensiz Geçmiyor işte günler. Herşeyi birşeye bağlamak birşeyleri feda etmeye bağlıdır. Ben Hayatımı Sana Bağladım Hayatımı Feda Ediyorum Senin Uğruna... Birgün seni ne kadar Sevdiğimi anlayacaksın ama geç olacak. Hayat ne demektir diye sor bi kendine. Hayat Kendini Sevmektir.. Hayat Karşındakini Sevmektir... Ve Hayat Sevdiğinden kopmadan yaşamaktır... senin O Gözlerin Beni Kendimden Aldı... Seni Çooooooooooooooooooooook Seviyorum ve Özlüyorum...İstesem de Ulaşamıyorum... Sana Ulaşsam bile Seninle Yüzleşmek Korkutuyor beni..
Senin Gözlerinin içine Bakıp Seni seviyorum demek...xxxxnda bu Daha Çok Korkutuyor beni.Çükü Seninle Yüzleşince Sana Olan sevgimimn Biteceğini Düşünüyorum...
En iyisi Seninle Konuşmamak ve gözlerinle konuşmamak...Seni Herzaman Uzaktan İzleyeceğim ve Kesinlikle senin olmayacağım...

Şarkılar Yalan Söylüyor.Sana Olan Duygularımı Ne Güzel Sözler Ne Hikayeler Ne de Şiirler İfade Edebilir....
Sen Gönlümde Yaşadıkça Varsın Ve Sen Ulaşılmadıkça Güzelsin...
Ulaşılamaman Dileğiyle...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Ekim 2006       Mesaj #1774
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İğnelerin kapsüle dokunup mermiyi ateşlemesi gibi ateşliyordun günahların fişeğini..ama hep kendini yaraladığının farkında bile değildin..yaralı bir gemiye benziyordun..bulabileceğin tek ve küçücük bir rıhtıma yanaşmaya dahi razıydın..fakat her tarafın kokuşmuş sularla çevriliydi.. nereye gitsen etrafında kokuşmuş sular..!için
mikroplarla kaynıyordu..yaranı iyileştirmeyi düşünemez bir haldeydin..eğer ALLAH rıhtımı gösterip şifa vermezse yarın batmış olacaksın..
Altın kaplı bir yelpaze ruhumu serinletmeye başladı..lakin yetersiz..!cüretkar bir yangın bütün aleviyle bütün vücudumu sardı..kalbimin bilmediğim bir noktasında atomlar patlıyor..yakıp yıkan bir enerji açığa çıkıyor ve bir yangın halinde yayılıyor tüm
bedenime..atomları patlatan tetik ise;Sen.. ben artık bu aşkın yalnızlığa mahkum ettiği zavallı bir ırgatım..görebildiğim en son noktada sadece ayrılık var.. gözleriyle, acımasızlığıyla hayatımı süzen bir ayrılık..geriye değersiz bir tortu kalacak sonunda..derbeder bir tortu..! Bana şevkatli bir el lazım..zayıflığımdan dolayı şikayette
bulunmayacak,öğüt vermekte üretken bir el..!çünkü bu aşk anlaşılmadık bir içeriğe sahip.ve ben acemiyim.. sana böylesine hayran olmak,seni delicesine sevmek ve böylesine hissetmek..!
Bütün hayallerim seninle damgalandı.ama bir arzunun illete dönüşebilecek bir dürtüsü değil bu..! madde ötesi bir yakınlığın sımsıkı kavrayan parmakları.. ruhunu görebilseydim eğer ve dokunabilseydi ona..vuslatın en güzeli olurdu benim için..berrak bir ruhtan ibaretsin ve ben sana mahkumum..! halbuki anlatamadım..senden dünyevi hiç bir beklentim olmadığını ve sadece sana duyduğum sevginin büyüklüğünü ve saflığını öğrenmeni istedim..sence kötü mü yaptım..?

neydin sen?

bir rüzgar mıydın da şöyle bir esip geçtin..?yapraklarını döküp dallarını kırdın içimdeki sevgi çınarının..yüreğime ebediyet arzusunun çekirdeğini bıraktın..bedenim alev alev tutuştu
böylece..sonsuz hayat az ötede duran canlı varlık kadar yaklaştı ruhuma..

neydin sen?

bir ışık demeti miydin de RABBİM bu demeti çok güzel yarattığı nadide bir kalıp içinde sundu bana..? bir ayna mıydın? Gözlerimi kaybettim içinde ve şimdi ne seni ne de
kendimi görebiliyorum..!neden bir an pencerelerine varana kadar açtın bana gönlünü?sonra bir başka diliminde zamanın esrarlı bir havaya bürünüp kapılarını bile kapattın yüzüme..! yoksa mevcut değil miydin? kuru bir ısırgan dalı mı sarstı beni? Ebediyete yönelik sevgi ve hasrete susamış kalbim,aslında mevcut olmayan seni bu kuru ısırgan dalında hissedip de aşka mı geldi..? şimdiye değin yaşadıklarım,körebe oynayan bir romantizmin köpüklerimiydi..?

neydin sen?

gökten avuçlarıma düşen bir damla su mu?kalbimin yangını bütün hücrelerimi sarınca buharlaşıp kayboldun..sonu gelmeyen bir heyecan mıydın ki kendi ellerimle hazırladım sonunu..?yoksa bu zavallı gönlümle yıkılmaz bir kule olarak mı algıladım seni ve sen bir
kuştüyü olarak uçup kayboldun gökyüzünde..? bir şiirmiydin? içimi doldurdun gizemli mısralarınla,intizarınla..şimdi her mısra boşluğa asılıp kaldı,yapayalnız..
bir masal mıydın? Kuşların geceleyin ruhuma anlattığı bir efsane miydin,çağların
ötesinden kopup gelen..?yoksa bulutların kulağıma fısıldadığı bir nağme miydin? seninle farkına vardım içimin ücra köşelerinin..karanlıklar içinde bırakılmış onurumuzu kurtarmak için bilendim seninle..kıskacına sıkıştığım bir döngüyü,yüzeysel endişeler çemberini kırdım sayende.. sayende adımlarımı yeniledim..ince bir alev gibiydin ama o alev bir yığın dinamiti ateşleyecek güçteydi..

neredesin şimdi?

hangi tomurcukta?hangi iklim ve mekanda?bu günde mi,dünde misin? Hayalde mi düşte misin? her yere bakıp seni hatırlıyorum,yollara bakıp seni özlüyorum.. dünyamı saçlarının rengine bürüyüp kayıplara karışmasaydın,her şey bana acıyarak bakmayacak,yollar gözyaşıma şahit olmayacaktı..sana bir yabancı gibi uzaktan seslenmeyecek yüreğimde ağırlayacaktım seni.. bazen bir yağmur damlasısın,bir çiçek yaprağının,bir rüzgar perisinin bakışlarında buldum o mağrur,dimdik ve tavizsiz tavrını..sesin bazen ıssız bir köşede yankılandı.defalarca yılmadan dikkatle dinledim
seni..

fevkaladeydin..
biliyorum ki ne her sevgili Leyla'dır,ne de her yürek Mecnun'a aittir.. ah bir yeterince anlayabilseydin beni!!ne bir öyküden arta kalan duygu kırıntısı,ne de bir boşluktan sızan aldatıcı bir ışıktır sevgim..
Lakin anlayabilse de anlayamasan da sevgim böyle ve sürecek..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ekim 2006       Mesaj #1775
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nisan’dı. Üniversite’nin avlusunda, incir ağacının dibindeki banka oturmuş, zaman geçiriyordum.

Dalgındım.

İmkansız şey
Şiir yazmak
Aşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan Nisansa.

Nisan rüzgarıyla kulağıma dolan mısraları duyduğum ilk anda en sevdiğim şairin bahar gününe yakışan Nisan şiiriydi yalnızca beni etkileyen...

Ardından dalgın dalgın uzaklara bakan gözlerim bu ruhumu etkileyen sesin geldiği yönde, yakasından eteğinin ucuna değin düğme dizili elbiseli kızı gördü.
Çok mutluydum. Onun gülümsemesinin ardından gittim. O an yeryüzündeki en güzel gülümsemeye ve eteğinin ucuna değin düğme dizili bir elbiseye sahip olan yüzün peşinden sürükleniyordum, sanki.

Ona çok güzel olduğunu ve elbisenin çok yakıştığını söyleyemedim.
Adının “Nisan” olduğunu düşlediğimi, bugün doğum günüm olduğunu, pastaların en çikolatalısını sevdiğimi ve onunla birlikte, bu günü daha özel bir hale getirmek istediğimi de bilmiyordu.

Tüm bu bu düşüncelerimin, kelimeler halinde boğazıma dizilip kalmasına sebep; avuçlarımın arasına almak istediğim, o güzel ellerinde gördüğüm bir yüzüktü yalnızca.

Onu bir daha hiç görmedim. 20 yıl sonra yine bir bahar günü okulun bahçesine gidinceye değin.

Seneler sonra okulun bahçesindeki mezunlar gününe gittiğimde onu ilk gördüğüm günü hatırladım. Sonra bir koku hissettim. Salt burnumda değil tüm damarlarımda. Özlediğim ve çok gerilerde bıraktığım, incir ağaçlarının kokusuna karışan bir kadın kokusu…

İncir ağacının altındaki bank artık yoktu. Yakasından eteğinin ucuna kadar düğmeli elbiseli küçük kız dikkatimi çekti, hemen ağacın altında koşuşturan. Küçük kızın yanındaki ise oydu. Yanıma geldi eskiden olduğu gibi güzel gülümsemesiyle bana baktı yada ben öyle hayal ettim.

Elimi sıktı. Kızı elinden kurtulup bana doğru bir kaç adım attı. O küçük kızı bana tanıştırmak için söze başladığı anda, ben içimden seneler öncesinden bir isim tutmuştum.
O ise ilk kez duyduğum ve hep güzel olduğunu hayal ettiğim sesiyle, tanıştırayım;

- Kızım “Nisan” dedi.
feather
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ekim 2006       Mesaj #1776
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AZ KALDI

Çoğalırken ceplerimde hüzün adına birikmiş kelimeler, kendimi şehrin hangi yükseltisinden atabilirim diye aranırken bir sahil dinginliğinde buluyorum küçük bedenimi. Yazdan kalma tozlu bir şezlong, sanki denize girecekmiş gibi soyunmuş bir iskele ve üstünde nasıl düşülürü test eden ben… düşemedim gecelerden gündüze, uzandığım her ışığın gözkapakları devriliverdi üstüme… cambazlığımla ters yüz etsem de zamanı sıyırıp atamadım omzumdaki bekleyişlerin ağırlığını.ceplerimi boşaltıyorum. Sol omzumdaki melek fısıldıyor kulağıma “az kaldı”… evet diyorum meleğe az (k)aldı…
Sabrımın son nefesini çekip, gözlerimin feriyle söndürmüşken, son gücümü umut kapım kapanmasın diye katlayıp katlayıp menteşelere sıkıştırmışken ve artık cehennemden bozma bir zaman dilimine sürgün edildiğime tamamen ikna olmuşken bir melek fısıldıyor kulağıma “az kaldı”…. Evet diyorum meleğe az kaldı(m) ….
Azları topluyorum şimdilerde çok olabilmek için…..
Biliyorum “az kaldı”…..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ekim 2006       Mesaj #1777
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Birer birer gittiler yaşamımdan. Herbiri ayrı bir yaraydı , her biri ayrı bir yaşanmışlık, güzel ve çirkindiler, umutları, umutsuzlukları vardı, sevdaları vardı, en önemlisi insandılar , insan olmayı ve insanları seviyorlardı. Ben onları öylece seviyordum. Yanımdalarken kırıyordum onları, bazen küçük düşürüyordum , kendimi yükseltiyordum. Oysa paylaşılmışlıkların en güzelini yaşıyordum onlarla . Kurgu değildi bu, sıralı hayaller silsilesi değildi, kandı, etti , duyguydu tümüyle. Önceleri bebim için tutunacak birer daldılar, hiçliğimi eriten çokluğumdular , sonraları sevdamdılar .

Sabah...

Güneş penceremi tırmalıyordu artık. Ben geceden kalma mutluluklarınmı süzerek güne umutlu başlama kavgasındaydım . Yaşam sürecinin bir basamağını daha yılgın ve durağan atlamaya hazırlanıyordum. Geçmiş belleğimde dingin bir tutarlılıkla mıhlanıp kalmıştı. Bu yaşadığımız günlerin ne denli kepaze olduğunu mırıldanıyordum. İçimde acı tadı vardı ayrılıkların, yalnızlıkların .Boşluğu kucaklayan kollarımda yorgunluk ve yitikliği aynı anda yaşıyordum .Geleceği bilmiyordum ve bu beni yaralamıyor aksine kamçılıyordu . Dört elle olmasa da yaşama bağlanmamı sağlıyordu . İleriye dönük planlar yapmıyordum , dilidmde hep aynı dizeyi gezdiriyordum ; "Que sera sera" . Hoşuma gidiyordu bu. Ama kadercilik değildi benimkisi , sadece hoşuma gidiyordu. Çünkü bir bakıma doğruydu , olacak olan olurdu ve bu yabancı dildeki karşılığı içimi ısıtıyordu.

Dünü artık unutup beynimin ücra bir köşesine itmenin zamanı gelmişti. Bana yararı yoktu hatırlamanın . Unutmak ; o ne büyük bahtiyarlıktı. Ve çoğu insan kendini irdelemek yerine bu büyük zenaati kullanarak mutluluğa erişiyordu. Ama benim için yine de eşidi yaşamamaktı.

Evden çıktığımda kör bir vaktiydi sabahın ve körlük sanki tüm şehri sarmışcasına insanlar da yitik bir şeylercesine ararcasına , kör topal ilerilyorlardı caddelerde, birtaz sonra her biri işyerlerine, okullarına varacak ve akşama kadar yaşama ara vereceklerdi. Çünkü yazarın dediği gibi yaşam gecenin konusuydu, tek kalmanın ve içkinliğin konusuydu , gündüzün ve hengameli bir kalabalığın değil . Bu bir anlamda rahatlatıyordu insanları, işteyken sayılar ya da dosyalarla uğraşıyor , kimisi yük taşıyor, kimisi araba sürüyor ve akşama evlerine döndüklerinde rahat bir yorgunlukla uykuya dalıyorlardı ve bu ebedi istirahat provalarını habersizce yaptıktan sonra kendilerini ertesi güne aktarıyorlardı. Ben de bu yığınsal kalabalığa katılarak hızla yolumu eritmeye başladım. Kafamı hiçbir şey üstünde yoğunlaştıramıyor , sadece yürümekle yetiniyordum . Belki de bu benim mola verişimdi . Anlamsız bir rahatlıkla öylece ilerliyordum her sabah ve hergün yaptığım gibi işle ilgili ve birbiriyle ilintisiz bir sürü şeyi kafamdan hızla geçirirp sonuçta hiçbir yere varamamanın huzurunu yaşıyordum.

Mola...

İşe geldim artık. Rutin selamlaşmalardan sonra masama oturdum. Birkaç kişi gelip bir şeyler analttılar . Boş bir anlayışlılıkla suratlarına baktım . Ne anlattıklarını biliyordum , dinlemem de gerekmiyordu aslında ama büyük bir dikkatle dinliyormuş gibi yapıyordum . Hepsi dinlenilmiş olmanın ve onaylanmanın sevinciyle ayrıldılar yanımdan , ne büyük huzurdu onaylanmak. Dosyanı çıkardım , birşeyler yazdım , rutin , sıradan hep yazılagelen şeyler .Ezberlenmiş roller gibi rahatça akıyorlardı kağıda . Değişik olaylar olmasını bekliyordum . Ufak bir renkti aradığım. Ama yaşantımız ömylesine tek renk hale gelmişti ki o renk dışındaki rtenklere şüpheyle bakmaya da alışmıştık . Siyahın bile tek tonu vardı bizim için , versiyonları değil sadece kendisi ilgilendiriyordu bizi.

Bu karmaşa içerisinde daha fazla renge tahammülümüz kalmamaıştı sanki. Zaten varolan o tek renk bile yeterince korkutuyordu bizi . Daha büyük korkulara katlanamazdık , yaşantımızı diğer renklerle kirletemezdik . oysa yıllar sonra kirlenmenin güzel olduğuna dair reklamlar yapılacaktı .

Etrafımı boş gözlerle süzdüm . Bir arkadaşla göz göze geldik . Yine aynı sevimil bakşlar ve baş eğmeler . Ne kadar tanıdık bir yaşamdı bu , bana aitmiş gibi . Cidden benim miydi bu yaşam ? Telefon çaldı . Bir ses evecenlikle "Doktora gidiyorum , eve geç kalacağım" dedi. Tamam bile demedim , gereksizdi çünkü . Yemek vaktine kadar öylece oturdum , birkaç imza attım , birkaç demlik çay içtim , sigaramı hiç ettim onunla birlikte . Ne iyi ....

Yemekten dönünce gazete okudum . Kuponaları seyrettim . Kesmek külfet ama seyretmesi zor değil . Keşke "Kuzate" diye bir gazete çıksa ve ben kuponları öylece seyretsem . Ne haber , ne köşe yazısı , ne salya sümük duygu pazarlayıcıları, hiçbiri, bu tek renk hayatımızı kirletmese. Ama ben bunlarla avunabilecek miyim? Mutlu olmam şart mı? Gazeteleri karıştırdım. Kışırtısı beynimi zonklatıyor. Devam ettim , bir ara telefon çaldı. Sonra "Sizi arıyorlar" dediler. Büyük bir üşengeçlikle yarimdemn kalktım . Ses tanıdık ve sadece bir cümle "Gidiyorum"...

Öğle vakti...

Telaşla kapattım telefonu. Rengim değişmişti. Hızla çıktım işyerinden . Koşasım geldi ama yapamadım , çok istedim ama adımlarım ihanet etti bana . ( Kış , rüzgar her şeyi itekliyor. Yolda iki kişi öylece yürüyordu rüzgara aldırmadan. Üşüyorlardı ama elleri ceplerinde değil . Dar bir yola sapıp dik bir yokuşa çıktılar. Sonra bir koruluk . Şaraplarını çıkarıp sessiz çığlıklarla yudumladılar. Yanlarından birkaç kişi geçti , bakıp gülümseyerek. Sonra şişeleri bitiyor ve birisi yuvarlana yuvarlana , diğeri onu kaldırmaya uğraşarak ilerliyorlar. Sonra keskin bir soğuk , uzun bir yürüyüş ve sahne sona eriyor.)

Aklımdan hep paylaşımlarımız geçti. İnatla itekliyorum onları ama gitmediler. Gitmelerini istemiyordum aslında . Bağırıyorum , duymuyorlar , yıtıyorum kaldırımları karşıma dikiliyorlar , ağlıyordum. İskeleye geldim şimdi , etrafı kolaçan ederek. Gideceğim yolu bulunca hizla ilerledim. Orada , ileirde duruyordu . Sırtı bana dönük . Adınlarımı ağırlaştırdı. , bu süreyi uzatır diye. Yavaşça yaklaşıp sırtına dokundum . Donuk gözlerle baktı. Susutuk. Yırtıcı ve korkunç bir sessizlikti bu. Sokak boyunca ilerledik , durdu.

"Sana söylenecek çok şey yok dostum. Gidiyorum , çünkü bu aklayacak beni. Gidiyorum , çünkü kalırsam yoklaşacağım . Ağlamayacağım , göz yaşlarımı harcamayacağım. Son anımız salyalı sümüklü olsun istemiyorum . Biliyorsun gönlümüzde acılara daha çok yer var. İleride ellerimiz yine kavuşacak , kuvvetle sarılacağız birbirimize . O güne değin ağlamak yok , sevinçten ağlayana kadar ağlamak yok , dostum , gidiyorum." dedi .

Birşey söyleyemedim , boğazımdaki çığlık taşamadı dışarı. "Öyledir , dost , öyledir." dedim. Kucaklaştık ve yönlerimiz ayrıldı , belki sonsuza dek . Ama bu incitmedi bizi . Kırgınlığımızı ve haykırışlarımızı kalbimize gömdük . Ağlamadık , çünkü ağlamak yaralayacaktı bizi. Güldük ve isyanla boyun eğdik , güpegündüz.

İlk değil , son da ....

Artık kayboldu gözden ve ben yıllar sonra ilk kez gözlerimden akan yaşaş şaşarak ve aydınlığımızı elimde güneşe eş tutuarak işimin yolunu tuttum . O gitti ve güçlüler hep terk edenlerdir sözü geldi aklıma , güldüm.

Akşam...

Körpe mutlulukları daha başta yitirmenin ve umutlarımızı kararsız sabahlara ötelemeninne denli zor olduğunu ikimiz de biliyorduk artık . Devinen bir korkaklık içinde uykulu bir sanal yaşamın kıpırdanışlarını içimize akıttık. Dün günlerin en güzeli gibi görünse de henüz yaşamadıklarımızın da mutluluklara gebe olduğunu umuyorduk. Ama kendi dünyalarımızda bunu ne denli gerçekleyebileceğimizden habersisizdik. Ve bilmek işime gelmiyordu.

İkimizin de içimize sığmayan dünyalarımızı ortada bir yerelerde buluşturmayı umuyorduk . Bir bağlamda başarmıştık da bunu . Ama yine de olamamıştı . İki ayrı insandık , iki ayrı dünya . Düşlerimiz ve sevdalarımız vardı birbirine teğet , o özgürlüğü seçti ben sadece ipimi uzattım , fark buradaydı. Hayat bir sonraki ayrılığa kadar yeni bir yara açmıştı kalbimde ve zaman buna çare olacaktı , umut ediyordum.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Ekim 2006       Mesaj #1778
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İğnelerin kapsüle dokunup mermiyi ateşlemesi gibi ateşliyordun
günahların fişeğini..ama hep kendini yaraladığının farkında bile
değildin..yaralı bir gemiye benziyordun..bulabileceğin tek ve küçücük
bir rıhtıma yanaşmaya dahi razıydın..fakat her tarafın kokuşmuş
sularla çevriliydi..nereya gitsen etrafında kokuşmuş sular..!için
mikroplarla kaynıyordu..yaranı iyileştirmeyi düşünemez bir
haldeydin..eğer ALLAH rıhtımı gösterip şifa vermezse yarın batmış
olacaksın..
Altın kaplı bir yelpaze ruhumu serinletmeye başladı..lakin
yetersiz..!cüretkar bir yangın bütün aleviyle bütün vücudumu
sardı..kalbimin bilmediğim bir noktasında atomlar patlıyor..yakıp
yıkan bir enerji açığa çıkıyor ve bir yangın halinde yayılıyor tüm
bedenime..atomları patlatan tetik ise;Sen..
ben artık bu aşkın yanlızlığa mahküm ettiği zavallı bir
ırgatım..görebildiğim en son noktada sadece ayrılık
var..gözleriyle,acımasızlığıyla hayatımı süzen bir ayrılık..geriye
değersiz bir tortu kalacak sonunda..derbeder bir tortu..!
bana şevkatli bir el lazım..zayıflığımdan dolayı şikayette
bulunmayacak,öğüt vermekte üretken bir el..!çünkü bu aşk anlaşılmadık
bir içeriğe sahip.ve ben acemiyim..
sana böylesine hayran olmak,seni delicesine sevmek ve böylesine
hissetmek..!
bütün hayallerim seninle damgalandı.ama bir arzunun illete
dönüşebilecek bir dürtüsü değil bu..!
madde ötesi bir yakınlığın sımsıkı kavrayan parmakları..
ruhunu görebilseydim eğer ve dokunabilseydi ona..vuslatın en güzeli
olurdu benim için..berrak bir ruhtan ibaretsin ve ben sana mahkumum!
halbuki anlatamadım..senden dünyevi hiç bir beklentim olmadığını ve
sadece sana duyduğum sevginin büyüklüğünü ve saflığını öğrenmeni
istedim..sence kötü mü yaptım..?

neydin sen?

bir rüzgarmıydın da şöyle bir esip geçtin..?yapraklarını döküp
dallarını kırdın içimdeki sevgi çınarının..yüreğime ebediyyet
arzusunun çekirdeğini bıraktın..bedenim alev alev tutuştu
böylece..sonsuz hayat az ötede duran canlı varlık kadar yaklaştı
ruhuma..

neydin sen?

bir ışık demetimiydin de RABBİM bu demeti çok güzel yarattığı nadide
bir kalıp içinde sundu bana..?
bir aynamıydın?gözlerimi kaybettim içinde ve şimdi ne seni ne de
kendimi görebiliyorum..!neden bir an pencerelerine varana kadar açtın
bana gönlünü?sonra bir başka diliminde zamanın esrarlı bir havaya
bürünüp kapılarını bile kapattın yüzüme..!
yoksa mevcut değilmiydin?kuru bir ısırgan dalı mı sarstı beni?
ebediyyete yönelik sevgi ve hasrete susamış kalbim,aslında mevcut
olmayan seni bu kuru ısırgan dalında hissedip de aşka mı geldi..?
şimdiye değin yaşadıklarım,körebe oynayan bir romantizmin
köpüklerimiydi..?

neydin sen?

gökten avuçlarıma düşen bir damla su mu?kalbimin yangını bütün
hücrelerimi sarınca buharlaşıp kayboldun..sonu gelmeyen bir
heyecanmıydın ki kendi ellerimle hazırladım sonunu..?yoksa bu zavallı
gönlümle yıkılmaz bir kule olarak mı algıladım seni ve sen bir
kuştüyü olarak uçup kayboldun gökyüzünde..?
bir şiirmiydin?
içimi doldurdun gizemli mısralarınla,intizarınla..şimdi her mısra
boşluğa asılıp kaldı,yapayanlız..
bir masalmıydın?
kuşların geceleyin ruhuma anlattığı bir efsanemiydin,çağların
ötesinden kopup gelen..?yoksa bulutların kulağıma fısıldadığı bir
nağme miydin?
seninle farkına vardım içimin ücra köşelerinin..karanlıklar içinde
bırakılmış onurumuzu kurtarmak için bilendim seninle..kıskacına
sıkıştığım bir döngüyü,yüzeysel endişeler çemberini kırdım sayende..
sayende adımlarımı yeniledim..ince bir alev gibiydin ama o alev bir
yığın dinamiti ateşleyecek güçteydi..

neredesin şimdi?

hangi tomurcukta?hangi iklim ve mekanda?bu günde
mi,dündemisin?hayalde mi düştemisin?her yere bakıp seni
hatırlıyorum,yollara bakıp seni özlüyorum..
dünyamı saçlarının rengine bürüyüp kayıplara karışmasaydın,her şey
bana acıyarak bakmayacak,yollar gözyaşıma şahit olmayacaktı..sana bir yabancı gibi uzaktan seslenmeyecek yüreğimde ağırlayacaktım seni..
bazen bir yağmur damlasısın,bir çiçek yaprağının,bir rüzgar perisinin
bakışlarında buldum o mağrur,dimdik ve tavizsiz tavrını..sesin bazen
ıssız bir köşede yankılandı.defalarca yılmadan dikkatle dinledim
seni..
fevkaladeydin..
biliyorumki ne her sevgili Leyla'dır,ne de her yürek Mecnun'a aittir..
ah bir yeterince anlayabilseydin beni!!ne bir öyküden arta kalan
duygu kırıntısı,ne de bir boşluktan sızan aldatıcı bir ışıktır
sevgim..
lakin anlayabilse de anlayamasan da sevgim böyle ve sürecek..
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
30 Ekim 2006       Mesaj #1779
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi

YAŞAMAK, SEVMEK ve ÖĞRENMEK
Öğretmenin adı bayan Thompson'du ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde,
sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.
Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, bayan Thompson, Teddy'i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü ve Teddy mutsuz da olabilirdi.
Çalıştığı okulda bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Teddy'nin bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni: "Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu... Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu..." diye yazmıştı.

İkinci sınıf öğretmeni:
"Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor.." diyordu.

Üçüncü sınıf öğretmeni:
"Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer bir şeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.

Dördüncü sınıf öğretmenine gelince:
"Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor." demişti. Şimdi bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelelerle paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Teddy'nin armağanı
kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi.
Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış, birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı.

O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek; "Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz" dedi.
Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vaz geçerek onları eğitmeye başladı. Teddy'ye özel bir ilgi gösterdi. Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek, Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu.

Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.
Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu. Teddy'dendi. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti. Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve bayan Thompson'un halâ hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu. Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı Teddy'den. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve bayan Thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi. Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ bayan Thompson onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.
Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu.
Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru.

İlkbaharda bir mektup daha aldı bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü, bayan Thompson'un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi.
Bayan Thompson törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Teddy'nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.
Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy, onun kulağına "Bana inandığınız için çok teşekkürler bayan Thompson, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de..." diye fısıldadı.
Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi: "Yanılıyorsun Teddy... Ben değil, sen bana öğrettin.
Seninle karşılaşıncaya kadar ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!!
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Ekim 2006       Mesaj #1780
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sana hiçbir şey söylemek istemiyorum. Bütün sözcükler yetersiz.. Hiçbir şey yazmak istemiyorum. Engin denizlerde kulaç attığım, üstüme gökkuşağını kuşandığım bu aşk yalanmış. Şimdi karanlık sularda boğuluyorum. Gökyüzü kurşun gibi ağır. Ne yana dönsem yalan. Gülüşler yalan, vaatler yalan..İnsanlar yalan. Ben seni mi sevdim..Senin gözlerinle mi baktım dünyaya.. senin ellerinle mi çiçek derledim.. sevinçti, aşktı göğsüme bastım. Kocaman bir yalanı seninle mi yaşadım?

Gözlerine baktığım zaman cennet bahçesine geçerdim.. Bir aldatmacaymış, kötü bir rüya.. Kötülüğün bile bir yüzü vardır, bir görünüşü.. ama en beteri buymuş.. bu aldatmaca. Bir masal olsaydın razıydım, bir şiir olsaydın, alır saklardım.Güzel bir yüz kalırdı senden geriye, hoş bir anı.. kimsenin dokunamıyacağı bir tarih. Ama hiçbir şey kalmadı.. Bir yokluğu varsaymışım. Bir HİÇ e sarılmışım. Çölde serap bile değilsin. Serabın gizli ışığı vardır. Sen ışığı yutan karanlık.. bir kör kuyu.. Ben kör kuyularda kaynak suyu aramışım.

Nasıl olsa biterdi bu aşk. Ama unutulmaz bir hatıra, gençliğin en güzel anısı olarak kalsaydı.. Sen hiçbir şeyin değerini bilmedin. Kökün çürük, yaprağın kül, meyvan zehirmiş. Ben seni aşkın yerine koymuş aldanmışım. Kabahat sende değil, ben insan tanımamışım.

Sana karşı öfke duymuyorum, kırgın değilim, kızgın değilim.. Çünkü sen zaten yokmuşsun. Asıl kızılacak kişi benim.. Küçücük bir toz tanesini bir mücevher sanmışım. Senin ihanetin bana koymadı..Beni kahreden, beni yokeden, beni bin pişman eden tek şey.. bir aşk yaratmış tek başına yaşamışım. Sen zaten yokmuşsun ki.. senin neyine yanayım?

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar