Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 23

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 496.037 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Şubat 2006       Mesaj #221
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tebessüm
Küçük kiz,hüzünlü bir yabanciya gülümsedi. Bu gülümseme adamin kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu.
Sponsorlu Bağlantılar
Bu hava icinde yakin geçmiste kendisine yardim eden bir dosta tesekkür etmedigini hatirladi.Hemen bir not yazdi,yolladi.
Arkadasi bu tesekkürden o kadar keyiflendi ki,her ögle yemek yedigi
lokantada garson kiza yüklü bir bahsis birakti.
Garson kiz ilk defa böyle bir bahsis aliyordu.
Aksam eve giderken,kazandigi paranin bir parçasini her zaman köse basinda oturan fakir adamin sapkasina birakti.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki...iki gündür bogazindan asagi lokma geçmemisti.
Karnini ilk defa doyurduktan sonra,bir apartman bodrumundaki tek
odasinin yolunu islik çalarak tuttu.
Öyle neseliydi ki, bir saçak altinda titreyen köpek yavrusunu görünce,kucagina aliverdi.
Küçük köpek gecenin sogugundan kurtuldugu için mutluydu. Sicak odada sabaha kadar kosusturdu.
Gece yarisindan sonra apartmani dumanlar sardi.Bir yangin
basliyordu.Dumani koklayan köpek öyle bir havlamaya
basladi ki,önce fakir adam uyandi, sonra bütün apartman halki...
Anneler,babalar dumandan bogulmak üzere olan yavrularini kucaklayip, ölümden kurtardilar...
Bütün bunlarin hepsi,bes kurusluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu.

MUTLU BiR GÜLÜMSEYiSiN YERiNi HiÇ BiR TATLI SÖZ TUTAMAZ

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Şubat 2006       Mesaj #222
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?

Sponsorlu Bağlantılar
Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
"0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
"Ben de hayallerimi..".....



O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
1000 metrekarelik evinde oturuyor.
Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
çerçevelenmiş olarak asılı.
Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
"Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
hayal hırsızıydım. O yıllarda
öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Şubat 2006       Mesaj #223
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Msn Heart HUYUM KURUSUN SEVIYORUM SENIMsn Heart

İlk kez biri için bu kadar sızlıyor bu yürek,yokluğunun derin okyanusunda yüzmeyi

Bilmeyipte boğulmamak için direniyor çırpınıyorum....

İlk kez biri için ağlıyor bu gözler belkide yaşamayı umut ettiği mutlulukların

Keskin bir baltanın indirdiği darbelerle yıkılan bir çınara dönmesindendir.......

İlk kez amaçsız yürüyor ayaklarım ,

Hep yürüdüğüm hayatın karlı yollarında düşlerimde

Seninle aydınlanan bir odaya giriyorum,odanın içi güllerle bezenmiş bir gül bahçesi
Seninle yürüyorduk,şimdi o oda yine karanlık...

Sensiz karlı yollar ayaklarıma zulum...

İlk kez kaçıyorum insanlardan , başbaşa kendimle hesaplaşmamdır seninle yaşanan

Anlardaki hatalarım aklıma geliyor,içim içimi yiyor ,bazen kendime gülüyorum


Alaysı,bazende doluyor gözlerim duvarlar üstüme geliyor ,kızıyorum kendime


İlk kez dilime pranga vuruyorum ,konuşmuyorum susuyor sessizliğin

Sesini dinliyorum ,gecenin sensiz mateme bürünmüş havasında penceremden


Karanlık gökyüzüne bakıp titriyorum,soğuktan değil sensizlikten titriyorum....

İlk kez yaşamışım sevgiyi doyasıya bu denle ,ama

Baharında solan bir gül misali daha tam doyamadan baharına,öte yandan da

Hasretine inat karların arasından sıyrılan gelinciğin inadı var Ruhumda .


Msn Heart Huyum kurusun Seviyorum SenIMsn Heart





Son düzenleyen Blue Blood; 1 Şubat 2006 18:16
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Şubat 2006       Mesaj #224
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Huzur
Bir gün bir kral ama halkı tarafından sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder.
Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar birbirinden güzel resimler yaparlar.
Sonunda eserleri saraya teslim ederler. Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir.
Resimlerden birisinde sukunetli bir göl vardır. Göl bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazi bulutlar gökyüzünu süslüyorlardı.
Resme kim baktı ise onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünuyorlardı.
Diğer resimde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Üst tarafta öfkeli bir gökyüzünden yağmurlar boşalıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısaca resim hiçte huzurlu gözükmüyordu.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üstünde ise anne bir kuşun örttüğü bir kuş yuvası görünüyordu.
Sertce akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kuruyor ...harika bir huzur ve sükun örneği.
Ödülü kim kazandı dersiniz.
Tabi ki ikinci resim. Kralın açıklaması şöyle idi:
Huzur hiçbir gürültünün sıkıntının yada zorluğun bulunmadiği yer demek değildir. Huzur bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükun bulabilmesidir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #225
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Msn Heart EVLILIKMsn Heart

Yeni evli bir çift vardı.
Evliliklerinin daha ilk aylarında,
bu işin hiç de hayal ettikleri gibi
olmadığını anlayıvermişlerdi.

Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi.
Son zamanlarda o kadar sık olmasa da,
evlenmeden önce sık sık birbirlerini
çok sevdiklerine dair ne kadar da
dil dökmüşlerdi.

Ama şimdilerde, küçük bir söz,
ufak bir hadise aralarında orta çaplı
bir kavganın çıkasına yetiyordu.

Bir akşam oturup ilişkilerini
gözden geçirmeye karar verdiler.
Her ikisi de, boşanmayı
istememekle beraber, işlerin böyle
gitmeyeceğinin farkındaydılar.

Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi.
"Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer
bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım.
Kurumaz da büyürse bunu bir daha
aklımızdan geçirmeyelim.
Bu süre içinde de
ayrı ayrı odalarda kalalım."

Bu ilginç fikir
hanımının da hoşuna gitti.
Ertesi gün gidip
bir meyve fidanı aldılar ve
birlikte bahçeye diktiler.
Aradan bir ay geçti.
Bir gece bahçede karşılatılar.
Her ikisinin de elinde
içi su dolu birer bidon vardı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #226
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hayatın Anlamı

Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı...
Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş..
Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş.
Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş..
Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş..

Köy,kasaba,ülke dolaşmış.
Bu arada zamanda durmuyor tabiki ...
Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona
-Su karsı ki dağları görüyormusun,orada yaşlı bir bilge yasar!
istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir. " demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda Bilgenin yasadigi eve ulaşmis adam..
Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye Hayatın anlamının ne olduğunu sormuş
Bilge:
''sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor'' demiş ...
Adam kabul etmiş..
Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içinede
silme bir sekilde zeytinyağ doldurmus.
''Simdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel ... Yalnız dikkat
et kasiktaki zeytinyağ eksilmesin eğer bir damla eksilirse
kaybedersin... ''
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş.
Bilge bakmiş
''evet kaşıkta yağ eksilmemiş,peki bahçe nasıldı?''
Adam şaşkın..
''Ama ben kaıkktan başka bir yere bakmadım ki...''
Bilge:
''Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde
olacak ama bahçeyi inceleyip gel...''
Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhtesem bir bahçedeymiş çünkü ...

Geri geldiginde bilge,adama
''bahçe nasıldı'' diye sormuş ...
Adam gördügü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmis..

Bilge gülümsemiş ,''
ama kaşıkta hiç yağ kalmamış'' demis ve eklemis :


"Hayat senin bakışınla anlam kazanır ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın.. Yada görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasğında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır ..."
"Hayatının anlamı senin bakışlarında gizlidir"
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #227
melish - avatarı
Ziyaretçi
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış
olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak
ister.

O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu.

Durumu Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli "helal değildir" diye bu kurbanı geri çevirir.

Bunun üzerine adam Mevlevi
dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi
kabul eder.

Adam ayni şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.

Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.
O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama O kabul etmeyebilir.


Adam üşenmez, kalkar, Hacı Bektaş dergâhına gider ve Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın kurbanıkabul ettiğini söyleyip, bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.

Hacı Bektaş da söyle der:
-Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nyn gönlü okyanus gibidir.
Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü
kirlenmez.

Bu sebepten dolayı, O senin hediyeni kabul etmiştir.
CimbomLu_Dj_EseN - avatarı
CimbomLu_Dj_EseN
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #228
CimbomLu_Dj_EseN - avatarı
Ziyaretçi

Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağac devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
Sonuçta ikinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş: " Bu nasıl olabilir ? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne ?"
Ikinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş: " Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyor, kendimi geliştiriyordum.
Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir."
Son düzenleyen _VICTORY_; 15 Haziran 2013 14:02 Sebep: Kırık link silindi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #229
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dudakla Bardak Arası
Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş. İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri, birgün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala:
-Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiçbir zaman içemeyeceksiniz ki! deyivermiş.
Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış.
Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dâhil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş.
Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap bardağını eline alarak:
- Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiçbir zaman içemeyeceğimi tekrar
iddia edebilir misin? diye sormuş.
Köle şöyle cevap vermiş:
- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile
bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler
gelebileceğini de bilemem!
Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş.
Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp döktüğünü
söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı
fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş.
Kral ve domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış.
Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle, Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş.
Kral bostanda, bardak masada kalmış...
Şu söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:

"Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?"
Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın
onlara tıpkı hayata asıldığınız gibi...
Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır..
Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi
unutmayın. Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması
gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #230
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
TUTKULU AŞK



Onu ilk defa şehirdeki büyük mağazalardan birinin spor reyonunda görmüştüm ve görür görmez deyim yerindeyse tam anlamıyla çarpılmıştım.
Öylesine etrafıma bakınıp geziniyordum, hani bonusgiller gibi bir şey tüketme sevdamda yoktu. Yarım saat sonrasına bir randevum vardı ve ben vakit öldürmek için biraz da klimasından akan serinlik nedeniyle büyük mağazada aylak aylak dolaşıyordum. Şehir insanının eğlencesi işte.
Ve birden onu gördüm. Orada öylece duruyordu. İnanılmaz zarif ve çekiciydi. Görünce heyecanlandim (böylesi çekici bir şey olamazdı) daha sonraysa şaşırdım (hem de Ankara'da). Garip hatta safça göründüğümün farkındaydım ama orada öylece ona bakmaktan da kendimi alamıyordum. Allahtan etrafta bana bakan yoktu ve aramızdaki mesafe yaklaşık bir on metre kadardı.
Yanına yaklaşmadım. Mesafeyi koruyarak uzaktan incelemeye başladım. Nedense erişilmez gelmişti bana. İnce ve zarif bir gövdesi vardı. Başı hafifçe öne doğru eğikti ve yere incecik bir dokunuşla basıyordu. Bir ilkbahar sabahı güllerle kaplı bir bahçedeki açmamış bir gül goncasının üstünde hayatın geçiciliğini anımsatırcasına kısacık bir ömrü olan bir çiy damlasından yansıyan günün ilk ışığı kadar az bulunur bir zarafet ve parlaklığa sahipti. Gövdesi alabildiğince ince olmasına rağmen çok güçlü görünüyordu. Yukarıdan aşağıya doğru elmasla kesilmiş gibi duran keskin hatlarla bezenmiş eski yunan tanrıça heykelleri gibiydi sanki.
Onun bir benzerini yıllar önce daha dokuz yaşındayken okuldan dönerken büyük bir abinin yanında görmüştüm ve yeni yetme halimle hayran kalmıştım. Aşk kelimesini bilseydim muhakkak aşıkda olurdum ama dokuz yaşındayken insan aşkı bilmezdi ki. Sürekli sıratan o abiyide delice kıskanmıştım. Bu kadar harika bir parça bu budalanın ellerinde mi olmalıydı? Ama işte gerçekde buydu, talih böylesine kör gözlü bir kocakarıydı maalesef. Harukülade güzellikleri öylesine özensiz ve adaletsizce saçıp savuruyordu.

Ona çok benzeyen ama ondan daha güzel ve zarif olanı işte şimdi karşımdaydı. Kafamın içinde saplantılı tek bir düşünce oluşmuştu: her ne pahasına olursa olsun ona sahip olmalıydım. Yıllarca içimde saklı kalan ergenlik düşümü gerçekleştirmeliydim. Hesaplı kitaplı olan ben onu görünce her şeyi bir kenara bıraktım. Mavi melek filmindeki Profesörün Marlen Dietrich karşısında yaşadığı türden bir tutkuya bulanmıştım sanki ama ben profesör gibi çaresiz değildim. En kısa zamanda her ne pahasına olursa olsun ona sahip olacaktım.
Biraz yürüyüp, durdum ve saklayamadığım istekli bakışlarla tekrar uzun uzun baktım. Aramızdaki mesafe beş metreye kadar inmişti. Daha da belirginleşen heyecan verici hatları beni deli ediyordu. Bir an için kendimi onun üstündeyken hayal ettim ve heyecanım inanılmaz derecede arttı. Zarif ve utangaç bir şekilde öne doğru eğilen başını ellerimle sıkıca kavradığımı ve üzerine iyice yayıldığımı düşledim. Artık tutkuma hakim olamıyordum. Bir adım daha atacakken, cep telefonu vahşi moğol istilacılar gibi bağırarak çalmaya başladı. Hayatı kolaylaştırdığı öne sürülen zımbırtılar içinde en işe yaramazı olan cep telefonu istemeyerek açtım. Bu muhteşem şiirsel anın büyüsünü bozduğu içinde cep telefonunu icat eden İskandinavyalı tüm mühendislere okkalı bir küfür savurdum. Her aklı başında entellektüel İskandinavyalı gibi, neden bitmeyen gündüzlerin sonunda yaşamı anlamsız bulup adam gibi intihar etmiyordu da böyle insanın hayatını zehir eden aletler yapıyordu ve daha kötüsü bunu teknoloji delisi biz Türklere bedavadan ucuz fiyatlarla satıyordu. Cep telefonu olayını derinlemesine düşünüp analiz edeceğimi kendi kendime söz verip kızarak telefonu açtım.

Arayan buluşacağım kişiydi. Buluşmaya on dakika gecikmişim, Neredeymişim? Kısa ve hatta sert cümlelerle birazdan orada olacağımı söyledim ve telefonu kapadım.

Özlemle tekrar ona baktım. Burada bulacağımı bildiğim için içlenerek ve istemeyerek de olsa oradan ayrıldım. En kısa zamanda geri dönecektim. Tek tesellim aynı yerde bulacağımın garantisiydi. Geri dönüp, oradan ayrılırken, çok zor duyulur bir sesle "I'll be back baby" parçasını mırıldanıyordum.

Daha sonraki bir hafta boyunca her gün ve neredeyse her saat aklıma geldi. Zarif gövdesi, uyumlu hatları, zarafeti, inceliğiyle neredeyse zıt olan o gücü, bitmeyen internet reklamları gibi sürekli hep gözümün önüne geliyordu. Onu deliler gibi istiyordum.
Hiç bir hesap kitap artık beni durduramazdı. Arkadaşlarımın ve dostlarımın ne diyeceğini tahmin ediyordum, "Eşşek kadar adam oldun, sana hiç yakışıyor mu? falan diyeceklerdi". Allahtan bir karım yoktu. Onu ve beni yanyana görünce girebileceği kıskançlık krizlerini tahmin edebiliyordum. Sevgilimde uzaklardaydı ve ne yaptığımı bilemezdi, göremezdi. Rahatlıkla onunla olabilirdim. Tabi şehirde asla olmazdı. Arabayla mezun olduğum üniversitenin arka taraflarına gidebilirdik, oralar hem oldukça ıssızdı hem de çevre olarak çok güzeldi. Böylece rahatlıkla gözlerden uzak birlikte olabilirdim. Keyfime diyecek yoktu. Geri kalan tek şey ona sahip olmaktı. Bu benim için inanılmaz kolay bir şeydi. Akşam iş çıkışı tekrar aynı mağazaya gittim. Beklediğim gibi ordaydı, yine güzel, yine zarif ve yine çok çekiciydi. Gövdemi hafifce öne eğerek sert adımlarla ona doğru yürümeye başladım ve bu sefer "You'll be mine baby" parçasını mırıldanıyordum.
Sert adımlarım beni onun yanında ayakta duran adama getirmişti. Elleri kavuşmuş bir şekilde bana öylece merakla bana bakıyordu. Karşısında durdum ve hiç vakit kaybetmeden başparmağımla onu işaret ederek,
"bu bisikleti satın almak istiyorum" dedim.
Satıcının yüzüne birden gevşek bir marketing gülümsemesi otomatik olarak yayıldı. "Tabi beyefendi" Nakit mi kredi kartı mı? dedi.
"Kredi kartı" dedim gülümseyerek ve cüzdanımdan çıkardığım kredi kartıyla, kimliği satıcıya uzatırken diğer elimle shimano vites takımlı, 18 vites (iki önde ve 9 tane arkada), vitesleri frenden değişen mekanizmalı (en yeni teknoloji), 28 jant ince tekerlekli, aluminyum alaşım gövdeli, 8 kg ağırlığında, mavi ve turuncu renkli, en ünlü markanın ürettiği yarış bisikletinin açık buz mavisi incecik selesine hafifçe dokundum. Sevincimden neredeyse zıplayacaktım.
Bu bir fetişizm değildi, sadece belkide hiç büyümeyecek bir oğlan çocuğunun geç kalmış iki tekerlekli düşünün gerçekleşmesiydi. O oğlan çocuğu bendim. Almanya'dan gelen dayı oğlunun bisikletine özlemle bakan o küçük oğlan çocuğun özlemini gidermiştim.
O artık benimdi. Öne doğru eğilmiş gidonunda tutup dışarı birlikte çıkarken, hissettiğim şey mutluluktu ve bu sefer "baby, you are mine" şarkısını söylüyordum



ZIR DELİM BENİMDE SANA OLAN TUTKULARIM...!

<FONT face=Verdana color=red size=4>

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar