Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 25

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 495.969 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Şubat 2006       Mesaj #241
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Deniz Yıldızı
Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar,
Sponsorlu Bağlantılar
sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını,
okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder.
Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler.
Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
daha alır, okyanusa fırlatır.
- Onun için fark etti ama...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Şubat 2006       Mesaj #242
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kelpabaryza


Sponsorlu Bağlantılar
Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış. Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde, kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış. Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da, rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış. Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye. Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş. ıçinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş. Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.

"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve "Merhaba" demiş, "bende yalnızlıktan sıkılmıştım zaten.". Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini, nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

Papatyada ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş. Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş.

Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış. Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edipte bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan, incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatyada kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini. Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana, ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve "Üzgünüm, ama senden ayrılmam gerekecek" demiş. Papatya buna bir anlam vermemiş. "Neden" demiş. "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis, sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüş. Ama yapacak bir şey yokmuş zaten. Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum" diyebilmiş ancak.

Papatya donakalmış. Sadece "Bende..." diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş. ıçinden "Keşke onunda beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş. Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış.

Her düşen yaprakta papatya, içinden "seviyormuş" diye geçirmiş.

ışte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş; seviyor mu? Sevmiyor mu diye...


Murat ALTAY

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Şubat 2006       Mesaj #243
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SİGARAYI BIRAKTIM

Hafif sisli bir havada ve günesin apartmanlarin arasindan yeni yeni güne merhaba dedigi bir saatte, vapura dogru ilerleyen genç adam; jeton gisesinde, yaklasik iki ay önce ayrildigi kiz arkadasini görür ve titrek bir"merhaba" ile konusmaya baslar. Bu konusmalar vapurda da devam eder. Adamin; "Hava o kadar da soguk degil, disarida oturalim mi?" sorusuna, kizin "Olur" cevabi vermesiyle birlikte vapurun en üst katina dogru yol alirlar. Birkaç dakika havadan sudan
muhabbetlerle geçtikten sonra, adam kiza bir sigara uzatir ve kendisine de bir tane alir. Daha sonra, genç adam birden lafa girer: * Biliyorum, bu konulari daha önce hiç konusmadik ya da konusamadik diyeyim. Merak etme ama, "Neden ayrildik biz" sorusunu sormayacagim.
Sadece sana söylemek istedigim birkaç sey var, onlari konusmak istiyorum. Genç kiz; adama bakarak, "Evet seni dinliyorum, devam et" dedikten sonra adam, konusmasina kaldigi yerden devam eder: ! Biliyor musun? Ayrildiktan sonra, seni sigaraya benzetmeye basladim. Kiz, hiç tahmin etmedigi, alakasiz bir konuyla lafa girmesinin verdigi saskinlikla, "Ne?
Nasil yani?" der. Adam, önce kiza uzattigi sigarayi ve sonra kendi sigarasini, çantasindan çikardigi çakmak ile yaktiktan sonra: Mesela bir tane sigara yakiyorum ve kül tablasina koyup izlemeye basliyorum. Kül tablasina dökülen külleri gördükçe; anilarimiz aklima, her biri kül olup acilarima dönüsüyor sonra.Arada bir elime aliyorum sigarayi ve içime çekiyorum seni. Kendimi zehirlemek için; daha çok, daha çok çekiyorum. Bazen de anilari silkiyorum kül tablasina.
"Sen zehiri" hosuma gidiyor, içimi acitiyor, vazgeçemiyorum; içime çekmeye devam ediyorum. Agzimdan çikan her dumanda, ayrilirken bana biraktigin; son bakisinin silueti beliriyor. Her sigaranin oldugu gibi, senin de sonun yaklasiyor. Ve ben yavas hareketlerle; ne zaman seni söndürmek için, elimi götürsem kül tablasina, aptalca bir umutla "N'olur yapma!! " diyecegin zamani bekliyorum. Ama hiçbir zaman duyamiyorum sesini. "Ve iste bitirdim seni"
diyorum. Hayir hayir kendimi kandiriyorum galiba, "Seni böyle bitiremem" diyorum sonra. Ama bakiyorum kül tablasina; evet! Sen oradasin, evet! Anilar orada. Ancak, elimde hala kokun var. Yikasam da, hiç çikmayacak bir koku. Anliyorum ki; bu sigarada, senin çok az bir kismini bitirmisim. Senden bagimsiz bir sen, hep içimde yasiyormus. Ve anliyorum ki, sadece
sönüyorsun. Seni atesleyecek bir "Ben" bekliyorsun sabirla. O "Ben", çok da bekletmiyor seni. Bir daha yanmaya basliyorsun. Anilar acilar derken yine bitiyorsun. Yeniden yaniyor ve bitiyorsun. Bu hep böyle devam ediyor; sonunda aliskanlik oluyorsun. Genç kiz anlatilanlari dinlerken; tarif edilmeyecek bir duygu yogunlugu içindeydi. Bir yandan, birisinin bu kadar aci çekmesine üzüntü duyarken; diger yandan da, kendisinin hala unutulmamis olmasindan, haz aliyordu. Aslinda kendisi de unutamamisti genç adami. Kendi istegiyle ayrilmisti ama; sevmedigi ya da artik bir seyler hissetmedigi için degil, en yakin kiz arkadasinin da, o insana karsi bir takim duygular besledigi için gerçeklesmisti bu ayrilik. Bunu; ne erkek arkadasi, ne de en yakin arkadasi biliyordu. Erkek arkadasina, "Bu iliskide bir seyler eksik, ben daha fazla sürdüremeyecegim, ayrilmaliyiz." diye bir mesaj atarken; kiza, "Ilgisiz bir sevgili olmaya
baslamisti günler geçtikçe; çok bunalmistim. Ve bir gün onu, baska biriyle sarmas dolas gördüm. Bu yüzden ayrildim." demisti. Böylece, hem erkek arkadasindan, kendine göre, makul bir sebeple ayrilmis; hem de arkadasina, erkek arkadasini kötüleyerek, ondan sogumasini saglamisti. Kendisinin çok aci çekecegini bile bile, arkadasini kaybetmemek için, böyle bir
yalanlar zincirine basvurmustu. Artik hayatini, bu yalanlara göre düzenlemeliydi. Bu yüzden; bu
karsilasmalarinda duygularini bir tarafa birakip, mantigi ile karar vermek zorundaydi. Geri dönüsü yoktu ve kiz da bunun farkindaydi. Bütün ayrintilari, olasi bir karsilasma için düsünmüstü daha önceden. Adamin anlattiklarini dikkatlice dinliyor ve sözünü bitirmesini bekliyordu. Ve adamla göz göze gelip, "Bitti, bu kadardi!" dermisçesine bakmasindan sonra, kiz konusmaya basladi: * Açikçasi bu söylediklerin, hiç beklemedigim seylerdi. Benim, bu açiklamalarina bir yorum yapmami bekleme. Çünkü bunlar; senin kendi düsüncelerin. Her biten iliskiden sonra, yasanabilecek duygulardan bu anlattiklarin. Sunu söyleyebilirim ama; yasadigimiz iliskide, elimden gelen fedakarligi gösterdigime inaniyorum. Seni hiçbir zaman suçlu görmedim, her sey benden kaynakliyordu. Sonuç olarak, bir sekilde bu iliski yürümedi ve bitti. Bu kadar basit. * Bu kadar mi yani? * Evet... Genç adam sok olmustu. Belki, daha ilimli bir yaklasim bekliyordu kizdan. Ancak, kesin ve kararli konusmustu kiz. Hiçbir umudun kalmadigina, kendini inandirmaya çalisiyordu. Vapur yanasmisti iskeleye. Tek bir kelime bile konusmadan vapurdan indiler. Iskelenin sonunda; genç kiz, adama sarilarak "Hosçakal" dedi. Ancak adam, ayrilirken ne sarilmisti kiza, ne de bir kelime çikmisti agzindan. Bir heykel gibi duruyordu kizin karsisinda. Kiz da, bir tepki gelmeyince; hizla oradan uzaklasmayi tercih etti. Arkalarina bile bakmadan
ayrildilar. Kiz, isyerine ulasti. Yerine oturduktan hemen sonra, cep telefonuna bir mesaj geldi. Mesaj, eski sevgilisindendi ve söyle yaziyordu: "Hep bu karsilasmayi ve sana sigara hikayesini anlatacagim günü beklemistim. Ve o gün, gözlerimin içine bakip; söyleyeceklerine göre, hayatima bir yön çizecegime..." Genç kiz, bu mesajdan hiçbir anlam çikaramamisti. Bu
mesaji düsünürken; bir mesaj daha geldi: "... kendi kendime söz vermistim. Bugün duyduklarim; beni hayal kirikligina ugratti ve ben kararimi verdim:"
"Sigarayi biraktim..."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2006       Mesaj #244
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YANLIS NUMARA

Numarayı çevirirken, nasıl oldu bilmiyorum ama çevirdiğim numaranın yanlış olduğunu bilmeme karşın telefonu kapatmadan hattın öteki ucundan yanıt verilmesini bekledim. Yaşlı bir adam aksi bir ses tonuyla yanıt verdi. Yanlış numara! dedi ve telefonu yüzüme kapattı.

Canım sıkkın, aynı numarayı bir daha çevirdim. Aynı ses Size yanlış dedim! dedi ve yine telefonu yüzüme kapattı. Yanlış bir numara çevirdiğimi nereden biliyordu? Bir polis çevresinde olan bitene karşı her zaman ilgili olmak konusunda eğitim görür. Hiç düşünmeden aynı numarayı üçüncü kez çevirdim.

Yeter artık dedi adam. Yine sen misin?

Evet dedim. Daha ağzımı bile açmadan yanlış numarayı çevirdiğimi nereden biliyorsunuz?

Bunu da sen bul! diyerek telefonu tekrar yüzüme kapattı. Oturduğum yerde ahize elimde kalakaldım. Sonra büyük bir kararlılıkla adamı bir daha aradım.

Buldun mu? dedi.

Aklıma bir tek şey geliyor... Sizi kimse aramaz.

Tamam buldun! dedi ve telefonu dördüncü kez yüzüme kapattı. Sinirlerim gevşediği için, gülerek aradım adamı bu kez.

Şimdi ne istiyorsun? diye sordu.

Yalnızca... Bir Merhaba demek istedim

Merhaba mı? diye sordu adam şaşkınlığını gizleyemeden. Neden?

Ne bileyim. Sizi kimse aramıyorsa, bari ben arayayım dedim.

Peki. Merhaba. Kimsiniz?

Sonunda başarmıştım. Meraklanma sırası ondaydı. Kendimi tanıttıktan sonra, ona kim olduğunu sordum.

Adını söyledikten sonra, Seksensekiz yaşımdayım ve son yirmi yıldır bir günde telefonla bu kadar aranmamıştım yanlışlıkla olsa da! dedi ve gülmeye başladık.

Yaklaşık on dakika sohbet ettik. Ne ailesi ne de bir arkadaşı vardı. Yakınlarının tümü ölmüştü. Asansör görevlisi olarak çalıştığı günlere ilişkin anılarından söz ederken sesi çok içten geliyordu. Kendisini tekrar arama konusunda izin istedim.

Neden böyle bir şey yapmak istiyorsun? diye sorarken şaşkınlığını saklayamıyordu.

Ne bileyim. Telefon arkadaşı olabiliriz, hani şu mektup arkadaşları gibi.

Tereddüt etti. Yeni bir arkadaşım olmasının bence bir sakıncası yok dedi. Sesi oldukça duyarlıydı bu kez.

Ertesi gün ve sonraki günlerde onu yeniden aradım. Sohbeti tatlıydı. Bana Birinci ve İkinci Dünya Savaşı anılarından, öteki tarihi olaylardan söz etti.

Ona evimin ve ofisimin telefon numaralarını verdim. O da beni arayabilecekti. Aradı da... Hemen hemen hergün. Yalnız ve yaşlı bir adama iyilik yapmak değildi amacım yalnızca. Onunla konuşmak benim için önemliydi, çünkü benim yaşamımda da büyük bir boşluk vardı. Yetimhanelerde, bakıcı ailelerin yanında büyümüştüm, hiç babam olmamıştı. Zamanla onu baba gibi görmeye başladım. Ona işimden, üniversitedeki derslerimden söz ediyordum. Yaşamımda psikolojik danışmanım rolünü üstlenmişti. Üstlerimden biriyle aramdaki anlaşmazlıktan söz ederken, yeni arkadaşıma Onunla aramdaki bu sorunu bir an önce çözmem gerekiyor dedim.

Acelen ne? diye uyardı beni. Bırak aranızdaki olaylar biraz yatışsın. Benim yaşıma geldiğinde, zamanın pek çok şeyin ilacı olduğunu anlıyorsun. İşler kötüye giderse, o zaman konuş onunla. Uzun bir sessizlikten sonra, Biliyorsun... dedi sakin bir sesle. Seninle kendi oğlumla konuşuyormuşum gibi konuşuyorum. Her zaman bir ailem ve çocuklarım olmasını istedim. Bu duygunun ne olduğunu anlayamayacak denli gençsin.

Hayır değildim. Ben de hep bir ailem ve bir babam olsun istemiştim. Fakat ona hiçbir şey söylemedim. Çok uzun zamandır yüreğimde taşıdığım acıyı daha fazla taşıyamamaktan korktum. Bir akşam seksendokuzuncu doğum gününün yaklaşmakta olduğunu söyledi.

Kendi ellerimle hemen çok büyük bir doğum günü kartı hazırladım. Kartın üzerinde bir doğum günü pastası ve seksendokuz tane mum vardı. Tüm iş arkadaşlarımdan kartı imzalamalarını istedim. Yaklaşık yüz imza oldu kartta. Bundan çok hoşlanacağından emindim. Dört aydır telefonda sohbet ediyorduk, artık yüz yüze gelmemizin zamanı gelmişti. Doğum günü kartını kendi elimle götürmeye karar verdim. Kendisini ziyarete gideceğimi söylemedim. Sürpriz yapmak istiyordum. Telefon rehberinden adresini buldum ve oturduğu apartmana gidip, arabamı sokağının başına park ettim. Apartmana girdiğimde postacı elindeki mektupları ayırıyordu. Adının yazılı olduğu posta kutusunu denetlerken postacı doğru yerde olduğumu işaret etti başıyla. Yüreğim heyecanla çarpıyordu. Acaba telefonda kurulan aramızdaki kimyasal yaklaşım, yüz yüze de kurulacak mıydı? İçimden bir kuşku duygusu gelip geçti. Belki de babamın beni reddettiği gibi o da reddecekti. Kapısını çaldım. Yanıt gelmeyince daha hızlı çaldım. Postacı başını kaldırıp bana baktı. Kimse yok dedi.

Evet dedim. Kendimi biraz tuhaf duyumsuyordum. Telefonu yanıtlaması ne denli uzun sürüyorsa, kapıyı açması da...

Akrabası mısınız? diye sordu postacı.

Hayır, arkadaşıyım yalnızca.

Çok üzgünüm dedi üzgün bir sesle. Bay Meth önceki gün öldü."

Öldü mü? dedim.

Şaşkınlık içindeydim, inanamıyordum bir türlü duyduklarıma. Sonra kendimi toparladım, postacıya teşekkür ettim ve dışarıya çıktım.

Arabaya doğru yürürken gözlerim yaşlarla doluydu. Yaşamlarımızdaki güzelliklerin ayırdına varmak kimi zaman ani ve beklenmedik bir olayla olanaklıdır. Şimdi yaşamımda ilk kez, birbirimize ne denli yakın olduğumuzu anladım. Herşey ne denli de kolay olmuştu; bir dahaki sefere kendime yakın bir arkadaşı çok daha kolay bulacaktım. Yavaş yavaş bir sıcaklık kapladı bedenimi. Birden sanki onun ters sesini duydum. Yanlış numara! Sonra kendisini neden bir daha aramak istediğimi sorması geldi aklıma. Yüksek sesle Çünkü sen benim için önemlisin dedim. Çünkü ben senin arkadaşınım.

Açılmamış doğum günü kartını arabamın arka koltuğuna koydum ve direksiyona geçtim. Arabamı çalıştırmadan arkama döndüm bu kez fısıldadım:

Ben yanlış numara çevirmedim. Sen benim arkadaşımdın.

Jennings Michael Burch
nobody34 - avatarı
nobody34
Ziyaretçi
7 Şubat 2006       Mesaj #245
nobody34 - avatarı
Ziyaretçi
>> (ÖYKÜ) MEKTUP...
>>
>>
>> Rasim, bir aksam okuldan döndügü vakit, kendi ismine gelmis bir zarf
>> buldu. Içinde, çiçekli bir kagit üstüne, şu satirlar yaziliydi: Rasim
>>Bey,
>> Ben sizi uzaktan uzaga seven bir genç kizim. Çok güzel oldugumu
>>korkmadan
>> söyleyebilirim. Dünyada en büyük emelim sizin tarafinizdan sevilmek ve
>> sizin esiniz olmaktir. Fakat yaslarimiz çok küçük oldugu için
>>zannederim
>> ki birkaç sene beklemek gerekecek. Simdilik kendimi size
>> tanitmayacagim. Mektuplarinizi ...... adresine taahhütlü olarak
>> gönderiniz. Benim çok mutaassip bir babam vardir ki, sokaga çikmama çok

>>az
>> müsaade eder. Bununla birlikte belki bir gün ayaküstü görüsebiliriz.
>> Kendimi simdiden sevgiliniz ve nisanliniz saydigim için sizinle
>> görüsmeyi fena ve ayip bir sey saymiyorum.
>> Evde yalnizliktan çok canim sikiliyor. Mektuplariniz benim için
>> bir teselli olacaktir.?
>> On alti yasina gelmis her okul çocugu gibi, Rasim için de hayatta
>> sevilip sevmekten daha önemli bir sey yoktu. Bu mektubu okur okumaz
>> yüregine bir ates düstü. Tanimadigi bu kizi deli gibi sevmeye basladi.
>> O gece sinemaya gidecekti, vazgeçti, erkenden odasina çekilerek
>> kendisini seven bu genç kiza uzun bir mektup yazdi. Mektubu posta
>> kutusuna attigi zaman birdenbire on yas büyümüs gibi gurur duyuyordu.
>>
>> Isminin Bedia oldugunu söyleyen bu genç kiz, Rasim in mektuplarina
>> düzenli olarak cevap veriyor, eger bir iki gün geciktirecek olursa
>> kiyametleri kopariyordu. Sizi ne kadar sevdigini ve sizin
>> mektuplarinizdan baska tesellisi olmadigini söyleyen bir zavalli kizin
>> gözlerini yollarda birakmak dogru olur mu? Hem mektuplarinizi çok kisa
>> yaziyorsunuz. Bir rica
>> daha: mektuplarinizi biraz okunakli yaziyla yazamazmisiniz??
>> Genç okullu, aksamlari erkenden odasina kapaniyor, Sevgilisine
>> kendini begendirmek için saatlerce müsveddeler yaparak, kitaplar gibi
>>uzun
>> mektuplar yaziyordu. Bedia ayni zamanda merakli bir kizdi. Bazen söyle
>> sorular sordugu da oluyordu: ?Evlendigimiz zaman balayimizi
>> geçirmek için acabaItalya ya mi gidelim, Isveç e mi? Bu iki memleket
>>acaba
>> nasildir? Halki nasil yasar ne is görür? Oralara gitmek için hangi
>> denizlerden hangi memleketlerden geçilir?? Yahut da ?Sen Abdülhak Hamit
>> Bey in Eşber ini okudun mu? Nerelerini en çok begendiysen yaz da ben de
>> okuyayim...?
>> Genç okullu, nisanlisina karsi küçük düsmemek için, cografya ve
>> edebiyat kitaplari karistiriyor, onun istedigi bilgiyi toplamak için
>> günlerce çirpiniyordu. Bedia bir mektubunda ona söyle darildi: ?Sizinle
>> muhakkak görüsmeye karar vermistim. Dün okul dönüsünde yolunuzu
>> bekledim. Fakat bir genç kizin sevgilisi oldugunuzu hatirlamamis, çok
>>fena
>> giyinmistiniz. Üstünüz basiniz, ayakkabiniz çamur içindeydi. Çocuk gibi
>> arkadaslarinizla mi bogustunuz acaba? Bunu görünce sizi mahcup etmekten
>> korkarak yaniniza gelemedim.?
>> Rasim fena halde utandi ve üzüldü. O günden sonra olaganüstü
>> dikkat ve özenle giyinmeye basladi. Bedia bir kere de onun okuldan
>>çikar
>> çikmaz eve gitmemesinden, geceye kadar sokakta dolasmasindan sikayet
>> etmisti. Acaba kendisi evde onun için aglarken, o, baska kizlarin
>> pesinde mi geziyordu?
>> Rasim dünyada Bedia sindan baska hiçbir kizi sevemeyecegini
>> yeminlerle yazdi ve sokakta dolasmaya, tesadüf ettigi kizlara göz
>>ucuyla
>> bile bakmaya cesaret edemez oldu.
>> Bir aksam, Rasim in annesi Nedime Hanim kocasi Ahmet Beyi matemli
>> bir çehre ile karsiladi, aglamakli bir tavirla:
>> ?Ah Bey, basimiza gelenleri sorma. Oglumuza Bedia isminde bir kiz
>> musallat olmus. Bugün Rasim in odasini düzeltirken mektuplarini buldum.
>> Evladimiz elden gidiyor. Bir çare bul.?
>> Ahmet Bey de hiçbir meraklanma isareti görünmüyor, tersine kis kis
>> gülüyordu.
>> Sesini alçaltarak:
>> Korkma Hanim,? dedi, ?oglana ask mektuplarini yazan kiz benim!
>> Oglandaki haylazlik arttikça artiyordu. Ne okuldaki ögretmenler, ne
>>ben,
>> bütün gayretimize ragmen, ona dogru dürüst yazmayi bile
>> ögretemiyorduk. Nihayet düsüne düsüne bu çareyi buldum. Rasim'in
>> kiza yazdigi mektuplar sayesinde yeni yaziyi mutlaka ögreneceginden ve
>>bu
>> sene sinifi geçeceginden eminim. Dogrusunu istersen, ben de yaziyi
>> bir zamanlar sana mektup yaza yaza ögrenmistim.?
>> RESAT NURI GÜNTEKIN
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Şubat 2006       Mesaj #246
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AYRILIK HİKAYESİ
Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti. Yanmanın nedeni akşam yedikleri değil, uyanır uyanmaz bugün yapacaklarının aklına gelmesiydi.

Bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti, aslında bunda geç bile kalmıştı. Bitmeli dedi içinden her gün; bu tatsız uyanış bitmeli... İçinde bir muhakeme başlamıştı, kendi kendine söyleniyordu:
"Ona da haksızlık etmek istemiyorum belki hatalı olan benim.... Bulunmaz Hint kumaşı değilim ya, görünüş olarak, hımmm, yakışıklı çocuk denilecek biri hiç değilim.... Ama yaptım, çok çalıştım bitmesin diye, kendimle, mantığımla çok kavga ettim, olmadı...."
Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden şekile giriyordu. Süratle giyinerek dışarı çıktı. Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, şimdi de bekletmemeliydi. İstanbul soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yaşıyordu. Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi : "bulutlar bizim yaşayacaklarımızı biliyor onlar bile ağlıyor halimize."
Birkaç saatlik yolculuktan sonra Kadıköy iskelesine geldi. Her zamanki gibi yine ilk kendisi gelmişti buluşma yerine. Birkaç dakikalık beklemeden sonra karşıdan kız arkadaşının geldiğini gördü, şimdi midesindeki ağrı daha da artmıştı. Karşılama faslından sonra Beşiktaş'a gitme kararı aldılar, yolculuk sırasında hiç konuşmadılar; genç adam güneşin yokluğunda grileşen denize bakıyordu. Genç kız, arkadaşının bu durgunluğuna anlam verememişti, öyle ya nereden bilecekti bugün ayrılık çanlarını çaldığını.
"Üşüdüm" dedi genç kız. Bu, yolculuk boyunca edilen tek laftı. Beşiktaş'a geldiklerinde bir cafe de oturdular, genç kız anlamıştı kendisine bir şey söylenmek istendiğinin...
- "Bana bir şey mi söylemek istiyorsun" dedi, genç adamın gözlerine bakarak. Genç adam gözlerini kaçırarak
- "Evet" şeklinde başını salladı. Genç kız daha da heyecanlanmıştı. Biraz da sinirlenerek
- "Söyle öyleyse ne diye bekliyorsun." Genç adam içini çektikten sonra
- "Sence biz nereye kadar gideceğiz, daha doğrusu biz iyi bir ikilimiyiz"
- "Bunları sorma gereğini neden duydun." dedi genç kız. Genç adam söze başladı :
- "Bak canım bundan birkaç ay önce akşam saat 11:00 civarıydı sanırım, hatırladın mı?
Genç kız
- "Evet hatırladım" dedi, ama genç adam genç kızın sözünü bitirmesini beklemeden
- "O akşam seni düşünüyordum, diğer akşamlarda olduğu gibi, senin için bir şiir yazmıştım. Onu o an sana okumak istemiştim, sana telefon açtığımda şiirimi bile dinlemeden "şimdi sırası mı canım ya, senin de işin gücün yok mu ?" demiştin bana. Biliyor musun o an bir kaç yumruk yedikten sonra kroki durumuna düşen bir boksör gibi olmuştum. Sessiz kalıp özür dileyerek telefonu kapatmıştım. Daha sonra bu şiiri benden hiç istememiştin. Ve bunun gibi bir çok defa tartışmamız oldu. Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen de gelmiş, Meral'in bana "sen şanslısın, Nalan sana bakar" sözüne karşılık sinirli bir edayla "aaaa, bana ne, işim yok da sana bakacağım, annen baksın." demiştin bunu da hatırladın mı?" Genç kız tekrar "evet" dedikten sonra şaşkın şaşkın
- "Evet ama bunları neden hatırlatıyorsun bilmiyorum. Biliyorsun benim kişiliğim böyle, duygusallığı sevmiyorum . Ve hasta bakıcı gibi göründüğümü de kimse söyleyemez." Genç adam güldü
- "Evet canım, bak burada haklısın, sen zaten olmak istesen bile bu kalbi taşıdığın müddetçe hasta bakıcı, hemşire falan olamazsın." Genç adam devam etti "bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin, hiç, hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusallığı sevmeyebilirsin ama sen seni seven insanları mutlu etmeyi de sevmiyorsun, halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanıdığımdan beri her sabah, akşam, gece, yani seni andığım her saat tatlı sözcük mesajım vardı senin için biliyor musun? Seninle ben ak ile kara gibiyiz" Genç kız anlamıştı,
- "Yani ne istiyorsun, benden şair olmamı mı?" Genç adam tekrar gülümsedi içinden dün gece verdiği ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşünüyordu.
- "Hayır dedi şair olmanı istemiyorum zaten olamazsın da; yalnız biz ayrılmalıyız, ayrılırsak ikimiz içinde en hayırlısı bu olacak." Genç kız şaşırmıştı,
- "Neden ama, ben seni seviyorum, senin de beni sevdiğini sanıyordum." Genç adam iç çekerek
- "Hayır canım, sen esas beni sevdiğini sanıyorsun, eğer beni sevseydin şimdi burada başka şeyler konuşuyor olurduk." Genç kızın gözleri yaşarmıştı, Genç adam cebinden çıkardığı mendili uzattı, genç kız göz yaşlarını silerek kesik bir sesle
- "Sen bilirsin, umarım beni başka biri için bırakmıyorsundur." Genç adam
- "Nasıl böyle bir şeyi düşünürsün, senden başka olmadı ve uzun süre de olacağını sanmıyorum."
Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları masada artık iki yabancı gibi duruyorlardı. İstanbul yağmurlarla yıkanırken yağmura iki sevgilinin umutları da karışıyordu.
Birkaç dakika sesiz oturduktan sonra genç kız
- "Kalkalım istersen" dedi. Genç adam
- "Ben biraz daha burada kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin. Genç kız
- "Tamam, o zaman sana mutluluklar dilerim" diyerek elini uzattı. Genç kızın sesi ve eli titriyordu genç adam
- "Arkadaş olarak beraberiz, ama sen istersen tabi" dedi. Genç kız
- "Evet" anlamında başını salladı ayrılırken son kez sarıldılar birbirlerine.
Genç kız uzaklaşırken, genç adam masada dondu kaldı. Vakit öğleni bulurken yağan yağmur yerini güneşe bırakmıştı, ama genç adam titriyordu. Onu titreten açan güneşe rağmen esen rüzgar mıydı, yoksa kalbindeki ayrılık acısı mıydı. Saatlerce dolaştı devamlı kendini sorguluyordu. Hatayı baştan yaptım diyordu, ama yaşadığı güzel günlerde olmuştu."Allah'ım" dedi "Allah'ım güç ver bana".
Dostlarını düşündü onların dediklerini düşündü. Arkadaşları sizler birbirine zıt insanlarsınız yol yakınken dönün bu yoldan dememiş miydiler. Tabi ya doğru olanı yapmıştı. Saatler geçtiğinde artık güneş yerini yıldızlara bırakmıştı, eve döndüğünde yürümekten bitap duruma düşmüştü. Kendisini karşılayan annesine hiçbir şey söylemeden kendi odasına gitti. Gece bir türlü bitmek bilmiyordu anıların ağırlığı altında eziliyordu genç adam, ama sabah erken kalkıp ajansa gidecekti, bunun için uyuması gerekiyordu.
Birkaç saat sonra genç adam uykuya dalmayı başarmıştı ve sabah 7'de saatin zırlamasıyla uyandı genç adam. Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 tane cevapsız arama vardı. Genç adam yorgun olduğu için duymamıştı telefonunun sesini. Cevapsız arama ve mesaj canımcım'dan gelmişti, canımcım onun Nalan'a taktığı isimdi, heyacanla mesajı açtı mesajda şunlar yazıyordu...
"Sadece, onları sevmeyi sevdim. Hepsini onlarsız yaşadım da, bir seni sensiz yaşayamıyorum Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyorum. Sana yemin güzel gözlüm, bir tek seni sevdim. Ve seni severek öleceğim, ELVEDA BIRTANEM......."
Evet, genç adam şaşırmıştı, mesajın geliş saatine baktı, sabahın beşini gösteriyordu. Güldü, kahkahalar atarak güldü, onu tanıdığı ve arkadaş olduğu günden beri ilk defa bir şiir alıyordu ve ilk defa bu saatte aranıyordu.... Heyecanla hızlı arama yaptı, çalan telefonu yabancı bir ses açtı. Genç adam
- "Nalan ile görüşebilir miyim" dedi. Fakat karşıdaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu;
- "Ben onun annesiyim yavrum, canım kızım bu sabah intihar etti. Gece odasında birilerini arayıp durdu, sabah odasının ışığını sönmemiş görünce merak ederek odasına girdim, ama yavrum kendini asmıştı."
Genç adam beyninden vurulmuşa döndü. Bir gün önceki mide ağrısının iki katını çekiyordu şimdi. Olduğu yere yığılıp kaldı......
Birkaç ay sonra... İki doktor konuşur. Doktorlardan biri diğerine karşıdaki hastanın durumunu soruyor ....
- aaa o mu, üç ay önce getirdiler, elindeki cep telefonunu hiç bırakmıyor, kendisi yüzünden bir genç kız intihar etmiş, o günden sonra o cep telefonu her zaman elinde devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim o uyurken gönderdiği numarayı aradım hayret ki numara 3 ay önce iptal edilmiş, ve gelen mesajlarda bir şiir:
"Sadece onları sevmeyi sevdim Hepsini onlarsız yaşadım da Bir seni sensiz yaşayamıyorum. Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyorum. Sana yemin güzel gözlüm, bir tek seni sevdim. Ve seni severek öleceğim, ELVEDA BİRTANEM......."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Şubat 2006       Mesaj #247
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seni Sensiz Yaşamak Korkusu Budur Heralde Yokluğun

Tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak... Evinizin sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksiniz... Sokağa fırlayacaksınız... Sokaklar da dar gelecek... Tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldiği gibi... Ne denizin mavisi açacak içinizi, ne pırıl pırıl gökyüzü... Kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksiniz... Birileri size bir şeyler anlatacak durmadan... "Önemli olan sağlık." "Yaşamak güzel." "Boşver, her şey unutulur." Siz hiçbirini duymayacaksınız... Gözyaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz. Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz... Hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz... "Ölüme çare bulundu" ya da "Yarın kıyamet kopacakmış" deseler başınızı kaldırıp "Ne dedin?" diye sormayacaksınız... Yalnız kalmak isteyeceksiniz... Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak... İkisi de yetmeyecek. Geçmişi düşüneceksiniz... Neredeyse dakika dakika.
Onunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz... Gittiğiniz yerlere gitmek... Bu size hiç iyi gelmeyecek... Ama bile bile yapacaksınız. Biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksınız... Aslında kurtulmak istediğiniz halde, o acıyı yaşamak için direneceksiniz. Hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz... Aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz... Herkesi ona benzetip... Kimseyi onun yerine koyamayacaksınız... Hiçbir şey oyalamayacak sizi... İlaçlara sığınacaksınız... Birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan... Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren... Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek... Boğazınız düğümlenecek, dinleyemeyeceksiniz... Uyumak zor, uyanmak kolay olacak... Sabahı iple çekeceksiniz... Bazen de "Hiç güneş doğmasa" diyeceksiniz. Ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler... Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksiniz... Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz...

Nafile... Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek... Rüyalar göreceksiniz, gerçek olmasını istediğiniz... Her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz... Telefonun çalmasını bekleyeceksiniz... Aramayacağını bile bile... Her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek... Ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla... Yüreğiniz burkulacak... Canınız yanacak... Bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz. Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinizden... Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız... Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz... Yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz... Onunla hiçbir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek... Ama bir umut... Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu... Bu umut sizi gitmekten alıkoyacak... Gel gitler içinde yaşayacaksınız... Buna yaşamak denirse...

Seni Sensiz Yaşamaya Mecbur Kalmak İstemiyorum Senin Yokluğunda Ben Bu Düşüncelerde Kavrulacağım.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Şubat 2006       Mesaj #248
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sen Aslında Sevmeye Hasretsin

İçinde yaşadığımız karmaşık hayattan sıyrılıp, kısa bir an rahatlamak, başımızı dinlemek isteriz. Her insanın zaman zaman hissettiği bir duygudur bu. Kazandığımız paralar, edindiğimiz varlıklar, sürekli ilişki halinde bulunduğumuz insanlar, sahip olduğumuz makamlar, zaman gelir gözümüzde hiç olur. Bu varlığını hissettiğimiz, havasını soluduğumuz yaşama tarzından bir başka ifadeyle içinde öğütüldüğümüz çarklardan kurtulmayı düşleriz. Her insan böyle şeyler düşünmesine rağmen, bunun nasıl olacağını bilemez. Gezmeye gitse, eline olta alıp su kenarına koşsa, güncel değerlerin baskısından kurtulabilme maksadıyla kendisini spora verse, kimsenin uğraşmadığı şeylerle uğraşsa, yine de bu içini sarıp sarmalayan sıkıntıdan kurtulamaz.

Bu sıkıntıdan kurtulmak amacıyla bazı kişiler kendisini eğlenceye, içmeye ve buna benzer başka yollara kaptırır. Fakat bunlar da insanı ferahlandıramaz, üstelik bu çeşit yolların derde devâ olmadığı bilinen gerçeklerden.

Zira nereye gidersek gidelim, nasıl eğlenirsek eğlenelim, tamamiyle dünyadan kendimizi sıyırıp ayıramayız. Yaptığımız bir değişikliktir hayatımızda ama dünya ile ilişkimizi kesmemize yetmiyor. Dünya ile ilişkisini kesmek duygusudur şuuraltı özlemini çektiğimiz. Zaman zaman yüreğimizi yoklayan sıkıntıların kaynağı bu duygudur. Kısa bir an şu dünyanın bütün etkilerinden kurtulabilmenin çarelerini aramaktayız.

Çünkü bu dünya akla gelebilecek her türlü etkiyle insanları hem madden, daha çok da mânen ve ruhen sıkmakta. Rahat bir soluk alabilmek, bir huzur adacığında yalnız başımıza yaşayabilmek, gerçek bir mutluluğu tüm benliğimizle hissedebilmek, ilk defa birtakım görünmez prangalardan kurtulmuş olabilmek hasretidir şu dünyada yaşadığımız. Fakat bu dünya bize rahat bir soluk aldırmıyor, huzur adacığına giden yolları kesmiş, mutluluğu değil sürekli bir endişeyi, korkuyu, ortak bir bunalımı bize layık görmüş.

Gün geliyor binalardan nefret ediyoruz, gün geliyor otobüslere, taksilere kin duyuyoruz. Gerçekte onlardan varlıklarının nedeniyle nefret ettiğimizden değil bu, fakat onlara düşman olmak içimizde var olan ve önüne geçemediğimiz bir duygu. Onlardan bize yansıyan etkilerin olumsuz oluşuna karşı, yüreğimizin sezinlediği, hissettiği bir his. O binalardan, arabalardan bize yararlı olmayan, insanlığımızı dejenere eden, ruhumuzu sıkan görünmez bir ışın yayılıyor, bilinmez bir tehlikeyi yaşadığımızı bildiriyor sanki. Bunun nedenini ifade edemiyoruz, ağzımızdan söz olarak çıkmıyor, ama yaradılışımızdan gelme bir hisle bunu anlıyoruz, şuuraltı bir duygu ile benliğimiz buna karşı nefret etmekle bir tepki gösteriyor. Aynı şey çevremize karşı da oluyor, insanlara karşı da oluyor. Zaman geliyor kalabalıklardan nefret ediyoruz, zaman geliyor en yakın dostumuza, daima beraber olduğumuz arkadaşımıza, hatta hayatımızı paylaştığımız insanlara karşı bir soğukluk duyuyoruz. Hele bazı zamanlarda bütün egoistliğimize, kendimizi beğenmemize karşın kendimizden tiksindiğimiz anlar da oluyor. Bütün bu sıkıntıların, bunalımların arasında kıvranmamız, ayrı istikâmetlere gitse de birtakım yollara koşmamız ve kendimize mütemadiyen değişiklikler aramamızın adı; kaçıştır. Kimisi kendisine kaçıyor, kimisi unutma dünyasına kaçıyor, kimisi uyutma hülyasına kaçıyor. Kimisi vurdumduymazlığa, kimisi boşvermişliğe, kimisi adamsendeciliğe, kimisi de herşeye göz yumarcılığa kaçıyor. Yaşamakta olduğumuz, dün yaşanılan, yarın da yaşanılacak olan bu kaçış duygusudur. İnsanlık olarak topyekün bir kaçışı yaşıyoruz.

Ama bu kaçışlar da bizi teselli etmiyor. Hiç bir zaman tatmin olmuyoruz yaptıklarımızdan. Belki bir işadamı olarak milyarları kazanıp, döner koltuğumuzda puromuzu yakıyoruz. Belki Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık gibi imtiyazlı mevkiilere gelip, önümüze sunulan mikrofonda, meydanları dolduran kalabalıklara istediğimizi söyleyebiliyoruz. Belki kimi popüler meslekler vasıtasıyla geniş yığınları kendimize hayran bırakabiliyoruz. Belki çok satan gazetelerde yazdığımız yazılarla kitleleri harekete geçirebiliyoruz. Belki bir genç olarak, diskotek, gazino gibi izbe ve loş yerlerde vaktimizi öldürüyoruz. Belki çok güzel bir kız olarak bütün erkeklerin başını döndürebiliyoruz veya çok yakışıklı bir erkek olarak, şık giysilerimizle bütün kızları peşimizden sürükleyebiliyoruz. Belki kültürümüzle, sanatımızla yetkin bir yere sahibiz toplumda. Belki çok ünlü bir futbolcuyuz, sahada en artistik hareketlerle rakip futbolcuları çalımlayıp ardı ardına goller atarak tribünlerdeki ve televizyon başındaki seyircileri çıldırtabiliyoruz veya seyircilerden biri olarak kendimizden geçip, bağırıp çağırarak bir şeylerden kurtulduğumuz hissiyle boşalıyoruz. Buna benzer bir sürü şeyler yapabiliyoruz ama tatmin olamıyoruz. Oyalanıyoruz belki ama tatmin olamıyoruz. Geceleyin başımızı yastığımıza koyduğumuzda yüreğimizde yine bir huzursuzluk kıpırdıyor. Tatmin olmak, insanın başını yastığa koyup, bir başına ve kendi kendine kaldığında rahat olması, huzur duyması, hiç bir endişesi ve kaygısı olmaması demektir.

Adını koyamadığımız bir duygu sağanağına tutulmuşuz. Bu sağanaktan kurtulabilmek neredeyse bize imkânsız görünüyor, buna rağmen aramaktan vazgeçmiyoruz. Ama bütün bu hissettiklerimiz ruhumuzu harap ediyor. Plaust'un ifadesiyle; yüreğimiz var, var ama yüreğimizi dayayacak bir yer yok. Yüreğimiz nereye dayanacak, neye dayanacak bunu bilmiyoruz herşeyden önce. Neden kaçtığımızı da tam olarak kestiremiyor, sebebini anlayamıyoruz. Hislerimizin sezgilerine uyarak yönlendirdiği yere gitmekle geçiyor ömrümüz. Ruhumuzu dingin kılmak, ruhen rahat olmak bütün kaygımız. Ruhumuz bir şeyler arıyor, biz de ruhumuzun arkasından arayışlara sürükleniyoruz. Ama bu arayışlar, bu kaçışlar karşılığını bulamıyor ki, maddî etkenler karşısında insanlar ruhî depresyon geçiriyor. En sağlıklı insanın bile yakalandığı bir hastalık bu, zaman zaman bunu kendimizde hissedip, itiraf edebiliyoruz. Asırlardır bu hastalık insanlara bulaşıyor ve insanlık bu hastalığı gelecek nesillere miras bırakıyor sanki. O görkemli teknolojiyle atbaşı giden, bütün icatlara rağmen yaygınlaşmasının önüne geçilemeyen ve bir türlü çare bulunamayan bir hastalık bu. Bu hastalık insanı kendisinden uzaklaştırıyor, insanı diğer insanlardan, toplumdan uzaklaştırıyor. Birbirimize ters bakmalar, geçinememekler, huzursuzluklar, hırçınlıklar, yalnızlıklar ve umutsuzluklar bu hastalıktan kaynaklanıyor. Bu hastalıkları sezebiliyoruz, yaşıyoruz ama kelimelerle ifade edemiyoruz. İki insan arasında konuşulamıyor bu mesele ve insanlar bu yüzden birbirleriyle iletişim kuramıyorlar. Ne var ki, bu ruhî hastalık hareketlerimize yansıyor, kişiliğimizi etkiliyor ve üzerimizde bütün olumsuz yanlarıyla dozajını artırıyor. Bu hastalığın tesiriyle dünyaya daha çok bağlanıyoruz ve sahip olduğumuz her eşyada tatmin duygusunu arıyoruz. Bu eşyalara, bu varlıklara ve paraya sahip olmamız ihtiyaçtan çok, tatmin duygusundan kaynaklanıyor. Ve hep endişe yüklüyüz, gözlerimizde ümitsizlik ve kaygı var, hareketlerimizde telaş gözle görünüyor, sesimiz titriyor konuşurken, elimiz ayağımız takatsiz kalıyor.

Bu vapuru kaçırırsam beni belki de cinnet basar,
Belki kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam,
Nöbette uyursam eğer kitaplarımı yakarlar,
Etimde şirpence çıkar bu kızı alamazsam,
Bu işi bitiremezsem şehirden beni kovarlar,
İzin kâğıdım yanar konuşacak olursam.

Bu şiirine böyle başlarken belki de hepimizin yaşadığı bir hastalığı işaret etmek istiyordu şair. Şiirler şairlerin özgün duygularıdır ama o şiiri yaşıyoruz insanlık olarak. Endişe ve kaygı dolu bu dünyada yaşayan insanların iç dünyası bu şiir. Bu telaşı ve endişeyi bütün gözlerde görebilmek mümkün, huzursuzluk özellikle kalabalık yerlerde, trenlerde, arabalarda, istasyonlarda, sinemalarda, pazar yerlerinde, otogarlarda somut olarak karşımıza dikiliyor. Savrulan sigara dumanları, kadehlerdeki içkiler mutsuzluğun göstergesi. Kırılan ümitleri içkiler dindirmiyor, boşalan kadehleri hep gözyaşları dolduruyor. Bütün bunlar bir keyfin değil, bir unutma hevesinin ifadesi. Belediye otobüsüne bindiğimiz zaman huzursuzluk arabasına binmiş gibi oluyoruz. İnsanlar birbirlerine karşı soğuk olduğu halde, yine birbirlerinden ilgi dileniyor. Kendisi bütün benmerkezciliğiyle başkasına yakınlaşmayı beceremiyor ama başkalarından yakınlık bekliyor. Traji-komik vak'alar içiçe hayatımızda, tragedya'yı yaşıyoruz.

Bu tür hisleri yaşamakta ve sezmekteyiz. İfade edemezsek de, konuşamazsak da bu hayatı yaşamakta olduğumuzun bilincindeyiz. Bunun bilincinde olduğumuz için meçhul bir kaçıştayız insanlık olarak. Gün gelip, parayı, malı, arabayı gözümüzün görmemesi bu yüzden. Gün gelip her türlü mevkiiyi, makamı, şan ve şöhreti terketmek isteyişimiz bu yüzden. Binalardan, arabalardan ve şehirden bunun için nefret ediyoruz zaman zaman. Bu nefret bizim kaçışımız, arayışımızdır. İnsanlardan da bu yüzden kaçıyoruz, bizi yaşadıkları için. Bu ruhî hastalık uzlaşmazlık, anlaşmazlık ve sevgisizlik üretiyor bünyemizde. Karşımızdakinde bir bakıma kendimizi gördüğümüz, o aynalarda çirkinliklerimizi farkettiğimiz için kaçıyoruz.

Aradığımız mekan bu dünyaya benzemeyecek bir yer, aradığımız zaman bu hastalığın olmadığı bir zaman, aradığımız insan bize ve bize benzeyen başka insanlardan farklı, bize benzemeyen değişik bir insan. Aradığımız duygular, psikolojiler, ruhumuza yatkın hisler. Aradığımız yer, yüreğimizi dayayacak bir yer.
Farkında olalım/olmayalım, kabul edelim/etmeyelim, yaşadığımız tek gerçek fert olarak herkesin bir arayış içinde oluşudur. Peki aramak nedir?.. Kaybedilen bir şeyi yeniden bulabilme uğraşıdır. Bulacağımızı umduğumuz, var olduğunu bildiğimiz, hissettiğimiz bir şey var ki arıyoruz. Neyi kaybettik biz?

Demek ki bu maddiyat dolu dünyaya benzemeyen daha güzel bir dünya vardı. Demek ki insanların birbirini sevdiği, yakınlaştığı, mutlu bir hayatı paylaştığı bir dünya vardı. Demek ki ruhumuza yatkın duygular, dengeli psikolojiler vardı. Bizi arayışımıza sürükleyen ruhumuz, demek ki, ruhumuz buna ihtiyaç hissediyor ve kendisini yöneten bir etkiden eksik.

Ve demek ki, yüreğimizi dayayacak bir yer var.

Uzun yıllar geçmesine rağmen hiç mezarlığa gitmemiştim. Bir öğretmenim ölmüştü, başka bir yerde olduğum için cenazesine katılamamıştım. Daha sonra öğretmenimizin kardeşiyle birlikte mezarlığa gittik. Yolda düşünüyordum. Öğretmenimiz bir zamanlar bize Hz. Muhammed (SAV)'le, Atatürk'ü çok sevdiğini söyler, hatta o minicik beyinlerimize Atatürk'ün günümüzde bir peygamber olduğunu ima etmek isterdi. Genç yaşta kalp hastalığına yakalanmıştı öğretmenimiz. Bir ara ziyaretine gittiğimde, o akşam televizyonda bir kandil münasebetiyle mevlüt okunuyordu. Öğretmenimiz hasta yatağında doğrulmuş, mevlüdü okuyan hocaların dualarına amin diyordu. Mezarlığa giderken bu manzara gözümün önündeydi. Tabii daha birçok hatıralar beni hüzünlendiriyordu. Mezarlığın kapısından girince; bu dünyayı arkamda bırakmış, bu dünyaya benzemeyen başka bir dünyaya girivermiştim sanki.

Herşey ne kadar güzel ve sakindi!.. Esen rüzgar gönlüme mutluluk dolduruyordu, yaprakların hışırdaması sevinçten başımı döndürüyordu. İnsanın ruhunu dinlendiren bir sessizlik hakimdi mezarlıkta. Kabirdeki ölüler, şu dünyada beraber yaşadığımız insanların arasından buraya gelmişlerdi ve artık onlara hiç benzemiyorlardı. Teslim olunacak yere teslim olmuşlar ve dünyaya ait ne varsa arkalarında bırakmışlardı. Yüreğim kıpır kıpır ediyordu etrafıma baktıkca, ruhum engin bir huzurla dolmuştu, kendisine yatkın bir havayı bulmuştu. Dışarıda bizi daima ürküten bu yer, şimdi insanı bir duygu sağanağına tutuyor ve muhasebe yapmasına fırsat veriyordu. Yemyeşildi her taraf, kelebekler çiçeklerin üzerinde uçuyor, yaprakların arasından kuşlar ötüyordu. Ağaçların arasından giden uzun taşlı yolun sonundaki büyük havuzun yanına vardık. Tenekelerle havuzdan su doldurup mezarlığa döktük. Avuçlarımızı açıp dua ettik. Yüreğim Allah diyordu, yüreğim dayanacak yeri bulmuştu. Papatyalarda, menekşelerde, zambaklarda ve karanfillerdeydi gözüm. Arılar vızıldıyordu üzerinde. Farkedilemeyen, unutulan güzellikleri burada görüyordum ilk kez. Karşımızdaki tepeler, mavi gökyüzü, bulutlar bambaşka anlamlar sunuyorlar, sanki bazı mesajlar gönderiyorlardı. Nefret ve kin duygusu silinmişti yeryüzünden. İnsanca ve dünyalık duyguların yerine, İlâhî duygular sarmıştı her yanı. Bu an sevdiğini ve dua ettikçe sevildiğini hissediyordu insan. Sevmesini bilemediğimizden sevilmiyorduk, sevilmediğimiz için sevemiyorduk insanlık olarak. Kaybettiğimizin ne olduğunu insan burada anlayabiliyordu artık. Bu güzelliği ve bizi yaratan gücü arıyorduk. O'nun tarafından sevilmek için, O'nu sevmek lazımdı. Huzuru bulabilmek için O'nun istediği gibi yaşamalıydık.
Bu duygular içinde gönlüm bütün insanlığa haykırdı: Dünyanın süfli emellerine ve maddiyat ağına kapılan bahtsız insanlar!.. İçinde yaşadığınız ve birbirinizi ezip hırpaladığınız, kavgasını verdiğiniz şu dünyaya, gelin bir de şu mezarlıktan bakın!.. Aradığınız herşeyin burada olduğunu hissedecek ve ne aradığınızı burada öğreneceksiniz. Zaman zaman mezarlığa gelmemiz lazım, kendimizi bilmemiz ve kendimize gelmemiz için. O sezdiğimiz bunalımların, ruh yoksunluğunun son bulması için. O'nu hatırlamak, O'nu sevmek ve O'nun istediği gibi bir hayat bizim aradığımız.

Ey meçhul yollarda bir şeyler arayan divane mecnun,
Sen aslında sevmeye hasretsin!...


İSMAİL FATİH CEYLAN
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Şubat 2006       Mesaj #249
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
bis13xg

Besmelenin Fazileti
Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. bu kadın " bismillahirrahmanirrahim " diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. kocası,onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. o saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için allah'a dua ederdi.

Birgün,kadının kocası iyice öfkelenmişti..karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine :
" şuna bir oyun çevireyimde görsün ; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? " diye söylenip duruyordu. başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı,artık bütün çirkinliğiyle,içinde dolup taşmıştı.

Hanımını çağırdı,ona bir kese altın vererek :
- bunu iyi sakla !!! diye tenbih etti. kadında kocasının emri üzerine hemen gitti,besmeleyi çekerek keseyi iyice sakladı. bu arada kocasıda onu gizlice takip ediyordu. sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. içindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı. aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve :
- sana verdiğim bir kese altını hemen getir. dedi.
Kadın koştu ; keseyi sakladığı yere,
" bismillahirrahmanirrahim " diyerek elini uzattı.
Tam o anda, allahu tealanın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. ıslanan keseden suları damlıyordu. kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı.
Sonra karısına ;
- sana çok zulmettim,çok canını yaktım,beni affet. diye yalvarmaya başladı. allah'a tevbe ve istiğfar etti. ibadetlerine bağlı bir insan oldu. o günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi ;
- ya rabbi ! bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, saliha bir kadını eş olarak verdiğin için,sana hakkıyle şükretmekten acizdim,beni affet alah'ım...
O saliha kadın ise ;
- ya rabbi ! sana şükürler olsun ki,duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin,diye dua ediyordu.

Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur.büyükler demişlerki ; " sabrın kendisi acıdır,lakin meyvesi tatlıdır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Şubat 2006       Mesaj #250
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AŞK VE ZAMAN
Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış.

Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri,
Aşk dahil bu adada yaşarlarmış.
Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş. Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.
Zenginlik,
"Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş.
"Kibir, lütfen bana yardım et!",
Kibir
"Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş.
Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş:
"Üzüntü, seninle geleyim."
Üzüntü "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk'ın çağrısını duymamış.
Aşk, birden bir ses duymuş.
"Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."
Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş.
Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş:
"Bana yardım eden kimdi?"
Bilgi
"O, Zaman'dı" diye cevap vermiş.
"Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?"
diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:


"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar

büyük olduğunu anlayabilir"
Son düzenleyen f.L.y; 13 Şubat 2006 19:28

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar