Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 80

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.830 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mayıs 2006       Mesaj #791
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tebessüm

Sponsorlu Bağlantılar
Küçük kiz, hüzünlü bir yabanciya gülümsedi.
Bu gülümseme adamin kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu.
Bu hava içinde yakin geçmiste kendisine yardim eden bir dosta tesekkür etmedigini hatirladi.
Hemen bir not yazdi, yolladi.
Arkadasi bu tesekkürden o kadar keyiflendi ki, her öglen yemek yedigi lokantada garson kiza yüklü bir bahþiþ birakti.
Garson kiz ilk defa böyle bir bahsis aliyordu.

Aksam eve giderken, kazandigi paranin bir parçasini her zaman köse basinda oturan fakir adamin sapkasina birakti.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki.
iki gündür bogazindan asagi lokma geçmemisti.
Karnini ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasinin yolunu islik çalarak tuttu.
Öyle neseliydi ki, bir saçak altinda titresen köpek yavrusunu görünce, kucagina ali verdi.
Küçük köpek gecenin sogugundan kurtuldugu için mutluydu.
Sicak odada sabaha kadar kosusturdu.
Gece yarisindan sonra apartmani dumanlar sardi.
Bir yangin basliyordu.
Dumani koklayan köpek öyle bir havlamaya basladi ki, önce fakir adam uyandi, sonra bütün apartman halki.
Anneler, babalar dumandan bogulmak üzere olan yavrularini kucaklayip, ölümden kurtardilar.
Bütün bunlarin hepsi, bes kurusluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜM'ün sonucuydu...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Mayıs 2006       Mesaj #792
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yarın Bu Şehirden Gidiyorum

Sponsorlu Bağlantılar

Yarin sabah senin pencerene günes dogdugunda ben bu sehirden gitmis olacagim sevgilim.Elimde bavulum,içinde birkaç parça esyayla senin o gülümseyen resmin.Baska da hiçbirsey götürmeyecegim yanimda bu sehirden sessiz sedasiz uzaklasirken sadece sevdami ve sensizligimi katacagim ardima.Son kez göremeyecegim o melek yüzünü,sana son kez sikica sarilip 'hosçakal' diyemeyecegim,tutamayacagim ellerini,tenimde hissedemeyecegim tenini.Bunlar sana benden yadigar kalacak son hatirlar,bunlar kalemimden senin için dökülecek son satirlar degil ama senin okuyacagin, okuyabilecgein son satirlar.

Bundan böyle baska bir sehrin gecelerinde,senden kilometrelerce uzakta yazacagim sana siirlerimi.Ve ayzik ki bir daha hiçbirzaman okuyamayacaksin sen kalemimden senin için dökülen sevgi dolu,özlem dolu,aci dolu o dizeleri.Ben çok uzaklarda sensizligimle tek basima hayatla savasirken sen yine ayni sehirde,ayni insanlarla kaldigin yerden devam edeceksin hayatina.Belki ara sira geceleri yatagina yattiginda aklina gelecegim gitmeden önce sana son verdigim küçücük fotografimi çikarip kaldirdigin yerden seyredeceksin belki.Hatta belki o kadarla da kalmayip çok özeleyeceksin beni 'Neredesin be sevgilim?' deyip gizli gizli aglayacaksin belki,gözyaslarin usul usul yastigina akarken birden birzamanlar o yastikta benim yatmis oldugumu hatirlayacaksin için aciyla dolacak,kalbin parçalanircasina sizlayacak belki ama susacaksin.Hiçkimselere anlatmayacak,paylasmayacaksin içindekileri.Zaten bende bu yüzden gitmedim mi?Iste bu düsünce bir günah gibi çakili kalacak hayatinda.Sende farkina varacak,anlayacaksin gerçekleri ve iste esas acilarin o zaman baslayacak.Geceleri uykularin kaçacak 'Kal desem gitmezdi' 'Bir kez olsun seviyorum deseydim simdi yanimda olurdu' diye düsünmekten kahrolacak,yorgun düseceksin yastigina kapanip aglamaktan...

Sonra keskeler baslayacak hayatinda keske diyeceksin bir kez sesini duyabilsem,bir satir mektubunu alabilsem yine eski günlerdeki gibi,ya da en azindan bir haber!Iyi olduguma dair bi haber alabilmek için her gece dua edeceksin Allah'a.Ve binlerce kez söz vereceksin 'Eger geri dönerse benim olursa onu bir daha hiç birakmayacagim ne olursa olsun gitmesine izin vermeyecegim' diye...Ama ne fayda sevdigim sen bunlarin farkina vardigin zaman ben çoktan yabanci bi sehrin yabanci topraklarinin altinda olacagim ...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Mayıs 2006       Mesaj #793
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
O Sahte Öykülerinde Ara Yalnızlığını..

Seni sevip hissetmem için seni sahiplenmem gerekmiyor artık. Yanımda olmasan da seni hissediyorum, seni hissettiğim kadar seninle oluyorum; baştan başa sen oluyorum..

İlk kez acı çekmeden özlüyorum seni… Sen benim değilmişsin, bunu en çok yalnızlığımda anlıyorum… Sen, seni üzen duyguları, kendi karanlığını seviyorsun.. Sen, seni sevenleri sevemiyorsun.. Sen imkansızlığı seviyorsun, ve imkansızlığın sana çektirdiği acıları.. Oysa hayat bu değil.. Sevmek bu değil..

Sen asla birinin sahipleneceği olamazsın, izin vermezsin.. Ve asla sahiplenemezsin birini.. Senin sahiplendiğin yalnızca kendi korkuların, büyüttüğün yalnızlığın.. O derin kimsesizliğin... Bana bulaştırdığın kimsesizliğin.. Sevgi nasıl bulaşıcı ise hüzün ve nefrette öyle bulaşıcı.. Şimdi kendimde senin izlerini taşıdığımı görüyorum. Senin karanlıklarında yüzüyorum. Ne kadar kendime kaçsam o kadar seni buluyorum... Ve her seferinde senin boşluğundan çaresiz kendime, kendi çaresizliklerime dönüyorum..

Sen beni unutmak için savruldukça, bende seni unutmak için kendi acılarıma alışmaya çalışıyorum...

Sen şimdi o sahte öykülerinde ara yalnızlığını.. Ancak hayat sahte öykülerde değil, yüzleşmekten kaçtığın gerçeklerde.. Senin gerçeklerin kaçtığın yaşamında; güçsüz yanlarında, öfkende, sevinçlerinde, geçmişinde, baştan başa kendinde.. Korktuğun yaşama dokunuşlarında, duygularında... Bir kez olsun gir kendi gerçeklerinin ve yenilgilerinin arasına.. Ve gör kendini yüreğinin aynasında...

Seni sensiz sevmeye öyle alıştım ki.. Artık sensizliği sana tercih eder oldu kalbim.. Yarattığım masalımsı kahramanımın yerine kimseyi koyamaz oldu kalbim.. Ne zaman biri bana açsa yüreğini, o derin yaralarım açılıyor önüme.. Beni bırakıp gittiğinde oluşan yaralar hala kanıyor...
F.E.A.R - avatarı
F.E.A.R
Ziyaretçi
29 Mayıs 2006       Mesaj #794
F.E.A.R - avatarı
Ziyaretçi
Genç bir adam haftasonu gölde balık tutuyordu. Oltasına değişik bir balık takıldı. Onu da sepetine, tuttuğu öteki balıkların yanına attı.

Fakat beklenmedik birşey oldu ve bu değişik balık, zıplayıp, konuşmaya başladı. "Beni hemen göle atarsan gerçekleşmesini istediğin üç dileğini yerine getireceğim" dedi.

Genç adam dudak kıvırdı. "Yalnızca üç dilek mi?" diye sordu.

Genç adamın kafasından son model ve en pahalı arabalar, deste deste paralar, güzel güzel kadınlar geçti.

"Üç dilek bana yetmez konuşan balık" dedi. "Gel anlaşalım; sen beş dileğimi yerine getirir, ben de seni göle geri atayım."

Konuşan balık pazarlıktan hoşlanmadı. "Kusura bakma, dostum" dedi. "Yalnızca üç dileğini yerine getirebilirim."

Genç adam, eline geçen bu fırsattan sonuna dek yararlanmaya bakıyordu. "Madem beş dileğimi yerine getiremiyorsun" dedi. "O halde dört dilekte anlaşalım."

Konuşan balık, bu kez zayıf bir sesle karşılık verdi. "Üç dilekten fazlasını yerine getirebilmem olanaksız" dedi.

Genç adam üç dilek mi tutmalı, yoksa gölde bu balık gibi başka balıklar da var mıdır diye düşünürken sonunda kararını verdi. "Peki, sen kazandın konuşan balık" dedi. "Anlaştık' Üç dilek tutmayı kabul ediyorum."

Onun bu sözlerine konuşan balık karşılık vermedi. Genç adam balık sepetine döndü, baktı' Biraz önce konuştuğu balık artık yaşamıyordu.'
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Mayıs 2006       Mesaj #795
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yaşamın Yankısında Sevgiyi PaylaşmakMerhaba!
Siz, siz olun insani değerlerinizi öldürmeyin! Ağlamaksa ağlamak, gülmekse gülmek, hüzünlenmekse hüzünlenmek, sevmekse sevmek. İnsan bir makina değil, duygusuyla, merhametiyle, sevgisiyle insandır.
Ve nitekim yaşamak. Tek bir dokunuşta, bir bakışta gizli, hissetmekle kalan sahici değerler... Yapay değerlerimizde büyüttüğümüz, her şeyi lükste,parada, maddiyatta aramanın, hırsın, bencilliğin, çürümüşlüğün gerçek değeri ne olaki.
Hayatımıza o kadar çok karmaşa ve ucuz değerler girdiki, her gün biraz daha kaos, biraz daha karmaşa içinde yaşamın farkına varmadan kaybolup gidiyoruz. O kadar çok acele yaşıyoruzki hayatı. Bir tabloya bakarken yada bir şiiri okurken bile neyi anlattığını, üzerinde durup düşünmeye fırsat bulamıyoruz.
O kadar çok sevgi varki yarım kalan, bu acelecilikten sevgileri bile yaşayamıyoruz, paylaşamıyoruz. Dostluklar bile sahte ve çıkar ilişkilerinden öteye geçmiyor. Farkında mısınız? ne kadar çok özlüyoruz doğal dostlukları ve sevgileri.
Peki biz gerçekten dost olabiliyor muyuz insanlara, çıkarsız sevebiliyor muyuz insanları?
Neden hep yalnızlığı seçiyoruz çoğunlukla, neden hep boğulduğumuzu sanıp kaçıyoruz insanlardan? Bu acelecilik bu korku bu kaçış niye? Sevgileri gerçek dostlukları öldürmüyor muyuz hep beraber, sevgilerimizi de öldürecek kadar sevgi katili olmuyor muyuz?
“Bir gün sormuşlar Bektaşi erenlerinden birine:"Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? "diye."Bakın göstereyim" demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş.
"Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe."Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa."Buyrun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
"İşte" demiş ermiş."Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır.Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.
Şunu da unutmayın:Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman..."
Biliyoruz ki, düşündüklerimizle yaşantımız arasındaki ilintiler çoğu kez özlenenin, umulanın dışında kalıyor. Toplum olarak da, bireysel olarak da, durmadan bir karamsarlığa bir yılgınlığa doğru sürükleniyoruz. Bunları söylerken edebiyat yaptığımı yada bilgiçlik tasladığımı sanmayın. salt bireycilik, bireysel saplantılar değil bunlar. toplumsal bir yangına dönüşmüş durumda.

Bunları yazarken bir arkadaşımın anlattığı ve yazarının ismini bilmediğim kısa bir öykü geldi aklıma. Hatırladığım kadarıyla öykü şöyleydi.
“”Dağlık bir bölgede adam küçük oğluyla yürürken, oğlan ayağını taşa çarpar ve can acısıyla, “Ahhhhh!”diyebağırır. Dağdan, “Ahhhhh!” diye bir ses gelir ve bu sesi duyan çocuk hayret eder. Merakla “Sen kimsin?” diye bağırır ; ama aldığı tek yanıt “Sen kimsin?” olur. Çocuk bu yanıta kızar ve, “Sen bir korkaksın!” diye bağırır.Dağdan aldığı yanıt “Sen bir korkaksın!” dır. Babasına bakar ve “Baba ne oluyor?”diye sorar.

“Oğlum, dikkat et!” diyen baba, vadiye doğru, “Sana hayranım!” diye bağırır.Ses “Sana hayranım!” diye yanıtlar. Baba “Sen harikasın!” diye bağırdığında, bu kez dağdan “Sen harikasın!” yanıtı gelir. Çocuk şaşırmıştır, ama hala ne olduğunu pek anlayamamıştır.

Baba oğluna durumu açıklar: ”Oğlum, insanlar buna yankı derler ama; ama gerçekte YAŞAM’ın kendisidir. Yaşama ne verirsen sana onu yansıtır. Yaşam senin davranışlarının bir aynasıdır. Eğer yaşamında daha çok sevgi istiyorsan, insanları daha çok sev. Eğer sana saygılı davranılmasını istiyorsan insanlara saygılı davran. Eğer başkaları tarafından anlaşılmak istiyorsan, önce başkalarını anlamaya gayret göster. Eğer insanların sana hoşgörülü ve sabırlı davranmasını istiyorsan, önce sen insanlara karşı hoşgörülü ve sabırlı olmalısın.
Oğlum yaşamda ne ekersen onu biçersin. Bu doğa yasası yaşamın her yönü için geçerlidir.”

İnsanların yaşamı tesadüfler sonucu oluşmaz; insanların yaşamı onların davranışlarının yansımasından başka birşey değildir...

Bazen karşımızdakilerin varlığına bile tahammül edemiyoruz, çarpık sağlıksız bir kişiliğe doğru sürükleniyoruz. Salt “Sevmeyi bilmek” başlıklı yazımdan dolayı onlarca tehtit ve küfür maili aldığımı yazsam inanır mısınız?

Ey siz sessiz sevgilerin sessiz ortakları... Bu serin gecenin ıslak damlacıkları bedeninize yayılırken, üşüyüp kaçmak yerine, Yüreğinize sevginin sıcaklığını esir edin... Ve bunu kendinize bahşedilmiş en kutsal ödül sayın. Sevin yalnızca sevin... Dünyanın en güzel şeyi insanların sevildiğini bilmesidir, daha da güzeli sevebilmesidir,sevmeyi bilmesidir. Sevmek hiç bir zaman çılgınlık değildir. Sevmek insan tarafımızı bulmamızdır. Dünyada sevmeyenlere, sevemeyenlere acımalı. Sevebilen insan kendini ve yaşamı keşfeden insandır, talihli insandır. Duygulu duyarlı ve güzel insandır. Sevgidir insanı yücelten, insanın yaşamına anlam ve derinlik kazandıran. Sevmeyenler ve sevemeyenler ot gibi yaşayıp, ot gibi gidenlerdir. Ah evet, sevgisiz bir dünyada hala sevmeyi bilen siz duyarlı dostlara selam, bilmeyenlere de bir mesaj iletiyorum bu şekilde...

‘”Dünyayı şairler yada çocuklar yönetse, o zaman dirlik düzenlik olur; çünkü ikisinin de yüreği sevgi doludur, ikisi de açık yüreklilikle yaklaşır hem beyninin hem yüreğinin sorunlarına” diyen yazara katılmamak mümkün mü?.

Beynimi beyninizin aydınlığına yaslayıp, yüreğimi yüreğinizin sıcaklığına, güzel, yalın yapmacıksız duygularınızdan öpüyorum.

Yaşamı savunma sorumluluğu ve bilinciyle
mutluluklara
Nuri Can


Adam Gibi adam Olmak

çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem kendine güvenebilirsen eğer

bekleyebilirsen usanmadan
yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana

düşlere kapılmadan düş kurabilir
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir
ne yıkıldım diye yerinir
ikisini de önem vermeyebilirsen eğer

söylediğin doğruyu ve gerçeği büken düzenbaz
kandırabilir diye safları dert edinmezsen
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz ve
yeniden koyulabilirsen işe

döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın diline
baştan tutabilirsen yolunu

yüreğine, sinirine dayan diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da
herkesin bırakıp gittiği noktaya
sen dayanabilirsen tek başına

herkesle düşüp kalkıp yine de erdemli kalabilirsen
unutmayabilirsen halkı krallarla gezsen de
dost da düşmanda incitemezse seni
ne küçümser nede büyültürsen çevreni

her saatin her dakikasına
emeğini katarsan alın terine
hakçasına bölüşürsen vicdanındaki adaleti
her şeyiyle dünya önüne serilir
korktuğun yerde el öpmez
hükümran olduğun yerde ezmezsen
oğlum adam oldun demektir
üstelik adam gibi bir adam.
F.E.A.R - avatarı
F.E.A.R
Ziyaretçi
29 Mayıs 2006       Mesaj #796
F.E.A.R - avatarı
Ziyaretçi
Bir zamanlar bitişik çiftliklerde yaşayan iki erkek kardeş varmış ve bunlar bir gün anlaşmazlıga düşmüş. Bu, makinelerden emek gücüne ve mala kadar her şeyi hiç aksatmadan paylaşan yan yana iki çiftligin 40 yıldan bu yana ilk ciddi ayrılmalarıymış.
Böylece, o uzun yıllar süren işbirligi de parçalanmış. Önceleri küçük bir yanlış anlama ile başlayan anlaşmazlık giderek büyük bir uçuruma dönüşmüş ve en sonunda da yerini, karşılıklı sarf edilen nahoş sözcüklerin ardından, haftalar süren sessizlige bırakmış. Bir sabah John'un kapısı çalınmış. Kapıyı açınca karşısında elinde marangoz çantasıyla duran bir adam görmüş.

"Ben birkaç günlük bir iş arıyorum " demiş adam. Belki bana verecek ufak tefek bazı işleriniz vardır. Acaba size yardımcı olabilir miyim?"

"Evet," demiş büyük kardeş. "Sana göre bir işim var. şu derenin karşısındaki çiftlige bir bak. Oradaki benim komşum, daha dogrusu orada oturan benim erkek kardeşim. Geçen hafta aramızda bir otlak vardı, ama o buldozeriyle ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda bir dere var. Bunu bana acı vermek için yapmış olabilir, ama şimdi ben ondan daha iyisini yapacagım. Ahırın yanında yatan şu kütükleri görüyor musun? Senden bana bir çit yapmanı - 2,5 metrelik bir çit yapmanı istiyorum - ki onun yerini bir daha görmek zorunda kalmayayım. Ne yaparsan yap, şunu hallet."

Marangoz "Sanırım durumu anladım. Bana çivilerin ve çukur açıcının yerini göster ki begenebilecegin bir iş çıkarayım." demiş. Büyük kardeşin öteberi almak için kasabaya gitmesi gerekiyormuş; bu yüzden marangozun malzemelerini hazırlamasına yardım ettikten sonra akşam dönmek üzere ayrılmış. Marangoz bütün gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir şekilde çalışmış. Güneşin batmasına yakın çiftçi geri döndügünde marangoz da işini ancak bitirebilmiş. Çiftçinin gözleri faltaşı gibi açılıp agzı açık kalmış. Ortada çit falan yokmuş. Derenin bir yakasından öbür yakasına uzanan bir köprü varmış! Korkulukları ve diger ayrıntılarıyla tam bir usta işi köprü, ve köprüye dogru, kollarını iki yanına açmış bir halde ilerleyen komşusu, yani, küçük kardeşi varmış.

"Onca yaptıgıma ve söyledigim sözlere karşın yine de bu köprüyü yaparak nasıl iyi bir insan oldugunu gösterdin" demiş kardeşi. İki kardeş köprünün karşılıklı iki ucunda duruyorlarmış ve daha sonra köprünün ortasında kucaklaşmışlar. Geri döndüklerinde alet çantasını sırtlamakta olan marangozu görmüşler.

"Dur, bekle! Birkaç gün daha kal. Sana vermek istedigim bir sürü proje daha var," demiş büyük kardeş.
"Kalmak isterdim," demiş marangoz, "ama daha yapmam gereken bir sürü köprü var."
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Mayıs 2006       Mesaj #797
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yüreğine Gömmek
Üç Heykel
İki komsu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her
fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da
ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma
fırsatlarıydı.

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını
huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından,
birbirinin tıpatıp aynîsı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir
fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.

Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komsu ülke hükümdarına
gönderildi.
Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.

Söyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: " Doğum gününü bu üç altın
heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynisi gibi
görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir.
O
heykeli bulunca bana haber ver."

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel
gramına
kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa
çağırttı.
Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama araların da bir
fark göremediler.

Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse
çözüm
bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana
attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, a killi ve zeki olan bu
genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana
atılmıştı.

Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri
sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.
Teli
birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.
İkinci heykele de ayni işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı.
Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı.
Ancak
telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye
gitmiyordu.

Hükümdar heykelleri gönderen komsu hükümdara cevabî yazdı:

"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul l değildir. Bir
kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul
değildir.
En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.
Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim."
venüsün_kızı - avatarı
venüsün_kızı
Ziyaretçi
29 Mayıs 2006       Mesaj #798
venüsün_kızı - avatarı
Ziyaretçi
HÜZÜN ADASI
Bir ilkbahar sabahı ılık rüzgarla birlikte yüreğime vuran özlem miydin sen. İçime ansızın, usulca bırakılan taze yalnızlığım mıydın yoksa. Sanırım içimde ne olduğunu asla anlayamadığım yanımdın benim.Her özlediğimde daha çok sevdiğim, benden her kaçışında sevgini bıraktığın, senden her vazgeçişimde sevginden vazgeçemediğim ve bir anlık yokluğunda bile kendimi sürgünde hissettirdiğin için özeldin.

Bu çocuk kalbim sana söylenecek binlerce sözle, yazılacak binlerce satırla doluydu güzel olan her şeyi söylemeliydim, paylaşmalıydım seninle ama o kadar acizdi ki kelimeler. Seni her görüşümde farklı bir şey hissediyor anımsıyordum. Uzaktan seyredişlerimde gündoğumu kadar güzel ve erişilmez olduğunu düşündüm halbuki uzanıp tutabileceğim kadar yakındın bana. Sessiz sakin köşelere sığındığında durgun bir deniz görürdüm gözlerinde, bilirdim yüreğinde bir o kadar dalgalı, fırtınalarla dolu. Vurdumduymaz tavırların bir martının özgürlüğünü anımsatırdı, sözlerin saflığı, beyazı, bir vapurun peşine takılıp kaçışların benim bir kafesteki mahkumiyetimi, dönüşünü bekleyişlerimi...

Dedim ya uzanıp tutabileceğim dokunabileceğim kadar yakındın bana. Gitme diyebilirdim kolundan çekip gözlerine bir ısrar kusabilirdim. Benimle kal diyemezdim, hakkım yoktu hiçbir şeye tek kelime edemezdim. Sensiz kalma ihtimali vardı aleyhine kurulmuş her cümlenin sonunda. Çekip giderdin yoksa bilirdim sevgili dostlarım adımı bile edemezlerdi sana. Uzaktan olmalıydı herşey duymamalıydın sen kimseye anlatamazdım, derinden olmalıydı hissetmemeliydin. Yürekten olmalıydı, ne seni yüreğimden, ne yüreğimi kendimden söküp atamamalıydım. Uzakta olmalıydı her şey sen yanı başımda, gerisi uzakta...

Son günlerde eskisi kadar sık göremiyordum bir görünüp bir kayboluyordun. Olsun arada birde olsa görmek güzeldi, sen güzeldin, hayat güzeldi, seninle herşey güzel... Arkadaşlarından duymuştum. Bir sevgilin olduğunu söylüyorlardı. Yoksa birtanem ellerinin sıcağını, teninin kokusunu, sevgisini birileriyle mi paylaşıyordu. Yoksa o sözleri benden değil de başkalarından mı dinliyordu. Oysa seni en çok ben seviyordum seni en güzel ben yazıyordum. Seni ben seni ben... olamazdı, olmamalıydı böyle biri. İnanmadım günlerce kaçtım, senden senin bir başkasını sevme ihtimalinden. Sonra sen anlattın bana sevgilini. Işıl ışıldı gözlerin, nasılda gülümsüyordun. Sanki o dünyanın en mükemmel insanı, sen en mutlu kadınıydın. Peki ben peki ben kimdim, neydim. Ne olacaktım.

Ne vardı sanki bu kadar abartacak, anlatırken mutluluktan uçacak, beni bir hüzün girdabında boğacak, beni kahretmeye ne hakkın vardı. Hayalin, umutlarım, yazılarım, şiirlerim, tatlı hüzünlerim, keşkelerim bana yetiyordu. Senden hiçbir şey istememiştim, beklememiştim. Her şeyini benimle paylaşan sen aşkını paylaşmaya nasıl da cesaret etmiştin. Bana ne diye haykırasım geliyor “Bana ne bana ne senden, sevgilinden, yapmayı sevdiğiniz şeylerden, sana nasıl baktığından, hayatından, hayatınızdan, hayatımdan bana ne...”

Birilerinin hayatına mı kastetmeli yoksa alıp başını gitmeli mi?

Artık sadece hayalin ve ben vardık. Akşamları mum ışığında yemek yiyor, sonra sabahlara kadar Tanju Okan’ın şarkılarıyla dans ediyorduk. Bazen dizlerine uzanıyor yanaklarımda pişmanlığın sıcak yaşlarını hissederek uyanıyordum. Lanet okuyordum hayata ve bana. Annemin söylememi yasakladığı sözleri savuruyordum birbiri ardına. Bir şizofren gibi hissediyordum kendimi. Yüreğimde hesaplaşmalar sürüyor, bir yandan sana diğer yandan günlerdir kaçtığım, seni göremediğim için kendime kızıyordum. Bir kadın kendisinden başka hiçbir kadının olmadığı bir yürekten başka ne isteyebilirdi.

Yine saçmalamaya başlamıştım bir şeyler yazarsam rahatlarım diye düşündüm ama güzelliğini anlatmakta aciz kelimeler öfkemi ifade etmek istediğimde de yetersiz yüzünü gösteriyordu. Saçma sapan şeyler karalıyordum yine;

Bir çocuk saflığında sevmek seni,
Bir çocuk dokunmak saklamak seni
En çocuksu korkularıyla birlikte,
Senden başka hiçbir kadının
Olmadığı ve olmayacağı bir yürekte
Seni öldürmek, ölmek.

Bir kelime sıyrılıvermişti birkaç satır arasından gözüm ona takılıp kaldı. “Ölmek” ölmek istiyordum belki çare belki değil ama beni bu sıkıntıdan kurtarabilecek tek şeydi. Ne Ümit Yaşar’ ın şiirleri nede İbrahim Sadri’ nin sesi hiçbir şey ifade etmiyordu zati. Bir hüzün adası olmuştu bedenim, yüreğim. Hayallerim, anılarım orayı mesken tutmuş, sıkışmış, umutlarıma da bir mezar kazılmıştı bir daha çıkmamacasına. Hani vardı ya “Merhaba hüzün adası ben sevda gemisi” hüzün adası bendim ve sen bana bir daha MERHABA demeyecektin.


Sevda gemim, ayyüzlüm yüreğine ilk ve son kez son baharı yaşattıysam özür dilerim. Geçmişte bir yerlerde birkaç güzel anıyla hatırlanmak ve artık orada yaşamak umuduyla güzün soğuk rüzgarlarıyla birlikte senden son kez GİDİYORUM.

...
"Yaşa bu hayatı sevdiğim, limon gibi sömürerek,
tüm ekşiliğine rağmen tadını alarak yaşa."
...

Hep İlkbaharı yaşaman dileğiyle birtanem,
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Mayıs 2006       Mesaj #799
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yaşantımızdaki Engeller


Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun uzerine kocaman bir kaya koydurmus, kendisi de pencereye oturmustu. Bakalim neler olacakti?. Ulkenin en zengin tuccarlari, en guclu kervancilari, saray gorevlileri birer birer geldiler, sabahtan oglene kadar. Hepsi kayanin etrafindan dolasip saraya girdiler. Pek cogu krali yuksek sesle elestirdi. Halkindan bu kadar vergi aliyor,ama yollari temiz tutamiyordu. Sonunda bir koylu cikageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sirtindaki kufeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarildi ve ikina sikina itmeye basladi. Sonunda kan ter icinde kaldi ama, kayayi da yolun kenarina cekti. Tam kufesini yeniden sirtina almak uzereydi ki, ayanin eski yerinde bir kesenin durdugunu gordu. Acti.. Kese altin doluydu. Bir de kralin notu vardi icinde.. "Bu altinlar kayayi yoldan ceken kisiye aittir" diyordu kral. Koylu, bugun dahi pek cogumuzun farkinda olmadigi bir ders almisti. "Her engel, yasam kosullarinizi daha iyilestirecek bir firsattir.."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Mayıs 2006       Mesaj #800
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İçim acıyor, geçer elbet, geçer de, anlamsız bir yer de,
unuttuğumu sandığım bir yer de , yeniden sızlar, ama varsın sızlasın,
sızlamadı mı; kocaman sevilmiyor ki... "

Ne yapacağını bilememek ne kadar kötü bir durum. Beyaz bir
ışık arıyorsun bazen, görüyorsun.. Siyahın yoğunlu eritiyor
ışığı yine kör oluyorsun..

Nerdesin sen şimdi kim bilir? Neler yapıyorsun? Özlüyor musun beni?
Biliyor musun ben geceleri hep seninle konuşuyorum uzun uzun.. Seni
Seviyorum diye haykırıyorum. Dünya umurumda değil. Takmıyorum,
düşünmüyorum hiçbir şeyi.. Sadece seni, sadece seni düşünüyorum ve
ağlıyorum!!! Sırf senin yanında olamadığım için ağlıyorum..

Bırakıp gittiğin, tüm kapıları yüzüme kapadığın günden beri
aylar geçti.. Aylar geçti ama içimdeki sevgin hiç bitmedi... Beni
sevmediğini, önemsemediğini bilmeme rağmen büyüttüm sevgimi. Ama
bu gece Vazgeçiyorum Senden.. Ben seninle olmak, seni yaşamak
istiyordum.. Tek isteğim buydu.. Ama izin vermedin. Bilmiyorsun ki geç
zamanlar vardır.. Ne yapsan affedilmeyecek, ne yapsan boş..

Bazen ne kadar genç olursanız olun yorgun ve yaşlı bakıyorsunuz ve
tek bir söz kalıyor geriye Vazgeçmek...! :/

Korkma, seni artık sevmiyorum....

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar