Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 82

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.037 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Mayıs 2006       Mesaj #811
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yoksun

Sponsorlu Bağlantılar
senden yarım kalanları tamamlıyorum şimdi ,ya da tamamlama çabasında sadece ve sen şu an bir telefon hattında öylesine kırılmış , hüznün son kızıllığını yaşarken ve ben hattın diğer tarafında öylesine çaresiz yorgunluğumla birlikte ancak susabilirken ....

yok-sun , yokken sen - ben varken ,sen yokken ,bilinmez coğrafyalarımda,
kayıp sokaklarımda , soluk fotoğraflarımda biz vardık.. İstanbul hep yitik ve her defasında yitirildi biz tarafından.... her defasında yıkıldı köprüler...senden istemeyi istemediklerimle , yalnız seni düşündüklerimle öldürüyorum bu kenti ve seni ....
gecenin sakladığı , gündüzün ortaya çıkardığı sonsuz çığlıklarımda , yatmak üzereyken , görmek çabasındaki rüyalarımla , tek bir mum feryadıyla sesin kulaklarımdayken ben kaçan uykularımla yaşamayı öğreniyorum... ya sen? her keresinde sen ve her keresinde ben? -özlemim ,-özlem-in , -özlediğim, -özledi-ğin , hep özleyecekler-imiz ...

seni var etmeye çalışıyorum , olmadığını , olmayacağını ,olamayacağını bile bile....!oysa sen başka bir yerde varsın , orada olacaksın , orada olmalısın da....(orada olmanı istemesem de ! ) işte hayat! Çaresizlikleriyle , çıkmazlarıyla ,karamsarlıklarıyla , mavimsi hüzünleriyle , güneşin şavkıyla devine duran bayat bir hayat!..

pembeden , mordan boyadığımız çocukluklarımız vardı ,(gün olur hatırlar da belki yolculuk etmek gerekir diye bir köşeye sıkıştırdığımız) , yeşilli sarılı bilyeleri yuvarladığımız toprak parçacıklarımız vardı ... küçük çukurları her seferinde zamanlı yağmurlar bozar ,yuvarlanmaktan yorulmuş bilyelerimizin yeşilleri ,sarıları ,çamurdan gözükmez olurdu...öylesine ,sıradan yaşamlarımızda ufaktan kurmaya başladığımız umutlarımız bir avuç gökyüzüydü sadece...mavisi beyazına karışmış, biraz da yaşlanmış güneşlerimizin bıraktığı kızıl kırmızısı izlerle göklerimize çizmek zorunda olduğumuz yalnızlıklarımız vardı.....işte bu kadardı yaşam ,işte o kadardı ..
son vapur da ayrıldı limandan, ben iskelede , sen iskelede , biz son vapurda ..... limanda kalansa terkedilmiş gölgelerimiz...halatlar arasına sıkışansa ilişkimizdi hiç olmayan , hiç olamayacak olan , hem olanaklı olan olamamazlıklardı aslında.... uçup giden hep martıdır , denize yakın olan , bize uzak olan hep martılardır ..dedim sana ... aslında karada olan hep martılardı , gökyüzünde olansa hep bizdik...hep bizdik denize yakın olan !......dedin bana .... biz diyordun ya ? sen ve benden oluşan bir teklik ... tek olarak sen ve beni simgeleyen ....bir bizlik!
Gerçek miydik yok sa bir izdüşümü müydük sadece ......sadece bir yansıma olmak ne kadar da acı verici .... olmama olasılığı, gerçek olmama olasılığıyla gerçek olmaya çalışmak ve başarmak sonunda ....... ancak bir son olarak başarmak aslında başaramamak..........

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #812
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Acı bir hıçkırık

Sponsorlu Bağlantılar
Acı bir hıçkırık senden bana geriye kalan
İçimde bir sevgi seli,içimde yıkılmadık yer bırakmayan
Göz yaşlarıyla ıslanmış ıslak bir mendil
Sen gidince bana hatıra kalan
Şimdi bakarım güneşli günlerde koştuğumuz sokaklara
Şimdi ise göz yaşlarıyla karışık ıslanmış yağmurlarda
İsyan ederim bana yazılan kadere
Bakarım,her akşam gözlerinin rengini almış
Deli dalgalarını sahile vuran denizlere
Geriye dönüp seninle geçen günlerimizi düşününce kahrolurum
Ama bir fayda etmez kahrolmam
Yaşanılan yaşanılmıştır ne fayda düzeltemezsin
Ellerin bile bana dokunsa teselli edemez
Anladım bir tanem yalancı aşkını dokunuşlarını
Ama yinede seni öyle masumca seviyorumki
Sana olan sevgimde sınır tanımıyorum
Şu an bile sensizim diye
İçime dert oluyor be bitanem sensizliğim
Bu dert beni ölü denizlerin kıyılarına
Öfkeli bir dalga gibi vuruyor kumsallara
Şimdi ağla sevgilim aramızdaki yollara inat
Şimdi daha çok sev
Yollarımızı ayıran kadere İNAT!!!
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #813
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Benim Hiç Annem Olmadı ki !
Benim hiç annem olmadı.Dolayısıyla,anneler gününün anlamını da bilmem...
Evlat uğruna canından vazgeçen bir kadınmış annem.Ya ben ya O..Ben ağlayarak geldiğimde dünyaya annem,gülümseyerek veda etmiş.Beni o sıcacık olduğunu tahmin ettiğim kucağına almadan.Çocukluğumdan bilirim,yaşıtlarım:'' Anne '' dediğinde ben, ''neden?'' diyemiyorum deyipte düşündüğüm anlarımı.Kim bu anne ! Neden canı yanınca anne diyorlar ? Neden canları bir şey istediğinde anne diyorlar ? Neden ?
Sonra büyüdüm.Düşündüm,beni kim emzirdi ? Kimler annelik yaptı bana ? Okulda mesala okul aile birliği toplantıları denilen olay var ha..Herkes annesini çağırıyordu.Zavallı babam bir defa olsun gelmemişti.Benim ailemi hiç çağırmadılar ! Sanki sorunsuz,dertsiz birisiymişim gibi.Oysa derdin büyüğü bende idi.Şefkatsizlikle ,sevgisizlikle geçen bir çocukluk.Tek eksiğim,en büyük eksikliğimmiş güya..O da annesizlik ! Kimbilir kaç defa gece uyurken üstüm açıldıda örtülmedi.Kimblir kaç defa acıkınca ağladım da ,annem olmayanlar doyurdu beni.Ah bir de ne kötü biliyor musunuz ? Bir arkadaşınızın ailesi ile tanışırsınız..''Annem '' derler.Tanışırım.''Annen nasıl'' diye sorduklarında, cevap verememenin çektirdiği acıyı hissederdim.Ha cevap verirdim tabi : ''Benim annem vefat etti !''
''Ne zaman Allah Rahmet eylesin ''..
''Ben doğarken ''.Derin bir sesizlik.Sonra acıma dolu bakışlar,merhamet..
Mutluluk,acının azalmış halidir ya..Hiç azalmadı ki acım..Bunun azı ,çoğu olur mu?Bana yerini dolduramayacağın bir şey söyle deseler,bilin bakalım ne cavap verirdim ?

Haydi siz söyleyin...

Annenizi sevin,onun kıymetini bilin !

Hayatta en kötü şey 'annesizlik' dostlar.

Haydi gidin sımsıkı sarılın O'na ,Benim yerime de tabi..
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #814
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yokluğun Buz Gibi Soğuk

Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... "Üşüme" diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... "Özledim" deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim. Kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna, ağlasaydım doya doya ... Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi içimin, kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı biliyorum...

Seninle suları yeşil bir ırmağın kıyısında buluşmak, saçlarının kokusundan öpmek, içime çekmek ve serin soluğundan içmek, sana sarılmak, kucaklamak, uçmak isterdim…

Ama nafile, aramızdaki bütün yollar kapalı... Bütün dallar kesik... Yokluğun buz gibi soğuk... Üşüyorum... Yüreğim de donmuş sanki. Gözlerimde...
Ateşler içinde bedenim... Öyle bir üşüme ki, hiç bir şey ısıtmıyor artık. Bütün uzuvlarım uyuşmuş. Ezip geçiyor ruhumu acılar...

Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi. Kirpikleri kırılan bir zamanın teninde, ağrılı şiirler topluyorum gecelere şimdi...
Bilirim, sevmek ve özlemek bir ateşe dokunmaktır; yakmaktır yüreğini yangınlarda. Ama ben üşüyorum. Yokluğun buz gibi soğuk. Yakacak bir şeyimde yok…
Ağlıyorum, buza dönüşüyor gözyaşlarım… Ağlıyorum, akıp gidiyor gözyaşlarım çağlayanlara… Bakakalıyorum ardından çaresiz…

Ah! bir el olsan dokunsan alnıma, okşasan saçlarımı bir anne şefkatiyle.. Geçerdi ağrısı başımın, geçerdi biliyorum... Bir gül olsaydın bahçemde, koklasaydım nefes nefes, çekseydim içime derin derin... Bir göz olup baksaydın gözlerime, çekip alsaydın içindeki hüznü... Ah! bir bilsen nasıl sevinirdi yüreğim, nasıl sevinirdi dudağımdaki gelincik, kapımdaki akasya...

Susuyorum artık derin derin... Ve sessizce soluyorum bir hazan yaprağı gibi... Oysa ne kadar çok hasretim konuşmaya, anlatmaya anlaşılmaya... Oysa ne çok istiyorum, tüm bedenimden söküp almanı yalnızlığımı, hicranımı bir tılsımla...
Yüreğim kanrevan, dikenler acımasız, ayaklarım kırık koşamıyorum artık doruklara, menzil uzak...

Gel. Yüreğim ol seher gülüm, her ölümümde bana yeniden hayat ver. Elim ol, ayağım ol, canım ol... Gecem - gündüzüm ol... Ağlayan gözlerim ol her damlada yeniden doğur beni, yeniden doğur umudumu. Her öldüğümde yeniden yarat ki, seni ne kadar özlediğimi anlatayım yeryüzündeki bütün canlı cansız varlıklara, ne kadar çok sevdiğimi ...

Önce sen gel sevgilim solmadan resimler, şiirler sislenmeden... İslenmeden geceler ... Sonra ölüm gelsin...

Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi.
F.E.A.R - avatarı
F.E.A.R
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #815
F.E.A.R - avatarı
Ziyaretçi
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı; ama küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.

Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:

- Küçük!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.

Çocuk, ona dönerek:

- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.

- Bence önemli değil!. diye atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı. Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:

- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.

Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:

- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?

- Çok basit!. dedi, adam. Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orada tüm eksiklikler tamamlanacak.

Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla daha fazla mükafat görecekler...

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrini işaret ederek:

- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?

Çocuk, başını yanlara sallayıp:

- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.

- İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.

Çocuk biraz düşünüp:

- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?

- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:

- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.

- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.

- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!. Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek.

- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.

Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?

- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok herhalde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:

- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..

Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:

- Babam haklıymış!. dedi. ‘Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok!’ demişti.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #816
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yazılı İlk Öğütibret olsun dedin abinden sana kimliğin
yanlış bir şey mi yaptım?
Yoksa beklediğin duygularda değil miydim
ibret alacağım neleri görmeliydim
neleri duymalıydım
derdim belki o zamanlar
olmuşsuda
düşüncelerimle hemcinsimden başkasına açmadım
öfkemi kaptırmıştım bir kere anlamadığım düşüncelere
cahilliğimdi belki de
yoyo
bana o zamanlar kapılarını ilk açandı o düşünceler
ilk yanlışta olsa bende varım dediğim ilk hayattı o
o yanlışı yapmama sen niye izin verdin ki
niye özemen benim elimden tutmadım
çok iyi hatırlıyorum düşüncelime verdiğin tepkiyi
sadece bir gülümsemeydi alaylı,
sen de yanlış düşündün o anda
bırakayım, kendi hatasını kendisi anlasın dedin
kendi kendine
ama yanlış düşündün!
O an benim tutmam gereken bir el vardı
yanlışta olsa tutmalıydım yoksa düşecektim
işte
sonunda bir eli tuttum tutmadım değil
ama dediğim gibi tuttuğum el yanlıştı
adımımı attığım basamak çürük çıktı ne çere
düştüm kırdım kalbimi....

sen benden daha iyi bilirsin bu duyguları
bir insan bir zaman kendini bir boşlukta hisseder
o boşluk hayatta çekebileceği
sürebilecek en uzun zamana bağlı boşluk tu
o durumda bir insani yakaladığında nereye çağırsan oraya gelir
zorlamana bile gerek kalmaz
çok basittir o insan
kolayın altında bile diyebilirim
çaresiz bitkin umudunu yitirmiş
çobanın şehre gelmesi gibidir
işte beni o gördüğün tanıdığın an
ben bir çoban benzetmesi gibiydim
ne yapacağımı nereye gideceğimi
kime inanacağımı
kimi seveceğim, düşünmeden kararıverdim

benim derdim çobanlığımdı o an
öfkem ise çobanlığımın bıraktığı eksikleriydi
işte o eksikleri anladıkça
gözyaşlarım damlamaya başladı
her an her yerde gördüğüm her eksikte damlıyordu
o yaşlar
gözlerimden damlamasa da
bedenimde damlıyordu, yüreğimde damlıyordu
işte senin bir damla akar gözden yaş sanma bitmez
dediğin duygular
gün geçtikçe damarlarımda dolaşıp duruyor
ağlamaya çalışıyorum şu anda ama ağlayamıyorum
gözlerimden akacak olan o bir damla yaşı çoktan akıttım
şimdi ağlamanın hasretini çekiyorum
keşke diyorum o bir damla yaşı akıtacak yanlışı yapmasaydım da
şimdi ağlayabilseydim diye
işte bitmez sandığım gözyaşım bitti
ömür gerçekten üç günlükmüş gelip ve geçti diyebilirim
bundan sonraki hayat boştur düşüncelerimde
temeli olmayan bir bina çöker elbette
temelim olmadığı için boş geliyor şu anda bana yaşam
yaşadıklarım
gördüklerim
şu anda masamda duran rakım bile
anlatamıyor beni bana
iç diyor beni keyfine bak diyor
bir andan da beni düşünmüyor değil hani mezede koymuş yanına
canımı yakmak istemiyor...

üzme yok yere hırçın kalbini dadında
nasıl üzmeyeyim nasıl hırçınlaşmayayım ben şimdi
nasıl dalmayayım rüyalara sen söyle nasıl
üzmeyeyim bu kalbimi

vur sillesini hayatın ***** duvarlarına diyorsun hale ama
gerçekten çok vurdum duvarlara
bir kadeh rakıyla sarhoş olduğum zaman
çok yumrukladım çaresizliğimi
isyan ettim haykırdım
vurdukça sanki bana inadına gülümsüyordu duvarlar
öfkem galip geliyordu parçalıyordum bedenimi
zedeliyordum umutlarımı
gerçekten bunları yaparken senin de dediğin gibi
köklü bir hayat var sanıyordum taa uzaklarda
dini,ırkı,emperyalisti,faşisti,komünisti,
bunlardan herhangi birisi var sanıyordum
ben faşist
emperyalist
komünist düşünüyorum diyordum
demiyordum gerçi sanıyordum
ben bu kızı seviyorum dermiş gibi o çocuksu duygularda
ben böyle olacağım diyordum yine aynı duyguyla


işte şimdi anladım
dünde bıraktığım yanlışları
dünde bıraktığım anıları, sözleri, yazıları
tozpembeymiş gerçekten hayat
gözlerim görmüyor kulaklarım duymuyormuş
susuz açamayan bir gül gibi
sadece rengimi vermişim duygulara gözlere
açmaya ne düşüncelerim nede umutlarım yardımcı oldu
silmiş bir kere dostum aydın geleceğimi defterimden
üstüne gidemiyorum korku ensemde dolaşıyor
her an aklımla birlikte canımı alabilir
işte ensemde dolaşan o *****lik öldürüyor beni
nasiyatın için sağol
ensemdeki o *****ce dolaşan
korkuyu yenemediğim sürece ben bir hiçim
bir hiç olacak da gideceğim bu yaşamdan...
F.E.A.R - avatarı
F.E.A.R
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #817
F.E.A.R - avatarı
Ziyaretçi
dam yorgun argin eve döndügünde 5 yasindaki çocugunu kapinin önünde beklerken buldu.Çocuk babasina, "Baba bir saatte ne kadar para kazaniyorsun" diye sordu...

Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin isin degil" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk "Babacim lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi. Adam "Illâ da bilmek istiyorsan 20 milyon" diye cevap verdi..

Bunun üzerine çocuk "Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlenip, "Benim senin saçma oyuncaklarina veya benzeri seylerine ayiracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapini kapat" dedi.

Çocuk sessizce odasina çikip kapiyi kapatti.Adam sinirli sinirli;"Bu çocuk nasil böyle seylere cesaret eder." diye düsündü.

Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinlesti ve çocuga parayi neden istedigini bile sormadigini düsündü, "Belki de gerçekten lazimdi"...Yukari çocugunun odasina çikti ve kapiyi açti... Yataginda olan çocuga,"Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayir" diye cevap verdi...

"Al bakalim, istedigin 10 milyon. Sana az önce sert davrandigim için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi... Çocuk sevinçle haykirdi, "Tesekkürler babacigim"...

Hemen yastiginin altindan diger burusuk paralari çikardi.

Adamin suratina bakti ve yavasça paralari saydi.Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran oldugu halde neden benden para istiyorsun?... Benim, senin saçma çocuk oyunlarina ayiracak vaktim yok" diye kizdi...

Çocuk "Param vardi ama yeterince yoktu " dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paralari babasina uzatti;

"Iste 20 milyon... Simdi bir saatini alabilir miyim babacim?..."
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #818
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yitik Aşklar Koleksiyoncusu

Fotoğraf dükkanındaki sıradan günlerden biriydi.Acele bir işi olduğu için dükkanı çırağa bırakıp dükkandan çıkmak için kapıya yönelmişti genç adam. Nasıl olduysa o anda kapıdan girmek üzere olan genç bir kızı fark etmemişti. Genç kızda elinde tuttuğu notu incelediğinden ikisi de bir birinin farkında değildi ve çok şiddetli olmayan bir biçimde çarpıştılar. Önce genç kız “pardon” dedi ve yere düşen defterlerini toplamaya başladı.Genç adam da ona yardım etmek için yere eğildiğinde göz göze geldiler.Genç adam gözlerine inanamıyordu çünkü kendi hayalinde çizdiği kadın portresine bire bir benziyordu bu geç kızın yüzü. Her zaman hayatta herkes için tek bir kişinin olduğuna inanıyordu.Bu ona göre, gök yüzündeki yıldızların birinin de onun olduğunun ispatıydı ve bıkmadan, usanmadan gökyüzündeki yıldızının yeryüzüne ineceği zamanı bekliyordu.
Genç adam içinden “acaba bu deniz gözlü kız, benim yıldızım olabilir mi?” diye tekrar ederken genç kız onunla konuşmaya başlamıştı:
- “pardon, özür dilerim benim hatamdı”
- “hayır, aslında benim hatamdı önüme bakmam gerekiyordu.asıl ben özür dilerim sizden”
- “şey, ben fotoğraf çektirmek istiyorum ama fazla zamanım yok. Bu yüzden hemen çekebilirmisiniz.”
- “tabii, siz hazırlanma odasına geçip hazırlanın. İstediğiniz özel bir renk var mı, arka fon olarak ”
- “hayır, yok. Teşekkür ederim.”
Genç kıza hazırlanma odasını gösterdikten sonra, genç adam stüdyoda hazırlıklara başladı.Arka plana en çok sevdiği gök yüzü fonunu yerleştirdi, flaşları, ışıkları ve spotları ayarladıktan sonra genç kızın hazır olup olmadığına bakmak için başını yan odadan tafara çevirdi.gelen müşterilerin hazır olup olmadıklarını bakmak için stüdyo tarafından ufak bir pencere açmışlardı hazırlanma odasından.Genç adam hazırlanma odasındaki genç kızı izlerken hala gözlerine inanamıyordu. İçinden tekrar “acaba bu deniz gözlü kız, benim yıldızım olabilir mi?” diye sormuştu kendisine. Tekrar genç kızı incelemeye koyuldu.Önce saçlarının parlaklığı dikkatini çekti.Yer yüzündeki en parlak şelaleleri kıskandıracak kadar parlaktı saçları.Sonra yaradanın dünyadaki en güzel gül rengini verdiği dudakları dikkatini çekti.Boynu çok narin bir ceylanın boynu gibi ince ve uzun, sanki ayın bir parçasıymış gibi olan ten rengi ve genç adamı beklide içinden tekrarladığı o cümlenin cevabından emin olması sağlayan genç kızın gözleri son olarak dikkatini çekti.Ruhunun bütün inceliğini,şefkatini,güzelliğini ele veren deniz mavisi gözlerine baktı uzun uzun.Biraz sonra genç kız da hazırlanmış bir şekilde fonun önündeki ufak tabureye oturmuştu.Genç adam objektiften kızın gözlerine derinlemesine bir kez daha baktıktan sonra flaştan çıkan parıltılı ışıklar odanın içini kısa süreliğine kapladı.

Genç adam gerçek bir sanat eseri gibi özenerek çekmişti kızın resmini.Stüdyodaki işleri bittikten sonra genç kızla birlikte giriş odasına geçtiler.
Genç kız:”fotoğrafı ne zaman alabilirim?” dedi.
Genç adam içinden: ” yarın gelmesini söylersem ona karşı olan hislerimi nasıl açıklayacağımı düşünebilecek zamanım olur.” diye içinden geçirdi.
- “yarın bu saatte gelip alabilirsiniz.”
- “peki, teşekkür ederim”
Daha sonra genç kız usulca kapıdan çıkıp uzaklaştı ve genç adamda o gözden kaybolana kadar arkasından genç kızı izledi.
Genç adam o gün deniz gözlü yıldızı gittikten hemen sonra dükkanı üzerinden kilitledi, çırağı evine yolladı sonra ne yapacağını bilmeden akşama kadar stüdyoda bir o tarafa bir bu tarafa gidip geldi. Genç kızın dokunduğu her şeye dokundu,oturdu küçük taburede saatlerce oturdu.Genç kızın hazırlanma odasındaki aynanın önünde saçının tek telini buldu ve saatlerce o tek saç telini kokladı. Daha sonra eline bir kağıt ve kalem alarak deniz gözlü yıldızına hislerini nasıl açacağını yazdı sildi,yazdı sildi.
Kendi kendine: “bu böyle olmuyacak.en iyisi o an içimden ne geçiyorsa onu söylemek ” dedi ve evinin yolunu tuttu.
O gece genç adamı bir türlü uyku tutmuyordu. Hep gözlerinin önüne genç kızın yüzü geliyordu. Artık kesinlikle emindi bu kız oydu. Geceler boyu hayalini kurduğu, kendisi için yatılmış olan kızdı. Şimdiye kadar yaptığı iyiliklerin bir karşılığı olarak yaradan deniz gölü yıldızını vermişti ona.Evet artık kesin emindi bu kız oydu.Daha adını bile bilmediği bu kız oydu.
Sabah olduğunda güneşin ilk ışıkları yüzünü göstermeye başlamıştı. Güneş bir başka aydınlatıyordu gökyüzünü o sabah, balkonda kendi eli ile özenerek yetiştirdiği çiçekler bir başka gülümsüyordu, dünya bir başka dönüyordu o sabah genç adam için.
Kahvaltısını yapmadan evden çıktı ve fotoğraf dükkanına doğru yola koyuldu.Her zaman onu çileden çıkaran trafik bile genç adamın neşesini kaçıramıyordu.Kendini bulutların üstünde gibi hissediyordu.
Genç adam dükkana girdikten sonra fotoğrafları banyo ettikleri odaya girdi.Genç kızın resmini dün banyoya bırakmıştı. Resmi özenle çıkardı,kuruttu ve dikkatlice genç kızın resmini inceli.Bu güzelliği birkaç saat sonra tekrar görebileceğini düşünmek genç adamın içine hoş bir ürperti salıyordu. Genç kızın gelmesine daha birkaç saat olduğu için genç adam stüdyonun arkasındaki ufak bahçeye diktiği çeşit çeşit çiçeklerle uğraşmak için bahçeye geçti. Boş zamanlarını genelde hep bu bahçede kendi eliyle yetiştirdiği Güller,kasımpatılar, laleler, *****eler ve en çok sevdiği papatyalarla uğraşarak, onlarla konuşarak geçirmeyi çok severdi. Papatyalarına daha bir özen gösterirdi diğer çiçeklerine nazaran. Papatyalar genç adam için; saflığın, masumluğun çiçekleriydi. Eğer bir gün evlenirse ve küçük bir kız çocuğu olursa ona bu papatyalardan taç yapacaktı. Kızını prensesi, tabi eşini de sultanı yapacaktı. Önce çiçeklerin sularını verip, sonrada uzun uzun deniz gözlü yıldızından bahsetti onlara. Saflığını, doğallığını ve güzelliğini anlata anlata bitiremiyordu bir türlü.
Genç kızın geleceği saat yaklaşmıştı, genç adam çiçeklerinden onun için şans dilemelerini istedikten sonra hazırlanma odasındaki boy aynasında son kez kendine göz attıktan sonra giriş kapısının tam karşısındaki divanda yerini aldı. Elindeki resimden gözlerini hiç ayırmadan ve durmadan içinden nazım hikmet’in bir şiirini tekrarlıyordu.
Ne hasta beklerdi sabahı
Ve ne genç ölüyü mezar
Nede şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar.

Genç adamın şiiri beşinci tekrarlayışında genç kız kapıda belirmişti. Genç kızın üstünde yine beyaz, boğazlı balıkçı kazağı ve ekoseli, diz altı baklava desenli eteği vardı. Yüzünde yine aynı çocuksu saflığı ve muzipçe bir gülümseme vardı. Çünkü genç adam deniz gözlü yıldızının geldiğini görür görmez ayağa fırlamış ve yüzünde bir gülümsemeyle genç kıza doğru yaklaşmaktaydı.
- “Hoş geldiniz.”
- “teşekkür ederim. Hoş bulduk, resimler hazır mı?”
Genç adam heyecandan ne yapacağını bilemiyordu ama bir an önce kendini toplaması gerektiğinin farkındaydı çünkü genç kız resmini almak istediğini belirttiği halde, genç adam hala hiçbir şey söylemeden sadece gülümseyerek genç kızın gözlerinin içine bakıyordu. Genç kız sorusunu yinelediğinde, genç adam heyecanı bastırmaya çalışarak sadece ;
- “evet” diyebilmişti.
Genç adam elinde tuttuğu resmi genç kıza belli etmeden cebine koyduktan sonra çekmeceden genç kızın diğer resimlerini çıkartıp ona uzattı.Genç kız ücreti ödemek istediğinde genç adam;
- “hayır, sizden para alamam”
- “ama neden? Hayır lütfen” diyerek elindeki parayı genç adama ısrarla uzatıyordu.
- “size bir öneride bulunacağım. Bu parayı bana vermek yerine, şu köşe başındaki çay bahçesinde bana bir çay ısmarlaya bilirsiniz. Emin olun pişman olmayacaksınız. Benim çok sık gittiğim, harikulade bir yerdir”
Genç kız bu öneri karşısında çok şaşırmıştı. Başını hafif yana eğerek düşünmeye başladı. Karşısında duran bu genç adam gerçekten iyi niyetli bir insana benziyordu. Çünkü gözleri sadece iyi niyetli bir insanda bulunabilecek bir pırıltıyla bakıyordu. Genç kızın bu hali onu daha da saf,masum bir şekle sokuyordu ve genç adam karşısında duran güzel kızın bu halinden çok etkilenmişti. Bir taraftan da deniz gözlü yıldızının önerisini kabul etmemesinden korkuyordu.
Genç adamın korktuğu gibi olmamıştı ve genç kız önerisini kabul etmişti.Ama fazla zamanının olmadığını, sadece yarım saat ona zaman ayırabileceğini söylemişti. Genç adam buna da razıydı. Sevdiğiyle yarım saat bile geçirmek onun için bir ömre bedeldi. Dükkandan birlikte çıkıp sokağın köşesindeki dıştan çok güzel görünen ama içi dışındanda güzel olan çay bahçesine doğru yola koyulmuşlardı.
Yol boyunca genç adam, genç kızın adının sevi olduğunu ve … üniversitesi tıp fakültesi son sınıf öğrencisi olduğunu öğrenmişti. Çay bahçesinin önüne geldiklerinde genç kızın dikkatini önce çay bahçesinin tabelası çekmişti. Tabelada etrafı papatyalarla çevrelenmiş “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu” yazıyordu ve birbirinden parçalanırcasına ayrılmış iki kalp parçası duruyordu. Genç kız çay bahçesinden içeriye ilk adımını attığında büyülenmiş gibiydi. Burası bir çay bahçesinden çok bir çiçek bağına benziyordu. Her tarafta çeşit çeşit saksıların içinde yine çeşit çeşit çiçekler vardı. Her masanın üzerinde farkı bir çiçek vardı ama sadece tek bir dalı olan çiçeklerdi. Daha sonra genç adamın önerisi üzerine bahçe tarafına bakan camekanın önündeki masaya oturdular. Bu masanın üzerinde de bir vazonun içinde tek dal bir papatya vardı. Dışarıda hafif hafif yağmur çiselemeye başlamıştı. Bu arada genç adam buranın bir arkadaşının olduğunu ve burayı birlikte bu hale getirdiklerini anlatıyordu ve arkadaşının burayı asıl açma nedenini anlatmaya başlamıştı. Arkadaşının bir kızı çok sevdiğini ama ailelerinin zoruyla ayrıldıklarını ve ayrılığa dayanamayan kızın canına kıydığını, kız çiçekleri çok sevdiği içinde arkadaşının sevdiği kızın anısına burayı açtığını ve adını da “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu” koyduğunu, sevdiği kızın ölümünden sonra arkadaşının soğuk ve karlı bir gecede kızın mezarının başında sabaha kadar bekleyerek öldüğünü, genç adam gözleri dolarak seviye anlattığında genç kızın gözlerinde de yaşlar birikmişti.
Genç adam sesi titreyerek;
- “Bu dünyada ola masalarda, şimdi cennete birlikte ve mutlu olduklarından eminim.” dedi.
Aralarında kısa bir süre sessizlik yaşandıktan sonra genç kız sessizliği bozdu:
- “Beni buraya getirdiğin için çok teşekkür ederim. Burası gerçekten tıpkı bir çiçek bağı gibi.Ama anlayamadığım bir şey var. Her masanın üstünde sadece tek dalı olan bir çiçek var. Neden?”
- “Buranın tabelasında bir birinden ayrı iki kalp var. O kalplerden birisini bu tek dal çiçek, diğer yarısını da başka bir yerdeki tek dalı olan bir çiçek temsil ediyor. ”
Sevi’nin gözleri önünde duran vazonun içinde sadece tek dalı olan bir çiçeğe kaymıştı.İçinden “acaba bu hangi kalbin yarısını temsil ediyor” diye geçirdi.
- “ İsminin anlamı nedir?”
Genç kız gözlerini tek dal papatyadan ayırmadan cevap verdi.
- “Aşk demek”
Genç adam içinden “ne kadar güzel bir ismi var ve ne kadar da güzel bir anlamı ” diye geçirdi.
Dışarıda yağan yağmur şiddetini biraz daha arttırmıştı ve yağmurun toprakla birleşerek oluşturduğu o hoş koku genç adam ve genç kızın oturdukları masanın etrafını sarmalamıştı. İkinci çaylarını yudumlamaya başlamışken aralarında yeni bir sohbet başlamıştı.Genç adam doktorluğun çok güzel bir meslek olduğunu, insanlara doğrudan yardım etme imkanı sağladığını ve bu yüzden doktorların hepsinin olmasa da bir çoğunun cennete gitme ihtimallerinin yüksek olduğunu, Eskiden kendisinin de insanlara doğrudan yardım edebileceği bir meslek aradığını ama daha sonra şimdiki mesleği olan fotoğrafçılığa başladığını yinede yardıma muhtaç bir insan gördüğünde elinden gelen her şeyi yaptığını söylüyordu. Genç kızda ona katıldığını ve kendisinin de aslında bu mesleği seçmesinin ilk nedeninin insanlara yardım etme isteğinden kaynaklandığını söyledi.
Sevinin gideceği zamanın yaklaştığını, genç kızın saatine bakışından anlamıştı genç adam. Bu yüzden elini çabuk tutmalı ve seviye bir an önce duygularından bahsetmeliydi.
Genç adam ne söyleyeceğini kafasında toparlamaya çalışırken, aralarındaki hoş sohbetten sonra yerini neşeye bırakan heyecanı tekrar ve bu sefer daha fazla olarak geri dönmüştü.
Seviyi ilk gördüğü andaki gibi; önce elleri terlemiş, sonrada kalbi yerinden çıkacakmış gibi delice çarpmaya başlamıştı. Genç adam derin bir nefes alıp önemli bir şey söyleyeceğini belli eden bakışlarla doğrudan sevinin gözlerinin içine bakıyordu. Sevide anlamıştı genç adamın içinden geçenleri ona söylemeye hazırlandığı, birden içini hoş bir heyecan kapladı genç kızında. Aslında gitmesi gereken zamanı çoktan aşmıştı ama nedense gitmeyi hiç istemiyordu.
Birden genç kızın çalan cep telefonunun sesiyle ikisi de irkildi. Arayan sevinin okuldan bir arkadaşıydı, on beş dakika sonra başlayacak olan çok önemli derslerini haber veriyordu.Genç kız “tamam. Hemen geliyorum” diyerek telefonu kapattı ve çok önemli bir dersinin on beş dakika sonra başlayacağını bu yüzden hemen gitmesi gerektiğini söyledikten sonra genç adamdan izin isteyip kalkmak için ayaklanmıştı ki genç adam kızın kolu kolunu tuttu. Kendisi için çok önemli bir şey söyleyeceğini, bu yüzden en kısa zamanda tekrar buluşmak istediğini söyledi ve kızın kolunu bıraktı. Genç kızın dersi iki saat sonra bitecekti ve okuluyla bu çay bahçesinin arası on beş dakikaydı. Genç adama iki buçuk saat sonra burada buluşabileceklerini söyledikten sonra başka hiçbir şey söylemeden kapının önünde şemsiyesini açıp hızlı adımlarla yağan yağmurun içinde gözden kayboldu.
Genç adam bu iki buçuk saati, masanın üzerindeki tek dal papatyanın bulunduğu vazoya deniz gözlü yıldızının resmini dayayıp, güzel yüzünü gözlerinin önünden ayırmadan geçirdi. Saatin akrebi genç kızın söylediği saati yarım geçtiği halde genç kız hala gelmemişti. “dersi uzadı herhalde” diye içinden geçirdi genç adam. Saniyeler dakikalara, dakikalar ise saatlere dönüştüğü halde genç kız hala gelmemişti. Saatin akrebi her ilerleyişinde genç adamı bir fare gibi içten içe ve yavaş yavaş kemiriyordu. İçindeki bu sıkıntıdan kurtulmak için, daha sonra devamını da yazacağı şiirin ilk mısrasını yazdı:



“Elimde senin resmin
Hani vardı ya benim çektiğim
Gözlerimin önünde o anki halim;
Ellerimin titreyişi,
Kalbimin yerinden çıkacakmış gibi delice çarpışı.
Ve o anda bir yıldırım gibi kalbime düşen sevgin.”

Bu şiiri kaçıncı kez tekrarlayışıydı bilmiyordu, onu içiten içe kemiren fareye bir kez daha baktı, genç kızın gidişinin üzerinden tam 10 saat geçmişti ve o hala yoktu. Kulağına hoş bir melodi geliyordu. Caminin hocası yatsı ezanını okuyor olmalıydı. İçini birden bir ferahlık duygusu kapladı genç adamın.
“Belki de gerçekten önemli bir işi çıkmıştır onun için gelememiştir.Telefon numaramı bilmediği için bana haberde verememiştir.Eminim yarın dükkana gelecektir.” Kendi kendine bunları söyledikten sonra evine doğru yola çıktı. O gece deniz gözlü yıldızının ertesi gün geleceğinden emin olarak derin ve huzurlu bir uyku uyudu, bir önceki gününde acısını çıkararak.
Genç adam sabah uyandığında gözlerinde bir ıslaklık olduğunu fark etti. Elini gözlerine sürdüğünde, bu sıvının göz yaşı olduğunu anladı.Neden ve neye ağladığını bilmiyordu. Uykusunda gördüğü bir rüyada ağlamış olmalıydı ama bir türlü nasıl bir rüya gördüğünü hatırlayamıyordu. Ona böyle gözyaşı döktürecek nasıl bir rüyaydı bu? İyimi, yoksa kötü bir rüyamıydı? Bu göz yaşları mutluluk gözyaşları mı, yoksa üzüntü gözyaşları mıydı? Mutsuz değildi, seviyle görüşeceği için çok mutluydu halbuki ama bu gözyaşlarının nedeni neydi? Daha sonra sevinin güzel yüzü gözlerinin önüne gelince bu düşüncelerden sıyrıldı. Bugün ona çok güzel görünmeliydi, bu yüzden banyoya girip sinek kaydı bir tıraş oldu, hoş kokan bir losyonu yüzüne sürdükten sonra yatak odasındaki gar dolabından kendisine en çok yakıştırdığı giysilerini çıkardı. Keten siyah bir pantolon, üstüne füme renkli bir gömlek ve onun üstüne de yine keten, koyu kahve rengi tonlarında, üstünde küçük küçük gri renkte benekler olan hoş bir ceket giydi. Bu takımı tamamlayacak son parça olarak da marka olmamasına özen göstererek aldığı ama kaliteli, önünde iki siyah püskülü olan siyah ayakkabısını giydi. Daha sonra hafif kokulu bir parfüm sıkındı. Saçları her zaman düzgün olduğu için saçlarıyla hiç uğraşmadan koridordaki boy aynasında kendisine bir kez daha baktıktan sonra sabah kahvaltısını yapmak için evden çıktı.Evinde kahvaltı yapmayı pek sevmediği için genelde oturduğu binanın altındaki pastaneden ikisi sade, üçü peynirli olan beş tane poğaça aldır ve doğru “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu”na gider ve kahvaltısını mis kokulu çiçekler arasında ederdi. Eskiden beri hep beş tane poğaça alırdı. İkisi kendine, diğer üçü de “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu”nun sahibi olan arkadaşına olurdu. Poğaçalar genç adamdan, çaylarda arkadaşından olurdu hep. Çocukluklarından beri çok iyi iki arkadaştılar. Bazen genç adam iki poğaçayla doymazdı, o zaman arkadaşı bir poğaçasının yarısını genç adama verirdi. Genç adamın arkadaşının sevgilisi öldüğünde onu bir an bile yalnız bırakmamıştı ve hep destek olmuştu genç adam arkadaşına. Sanki genç adam arkadaşı hala “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu”nda dört gözle onun getireceği poğaçaları bekler gibi, her sabah beş tane poğaça alır ve her sabah “Yitik Aşklar Koleksiyoncusu”nun yolunu tutardı kahvaltısını yapmak için.
O sabahta her zaman oturduğu masaya oturdu, büyük boy bardaklardan birine demi yeni çökmüş bir çay doldurdu ve sıcak poğaçaların olduğu poşetten iki sade poğaçasını çıkardı. Doymadığı için poşetteki peynirli poğaçalardan birinin yarısını aldı ve kalan poğaçaları, arkadaşı öldükten sonra çay bahçesini işletmeye başlayan arkadaşının yeğenlerinden en küçüğü olan daha bıyıkları yeni yeni terleyen çocuğa verdi.Genç adam kahvaltısını bitirdikten sonra seviyi beklemek için dükkanına doğru hızlı adımlarla yürüdü.

Genç adam elinde sevinin resmiyle yine kapının karşısında yerini almıştı.Elinde tuttuğu genç kızın resminden gözlerini sadece arada bir açılan kapıdan kimin girdiğine bakmak için ayırıyordu ve tekrar gözlerinde aynı parıltıyla genç kızın resmine bakmaya dalıyordu. Öylece birkaç saat oturduktan sonra artık sıkılmaya başlamıştı. Zaman geçirmek için önündeki sehpanın üzerinde duran gazetelerden birini alarak göz atmaya başladı.
Gazetenin 1. sayfasında koca puntolarla “iktidar ve muhalefet yine bir birine girdi!” başlıklı bir yazı ve iki millet vekilinin bir birlerinin boğazlarına yapışmış bir şekilde resmi vardı. “her zaman ki şeyler” deyip bir sonraki sayfaya geçti genç adam.
2. sayfada, 1. sayfaya nazaran daha küçük puntolarla yazılmış “Irakta yine vahşet” başlıklı bir yazı ve hemen altında babasının kucağında, ağzının kenarlarından kan sızmış, ölü bir çocuk resmi vardı. Genç adam çocuğa bunu yapanlara küfürler ederek bir sonraki sayfaya geçti.
3. sayfadaki yazının başlığı 2.sayfadakinden bile daha ufak yazılmıştı. Bir trafik kazası haberiydi. Başlıkta “Trafik canavarı yine can aldı” yazıyordu ve başlığın yanında, üzerinde doktor önlüğü olan bir genç kız resmi vardı. Genç adam farkında olmadan gözlerinden sicim gibi akan yaşlarla, haberi birkaç defa okudu.

“… Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğrenci olan genç kız geç kaldığı dersine yetişmek için aceleyle karşıdan karşıya geçerken, hızla gelen bir arabanın çarpması sonucu hayatı kaybetti. Genç kıza çarpan sürücü çevresindekilere tehditler savurduktan sonra arabasıyla olay yerinden kaçtı. Kazaya şahit olanlar, sürücünün sarhoş olduğunu söylüyor. Sevi xxx 24 yaşındaydı ve bir yıl sonra doktor olacaktı.”

Genç adam bir den o gece gördüğü rüyayı hatırlamıştı. Rüyasında seviyi asfalt bir zeminin üzerine boylu boyunca uzanmış, kanlar içinde görmüştü. Genç adam sevinin yanına gidip, başını soğuk asfalttan kaldırmış sonra da dizlerinin üstüne koymuş ve saçlarını okşamıştı.
Genç adam kızın kulağına doğru eğilmiş, gözlerinde biriken yaşlarla şu kelimeleri söylemişti. “Söz veriyorum; Seni sonsuza dek seveceğim,deniz gözlü yıldızım.”
Sevinin cenazesinde herkesten fazla göz yaşı döken genç adamı kimse tanımıyordu. Cenaze defnedildikten sonra genç kızın mezarının başında en son yine genç adam kalmıştı. Soğuk ve karlı bir gecede sabaha kadar sevinin mezarının başında bir elinde tek dal papatya ve diğer elinde seviye yazdığı ilk ve son şiirle genç adam sabaha karşı ölü bulundu.
Daha sonra gazetelere çıkan bu olayla ilgili haberlerde geçen bu şiir:
Deniz gözlü yıldızım
Elimde senin resmin
Hani vardı ya benim çektiğim
Gözlerimin önünde o anki halim;
Ellerimin titreyişi,
Kalbimin yerinden çıkacakmış gibi delice çarpışı.
Ve o anda bir yıldırım gibi kalbime düşen sevgin.

Elimde hala senden bana arta kalan tek resmin
Hani vardı ya bana çektirdiğin.
Hala hayalimde o anki halin;
Beyaz,boğazlı balıkçı kazağın,
ekoseli, diz altı eteğin.

Sonra o çocuksu yüzün ve bana muzipçe gülümseyişin,
Şelale gibi parıldayan saçların, gül rengi dudağın
Ruhunun güzelliğini yansıtan o deniz gözlerin,
Ve her an arakanı dönüp gidecekmişsin gibi olan duruşun.

İşte sessiz sedasız, sanki bir ölü gibi,
Ve beni sensizliğe mahkum edip gittin.
Senden bana arta kalan tek şeyse;
Önümde duran şu tek dal papatyayla
Elimden hiç bırakmadığım resmin.

Sana verdiğim sözse,
Hala yüreğimin en derinlerinde,
Dilimde bir dua gibi taşıdığım bu sözse;
Seni sonsuza dek seveceğim.
Deniz gözlü yıldızım.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #819
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
KARDELENİME....

Her şeyin değiştiği gündü 9 şubat asla unutulmayacaktı.Herşey yaklaşık iki ay önce sanal da tanışarak başlamıştı. İlk önceleri sıradan bir arkadaşlık bile görmüyorlar,bir iki telefondan sonra bitecek sanıyorlardı.Ama her telefondan sonra biraz daha birbirlerine yaklaşıyorlar ve merak ediyorlardı bir birleriniçünki henüz daha birbirlerini görmemiş lerdi.Sadece seslerini duyuyorlardı ama sesler bir çok seyi değiştiriyordu.Kardelen di gen. için o kız.Kardelen bir
gün onu çok merak ettiğini söylemiş,gençte ona isterse bir mektupla resmini yollayabileceğini söylemişti.Kardelen onu görmeyi çok istiyordu ve göndermesini istemişti gençte onu çok merak ediyor,onunda resim göndereceğini biliyordu. Her geçen gün birbirlerine daha yaklaşmışlardı genç çocuk ,o gün mektubu yazdı birde resim koydu mektuba yarın ilk işi
o mektubu yollamaktı.yarın mektubu yolladı ikiside mektubun sabırsızlıkla o güzel kızın eline geçmesini bekliyorlardı çünki genç kızda ona söz vermiş,oda ona mektubu alır almaz atacaktı.Dört gün sonra mektubu aldığında kardelen çok etki lenmişti daha birbirlerini doğru düzgün tanımıyorlardı gencin ona verdiği değeri ve güveni hissetmişti o an içinde hemen
hemen oda yazdı.Oda gence güveniyordu kalbinin sesini dinledi ve mektuba bir resmini koyup göndermişti.Farkında değillerdi belki bir çok şeyin değişmeye o günden başladığını.Genç çocuk,sabırsızlıkla bekliyordu mektubu zaman bir türlü geçmiyordu o gün hep caddede bekledi çünki o gün mektup gelecekti.Birden postacıyı gördü içi kıpır kıpırdı postacı sanki biliyordu gencin mektup beklediğini.Sessizce geldi,hiç birşey söylemedi gülümsedi sadece mektubu verdi ve gitti.Genç çocuk çok heyecanlıydı elleri titriyor kalp atışları hızlanmıştı acaba nasıl birisi çıkacaktı karşısına?.Zarfı incitmeden açtı çünki çok değerliydi onlar genç çocuk için zarfı açtı bir tane bebek kartpostalı vardı birde mektup.Resim yoktu mektubu açtı resim mektubun içindeydi ama ters duruyorduhenüz daha onu görmemişti çok heyecanlıydı resmi aldı hala ters duruyordu.Karşısına çıkacak insanın güzel veya çirkin olması onun için önemli değildi çünki,o kız sevgisiyle zaten onun gönlünde dünyanın en güzel kızıydı.Çevirdi resmi
baka kalmıştı gönlü kadar kendiside güzel olan kardelenine.Sanki o an gözgöze gelmişlerdi o kadar heyecanlanmıştı bir elinde kartpostal vardı.Birden bir koku hissetti kardelenin kokusunuda ona getirmişti o gün doya doya kokladı o kokuyu her koklayışında
biraz daha içine çekti kardelenini mektupta kardeleninin ona yazdığı kelimelerdeki güven ve değer onu iyice etkilemeye başla mıştı.Daha önce hiç böyle bir duygu hissetmemişti genç çocuk artık ona bağlanmaya başlamış,hep onu düşünüyordu kardelen de
ona karşı aynı hisleri besliyordu ama birbirlerini dost olarak görüyorlardı ama her konuşmalarından sonra biraz daha bağlandılar birbirlerine artık her an birbirlerini düşünüyorlardı dahada konuşmak istiyorlardı geceleri saatlerce telefonla konuşuyorlardı.
Genç çocuk artık ona aşık olmuştu ama bir türlü söyleyemiyordu kardelenine.kardelende ona karşı boş değildi bunuda hissediyordu hergün sevgi sözcükleriyle dolu onlarca mesaj atıyordu bu mesajlar kardelenide çok mutlu ediyordu.Artık bir çok şey değişmişti ve tarih 09,02,2003 e gelmişti o gün herşeyi söyleyecekti sonu ne olursa olsun.Artık ona aşkım demeyi seni seviyorum diye haykırmayı çok istiyordu sabah yine telefonla konuşurlarken kardelene bir mesaj atacağını bu mesaj ı iyice anlamasını istemişti acaba neydi bu mesaj? mesaj da şu sözler yazıyordu :
- Dinle gönül bahtıma taht kuran sevgili dinle asi hislerimi dizginleyen kalbime ansızın doğan akşam güneşi.Bana böylece gelip beni böylece kabul ettiğin sürece sözüm söz seveceğim seni duyguların en yücesiyle Özlemekse Özleyerek beklemekse bekliyerek uzasın mesafeler farketmez bu gönül sözünden dönmez.Ederse bu gönül senden başkasına heves bıçak gibi saplansın bağrıma aldığım her nefes.
Kardelen bu mesaj ı okuyunca çok etkilenmiş ve çok değişik duygular hissetmişti gece olmuş,yine saatlerce telefonla konuşuyorlardı saatler gecenin dört ü olmuştu artık söyleyecekti bitsin artık genç çocuk.Kardelen şok olmuş,bu sözle her şeyin bir anda bittiğini sanmıştı birden ikiside susmuştu genç çocuk artık söyelemeye başlamıştı:
- Bi tanem ,artık aramızda bazı şeyler değişti bana dostça bakman içimi acıtıyor artık bazı şeylerin arkasına saklanmayacağım evet bi tanem ben sana aşık oldum istesemde istemesemde artık sana aşığım.
İkiside titriyordu bir kaç dakika hiç konuşmadılar kardelen çok etkilenmişti oan onunda ona aşık olduğunu anlamıştı ama nasıl olurda birbirlerini görmeden bir şeyler paylaşmadan nasıl aşık olmuşlardı? onlar gören gözle değil hisseden kalpleriyle aşık olmuşlardı.Kardelende ona aşık olduğunu söyledi hala şoktaydı ikiside titriyordu ve genç çocuk çok mutluydu artık ona aşkım seni seviyorum diye haykırıyordu.....
Sevgi,aşk ne mesafe,ne makam nede başka birşeyi dinler ne zaman nerden geleceği belli olmaz.Yeterki içimizdeki o duyguyu kaybetmeyelim,umutlarımızı ve inancımızı yitirmeyelim.
Kardelenim aşkım seni çooooookkk ama ççoooooooooooookkk seviyorum.......
MaVi^GöZYaŞı
F.E.A.R - avatarı
F.E.A.R
Ziyaretçi
31 Mayıs 2006       Mesaj #820
F.E.A.R - avatarı
Ziyaretçi
Bir varmış bir yokmuş. Belki dedemin, belki dedemin dedesinin zamanında efsaneler çokmuş… Anlatacağım hikaye Munzur dağının eteklerinde yüksek vadilerin ve çağlayanların arasında Erzincan’ın Caferli köyünde geçtiği bılınır ve öyle anlatılır...

Kimseye ait olmayan bir arazide kocaman mı? kocaman bir ağaç varmış… Çocuklar o ağacın adını Özgürlük ağacı; koymuşlar. Dostluk ve sevgi yemişi verirmiş her yıl bu ulu ağaç. Her bahar bembeyaz çiçeklerle süslenen dallarını, renk renk barış kuşları doldururmuş…

Her yıl sevgi ve mutlulukla beslenirmiş bu özgürlük ağacı. Sevgi, dostluk ve mutluluktan sağlarmış gereksinimini. Bu ağacın sevgiden oluşan sevgi meyvesi, diğer tüm ağaçlardan ayrı bir özellik katarmış ona. Yaprakları daha canlı, gölgesi daha serin, gövdesi daha güçlüymüş. Ona "Dostluk ve Sevgi Ağacı" denilmesinin nedeni tüm canlıları barındırırmış dallarının altında ve üstünde. Soğuktan yağmurdan kardan tutunda tüm kötülüklerden korur ve meyvesiyle beslermiş onları. Gölgesinde barınan hayvanların sevgisi, dallarında ötüşen kuşların neşesi, altında serinlenen yaşlıların, çocuklarını emziren annelerin mutluluğu özgürlük ağacını sevindirirmiş. Tüm varlıklar bu ağacın önünde saygıyla eğilir rüzgar bile selam dururmuş. Özgürlük ağacı her gün biraz daha yöredeki canlı cansız varlıklara sevgisini paylaşırken tüm hayvanları ve insanları da yemişiyle doyururmuş.

Yıllar yılı hayvanlar ve bu yöre halkı barış, dostluk, mutluluk ve güzellik içinde yaşayıp gitmişler. Çalışkan başarılı, sevecen,dürüst insanlarmış bunlar. Özgürlük ağacının bereketli yemişi o yöredeki bütün kuşlara, hayvanlara, insanlara ve çocuklara yeter de artarmış, bütün canlılar faydalanırmış yemişinden. Her yaz sanki bereketlenir bitmek nedir bilmezmiş, artan yemişler de saklanır bütün kış mevsimi yenirmiş. Köyde istemiyerek iki kişi arasında bir anlaşmazlık çıksa. Köyün Cafer Ağası hemen devreye girer, bu iki dargın insana dostluk ve sevgi yemişi sunarak barış şerbetinden içirip olay hemen tatlıya bağlarmış.

Tüm gücünü ve hakseverliğini özgürlük ağacından alan Cafer ağa “dur” dedi mi sular dururmuş, ‘yürü” dedimi dağlar yürürmüş o zamanlar. O nedenle köyde kimse dargın, kırgın durmazmış, sevgi ve dostluk içinde yaşayıp gitmişler yıllar yılı. Kimse kimsenin malına göz dikmez, kimse, kimsenin hakkını yemez, her tarafta barış, dostluk, sevgi, dürüstlük ve kardeşlik hüküm sürermiş…

Bu toplumu kıskanıp çekemeyen komşu köylerin ağaları ise bu köyün huzur ve mutluluğunu bozmak için çeşitli planlar yapıp, tuzaklar kurar dururlarmış. Amaçları ise bu köyün birlik ve düzenini bozup göz diktikleri verimli arazilerini ve dostluk ağacını ellerinden alıp işgal etmekmiş. Hemen işe koyulmuşlar tabi. Araya casuslar koyup Cafer ağanın sırrını anlamaya çalışmışlar ve avuçlar dolusu altın vaat etmişler bu sırrı çözeceklere. Bu köydeki hikmetin o özgürlük ağacı olduğunu ögrenen çevre köylerin ağaları bir plan hazırlayayarak bir gece gizlice gelip bütün dallarını kesip götürmüşler özgürlük ağacının…

Artık meyve vermez, kuşlara, çocuklara gülmez olmuş özgürlük ağacı, altında çocuklar oynamayan, kuşlar konmayan özgürlük ağacı üzülmüş, üzütüsünden hastalanmış ağlamaya başlamış kökleri. “Özledim” demiş onları, “dallarıma konan rengarenk kuşları özledim, altımda oynarken çocuklar cıvıl cıvıldılar neşe bulurdum onlarla, dallarımı kestiklerinden bu yana gölgeme yaşlı nineler, dedeler de gelmez oldu. Anneler o güzelim çoçuklarını emzirmez oldu dallarımın altında” deyip derinden derine iç geçirirmiş… Derken köylüler bir bakmışki, özgürlük ağacı kurumuş, cansız, bir odun parçasından farkı kalmamış…

Köylüler toplanıp ağlamış, adaklar adamış, ağıtlar yakmışlar, dualar etmişler ama fayda etmemiş, özgürlük ağacı yeşermemiş bir daha. Bir daha dostluk ve sevgi yemişi yenmemiş o köyde, barış şerbeti içilmemiş. Kısa bir zaman sonra bu mutlu toplulukta isyanlar ve kavgalar başlamış. Bunu fırsat bilen diğer köyün ağaları ise hemen savaş açmışlar. Kendi iç kargaşaları yetmezmiş gibi bir de diğer köylülerle yıllarca savaşıp iyice yılan bu insanlar, değişik kentlere göç etmeye karar vermişler...

O günden sonra herkes biribiriyle küs ve kavgalı olmuş, o gün bu gündür ne barış, ne huzur, ne de bereket kalmış o köyde … Mutluluk ve huzur da orda yaşayan insanlar gibi terkedip gitmiş buraları…

Ve diğer kıskanç çevre köylerin de o yıl bütün ekinleri, ağaçları kurumuş onlarında çoğunluğu göçüp gitmiş uzaklara...

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar