Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 94

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.439 Cevap: 1.997
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #931
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Bir Gün Okurmusun Bu Yazıyı ?
Bir gün hayatımdan ördürürcesine çıkacaksın.ve ben seni hep son günkü halinle hatırlayacağım.seni en güzel halin neydi diye düşünüyorum. Ve içimden bir ses yıllar öncesine götürüyor beni ...
Seni her halükarda içimde hissedebiliyorum. İşte olayımın en güzel yanı bu. Sen ne kadar anlayabilirsin bilemiyorum. Ama benim gibi her şeyden ve herkesten uzak bir hayatın olmasaydı bunun ne demek olduğunu anlardın. Seni anlıya biliyorum sevdiklerin ve sana destek veren herkesin yanında ağlamak bile senin doğal. Benim için lüks olan her şey sana doğal geliyor.
Şimdi yatıyorsundur. Bir sigara yakmış yatağının ucunda yaşadıklarını ve benim sana söylediklerimi ve hatta yaşadıklarının bir hata olduğunu düşünüyorsundur. Kanayan yarayım senin için biliyorum. Bir hata. Bir yanlış. Oysa sadece sevmiştim seni. Hala aklımın bir ucundan çıkmıyorsun. Son kez çıkmayan olacaksın. Seni asla unutmayacağım. Yerlerde sürünüp yok olsam, evlenip çocuk sahibi olsan ve adım bir yana, dünyada olduğumu unutsan ben yine bıraktığın yerde olacağım.
Parktaki çocuklara bakıp seni yaşayacağım. Söküp atmam gerek içimden seni. Hayatımın kalanını sensiz yaşamayı öğrenmeliyim. Ve öyle ki hiç sızlamamalı içim seni gördüğümde. Sen utanmalı, sen başını eğmelisin. Yaptıklarından utanmalı, iliklerine kadar üşümelisin yazın kavurucu sıcaklığında...
Ama olmaz bunu sana yakıştıramam. Sen bunları yaşamamalı, görmemelisin. Korkma yavrucuğum ben gizli bir köşeden seyreder sonra usulca kaybolurum. Sen hiç görmezsin beni. Belki bir gün ortak bir tanıdığımızdan haberlerimi alırsın. Olur da hakkımda kötü bir şeyler duyarsan ne olur kulak asma yalandır mutlak. Senin üzülmen için söylenmiştir.
İçim yanıyor kimseye anlatamıyorum. Hoş sen bile anlayamadıktan sonra kim anlasın. Bana güldüklerini biliyorum bunu iliklerime kadar biliyorum. Varsın olsun, gülsünler, ben biliyorum içimdekileri. Yorgun bedenimi yıldızlara taşıyacaklar bu benim en mutlu günüm olacak. Sevdiklerimi oradan görebileceğim. Bir kahve telvesi, bir sigara dumanı kadar yakın olacağım sana. Sana ve sevdiğim tüm insanlara.
Son bir sevgi son bir mutluluk yakaladım seninle, belki de çok kısaydı kimileri için. Nereden bilsinler benim için bir ömre bedel olduğunu. Ben gözlerimde yaşadım bu aşkı ve yine gözlerimde bıraktım umutlarımı. Bunları bir gün okuyacak mısın? Okurken ağlayacak mısın bilemiyorum. Ama beni anlayabilmen için çok zaman geçmesi gerekiyor belki yüzyıllar. Yalnızları oynuyorum sen bile farkında olmadan. İşte ben buyum, kimsenin istemediği, kimsenin anlamadığı. Anlamak istemediği. Uykuların en tatlısı senin için olsun canımın içi...

Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #932
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Angut

Sponsorlu Bağlantılar
Herkesin (haksız bir şekilde) kullandığı bir ifadedir "Angut".
Birisi bir salaklık yapınca, bir laftan anlamayınca, böle boş boş bakınca hemen "Angut musun?" der günümüzün insanı.. Angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir ton "Angut!" var ülkemizde..
Angut kuşu'nun eşi öldüğü zaman (yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi) gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun baş ucunda bekler..
İşte bu canlının yaptığı en büyük "Angut"luk budur.. Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen bir şey değildir.. Çok ürkek bir hayvan olmalarına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elini uzatsanız dahi oradan kaçmaz..
Hani derler ya "Angut gibi bakmasana!".. keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine..
Bundan sonra bazılarına "Angut" demeden önce bir kere daha düşünün..
Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #933
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bırakıp da gidene


Burnu bir karış havada, gözü yükseklerdeydi ben onu sevdiğimde. Hele hele benim aşkımı yerden yere vurup, nasıl kırmıştı kalbimi zalim.

Dudaklarından dökülen acı sözleri; öyle ki, bugün bile unutamadım. Ne tebessümdü o , zehirden beter. Her olayda içim paramparça, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olurdu. Yorgun düşerdim onsuz geçen, onunla dolu, koyu siyah gecelerden. Pişmanlıktan kendime lanetler eder, sevgimi söylediğim günü düşündükçe, kaleme sarılıp yazardım ona nefretin aşkla kucaklaştığı o uzun mısralarımı.
Derdim ki; alın yazımdı, on beşimin çocuksu aşkıydı. Nasıl da gülerdi canı istedi mi... En anlamlı bakışlarıyla önce ümitlendirir, ardından bir uçurumun kenarına yapayalnız bırakır giderdi. Ben çaresiz, ben yorgun, ben bıkkın bu sevdadan. Ah bilirdi o insafsız, diri diri yanardım o böyle yaptıkça...
Şubatın buz gibi kasvetli soğuğunda; onda ne bulduğumu bugün bile bilemem. Ama o günlerde hayatımın amacı, varolma gibi gelirdi bana. Çocukluk mu, yoksa gençliğimin safça tutkusu muydu bu ki ölesiye bağlanış, içten içe kopan fırtınalar, bu delice yakarış?
Kim bilir, belki de sevilmeye muhtaç bir kalbin bitmek bilmeyen kaprisi...
Ondan hiçbir şey istememiştim. Sadece sevgi...
Evet, şimdi yıllar sonra ben, onu düşünüyorum ilk defa kucağımda resimler, hatıralarla. Hava yine soğuk, yine kasvetli gözleri gözlerimde yine sevgi, derin yüreğimde.
Unuttum sanırdım, meğer aldanmışım, ağladım saatlerce.
Bu onun "ölüm yıldönümü"dür. 17'sinde toprakla kucaklaşan, o zalimin hikayesidir anlatılan. Bir melodidir kırık, umutsuz...
Doldururken sensizlik o an odayı gönlüm hala boş, kafam yine dumanlı. Bir feryat yankılanmıştı acı dolu tam 15 yıl önce bugün bomboş kırlarda. Deli gibi koştum sınıfa, sırası boştu. Benim kadar çaresizdi her köşe.
Kendi kendime konuşarak yaklaştım sırasına; "Sen ölemezsin; canımsın, sevgimsin, emelimsin... Dileğince nefret et, alay et duygularımla kızmam sana ama ne olur bir yalan olsun, acı bir şaka. Evet, evet beni üzmek için yapıyorsun. Her şeyini özledim... Allah'ım son defa göreyim yeter bana" Bu sensiz yakarış defalarca sürmüştü ta ki, ölümün o sinsi kokusunu içimde duyana kadar. Hıçkıra hıçkıra ağladım, sıraya kazıdığın ismini öptüm. Sonra, ona ait bir şeyler bulmak için aradım her köşeyi...
Yalnızca buruşturulmuş bir sayfa, rengi solmuş. Yazı, onun yazısı. Bir mektuptu, özenilerek yazılmış, belki de çok emek verilmiş her satırına...
Çok şaşırdım, mektup bana hitabendi. Korkakça, kaybolmasından korkarak, acıyla okudum her cümleyi kalbimde büyüyen bir özlemle...
Hele hele o ilk satırı... Öyle ki, bugün bile unutamam, okudukça ağlarım.
"İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş bir tanem, AFFET BENİ !!!..."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #934
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Saat


Adam yorgun argin eve döndügünde 5 yasindaki çocugunu kapinin önünde beklerken buldu.Çocuk babasina, "Baba bir saatte ne kadar para kazaniyorsun" diye sordu...
Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin isin degil" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk "Babacim lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi. Adam "Illâ da bilmek istiyorsan 20 milyon" diye cevap verdi..
Bunun üzerine çocuk "Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlenip, "Benim senin saçma oyuncaklarina veya benzeri seylerine ayiracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapini kapat" dedi.
Çocuk sessizce odasina çikip kapiyi kapatti.Adam sinirli sinirli;"Bu çocuk nasil böyle seylere cesaret eder." diye düsündü.
Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinlesti ve çocuga parayi neden istedigini bile sormadigini düsündü, "Belki de gerçekten lazimdi"...Yukari çocugunun odasina çikti ve kapiyi açti... Yataginda olan çocuga,"Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayir" diye cevap verdi...
"Al bakalim, istedigin 10 milyon. Sana az önce sert davrandigim için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi... Çocuk sevinçle haykirdi, "Tesekkürler babacigim"...
Hemen yastiginin altindan diger burusuk paralari çikardi.
Adamin suratina bakti ve yavasça paralari saydi.Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran oldugu halde neden benden para istiyorsun?... Benim, senin saçma çocuk oyunlarina ayiracak vaktim yok" diye kizdi...
Çocuk "Param vardi ama yeterince yoktu " dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paralari babasina uzatti;
"Iste 20 milyon... Simdi bir saatini alabilir miyim babacim?..."
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #935
melish - avatarı
Ziyaretçi
Hastanenin bir koğuşunda şifa bulmaz üç kötürüm bulunuyordu. Koğuşa ilk gelen, pencerenin yanında, sonra gelen ortada, en son gelen hasta ise kapının yanında yatıyordu.

Ortada yatan, "iyimser" bi adamdı. Canlı ve neşeli konuşmasıyla, arkadaşlarının kederlerini azaltmaya çalışıyordu...

Soğuk bir kış gecesi, pencerenin yanındaki hasta öldü. Onu kaldırdıktan sonra, ortadaki hastayı, pencerenin yanına, kapının yanındakini de ortaya yatırdılar. Kapının yanına da bir hasta geldi.

Pencerenin yanındaki iyimser adam, her gün dışarıdaki gördüklerini yatak arkadaşlarına anlatmaya başladı....

Karşıdaki parkı, ağaçları, kuşları, yoldan geçen insanları anlatıyordu. Neşeli neşeli oynayan çocukları, esrarengiz adamları söylüyor, onları uzun uzun anlatarak, çaresiz yatan arkadaşlarını eğlendiriyordu...

Her gün gelip geçenlere yavaş yavaş isimler takmaya başladı. Ötekiler artık, sabah işe gidenlerin, öğleyin geçen yolcuların akşam eve dönen kimselerin hikayelerini dinleye dinle ye onları tanımaya başladılar..

Böylece, hastanenin ruha ağırlık veren havası dağılıyor, odaya biraz neşe yayılıyor, bir türlü geçmek bilmeyen can sıkıcı saatleri tatlı hikayeler dolduruyordu. Bundan dolayı öteki iki hasta, pencere yanındaki arkadaşlarına şükran duyguları besliyorlardı....

Bir gün ortada yatan hastanın aklına ansızın bir düşünce geldi. Eğer pencerenin yanındaki hastaya bir şey olacak olursa, oraya kendisi geçecek ve onun hikayesini dinlemektense, dışarıdaki bu renkli hayatı, kendi gözleriyle görecekti.

Bu düşünce günlere kafasında yer etti. Yattığı yerde hep bunu düşünüyor ve bir çare arıyordu. Bir gün bunu da buldu....

Pencere yanındaki adama bazen bir kalp krizi geliyordu. İlaç şişesi ve kaşığı yanı başındaki komidinin üzerinde duruyordu. Kalp krizi gelince güçlükle elini uzatıyor ve ilacını kendisi alıyordu. Çünkü çok kere oda da hasta bakıcı bulunmuyordu.

Bir gece yine pencerenin yanındaki hastaya bir kriz geldi. Elini ilaca uzattı ise de, ortadaki hasta büyük bir gayretle doğruldu ve şişeye elini vurarak yere düşürdü. Şişe paramparça olmuştu....

Ertesi sabah pencerenin yanındaki hastayı ölü buldular. Ortadaki hasta, pencerenin yanındaki yatağa geçeceğini düşünüyor, hayata yeniden kavuşacakmış gibi, için için seviniyordu.

Ölüyü kaldırdılar. Kendisini de pencerenin yanındaki yatağa geçirdiler.
İçinden:
-Pencereden dışarıya bakmak için, hasta bakıcısının çıkmasını beklemeliyim, diye düşündü. Bakarsın benden şüphe duyabilirler.

Oda da yapayalnız kalınca, başını güçlükle doğrulttu ve büyük bir arzuyla pencereden dışarı baktı.

Birkaç metre ötede, SİMSİYAH DUVARDAN BAŞKA BİRŞEY YOKTU.....

CÜNEYD SUAVİ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #936
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Avcının biri bir gün bir serçe avlar, serçe dile gelerek avcıya "Bana ne yapmayı düşünüyorsun" diye sorar, avcı serçeye " seni kesip yiyeceğim" cevabını verir.
Bunun üzerine serçe avcıya "vallah,, benim etim ne kahvaltılık olur, ne de karın doyurur. Fakat eğer beni salıverecek olursan sana üç şey öğretirim, onlar etimi yemekten daha çok işine yarar. Kabul edersen bu üç şeyin ilkini şimdi elinde iken, ikincisini elinden uçup karşıdaki ağaca konunca üçüncüsünü de ağaçtan uçup önümüzdeki tepeye varınca söyleyeceğim" der.
Kuşun teklifine avcının aklı yatar, onu salıvermeye karar verir, "öğreteceğin ilk şeyi söyle bakalım" der. bunun üzerine kuş avcıya "elinden kaçan fırsatlar için hayıflanma" der. Avcı kuşu salıverir. Uçup karşı ağacın bir dalına konunca da ikinci şeyi öğretmek üzere "olmayacak şeye inanma"der. Bu sözlerden sonra kanatlanan kuş avcının önündeki bir tepeye varıp konar, oradan avcıya şöyle der. Ey Bedbaht adam:"Eğer beni kesmiş olsaydın kursağımdan her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci çıkaracaktın"der.
Bu sözleri duyan avcı kaçırdığı fırsat karşısında hayıflanarak dudaklarını ısırır. Artık elinden bir şey gelmeyeceği için kuşa "üçüncüyü söyle" der.
Kuş avcıya "Sen ilk iki nasihatimi unuttun üçüncüsünü sana nasıl söyleyeyim ben sana"kaçırdığın fırsatlar için hayıflanma" demedim mi? Oysa sen daha az önce beni elinden kaçırdın diye hayıflanıverdin. "Yine ben sana "olmayacak şeye inanma" demedim mi? Benim etim, kanım ve tüylerimin hepsi tartılsa yirmi miskal çekmez, kursağımda her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci nasıl olabilir?" der. ve uçup gözden kaybolur.
Bu hikayenin özü şudur:İnsanoğlu, kendisini aşırı tamahkarlığa kaptırınca basireti kapanarak gerçeği idrak edemez oluyor ve olmayacak şeyi olabilir gibi görüyor.
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #937
melish - avatarı
Ziyaretçi
Is yasaminda önemli yerlere gelmis bir grup eski mezun arkadas grubu
üniversitedeki hocalarindan birini ziyarete gitmis.
Cesitli konular konusulduktan sonra sohbet, isin yarattigi strese ve
hayatin zorluklarina gelmis.
Yasli üniversi te hocasi ziyaretcilerine kahve ikram etmek üzere mutfaga
gitmis ve degisik boy, renk ve kalitede bir cok fincanin bulundugu bir
tepsiyle geri dönmüs.
Kimi porselen, kimi seramik, kimi cam, kimi plastik olan fincanlari ve
kahve termosunu masaya koyup kahvelerini oradan almalarini söylemis.
Tüm eski ögrenciler kahvelerini alip koltuklarina döndügünde hocalari
onlara sunu söylemis:
"Farkina vardiniz mi bilmem, zarif görünümlü, güzel, pahali fincanlarin
hepsi alindi, masada yalnizca ucuz ve basit görünümlü fincanlar kaldi.
Elbette ki kendiniz için en güzelini istemek ve onu almak çok normal ama
iste bu demin bahsettiginiz problemlerinizin ve stresin nedeni.
Hepinizin istedigi fincan degil, kahve iken, bilinçli olarak herbiriniz
birbirinizin aldigi fincanlari gözleyerek daha iyi olan fincanlari almaya
ugrastiniz.
Yasam kahveyse is para ve mevki fincandir.
Bunlar yalnizca Yasam i tutmaya yarayan araçlardir ama Yasam ın kalitesi
bunlara göre degismez.
Bazen yalnizca fincana odaklanarak
içindeki kahvenin zevkini çikarmayi unutabiliyoruz.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #938
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BULUT VE YILDIZ

Bir zamanlar gökyüzünde birbirlerini gerçekten çok seven bir bulutla yıldız varmış...Bulut bulut gökyüzünün en şeker, en pembe bulutu, yıldızsa; en parlak, umudu en çok yansıtan yıldızıymış...

Gökyüzündeki her varlık onların sevgisi kıskanırmış. Tatlu bir kıskkançlıkmış tabii ki onların ki... Ama biri varmış ki, bulut ve yıldızın ayrılmalarını yürekten istiyormuş. Hem de yıldızın en yakın arkadaşı olmasına rağmen...

Bulut biraz safmış, kimseyi kıramazmış... Yıldızsa 'bulut' u için elinden gelen herşeyi yapabilir, herkese meydan okuyabilirmiş... Zaten onun için bir bulutu bir de çok sevdiği dostu peri varmış... Nereden bilebilirdi ki, perinin bir gün bunların hepsini yıldızla bulutun ayrılmaları için kullanacağını?...

Bir gün nazar değmiş, buluyla yıldıza... Hiç yoktan bir sebepten tartışmışlar. Bulut, çekip gitmiş, hatalı olmasına rağmen...Yıldızsa "Nasılsa bulutum beni seviyor, dönecektir." diye düşünmüş. Fakat hiç bir şey beklediği gibi gitmemiş. Ve bulut dönmemiş...Kim bilir, belki de cesaret edememiştir dönmeye bilinmez. Ama tek bir gerçek vardı ki : O da ikisinin de çok üzgün olduklarıydı...

Gökyüzündeki iyilik mekekleri bile ağlamışlar onların durumlarına ama ne fayda...

Ertesi gün yıldız olanları en yakın dostu periye anlatmış. Periyse göstermelik bir hüzne bürünmüş... Çünkü eline büyük bir fırsat geçmişti. Artık hayatı boyunca kıskandığı kişiye karşı kozları vardı elinde... O kişi, en yakın dostu yıldız olmasına rağmen kullanacaktı kozlarını... Hem de büyük bir zevkle...

Bulutun yanına gitti ve yıldızın artık onu sevmediğini söyledi. Bulutsa üzüldü, boynunu bıraktı, ama elinden hiç bir şey gelmeyeceğini düşündü... Çünkü yıldız inatçıydı...Bir kere olmaz dediyse, bir daha olur demezdi. Peri de bulutun bu üzgün durumundan yararlanıp, ona olan sevgisini itiraf etti... Bulut da kimseyi kıramadığı için perinin, yıldızın yerine geçmesine izin verdi...

Yıldız, günlerce bulutun dönmesini, ondan af dilemesini bekledi. Ama bulut gelmedi. Bir gün yıldız, bulutun yanına gidip, konuşmaya karar verdi. Gece yola çıktı...

Bulut, dostu, sandığı periyle birlikte ayda eleleydi... Melekler dayanamayıp, tüm olan biteni anlattılar yıldıza... Yıldız, çok üzüldü ve çaresiz döndü arkasına ve gitti... Ve yavaş yavaş sönmeye başladı.

O günden sonra yıldız söndü, ışık veremez oldu... Bulutsa artık ne o kadar pembe, ne de o kadar kadifeydi...

Yıldız, ilk zamanlar her şeyden vazgeçti, hayata küstü... Ama kolay pes etmedi...Kısa bir süre sonra hayatıyla ilgili o önemli kararı verdi...

O güne kadar hiç görmediği güneşin yanına gidecekti ve biraz daha ışık isteyecekti ondan... Çok geçmeden daha önce hiç görmediği güneşin yanına gitti... Ondan yansıtması için biraz daha ışık istedi... Güneş ışık yerine sevgisini verdi yıldıza...

O gün bu gündür yıldız, dünyaya güneşin sevgisini yansıtır... Bulutsa; hep gözyaşlarını akıtır dünyaya... Bir de yüreğinde kopan fırtınaları...
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #939
melish - avatarı
Ziyaretçi
eşegin hikayesi


Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun
birine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer sormayın.
Eşek bu. Düşmüş işte.
Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de
toprak dökülmüştü.
Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen
eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde.
Ayıptır söylemesi, anırdı yani.Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet
kötü.
Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor.Üstelik yaralanmış.
Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız
köylüleri yardıma çağırdı.Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları
havada kaldı.
Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.
Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek
dibe döktü.Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha
yükseldi ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu.
Köylüler ağzı açık bakakaldı.
* * *
Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır.
(Ne bazeni, çoğu zaman.)
Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.
Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp
silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.
Kör kuyuda olsak bile smile
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
13 Haziran 2006       Mesaj #940
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Hayata ve Aşka Dönüş

Gözlerini üzerime dikmiş yüzünde gülümseme bana doğru ilerliyordu. " Merhaba" dedi O dakikalarda bu kelimenin hayatımı ne denli değiştireceğini tahmin edemezdim. 2 yıldır arkadaşlığımız devam ediyordu. Fındık kabuğunu dolduramayacak bir sebepten bilmem kaçıncı kez ayrılmıştık.
Bana inat olsun diye arkadaşlarımdan birine çıkma teklif etmişti. Aylardan sonra beni bir cafeye davet ettiğinde her şeyden habersiz barışmak için çağırdığını düşünerek gittim. Saatler boyu flörtünden bahsetti. Sahte gülümsemeler takılıyor, gözümün önüne düşen göz yaşlarımı engellemeye çalışıyordum. Artık gücüm tükenmişti. Hızla ayağa kalktım. O da hızla kalktı, kolumu tuttu ve gitmeme izin vermedi. Beni deliler gibi sevdiğini söylediğinde etrafımdaki meraklı gözlere aldırmadan hıçkırıklarla ağlamaya başladım. En kısa zamanda diğer kıza her şeyi anlatıp ayrılacaktı.
Bu olaydan sonra 2 hafta geçti. Beni hiç aramadı acaba o kızı mı tercih etmişti. Bir telefon kulübesinden onu aradım. Karşımdaki ses onun trafik kazası geçirdiğini yoğun bakımda olduğunu söylüyordu. Ona " senin için döktüğüm her damla gözyaşının cezasını umarım çekersin" demiştim. Ama böyle olsun istememiştim. Bu kez onu tamamen kaybetme korkusundan ağlıyordum. Ankara'^da bir hastanedeydi. Doktorlar yaşaması için şans vermiyordu. Cenaze işlemleri başlamıştı. Tabutuna konulacak yakaya takılacak fotoğraflar hazırlanmıştı. Eş dost hastane kapısında bekliyordu. Bu bekleyiş üç ayı tamamlamıştı. Doktorlar anneyi hastanın yaşam destek ünitelerinden çıkarılması için ikna etmeye çalışıyordu. Çünkü onlara göre yaşasa bile eski sağlıklı günlerine dönemeyecekti. Anne kararlıydı son nefesine kadar yanında olacaktı. Günlerce yanından ayrılmadan onunla konuştu. Ellerini tutmuş yine gelecekten söz ederken parmaklarını kıpırdatarak oğlunun tepki verdiğini fördü. Sevinçten hastane koridorlarında kahkahalar atıyordu. Doktorların " Olmaz" dediğini ana-oğul başarmıştı.
2 yıl olmuştu onu bu süre içerisinde hiç görmemiştim. Bu süre içerisinde onu hiç görmemiştim. Şimdi karşımdaydı, çok değişmişti. Bazı zamanlar beni çileden çıkartıyordu, ona katlanamıyordum. Psikolojik tedavi görüyordu. Yine bir ayrılık zamanıydı telefonda evlenme teklifinde bulunduğunda ciddiye almamıştım. Israrla kendisini görmeye gelmemi istiyordu, yine bir ameliyat geçirmişti. Ziyarete gittiğimde evlenme teklifini yineledi. Hayatımızın 3 yılını bu kaza yüzünden kaybetmiştik. Artık başka vakit kaybetmenin bir anlamı yoktu.
Rüya gibi bir düğünle hayatımızı birleştirdik. Tabuta konması için hazırlanan fotoğrafı duvara astık. Ona her baktığımızda küçük kızımıza ve hayata sımsıkı sarılarak bize verdiği mutluluk için Allah'a şükrediyoruz. Tüm mutluluklar sevenlerin olsun.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar