Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 133

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.896 Cevap: 1.997
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
10 Ağustos 2006       Mesaj #1321
kambis - avatarı
Ziyaretçi
''irtibat'ın ' devamı ne zaman gelecek ?'
Sponsorlu Bağlantılar
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
10 Ağustos 2006       Mesaj #1322
kambis - avatarı
Ziyaretçi
En çok akşamlarını sevdim o şehrin. Sokak lambalarındaki beyaz vuruşları. Yokuşları tırmandığımız kimsesiz saatlerde, kardaki ayak izlerimizdi tek takipçimiz. Ellerini tutmayı o saatlerde severdim. Kır kahvesinde bir kış sabahı ısınır gibi tüm vücudumla sokulurdum bedenine; yüzüm kızarırdı.
Yüzüm gibiydi o saatlerde gökyüzü :ertesi gün yağacak karı haber veren kırmızı. Böyle zamanlarda romantiklik adına dolunayın bile pabucu dama atılırdı. Bazen sokak lambalarının altına girer , kızıl gökten ince ince yağan kristalleri seyrederdik üşüyene kadar. Üşüyene kadar düş kurardık…
O saatlerde oradaki insanlar televizyon başında ya da yorgan altında olduklarından, karlarda yuvarlandığımızı gören olmazdı. Ve kahkalarımızı duyan… Küçük tepelerde elele tutuşmuş insan izleri bırakırdık arkamızdan.
Gecenin karanlığında herkesten kaçarken kendimizi de saklamıştık karlar altına. Oynadığımız oyunların arasında kaldı sevgilerimiz, gündüz birer yetişkindik. ‘Elele yürüdüğümüz yokuş yollarda’ selam veren erkeği tanıyamazdım senin yanında. Gündüz dar pantolon ve bluzlerimin hepsi rafta. En sevdiklerim de onlardı oysa.
Günün karmaşasına hiç karışamadım, evden dışarı çıkamazdım.Bir balkonumuz vardı çıplak tepelere bakan. Eteklerine biraz yeşil bulaşmış çorak tepeler.Ardından alabildiğine uzanan deniz mavisi bir gök. Bunaldığımızda oraya deniz niyetine bakar bakar içlenirdik. Sonra bulutlar çıkardı ; köpük köpük.
Canımız memleket çekse gidemezdik.Gün doğumu yeniden hasret yeşertirdi içimizde.Geceyi beklerdik. Orda gündüzleri hiç sevemedim ben.
....Fozev....

Sponsorlu Bağlantılar
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
10 Ağustos 2006       Mesaj #1323
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İsimsiz



Çok uzun zamandır uykuda olmalıyım. Oldukça dinlenmiş, son derece zinde bir biçimde uyanıyorum. Üzerimde bir şaşkınlık, içimde derin bir boşluk var. Kendimi olabildiğine garip ve yalnız hissediyorum. Geçmişime ilişkin hiçbir şey anımsamıyorum. Bulunduğum yer zifiri karanlık, kendimi çırılçıplak duyumsuyorum ve sanki suyun içerisinde yüzüyorum.

Evet evet, resmen bir suyun içinde çırılçıplak durumdayım. Fakat neden her yer bu kadar karanlık? Neden çıplağım? Neden suyun içindeyim? Tanrım, neden gözlerimi bu kadar zorlamama karşın hiçbir şey göremiyorum?
Herkes benim durumumda mı? Bilemiyorum. Bildiğim bir şey var ki durumumdan hiç de memnun değilim. Yardım istemek için bağırmayı düşünüyorum. Cesaret edemiyorum. Boğulabilirim, diye geçiriyorum aklımdan. Suyun yüzeyinden ne kadar derinlikte olduğumu anlamaya çalışıyorum. Boşuna, kestiremiyorum.Bulunduğum yerde tek olup olmadığımı merak edip anlamaya uğraşıyorum. Bütün dikkatimle çevreyi dinliyor, bir ses duymaya çabalıyorum. Hiçbir belirti yok, tüm çabalarım boşa gidiyor.

Geçmişime ilişkin bir şeyler anımsamak istiyorum. Belleğim henüz yüklenmemiş bir bilgisayar belleği gibi bomboş, tertemiz, hiçbir uyarıya yanıt vermiyor. Belleğimi yitirmeme neden olan bir darbe yemiş olmam endişesiyle, bedenimde ağrı veya acı duyumsamaya çalışıyorum. En ufak bir ağrı yada acı belirtisi yok. Cinsiyetimi düşünüyorum. Belleğimde cinsiyetime ilişkin bir veri de yok. Kendi bedenimi yoklayarak bir erkek olduğum ayrımına varıyorum. Bu arada başımın aşağıda, ayaklarımın yukarıda olduğunu belirleyebiliyorum.

Aniden bir devinim oluyor. Benim dışımdaki bu gelişmeyle eksenimin çevresinde beni döndüren bir güçle karşılaşıyorum. Başımı yumuşak bir zemine çarpıyorum. Artık bedenim yere paralel konumda. İçinde yüzdüğüm su çalkalanıyor. Ben de birlikte. Yumuşacık bir çarpma daha. Çarpmanın etkisiz oluşundan olsa gerek canım yanmıyor.
Parmaklarımı açarak ellerimi bedenimden ileriye doğru uzatıyorum. Başımı çarptığım yer türünden yumuşak bir zemine temas ediyorum. İterek, zorlayarak buradan kurtulmaya çalışıyorum. Bütün yumuşaklığına karşın bu zemin benim gücümle buradan çıkmama izin verecek kadar dayanıksız değil. Uğraşılarım sonuçsuz kalıyor. Yorulup vazgeçiyorum.

Yeniden benim dışımda bir devinim söz konusu oluyor. Bu kez ters yönde bir çalkalanmayla ters dönüyorum. Toparlanıp durumumu düzeltmeye fırsat bulamadan hareketler birbiri peşi sıra süreğenleşiyor. Biraz sonra duruyor. Büyük bir hışırtıyla yanımdan yöremden bir şeyler kopup kayıyor ve seslerin uzaklaştığını duyuyorum. Çok uzak olmasa da uzaktan bazı sesler geliyor. Yüksekçe bir yerden serbest düşmeyle bir şeyler bırakılıyor ve bu bırakılanlar suya düşüyormuş gibi bir şey. Sesleri anlamlandırmaya en azından beni ilgilendiren bir durum olup olmadığını çözümlemeye çalışıyorum. Bir sonuca ulaşamıyorum. Sesler durmak bilmiyor. Daha çok su sesleri var. Büyük bir gürültüyle çok miktarda su akıyor bir yerlerden. Arkasından küçük hışırtılarla az miktarda su akıyor. Çözümleyemediğim bir sürü sesin, devinimin birbirini izlemesinden sonra kısa bir sessizlik ve hareketsizlik anı yaşanıyor. Dinlemedeyim. Yakınımdaki yumuşak zeminin bana temasıyla birlikte gök gürültüsünü andıran bir ses! algılıyorum. Davudi fakat sevgi dolu bir ses.

- Günaydın hayatım, tontişim nasılmış bakalım bugün?
Bedenime temas eden yumuşaklığı içeriye doğru zorlayan bir baskı duyumsadım. Rahatsız edici bir baskı değil. Tam tersine sevgi belirtisi olduğu hemen anlaşılabilecek bir baskıydı. Yavaş yavaş yer değiştiriyor, kısa zamanda yarım daire hatta yarım küre çiziyordu. Bedenimde sıcaklığını duyumsadım. Yeniden gök gürlemesi sevgiyle,
- Bekir, oğlum, canım oğlum benim.
- Bekir’miş. Ne Bekir’i ayol. Ben biricik yavruma öyle tarihi bir isim koydurmam, dedi.
Daha ince perdeden bir ses. Bu sesin titreşimlerini daha rahat algılayabiliyordum. Bu ses de en az gök gürlemesi kadar sevgi sinyalleri taşıyordu.
Gök yeniden gürledi,
- Senin tarihi isim dediğin, beni bu günlere getiren rahmetli babamın adıdır. Hem başka ne koyacakmışız ki?
- Be adam dünyada isim kıtlığı mı var? Arkadaşlarıma söz ettiğimde, aman şekerim Bekir Tekir’i, çağrıştırıyor. Cümle alem kedi diye dalga geçer sonra dediler. Ben bebeğime Tarık adını koyacağım.
- Babamın adıyla dalga geçemez senin arkadaşların.Hem Tarık da tırık gibi bir şey değil mi?
- Saçmalama, Tarık Akan gibi yakışıklı olacak benim oğlum. Sen oldu bitti 160 santim boyunla Tarık Akan’ ı hep kıskanmışsındır, ondan çamur atıyorsun.
- Bekir olmazsa dedemin adını veririz. Şemsi koyarız.
- Hahahayt, Şemsiye diye makaraya alsınlar öyle mi?
- O zaman büyük amcam Şakir’ in adını veririz.
- O da sabun markasını çağrıştırıyor . Tarık olmaz diyorsan Cüneyt olsun.
- Yahu, nerede artist ismi var, onu bulup çıkarıyorsun. Zaten genç kızlığından bu yana yerli filmleri izleyip, izleyip ağlamaktan 4,5 derece gözlük kullanıyorsun. Şakir olmazsa diğer amcam Cafer’in adını koyabiliriz.
- Cafer s..çtı bez getir diye arkadaşları tempo tutar artık arkasından. Mesut koyalım da mesut olsun.
- Mesut olur mu? Olsa olsa konuşma kabızı olur oğlum.
- Bülent koyalım kibar ve romantik olsun.
- Ya TİK i olur da ROMAN ı olmazsa. Dayım Durmuş’a ne dersin.
- Taktın akraba isimlerine, Durmuş’muş, durmamalı hep devingen olmalı benim oğlum.

Şimdi her şeyi daha iyi kavramaya başlamıştım. Tartışmalar benim için yapılıyordu. Ben dünyaya gelmemiş daha doğrusu gelmiş ama annesinin karnında tutsak edilmiş bir zavallıydım. Kendisine, ömür boyu taşıyacağı ismi alma hakkı bile verilmemiş bir zavallı. Yaşamım boyunca taşıyacağım adı, dünyaya gelmeme aracılık eden kişiler belirleyecekti. Onların uygun görecekleri bir adı taşıyacak olmam bir tarafa, aralarında uzlaşma sağlanamıyordu ki. Tartışmalar başladığında seslerden algılayabildiğim sevgi sinyalleri de zamanla uzaklaşmaya başladı. Bir iktidar savaşının içindeydim.

Tartışmalar yaklaşık üç ay bu doğrultuda bazen şiddetli bazen yumuşak sürdü gitti. Çok sıkılmıştım. O ortamda kalacak daha fazla kalacak değildim. Bir an önce özgürlüğüme kavuşmalıydım. Nihayet annem rolündeki kişi de aynı kanıda olmalıydı ki şiddetli kasılmalarla dışarıya doğru itilmeye başladım. Birkaç saat süren zorlu bir savaşımdan sonra ışık göründü. Ürpertici bir hava kendini hissettirmeye başladı. Kayarak beni ürpertecek kadar soğuk bir yere ulaştım.

Verdiğim savaşımın etkisiyle yorgundum, yorgun ne kelime bitmiştim. İçerdeki ısı benim için mükemmeldi. Oysa şimdi çok üşüyordum. Ayaklarımdan tutan gözlüklü şahıs beni ters çevirdi. Göbeğimden uzanan kanlı bir kordonun arkasında annem olduğunu sandığım kadın da kan ter içinde bitkin bir durumda görünüyordu.
Benim gibi o da çok çabalamış olmalıydı. Avazım çıktığı kadar bağırıp üşüdüğümü söylemek istedim. Sesim çıkmadı. Morardığımı hissettim. Ayaklarımdan tutan gözlüklü şahıs beni sallamaya başladı. Sesimin çıkmadığını fark eden bu kişi kalçama birkaç tokat atınca ağzımdan ses çıkmaya başladı. Anlamsız sesler çıkarıyordum. Hemen beni temiz bir beze sardılar.

Aradan ne kadar zaman geçtiğini anımsamıyorum. Uyandığımda başımda pek çok insan vardı. Uyandığımı anlayan birisi agucuk bugucuk gibi abuk sabuk sözcüklerle bana sırıtıyordu. Sanırım akrabalarımdan biriydi.

- Benimle diğer insanlarla konuştuğun gibi konuşabilirsin, demek istedim. Olmadı. Ağzımdan ağıt türü şeyler çıkınca odadaki cahillerden kimisi altımı ıslattığımı, kimisi gazım olduğunu, kimisi uykumu alamadan uyandığımı, kimisi de üşümüş olabileceğimi söyledi. Oysa ben odadakilere onlardan ayrı biri olmadığımı anlatmaya çalışmıştım. Tanrım, onları anlayabiliyor ama onlar gibi konuşamıyordum. Hemen sesimi kestim. Yoksa bir sorun arayıp bulmaya çalışırken yok yere altımı açıp üşümeme neden olabilir veya gazımı çıkarmak için gereksiz hareketlerle canımı yakabilirlerdi.

Akrabam olduğunu sandığım bir başkası yanımda yatan anneme
- Lütfiye abla, adıyla yaşasın adını ne koydunuz? Dedi.
- Şekerim, bebek doğalı kaç gün oldu, hala Remzi ağabeyinle adı konusunda uzlaşamadık. Bana kalsa Tarkan, Doğuş, veya Çelik olsun diyorum. Remzi ise Muhittin, Şerafettin veya İbrahim olsun istiyor. Ne yapacağımızı bilemiyorum.

Şimdi daha büyük bir şiddetle konuşmayı arzuluyorum. Ne yani hem bana danışmıyorsunuz hem de isim konusunu iktidar savaşına dönüştürüyorsunuz. Adımı Orhan Veli koysanız şair, Haldun deseniz tiyatrocu, Yaşar yada Kemal deseniz yazar mı olacağım? İstemiyorum. Gerçekten istemiyorum. İsim falan istemiyoruuuuum… Varsın bana isimsiz desinler. Plastik sanatlarda sanatçılar tüm yaratıcılıklarını ortaya koydukları bazı yapıtlarına İSİMSİZ demiyorlar mı? Siz de çok sevdiğinizi savunduğunuz bana isimsiz deyin.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
11 Ağustos 2006       Mesaj #1324
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Kısa ayrılıklar bile kaderimi arttırıyor,hüzün dolu geceler yaşatıyor bana.
Seninle olmanın tadını almışım bir kere ,bundan vazgeçemiyorum.Alışkanlıkdeğil bu,her alıkşkanlık terk edilebilir bir gün.oysa benim yaşam kaynagımsın sen,insan hayatından vazgecebılırmı?
özlüyorum seni,özlemin büyüdükçe büyüyor içimde,durduramıyorum .kavuşacagımız anı bekleyerek geçior zamanım.hiç birşey zevk vermiyor bana sen yokken ,sıçrayarak uyanıyorum geceleri ,yanıma bakıyorum,YOKSUN.Tekrar gözlerimi kapıyorum ,dönüp duruyorum sabaha kadar.Sensizken her güne yorgun uyanıyorum,tadım yok işte anla.
oysa yanımdayken sen,günün tüm yorgunlugunu unutuyorum.Sohbetimizin keyfi,dokunmalarımızın sihri,yaşanan tüm olumsuzlukları silip götürüyor.Huzurla dalıyorum uykuya.Seninleyken sadece bir kaç saatlık uyku bile,ertesi günü ayakta ve sapasğlam geçirmeme yetiyor.
SEVGİLİM OLDUĞUNU VAR OLDUGUNU BİLMEK YETIYOR BANA.
Zamanı seninle,sadece seninle geçirmek varken,aşkımızı büyütmek,tutkuyla yaşamak varken beklemek zor gelıyor ınan ''şimdi olsa''diyorum''çıksam evden,gitsem yanına,yemek yesek birlikte,o gülse,ben baksam,heyecanlı heyecanlı anlatsa yaşadıklarını...
Sonra tatlılıgından bahsetsem şımartsam onu,Boğazın kıyısında yürüsek birlikte,yağmur üzerimize yağsa,üşüsek,sarılsak birbirimize,ısınsak tenimizin ateşiyle''...AMA YOKSUN İŞTE.Bu gecede sensiz geçecek ve ben yediğim yemekten zevk almayacağım.Bu gece sevgilim,bir fırsatını bul ve üzerinde şehir ışıklarının dans ettigi denize bak,kokusunU içine çek.Beni hissedeceksin.Çünkü ben ne zaman yalnız kalsam, denize bırakıyorum yüreğimi ,sana ulaşması için.Çünkü seninleyken atıyor yüreğim.HAYDİ SEVGİLİM GEL.Al yüregimi öyle gelllLL
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
11 Ağustos 2006       Mesaj #1325
kambis - avatarı
Ziyaretçi
GELECEKLE (+) KARŞILIKLI MÜNAKAŞA
*
geleceğim dursana , dönüyorsun oradan oraya
+sus biraz , aramaktayım kendime bir yer bulmaya
ama yıllar eriyor baksana şu geçen zamana
+bekle, kim bulmuş ki aradığını tam ısmarlama
*
yürekte aşk aramanın şüphesi tedirginlikte
+hiçlik dolu dünyada olmamalı gözün tetikte
ama aşka imreniyorum düş kurup bezginlikte
+şu an sabret denenmektesin akmayan dinginlikte
*
ama çizikler başladı gözümün alt yanlarında
+ruh ikizini kim bulmuş , sende bulduğunu ara
ama yoruldum imdat lütfen, budur senden tek rica
+ama herkesin hayatı hengamelerle hesaplarda
*
her zaman yaşamaktayım gitmekle kalmak arası
+zorda isen Rabbine sığın budur şimdi sırası
ama öğütlerin gelmekte bana kömür karası
+çare sendedir dengini bul, işte işin muskası
*
yaşam zor ölmekse koyuyor her dost ayrı bir tuzak
+dostum diyenler arkadan birbirini yiyor ahmak
bilsen çok sabrettim dürtülerime kalmadan tutsak
+bilinmez yarın neler getirir şu dar tozlu sokak
*
hiçbir bayanı çözemedim hepsi bir hayhuy bilmece
+kim çözmüş onları asla çözemezsin hece hece
artık isimleri yetiyor oyalanmaya bence
+kime baksan mutsuz ne var sizlerin genlerinizde
*
evli yada çok ufakla yaşayanları bile var
+vücudunu satmış ruhsuzlar bunu taş bile kavrar
bu çağda namus kavramını anlatsam aklın şaşar
+şiirlerde mutlu ol , güvenme , yoksa anan ağlar
*
görsen aynaya küslerin bile aklı para derdinde
+sende mutluluk arayanı bulsana kaderinde
ama güzel olmayanı ne yapayım hevesimde
+o zaman şikayet etme, yalnızlık yaz şiirlerde
*
SERDAR SAN - İZMİR , 29.07.2006
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
11 Ağustos 2006       Mesaj #1326
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Çok eski zamanlarda birgün bir delikanli varmis...
Bu delikanli çok zengin bir ailenin kizina asik
olmus.Ama kizdelikanli fakir diye ona yüz vermiyormus.
Genç bir yilbasi gecesi bütün cesaretini toplamis
ve kizi yilbasi gecesi balosuna davet etmek için
evine gitmis. Kapiyi genç kiz acmis.Kiza kendisin
birlikte dans etmek istedigini söylemis.Kiz kabul
etmis ama bir sarti varmis. Ondan balo için diktirdigi
elbisesinin yakasina takmak için kirmizi bir gül
istemis.Delikanli sevinerek oradan ayrilmis.Hemen
kizin istedigi kirmizi gülü aramaya baslamis. Ama
mevsimlerden kis oldugunu ve bu mevsimde bir gül
bulamayacagini hic düsünememis.Bütün çiçekçileri
dolasmis ama herkes ona kis mevsiminde gül ariyor
diye deli gözüyle bakiyorlarmis.Genç çok üzgün bir
sekilde evinin yolunu tutmus.Evine girerken bahçede
henüz açmamis bir gül dali görmüs ama üzerinde sadece
dikenler varmis.Gözlerinden bir damla yas süzülmüs.O
sirada delikanlinin bahçesine bir bülbül gelmis.Delikanlinin
agladigini gören bülbül buna çok üzülmüs. Sabaha kadar gül
dalinin basinda bildigi en guzel sarkilari söylemis bülbül.
Bülbülün güzel sesinden etkilenen gul dali sabaha dogru
beyaz bir gül açmis. Oysa ki genç kirmizi bir istiyormus
.Beyaz bir gülün açtigini gören bülbül gögsünü dikenlerden
birine batirarak kaninin akmasini saglamis.Bülbülün gögsünden
akan kanla beyaz gül kirmizi güle dönüsmüs. Sabah bahçesinde
kirmizi bir gül açtigini gören genç gülü alarak kizin evine gitmis.
Kapiyi yine kiz açmis.Kizin yeni elbisesinin yakasina altindan
yapilmis bir gül taktigini görmüs.Kiza istedigi kirmizi gülü
getirdigini,baloya birlikte gidip dans edeceklerini hatirlatmis.
Oysa ki genç kiz baloya kuyumcu bir gençle gidecegini yakasina
da altindan yapilmis bir gül taktigin söylemis ve kapiyi kapatmis.
Delikanli çok üzgün bir sekilde oradan ayrilmis. Gözlerinden durmak
bilmeyen yaslar süzülüyormus.Caddeden karsiya geçerken elindeki
kirmizi gül yere düsmüs.Çamurlu ve karli yolda arabalarin
altinda ezilen gül kaybolup gitmis.Genç üzgün sekilde evine
dönerken bahçesinde gül dalinin yaninda yerde yatan bir sey
görmüs.Hemen yanina gitmis.Yerde gördügü bir hiç ugruna canini
veren fedakar bülbülmüs..!
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
11 Ağustos 2006       Mesaj #1327
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İşkence


Elindeki tespihi şakırdatarak, kaykıldığı koltukta sallanan, siyah pos bıyıklı, içkiden burnunun üzerindeki kılcal damarları çatlamış, şiş suratlı adam, gözleri kısık, aşağılayan bir bakışla karsısında süklüm püklüm, elleri kelepçeli ayakta duran genç adama baktı.
Sorgu odası çirkinliğin dehşetinde, dehşetin çirkinliğin-deydi. Çarpık bacaklı bir masa, altından sivri bir yay ucunun fırladığı çökük bir koltuk, iki uyduruk kahve sandalyesi, sinsi sinsi yanan bir lamba...
Eğri büğrü boruların ek yerlerinden tüten yağlı kömür dumanlarıyla, içilmiş sigaraların duvarlara sinmiş kirli, yaygın izleri...
Siyah, muşambamsı bir perdeyle sıkıca örtülü tek pence-renin yanında tozlu dosyalarla dolu bir metal do-lap...Tavandan sarkan uzunca kordonun ucundaki ampulün sarımsı ışıkları ve çevresinde vızıltılarla dönen bir sinek...
Tütün, nefes, biraz da rutubet kokan bu yarı karanlık, kü-çük odada masanın başında oturan adamdan başka, üç sivil daha vardı. Bir de elleri bağlı genç adam...
-Bana bak, bizle çalışacak mısın lan?
Genç adam
-.......
-Seni adam etmesini biliriz biz ulan i…
Masadan doğrulan adam ve genç adamın suratına inen iki tokat...
-Söyle ulan bizle çalışacak mısın?
-....
Genç adamın yüzünde patlayan iki tokat daha...
Derken adam yerinden kalktı, kapıya doğru yürüdü, dur-du:
-Atın şu iti içeri, dedi, alın ifadesini p……… de görsün Hanya’yı Konya’yı...Ulan sana mı kaldı Susurluk, Çatlı…? O…………
Kapıyı vurarak dışarı çıktı.
Enseye patlayan bir şamar:
-Söyle ulan, bizimle çalışacak mısın?
-....
-Söyle lan?
-......
-Kimlerle görüşüyorsun?
-.......
-Konuşsana ulan, çalışacak mısın bizimle?
-.......
-Söyle, konuş p…...
Yumruk, tekme...Sonra coplar....
Yorulmuştu ve hala düşünüyordu. Beyaz elbiseli cellat kahkahalar atarak genç adama yaklaştı. Bir an sustu ve alaycı bir ifadeye bürünerek “öleceksin” dedi.
Ayak parmak uçlarından başlayan soğukluk, bir karınca gibi bacaklarının üzerinde hareket ediyordu. Tüylerinin diken diken oluşu sürecinde ürpermenin tadını alabilmek bahtiyar-lığına henüz ulaşmıştı. Önceleri çok uğraşmış ancak bu kadar korkuyla karışık bir heyecana tutulmamıştı.
Genç adam kan ter içinde kalmıştı. Daha fazla düşünmek ve tüm bu olanlara bir anlam vermek istemiyordu. Gerçekle-rin sonu çabuk gelmişti, şimdi ona yapacak pek bir şey bırakmıyordu bu kabus. Genç adam arkasını zamansız ülke-nin kaybolmuş cellatlarına döndü.
Şimdi yüzüne harika bir gülümseme yayılmıştı, kollarını iki yanına açtı ve kendini kaderin oluruna bıraktı. Yüzünün, göze çarpan yönlerinden, minimini bir ağzıyla tuhaf ama hoş bir karşıtlık oluşturan, biraz çıkık, yarı kapalı gözlerinin ola-ğanüstü iriliğiydi. Dudakları büküktü ama, bakışları öyle cid-diydi ki, birden gülümseyişi, yüzüne beklenmedik bir anlatım veriyordu; böyle bir yüzün gülümseyişi, görenleri daha çok büyüledi.
Önce cellatlar gitti gözlerinin önünden, sonra çığlıkları ve korkunç suratları çıktı görüşünden, en son aşkın doruğunu gördü. Yine şiir yüzlü bir kız vardı geçmişten hatırladı-ğı...Ağlamaktaydı. Sonra karanlığı gördü yalnızca. Boşluktu görebildiği sadece.
Henüz karanlıkta tamamen kaybolmadan önce kulakları-na yetişen son ses öldürücü bir şaka gibi ard arda tekrarlan-maktaydı...
“Öleceksin! ! Öleceksin!”
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
11 Ağustos 2006       Mesaj #1328
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Cumhuriyetin 10. yılında neydik bugün ne olduk.
Dün : Göğsümüz tunç siperiydi..
Bugün : Göğüslerimiz artık silikonlu.
Dün : Demir ağlarla örmüştük anayurdu..
Bugün : Çetelerle başına çorap ördük.
Dün : Türk'e durmak yaraşmazdı..
Bugün : Türk'e dürüstlük yaraşmaz oldu..
Dün : Canımızı vermiştik bu vatan için..
Bugün : Naylon fatura verir olduk vatanı soymak için.
Dün : Elimizde üretkenliğin nasırı var..
Bugün : Elimizde tembelliğin cep telefonu.
Dün : Kağnılarla cepheye silah taşırdık..
Bugün : Son model Mercedeslerle tetikçi taşıyoruz.
Dün : Karanlığın üzerine bir güneş gibi doğuyorduk..
Bugün : Yeni zenginlerimiz çocuklarını Amerika'da doğuruyor artık.
Dün : İstikbal göklerdeydi..
Bugün : İstikbal gök kafesler de.
Dün : Yüreğimiz coşkulu , gönlümüz zengindi..
Bugün : Yüreğimiz organ tacirinde.
Dün : Çıkmıştık açık alınla 10 yılda her savaştan..
Bugün : Çetelerle savaşmayı bile beceremiyoruz.
Dün : Her şeyi onurumuza bırakmıştık..
Bugün : Her şeyi oluruna bıraktık.
Dün : 10.yıl marşımız vardı..
Bugün : Hala 10.yıl marşımız var ama kaybımız 70 yıl..
*
Alıntı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ağustos 2006       Mesaj #1329
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sevgileri Yarınlara Bıraktınız

"Kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı." Yaşamak ve sevmek için hep bilinmeyen bir zamanı bekleriz. Önce diploma almalıyızdır. Sonra iş, güç sahibi olmalıyızdır. Sonra ev, araba ve tüm eşyaları almalıyızdır. Sonra çocukları evlendirmek ve günlük hırslara boğulan hayatlarımızı papatyalar gibi koparıp vazoda yaşatmaya çalışırız. Yaprakları solmuş ve suyu pis kokan o vazo, yaşamın gizli saklı hainliklerine yataklık eder. Artık birbirimize dokunmadan, ellemeden yemekle yatak odası arasında geçer gider en değerli zaman, hayatımız.

Biz hiç ölmeyecekmiş gibi sonsuzluk duygusu içinde gaflet uykularında kana bulanırız. Kan çiçekleri derleriz düşlerimizde, ölümlü hayatlarla örülü hayatlarımızın ölmüş sevdalarına ağıtlar yakarız düşlerimizde sessizce. Onları hep daha iyi bir zaman ve başka günlere bırakırız, yaşanacak ne varsa.

Gizli bahçemizde açan çiçekleri tek tek yolup dökülen saçlarımızın yanına koyarız.Telaşla koşarken eve yetişip yemek yapmak için ya da iş toplantılarının tekdüze vurgusuna ayak uydururken verilecek taksitlerden daha önemli olmaz hiç sevgiyle dokunmak birine. Dokunmak, yaşamın en kutsal büyüsü kızıl akşam üstlerden koşarak gelen ve avucumuza yanar bir top gibi düşen.Dokunmak birine içten ve sevinerek bir çoçuk gibi varolduğuna şükrederek.Dokunmak, insanın insanla zenginleşen biricik yaratık olduğunun en güzel kanıtı. Oysa dokunmadan geçip gideriz en yakınlarımızda salınan yalın kıyısından, lağım akan kanallarda boğuluruz küçücük hırslarla birgün bize hiç lazım olmayacak. Vakit olmaz yaşamak için.

Vakit kalmaz yaşamak için beni unutma çiçeklerinden taçlar yapmaya aşkın başına.Öpüp koklamadan bir tenin yumuşaklığını, incir çekirdeğini doldurmaz kavgalarda tükenir nefesler. Kutsal nefeslerimizi en çirkin sözcüklere harcarız da düşünmeden, sevda sözcüklerine yer kalmaz koskoca mekanlarda.Dünyayı dar ederiz de herkeslere nedense yalnız gecelerde gözyaşlarımız bizi affetmez. Kavgalarda ve ağız dalaşlarında tüketiriz sevgilerimizi de aşklara hiç ümit vaad edilmez çorak topraklarda. Devedikenleri bile kururken bahçelerimizde baharın gelip geçtiğini görmeden kapanır gönül gözü. Gönül gözü kapalı olanın yiyeceği taş duvarlardır ev niyetine ve altın bilezikleridir sarılacak sevdalar yerine. Denizler uzak düşlerin maviliklerine saklanır da bir çocuk gibi, hiç selam etmez bize bilinmeyenin gizli sırlarından. Geniş zamanlar umarız bir gün sevgimizi söylemek için. Hiçbir gün gelmeyecek o günün hatırına harcarız hovardaca bir ömrü.Kanat çırpan aşklar bir kuş misali salınırken etrafımızda ya elimizde sıkıp öldürürüz onları ya da kaçırırız uzak ülkelere geri dönülmeyen.

Aşk dokunmak ve sözden üretilen bir misk-u amberdir ki kokusu cihanı tutan. Sözlerden kolyeler takıp ak gerdanlara dokunuşun sarı güllerini dermek yaşamın hecelerini yanyana dizer.Yüreğinin surları yalçın kayalarla desteklenmiş insan nasıl ulaşsın sözcüklere? Bir kelebek misali yorulur kanatcıkları düşer yarı yolda boz toprak üstüne söz.Gecelere düğümlenmiş tutkuların yaşama ipek bir yorgan gibi serildiği günlerin özlemi fırtınalara yataklık eder ancak. Bırak! Ruhun öldüğü anlaışlsın.Bırak! Zaman sana hizmet etsin bıkıp usanmadan. Savaşın acımasız rüzgarına emanet yaşamlar, emanet yaşamlar kadar hain, sevgisiz ilişkilerin saldırısına uğrayan insan, karanlık yandaşlarına çevirirken yüzünü, unutur gider yaşamın kutsallığına türkü yakan dilleri. Kader değildir sevgisiz yaşamak. Ölüler yüzerken etrafımızda nehirden su içmek zor gelebilir insana ama yine de kutsaldır Ganj. Zeytin yaprağının gümüş bakışında açılır kapılar aşka. İçimize ılık zeytinyağı gibi akar sevdalar ve Akdeniz’in ruhu çırpınır beyaz köpükleriyle yüreğimizde.

Eğer zaman varsa yaşanacak.
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni
Seni düşündükçe
Gül dikiyorum ellerimin değdiği yere.

Aşk dokunmaktır gül yaprağı tene, söz ise yarin attığı bir güldür taş niyetine.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
11 Ağustos 2006       Mesaj #1330
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İşte Aşk



Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez. Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere daha karşılaşabilmek için hep aynı otobüse bindiler. Ama birbirlerine bir türlü açılamıyorlardı. Bu konuşmanın gerçekleşmesi ise fazla uzammadı ve tanıştılar.

Okul bittikten sonra ise evlendiler. Sevgileri de gün geçtikçe büyüyordu. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın. "Burayı alalım mı? Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım". "Sen istersin de ben hiç yapmaz mıyım? Amerika'daki tıp kongresinden dönünce ararım emlakçıyı" dedi adam. Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu anladı kadın. Ona sahildeki evi hatırlattığında ise, "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen o evi unut" dedi adam.

Kadın bir süre sonra kocasının kendisini aldattığını öğrendi. Bir akşam eşi eve geldiğinde ona her şeyi bildiğini söyledi. Adam ise hiç inkar etmedi. Kapıdan çıkarken, "Son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama, kadın, "Defol" dedi sadece. İlk celsede boşandılar. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bir sabah, çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. Onu kovmak istedi ama yapamadı. Kadın ise, "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o 1 saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında 1 yıllık ömrü kaldığını öğrendi. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi" dedi ve elindeki kutuyu diğer kadına uzattı.

Kadın da elindeki kutuyu açtı. Kutuda itinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu. Kağıtların hepsinde eşini ne kadar çok sevdiği yazıyordu. Kadın son kağıdı açtığında ise şu yazıyla karşılaştı; "Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Terasta martılarla kahvaltı ederken, ben her zaman seni izliyor olacağım sevgilim."

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar