Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 135

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 500.335 Cevap: 1.997
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
15 Ağustos 2006       Mesaj #1341
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Bugün yazdıklarımı okuyabildin mi? Slaytlarımı dinleyebildin mi? Sana ulaşabildim mi? Bilmelisin ki sana ulaşabildiğim anlarda hayatta var olmanın heyecanını hissediyorum, sadece bulunduğum mekanda değil, bu dünyanın herhangi bir metrekaresinde boşuna yer kaplamadığımı anlıyorum, yaşamanın anlamını fark ediyorum. Ama istediğim şey bu yaşamdaki bir mükemmeliyet değil, yaşamda üst tavana vurmak değil. Dibede vursam ayak parmaklarımın ucunda durarak da nefes alabilsem, tek istediğim seninle geçmesi gereken bir mutlu an. O nedenle beni mükemmel bir yaşam arıyor sanma, beni gözünde ve yaşamında sıradanlaştır, kimbilir hergün seni hak etmeyen kaç kişi sana merhaba diyebiliyor. Senin canını sıkan kaç kişi telefonunu biliyor, komşularından, geçtiğin caddeden sokaktan, otobüste dolmuşta, işyerinde, günlük yaşamında sayamadığım kaç mekanda onlarca insan seni görme imkanına sahipken ben burada monitörü izlemek zorunda kalıyorum. Sadece seni hergün görebilme ve duyabilmekte olsa bu imkanı bana sağla. Beni hergün gördüğün insanlardan say, beni sıradan insanlardan say, ben özeli, sevgiyi ve aşkı içimde yaşarım, senin yerinede yaşarım.
Alıntı

Sponsorlu Bağlantılar
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
15 Ağustos 2006       Mesaj #1342
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Kara Büyü
Bir gün ev arkadasimla can sıkıntısından
Sponsorlu Bağlantılar
kendimize bir büyü bulmayi ve bunu insanlar üzerinde denemeyi düsündük öyle saçmasapan bazi kelimeleri bir araya getirdik ve bunlari ezberledik. Bu sadece ikimizin bilcegi bir büyü olmaliydi. Ama ne için yapilmasi gerektigine karar veremedik ve yattik.

Ertesi gece yilbasi partisi için aldigim cadi sapkasini basima taktim ve üzerime siyah biseyler giydim bir mum yakip isiklari söndürdük. Bu büyüyü diger ev arkadaslarimdan birine yapacaktim. Olayi önemsemesi için onu inandirdik ve konsantre olmasini sagladiktan sonra büyüye basladim ve bir gece önce uydurdugumuz sözcükleri söylemeye basladim. Büyü bittikten sonra isiklari yakip gülmeye basladik. Büyüyü uydurdugum arkadasimla Sule'ye (büyüyü yaptigim arkadasim) gülüyorduk o ise hiç tepkisiz oturuyordu. Iste tam o sirada birden gök gürlemeye ve simsk çakmaya basladi. Elektrikler kesildi. Yazin ortasinda havanin böyle birden patlamasi bizi hem sasitmis hem de korkutmustu. Bi müddet öylece jeneratörün devreye girmesini bekledik .On saniyede devreye girmesi gerekirken girmedi Biz de mum yaktik ve bütün gece korkudan uyuyamadik.Yagmur sabaha kadar yagdi. Sule ise ateslendi ve ailesini çagirmamizi istedi. O gün ögrendik ki jeneratör bozulmus. Aksama dogru Sulenin ailesi geldi ve onu kayseri deki evlerine götürdüler.Bir ay sonra da gelip esyalarini aldilar ve Sule bir daha ne geldi ne aradi.
Aradan 4 sene geçmesine ragmen bu büyü sözcüklerini ne kadar unutmaya çalissam da bi türlü unutamadim. Bazen aklima gelince bisey olcak diye korkarim.

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
15 Ağustos 2006       Mesaj #1343
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Çirkin Postacı

Dünyanın bana zindan olduğu günlerdi. Sanırım birkaç defasında da
evden ağlayarak dışarı çıkmıştım... Hayatım kararmıştı da bir ışık
bekliyordum sanki ama yoktu. İşte böyle düşündüğüm günlerde
daire kapıma sıkıştırılmış bir Mektup buldum. Hayretle baktım
üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım...


"Acıları paylaşmak insanların vazifesidir" diyordu. "Senin geçtiğin
sokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım
veya paylaşılmamış acılarını içinde gezdiren bir insan!..."
Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi bu?
Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana yazmıştı?
Aslında hoş sözlerdi...Ve aslında bir mektuba da deliler gibi
ihtiyacım vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı
her gün?.. Bunu zaman gösterecekti. İlk gün kafam karıştı.
Hem kendi problemlerimi hem dün gelen mektubu, hem de
yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün
posta kutumda beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim...
Yazı aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu.

Bu inanılmazdı.. Bir bardak su içercesine bitiverdi mektup.
Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi kendime ve
susuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı...
Sanki tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla...
Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..."
Yarın yine yazdı, öbür gün yine..Ve sonraki günler yine yazdı...

Her mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı
ve her gün de dediğini yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken
kalbim çarpıyordu heyecanla... Her gün görüyordum posta kutumun
bugün de boş olmadığını ve gariptir; artık yapayalnız olmadığımı,
kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime
giriyor sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu.
Zannediyordum ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım.
Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar sanki nefes alamayacağım!...
Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden okuyordum.
Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarımda geçti.
O günlerden geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimde
karşı koyamadığım bir merak peydahlandı; kimdi bu?
Nasıl biriydi? Onunla ilgili her şeyi merak etmeye başladım.
O her gün yazıyordu ve nasılsa her gün yazmaya devam edecekti.
Bundan emin olduğum için de, yazılarında anlattıklarından çok
nasıl bir kalemle yazdığına, neden bu kağıdı seçtiğine, yazı stiline
aklımı takmaya başladım... Yazıları öylesine deva olmuştu ki bana,
onunla ilgili her şey de mükemmel olmalıydı. Ama her şey...

O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektupların
en azından nasıl birisi tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum
kafama... Öğle vaktine doğru sokağa giren postacıyı gördüm.
Koşarak aşağı indim. Mektubumu kutuya bırakmıştı, eli henüz
havadaydı...Göz göze geldik. Aman Allahım... Aman Allahım,
bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle! Dondum kaldım... O da başını
eğdi döndü ve gitti. Orda öylesine bekliyordum şimdi...
Kutuyu açıp mektubu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca
güzel bir mektubu, bu kadar çirkin biri mi taşımıştı? O öptüğüm,
kokladığım, göğsüme bastırdığım, yastığımın üzerine koyduğum
mektuplarıma benden önce bu adamın mı eli değmişti?
Saçmaladığımı biliyordum ama böylesine güzel duygularıma
bu çirkin yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı alamıyordum.
Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım. Çoktan gitmişti. Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunmadan çıktım yukarıya.
Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum, onlar benim
en zor günlerimle bugünüm arasında köprü olmuşlardı, ama onlara da dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!

Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, kutuda hala o aynı kirli mektup var!
Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte.
Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım...
Altı yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana.
Bir dosta, bir morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım...
Her şey çok ağırlaşmıştı yeniden. Uyku bile uyuyamıyordum.
Mektup aklıma geldiğinde gece yarısını geçiyordu. Tereddüt
bile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubu aldım.

Bir saat içinde üç defa okumuş, özlemiş olarak göğsüme bastırmış
ve uzun zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim.
Bunlar benim ilacımdı biliyordum. En çok o gün merak etmiştim,
bir daha ne zaman yeni bir mektup geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; kutumda mektup vardı. Yazı aynıydı, zarfta yine isim
yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...


Açtım zarfı;içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu;
"Sana gelmiş bir mektubu kırk sekiz gün okumamakla ne kazandığını
bilmiyorum... Ama artık benim sana yazmaya vaktim olmayacak.
Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre gidiyorum. Hoşçakal!

Çirkin Postacı..."


Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma,
hıçkırarak eve girdim. Çantamı açtım; tarakların,rujların ve diğer
karışıklığın arasında bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda;
"Lütfen bana tekrar yaz" yazıp posta kutuma koydum.

Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda,
aynı notum iki yıldır yapayalnız bekliyor...


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ağustos 2006       Mesaj #1344
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
baslik
105hearts

Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yasli ciftin durumu icler acisiydi. Adam inatci bakislarla suskun, Nine'nin aglamaktan iyice cukurlasmis gözleri ve keskin cizgileriyle bitkin bakislari süzüyordu etrafini...Ve Hakimin tokmak sesiyle sustu ugultu ve tok sesiyle, sözü yasli kadina verdi, hakim...

"Anlat teyze neden bosanmak istiyorsun...?"
Yasli kadin derin bir nefes cektikten sonra bas örtüsüyle agzini aralayip,
kisilmis sesiyle konusmaya basladi...

"Bu herif yetti gayri, 50 yildir bezdirdi hayattan..."
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manset yapan gazetecilerden birinin flasiyla bozuldu, kimbilir nasil bir manset atacaklardi, yasanmis 50 yilin ardindan...Cok sayida gazeteci izliyordu davayi, kadin neler diyecekti..Herkes onu
dinliyordu.. Yasli kadinin gözleri doldu...Ve devam etti...
"Bizim bir sedef cicegi vardi, cok sevdigim...O bilmez...50 yil önceydi.. O cicegi bana verdigi ciceklerin arasindan kopardigim bir yapragi tohumlamistim, öyle büyüttüm..Yavrumuz olmadi, onlari yavrum bildim...Bir süre sonra cicek
kurumaya basladi. O zaman adak adadim... Her gece günes acmadan önce bir
tas suyla suluycam onu diye...Iyi gelirmis dedilerdi...50 yil oldu, bu herif bir gece kalkip bir kere de bu cicegi ben sulayim demedi... Taki gecen geceye kadar...o gece takatim kesilmis..uyuyakalmisim...Ben böyle bir adamla 50 yil gecirdim... Hayatimi, umudumu herseyimi verdim...Ondan hicbirsey göremedim..Bir kerecik olsun, benim bildigim görevlerden birisini yapmasini bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."
Hakim, yasli adama dönerek ;
"Diyecegin bir sey var mi baba" dedi.
Yasli adam bastonla zor yürüdügü kürsüye, o ana kadar suclanmis olmanin
utangacligini hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.
"Askerligimi, reisicumhur köskünde bahcevan olarak yaptim, o bahcenin görkemli görünümüyle büyümesi icin emeklerimi verdim... Elifimi de orada tanidim...Sedefleri de... Ona en güzel ciceklerden buketler verdim...O ciceklerle doludur bahcesi...Kokusuna taptigim perisan eder yüregimi...Ilk Evlendigimiz günlerin birinde boyun agrisindan onu hekime götürdüm...
Hekim cok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kirec sertlesir,
kötülesir dedi..Her gece uykusunu bölüp, uyansin, gezinsin dedi... Hekimi
pek dinlemedi, bizim hatun...lafim gecmedi... O günlerde tesadüf bu cicek
kurudu...Ben ona gece sularsan gecer dedim..Adak dilettim...Her gece onu uyandirdim. Ve onu seyrettim... O sevdigim kadinin yavrusu bildigi cicekleri sularken seyrettim...Her gece o cicek ben oldum...Sanki...Ona bu yüzden tapabilirdim..." dedi adam o yastaki bir adamdan beklenmeyecek
ifadelerle...
"Her gece O yattiktan sonra uyandim... Saksidaki suyu bosalttim... Sedef gece sulanmayi sevmez, hakim bey..Gecen gece de... Yaslilik.. Ben de uyanamadim.. Uyandiramadim...Cicek susuz kalirdi amma , kadinimin boynu yine azabilirdi... Suclandim..Sesimi cikartamadim..."
O an Mahkeme salonunda hersey sustu...

Ertesi sabah gazeteler "Sedef susuz kaldi" diye yine yalnizca neticeyi
haber yaptilar...


105hearts

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
15 Ağustos 2006       Mesaj #1345
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
yorgun akşamın sonunda yine, evimize çıkan yokuşu adımlıyorum.
her zaman türküler eşlik eder bana bu rampayı tırmanırken
yoksa çekilir mi bu zorluk
her akşam
her gün
.....
rampanın sonunu gördüm işte
her yer karanlık
sadece evlerin lambaları görünüyor
bir de çevresini aydınlatmak için çabalayan
sokak lambasının cılız ışığı
bu cılız ışığın altında bir çocuk
bir şeyler arıyor belli ki
yaklaştığımda komşumuzun bilmem hangi hanımından kaçıncı çocuğu
ama yüzünü tanıyorum
gülümsüyorum
akşam vakti bu karanlıkta ne aradığını soruyorum
paramı düşürdüm onu arıyorum diyor
hemen biliyorum o parayı kim bilir hangi zorluklarla annesinden kopardığını
ve yine biliyorum ki
bu çok küçük miktarda bir para
ben olsaydım diyorum BOŞVER deyip geçerdim!
ama çocuk:
iki yüz elli bin lira düşürdüm
sakız alacaktım o parayla diyor
sakız sevincinin kursağında kaldığını düşünmek nasıl da koyuyor bana
yalancıktan başlıyorum ben de aramaya
bulamayacağımı biliyorum o karanlıkta ufacık parayı
bak bulamadık diyorum
en iyisi ben sana veriyim olmaz mı diyorum
ilk başta istemiyor
çekiniyor ama
nasıl unutacak şekerli sakızı
onun sözünü dinlemeden eline veriyorum
kocaman iki yüz elli bini
elinden tutuyorum
hadi bakkala gidelim
istediğin ne varsa alayım
senin yarım kalan sakız sevincinle
benim yaram kalan hayallerimin arasında ne fark var çocuk
.....
bakkalda iken gözleri parlıyor
oysa ki az önce üzgündü
çok fazla da bir şey istemeden
bir CHEETOS diyor
renkiz dünyasını cheetosların renkli paketleriyle süslüyordu
böyle tadı geliyordu yalın ayak oynamanın
tamam diyorum
istiyorum ki daha fazla istesin
istemem diyor
bir tane de
hayalini kurduğunu sakızdan alıyor
yaşasın herkeslerden saklayarak çiğneyecek sakızı
ve bu gece ağzı çilek kokacak çocuğun
çilek yiyemese de
ellerinin cips yağını
annesi silecek hem de çok kızacak
kaç para diye soruyorum bakkala
şu kara çocuğun sevincinin bedeli
tam KAYBETTİM DERKEN BULDUĞU nun ücreti altı yüz bin liraymış
.....
soğuktan titreyen ellerini tutuyorum
birden fark ediyorum
asıl elleri soğuk olan benim
ısıtıyoruz birbirimizin ellerini
senin adın ne diyorum
eyüp mü?
hayır diyor ben ibrahim
ne güzel ismin var ibrahim diyorum
Ona ibrahim peygamberi anlatmak için niyetlendiğimde
yollarımız ayrılıyor ibrahimle
acele edip açtığı paketten taso arıyor meraklı gözlerle
ben gidiyorum
iyi akşamlar dediğimde
dikkat kesiliyor bana
sana da ablacım diyor
el sallıyorum cılız lambanın altında
gözümün önünden gitmeyen gülüşüyle
o da bana el sallıyor
......
aynı gece evdeyim
gece bilmem saat kaç?
çayım her zamanki gibi zift
olabildiğince şekersiz !
ellerim dua pozisyonunu alır almaz
dilim başlıyor yalvarmaya
gözlerim bu anı beklermiş gibi
beni hiç dinlemeden gümüşten yollar yapıyor
elma rengi yanaklarımda
allah'ım diyorum
İsmini anarken
hiç bir engel yok
dilim Allah der
kalbim söyle ya kulum
dilim lebbeyk der
gönlüm bir muştu ister
beni mutluluğuna vesile kıldığın İbrahim'in gözleri hatrına
onun kirli yüzü
soğuk elleri hatrına
affet !
Kimin kazanıp kimin kaybettiği senin yanında malumdur
beni kazananlardan eyle
tam kaybettim derken bulanlardan eyle
ve
bulduğunun değerini bilenlerden eyle !
amin de gönlüm
amin de kalbim
amin de yüreğim
amin deyin gözlerim
amin deyin ellerim
amin de İBRAHİM.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Ağustos 2006       Mesaj #1346
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kaçış


Yıllardır böyle devam ediyor. Sen kaçıyorsun, yüreğim ardında kovalıyor. Hep kavuşacağım diye özledim, benim olacaksın diye sevdim seni... Bilseydim olmayacaksın benimle, bilseydim gelmeyeceksin olduğum yerlere hiç düşünür müydüm seni... Hep böyle hayal oldun bana!
Çok şeye kızıyorum, en başta sana... Getirememişken aşkını bana, beni de yabancı yaptın sana...
O daha zor be!
Karşılaştığımız an aklıma geliyor senli günler.oysa şimdi ben senin için,sen benim için herkessin.
Biz beceremedik,bildiğimiz halde her şeyi yok ettik! Ah bilseydim seninle hiç tanışır mıydım,bilseydim sensizliğe böyle dayanır mıydım.
Her şey unutulurda ah birde gece olmasa,benimle dalıyorsun uykuya... Sevgilim ben hazır değilim. Gidişini yenemem,tekrar ayağa kalkamam. Bana bakışın geliyor aklıma o siyah gözlerine,birde gülüşün... Ağlayayım mı güleyim mi şaşırıyorum o anda... Kapının önüne çıkıyorum seni görüyorum karşımda... Olmaz ya gitme, seviyorum seni hala......
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Ağustos 2006       Mesaj #1347
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
NİYE BEN DİYEN HERKES İÇİN


Brenda, yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına…
Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Branda`nın gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu.
Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkânsızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah`a dua edebilirdi yalnızca... İçten içe düşünüp dua etmeye başladı.
“Allah`ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et.”
Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri “Aranızda lens kaybeden var mı?” diye bağırdı.
Brenda`nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti.
Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı:
“Allah`ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım...”
“BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
16 Ağustos 2006       Mesaj #1348
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
> nsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş...
> Hep şikayetçi hep bıkkınmış...
> Birgün melekler mutluluğu saklamaya kararvermişler...
> Saklayalım, zor bulsunlar...
> Zor buldukları için belki kıymetini bilirler diyerek başlamışlar
> tartışmaya...

> Sorun büyükmüş...
> Kimisi:
> 'Everestin tepesine saklayalım' demiş
> 'Atlas okyanusunun dibine 'demiş
> Tac Mahal'in kubbesine,Mekke sokaklarına, İtalyan sofrasına...
> Bir hastanenin yeidoğan odası, dondurma külahı, şarap şişesi...
> Sigara paketi, lale bahçesi...
> pekçok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş.
> Derken meleklerden biri:
> '' İÇLERİNE SAKLAYALIM'' demiş...
> ''Kimsenin aklına gelmez içine bakmak'''
> İşte o gün bugündür mutluluk insanın içinde saklıymış.
> Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor... Kolay kolay gülmüyor insanın yüzü...
> Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk...
> Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka birşeyde...
> Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun..
> Siz dışını boşverin, içine bakın...
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
16 Ağustos 2006       Mesaj #1349
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kaderin Hikayesi



Uzun zaman önce bir ülke varmış refah içinde yasayan. Ülkenin refah içerisinde yaşamasının sebebi iyi yürekli, dürüst kralı imiş. Kral zaman zaman tebdili kıyafet ülkeyi dolaşır, halkının dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmuş. Gene böyle bir günde kral dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün kenarında ki ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, Bir elinde bir kese, diğerinde bir kese. Birinden bir tas alıp,diğerinden aldığı tasa bağlayıp göle atıyormuş. Bu ise epey bir süre devam etmiş ve nihayet bittiğinde, dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkmış ve kralla göz göze gelmiş. Kral dedeye sormuş “dede bütün bir gün seni izledim,Sen ne is yaparsın anlayamadım” demiş. Dede kralın sorusunu söyle cevaplamış ; ”oglum ben insanların kaderlerini birbirine bağlarım” , “Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın” , “Kralin güzel kızı ile uşağı Ahmet’in kaderini bağladım” demiş aksakallı dede, Kral bu cevabi alınca dünyası kararmış. Bir yanda güzeller güzeli apak biricik kızı, ülkenin prensesi,diğer yanda olmamış oğlu kadar sevdiği zenci uşağı Ahmet. Ne yaparım, nasıl ederde Ahmet’e bir zarar vermeden bu kaderi bozarım diye düşünerek sarayın yolunu tutmuş. Saraya gidince hemen sevgili uşağı Ahmet’i huzuruna çağırmış Ve ona “ oğlum Ahmet sana bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve güneş‘e götüreceksin” demiş, Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu alarak düşmüş bilinmez yollara. Düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar sevdiği Kralı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasıl? Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş. Nihayet yorgunluktan bitkin halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermiş ve uykuya dalmış. yandığında bir de ne görsün... Ağacın az ötesinde bir göl... o göl ki üzerine günesin aksi vurmuş... “Kralimin dediği güneş bu olsa gerek “ diyerek, üzerinde sadece külotu kalıncaya kadar soyunarak atmış kendini göle. Dibe doğru yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş.... Taa dipte, günesin aksinin tükendiği yerde bir de ne görsün.... Şahane bir hazine sandığı... almış sandığı çıkmış yüzeye...çıkmış ama, Ahmet artık zenci değil bembeyaz bir Ahmet... sadece külotunun olduğu bölge eski rengini taşıyor. “Var bu iste bir hikmet “ demiş ve açmış sandığı. Sandık gerçek bir hazine sandığı, içinde bin bir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde “Günes ‘ten Kral’a” yazan bir zarf. Ahmet ne yapacağını bilemez hale gelmiş bir anda. Yeni rengi ve yaşadıkları ile ülkesine dönünce Kimsenin kendisine inanmayacağını düşünerek, ülkesine zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış. Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş Ahmet’in... Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışıklı tüccarı ile güzeller güzeli Kızını evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet’in olmuş. Kral vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama aklı da bir yandan oğlu gibi sevdiği ve hiç bir haber alamadığı uşağı Ahmet de imiş. Gel zaman git zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken yere düsen bir çatalı almak için eğilince Ahmet, şalvarının kenarından kaba eti gözükmüş... Bunu gören Kral gözlerine inanamamış. Yemek bitip de odasına çekilecek iken herkes,koridorun sonuna ilerleyen damadının arkasından seslenivermiş Kral “Ahmet!...” Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adini, gayri ihtiyari Kendisine seslenen Krala dönüvermiş ve “neler oluyor Ahmet, evladım anlat başından geçenleri bana” diyen kralına bütün olanları bir,bir anlatmış... Bunun üzerine Kral “Peki Güneş bana bir şey göndermedi mi?“ diye sorunca da hemen odasına koşarak, Sandıktan çıkan mektubu almış ve Kral’a vermiş, mektupta su satırlar yer alıyormuş... GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ....YAZILAN YAZI İSE BOZULMAZ!!
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
18 Ağustos 2006       Mesaj #1350
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Birgün melek ile seytan karsi karsiya gelmisler. Ikiside birbirinin
gözlerine bakip gözlerinde ifadeyi Okumaya çalisiyormus. Melek
seytanin yüreginde kesin bir fesatlik oldugunu, seytan ise melegin
yüreginin ne kadar temiz oldugunu biliyormus. O sirada çok güzel bir
müzik çalmaya baslamis.
Seytan ellerini melege dogru uzatmis ve
"benimle dans eder misin?" demis. Melek bunu duyunca sasirmis, o
anda birden elini seytana uzatmis ve dans etmeye baslamislar.Calan
müzik o kadar güzelmis ki ikiside birden romantik saatlere mahkum
olmuslar ve melek biran seytanin içindeki kötülükleri unutmus.
Seytan dans sirasinda melege dönmüs ve "seni seviyorum, ya sen?"
demis. Melek yine bir sok daha yasamis. Durmus ve düsünmüs bir an.
"Seytan neden bana böyle birsey desin ki? ama olsun yinede bende ona
gerçek olmasa bile bir cevap vereyim" demis içinden ve melekte
Seytana dönmüs "bende seni seviyorum" demis.
Iste o gün yeryüzünde
dürüstlügün romantizme boynunu büktügü ilk an olmus
ya tutulacak kadar yakin ol yada unutulacak kadar uzak

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar