Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 152

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.267 Cevap: 1.997
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Eylül 2006       Mesaj #1511
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

Yine hologram kavramına değinirsek, hologram plakasında ana kaynaktan hiç bozulmadan gelen ışın ile cisimden dolaşan ışın arasındaki farklılık FORM bilgisini taşıyor. Bir bakıma 3-Boyut realitesini/ illüzyonunu yaratan cisimdeki tali yansımalar.
Sponsorlu Bağlantılar
Üst boyut bilgisi bu boyutta KAOTİK yani deşifre edilmemiş nitelik taşıyor... Zihinle algılanamadığı icin DÜZENSİZ olarak değerlendirilse de, çok daha üst seviyede bir düzen içermede... Qysa bu boyut realitesi icinde bizim "bilgi" dediğimiz, salt zihnin deşifre edebildikleri -- yansımalarla "form" bulmuş, niteliği her yansımada değişime uğrayarak dolanan KOZMOZTİK bilgi...
İşte dinde vahiy, sanatta ilham, bilimde deha denilen mekanizma, "toplumsal bilinç" de diyebileceğimiz bu tür tali yansımaların oluşturduğu bulutumsu alanda bir kanal açıp üst boyut bilgisine ulaşma hali...
Aslolan kaynakla bu tür bir bağlantıyı kurabilmek şüphesiz... Ama şu an için dahil olduğumuz tesir alanında neler oluyor...?
Hepimiz aynı düşünce okyanusu içindeyiz... Düşüncenin bedendeki tezahürü ise duygular... Bizim filtremizde düşünce "por"ları ARTI veya EKSİ değerler alarak duygusal bir devinime neden oluyor...
Duygular ise frekans spektrumu içinde çeşitleniyor. Frekans düştükçe "katılık" artıyor. Öfke, hırs, tutku, ve benzeri düşük frekanslı duygularla kişinin evreni "katılaşıyor". Başka bir nokta ise, frekans ile dalga boyunun ters orantılı oluşu; yani frekansı düşük duyguların tesiri daha uzun süreli oluyor... Spektrumun öbür kanadında ise sevinç, hoşgörü, şefkat, ve daha niceleri...
Peki ya sevgi...? Tüm tanımsızlığı içinde benim yaklaştığım ifade, sevginin frekansın sonsuzlandığı bir hal olduğu... Ne yazık ki bizim sevgi adına algıladığımız, bu "ideal" halin çok ve çeşitli türevleri sadece... Basit ama sevimli bir metaforla, ben sevgiyi katı halden sıvıya, sıvı halden gaz haline ve bilmediğimiz daha farklı hallere geçiş gibi algılıyorum... Frekans gitgide yükseliyor, bildiğimiz niteliğiyle form kayboluyor, ayrılık değil bütünleşme başlıyor...
İşte bana göre "niyet", bir bakıma radyodaki frekans-seçici ibre gibi, kişinin dahil olmak istediği frekans alanını belirlemede etken... Kendi adıma konuşursam, ben "sevgiye niyetliyim"... Frekans ayarı kaydığında bu bende "acı" olarak tezahür ediyor ve bıkmadan usanmadan niyetimi yenileyerek yaşamayı deniyorum...
Ve sevgiyle...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Eylül 2006       Mesaj #1512
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Denizfeneri..

Sponsorlu Bağlantılar
Okyanusla sonsuza dek komşu. Okyanusun mu ona daha çok ihtiyacı var yoksa, denizfeneri mi okyanus için vazgeçilmez bir sevgili?

Gündüzleri, denizfeneri isyanlarda... Çünkü yanybaşındaki biricik sevgilisi gözlerinin önünde güneşle ihtirasla sevişmekte. Hep gece olsun ister, sevgilisi ona kalsın, yalnız onda bulsun gecedeki renginin güzelliğini... Denizfeneri, küçücüktür okyanusa göre ama güneşin aşkından daha büyüktür aşkı okyanusa...

Geceleri ise denizfeneri, mutluluklar peşindedir, gecenin esrarengiz sessizliğinde. Her ışık turunda çıldırır denizfeneri zevkten, adeta danseder okyanusun en uzak noktalarına uzanarak. Daha gerçektir denizfeneri, gece sadece o ve okyanus vardır sınırlı görüş gizliliğinde.

Gündüzleri denizfeneri bir hiçtir bütün aldatmalara şahit olarak. Güneş ise gece olunca bu hissi göremez.. Gece, denizfeneri ile okyanusun aşkının dansedişine güneş şahitlik yapmaz..

Gün bitiminde ve başlangıcında teslim ederler sevgili okyanuslarını birbirlerine güneş ve denizfeneri.

Güneşin okyanusla arasına giren bir engel vardır kimi zaman, bu işkencedir güneşi küçülten. Bulutlardır, bu hain, gündüz aşkında güneşe okyanusu göstermeyen. Güneş ise tüm gücüyle savaşır okyanusa ulaşmak için. O kadar yaklaşır ki, bulutlara bulutlar, yoğunlaşır, yoğunlaşır ve gökyüzü ağlamaya başlar okyanus hasretinden hesapsızca titrer.

Okyanus bütün damlaları özlemle kucaklar, her damla onu güneşine daha çok yaklaştırmaktadır. Gökyüzü ağlar, ağlar ta ki son damlası bitene kadar. Okyanus damlalarla büyür büyür büyüklüğüne daha hacim katarak aşkının sevgi damlalarıyla. Bilmezdi okyanus,her yağmurla sevgisini ona iletmek isteyen bir güneşinin olduğunu. Her yağmur yağdığında okyanus kızar güneşine gündüz onu terkettiğini düşünür, hırçınlaşır, dalgalanır öfkesinden bilemez güneşinin ona ulaşmak için savaştığını.

İntikamını denizfenerinden alır okyanus, onun neden gündüz sevgilisi olmadığını defalarca kamçılayarak sorar denizfenerine. Dalgalarını büyütür, cevap alamayınca denizfenerinden.. Denizfeneri onu teselli edemez, çünkü o sadece gece vardır gerçek gecededir onun için. Ağlayamaz denizfeneri, ağlamayı deliler gibi istesede, gözyaşları yoktur, ulaşmak istesede ulaşamaz gündüz sevgilisine. Çaresizdir denizfeneri, sadece bir dilek geçirir içinden rüzgara yalvarır "bulutları kaçır buradan" diye, güneşin çıkması sevgilisine sevgi dolu ışıklarını göndermesini diler.

Okyanusunun mutluluğunu ister hesapsızca... Çünkü tek mutluluğu budur denizfenerinin. Ağlayamaz, gündüz ona ulaşamaz, konuşamaz hislerini okyanusuna. Her okyanusun sahilinde bir denizfeneri vardır. Her gece denizfenerleri gemilere okyanusa olan aşkını haykırırlar, ümitsizce, yarınlarını hiç düşlemeden... Ve her gece hikayelerini anlatmak için gemileri beklerler sonsuz gecelerde.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
19 Eylül 2006       Mesaj #1513
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Meçhule Mektuplar II




Bu benim ona yazdığım eline geçmeyen, göndermediğim veyahut gönderemediğim bilmem kaçıncı mektubum;her ne hikmetse bilmiyorum ama beynimdeki düşünceler iki noktada birleşiyor.Birincisi mektupları hep gece yazarım camın önünde sokak lambasına bakarak, yarasalar mı ilham getirir sokak lambamsımı bilmiyorum ikincisi gece insan daha cesur oluyor geceleri düşündüklerimi sabah ilk iş yapmak olacak diyorum ama yapamıyorum.
Bazen kendi kendime sorular soruyorum acaba diyorum ona olan duylularım körelmiş midir sonra kendi sorularıma kendim cevaplar buluyorum eğer duygularım körelmiş olsa diyorum ona bu mektupları yazarıyım ve bir sanat eseri gibi saklar mıyım .Bir hisse senedi gibi, değerli bir tablo gibi.
Tabi bu soruların gerçek cevaplarını bende bilemiyorum.omuzlarımın taşımayacağı yükleri taşıyamamaktan mı korkuyorum onu da bilmiyorum .
Zamanla duygularıma gem vuramadığım için şimdi tutup ta zamanı suçlamanın bir anlamı yok suçlamıyorum işte bende zamanı buna hakkımda yok zaten.
Şimdi yüklendiğim sorumlulukları bir hamalın sırtındaki yükü devenin sırtındaki kamburu taşımaya mecbur olduğu gibi bende bu sorumlulukları taşımaya mecbur hissediyorum kendimi.
Ve işte zaman ilerledi sırf bize inat olsun diye saatin akrebiyle yel kovanı on ikide buluştular.zoraki gözlerimi kapatmak istiyorum ve dahası uyumak .Uyumak öyle kolay iş değil insanın uyuması için kendisiyle barışık olması gerek ben nasıl barışırım kendimle ben benliğimi ona verdim ve o yok işte.
Beklenen gün gelir ve beklenen gelmezse intiharın eşiğine gelmişin demektir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Eylül 2006       Mesaj #1514
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ayazda iki yürek

Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim.Bir ara yatağa eğilip bir süre
yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı farketti sanıyorum.Ama birşey demedi.Gözlerim kapalıydı,ama yüzüme umutsuz
bir hüzünle baktığını hissettim.
Günlerdir doğru dürüst birşey konuşamıyoruz.Birbirimiziden saklanarak yaşıyoruz sanki.Oysa bir yıl önce ne büyük bir
hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye...5 aydır bende kalıyor.Günlük hayatın o basit,o bayağı ayrıntıları sevgimizi
acımasızca kemiriyor.Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor.Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem,ya
konuyu değiştiriyor,ya kaçamak cevaplar veriyor..
Kalktığımda mutfakta notunu gördüm:
Sevgilim,öyle güzel uyuyordun ki,uyandırmaya kıyamadım.Bu gece işyerinde nöbetçiyim.Beni merak etme.Sevgiyle,yazıyordu...
Notunu okuyunca gözlerim doldu.Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki...Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim
bir an.İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki.Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı.Başka bir eve taşınacak
gücü yoktu.
Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım.Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum.Bu sevginin en gerekli
koşullarından biridir, bilirsiniz.Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum.Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara
gitmek istiyordum.Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım.Ben ondan uzaklaştıkça,o da benden uzaklaşıyordu.Uzaklaştıkça
ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor,birbirimizden gizleniyorduk.Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk...
Bütün gün onu düşünüp içtim.Başka hiçbir şey yapmadım.Akşam oldu.Şehrin ışıkları yandı.Kalktım internetimin başına geçtim.
Aslında yaptığım büyük bir hataydı.Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim.Ama nedense kendime karşı koyamadım.Ve internette onun
sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek’ti.Fransız yönetmen Claude Saute’nin bu filmini birlikte gözyaşları
içinde seyretmiştik...Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu.Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu.Sinema tutkunuydu.
Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü birsürü senaryosu vardı...Ama parası hiç olmuyordu.Zamanının daraldığını düşünüyor,yaptığı
işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını farkettikçe hırçınlaşıyor,bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla
barınamıyordu...
Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona...Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye...
- "Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım."
Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu.
- "Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı..."
- "Evet, Claude Saute’nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?.."
- "Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba."
İlgili ne demek.Sinema benim tek tutkumdur.Senaryo yazıyorum.En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek...Ama para
meselesi işte...
- "Şu an ne iş yapıyorsunuz?"
- "Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum.Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi...Sizin işler nasıl?"
- "Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz,bilmem. Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir.
Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada..."
- "Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak?
- "İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz..."
- "Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka birşeyler yapmalıyım."
- "Şu an neredesiniz?"
- "Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?"
- "Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor."
- "Yalnız mısınız?"
- "Evet, yalnızım"
- "Birlikte olduğunuz kimse yok mu?"
- "Neden sordunuz?"
- "Hiç işte, öylesine sordum."
- "Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil.Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı?"
- "Evet, var..."
- "Ne iş yapıyor?"
- "Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz."
- "Nerede yazıyor?"
- "Nerede yazdığını söylemesem.Onu bilmenizi istemiyorum.Kitapları da var.Peki,siz ne zamandır birliktesiniz?"
- "Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı.Ama yolunda gitmeyen şeyler var.Tıkandık.Galiba.Birbirimizden gizlenerek
yaşıyoruz ne zamandır.Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız..."
- "Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz.Biz de tıkandık.Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana.Varsa yoksa yazıları ve okurları.
Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum.İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor."
- "Hayatında başka biri olabilir mi?"
- "Biri değil, birileri var.Flört etmeyi çok sever.Ama ilişkiler biraz derinleşmeye,ciddileşmeye başlamaya görsün,hemen
bitirir.Bağlanmaktan çok korkar."
- "Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım.Ayrılmayı düşünmüyor musunuz?"
- "Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum."
- "Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu?"
- "Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle...Ben en yakın arkadaşlarımla
bile bunları rahat konuşamıyorum..."
- "Ama bana rahatça anlatıyorsunuz..."
- "Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı
insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini... Peki, siz birlikte olduğunuz insanla herşeyinizi konuşabiliyor musunuz?.."
"Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi..."
- "Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim..."
- "Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim."
-"Hayatımız ne kadar yorucu değil mi?Belirsizlikler beni çok yıpratıyor.Herşey net olsun isterdim.Hiç tanımadığım birine
en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor.Kendimden utanıyorum.Ama yine de yapıyorum.Ne kadar yalnızım demek ki,ne kadar
susamışım birine kendimi anlatmaya...Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim.Öyle masum görünüyordu ki...Neden hiç başladığı
gibi sürmez ilişkiler..."
- "Aşk çok güzel birşeydir, ama kısa ömürlüdür."
-"Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum.Aşkta hata aramayalım.Aslında bizler benciliz.Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz,
hemen tüketiyoruz.İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki.Soluk alamazdım bazen.Kış günü bütün pencereleri açardım.
Yanımdayken bile özlerdim.Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep.Nereye dokunsam ona dokunmuş gibi olurdum.Nereye gitsem beni
gördüğünü hissederdim. Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi.Çünkü kendime dokunduğumda
ona dokunmuş gibi olurdum. Kanardı dokunduğum heryerim, tıpkı onunla sevişirken kanadığı gibi...Ama son zamanlarda onu
öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim...Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız.Para biriktiriyorum,ayrı bir eve çıkmak
için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacım var."
- "O bunları biliyor mu?"
- "Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla.Gitmemi bekliyor sanırım.Yalnızlığı ve yazılarıyla başbaşa kalmak istiyor
ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi..."
- "Soluksuz kalırdım,dediniz ya,aklıma birşey geldi.Gazetelerden birinde yazmıştı.Küçük bir çocuk karpuz yerken,
çekirdeklerinden birini soluk borusuna kaçırmış. Aradan günler geçmiş.Çocuk gittikçe soluk almakta
zorlanıyormuş. Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin
kök yaptığı görülmüş... Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar.
Çocuk rahat soluk almaya başlamış. Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan sözedilince hep bu olay gelir
aklıma. Aşıkken soluk almakta zorlanırız, ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz.Ve kimse
niye öldüğümüzü anlamaz..."
- "Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi. Bana ne yaptınız böyle. Herşeyi unutmaya çalışıyordum oysa.
Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım birşey var..."
- "Nasıl birşey?"
- "Sanki sizi çok eskiden beri tanıyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak
duygusu uyandırıyorsunuz."
- "Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim.."
- "En çok nereye mesela?.."
- "Trabzon’daki Uzungöl’e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren,
ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir... Tıpkı aşk gibi..."
- "İnanmayacaksınız belki ama, ben de orasını düşünmüştüm.Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara,
yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama şu an sizi görmeyi ve yüzyüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki..."
- "Farkında mısınız, sabah oluyor?.."
- "Evet, vaktin nasıl geçtiğini farketmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüzyüze görüşmek istiyor musunuz?"
- "İstemiyorum, desem yalan olur.. Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöl’e yola çıkmak istiyorum.."
- "Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz?"
- "Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o..."
- "Hazırım... Ben biraz deliyimdir.Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha..."
- "Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz..."
- "İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle..."
- "Peki sevgiliniz?.."
- "Nasıldı o dizeler :
Can çekişen aşkları vurmalı
Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli...
Akif Kurtuluş’un dizeleri yanılmıyorsam.."

- "Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim..."
- "Nerede ve kaçta buluşuyoruz?"
- "Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde, saat 12.00’de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz?"
- "Onu arar, herşeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşçakalın..."
Ve birkaç dakika sonra telefonum ardarda kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi.
Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi: Canım,
birbirimizi çok sevdik,ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu.Son günlerde ikimizde çok yalnızdık.
Bitmesi ikimiz için de iyi olacak.Seni hep güzel anmak istiyorum.Uzun bir yola çıkıyorum.Beni merak
etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda...Seni incittiysem bağışla.
Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum. Beni görünce ya
mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık.Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz,ama bir türlü
çıkamadğımız o uzun yola...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
20 Eylül 2006       Mesaj #1515
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Meçhule Mektuplar III




Ona hep yazıyorum yazdıklarımı da bende kalan son resminin yanına bırakıyorum beni anlasın diye bilmem ne kadar anlayabilirse?
Bilmiyorsun? Beni ilk o görmüştün ağlarken belki son olarak ta yine o görecek . Önceleri ağlamaz mıydın? nadiren de olsa ağlardım, belki de kendimi haklı çıkarmak istediğimden hatırlamıyorum. Önceleri de ağlardım ama ilk defa onun yanın da ağlamıştım. Pınarın önünde ki seti o kaldırdı. Şimdi biteviye akıyor.

Yokluğuna kahrediyorum çokça hıncımdan yumruklarımı sıkıyorum. Çaresizliğimi ortaya koyuyorum gözlerim bir noktaya takılıyor. Zamanın ne kadar geçtiğini bilemiyorum. Masa saatinin çalmasıyla kendime gelip telefona sarıldığım çok oluyor . Gülme bana. Anla beni.

Hayallerime gücüm yetmediği zamanlar kalemime sarıldığımı bilir o. Tüm, hıncımı kağıttan kalemden alırım sanki, sanki beni yalnız onlar anlarmış gibi beni, parmaklarım uyuşuncaya kadar yazmak isterim. Sabahlara kadar peş peşe sigaralar yakarım her nefeste eridiğimi bile, bile. Maziyi Nostaljiyi düşünürüm ve mutluluğu.

Mazi: Gökte kayan yıldız
Nostalji: O yıldızı yakalamak
Mutluluk: Onun anlamını bilemiyorum

Ve yine hıncımı kağıtlardan alıyorum. Şiirler yazıyorum perçemleri dağınık bir şairin halini anlatıyorum. Yalnızlık beni yalnız bırakmıyor.Yalnızlığım Ah benim suç ortağım.
Ezanlar okunuyor horozlar peş peşe ötüyor. Sabahın olduğunu duyuruyorlar bana. Oysaki ben sabahı gözlerim açık karşıladım gece uyurken.
Birazdan dışarı çıkacağım utanıyorum; güneşin yalnızlığımı yüzüme vurmazsıdan korkuyorum. Birazdan sahile gideceğim. Bir demet çiçek atacağım denize balıklara. Çünkü balıklar beni ondan daha iyi anlıyorlar.
Sevgi kelimesi artık bana içli şarkıları hatırlatmıyor. Yarama üstüne tütün basıyorum aksine.

Bu kahreden yalnızlık ne zaman bitecek. Aynı dünyada yaşayıp ayrı dünyalardaymış gibi görüşmemek. Kahrediyor beni. Arttık binlerce kilometrekarelik yeryüzü dar gelmeye başlıyor bana. Deli gönül ıssız denizlere götürmek istiyor beni. Yaralı bir yürek ve hurda bir tenekeyle.

Yokluğuna alışamadım! Çoğu zaman karabasanlar basıyor. Duygularım bir yudum hıçkırık oluyor bazen duygularımın tercümanı yok. Yok anlayan dilimden zamanın unutturamadığı hatıralar. Film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden .

Evet, evet kararlıyım sabah ilk işim bir demet çiçek alacağım balıklara atacağım.sana yemin ve sonra kırık bir kalple hurda bir tekneyle açılacağım ıssız denizlere
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
21 Eylül 2006       Mesaj #1516
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Meçhule Mektuplar IV

Ve işte yine yazıyorum sana kahretsin………
Onun yokluğun beynimde depremler oluşturuyor en şiddetlisinden ..
Onun yokluğu ıssız bir dağ başında tam sigarayı canım çekmişken çakmağımın taşını bitmesi gibi bir şey kahretsin…..
Ben istemez miyim onunla barışmayı ben istemez miyim James GARDAN’ın bahşişi kadar olmasa da gönlümden koptuğunca bir çocuğun minicik avuçlarına harçlık bırakır gibi gönlümden akan sevgi pınarını ona vermeyi.
Ben ne kadar feryat etsem de onun yüreğinin kulağı sağır gözleri köre olsa artık bende bu ayrılığa tahammül edecek ne bende yürek nede dizlerimde takat kalmadı .
Sonra enteresan hayallere dalıp düşünüyorum kavuşsak diyorum yoksulluk denen törpü aşkımızı törpüler mi bilmiyorum.bildiğim bir şey var oda onsuz olmuyor işte.
Şairin dediği gibi:

Bize uzak değil vuslat
Aşk denen zehri sende tat
Ben peşinden koşuyorum
Mutluk benden kaçan at

Vefa İstanbul da bir semt olmaktan çıkmalı bence dostluk ,aşk kendi anlamlarını bulmalı.
Dışarıdan cama vuran yağmur damlaları bana ağlamayı hatırlatıyor utanmasam ağlayacağım.
Ve utanmıyorum işte …
hafiften penceremi açıyorum içeriye soğuk bir hava doluyor bahçedeki kavak ağacım beni teselli etmek için selamlıyor sanki bir küçük kedi balkonuma sığınmış üşümüş bir o kadarda ıslanmış gözlerini kırpıştırarak bana bakıyor sanki gel dememi bekliyor. Sığınacak yerleri olamayanların durumlarına üzülüyorum kendi derdimi bırakıp saçak altlarına sığınan çocukları ve kimsesizleri düşünüyorum .Yağan yağmura aldırmadan dışarı çıkmak istiyorum gerçekleri anlaya bilmesi için insanı gerçeklerden biraz olsun uzaklaşması gerekir diyorum .
Benimle beraber birkaç sokak lambası kalmış dışarıda ve birde ıslanmış bir kedi
Açık bıraktığım pencereden küçük kedi içeri giriyor ve koltuğa kıvrılıyor.sanki burası eviymiş gibi…..
Yıllardır açık bıraktığım gönül penceremden hala o girmedi işte ona üzülüyorum…
Yüreğindeki buruk bir acı gizemli bir hıçkırığa dönüşür bu mektubu okurken lacivert bir akşam üstü ikimizde hala aynı duyguları paylaşıyoruzdur onunla ,bunu hissediyorum belki mektup halinde gelmezde bu yazdıklarım bir gazetenin en ücra köşesinde veya bir dergide rastlarsın.
Onunda cesaretin bir kalemin şiir yazarken en önemli yerinde kırıldığı gibi kırılmadıysa eğer bana seslenecek biliyorum bunu hani son mektubunda göz yaşları kaleminin mürekkebinden eken davranmıştı kalemi Sen.. demiş Ben… ayrı dünyalar demişti oysaki gözleri balık … su… renk çiçek derdi.
Bilmem inanırımsınız ilk günlerdeki gibi kızgın değilim ona önceleri ismini anacak olsam dudaklarıma ateş değiş, günah işlemiş gibi olurdum ve nedense kendimi suçlu hissederdim.Oysaki şimdi öyle değil onun ismini andığım zaman ne bileyim işte tarifi imkansız bir haz veriyor bana niçin anlaşamadığımıza hala inanamıyorum pekala iki mağrur isnada anlaşa bilirdi.
Düşünüyorum da onun yokluğun neyse her neyse!
mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
21 Eylül 2006       Mesaj #1517
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
SEVMEYİ BİLMEK
NURİ CAN

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, rededilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.’’
W. Shakespeare
Bir ninniyi kıskandıracak kadar güzel sesiyle çakıl taşları arasından sızıp gelen su, çimenler, dağ çiçekleri, ceylanlar, kuşlar, denizler, yeni doğmuş süt kokan bebekler, güller, toprak, rüzgarda nazlı nazlı devinen yapraklar, ağaçlar, kısacası her şey. Ne yana baksam her şey bana insanları anlatır. İnsanların inceliğini, duyarlılığını, insancıllığını, sevecenliğini ululuğunu, yaratıcılığını, sanatçılığını.
Dünyada bunca yıkım, kıyım,zulüm,ihanet ve kötülükler olmasına rağmen, yine de insanlar hakkında kötü düşünemiyorum. İnsanları öylesine güzel, öylesine derin, anlamlı, zarif incelikli düşünüyorumki, onları güneş gibi sıcak, toprak kadar vefalı, su kadar temiz, çimenler gibi zarif, ceylanlar kadar güzel, kuşlar gibi özgür ve verimli bir toprak kadar ağır ve olgun düşlüyorum.
Ya güller, gülleri anlatacak kelime bulamıyorum, o üstün gururlu, minnet nedir bilmeyen, kendinden güzelliğinden emin, güller bana daima genç kızları hatırlatır. İnce, hassas, kızararak bakan, soluveren, hemencecik küsen, kırılan, tatlı bir söze gülümseyişe hemen açıveren yüreğini. Güllerki her yaprağı binbir mana binbir renk, ahenk ve ifade dolu.
Savaşlar, silahlar, ölümler, iftiralar, intikamlar, açlık, sefalet,ilkel ırkçılık,dini bağnazlıklar, kan, kin, nefret, bütün bunlar beni hayal kırıklığına uğratsa da; her şeye rağmen insanları güzel düşlemekten kendimi alamıyorum. Çünkü insanları yeryüzünün en değerli varlığı olarak görüyorum. Vicdan, adalet, merhamet ve sevginin, insanı insan eden ögelerin en başında geldiğini unutmayarak yaşıyorum. İnsanı insan eden bir diğer öğe ise bilinç ve düşüncedir, duyguysa olaylar karşısında ve yaşamda insanın yaşadığı acı ve sevinçtir. İyilik, dostluk, güzellik, adaletli ve vicdanlı olmak salt insana özgü bir olgudur. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Aydınlık ve karanlık nasıl biribirinin zıddıysa, iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik de biribirinin zıddıdır. Ama evrende her şey iç içedir ve beraber yaşar. Karanlık, kötülük, çirkinlik nasılki körlüğü, cehaleti, zulmü, haksızlığı, adeletsizliği, vicdansızlığı, sevgisizliği, hoşgörüsüzlüğü temsil ediyorsa. Aydınlık,iyilik, güzellik de, bilgiyi,doğruyu, dostluğu, merhameti, dürüstlüğü, adaleti ve vicdanı temsil eder. Unutmayalımki, tabiatı güneş aydınlatır, insanı da bilgi. Bilgi eğer iyinin ve vicdanın hızmetinde ise hakça paylaşım ve adalet olur. Yoksa, haksızlık, vicdansızlık, zulüm ortaya çıkar.
Yrmibirinci yüzyılda hala insanın inancına, diline, kültürüne,bilincine, düşüncelerine, görüşüne ket vurarak, baskı uygulayarak hakaret ederek bir yere varmaya çalışan sırtlanları anlamaktan güçlük çekiyorum. Tertemiz bir suyu bulandırmak ne kadar kolaysa, bir insanı dininden, inancından, görüşünden, renginden, dilinden,tipinden dolayı, hor görmek,küçük düşürmek, aşağılamak, iftira atmak da belki o kadar kolaydır.
Önemli olan yaşamayı bilmek ve yaşarken de paylaşmayı, dünyada her insanın yaşam hakkına saygı duymayı, insanları anlamayı ve en önemlisi de hoşgörüyle bakmayı savunmak ve sevmesini bilmek. Her şey son derece hassas ve basit. Zor görünse de. İnsanları diğer canlılardan ayıran özellikler de bunlar olsa gerek…
Ama sırtlanlar gün aydınlığını sevmez. Güzellikler onların meselesi değildir. Onların gülistanı çirkinliklerdir. Nefrettir, kindir, düşmanlıklardır. Onların hiç kimseye merhameti sevgisi saygısı olmaz, hatta kendilerine bile. Yürekleri, beyinleri, kan kin nefretle doludur. Erdemleri namusları bacakları arasındadır,namusları kadar beyinleri ve yürekleride kirlidirler.
Bence bu dünyada ihtiyacını duyduğumuz ve muhtaç olduğumuz en önemli şey sevgi, dostluk ve hoşgörüdür. Küçücük bir tebesüm ve tatlı dil, karşımızdakine verebileceğimiz en güzel hediyedir, unutmayalım. İnsanlar sevmeli, şartlar ne olursa olsun insanlar sevmesini bilmeli. Hayata hoşgörü ile bakılınca olaylara pek çok şey yumuşuyor. Bunu hepimizde biliyoruz mutlaka, ama yinede söylemeliyiz biribirimize, hatırlatmalıyız. Çünkü yaşamın tadı ayrıntılarda gizlidir, yaşamak sevmektir, hissetmektir, anlamaktır.
Sevgi, insanlara bağışladığımız bir duygu, bir armağan. Bu yüzden bazen tek taraflı da olabiliyor ve bu yüzden bunu hiç tanımadığımız insanlara da bahşedebiliyoruz.
Severek yaşamak güzeldir, severek yaşamanın güzelliğini ve önemini farkedenler de güzeldir… Dünyada bir şey olabilmenin ötesinde çok daha önemli bir şey var aslında; insan olabilmek. İnsan olabilmenin koşulu ise tek; yüreğinde sevgi taşıyabilmek. Yoksa kim olduğumuz, nereden geldiğimiz, hangi ülkenin pasaportunda adımızın yazılı olduğunun ne önemi var. Bu dünyada sadece insan değil miyiz. Herman Hesse diyor ki,‘’Ben vatanseverim ama, önce insanım. Her ikisinin bir arada yürümediği yerde daima insana hak veririm’’ Başkalarının hep ayrılan yanlarını değil, birazda ortak yanları ortaya çıkarılmaya çalışılmalı, sonradan yaratılan ve dayatılan din, dil, mezhep, ırk, tarikat, kültür, bölgecilik şeyhlik aşiretcilik gibi kavramlar yüzünden ve o kavramların kutsanmasından çıkan savaşlara, katliamlara, haksızlıklara karşı durulması gerekmiyor mu? İnsanlığın ortak değerleri olan hoşgörü, sevgi, saygı, barış, özgürlük, bireysel hak, adalet gibi evrensel değerlere inanmakta kimin ne zararı olabilir, insani duygulardan yoksun ve insanlıktan nasibini alamamış sırtlanlardan başka.
Yılgınlıkların yorgunlukların damarlarımızda dolaşıyor olması bizi bıktırmamalı ve de ilgilendirmemeli. Bize yüreğimiz gerekli, sevgiyi görmek ve duvarını örmek için. Korkmadan, yılmadan bozgunlardan ve sevgiyi kirleten yozluklardan.
Düşüncelerimiz, yargılarımız, önyargılarımız; ne kadar barajlar, dalkıranlar inşa etsede o yakıcı yıldırımların beynimize ulaşmaması için, ne kadar tarihsel, kültürel ideolojik gündelik paratonerimiz olsa da, bir yerden sonra, en azından şöyle kendi yüreğimizle başbaşa kaldığımızda , eminim anlarız. Eminim anlarız, bir kez olsun, biz de yürekten o soruları sorarsak kendimize, sormak durumunda kaldığımızı tahayyül edersek hiç olmazsa.
Yaşama dair.
‘’Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır…
Düşünmeye zaman ayırın, başarının bedeli budur…
Sevmeye zaman ayırın, güçlü olmanın kaynağı budur…
Etrafınıza bakmaya zaman ayırın,günler bencilliğinize yetmeyecek kadar kısadır…
Terbiyeli olmaya zaman ayırın, insan olabilmenin sembolü budur’’…
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
21 Eylül 2006       Mesaj #1518
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Yağmurla Ağla

Balkondasın,yağmur yağıyor,yağmurla birlikte sen de ağlıyorsun,gök gürültülerine karışan hıçkırığınla, büzüşen dudakların,belki ,kim bilir,niye,neden sorularıyla cevapsız kalanlara ağlıyorsun.

Bak ,karşı balkonun orda ki pencereye ...bir şey göremiyorsun değil mi?..perdeler kapalı..sımsıkı..orda insanlar var hem de çok kalabalık...içlerinde mutlularda var mutsuzlarda...sizin alt katta da öyle..çevrende de var bu insanlardan...yaşamda tecrübeler yaşanarak elde ediliyor..ağla tabiki..ağla yağmurdan da çok ağla...ama sakın gülmeyi unutma...küçüksün...başka insanlarda olacak yaşamında..bir gün, o balkondan kucağındaki çocuğunla ,yağan yağmurun toprağa karışmasını da,asfaltta kaymasını da akmasını da...birlikte izleyeceksin..içerden de anne hadii diye seslenen diğer çocuğunun derslerine yardım etmen için çağırmasını da duyacaksın...bir taraftan ocaktaki yemeği hatırlayacaksın..çalan telefonda,akşam eve gelirken bir şey lazım mı diyen eşinle de konuşacaksın...yemek sonrası çocukları alıp babanlara torunlarını sevdirmeye götürmeyi de düşüneceksin...ağla hadi durma daha çok ağla...niye ağladığını bilerek ağlaa…durma yağmurdan da çok ağla…kurulanmak için havlu da arama…ağla ki ıslansın göz yaşlarınla tenin, elbisen her yerin..yok yok..çökme sakın olduğun yere,çökme ..ayakta dur..dik durduğunu göster …iri durduğunu,gururunu göster…başını sakın çevirme, kaçırma yağmurdan….rüzgarda mı var biraz ..çok mu ıslandın? ıslanacaksın tabiî ki…hala ağlamaktasın..ama niye kimin için..gidenlere mi..gelmeyene mi? niye sini bul bakalım..

Yalnızmısın yapayalnız değil mi..sen mi istedin bunu… başkaları mı uygun gördü..bak hala içerdeki çocuk sana sesleniyor anne diyerek…kucağındakini de unutma…yaz yağmuru iyidir üşütmez…ama çocuklar üşür, sende küçüksün üşürsün, hadi durma orda, yeter bu kadar kendine eziyet …gir içeri,kurulan, yağmur suyuyla arındım de…güzellikleri düşün,yaşamayı en güzelinden hem de..onurla gururla şerefle…
Sen iyisin, iyi kal..küçüğüm.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
21 Eylül 2006       Mesaj #1519
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Meçhule Mektuplar-1




Çok zamandır aynı idi değişmezdi gecelerimiz. Son günlerde, o sarsıla, sarsıla ağlardın ben sigâralar içerdim peş peşe ağlardı , fakat bilmezdin göz yaşlarının, tümü kaderin deki yazının kelimesini bırak harfine dahi silmeyeceğimi.

Dedim Ya : hep aynıydı gecelerimiz. Buğulu camın ardındaki sokak lambasında teselli bulurduk. Sanki kar,yağarken kimilerine göre garip bir alışkanlıktır belki kim bilir : Bağzanda sobanın üzerinde ki çaydanlığın gizemli cızırtılarını dinlerdik. Hiç konuşmadan : bir çocuğun annesinden ninni dinlediğimiz gibi.
Ben ona ağlarken katılmazdım. Gerçi niçin ağladığını bilmezdim Çoğu zaman çoğu zaman bahaneler bulurdu kendince; Sudan bahaneler…En ufak bir tartışmada sığınırdı göz yaşlarının ardına . Belki yüreğimin katı olduğunu düşünürdü: neden yalan söyleyip çıkıp ta şimdi yağan karın altında aramak gelmiyor içimden onu
Çünkü giderken açık bıraktığı gönlümdeki kapı hala açık …
Yine soba üzerindeki çaydanlığın cızırtılarını dinliyorum. Pencereden sokak lambasının altındaki yağan kara bakarak bir musiki gibi ama farklı bir şey var.
Ben ağlıyorum………

Ama inkâr edemem. gece gibi karanlık saçlarını ve ay gibi parlak yüzünü özlediğimi. Hoyrat bir rüzgâr esiyor sanki. Yağmur damlaları gibi yuvarlanan göz yaşlarımı üşütüyor; boğazıma bir şeyler düğümleniyor taş gibi. Sonra o taş gibi şeyi yutuyorum. Sanki nefes alsam seni kaybedeceğim açsam gözlerimi hayalin silinecek gözlerimden, bilirsin duygular davetsiz misafir gibidir. Giderken açık bıraktığın gönül kapılarımdan girdiler.
Ve işte açmıyorum gözlerimi.
mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
21 Eylül 2006       Mesaj #1520
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Sevgiliye Mektuplar 4

...hiçbir yeri bilmiyorum buranın yabancısıyım sevdiğime sevdiğimi bildirmek için geldim. Heybemde şiirlerim, hikayelerim, cebimde ellerim göğüs kafesimde aşkım şaşkınlığım. Yolumu araya araya buldum, sevdiğimi yanıla yanıla. Adı dudaklarımın birbirine değen noktalarında bana ilan-ı aşk etmedi benden gizlemedi de sevdiğini, papatya fallarına inanmadığını bildiğimden ve inanmamalarını sevdiğimden sadece gözlerine bakarak anladım çırpınan kalbini, beni daracık yollarda, kalabalıklarda, karanlıkta, aydınlıkta, gece yarısı ve gündüz aynı meçhul hüzne çağırdı gülümsemesinde, bir yanımı kaybedişimin, aklımdan mantığımdan oluşumun sıkıntısı vardı. Ona dedim ki; beni hüzünlü bir aşka teslim etme... yanımda dur... adımı söyle, dudaklarını kapat gözlerinle söyle, gözlerini kapat yanaklarınla söyle, yanaklarını ört duruşunla söyle, git gidişinle söyle...

hiçbir yeri bilmiyorum... yabancıyım... sevdiğim sevdiğini söylesin duyayım diye geldim...

önümde gözlerim, dizlerimde yorgunluk, her yerimde hüzün. Yolumu kaybola kaybola buldum...

sevdiğimi kaybede kaybede... adı her zerremde... ilan-ı aşk ettim bir cevap vermedi. İnandığını bildiğimden sevdiğime ve inanmalarını sevdiğimden ısrar etmedim... Duruşuna bakarak gördüm heyecanını yalnız gecelerde, aksamlarda ve gündüzlerde ayni malum acıya çağırdı.

...Gülümsemesinde bir yanımı kaybedişimin dünümden, bugünümden, yarınımdan oluşumun sıkıntısı vardı.

Ona dedim ki; bana ayrılıklı bir aşk teslim etme.

...Yanımda ol. Adımı söyle. Korkuyorum ellerimi tut, avuçlarınla söyle. Avuçlarını ört, sessizliğinle söyle. Kal, duruşunla söyle. Hiçbir yeri bilmiyorum...

...yabancıyım, korkuyorum, yanımda kal... sevdiğini söylemesende olur...


Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar