Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 159

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.267 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1581
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Geceydi... Bütün insanların çırılçıplak olduğu bir zamandı. Onları düşünüyordum; gümüş tepsilerdeki kristal kadehlerden zamanı yudumlayan insanları düşünüyordum. İrili ufaklı aynaların karşısında enseleri bembeyaz kadınlar boyanıyordu. Uzun uzun parmakları vardı kadınların. Öpülmeye alışmış dolgun dudakları vardı. Kocaman kocamandı kalçaları. O kadınları düşünüyordum.

Sponsorlu Bağlantılar
Bir kurt bir geyiği kovalıyordu yüreğimde. Geyik soluk soluğaydı, yorgundu, bitkindi. Karların üzerinde akıp giden bir yıldız gibiydi. Koşuyordu. Koşmak kurtuluş değildi belki, ama bir ümitti. Koşmalıydı.

Oysa bir namlu ağzıydı kurdun gözleri. Avına güvenle, şehvetle yaklaşıyordu. Yeni bilenmiş, sedef saplı bıçaklara benziyordu dişleri. Bütün dileği et ve kandı. İstese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu, bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu.

Ben seni düşünüyordum. Çünkü geceydi. Sevişme zamanı insanların. Yalnızdım. Benim kuşatan duvarlar birer beyaz çarşaftı bu saatte. Kapılar tüylü, yumuşak battaniyelere benziyordu.

Ben seni düşünüyordum. Kimbilir ne güzeldin soyunduğun zaman ? Nasıl kadındın ? Nasıl öpüşürdün kimbilir ? Nasıl kadın kadın kokardı her yerin ? Tutup avuçlarıma sığdırıyordum seni, gözlerime, dudaklarıma sığdırıyordum.

Sensiz kahrolmak vardı. Seninle yaşamak vardı doludizgin. Seninle her gece birbirimizi yenilemek vardı odalarda. Odalara sığmamak vardı. Bir sel gibi taşmak vardı gecelerden.

Elimi uzatsam tutabilirdim seni, öyle yakındın. Zamana kokun sinmişti. Belki uzaktan günlerce koşsam yetişemezdim sana. Zamana kokun sinmişti.

Tuttum resmini indirdim duvardan.

Duvar ağlamaya başladı.

mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1582
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi


Sponsorlu Bağlantılar
prose

Ateşe Düşen Bir Gülün Çığlığı

Kızını dünyaya getirdikten sonra çok sevmişti, hemde uğrunda ölecek kadar çok... Ama hep eziklikle, utançla, korkuyla, cinnetle sevmişti… Hep "Ya" diye kaygılar taşıyarak içinden ve o “Ya” ları düşündükçe kanı çekilirdi damarlarından Kezban’ın.

Ölmeyi çokça geçirmişti içinden, oysa bir uçurum kenarından kendini boşluğa bırakacak kadar çok seviyordu hayatı, kocasını ve kızını. Ama kahrolası yerde üçüne de yaşam haram kılınmıştı.

Kulaklarında bir ses “Ölmelisin, ölmelisin!” diyordu. . “Hadi be kızım sende,” “çocuğun, eşin dururken hayata küsmek, ölmek mi olur?”
Nasıl ölsün? Yaşamak güzel, yaşamak kutsal. Kafasında sorular dolaşıyor: “Kadının yazgısı mı bu? Yoksa geri kalmış ülkelerin sorunu mu?” diye.

İlk önce çözümlerin içinde olduğunu, hayatın iğrençliklerine dayanması, bütün gücüyle karşı koyması, bunu kabul etmesi, bu yola inanması, dayanması ve kendini geliştirmesi, aşması gerekiyordu.

Sadece bunun için dua ediyordu. Ölümü son çare olarak görmek değil, bu gücü yaşamak istiyordu. Korkularının ördüğü setleri devirmek, yıkmak, bu köhne töreleri devirmek, belki de kendisi ve başkaları için bir devrim olacaktı. Yapayalnız olsa bile, bunun tek çıkış yolu , bunun tek umut ışığı yine içindeki kendinde olduğuna inandırıyordu kendisini. Bu yüzdendir ki dayanılması güç bir hayata dayanıyordu kezban.

Hayâller kuruyor kezban. Bir küçük ev, sevdiği bir eş, etrafında dolaşan çocuklar, herkesin herkese insanca baktığı, kadınların aşağılanmadığı bir çevre’’... Uyuya kalıyor Kezban. Dudaklarında sayıklamalar...

Kocasının o insan yüzüne bakarken her gün utançtan biraz daha kahroluyordu. Oysa kocası anlayışlı, insancıl bir adamdı, sokakta karşılaştığı herkes yüzünü çeviriyordu, yüzüne söylemeseler bile, arkasından ona ********, *** babası demelerine bile aldırmıyordu. Namusunu temizlemesi için yapılan tüm baskılara karşı çıkıp direniyordu. “eşimin ve o günahsız yavrunun suçu nedirki öldüreyim, asıl suçluları neden görmüyor sunuz?” deyip tüm çevresini ret ediyordu. Hem bu gerici mantık inandığı değerlerle ve dünya görüşüyle de çatışıyordu...

Bütün çevre “namusunu temizlemezsen senin buralarda yaşama şansın ve hakkın yok, kimsenin yüzüne bakamazsın “ diye açık açık tehtit ediyorlardı. Ama o köhnemiş törelere karşı çıkıyordu ve geri zihniyetli tehtitlere aldırmıyordu...

Kocası çoğu zaman çektiği acıları bildiği için Kezban’a, “Hiç kimse seninde, kızının da kılına bile dokunamaz, dokunana dünyayı dar ederim’ biraz daha sabır’’ diyordu. ”Karkolda gözaltı sürem bitince, inşaatlarda çalışıp biraz para biriktirdikten sonra çekip gideceğiz İstanbul’a. Orada kimsenin bizi tanımadığı, rahatsız etmiyeceği bir yere yerleşiriz...” deyip teselli ediyordu Kezban’ı...

Kocası öğretmendi 1980 li yıllarda katıldığı bir yürüyüşün tertipleyicisi olarak ihbar üzerine yakalanp içeri atılmıştı. Bunu fırsat bilen karşı görüşteki düşmanları gece evine girip Kezban’ın ırzına geçip kaçmışlardı. Kezban eşinin ve ailesinin onurunu ve namusunu düşünerek bu olayı sır gibi saklamıştı. Nihayet altı aylık hamile olduğu anlaşılınca saklaması olanaksızlaşmıştı. Sonunda çareyi ailesine açılmakta bulmuştu. Ailesi doğan çocuğunu boğması için yaptığı bütün baskıları canı pahasına ret etmiş, karşı koymuştu.

Kocası hapisten çıktığında ise Kezban’ın ırzına geçenler köyü terkedip, izini kaybettirmişlerdi. Köhnemiş törelere göre sanki suçlu oymuş gibi bütün akrabaları, Kezbanı ve kızını öldürmesini istiyorlardı kocasından.. Zaten törelere göre doğal olanı da buydu. Yoksa kimsenin yüzüne bakamazlardı...

Acılarla geçen her gün biraz daha acı veriyordu. Çöken karanlıklar umudunu, geçen her gün hayallerini, hayatını çekip götürüyordu Kezban’ın... Karanlıklardan hep korkardı Kezban, kocası ne kadar karşı çıkarsa çıksın, kızıyla birlikte öldüreceklerinin korkusunu hep yaşıyordu. En çok da kızının öldürüleceğine yanıyordu yüreği....

“Ah zavallı yavrum” diyordu. “Bilir mi sorsam, sormadığım soruların cevabını? Konuşsam anlar mı dilimden? Konuşmadan, yüzüme bakıp susar mı öylece. Bilir mi neden bu kadar korktuğumu?. İçimdeki korkunç acıyı, gözlerimdeki uçurumu, katran karası geceleri. Anlar mı gözlerimdeki hüznü, kendime bile kapattığım duygularımı…”

Kezban için umut ve sevgi uzaklarda bir nokta bile değildi artık. Dünyalar değildi istediği, can bulacak kadar bir destekti.... Özlem, sevgi, şevkat, anlayış gösterecek ve içinde barınabileceği, herkesin yüzüne utançla bakmadığı bir yerdi...

Durmadan bir nehir akıyordu düşlerinde Kezban’ın, düşlerinin içinde yüreğine akıyordu sanki acı olup. Alıp götürüyordu ömrünü seller gibi her defasında... Issızdı, şaşkındı, çaresizdi, yapayalnız ve tek başınaydı Kezban düşlerinde… Kim koymuştu bu töreleri, kadınların lanet yazgısı mıydı bütün bunlar?... Bütün bunlara bir cevap arıyordu ama bulamıyordu...

Ne zaman dalıp gitse boğazı düğümlenir, tuzlanırdı kirpikleri. Bir yıldızın izdüşümü sarılırdı geceye, çağlayanların sesleri duyulurdu uzaktan ve bir çobanın kavalı vururdu kulaklarına. İçi acırdı her defasında ne zaman o kahrolası lanet geceyi anımsasa . Ne zaman anımsasa çaresizliğin nefesi üşütürdü içini, hüzne yazılmış bir şiirin dizeleri gibi acı solurdu hep.

Yorgun düştüğü zamanlar olmuştu elbet, hep direnmişti ayakta kalması için ama şimdi öyle miydi? Bir yanda kızı, diğer yanda kocası. Bütün bu olanlara karşı gücü tükeniyordu artık. Kaybolan zamanlar yitik umutlar hiç gelir miydi geri?
“İlk baharın kısa ömürlü çiçeği olsaydı, bir sonraki bahara yine gelirim der avuturdu yüreğini. İnsan gitti mi bir daha gelmez. “ diyordu kendi kendine...

Güneşli bir bahar günüydü, onlarda başka aileler gibi kırlara, nehir kıyısına çıkmışlardı, kuzular meliyor, çocuklar ordan oraya koşup oyun oynuyordu. Her yere yağmurun ve toprağın taze kokusu sinmişti. Ne zamandı sıcaklığını, şefkatini özlemişti güneşin. Gökyüzü öylesine mavi, öylesine duru, öylesine sınırsızdıki, Yine de yüreğindeki acıyı haifletmiyordu bütün bu güzellikler....

Çevre hep rengarenk çiçeklerle, çimlerle, yabani bitkilerle süslüydü. Kuşlar cıvıl cıvıldı. Çiçekler açıyor, baharın serin ve temiz havası mis gibi kokuyordu… Rüzgarda tiril tirildi yaprakları güllerin, çiçek açtıkları küçük tepede el ediyorlardı sanki onlara … Kezban bir gül koparıp kızının saçlarına taktı. Bir kızına baktı, bir güle, bir de çağlayarak akıp giden suya….
Saçlarına taktığı beyaz gül o kadar yakışmıştı ki yüzünün masumluğuna kızının.
Kızı, dünyanın bütün kötülüklerinden uzak, her şeyden habersiz saf saf gülümsüyordu. “Ah bir bilse, bir bilse hangi acıların annesinin bağrını deştiğini. Acılarla geçen her günün neler koparıp götürdüğünü ömründen...” diye söyleniyordu kendi kendine Kezban...

Kızına, “ah gözleri harelim sen bu acıları bilmezsin, henüz çok küçüksün, diyordu. “Bilmezsin nasıl olur, bir davanın hem mağduru, hem suçlusu, hem sorumlusu olduğumuzu. Ah gözleri harelim bizim için yaşamak, bu kötülüklerle, yanlışlarla dolu dünyada zaten ölüm demektir, ölümse rüzgâr olmak demektir bizim için. Sen henüz bilmezsin ölümü, bilmezsin ölümü bir rüzgâr gibi işlemenin ne demek olduğunu…. Ah gözleri harelim, boynu büküğüm, onca ağır yük verilmiş ki sırtımıza. Sen taşıyamamışsın da, ben taşırım, sanmıştım. ”


Tüm acıların ve üzüntülerin üstesinden gelebileceğini sanmıştı bir zamanlar fakat bu gücünü kaybettini anlıyordu yavaş yavaş.

Kezban hayatı boyunca haykırmak istediği fakat haykıramadığı herşeyi haykırmak, dışarı atmak istiyordu. Yıllarca içine atıp sakladıkları dayanılmaz korkunç bir yara oluşturmuştu onda. Yüksek bir yere çıkıp avazı çıktığı kadar haykırmak, içindeki yaraları deşip çıkarmak , boşaltmak istiyordu. Hayata, tanrıya, törelere, kötülüklere, suskulara her şeye isyan etmek istiyordu.

"Herkes bu kadın aklını yitirmiş desin, ardımdan küfür etsin" diyordu, kimin ne düşündüğü pek umurunda değildi.

Kızına baktı gözleri dolu dolu. “Bu kahrolası iğrenç zamanda, kimbilir başına neler neler gelecekti, ne acılar çekecekti bu saf haliyle...”

Sonra güneş ışıklarını serpmeye başlarken yeryüzüne, uzaklara akıp giden nehire baktı... Orada canlılığı, başkaldırmışlığı, isyanı, hasreti gördü... Kavuşmak istedi bir an önce, sarılmak istedi nehire... Koynuna girmek istedi bir sevgili gibi... Sevişmek istedi nehirle... İnsanın ulaşamayacağı bir yer düşlüyordu, kavuşmak istiyordu bir an önce düşlediği o yere... Sonra bir hikaye takılıp kaldı usuna. Kızına anlattı titreyen dudaklarla...


“Ateş bir gün suyu görmüş..yüce dağların ardında..sevdalanmış onun deli dalgalarına, hırçın,hırçın kayalara vuruşuna...Yüreğindeki duruluğu demiş ki suya; gel "Sevdalım ol" hayatıma anlam veren, mucizem ol... Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa,"Al " demiş.."Yüreğim" sana armağan.. Sarılmışlar ateşle su birbirlerine sıkıca.. Kopmamacasına.. zamanla Su; buhar olmaya, ateş kül olmaya başlamış ... Ya kendisi yok olacakmış, ya Aşkı..!

Baştan alınlarına yazılmış olan kaderide, yüreğindeki kederide alıp gitmiş, uzak diyarlara su... Ateş kızmış, yakmış ormanları.. Aramış suyu diyarlar boyu... Geceler boyu...

Gün gelmiş suya varmış yolu... Bakmış, o duru gözlerine suyun... Biraz kırgın... biraz hırçın... Ve o an anlamış aşkın bazen gitmek olduğunu.. Ama gitmenin, yitirmek olmadığını.. Ateş durmuş, susmuş öylece.. Sönmüş aşkıyla....

İşte o zamandan beridirki; ateş sudan, su ateşden kaçar olmuş... Ateşin yüreğini sadece Su...Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş..”


Hikaye bittiğinde kızını alıp yanına yavaşça yürüdü nehire doğru. Kocası kitap okumaya dalmıştı. Hiç kimse farketmedi, hiç kimse görmedi onları… Usul usul yürüyüp dağlardan süzülüp gelen o akıntının kıyısında durdular. İçini kemiren acıdan ve içine düştüğü bu boşluktan kurtulması için tek çıkar yol bu nehre atlamaktı belki de. Ama hangi cesaretle. Bir an için düşündü, yüzme bilmiyordu. Kaç genç kız, kaç yeni gelin atlayıp boğulmuştu bu nehirde yıllar yılı… Kaç gözyaşı efsanesi dinlemişti nehirde boğulanlarla ilgili… Buralarda, başlamadan biten bir masaldı sanki hayat...
Bu dünyada her şeyin ölümlü olduğunu biliyordu da Kezban,ölümün ne olduğunu bilmiyordu.


..../ Yüzme bilmiyordu Kezban, kimse öğretmemişti, akarsulardan hep korkardı… Ne zaman nehrin kıyısına gelse hep boğulacağını sanır ürperir, geri çekilirdi..…

Durup yüreğini dinledi Kezban. Sanki akan nehirdi yüreği. Bazen gürül gürül, bazen sessiz ve derinden aktığını hissetti yüreğinin. Akan nehiri yüreğinde, yüreğini o gümbür gümbür akan nehirde buldu....

Yüzüne baktı son kez kızının, öylesine saf, öylesine masumdu ki yüzü, dünyanın tüm kötülüklerinden habersizdi... Sicim gibi yaşlar süzüldü gözlerinden biribiri ardına. Ne çok acıyı, sevinci, hüznü, korkuyu biraraya biriktirmişti, birarada tutmuştu yıllar yılı.

Sarıldı kızına sıkıca ve son kez hoşçakalın dedi yıldızlara, aya, güneşe. Bütün düşleri sahipsizdi artık... Darmadağın yüreğini topladı... Arkasına bile bakmadan acılarını sırtlayıp kapadı gözlerini... Ve kızının da elini tutarak kendini bıraktı akıntıya… BR>
Gün gelir herkes ölür, hayat biter, yaşam sona erer. Yaşadıklarını da alır yanına kimi insan giderken. Elveda derken dünyaya.
Tüm çabalarına rağmen yenilmişti işte hayata ve insanlara.



Nehrin azgın dalgaları biribirine sarılı ana kızı birlikte sürükleyerek alıp götürüyordu... Akıntı zorluydu. Sadece akıntıya kapılan beyaz gülün çığlığı duyuluyordu kıyıda. Kezban’ın, kızının saçlarına taktığı beyaz gül’ün çığlığı... Dalga dalga yayılıyordu gülün çığlığı, ateşle su arasında... “Susturun şu çığlığı” diye inliyordu bozkırda rüzgar...

Belki de o güzelim anneyle can yoldaşı kızını, akıntının kıyılarına atması çok sürmeyecekti. O düşledikleri eşsiz adaya götürüp bırakacaktı onları...

Kocası bir şey yapamamanın çaresizliğiyle kahroldu, kıyıda arkalarından sadece bakakalmıştı... Kezban kocasının umutsuz çağrılarını duymadı bile...
” Kezban! Kezban! “ Ama iş işten geçmişti artık.
Karısı ile kızının yardımına koşmayı istiyordu ama elleri, kolları bağlıydı kocasının. Nehire atlaması onunda ölümü, yok olması demekti. Hem atlasa bile onlara yetişebilmesi olanaksızdı, suyun kıyısına geldiğinde epey uzaklaşmışlardı onlar...

Ana kız kıyıdaki umutsuz çağrıları duymadılar belki de. Dalgaların sallantısına kaptırmışlardı kendilerini. Kollarını kızının boynuna dolamış, saçları gözlerine yapışmıştı Kezban’ın... Akıntıya kapılmış gidiyorlardı...

‘’Kezban! Kezban! Geri dön!’’ ‘’Geri dön Kezban n’olur !’’ Kulak verseydi, belki de kocasının ve kıyıdakilerin sesini son kez duyabilirdi. Ama uzaklardaydı artık. Dalgaların şırıltısı arasında suların boğuk ezgisini dinliyordu...
Kırgın yüreklerin derinlerinden gelen türküler gibiydi bu ezgi...

Bahardı çiçekler açıyordu kırlarda, topraktan otlar fışkırıyordu delicesine... Dalgalar azgınlaşıyordu git gide... Daha hızlı akmak, insanın olmadığı bir adaya ulaştırmak istiyordu onları... Aktı, ıssız ormanlar, boy boy ağaçlar arasından, yıllardır biriktirdiği acıları, hasreti peşinde sürükleyerek, aktı başkaldırırcasına...

Kezban’nın gözyaşları ufacık damlalardı, aktıkça sel oldu, nehir oldu, deniz oldu, okyanus oldu. Kapladı yeryüzünü, yaşamı sorguladı dalgalarla oynarken... Yaşam gizlenmiş acılar mıdır diye sordu yüreğindeki çığlığa? Sordu kahrolası töre koyucularına? Cevap alamadı...

Kıyıdakiler artık yalnızca bir leke seçebiliyorlardı... O da yanak yanağa vermiş suda sürüklenen anne ile kızının başıydı bu. Sonra dalgaların çalkantısı arasında bu leke de seçilmez oldu. Biribirine sarılı vaziyetde giden ana kız, tatlı bir uyuşukluk içerisindeydiler. Tıpkı uykulu gibi. Su, yanaklarında şırıldıyordu...
Gözlerini yummuştu ana kız. Tüy gibi hafiftiler. Bir daha hiç ayrılmayacaklardı. Anne kız birlikte düşlerdeki gibi almış başlarını gidiyorlardı.
El ele birbirine sarılarak atlamışlardı nehrin çılgın sularına, birbirini hiçbir zaman bırakmayacaklardı artık. Beraber gideceklerdi gidecekleri yere. Her şey, cennet ve cehennem arasında birbirine tutunmak gibiydi..

Birlikte yüzdüler, yüzdüler. Nehrin ezgili suları kulaklarına tatlı bir ninni fısıldıyordu.
O güzel su, büyük nehrin akıntısı boyunca genç kızların, gelinlerin, annelerle çocukların hep iç içe, can cana olduğu büyülü bir adaya sürüklüyordu onları...


Çiçeğe duran dallarında umut tazeliyordu yine elma ağaçları, her bahar olduğu gibi…




Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1583
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÖZLERİ ATEŞ BÖCEĞİ..... GÖZLERİ ATEŞ BÖCEĞİ

Sevgi,

Sevgi fedakarlık demektir,
Alabildiğine uzun çayırlarda el ele koşabilmek!
Bacakların yorgunluktan titreyene, - sonunda akıp gitmeye dayanmak,

Dökülen sonbajar yapraklarını umursamadan içinde ilkbaharı açmak!
Ağaçları izlemek belki, fısıltılarından sözcükler yaratmak,
rüzgarın şarkılarıyla kol kola ağlamak....Yanmak!
Gözyaşı olup birikmek, yürekte izlemek!
Gönül haykırışlarını duymak belki,
Söylediklerini dikkate almak.... /

Sevgi, görmediğin daha önce hiç söylemediğin şarkıları söylemek, hiç hayal etmediğin düşleri anımsamak!
Bir aynada kendini beklerken onu görmek,
Fırlıyor mu şimdi kalbin yuvasından?
Cevap veriyor mu dudakların sorulara?....
Anlıyormusun şimdi kimsesiz çocuğun yakarışlarını? /
Belkide gün batımında güneşi izlemek, dağların arasından kayıp giderken bakışlarınla durdurmak....
Sırf o gün bitmesin, uyurken çıkmasın aklımdan diye... Hoş, rüyalarımda da aynı yansımalar.

Gece yarısında gözlerine parlayan bir ateş böceği belki yüreğim....
....Bilemezsin....
Hayatı hor görmek olmaz, hakkını ver, yaşamının bedeli gururun,
Sevginin bedeli ışık!...
Kaybetme, enerjisi bitmez onun! Güneşin ve dünyanın gücünden daha kadimdir o!
Sevmek?
- Sevmekte sonbahara benzer.....
Mor sümbül yaprakları, rüzgarın (yine) rüzgarın şarkıları.....
Susmak bilmez, gücü bitmek bilmez yine ateş böceğimin....

İçimdeki huzuru verir bana sevgi,
Kendimi gösterir bana sevgi aynam,
Seni gösterir baktığım her yansıma! /

Sevgi,
Sevgi, mavi gözlerinde okyanuslara açılmak,
Martılarla coşmak,
Balıklarla bir iki sohbet belki biraz....
Soğuk, sonsuz sularda seninle yaşamak...!
Hayalinin yansıdığı koca okyanusta dudaklarıı bulmak...!
......Şimdi duyuyor musun o sokakta yaşayan sakallı şarapçı amcayı?....
Henüz anlayamadınmı? Anladıysan tamam, ha yok ben hala anlayamadım diyorsan devam......

Sevgi,
Sevgi, sonsuzu görmek,
Kırmızı gül yaprakları içinde onu yüzdürmek....
Kıvrımlı DNA'larda kaybolmadan bulabilmek,
yüreğine ulaşmak.....

Sevgi,
Sevgi, gökyüzünde bulutlarla oynamak,
Yükseldikçe onu alacağını bilmek, fakat havasızlığa ölene dek katlanmak!
Nefes almanın zorlaştığı her anı, ona yaklaşmanın verdiği hazzı tatmak!

Sevgi,
Sevgi, hasta yatağında günlerce uykusuz yaşamak...
Uykusunda saçlarını okşamak,
Uyanır diye öpmeden dayanmak....Kıyamamak!.....
Kendin hasta olduğunda onun sevgi ilacını kullanmak.... /

Sevgi,
Sevgi, onun yanındayken, günlerce yemek yemeyi unutmak....
Karnını rüzgarın şarkılarıyla doyurmak....
Bir damla su tanesini, gözleriyle kıyaslamak....

Sevgi,
Sevgi, gururun kırıldığı zaman mutlu kalabilmek,
Onu affetmek....

Sevgi,
Sevgi, mutlu olacağına inanıyorsan uzak limanlara salmak,
daha iyi yaşayacaksa yolun açık olsun diyebilmek.......

Sevgi,
Sevgi, yanında olmadığında onu yaşamak,
Konuşmalarda onu duymak,
Baktığın her yeni yüzde onu görmek.....
Dinlediğin her şarkıda direkt ve mutlaka onu anımsamak! /

Sevgi,
Sevgi, herşeyiyle kabullenmek, en zor şartlarda bile onu savunmak,
Dostlarından olacağını bilsende kimseyle kıyaslamamak!....

Sevgi,
Sevgi, damlaları biriktirip onun gözlerinde okyanuslar yaratmak! /

Sevgi,
Sevgi, güvende olsun diye yanındayken elini bir saniye bile bırakmamak!
Yanında değil ise, rüyalarında dualar ile kollamak....

Gerekirse uyumadan, dışarıdaki soğuğa aldırmadan kapısında kendini bulmak!.... /

Sevgi,
Sevgi, o gözlerindeki okyanustan bir damla bile eksilmesin diye, herşeyde onu mutlu etmek...
Keşke demesine fırsat bırakmamak!...

Elinde olmadan kıskanmak, bunu hissettirmek!

Sevgi,
Sevgi, geleceğini düşünmeden onu beklemek,
Sadece onun için o günü yaşamak....
Sevgi, cavapsız kalan tüm mektuplarını gözyaşların ile yıkamak....

Sevgi,
Sevgi, Hayallerde onu yaşamak,
Dört duvar arasında gözlerinle duvarlara onu çizmek....
Sadece maviyi kullanmak tenine,
Gözleri ise ateş böceği ile!....

Sevgi,
Sevgi, umut demektir,
Yaşadıklarını yaşayacaklarına saymak....

Sevgi,
Sevgi, Bir sonbahar boyunca düşen yaprakları hiç usanmadan kol kola sayabilmek....
Yağmur damlalarına avucunun içine yoplayıp gözlerine katmak...
Rüzgarın şarkısından kelimeler seçip kulağına fısıldamak!...

Sevmek,
Sevmek, Ona tapmak,
Diz çökmek....

Sevmek,
Sevmek, onu hissetmek, içinde yaşatmak,

Sevmek, kalp atışların,
Her soluğu nefes alışın!

Sevmek,
Sevmek, Bir nisan yağmurunda kolkola şehrin tüm yollarını arşınlamaktır,
Bıkıp usanmadan damlaları içmek,
Her damlada biraz daha içinde hissetmektir...

Sevmek,
Sevmek, şehir içi bir otobüs seferinde tek başına yol alırken onun nerede olduğunu, kimi beklediğini bilmenin verdiği sevinçtir...

Sevmek,
Sevmek bir sudur, içtikçe damarlarına dolar....

Uyandığında, buz gibi havada ısınmak için isteyeceğin tek şey!
Yalnız gecelerin takipçisi, çıkarsız sevdaların gözlere verdiği pırıltı....!
Umutsuz yarını bekleyen sokak çocukları!....
ve belkide güneşi bekleyen başak tomurcukları....

Sevgi,
Sevgi, bir ağacın tek başına dağın tepesindeki seyir alanı! Etrafına bakıp kollarını savururlen ılık ve sessiz yeller estirmesi.... /

Sanırım artık anlıyorsunuz....
Bu deli oğlanın hisleri, düşleri ve hayalleri nerede?

Sevgi,
Sevgi, trafik çigileri olmayan bşr yolda önünü görebilmek, bilinmezlikte yolunu bulabilmek...

Haklı olsanız bile hatalıymış gibi özür dileyebilmek!
Onun hatalarını ve yanlışlarını tam anlamıyla affedebilmek....! /

Yarınların hayalini beraber kurmak, ve hepsini bugünmüş gibi yaşayabilmek...
.......................
Peki ya seviyorsan?
Seviyorsan, öncelikle ağlamayı biliyorsun,
Gecenin karanlığında yıldızlara bakıp adını yazıyorsun...
Düş pencerenden dışarıya bakıp onu düşlemek,
Şarkı sözlerinde onu yaşamak.....
.........

Sevgi,
Sevgi, akarsularda onu çağlamak,
Dipsiz kuyularda ışık aramak,
Buz gibi gözlerinde- yinede ısınmak!
Mor bahçenin kapısında ateş böceği toplamak.

Olmadığını bildiğin diyarlarda kol kola meltem esintisi ile mey yudumlamak.
Saraylarda yaşanan hayaller kurmak,
Su pınarlarından birini bulmak
.....Onun dokunuşuyla baştan aşağıya ıslanmak!

Sevgi iksiri bulmak sonra,
Arayacağın yeri biliyorsun zaten!
İçinde gizli yüreğinin sesi....
Bir çiftlik evinde beslemek en sevdiğin hayalini,
Mor ve pembe panjurlu,
Yakamoz kokulu verandası!
İçeride hafif bir müzik çalıyor gibi,
Sevda yüklü aşk pınarı....

Havada uçuşan polenler,
Şimdi içime doldular....
Ama korkuyorum.
İçimde sen varsın,
Bir hapşırıkta çıkıp kaçar mısın ?................................







Sevdanın adı şimdi mor bahar,
Rengi düş grisi,
Müziği içinden gelen duygular.
Hissedip anlatanın ifadesi " Yakamoz kokulu bir bahçeniz olsun,
ekip biçin yuvanızın kıymetini bilin, Ayrılık acıdır hani dikkat edin...."

Anlatılanlar bir kurgunun yada hayalin anlamı değildir,
Tamamen içimdeki yaşanmışlığın ve tattığım duyguların pembe düş selidir....
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1584
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Aramak... Ömür boyunca aramak... Yalnız seni aramak... Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar ? Seni arıyorum ya. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı... Beni bekliyorsun yada bir başkasını, bir başkasını...

Hiç gel demeyeceğim sana. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor ? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç, saklan. Seni aramak istiyorum.

Git bu şehirden, haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgarların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da geldim, yine kaç. Başını al, açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya !

Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip, kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı, kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı.

Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım, saçların Sibirya'da olmalı, dudakların Çin'de. Gözlerin Hindistan'da bir mabudun gözleri olmalı, ellerin İtalya'da bir heykelin elleri. Bulsam da seni parça parça bulmalıyım.

Yine de bir yerin eksik kalmalı.

Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.

Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim...
mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1585
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Beklenen gün...

Beklenen günlerin geçmeyen saniyelerini sayıyordu.
Tarifsiz bir heyecan diyarından gelen hızlı kalp atışları misafiriydi yüreğinde bugün.
Lezzetli melodilerin göz kararı bekleyişlerine inat olacaktı gözyaşları, biliyordu.
Ne soğuğun uyutası okşaması, ne de etraftakilerin acır bakışları etkileyecekti.
Az sonra bitecekti her şey, hiçbir şey engel olamayacaktı.
Bitmeyen bekleyişlerin çıkmaz sokağında yankılandı ayak sesleri,
Alkışların süslediği bir arenanın yalnız matadoruydu bakışları,
Yağmurlarını tüketen bulutların onurluca arkasını dönüp gitmesini görüyordu gökyüzünde,
Umutsuzluğun yollarını çok eskitmişti beklerken,
Şimdi ise beklediği, bir kilit kadar yakındı,
Yıllara inattı bu bekleyişin adı, karanlığa yapılan nispet.
Her sigaranın tükenmesinden sonra daha iyi anlaşılıyordu pakettekilerin sonsuzluğu.
Bitmeliydi artık bu bekleyiş, dayanamayacaktı bu ağır yüklü yolcu,
Beklenen anın gelmesinden daha uzun sürmüştü bu kör bekleyiş.
Yoksa gelmeyecek miydi, hayır bu olamazdı.
Söz vermişti, unutmazdı, unutamazdı.
Ağır çekilmiş bir sahnenin kımıldamayan figüranlarıydı akrep ile yelkovan.
İlerlemiyorlardı...
Cevapsız mektupların sahibi hala gelmemişti, bekletilmeyi sevmiyordu...
Zil sesini duymuş bahçeye çıkan çocukların koşuşlarını hissediyordu yüreğinde.
Hadi artık diye yalvarası geliyordu ama kime yalvaracağını bilmiyordu.
Bu gelişin dönüşü olmayacaktı, onu ya alacak ya da alıp gidecekti.
Hayatının kadını geldiğinde güzel görünmeliydi,
Derin alın çukurlarını kamufle etmeye çalışan mesaisi bitmiş işçiler gibiydi parmaklar.
Bırakıp gidemeyeceği nadir bekleyişiydi,
Dağınık saçların beyazları çoğalıyordu,
Bitmeyecekti bu bekleyiş.
Ufuk çizgisine asla ulaşamayacaktı...
Umutların yorgunluktan yığılmak üzere olduğu vakit açıldı kapı...
Gözler kilitlendi o aşkın giriş tüneline,
Hayallerin, umutların sahibiydi gelen,
Ölüm sessizliğinin canlı şahidiydi,
Ağlıyordu rüyalarının masum prensesi,
Karşı koymayacaktı gözlerinin hapsindeki isyancı gözyaşlarına,
Olmadı...
Ağladı...
Sonsuz bekleyişin bitişini müjdeleyen ses duyuldu...

Baba oldunuz efendim...
Dünyalar güzeli bir kızınız oldu ...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1586
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Senin için zalim dediler, demek zulmün de bu kadar güzel olurmuş diye düşündüm. Oysa bütün zalimlere karşı kinle doluydu içim. Ben hiçbir zulme baş eğmedim, zalimlerden yana olmadım.

Seni en istediğim anda gelmemen, geldiğin zaman da bana acıların en büyüğünü tattırman belki zulümden başka bir şey değil. Fakat ne yapayım ki onu bile kendine yakıştırabiliyorsun. Çoğu zaman nasıl olsa öldüreceği avına gururla bakan bir panterin vahşi bakışı var gözlerinde. İçinde, ta derinde zulmün kıvılcımları yanıp sönerken bile sana kızamıyorum, senden nefret edemiyorum. İnsanı büyülüyorsun. Başdöndüren güzelliğin karşısında asıl büyük zalimin Tanrı olduğunu düşünüyorum ister istemez.

Senin için "Yalan söylüyor" dediler. Kimse farkında değil dudaklarında yalanın ne kadar güzelleştiğinden. Yalansız bir seni düşünmeye imkan var mı? Senden gelen, senin dudaklarından çıkan bütün yalanlara razıyım. "Seni seviyorum" dediğin zaman, yalan söylemiş olsan bile, bu sözü bütün greçeklere değişmeye razıyım.

Hiçbir yalan bu kadar sevimli ve manalı olmamıştır dünya kurulduğundan beri. Yalan; senin dudaklarında aydınlık, pembe şafaklara benzer. Sen yalan söylerken gözlerin, gökyüzünün sonsuz karanlığında parlayan yıldızlar gibidir.

Sen söylediğin yalanlarla varsan; ben bütün gerçekleri senin bir tek yalanına feda edebilirim. Sana "Yalan söylüyor" diyenler; eşsiz dudaklarında yalanın ne kadar güzel olduğunu bilmeyenlerdir.

Sana "Kalpsiz" dediler. Üç milyar insanın yaşadığı bir dünyada çarpan bir tek kalp varsa o senin kalbindir. Bir tek kalp varsa; iyilik diyen, güzellik diyen, aşk diyen o senin kalbindir. Bir tek kalp varsa yeryüzünde beni seven yine senin kalbindir o.

Bütün zulümlerine, bütün yalanlarına rağmen beni sevdiğini biliyorum. İkimizi çepçevre kuşatan çaresizlikler içinde kalbin hala çarpıyorsa beni sevdiğin içindir. Yoksa aslında bu yalan ve zalim dünyada yaşamaya değer bir tek dakikanın bile var olduğuna inanmak gerçekten imkansız bir şey.

Aşkın seni sevmek olduğunu benden başka bilen var mı söyle? Seni zulümlerinle, seni yalanlarınla kim bunca ilahlaştırabilir söyle?

Söyle, sevdiğim beni, ömür boyunca seveceğim benim; zulümsüz, yalansız bir dünyada yaşanır mı söyle?..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1587
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Karanlıklar ötesindeki düşler

Gecelerin karanlığına sığındım yine. Yalnızlığıma eşlik eden sonsuz boşluk olarak nitelendirdiğim gökyüzünün sevgi ışıkları, usulca özlemini sunuyor yüreğime. Bu zaman dağarcığında yıldızların bazen gizlice göz kırptıklarını görüyorum. Sanki:’boş ver aldırma, unutursun!..’ diye teselli ediyorlar beni...
Unutur muyum sence?..
Yıldızların parlaklığında bile senin gözlerinin ışıltısını görürken, silinir mi bu çerçeve düşüncemden? Gülüşün aklıma her düştüğünde, içimi kavuran yalnızlığı yok etmek istiyorum?
Karaladığım satırlara ‘sen’ ile başlamadan nokta koymayı, doğan yeni güne senden hiç birşey katmadan bitirmeyi öyle istiyorum ki...Ama olmuyor işte, beceremiyorum; gökyüzünün büyüleyen mavisini, denizin dalgalarını, seninle süslemeden hayal edemiyorum?
Hem bunca güzellik senin yokluğunda bana haz verir mi sanıyorsun?
Herhangi bir söz bile seni hatırlatmaya yetiyorken, olanları yok saymak mümkün mü?
Gerçekte yanımda yoksun. Sana hasret kalıp gözyaşlarımı cömertçe sunduğum, yıldızları kaybolmuş gecelerin hiçbirinde yanımda olmadın zaten.
Bu karanlık gecelerde ben hep yalnızım, ama ne kadar yalnızsam, sana bir o kadar yakınım nedense!
Sana olan sevgim; karanlıkta yanıp sönen yıldızlar kadar çok ve en az onlar kadar öksüzdü, ama bu yalnızlığıma rağmen leke düşürmedim sevmelerime...
Sen uzaklarda bir yıldız misali yanıp sönerken, ben hep suskun yüreğimle seni özledim...
Herşeye rağmen hep büyüttüm içimdeki SEN’i, her saniye geçişinde bir o kadar çoğaldın yüreğimde...
En acıyan yanımsa, ben seni sanki asırlardır tanıyorum ve doğduğumdan beri seninleyim, ama birlikte hayallerimizi sandala koyup, hiç açılamadık uzaklara...
Çok ağladım, çok acı çektim ve hep yalnız kaldım, ama hiç kızmadım kendime, hiç isyan etmedim...
Çünkü sevmek kutsaldı, her ne kadar bazen acıyı yudumlamanın adresi de olsa...
Sen ki, benin gönlüme yakışan rengarenk bir gökkuşağıydın.
Senin de yaşadığın karanlık gecelerin var biliyorum, ama yine de sana sesleniyorum: ‘Hadi ver elini, uzat ne olur... Bir kerecik de olsa seninle elele, yürek yüreğe karanlığı delip, bize yakışan aydınlıklara doğru uzanalım...

mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1588
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Bir Saatini Alabilir miyim ?

Adam yorgun argın eve döndüğünde beş yaşındaki oğlunu kapının önünde kendisini beklerken buldu. Çocuk babasına, saatte ne kadar para kazandığını sordu. Zaten yorgun gelen adam, oğluna

"Bu senin işin değil" diyerek karşılık verdi.

Çocuk dayattı:

"Babacığım lütfen bilmek istiyorum" dedi.

Adam:

"Bu kadar çok bilmek istiyorsan söyleyeyim, saatte 20 dolar kazanıyorum."

Bunun üzerine çocuk, babasından bir istekte bulundu:

"Peki babacığım, bana 10 dolar borç verir misin?" dedi.

Adam, daha çok sinirlendi:

"Benim senin saçma oyuncaklarına ya da benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi derhal odana git ve kapını kapat."

Çocuk sessizce odasına çıkıp, kapısını kapattıktan sonra, adam sinirli sinirli düşünmeye başladı:

"Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?" dedi kendi kedine.

Aradan bir saat geçmiş, adam biraz daha sakinleşmişti. Çocuğuna, parayı neden istediğini bile sormadığı geldi aklına. Yukarıya, çocuğun odasına çıktı ve yatağında uzanan çocuğuna, uyuyup uyumadığını sordu.

"Hayır uyumuyorum" diye yanıtladı çocuk.

Adam, çocuğundan özür diledi:

"Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim, yorgundum" dedi.

Ve elindeki parayı uzattı:

"Al bakalım istediğin 10 doları "Teşekkürler babacığım" dedi.

Ve yastığının altında sakladığı buruşuk paraları çıkardı, elindeki parayla birleştirdi, tümünü tane tane saymaya başladı. Oğlunun yastık altından para çıkarıp saydığını gören adam, yine sinirlendi:

"Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?" diye bağırdı, "Benim senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak zamanım yok."

Çocuk, babasının bağırmasına aldırmadı bile:

"Fakat yeterince param yoktu ki... Ancak şimdi tamamlayabildim" dedi

Ve elindeki paraların tümünü babasına uzattı.



"İşte sana 20 dolar babacığım, şimdi bir saatini alabilir miyim?"
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1589
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Artık aldanmak istemiyorum. Beni sevgilerinin ölümsüzlüğüne inandır, korkulardan, şüphelerden kurtar. Hiç aldanmamışların o engin iç rahatlığına hasretim. Ayıkla, arıt beni... Bütün insanlar aldanıyormuş, sürekli bir aldanmaymış yaşamak... Ne çıkar? Ben artık aldanmak istemiyorum ya! Sen ona bak... Onun için seni erişemeyeceğin bir yere çıkarmayacağım, olduğun gibi seviyorum seni. Olmanı istediğim gibi değil... Hiç olamayacağın gibi değil... Neredeysen orada dur... Nasılsan öyle kal...

Bütün mevsimleri bir günde, bütün yılları bir mevsimde yaşamaya razıyım seninle. Yanımda olduğun zamanlar nasıl apaydınlık oluyorum, nasıl içim huzurla doluyor, görmüyor musun? Gözlerimin derinliğine bakma; başın dönmesin... Gelecek günleri düşünme, korkma büyük hazlar yaşamaktan. Erişemeyeceğin hiç bir mutluluk yok. "Yaşadım" diyemeyeceğin hiç bir günün olmayacak benimle...

Hiç aldatma beni, hiç yalan söyleme... Bir gün aldatsan bile; aldandığımı senden öğrenmeliyim önce. O zaman ölsem de mutlu ölürüm, inan... Biraz da olsa inanmış ölürüm.

Aldanmak...
En büyük yıkıntısı iç dünyamızın...

Aldanmak...
Ses veren üç telimizden birinin kopması...

Aldanmak...
O en son fakat en kesin kabullendiğimiz gerçek...

Sen hiç aldatma ne olur!..

Yıkılışım da sevgim kadar büyüktür benim. Bırak, kalbimden ses veren bütün teller ben yaşadıkça sana inanmayı söylesin. Sana kayıtsız, şartsız inanmak olsun; bütün kazancım yaşamaktan. O zaman her şeye katlanırım. Korkulardan, endişelerden uzakta her saniye yaşadığımı bilirim. Çaresizlikler beni korktumaz. Şu aşağılık dünyanın hiç bir acısı seni sevmeyi unutturamaz bana artık.

İnanmak; seni düşündükçe söylediğim bir şarkı olmalı dudaklarımda...

İnanmak; gökyüzünün en karanlık zamanında bile görebileceğim bir yıldız olmalı...

Dağlardan, denizlerden esen serin rüzgarlar gibi, senden gelen bir şey olmalı inanmak. Kimi gün kalem olmalı parmaklarımda, kimi gün kulağımda musuki, gözlerimde ışık olmalı. İçtiğim suda, yediğim ekmekte sana tüm inanmanın tadını duymalıyım. Her sabah ilk ışık, sana inanarak yaşayacağım mutlu bir gün getirmeli bana. İşte o zaman yokluğuna bile dayanabilirim, özlemlerim daha derin bir anlam kazanır. Seni beklerken şüphelerin o kahredici zehiri ile, geciktiğin her saniye bir defa ölmem.

Artık aldınmak istemiyorum. Seni aldatmak zevkinden sonuna kadar mahrum edeceğim. Beni aldatmanın acısını da, sevincini de hiç tattırmayacağım sana. Çünkü, aldattığın zaman; yemin ediyorum yeryüzünde olmayacağım. İnanmışlığım ölüme kadar sürsün, bırak...

Zarımı son defa senin için atıyorum!..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Eylül 2006       Mesaj #1590
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kuyu .......
.......
sana yazıyorum bunu dost.. dinle içimden, kuyumun dibinden gelen sesleri...
varlığıyla yakıp yıkan olmasıyla olmaması arasında fark olmayan sevgili; sen de dur ,kapının önünde kulak ver bana...
kuyunun dibinde kalan ve ancak eğilip bakanların görebildiği bulanık sularım var benim... aktıkça hep içime içime; sitemimi, isyanımı, aşkımı, feryadımı alıp taşır daha diplere... saklar o bulanık su kendi derinlerinde...
yalnız kalbimin yaprakları düşmez o suyun içine, rüzgar da taşır uzaklardan hiç bilmediğim nesneleri...
bir bakarım ki bin çeşnili deryalar dolup taşmış kuyumdan...ancak eğilip bakanların görebildiği...
sarar bazen yağan yağmurlarla beni ,yeryüzününhiç görmediğim güzellikleri...
ara sıra eğilir ,bir de kendim bakarım hani; kuyunun dibi nasıl durulma ihtimali var mı yani...
......
......
öyle işte; basar da bazen içimi seller
yazıverir bir anda böyle ,eller...

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar