Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 170

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 567.310 Cevap: 1.997
FLaMiNGo - avatarı
FLaMiNGo
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #1691
FLaMiNGo - avatarı
Ziyaretçi
HAYATI TERSTEN YAŞAMAK (KEŞKE ÖYLE OLSA NE GÜZEL OLURDU )

Sponsorlu Bağlantılar

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir..
Şüphesiz ki yaşamı tersten yasamak daha güzel,
Hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mi ?
Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta
sandık içersinde, Herkes karsınızda
saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor
ve tüm haklar helal edilmiş
vaziyette.tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı,
Olgun ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir
İtibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi
Hazır.arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size
maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı
alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev....
Altmışlı yaslara kadar hersek garanti, huzur
içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor,
kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün
çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün
size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın
kol saati veriyor patronunuz.. Ve genel müdürlük
veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir
insan olarak ise başlıyorsunuz. Herkes karsınızda
el pençe divan...vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler
de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.
Diğer hormonal aktiviteler artıyor,
fevkalade.....aman ne güzel günler başlıyor...
Derken bir gün patron size artık üniversiteye
gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada babanız ortaya
çıkmış, "fazla çalıştın" diyor "artık eve dön, isi
bırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun..." keyfe
bakar misiniz ?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden,
su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler,
kızların sayısı artıyor. Derken Anne ve babanız sizi
götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok
artık....
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur,
keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" Diyorlar..
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı
bile Temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor
ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
Derken anneniz bir gün size süt verme
kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde
hazır. Bir gün karanlık ilik ve sıcak bir ortama
giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya
dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor,
sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir
ortamda yasıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir
hücre halini alıyorsunuz.
Ve günün birinde müthiş bir
Olayla hayatiniz bitiyor... ; )

FLaMiNGo - avatarı
FLaMiNGo
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #1692
FLaMiNGo - avatarı
Ziyaretçi
BAZEN BİR KALBİN, İÇİNDE NELER SAKLADIĞINI ÖĞRENDİĞİNİZDE HERŞEY İÇİN ÇOK GEÇ OLABİLİR..

Sponsorlu Bağlantılar

Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti. Yanmanın nedeni
>>akşam yedikleri değil,uyanır uyanmaz bugün yapacaklarının aklına
>>gelmesiydi.Bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği
>>bitirecekti. Aslında bunu yapmakta geç bile kalmıştı.'Bitmeli dedi
>>içinden, her gün bu tatsız uyanış bitmeli.' Genç adam bunları
>>düşünürken suratı şekilden şekile giriyordu. Süratle giyinerek
>>dışarı çıktı. Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, şimdi de
>>bekletmemeliydi.İstanbul, soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı
>>yaşıyordu. Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi; 'Bulutlar bizim
>>yaşayacaklarımızı biliyor. onlar bile ağlıyor halimize...'BULUŞMA
>>VAKTİ...Artık Kadıköy iskelesindeydi. Birkaç dakikalık beklemeden
>>sonra karşıdan kız arkadaşının geldiğini gördü.Şimdi midesindeki
>>ağrı daha da artmıştı.Beşiktaş'a geçtiler. Yolculuk sırasında hiç
>>konuşmadılar. Genç kız, sevgilisinin bu durgunluğuna anlam
>>verememişti.Nereden bilecekti bugün ayrılık çanlarının
>>çalacağını...Beşiktaş'a geldiklerinde bir cafede oturdular. Genç
>>kız anlamıştı sevgilisinin kendisine bir şey söylemek istediğini.
>>'Bana birşey mi söylemek istiyorsun' diye sordu. Genç adam,
>>gözlerini kaçırarak 'Evet' dedi. Genç kız heyecanlanmıştı, biraz da
>>sinirlenerek 'Söylesene, ne diye bekliyorsun' dedi. Genç adam içini
>>çektikten sonra 'Sence biz nereye kadar gideceğiz?' diye sordu.
>>Genç kız, 'Bunu sorma gereğini niye duydun?' diye yanıt verdi. Genç
>>adam söze başladı... ''Birkaç ay önce akşam 23:00 civarında sana
>>telefon açıp senin için yazdığım şiiri okumak istemiştim. Sen bana
>>'Sırası mı şimdi canım yaa, işin gücün yok mu?'demiştin.
>>Biliyormusun o an nakavt olan bir boksör gibi hissettim
>>kendimi.Özür dileyip telefonu kapatmıştım. Daha sonra da bu şiiri
>>benden hiç istememiştin. Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen de gelmiş, Meralin 'Sen şanslısın, sevgilin sana bakar' sözüne'İşim yok da sana mı bakacağım, annen baksın' demiştin. Hatırladın mı?''DUYGUSALLIĞI SEVMEM...Gençkız, 'Biliyorsun ben duygusallığı sevmiyorum. Hem hasta bakıcı gibi göründüğümü de kimse söyleyemez' diye yanıtladı. Genç adam güldü,'Evet canım haklısın. Zaten olmak istesen de bu kalbi
taşıdığın sürece hasta bakıcı, hemşire falan olamazsın.' Genç adam
devam etti... 'Bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken
saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin? Hiç...
Hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusallığı sevmeyebilirsin.
Ama sen seni seven insanları da mutlu etmeyi sevmiyorsun.Halbuki
ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi
seviyorum. Seni tanıdığımdan beri her sabah, her akşam, her gece
yani seni andığım her saat tatlı bir mesajım vardı senin için
>>biliyormusun? Seninle ben AKLA KARA gibiyiz.'Genç kız anlamıştı,
>>'Yani ne istiyorsun benden şair olmamı mı?' Genç adam tekrar
>>gülümsedi içinden. Dün gece verdiği ayrılık kararının ne kadar
>>doğru olduğunu düşündü. 'Hayır' dedi, 'Şair olmanı istemiyorum.
>>Olamazsın da... BİZ AYRILMALIYIZ. Ayrılırsak ikimiz için de en
>>hayırlısı olacak.'Genç kız şaşırmıştı, 'Neden ama? Ben seni
>>seviyorum. Senin de beni sevdiğini sanıyordum.' Genç adam iç
>>çekerek 'Hayır canım, sen beni sevdiğini sanıyorsun. Eğer beni
>>sevseydin şimdi başka şeyler konuşuyor olurduk' dedi. Genç kızın
>>gözleri yaşarmıştı. Genç adam cebinden çıkarttığı mendili uzattı,
>>genç kız gözyaşlarını silerek 'Sen bilirsin, umarım beni bir
>>başkası için bırakmıyorsundur...' dedi. Genç adam 'Nasıl böyle bir
>>şey düşünürsün, senden başka kimse olmadı ve uzun zaman da
>>olacağını sanmıyorum' yanıtını verdi.Genç adam ve genç kız iki
>>sevgili olarak oturdukları masada artık iki yabancıydılar. Birkaç
>>dakika sessizce oturduktan sonra Genç kız, 'Kalkalım istersen'
>>dedi. Genç adam 'Ben biraz daha burada kalmak istiyorum,istersen
>>sen kalkabilirsin' diye yanıtladı. Genç kız 'Tamam o zaman sana
>>mutluluklar dilerim' diyerek elini uzattı. Genç kızın sesi ve eli
>>titriyordu. Genç adam,'İstersen arkadaş kalabiliriz' dedi ve
>>birbirlerine son kez sarıldılar."BEN DOĞRU YAPTIM..." Genç adam
>>doğru yaptığına inanıyordu. Eve döndüğünde yürümekten bitap bir
>>haldeydi. Odasına girdi. Gece bitmek bilmiyordu. Sabah erken kalkıp
>>işe gidecekti, uyumalıydı. Birkaç saat sonra uykuya dalmayı
>>başardı. Sabah 7'de saatin ziliyle uyandı. Evden çıkacağı zaman cep
>>telefonuna baktı, mesaj ve 10 cevapsız arama vardı. Yorgun olduğu
>>için duymamıştı telefonun sesini. Aramalar ve mesaj
>>sevgilisindendi. Heyecanla mesajı açtı,şunlar yazıyordu:
>>SADECE ONLARI SEVMEYİ SEVDİM,HEPSİNİ ONLARSIZ YAŞADIM DA,BİR SENİ SENSİZ YAŞAYAMIYORUM,BU AŞKI TEK KALPTE TAŞIYAMIYORUM,SANA YEMİN GÜZEL GÖZLÜM, BİR TEK SENİ SEVDİM,VE SENİ SEVEREK ÖLECEĞİM, ELVEDA BİRTANEM...
>>Genç adam şaşırmıştı. Onu tanıdığı günden beri ilk defa şiir
>>alıyordu ve üstelik sabahın beşinde yazmıştı. Heyecanla onu aradı,
>>telefonu yabancı bir ses açtı. Genç adam ''Nalan'la görüşebilir
>>miyim?'' dedi. Ama karşısındaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra hemde...
>>'Ben onun annesiyim yavrum,kızım bu sabah intihar etti. Gece sabaha
>>kadar birilerini arayıp durdu.Sabah odasının ışığını sönmemiş
>>görünce girdim. Yavrum kendini asmıştı....'YIĞILIP KALDI... Genç
>>adam beyninden vurulmuşa döndü. Bir gün önceki mide ağrısının iki
>>katını çekiyordu şimdi. Olduğu yerde yığılıp kaldı...
>>Birkaç ay sonra iki doktor konuşuyordu hastanede. Doktarlardan biri
>>diğerine karşıdaki hastanın durumunu soruyordu. Doktor yanıt
>>verdi...
>>'Haaa o mu? Üç ay önce getirdiler. Kendisi yüzünden bir kız intihar
>>etmiş. O günden sonra cep telefonunu elinden hiç bırakmamış.
>>Devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim. O
>>uyurken gönderdiği numarayı aradım. Numara 3 ay önce iptal edilmiş.
>>Gelen
>>mesajlarda bir şiir var. Bu adam duygusal mı bilmem ama benim
>>anladığım kadarıyla şiiri yazan çok duygusal biriymiş...
>>
>>
>>"ÇEVRENİZDEKİ İNSANLARIN NE HİSSETTİĞİ YA DA NE DÜŞÜNDÜĞÜNDEN O KADAR EMİN OLMAYIN, BAZEN BİR KALBİN, İÇİNDE NELER SAKLADIĞINI ÖĞRENDİĞİNİZDE HERŞEY İÇİN ÇOK GEÇ OLABİLİR
fernil - avatarı
fernil
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #1693
fernil - avatarı
Ziyaretçi
Genç bir adam, değerli taşlara ilgi duyarmış ve mücevher ustası olmaya karar vermiş. Bu mesleği yapacaksam, iyi bir mücevher ustası olmalıyım diye düşünmüş ve ülkedeki en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış. Sonunda bulmuş, yanına varmış, bir süre bekledikten sonra usta tarafından kabul edilmiş. Anlat, dinliyorum demiş usta. Genç adam anlatmaya başlamış; taşlara ilgi duyduğunu ve iyi bir mücevher ustası olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış. Yaşlı usta sesini çıkarmadan genç adamı dinlemiş, sözleri bitince de ona bir taş uzatmış, Bu bir yeşim taşıdır dedikten sonra genç adamın avucuna taşı bırakmış ve avucunu kapatmış. Avucunu aynen böyle kapalı tut ve bir yıl boyunca hiç açma. Bir yıl sonra tekrar gel. Haydi şimdi güle güle demiş ve şaşkın genç adamı öylece bırakıp kalkmış, odadan çıkmış. Genç adam evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen annesiyle babasına neler olduğunu anlatmış. Anlattıkça da kendisine çok anlamsız gelen bu hareketi ve soğuk konuşması nedeniyle kızdığı ustaya olan öfkesi artıyormuş. Günler geçmeye başlamış. Genç adam sürekli söyleniyor ama avucunu hiç açmıyormuş. Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister. Bir de ülkenin en iyi mücevher ustası olacak. Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım, böyle bir eziyetle nasıl yaşarım. Bu ne biçim ustalık. Ustalık kaprisi yapacaksa, bari başından yapmasaydı diye devamlı söyleniyor, her önüne gelene ustadan yakınıyor ama avucunu hiç açmıyormuş. Avucu kapalı uyuyor, bütün işlerini diğer eliyle yapıyormuş. Ve bu duruma da giderek alışmaya, diğer elini çok rahat kullanmaya başlamış. Uyurken de yanlışlıkla avucu açılıp taş düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş. Böylece bir yıl geçmiş, her günü zorluklarla dolu, her gecesi de yarım uykuyla yaşanmış bir yılı tamamlamış. Ve o gün gelmiş. Genç adam tam bir yıl sonra, büyük ustanın karşısına çıkmış. Usta bir süre beklettikten sonra yanına gelince, genç adam ne kadar saçma bulursa bulsun, bu sınavı başarıyla tamamlamış olmanın verdiği gururla elini uzatmış, avucunu açmış. İşte taşın demiş, Bir yıl boyunca avucumda taşıdım, şimdi ne yapacağım? Yaşlı usta sakin bir sesle cevap vermiş: Şimdi sana bir başka taş vereceğim, onu da aynı şekilde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın. Bu söz üzerine genç adam bütün sükunetini kaybetmiş, bağırıp çağırmaya başlamış. Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış, mücevher ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana böyle eziyet ettiği için, hasta olduğunu bağıra çağıra söylemiş. Genç adam bağırıp çağırırken, yaşlı usta ona hissettirmeden birtaşı avucuna sıkıştırmış. Öfkeden yüzü kıpkırmızı genç adam, bir yandan bağırıp çağırırken avucundaki taşı hissetmiş. Durmuş, taşı biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş: BU TAŞ, YEŞİM TAŞI DEĞİL USTA! Öğrenmek için zaman gerekir, sabır gerekir, ustaları izlemek gerekir. Dünya hızlandıkça zaman kısalabilir ama öğrenmenin esası değişmez......
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #1694
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kimdi o? Yanındaki kimdi? Ne konuşuyordunuz? İşte buna dayanamam. Kahrolurum...

Dün gece ne yaptın? Nereye gittin? Ah otursaydın, beni düşünseydin ya? Eğlenebildin mi bari?

Yatarken ne okudun? Sonra iyi uyuyabildin mi? Rüyanda neler gördün? Söylesene...

Anladım artık beni sevmiyorsun. Sevdiğini sanmakla yanılmışım.

Zaten çirkin bir adamım ben, sinirliyim, kıskancım, fazla hisliyim. Daima beni seveceğini düşünmemeliydim. Suçluyum. Kendime sevgilerimin bencilliğinden kurtaramadım. Zayıf, bencil bir adamım öyleyse.

Sonra yalancıyım, iki yüzlüyüm. Seninle konuşurken seninle yatmayı düşünüyorum. Sevgiyle elini tuttuğum zaman, aslında kalçalarını tutuyorum, bilmiyorsun.

Kendime göre hesaplarım da var benim. Yanımda olman gurur veriyor, sevinç veriyor bana. Fakat sana kimse bakmasın istiyorum, kimse konuşmasın seninle. Hep benim ol, durmadan benim ol. Günün her saatinde ve ölünceye kadar benim ol.

Beni seviyor musun? Evet mi? Öyleyse söyle, kimdi o? Yanındaki kimdi? Nereye gidiyordunuz?

Seven zalimdir biliyorsun, aşk egoisttir. Sen zalim olma. Anlamıyorsun, anlamıyorsun... Biraz anla beni...

Sana sitem etmeyeceğim artık. Bütün suç benim. Seni bu kadar sevmemeliydim. Şu köhne ve utanmaz dünyada ne bir kimse bu kadar sevilmeye değer, ne de bir kimsenin bu kadar sevmeye hakkı var.

Kendimizi ne sanıyoruz? Biz neyiz ki? Sus, cevap verme. Teselliye ihtiyacım yok...

Seni bu kadar sevmemim cezasını kendime ödeteceğim!..

Göreceksin...
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #1695
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
ACELE ETMEK

Yıllar önce, çok uzaklarda bir adam varmış. Bu adam çalışmak amacı ile çok uzaklara gitmiş ve yıllarca çalışmış. Sonunda memleketine dönme zamanı gelmiş. Bu çalışma sürecinde toplam 3000 akçe biriktirmiş ve evinin yolunu tutmuş. Evine doğru giderken yolu büyük bir şehirden geçmiş. Yolda yürürken köşe başında birisi "Bir nasihat bin akçe, bir nasihat bin akçe" diye bağırıyormuş. Adam düşünmüş: 'Nasıl olur, bir nasihati bin akçeye satarlar, ben yıllarca çalıştım ve sadece 3000 akçe biriktirdim' Bu ise pek akli ermemiş ama merak iste. Duramamış ve adama bin akçe vererek o nasihati satın almış. Nasihat " KADERDE NE VAR İSE O ÇIKAR" ve yoluna devam etmiş...

İlerde yine köse başında başka bir adam bağırıyormuş "bir nasihat bin akçe" diye. Adam yine dayanamamış bin akçe de o adama vermiş ve ikinci nasihatı da satın almış. İkinci nasihat da: GÖNÜL KIMI SEVERSE GÜZEL ODUR" Son kalan bin akçesi ile de yoluna devam etmiş. Tam şehrin çıkışında yine köşe başında bir adam bir nasihati bin akçeye satıyor. Adam bir parasına bakmış, bir de nasihati satan şahsa, dayanamamış ve kalan son akçesiyle de o nasihatı satın almış. Son nasihatte:

"HİÇ BİR İŞ ACELEYE GELMEZ". Parasız yoluna devam etmiş. Şehrin çıkışında büyük bir topluluk ile karsılaşmış. Topluluk telaş içindeymiş. Yaklaşmış ve oradakilerden birine neler olduğunu sormuş. Oradan birisi açıklamış, demiş ki : Burada şehrin tüm su ihtiyacını karşılayan bir kuyu var, ama kuyunun içinde de canavar var. Canavar suyu tutmuş, göndermiyor. Aşağıya kim indiyse bir türlü çıkamadı. Şimdi herkes korkuyor aşağı inmeye" Adam düşünmüş ve ilk satın aldığı nasihat aklına gelmiş. "Kaderde ne var ise o çıkar" aşağı inmeye karar vermiş. Aslında bu nasihatleri herkes bilir ama uygulayabilmemiz için belli bir bedel ödememiz gerekiyor.

İnince canavar hemen yakalamış ve yerine götürmüş. Demiş ki: "Buraya gelenlerin hepsine bir soru sordum ve bilemediler. Eğer sen bilirsen seni serbest bırakırım." Bir dizine sarışın ve dünya güzeli bir kadın, diğer dizine de kurbağa koymuş ve "söyle bakalım hangisi güzel?" demiş. Adam düşünürken aklına ikinci aldığı nasihat gelmiş ve "gönül kimi severse güzel odur" demiş. Bu cevap canavarın çok hoşuna gitmiş. Zira canavar,kurbağanın gözlerine aşıkmış. Adamı salmış ve suyu bırakmış. Almışlar krala götürmüşler ve ağırlığınca altın vermişler.

Adamımız yoluna devam etmiş ve nihayet evine varmış. Evinin camından içeri bakmış. Bir de ne görsün; karisi genç biri ile diz dize oturuyor. Hemen kılıcını çekmiş ve tam içeri girerken üçüncü nasihat aklına gelmiş "Hiçbir is aceleye gelmez". Kılıcını kınına koymuş ve içeri girmiş. Hoş beşten sonra karısına o genci sormuş. Kadın da: "bey sen gittiğinde ben hamileydim ve bir oğlumuz oldu. Bu genç senin oğlun" demiş.

KADERİNİZ ve YOLUNUZ AÇIK OLSUN, HAYAT ACELE ETMEYE GELMEZ.

MEVLANA
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #1696
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kalabalığın arasında bir Robenson gibiyim. Oysa çevrem her çeşit insanla dolu. Kimi gösterişli, alabildiğine mağrur, kimi ezik ve yılgın. Kimi de boş vermiş her şeye gününü gün etmekten başka düşündüğü yok. Şu adamı geçen yıl tanıdım; söylediğine bakılırsa beni hiç kimse ondan fazla sevemezmiş. Oysa ki istediği fiyat verilirse dostluğunu derhal satmaya hazır olduğunu biliyorum. Fakat bile bile aldanmak da güzel. En feci şey insanın artık aldanmayacağı yere gelmesi. İşte ilk ölümümüz orada başlıyor.

Ya öteki adam? O da dediğine göre en sadık ve vefalı dostlarımdan birisidir. Yanımdayken bana iltifatlar yağdırdığına bakmayın. Ben gider gitmez arkamdan atıp tuttuğunu biliyorum. Fakat derim ya bile bile aldanmak güzel. İşte bir başkası daha; her halinden samimiyet fışkıran bir adam. Karşılaştığımız yerde en gürültülü bir şekilde sevgisini açığa vurmaktan hoşlanır. En büyük zevklerinden birisi de beni dostlarıyla tanıştırmaktır. Bundan aşırı bir gurur duyar. Fakat söylemediğim sözleri yapmadığım şeyleri uydurup yaymakta da bir eşi yoktur bay Samimiyetin.

Ve daha niceleri bay Canayakın, bay Hüsnüniyet, bayan Şiir Sevgisi, bayan Hayranlık, hepsi hepsi benim dostlarımdır. Bir dediğimi iki etmezler görünüşe bakılırsa. Oysa ki ben her zaman her yerde yalnızımdır. Bir çok şölenlerde benim yerime adım oturur sandalyeye. Bütün ilgi adıma karşıdır. Adım sevilir, adım övülür, adım alkışlanır. Sen yalnızlığın bu türlüsünü bilemezsin. Çepçevre bir ilgil çemberi ile sarıldığı anda kişinin aslında nasıl bir yalnızlık kuyusuna düştüğünü göremezsin. Ün yapışık kardeş gibidir. Kurtulamazsın kaçamazsın ondan. Kendi hayatını yaşayamazsın.

Sen bile beni yalnız ben olduğum için sevemezsin artık. Adımı benden ayıramazsın. Çevremdeki bütün insanlar aslında büyük yalnızlığımın şahitleri bence. Ya da oynadığım yalnızlık dramının seyircileri. Gözlerinden anlıyorum, biraz sonra hepsi sıkılmaya başlayacak, birer birer terkedecekler salonu. Perde indiği zaman bir kaç meraklıdan başka kimse kalmayacak.

Sen yalnızlığın bu türlüsünü bilmezsin işte. Ve asıl bilmediğin en büyük yalnızlık da senin verdiğin yalnızlıktan başka bir şey değil. Senin yokluğudan gelen o yalnızlık olmasa, öbür yalnızlıklar bana bu kadar koymazdı.
nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
18 Ekim 2006       Mesaj #1697
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
HAYAL VE GERÇEK
Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve ne yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev , tam kalbinin sesiydi...
İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir “0” ve “Dersten sonra beni gör”, uyarısı vardı.
- Neden 0 aldım, diye merakla sordu hocasına çocuk.
- Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal, dedi hocası.
- Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkânsız. Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.”
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
- Oğlum, dedi babası; “Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!”.
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına .
- “Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin... Ben de hayallerimi...”
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Ekim 2006       Mesaj #1698
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Meleklerdir kanatlarından dünyaya uyku saçan güzellikler. Yağmur damlalarına eşlik eder tüyleri, iner yatağının başucuna. Uykunda kanat çırparlar güvercin kılığında. Nefesleri daima kulaklarımızın dibindedir. Melekler yol göstericilerimiz. Karanlıktaki kandillerimiz. Ölümdeki kanatlarımız...



Dalgalı saçlarıyla duruyordu onlardan biri. Köşesinde, sıkışmış, tedirgin çıplak çocuk vücudu. Islak mavi gözlerinde alev harlıyor. Yalnız, ürkek bakışlarıyla süzüyor bedenimi… Kıpkırmızı şişmiş dudakları titriyor… Korkuyor meleğim… Kanatları beyazıyla kör ediyor gözlerimi. Küçük tüyleri hırpalanmış, birkaçı yere bırakmış acınası ağırlığını… Gözleri, ona uzanan elime sabitlenmiş, görmüyor başka bir şeyi. İçindeki yangının sıcaklığı elimi kavuruyor adeta. Mavi gözler elimden uzaklaşıp çok uzaklara dalıyor, acısına… Tekrar dönüp bana bakıyor bu küçük kız ve ekliyor ondan kaçırmaya çalıştığım ela gözlerime bakarak;

-“Neredeydin?”…

Boğazımda kuruluk ve yutkunamamanın verdiği o acı eşlik ediyor sorusuna… Neredeydim?

Gözlerim yaşlanıyor, içim parça parça yere dökülüyor ama o benden ayırmıyor hırs dolu gözlerini. Hırs ve öfke dolu gözlerini. Bana kızgınlığı teslimiyetini cümlelerde buluyor;

-“Neredeydin?”… Bu sefer sesi biraz daha kırgın, biraz daha genzinden ağlamaklı geliyor. Ve bırakıyor ürkek vücudu kendini;

-“Ben hep seninleyken, sen benimle miydin? HAYIR? Peki cevap ver bana neredeydin?”

Mavi gözleri kızarıyor ve gözyaşları damla damla yüreğime kanıyor. Dudakları titriyor, kanatları büküyor kendini teslimiyeti kabullenmiş…

Neredeydim?

Bir adım atıp yaklaşır oluyorum bu ufak bedene ama köşesine siniyor daha da. Beline dek uzanan dalgalı saçlarını siper ediyor yüzüne. Bana kırılmış besbelli. Dayanamıyor yüreğim acıyor, kanıyor ciğerlerime. Şamdanlardan yayılan mum ışığı azalıyor gözlerimde. Etrafta ses yok. Bir tek o var… Titrek, ürkek, ağlamaklı… Ben ise suçlu, mahçup hala aklımda onun istediği gibi tek bir soru var cevap bekleyen; neredeydim? O, beni ararken ben onunla değildim. O ise bu izbe karanlıkta, şamdanlara uzanıp tek tek yakmıştı mumlarını geceye. Sonrada beni beklemişti bir şey için ama ne? Ve ben gelmemiştim. Lanet olsun peki neredeydim ?...

Tekrar buğulu gözlerini çıkarttı ortaya ve tane tane başladı konuşmaya fısıldayarak;

-“Sen uyurken ben yanındaydım, rüyalarında kötülükler yanaşmasın sana diye. Sen ne zamanki açarsın gözlerini yeni güne ben suratına değen tertemiz suyum, içine çektiğin havada varım ben. Bazen şansınım kazandığında, bazen aşığının gözünün içindeki ışığım, bazen de seni döven yağmur damlalarının parıltısı… Ben senin hayatının her dönemi varım. Senin yanında, mutluluğunda, mutsuzluğunda. Peki sen benim yaşam çizgimde nerede bulunuyorsun?”

Sesi kulağımın içinde tırmanıyordu yanardağ ağzına. Parkede teker teker parçalarım eriyordu bu alev yumağında. Ağzımı açacak oluyorum sözlerini tamamlıyor ağlayarak;

-“Biz melekler sizin için varız. Size hizmet etmek, korumak için… Siz insanların dört meleği vardır; doğumda elini tutan, hayat boyu yanında olan, ölümünde son nefesini alan ve öldüğünde sana rehber olacak. Sen daha ikincisindesin yani bende ama…”

Ufacık, yumak yumak elleri açığa çıkıp kendini gösteriyor bana.

-“Ama sen beni terk ettin…”

Gözleri yine alev saçıyor dört bir yanıma,eriyorum…

-“Ve terk edilmek bizler için hiç de iyi değil gördüğün gibi…”

Koskoca karanlık ve bir tek o…

-“Cezalandırıldım….Yalnızlığa….Neredeydin bebeğim, nerede?...Git artık!”

Sesi hiddetlenmişti bir anda. Meleğim bana kızgın ve kırgın.

-“Git ve düşün ölürken…”

Ölürken?



Omzumda buz gibi bir dokunuş parçalarımı toparlamaya yetmişti. Artık parkede değil benliğimde bunalımdaydım. Arkama döndüğümde aydınlık karşıladı beni. Ölüm hiçte karanlık değildi ama soğuktu. Bir el boğazıma yumuşacık dokundu sonra bir diğeri enseme doğru kaydı. Karşımda hayallerimin kadını duruyordu. Dudakları kırmızıdan daha kırmızı, teni beyazdan daha beyaz… Vücudu bana yanaştı ve dudakları kavuştu kurumuş dudaklarıma. Ela gözlerim son kez bıraktı damla yaşını parke zemine. Ama ölümüm için değil meleğimin yalnızlığı için. Özür dilerim bebeğim, özür dilerim meleğim…



Meleklerdir kanatlarından yaşam saçan güzellikler. Yağmur damlalarına eşlik eder tüyleri, değer bedeninin her bir noktasına. Kalbine işler öpüşlerindeki sevgi.

Melekler yol göstericilerimizdir; karanlıktaki kandillerimiz.

Ölümdeki kanatlarımız...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ekim 2006       Mesaj #1699
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
DOLMUŞ

Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu.
Yanına sokularak:
— Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var? Sıcak bir tebessümle:
— Buraların yabancısıyım evlâdım, dedi. Hastahane tarafına gidecek bir araba arıyorum.
— Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.
Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.
— Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.
Saatime baktıktan sonra:
— 20 dakikanız var, dedim. Hastahane yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.
Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm.
içeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:
— İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?
Ön koltukta oturanı:
— Hak istiyorsan Hakkâri'ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş.
Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu.
Sakinleşmeye çalışarak:
— Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastahaneye yetişmesi gerekiyor. Bu defa şoför lâfa karışıp:
— Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi hastahaneye uçuverir.
Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.
5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı
Şoför:
— Yolun bu durumu hayra alâmet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.
Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:
— Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.
Heyecanla:
— Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı?
— Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastahaneye kaldırmışlar.
Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.
Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:
— Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hem de Türkiye'nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir kamyonla.


nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
18 Ekim 2006       Mesaj #1700
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Yeni Bir Dünya
Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her şeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni fark etmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış:

'Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim!'

Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıkmış. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tesbit etmişler. 'Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan her şeyi gönderiyor.'

Artık aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle 'yolun sonu'na yaklaşıyorlarmış. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başlamışlar.

Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar. Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş:

'Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir'

Öteki daha sakin ve aklı başındaymış. Üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş bir âlemi arzuluyormuş. O cevap vermiş:

'Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor.' Ve eklemiş: 'Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz.'

'Ama ben gitmek istemiyorum' diye haykırmış kardeşi. 'Hep burada kalmak istiyorum.'

'Elimizden gelen bir şey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır.'

'Bize hayat sağlayan kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?' diye cevaplamış öteki. 'Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbirisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır, bu her şeyin sonu olacak.'

Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş:

'Hem, belki de anne diye birşey de yok!'

'Olmak zorunda' diye itiraz etmiş kardeşi. 'Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?'

'Sen hiç anneni gördün mü?' diye üstelemiş öteki. 'O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.'

Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş.

Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terk ettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar.

Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.


Anthony de Mello

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar