Arama

Medya Haber - Sayfa 15

Güncelleme: 13 Ekim 2017 Gösterim: 660.108 Cevap: 1.864
taşkalpli - avatarı
taşkalpli
Ziyaretçi
28 Haziran 2006       Mesaj #141
taşkalpli - avatarı
Ziyaretçi
ANKARA'DA İŞ : MAKİNA RESSAMI / KONSTRÜKTÖR
Alanında öncü firmalardan olan Gayret Makina, bünyesinde bulunan proje departmanına Makine Ressamı / Konstrüktör eleman arıyor.
Sponsorlu Bağlantılar
*İşe alınacak eleman sayısı : 1
*Teknik Lİse veya tercihen M.Y.O.mezunu,
*AutoCad programına hakim,
*Deneyimli,
*Yoğun çalışma temposuna uyumlu,
*Proje okumada ve projeden detay/imalat resmileri hazırlamada sorun yaşamayan,
*Ankara il sınırları içerisinde ikamet eden;eleman aranıyor.

İşe kabul işlemi,yüz yüze görüşmeden sonra gerçekleşicektir.

İrtibat Bilgileri
Adres : İvogsan 22.cad. 690.sk. No:54/56
OSTİM / ANKARA
Telefon : 0(312) 395 58 24
Fax : 0(312) 395 58 27

Atagün ÖZAYDIN

atagunozaydin@yahoo.com
atagunozaydin@hotmail.com

KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
29 Haziran 2006       Mesaj #142
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
5,4 Milyar Dolarlık Gizli Fatura

Sponsorlu Bağlantılar
Yabancı bankaların batık bankalardan alacaklarını Hazine gizlice ödedi. İlginç borç ödemesi operasyonun perde arkası ve borcunu kamuya ödeten bankaların listesi..,.

1990’ların başından büyümeye başlayan kamu açıklarını kapatmak için hükümetlerin başvurduğu yol iç borçlanma oldu. Bu sayede kamunun ihtiyaç duyduğu kaynağı yabancıların isteklerine boyun eğmeden karşılayacaklarına inanıyorlardı. Vatandaşlardan toplanan mevduatları kamunun finansmanında kullanan ve kasalarını Hazine bonoları ile dolduran bankacılar için 90’ların ilk yarısı gerçekten güzel günlerdi. Kamunun borç talebi sürekli olarak büyüyor, bankacılar bu durumun ciddi risk oluşturduğunu söyleyerek daha yüksek faizlerle borç veriyor ve bu saadet zincirinin faturasını kimse düşünmüyordu. Sanayici ve işadamlarının bile gözlerini kamaştıran bu süreçte herkes bir şekilde banka sahibi olup kolay yoldan zengin olmanın hesaplarını yapıyordu. Yeni bankaların piyasaya girmesiyle artan rekabet bankaları mevduat dışındaki kaynaklara yöneltti. Büyük bankalar yurtdışı bağlantıları sayesinde uluslararası finans kuruluşlarından temin ettikleri düşük maliyetli kredilerle borç verme yarışını sürdürmeye başladı. Döviz olarak alınan bu paralar önce TL’ye çevriliyor ardından da yüksek faizle devlete satılıyordu. Hem kur hem de faiz riskini birlikte alan finans kurumlarının içinde bulunduğu tehlikeli durum ancak beş sene sonra anlaşılabildi. 1999’a gelindiğinde “çürük elmaları ayıklama operasyonu” olarak tabir edilen yeni bir süreç başladı. Sepetten atılan ilk elmalar ise dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e yakınlığıyla bilinen işadamlarına ait beş banka oldu. Yönetimi devlete geçen İnterbank, Egebank, Sümerbank, Yurtbank ve Yaşarbank’ın ardından Bank Kapital ve Etibank da fona devredildi. Bu operasyonun kapsamı dışında olmasına rağmen 2000 yılında devletçe el konulan son banka Türkiye’nin 10’uncu büyük bankası olan Demirbank oldu. 22 Kasım’da başlayan ve tarihe “Kasım Krizi” olarak geçen mali kriz sonucunda bünyesi bozulan bankaya sistemin selameti için el konulduğu açıklandı. Demirbank’a el konulması piyasaların tansiyonunu geçici olarak düşürdü; ancak dönemin IMF başkan yardımcısı Stanley Fischer’ın tabiri ile “köpekbalıkları bir kez kan kokusu almıştı, artık bundan sonra işleri rayına oturtmak pek de mümkün değildi.” İşte böyle bir ortamda Başbakan Bülent Ecevit 6 Aralık 2000 tarihinde bir basın toplantısı düzenledi. Ecevit, IMF ile yapılan görüşmelerde ekonomik programdan taviz verilmemesi karşılığında Fon’un 10 milyar dolarlık ek kaynak sağlamayı kabul ettiğini açıkladı. Açıklamasının kalan bölümünü elindeki kâğıttan okuyan Ecevit, banka mevduatı üzerindeki Hazine garantisinin sürdüğünü ve bu garantinin bankaların diğer yükümlülüklerini de kapsayacağını ilan etti. Toplantıyı takip eden gazetecilerin soru sormasına bile fırsat vermeden salondan ayrıldı. Bu tarihî açıklama ile Cumhuriyet tarihinde ilk kez bankaların yurtdışındaki tüm yükümlülükleri Hazine garantisi altına alındı. Yabancıların Türk bankalarından alacakları Türk iflas hukuku kurallarına tabi tutulmadan devletçe üstlenildi. Yani batan özel bankaların dış borçları da devletleştirilmiş oldu. YASAL DAYANAĞI YOKTU Bu açıklamadan kısa bir süre sonra IMF Başkanı Horst Köhler, Türk bankalarındaki mevduat sahipleriyle diğer alacaklıların (yani yabancı bankaların) korunması kararından büyük memnuniyet duyduklarını açıkladı. Kohler, IMF Yürütme Kurulu’na Türkiye’ye 10 milyar dolarlık yeni kredi açılmasını sağlayacağını söyledi. Hükümet tarafından verilen bu garanti 18 Aralık 2000 tarihli Niyet Mektubuna da yazılarak resmileştirildi. Ekonomiden sorumlu devlet bakanı ve Merkez Bankası başkanının imzalarını taşıyan mektubun 50. paragrafında bu konuda şu dikkat çekici ifadeye yer verildi: “Hükümet 6 Aralık’ta mevduat sahipleri ve diğer alacaklılar için geçici ve tam bir garanti ilan etmiştir…” Bu açıklamadan sadece bir gün sonra IMF Yönetim Kurulu Türkiye’ye yapılacak mali yardımı onayladı ve sorun bu şekilde çözülmüş oldu. Kasım krizinin yaraları henüz sarılmamıştı ki Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik kriziyle sarsıldı. Sarsıntının meydana getirdiği etki o kadar büyüktü ki ülke tarihinde ilk kez esnaflar polislerle çatıştı; binlerce insan işini, kalanlar da ümitlerini kaybetti. Bu dev anaforun da etkisiyle zaten sorunlu olan bankaların bir bölümü daha fona alındı. Ortaya çıkan finansal enkazın faturası gerçekten çok kabarıktı: 60 milyar dolar borç, binlerce işsiz bankacı. Ekonomiden sorumlu devlet bakanı görevine getirilen Kemal Derviş’in gündem maddeleri arasında da “yabancı bankaların alacakları” yer almaktaydı. IMF ve Dünya Bankası’ndan alınan krediler bu bankaların vadesi gelen alacaklarının ödenmesinde kullanılmaktaydı, ancak uygulamanın hukuki dayanağı yoktu. Prof. Dr. Korkut Boratav yasal dayanağın nasıl oluşturulduğunu şu sözlerle anlatıyordu: “Gerekli ‘montaj’ı Bankalar Kanunu’na sıkıştırmak akıl edilir. Kanun değişikliği 9 Mayıs 2001’de TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmektedir. TMSF’ye alınan bankaların ‘her türlü borç ve yükümlülüklerinin Hazine tarafından garanti edilmesini’ sağlayan madde oylanıp kabul edildikten (yani iş işten geçtikten) sonra bazı milletvekilleri ‘Ne yaptık?’ diye uyanırlar. Hazine Müsteşarlığı’nın temsilcisine sorulur. Tutanaklarda adı verilmeyen bürokrat şunları söyler: ‘Biliyorsunuz, başbakanımız kriz sonrası, bütün bankacılık sisteminin borçlarına bir garanti verildiğini açıklamıştı; ancak bunun hukuki altyapısı yoktu. Burada bu hukuki altyapı kurulmaya çalışılıyor.’ Böylece, başbakanın demecinde ve niyet mektubunda sözü edilen garantilerin, uygulamaların, bu çerçevede TMSF’den yabancılara yapılan ödemelerin hukuk dışı olduğu (açıkçası, suç işlendiği) itiraf edilir.” Bankacılık uzmanı Dr. Öztin Akgüç yabancı bankaların alacaklarının ödenebilmesi için çaba gösterenlerin kamu yararını gözetmediklerini iddia ederken şu örneği veriyor: “Bir bankayı aktif ve pasifleriyle devraldığınız zaman bu banka artık bir kamu bankası haline geliyor. Dolayısıyla sorumluluklar da kamuya ait oluyor. Bu nedenle bankaların TMSF’ye alınmadan iflas kanunu uyarınca tasfiye edilmesini önerdik.” Akgüç’ün açıklamalarına göre batık bankaların fona alınmadan tasfiye edilmesi halinde önce devletin alacakları tahsil edilecek, ardından özel kurum ve kişilerin alacakları ödenecekti. Dr. Akgüç, yabancı bankaların alacaklarının vadesinde ödenemeyeceği gerekçesiyle bu teklifin kabul görmediğini anlatıyor. Bankalara el koyulduğu dönemde TMSF Başkanlığı yapan Dr. Tevfik Altınok ise eleştirilerin haksız olduğunu düşünüyor. Düzenlemenin Türkiye’nin saygınlığı ve kalan bankaların selameti düşünülerek yapıldığını anlatarak, “Kasım krizi bitmeden Şubat’ta bir darbe daha almışsınız ve bundan en büyük zararı bankalarınız görmüş. Burada yabancılara ‘paranız güvende merak etmeyin’ demek zorundasınız. Aksi halde diğer bankalardaki alacaklarını da çekmek isteyecekler ve bankalarınız bu büyük para çekilişiyle ters yüz olacak. Sistemi korumak ve kalanların selameti için bu karar alındı ve uygulandı.” diyor. Dönemi ve gelişmeleri yakından takip edenlerin iyi bildiği bu hadiseyle ilgili çok şey söylendi, ancak batık bankaların yurtdışındaki borçlarının miktarı asla öğrenilemedi. İşte herkesin peşinde koştuğu bu bilgiye uzun araştırmalar sonunda Aksiyon ulaştı. Aksiyon’un elde ettiği bilgilere göre batıkların uluslararası bankalardan alıp hazineye ödettiği yurtdışı kredilerinin toplamı 5,4 milyar dolar. Bu borcun alacaklıları ise Amerikan, İsviçre, İngiliz ve Fransız bankaları. Citibank, UBS, CSFB, ABN, HSBC, Deutsche, Bank of America gibi küresel oyuncuların yanı sıra Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların da bulunduğu bu alacaklılar topluluğundan alınan krediler Hazine tarafından son kuruşuna kadar ödendi. Bu meblağ fona devredilen 20 bankanın toplam borcu olarak gözükse de tablo dikkatle incelendiği zaman borcun büyük bölümünün Demirbank’a ait olduğu ortaya çıkıyor. Yurtdışındaki bankalardan 4,2 milyar dolar kredi alan Demirbank’ın bu kadar büyük oranda borçlanmasının öyküsü ise son derece ilginç. 1999 yılında uygulamaya konulan IMF Programı’nda döviz kuru öngörülebilir oranlarda yükseliyor ve bu da bankaların faizlerin çok düşük olduğu uluslararası piyasalardan rahatça borçlanmalarına imkân sağlıyordu. Yurtdışından aldıkları ucuz dövizi bozduran Türk bankacılar bu parayla yüksek getiri sağlayan Türk Hazine kâğıtlarını satın alıyor ve bu sayede inanılmaz kazançlar elde ediyordu. Kasaları Hazine kâğıdı ile dolu olan bankaların başında Cıngıllıoğlu ailesinin Demirbank’ı geliyordu. Demirbank bu stratejiyle 1995-2000 yılları arasında ciddi bir büyümeye imza atmış ve ülkenin sayılı bankalarından biri haline gelmişti. Bankanın aynı zamanda sonunu hazırlayan bu olayı Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti “Demirbank gibi varlık ve yükümlülükleri arasında vade tutarsızlığı bulunan bankalar, Kasım 2000 ve sonrası dönemde faiz oranlarında meydana gelen aşırı dalgalanmalardan önemli zararlar görmüşlerdir.” sözleriyle özetliyordu. Uluslararası bankalardan 6 farklı para birimi cinsinden borçlanan Demirbank’ın en büyük alacaklılarından birisinin de İngiliz HSBC olması oldukça şaşırtıcı. Ulaşabildiğimiz banka kayıtlarına göre Demirbank’a 55 milyon dolar kredi açan HSBC önce Hazine’den alacaklarını tahsil etti ardından bankayı son derece makul bir fiyata satın alarak tabelasını değiştirdi. Demirbank’ın ardından borçlanma rekoru kıran diğer bankalar sırasıyla Bayındırbank, İnterbank ve İktisat Bankası’ydı. Bu dört bankanın yurtdışından temin ettikleri krediler 5,4 milyar dolarlık borcun yaklaşık yüzde 90’ını oluşturuyor. Listeye göre Sitebank, Yurtbank ve Tarişbank ise yurtdışından hiç kredi kullanmadı. Özel sektör finansal kuruluşları yaraların yeniden sarılmasının ardından yeniden dış borç yarışına girdi. Bankalar ve finansal kuruluşların 2001 yılı sonunda 12,78 milyar dolar olan dış borçları, bu yıl Haziran ayı sonunda 26,58 milyar dolara çıktı. Beş yılda 13,8 milyar dolar artan dış borcun teminatı şu an için bankaların bizzat kendisi. Lakin muhtemel bir krizde yükün Hazine’nin omuzlarına binecek olması borç alanı da vereni de memnun ediyor. Faturayı ödemek ise bu durumdan haberi dahi olmayan halka kalıyor… FON TARAFINDAN ÜSTLENİLEN YURTDIŞI KREDİLER Demirbank yurtdışı bankalarından 3,9 milyar dolar, 1,3 milyar İngiliz Sterlini, 1.81 milyar İtalyan Lireti, 234,6 milyon Avro, 89,7 milyon Alman Markı ve 4,6 milyon İsviçre Frangı kredi kullandı. 153,3 milyon Avro, 59,5 milyon dolar ve 19,8 milyon Alman Markı kredi kullanan Erol Aksoy’un İktisat Bankası en çok kredi kullanan ikinci banka oldu. Bayındırbank 203,4 milyon dolar, 2,4 milyon Alman Markı ve 31 bin Avro kredi kullanarak en çok kredi kullanan üçüncü banka olurken, 192,3 milyon dolar, 147 milyon İspanyol pezatası, 8,7 milyon mark kredi kullanan Çağlar’ın bankası İnterbank dördüncülüğe yükseliyordu. Mehmet Emin Karamehmet’in fona alınan Pamukbank’ı 176,6 milyon dolar, 2,8 milyon Avro ve 658 bin İsviçre Frangı borcunu kamuya ödetiyordu. Mustafa Süzer’in bankası Kentbank’ın Hazine’ye yüklediği borçlar ise 68,4 milyon dolar, 45,64 Avro, 500 milyon Japon yeni ve 342 bin 300 marklık bir bilânço içeriyor. Korkmaz Yiğit’in sahibi olduğu Bankeskpres’in 71,9 milyon dolar, 6,3 milyon mark, 109,7 milyon Japon Yeni, 487 bin İsviçre Frangı, 288 bin 285 İngiliz Sterlini borcu bulunuyordu. Yurtdışına borcu bulunan bir diğer banka da kötü yönetim ve özelleştirme kurbanı Türk Ticaret Bankası. Bankanın sadece 40 milyon dolarlık borcu bulunuyordu. Hayyam Garipoğlu’nun Sümerbank’ı borçlu bankalar sıralamasında son sıralarda yer alıyor. 26,8 milyon dolar, 4 milyon mark ve 3 milyon Avro borcu bulunan banka batık bankalar içinde kötünün iyisi kategorisinde yer alıyor. Cıngıllıoğlu ailesinin bir diğer bankası olan Ulusalbank 17,04 milyon dolar,43,834 milyon Yen, 3 milyon Mark, 165 bin sterlin borcuyla fona devredilir. Halis Ağa’nın Toprakbank’ı 11,8 milyon dolar, Bank Kapital 7,4 milyon dolar, Yaşarbank 4,7 milyon dolar, Etibank 2,7 milyon dolar, Esbank 900 bin dolarlık borcunu kamuya ödeten bankalar olur. Egebank 700 bin dolar bir diğer Ege Bankası EGSBank ise 3 bin dolar borç yükler.
HAKANSAKA - avatarı
HAKANSAKA
Ziyaretçi
29 Haziran 2006       Mesaj #143
HAKANSAKA - avatarı
Ziyaretçi
GAZZE yanıyor.
İsrail ordusu Gazze'ye girdi.
Ve Gazze yanıyor! İçim de!
Binlerce bina ve can yanıyor!
Niçin?
Bir tek İsrail onbaşısı için.
Öldürülmesin diye...
Yahut öldürülmüşse intikamının alınması için.
Ya benim kaç binbaşım, onbaşım şehit oldu.
Kimin kılı kıpırdadı?
Milletçe cenaze levazımatçısına döndük.
En iyi cenaze merasimi bizde.
Kanları yerde kalmayacak dendi.
Evet kalmadı, hiçbir yerde görünmüyor.
Öte yandan milletime emir yağıyor.
İnsan Hakları'na uy!
Apo'yu yeniden yargıla!
Avrupa normlarına uy!
Ardından iftiralar geliyor.
'Ermeni Soykırımı'
Gazze yanıyor.
'Pontus'ta da soykırımı'
'Küçük Asya soykırımı'
Gazze yanıyor!
Daha önce Bağdat'ın yandığı gibi.
Dörtyüzbin insanın yandığı gibi...
Yakanların dilinde de insanlık şarkıları...

ABD'de sekiz villallı çiftlikte kalabalık maiyetiyle altı yıldır kaldığı söylenen zat, Irak Savaşı sırasında 'Ölen Yahudi çocukları için ağlıyorum' demişti.
Bağdat'taki çocuklar için ağlamadı.
Ya Gazzeli çocuklar için?
Ağlıyor mu? Sesi çıkabiliyor mu?

Bağdat'tan sonra Gazze de yanıyor.
Benim içim de bunlara yanıyor.
Msn CryMsn Mad
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Temmuz 2006       Mesaj #144
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Rus-Türk ilişkilerinde bir ilk


Medya HaberTürkiye-Rus ilişkilerinde bu hafta bir ilke imza atılıyor. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 28-30 Haziran günlerinde Rusya Federasyonu’na resmi bir ziyarette bulunacak. Bu ziyaret, Türkiye’den Rusya’ya Cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaret olma özelliğini taşıyor.

Cumhurbaşkanı Sezer, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün eşliğinde resmi bir ziyaret için Çarşamba günü Rusya Federasyonu’na gidiyor.

Böylece, Sezer, Rusya Federasyonu’nu ilk ziyaret eden Türk Cumhurbaşkanı olacak. Bundan önce Aralık 2004’da Rusya Devlet Bakanı Vladimir Putin, Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunmuştu.

30 Haziran’a kadar sürecek olan ziyaret sırasında Sezer, Putin’in yanısıra, Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma Başkanı Boris Gryzlov ile de bir araya gelecek.

Enerji Cumhurbaşkanı Sezer’in Vladimir Putin ile yapacağı görüşmelerde başta enerji olmak üzere ekonomik konular önemli bir yer işgal edecek. Bu çerçevede, Samsun-Ceyhan projesi dahil, boru hatları projeleri konusunun ağırlıklı bir konuyu oluşturacağı belirtiliyor.

İran Moskova’daki görüşmelerde iki ülkeyi yakından ilgilendiren uluslararası sorunlar üzerinde durulacak. Bu çerçevede, İran konusunun gündemin başında bulunması bekleniyor. Abdullah Gül’ün hafta sonunda İran’ı ziyaret ederek en üst düzeyde görüşmeler yaptığına dikkat çekilerek İran’ın nükleer programı sorununa çözüm bulunması konusunda İran’a "teşvik paketi" öneren "5-1" grubunda yer alan Rusya’nın, Türkiye’nin görüş ve izleminlerini öğrenmek istediği ifade ediliyor.

Kıbrıs Irak’ın yanısıra diğer ağırlıklı bir konuyu Kıbrıs oluşturacak. Türk tarafı, Ankara’nın Kıbrıs Eylem Planı ile BM Genel Sekreteri’nin Annan Planı’na ilişkin Kıbrıs Raporu’nun BM Güvenlik Konseyi’nde ele alınması konusunda Daimi Üye Rusya’dan destek isteyecek.

Rum Kesimi ile yakın ilişkiler içerisindeki Rusya’nın Kıbrıslı Türklerin izolasyonunun sona erdirilmesi önerisini içeren söz konusu raporunun Konsey’de görüşülmesini engellediğine dikkat çekiliyor.

PKK, Savunma Türk tarafının PKK’nın, Rusya’nın terör örgütleri listesine alınmamasını bir kez daha isteyeceği görüşmelerde savunma sanayii alanındaki işbirliği konusu da gündeme gelecek. Bu çerçeve Rus tarafının, saldırı helikopteri önerisini yinelemesi bekleniyor.

Mozkova’nın, Rus Kamov şirketinin İsrail ile birlikte geliştirdiği "Erdoğan" helikopterini Türkiye’ye satma çabalarını sürdürdüğü, bu çabaların Sezer’in ziyareti sırasında yoğunlaştırılacağı ifade ediliyor.

Cumhurbaşkanı Sezer’in ziyareti öncesi Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Mayıs sonunda Türkiye’yi ziyaret etmişti. Lavrov ile Ankara’da yapılan görüşmelerde Sezer’in ziyaretinin hazırlıkları yapılmış, İran ve Kıbrıs üzerinde durulmuştu.


Rusya ve İsrail'den önemli ziyaretler


Medya HaberTürkiye, önümüzdeki günlerde iki önemli yabancı ziyaretçiyi ağırlayacak. İsrail Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, 28-29 Mayıs, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, 31 Mayıs-1 Haziran tarihleri arasında Türkiye’yi ziyaret edecek.

İsrail’de bir süre önce kurulan yeni koalisyon hükümetinin ağır toplarından Tzipi Livni’nin, Ankara ziyaretinin birçok yönünde önem taşıdığı belirtiliyor. Türk tarafı İsrail’in yeni hükümet ile ilk önemli teması gerçekleştirirken iki ülke, Hamas heyetinin Türkiye ziyaretinin ikili ilişkilerde yarattığı gerilimin tamamen geride kaldığını gösterme fırsatını elde edecek.

Ortadoğu sorunu ve Filistin’de Hamas hükümetinin kurulması olayının başlıca bir konuyu oluşturacağı görüşmelerde İran krizi ve ikili işbirliğinin daha da geliştirilmesi üzerinde durulacak.

Livni’nin, muhatabı Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün yanısına MGK Genel Sekreteri Büyükelçi Yiğit Alpogan ile görüşecek olması da dikkat çekici bulundu.

LAVROV’UN TEMASLARI

Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Lavrov’un da, Ankara’ya yapacağı resmi ziyaret sırasında İran’ın nükleer programı konusunda yaşanan sorunun ağırlıklı bir konuyu oluşturması bekleniyor. BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Rusya, aynı zamanda İran ile yaşanan krizin çözülmesi için en çok çaba gösteren ülkelerin arasında bulunuyor.

Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, ikili ve bölgesel konuların ele alınacağı ziyaret sırasında Lavrov, Abdullah Gül ile yapacağı görüşmelerin yanısıra Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilecek.

Ziyaret sırasında yeni işbirliği olanaklarının ele alınacağı belirtilen açıklamada iki ülke arasındaki ilişkilerin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 2004 Aralık ayında Ankara ziyareti sırasında kabul edilen Ortak Deklarasyon’da hedef alınan "çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık" yönünde geliştiğine dikkat çekildi.

melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
6 Temmuz 2006       Mesaj #145
melish - avatarı
Ziyaretçi
ss
oktb23erYÖK üyeleri ve rektörler Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e Yükseköğretim Strateji Raporu’nu sundu. Rapor yüksek öğretime giriş sisteminin tamamen değiştirilmesini öneriyor.
YÖK Başkanı Erdoğan Teziç sunulan raporu “bu bir yasa taslağı değil” diyerek tanımladı.

Üniversitelerin görüşleri alındıktan sonra rapora son hali verilecek ve hükümete sunulacak.
Rapor yüksek öğretime giriş sisteminin tamamen değiştirilmesini öneriyor. ÖSS yerine beş ayrı sınavın getirilmesi isteniyor:

Lise 2'de alan belirleme sınavı
Ortaöğretim sonunda olgunlaşma sınavı
Mühendislik, tıp, hukuk fakülteleri için ders düzeyi seçme sınavı
Meslek yüksekokulları için temel düzey seçme sınavı
Özel yetenek gerektiren programlar için üniversitelerin ilgili bölümlerinin açacağı bir sınav yapılacak.

Yani rapora göre, üniversiteye gitmek isteyenler aşamalı olarak farklı sınavlara girecek.

Ortaöğretim Bitirme Sınavı'nı geçen öğrenciler istedikleri fakültelere uygun ayrı sınava tabi tutulacak.

Ders düzeyi seçme sınavı mühendislik, tıp, hukuk gibi temel donanım gerektiren lisans programları için uygulanacak.

Haziran ayının ikinci yarısında dört aşamalı yapılacak sınav için matematik, sosyal bilgiler, fen bilimleri ile Türkçe- yabancı dil sınavları ayrı ayrı gerçekleştirilecek.

Temel düzey seçme sınavı ise meslek yüksekokullarına veya dört yıllık lisans programlarına girmek isteyenlere uygulanacak öss'ye benzeyen bir sıralama sınavı olacak
.

Üniversiteye girişi daha da zorlaştıran bir sistem öneren raporda yükseköğretim sistemindeki merkeziyetçiliğin de aşama aşama azaltılması öngörülüyor

YÖK'ün yapısında yasal değişiklik öngörülüyor

YÖK'ün anayasal yetkileri korunurken, yapısında bazı yasal düzenlemelere gidilmesinin yolu açıldı.

Üye sayısında değişiklik önerilmiyor ama üyelerin büyük bölümünün Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenmesi, Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı kontenjanlarının azaltılması isteniyor.

YÖK'ün yabancı akademik personelin maaşlarının onaylanması, rektörlere yurt dışına çıkış izni verilmesi gibi yetkilerinin kaldırılması, dekan atamalarının da devreden çıkarılması öneriliyor.

‘Denetim işlevinin esas olarak YÖK'ün yetki alanında olması uygundur’ denilen raporda, ÖSYM'nin de tekrar YÖK bünyesine alınması gerektiğinin altı çiziliyor.

Üniversitelerarası Kurul'un korunarak güçlendirilmesi de raporda yer alıyor.

Kurul'un birçok ülkede olduğu gibi rektörler komitesine dönüştürülmesi üzerinde durulan raporda, tam zamanlı çalışması, akademik yükseltme ve atamalarda belirleyici olması isteniyor.

Rektörlerin seçimi ve görev süresinde de yeni düzenlemelere gidilmesi öneriliyor.
Rektörün görev süresinin dört yıldan beş yıla çıkarılması ve tek dönemle sınırlandırılması isteniyor.

Raporda üniversitelerde yapılan rektör seçimine yalnızca ilgili üniversiteden değil, tüm üniversitelerden aday olunabilmesinin önünün açılması talebi de yer alıyor.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Temmuz 2006       Mesaj #146
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Fransa'da başörtüsüne onay


Medya Haber
Fransız yargısı bu kez umut verdi. Fransız mahkemesi, başörtüsü taktığı gerekçesiyle devam ettiği eğitim kursu merkezinden atılan genç bir kadının yaptığı başvuruyu haklı buldu.
Paris yakınlarındaki Creteil kasabasındaki mahkeme, eğitim kursu merkezinin ''ayırımcılık'' yaptığına hükmetti. Paris yakınlarındaki Saint-Maurice banliyösünde faaliyet gösteren eğitim kursu merkezi, mahkeme kararı gereği, genç bayana masraflar da içinde olmak üzere toplam 11 bin 500 Avro tazminat ödeyecek.
Duruşmaya müdahil taraf olarak katılan Fransa İslam Karşıtlığıyla Mücadele Derneği (CCIF), eğitim merkezinin uyguladığı iç tüzüğün tamamıyla ayrımcılık içerdiğini bildirdi ve mahkeme kararını memnuniyetle karşıladığını vurguladı. Fransa'da 2004 yılında yürürlüğe giren yasa, orta dereceli devlet okullarında, dinsel simgelerle derslere girilmesine yasak getiriyor.

Şok iddia: PKK'yı koruyan MİT'çiler var...


Medya Haberİstanbul Beykoz'da 17 Ocak 2000 tarihinde Hizbullah terör örgütü lideri Hüseyin Velioğlu"nun öldürüldüğü, örgüt yöneticileri Edip Gümüş ile Cemal Tutar"ın da sağ yakalandığı operasyonda ele geçirilen tahrip edilmiş hard disklerde çarpıcı iddialar yeralıyor.
Yıllar sonra ABD'de deşifresi yapılan hard disklerde MİT'çi oldukları belirtilen bazı kişilerin bir yandan MİT"e bilgi verirken diğer yandan PKK"lıları korudukları, hatta sakladıkları öne sürülüyor.
Deşifre edilen hard disklerde örgütün "polise çalıştıkları" gerekçesiyle yakalayıp sorguladığı kişilerin verdiği bilgiler doğrultusunda MİT hesabına çalıştığı iddia edilen kişilerle ilgili bilgiler de yer alıyor. Bu bölümde MİT hesabına çalışan bazı kişilerin bir yandan MİT"e bilgi verirken diğer yandan PKK sempatizanlarını ve PKK"ya çalışan kişileri korudukları, hatta sakladıkları iddia ediliyor. Polise çalıştığı gerekçesiyle Hizbullah tarafından sorgulanan A.B. adlı kişi, polis ve MİT"le bağlantısı olan herkesin adını, eşkalini, ev ve işyeri adreslerini ayrıntısıyla veriyor.

A.B"nin sorgusunda, MİT ve polise çalışmalarına rağmen semtlerindeki PKK"lıları koruyanlar ve saklayanlarla ilgili iddialar şöyle:

B.Ç.: PKK'lı olup da MİT'çi olanı var. Kendisi iş olarak hayvan pazarına gidip dilencilik yapıyor. Bununla beraber çalıştım. Tarih 1995"in ikinci ayı falandı. Bu da şu anda MİT"çilik yapıyor ve takıldığı yer ise Saraykapı"dır. Bunun bir kardeşi Saraykapı"da cemaat tarafından vuruldu. O yüzden Müslümanları sevmiyor. Daha önce N. ile B"ye silah sıkan da odur. Hem devlet ile çalışıyor hem de PKK"yı seviyor.”

Muhtar H.Ö: Hz. Süleyman Camii çevresinde MİT"çidir. 35 yaşlarında 1.85 boyunda. Fikri, hem MİT'çidir hem PKK"lıdır. Yalnız Müslümanları, adi suçluları devlete bildiriyor, PKK"yı vermiyor, gerekirse saklıyor bile. Halk ile diyalogu çok iyidir.

K.R.: Ali Paşa çocuğudur. Yaş 28, kilo 80, boy 1.80. fikri devlet ile beraberdir ve PKK"yı seviyor. Hal Turistik Caddesi'nde işyeri vardır.

M.B.: Saraykapı"da esnaftır. Bu çocuk her kesim üzerinde çalışıyor olabilir. İster PKK, ister Hizbullah ve isterse de adi suçlar, hepsini verebilir. Bununla beraber Fırıncı A.B. üzerinde bir sefer çalıştık.

ABD"de çözülen Hizbullah arşivinde, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Sekreteri İbrahim Sarı"nın öldürülmeden önce yapılan sorgusunda verdiği iddia edilen bilgiler de yer alıyor. Sarı iddiaya göre bu sorguda Diyarbakır polisine düzenli bilgi verdiğini, bu gücünü kullanarak çok sayıda kişiyi muhbirliğe zorladığını belirtiyor. Sarı sorguda, Dicle Üniversitesi yönetim kadrosunda yer alan, aralarında bölüm başkanlığı yapanların da bulunduğu 5 profesörün Mason olduğunu, 5 profesörün MİT"e çalıştığını, 7 profesörün ise JİTEM"e bilgi aktardığını belirtiyor.


MİT Şube Müdürü intihar etti

Medya HaberAdana'da, Milli İstihbarat Teşkilatı'nda (MİT) Şube Müdürü olarak görev yaptığı öğrenilen Ufuk Acar dün gece bilinmeyen bir nedenle kendisini şakağından vurarak intihar etti.

Alınan bilgiye göre, olay, saat 02.30 sıralarında Kurtuluş Mahallesi 12 Sokak Pınar Apartmanı 7. kat 32 numarada meydana geldi. Adana'da MİT Şube Müdürü olarak görev yaptığı öğrenilen Ufuk Acar (49), gece geç saatlerde henüz bilinmeyen bir nedenle silahını kafasına dayayarak ateşledi. Ağır yaralanan Acar, ambulansla Adana Numune Hastanesi'ne kaldırılırken yolda hayatını kaybetti.
Acar'ın cesedi hastane morguna konulurken, olayın gerçekleştiği bina çevresinde ve hastanede kameraların çekim yapmasına izin verilmedi.
Adana Emniyet Müdürü Mehmet Cebe'nin de, olay yerine gelerek yetkililerden bilgi aldığı kaydedildi. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Temmuz 2006       Mesaj #147
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Japonya, ABD'ye "en küçük taviz bile" vermeyeceklerini ve "topyekün savaşa" hazır olduğu açıklayan Kuzey Kore'ye saldırı tehdidinde bulundu.
Kuzey Kore lideri Kim Jong-il, "emperyalist düşman'' olarak tanımladığı ABD'ye nükleer füze programından "en küçük taviz bile" vermeyeceklerini ve "topyekün savaşa" hazır olduklarını söyledi.
Güney Kore haber ajansı Yonhap'ın Kuzey Kore devlet televizyonunda yayınlanan bir programa dayanarak bildirdiğine göre Kuzey Kore lideri, ABD'nin öç almaya kalkışması halinde de halkın "topyekün savaşa" hazır olduğunu, bu sözlerinin "yabana atılmaması gerektiğini" bildirdi.
JAPONYA: ''SALDIRI HAKKIMIZ VAR''
Japonya Dışişleri Bakanı Taro Aso, Kuzey Kore lideri Kim'in Amerika'ya karşı "topyekün savaşa hazır olduğunu söylemesi üzerine yaptığı açıklamada '' saldırı hakkımız var'' ifadesini kullandı.
Doğrudan nükleer tehdit altında kalırsa Kuzey Kore'ye saldırma hakkının doğacağını düşünene Japonya'nın Dışişleri Bakanı Aso, ''Nükleer silahları olduğunu söyleyen ve Japonya'ya füze saldırısında bulunabilecek bir ülkenin taarruzuna uğrarsak, elimiz kolumuz bağlı durmayız'' diye konuştu.
Aso, 1947'de kabul ettikleri barışçıl anayasada, kuvvet kullanımına izin verilmemesinin hatırlatılması üzerine, ''Halkın can güvenliğini garanti altına almak için ilk saldıran taraf olma hakkının'' anayasaya uygun olacağını ifade etti. Savunma Bakanı Fukushiro Nukaga ise konu ile ilgili yaptığı açıklamada ''Egemen bir milletin kendi vatandaşlarını korumak için düşman topraklarına sınırlı taarruzda bulunabilmesinin tabii bir şey olduğunu'' söyledi.
Özellikle ABD ile yıldızı barışmayan ve geçen çarşamba yaptığı kısa ve orta menzilli füze denemeleriyle dünyayı ayağa kaldıran Kuzey Kore'nin bundan sonra nasıl bir yol izleyeceği merakla bekleniyor. Bu arada Kuzey Kore'nin kısa süre önce denediği kıtalararası füzelerden dolayı bu ülkeye yaptırım uygulanmasını ABD ile birlikte isteyen Japonya'nın önerisinin BM Güvenlik Konseyi'nde ne zaman oylanacağı yarın belli olacak. Japonya'nın sunduğu bu öneriye Güney Kore, Rusya ve Çin karşı çıkarken, diğer Batılı devletler destek veriyor.
Söz konusu karar tasarısında BM kuruluş sözleşmesinin yaptırımlara ve son çare olarak da kuvvet kullanımına imkan sağlayan 7. bölümüne göndermede bulunuluyor. Çin ve Rusya ise Japonya'nın Kuzey Kore'ye uygulanmasını istediği yaptırımlarla ilgili olarak konunun diplomasi ile çözilmesini istiyor.
Japonya Dışişleri Bakanı Taro Aso füzelerin denemesinden kısa süre önce yaptığı açıklamada , Kuzey Kore'nin 1998 yılındaki gibi Japonya toprakları üzerinden yapılacak bir füze denemesini gerçekleştirmesi halinde ABD ile birlikte meseleyi BM Güvenlik Konseyi'ne taşıyacaklarını ve konseyin acilen tutum takınması talebinde bulunacakları ifade etmişti. Aso "Meydana gelecek bir hatadan dolayı füze şayet Japonya topraklarına düşerse bunu bize karşı yapılmış bir saldırı olarak göreceğiz" diyerek, Kuzey Kore'ye göz dağı vermişti.
Ağustos 1988'de Kuzey Kore, 2 bin kilometre menzile sahip Taepodong-1 adlı füzeyi denemiş ve olayla ilgili olarak 'uzaya uydu fırlattıklarını' açıklamıştı. Kuzey Kore 2002'de Japonya ile ilişkilerini normalleştirme adına uzun menzilli füze denemesini yapmama konusunda bir deklarasyon imzalamıştı.
GÜNEY KORE'DEN JAPONYA'YA: '' TANSİYONU YÜKSELTME'' Güney Kore Devlet Başkanı Roh Moo Hyun ise Japonya'yı bölgedeki tansiyonu yükseltme suçladı. Roh Moo Hyun'un sözcüsü yaptığı açıklamada, bölgede tansiyonu yükseltecek hareketlerin kimseye yarar getirmeyeceğini vurgulayarak, Japonya'nın daha sakin olması gerektiğini ifade etti.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Temmuz 2006       Mesaj #148
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Zonguldak'a 2.5 milyar dolarlık rafineri planı

Dünyanın en büyük petrol şirketleri arasında yer alan Rus Lukoil, Zonguldak'ta 2.5 milyar dolarlık yatırımla rafineri kurmak için Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na başvurdu

axeko01
Dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri olan Rus Lukoil şirketi, Zonguldak'ta 2-2.5 milyar dolarlık yatırımla, 8 ile 10 milyon ton kapasiteli bir rafineri kurmak üzere Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna (EPDK) başvurdu.
Lukoil Başkan Yardımcısı Nicolae Ciornii başkanlığında bir heyet, geçen hafta Ankara'ya gelerek EPDK Başkanı Yusuf Günay'la bir toplantı yaptı.
Lukoil heyeti, Zonguldak'ta yatırım tutarı 2 ile 2.5 milyar dolar arasında değişecek ve yılda 8-10 milyon ton arasında ham petrol işleme kapasitesine sahip bir rafineri kurmak istediklerini bildirdi.
Lukoil Başkan Yardımcısı Ciornii toplantıda şunları söyledi:
"Zonguldak'a kurulacak rafineride Rusya ve Kazakistan'dan getirilecek ham petrolü işlemeyi planlıyoruz. Rafineri yatırımı konusunda Kazakistan Cumhuriyeti yönetimi ile mutabakat sağladık. Zonguldak'ta, Lukoil'in yanı sıra Kazak ve Türk şirketlerinin katılacağı uluslararası bir konsorsiyum oluşturmak istiyoruz."

İzmit rafinerisi kadar
Lukoil'in Zonguldak'a kurmak istediği 8-10 milyon ton kapasiteli rafineri, Tüpraş'ın İzmit rafinerisine yakın bir kapasitede olacak. İzmit rafinerisinin kapasitesi, 1982'deki yenileme çalışmasıyla 11.5 milyon tona yükseltilmişti.
Şirketin, rafineriye petrol ürünlerinin alınması ve depolanması için 1 milyon ton kapasiteli bir terminal inşa etmek için proje hazırlığı yaptığı da öğrenildi.
Ciornii, Türkiye'de ciddi bir rafineri ihtiyacı olduğunu, petrol ürünlerinde talep ile arz arasındaki farkın yılda 5.5-6 milyon tona ulaştığını ve bu farkın her yıl yüzde 5 oranında artacağını belirtti.
Türkiye'de Avrupa standartlarına uygun, modern bir rafineri kurmak istediklerini ifade eden Lukoil yöneticileri, böylece Türkiye iç pazarında beyaz petrol ürünleri açığının kapatılacağını söylediler. Rafineri sayesinde lojistik maliyetlerin azaltılarak petrol ürünü fiyatlarının düşeceğini kaydeden Lukoil yetkilileri, İstanbul Boğazı'ndaki yoğunluğun da azalacağını kaydettiler.

'Ümit verici bir gelişme'
Lukoil'in yatırım talebini incelediklerini belirten EPDK Başkanı Yusuf Günay, böyle bir yatırım talebinin hem Türkiye hem de gelişmekte olan akaryakıt piyasası için ümit verici olduğunu söyledi.
Günay, "Lukoil yetkilileri, projenin hazırlanması ve arazi tahsisiyle lisans konularında onay istediler. Biz de izinleri alarak evraklarını tamamlamalarını istedik. İnceleyip karar vereceğiz" dedi.


Dağıtım için de başvurmuştu
Lukoil şirketi, Türkiye akaryakıt piyasasında Lukoil Eurasia adıyla dağıtım şirketi kurmak için de lisans başvurusunda bulunmuştu.
Uzmanlar, Lukoil'in dünyanın en fazla petrol rezervine sahip şirketi olduğunu, Samsun-Ceyhan petrol boru hattı projesine ortaklığının da gündeme geldiğine dikkat çektiler.
Uzmanlar şirketin Türkiye'de rafineri kurması halinde, kendi petrolünü Türkiye'de rafine edip pazarlamak gibi çok büyük bir imkâna sahip olacağını ifade ettiler.
Lukoil Başkan Yardımcısı Ciornii, Rus basınına verdiği demeçte, Türkiye akaryakıt piyasasının yüzde 20'sine hakim olmayı hedeflediklerini açıklamıştı.


PKK'ya bayrak açtı, federasyon istiyor

PKK ile DTP'yi eleştiren ve DTP'ye karşı Hür Kürtler Grubu'nu kuran Şerafettin Elçi, Türkiye için federasyon önerdiklerini söyledi. Şerafettin Elçi, "PKK terörist ilan edildi. DTP, PKK ile arasına mesafe koyamadı" dedi

gun04

Türk siyasetinde 1970'li yıllarda "Kürt sorunu" kavramını ilk kez kullanan eski bayındırlık bakanı Şerafettin Elçi, Demokratik Toplum Partisi'ne (DTP) alternatif bir oluşum için harekete geçti. 1997'de kurduğu Demokratik Kitle Partisi programındaki ayrılıkçı unsurlar nedeniyle kapatılan Elçi, "Hür Kürtler Grubu" adı altında 16 aydan beri yürüttüğü çalışmayı dün Hilton Oteli'nde basına açıkladı.
Parti oluşumu için iki gün sürecek sempozyum, "özgürlük ve demokrasi şehitleri anısına" saygı duruşuyla başladı. İstiklal Marşı'nın okunmadığı toplantıda, arkasında Türk Bayrağı asılı bir kürsünün önünde önce Kürtçe konuşan Elçi, ardından açıklamasını Türkçe sürdürdü.
Türkiye'nin en büyük sorunu olarak nitelediği Kürt sorununa en adil ve kalıcı çözümün federatif devlet olduğunu savunan Elçi, bunun gelecekte makul görüleceğini söyledi.

Irak örnek alınsın
Anayasada federatif sistemi önermeye engel bulunmadığını, "Ülkenin bölünmez bütünlüğünün şovenist anlayışla değil, AİHM kararlarıyla yorumlanması gerektiğini" söyleyen Elçi, parti programının dayanacağı ilkeleri şöyle anlattı:
"Federatif sistem aynı siyasi sınırlar içinde farklı olanın kendini yönetme hakkıdır. Biz soydaşların değil, yurttaşların devletini istiyoruz. Bizim devletin varlığıyla sorunumuz yok. Devletin şoven yapısı değişmelidir."
Kürt hareketinde boşluk yaşandığını savunan Elçi, PKK ve DTP'yi ise şöyle değerlendirdi:
"Son yıllarda en güçlü Kürt mücadelesini veren PKK ve onun emrindeki örgütler, umut olmaktan öte tam bir umutsuzluk kaynağı olmuştur. Kürt halkı bu örgüte canla başla sarılmıştır ve bütün imkânlarını en son haddine kadar zorlayarak bu örgütü desteklemiştir. Ancak örgüt kullandığı yöntemlerle, bu gücü halkın yararına kullanma becerisini gösteremedi.
Aksine sorunun önünde ciddi çözümsüzlük engeli olarak duruyor. Çıkış noktası ne kadar haklı olursa olsun, savunduğunuz dava ne kadar haklı olursa olsun, masum insanların mağduriyetine dünya müsaade etmez. Bu örgüt maalesef dünya devletleri tarafından terörist olarak ilan edildi ve mahkûm edildi. Başarı şansı yok. DTP de PKK ile arasına mesafe koyamadı."

Yeni oluşumdaki isimler
Partinin adının sempozyumda belirleneceği ve kuruluş dilekçesinin verileceği belirtildi.
Yeni oluşumda eski milletvekilleri Haşim Haşimi, Mehmet Emin Sever, İbrahim Aksoy, Mehmet Ali Eren ile Doç. Dr. Abdülkadir Polat yer alıyor.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Temmuz 2006       Mesaj #149
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ŞAMİL BASAYEV RABBİNE DÖNDÜ...
Medya Haber
Şehid gibi yaşadı ve şehadetle dünya hayatına son koydu.. Şamil Basayev ,İnguşetyada bulunan Ekajevo köyünün yakınlarında meydana gelen çatışmada FSB ve rus özel OMON birlikleri ile çatışarak kahramanca şehid düştü.













Cecen.org merkezine gönderilen ve saglam kaynaklardan alınan habere göre Basayev ve beraberindeki bir grup İnguşetya bölgesinde rus özel birliği ve FSB ye ait özel bir birlik tarafından pusuya düşürüldü.Mashadov ve Sadulayev örneğinde olduğu gibi münafıkların büyük rol oynadığı düşünülen operasyonda çeçen halkı büyük bir kahramanını daha şehid verdi.Operasyonun pazar gecesini pazartesiye baglayan saatlerde gerçekleştiği ve bomba yüklü bir aracın mücahidlerin yakınında patlatılarak gerçekleştirildiği bildirildi.Bu arada kukla Kadirov'da yaptığı açıklamada sevincini kustu ,ifadesinde "tüm Çeçen ve Rus ulusu için büyük bir sevinç olduğunu, çünkü bu kişinin elinin kanlı olduğunu" belirtti.






Sıkı bir savaşçı: Samil Basayev




shamil1965'de Çeçenistan'ın Vedeno Bölgesi'nin Vedeno köyünde doğdu. 1995 yılı başında Vedeno'daki çarpışmalarda bir kardeşi öldü. Ağabeyi Şirvani Basayev Bamut şehrinin komutanıydı.



1987'de Moskova'da mühendislik eğitimi aldı. 1991 Ağustosu'nda Moskova'da Beyaz Saray'ın savunulması hareketine katıldı.1991'de Çeçenistan'a döndü. Kafkas Halkları Konfederasyonu'na ait birliklere katıldı. 1992'de Kafkas Halkları Konfederasyonu Birlikleri Komutanı oldu.



Ağustos 1992'de Abhazya'da savaşına katıldı. Nisan-Temmuz 1994'de Afganistan'ın Host eyaletinde eğitim aldı. 1994 Yazında Cevher Dudayev'in yanında yer alarak askeri faaliyetlere katıldı.



14 Haziran 1995'de Rusya'nın Budenovsk şehrindeki hastaneyi ele



geçirdi. Dünya kamuoyunun dikkatini Çeçenistan'daki trajediye çekmeyi başardı. Nisan 1996'da Çeçenistan Cumhuriyeti'nin Silahlı Kuvvetler Komutanlığı'na seçildi. Aralık 1996'da komutanlığı bırakarak Çeçenistan Başkanlık seçimlerinde aday oldu. 27 Ocak 1997 başkanlık yarışında oyların yüzde 23.5'ini alarak ikinci oldu ve bayrağı Aslan Mashadov'a kaptırdı. Bir müddet başbakanlık yaptı. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bir grup arkadaşıyla birlikte Dağıstan İçkeriya Halkları Kongresi'ni organize etti ve bu kongrede bağımsız bir otorite olarak "Emir" ünvanını aldı. Dağıstan'da çıkan çatışmalarda adı tekrar öne çıktı. Rusya'nın Çeçenistan'ı yeniden işgal etmesi üzerine emrindeki gönüllü askerlerle birlikte gerilla savaşı vermeye başladı.


ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
11 Temmuz 2006       Mesaj #150
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
İnsanların sigara içme alışkanlığı bugünkü düzeyde sürerse, tütünden bu yüzyıl içinde ölenlerin sayısı geçen yüzyılda ölenlerin 10 katına çıkarak 1 milyarı bulacak.

Uluslararası Kansere Karşı Birlik Konferansı'nda bugün yayınlanan Tütün Atlası ve Kanser Atlası'ndaki bilgilere göre, dünyada her yıl ölen 1 milyon 400 milyon kişinin tamamı ya da kanserden ölenlerin 5'te 1'inin ölüm nedeni kanser. Buna sigarayla ilişkili kalp damar hastalıkları ve akciğerle ilgili hastalıklardan ölenler de eklendiğinde ise yıllık ölüm sayısı 5 milyona çıkıyor ve bu sayının artması bekleniyor.

Bu atlaslardaki tahminlere göre dünyada şu anda 1 milyar 250 milyon kişi sigara içiyor ve bunlardan yarısı bu alışkanlıkları yüzünden ölecek.

Kanser Atlası'na göre, her yıl teşhis edilen 10,9 milyon yeni kanser vakasının büyük çoğunluğunu akciğer kanseri oluşturuyor.

300 milyon insanın sigara içtiği Çin'de, akciğer kanseri sonuçta her yıl 1 milyon kişiyi öldürecek.

Gelecek 50 yılda sigara içenlerin sayısının yarıya indirilmesi 300 milyon kişinin yaşamını kurtarabilecek olsa da, sigara içenlerin sayısını bu oranda düşürmek olağanüstü bir çaba gösterilmesini gerektiriyor.

Araştırmacılar, dünya çapında sigara alışkanlığında bir düşüş olsa da nüfus artışı nedeniyle düzenli veya biraz artarak yükselecek.

Bunlara karşın sigara alışkanlığının azaltılması, dünyadaki kanserli sayısının azaltılmasında en büyük etkiye sahip olacak.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Üst Düzey Politika Danışmanı Dr. Judith Mackay, ''Eğer kanseri ciddiye alır ve şimdi harekete geçersek, 2020'ye dek her yıl 2 milyon, 2040'a dek de her yıl 6,5 milyon canı kurtarabiliriz'' dedi.

2002'de yaklaşık 11 milyon yeni kanser vakası vardı ve 7 milyon kişi kanserden öldü. 2020'ye gelindiğinde her yıl 16 milyon yeni kanser vakası ve 10 milyon ölüm olacak.

Bu ölümlerin yüzde 70'inin gelişmekte olan ülkelerde olacağı belirtiliyor.

Yeni kanser vakaları ise büyük oranda dünyada yaşlı nüfusunun oranının artmasından kaynaklanacak.


Kanser Atlası'na göre kansere yakalanma oranı gelişmiş ülkelerde daha fazla. ABD'de bir kişinin 65 yaşında kansere yakalanma olasılığı yaklaşık yüzde 18, Umman'da ise bu oran yalnızca yüzde 6. Ama kanser gelişmekte olan ülkelerde hala daha ölümcül.



s006ee
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ

Benzer Konular

28 Ekim 2016 / ThinkerBeLL İletişim Bilimleri
20 Ekim 2015 / Jumong Genel Mesajlar
24 Ekim 2008 / CrasHofCinneT Bilgisayar
18 Kasım 2010 / ThinkerBeLL X-Sözlük
21 Şubat 2010 / ThinkerBeLL Bilim ww