Arama

Medya Haber - Sayfa 14

Güncelleme: 13 Ekim 2017 Gösterim: 660.224 Cevap: 1.864
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Haziran 2006       Mesaj #131
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇİC Cumhurbaşkanı Abdulhalim Sadulayev'in şehit oldu (inşa Allah)

Sponsorlu Bağlantılar
spacer spacerMedya Haber
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.
(Kuran-ı Kerim, 3:169-170)

Şüphesiz Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kesin olarak va'detmiştir. Kimdir sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren? O halde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.
(Kuran-ı Kerim, 9:111)

Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı danışmanı İbragim Mejidov, Cumhurbaşkanı Abdulhalim Sadulayev'in çok sayıda Rus işgalcisi ve Rusya yanlısının Argun şehrinde düzenlediği operasyonda mücadele ederken şehit olduğunu açıkladı. Detaylı bilgilerin daha sonra verileceğini bildirildi.

Hatırlatalım, Çeçen tarafı, Rus ve hain iddialar hakkında bir açiklamada bulunmamıştı.

Rus işgalci kaynakların haberine göre, bu sabah Argun'da meydana gelen çatışma sonucu Çeçen Lider Sadulayev hayatını kaybetti. Hainlerin iddialara göre, Sadullayev’in cesedini onu çok iyi tanıyan kişilerce teşhis edildi.

Rus meyda organlarının bildirdiğine göre, Argun'da meydana gelen çatışmada 2 FSB elemanı yok edildi. Ayrica, en az 2 kişi çatışma esnasında karanlıktan istifade ederek kaçmayı başardığını duyuruldu.

Rus yanlısı kukla liderler, Sadullayev'in öldürülmesi “büyük bir başarı” olduğunu ve mücahitlere “şiddetli bir darbe” olacağını söyledi.

Argunlu olan Sadullayev, verdiği tüm röportajlarında öldürülmesi halinde cumhurbaşkanlığına kendisinden sonra Dokka Umarov'un geçeceğini ifade etmişti.

Kavkaz Center

2006-06-17 17:10:25
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #132
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Pkk Tren Bombaladı

Sponsorlu Bağlantılar
Son günlerde bombalamalar hızla artmaya başladı. İstanbul ve Ankara'daki bombalamaların ardından Muş'ta demiryolu bombalandı, 12 vagon devrildi. hizlitrenkazasi21Muş'ta Kale-Kurt demiryolu istasyonları arasında raylara teröristlerin yerleştirdiği bombanın patlaması sonucu yük treninin 8 vagonu kullanılamaz hale geldi.

Edinilen bilgiye göre, teröristlerin gece Kale-Kurt demiryolu istasyonları arasında raylara yerleştirdiği bomba, Elazığ'dan Muş'a gelmekte olan yük treninin geçtiği sırada patladı. Patlama sonucu 12 vagon devrildi. 8 vagonun kullanılamaz hale geldiği saldırıda, demiryolunun 20 metrelik bölümünün tahrip olduğu öğrenildi. Ulaşıma kapanan demiryolunun onarımı için Elazığ'dan ekip geleceği bildirildi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #133
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sözün kötüsü, muğlak olanıdır. Çünkü çoğu kez ne maksat bellidir ne muhatap. Ortaya karışık söylenen her söz, herkesi zan altında bırakabileceği gibi, hiçbir kimseyi hedeflemiyor da olabilir. Bir de anlatılan konu ile seçilen kelime arasında anlam boşluğu varsa, işte o zaman kavram kargaşasının âlâsı yaşanır.

Son günlerde Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün başlattığı ilginç tartışmayı zevkle izliyorum. İçe kapanık, komplocu, önyargılı, gerçeklerin sadece bir kısmını gören ve gösteren vs. kişi veya gruplar için cemaat sıfatını kullanıyor Özkök. Anlattığı vasıfları art arda sıralarsanız sosyolojik anlamda bir cemaatten bahsetmiyor aslında. Tarifi yapılan, şikayet edilen ve eleştirilen sosyal örgünün adı olsa olsa aşirettir, cemaat değil. Çünkü cemaat kelimesinin bazı olumsuz yanlarına rağmen pozitif bir manası da var; ki bu manalar sosyal bilimcilerin yardımlaşma, dayanışma, paylaşma; dolayısıyla sosyalleşme sürecinde dikkatini çekiyor. Türkiye’deki fanatizme karşı direnen İslami geleneğin ve onlar içindeki cemaat kavramının yeri ise bambaşka bir yazının konusu. Çünkü İslam’a göre üç kişiye ulaşan her topluluk “cemaat” diye anılır ve çeşitli disiplinlerle karşı karşıya gelir. Olayın hem İslami ilimlere bakan yanı çok zengin hem de sosyal cephesi. Belki bir gün bunun çok da bilinmeyen cephesini konuşuruz.
Medya ‘aşiret refleksini’ aşamıyor
Her neyse. Asıl üzerinde durulacak konu bu değil, önemli olan, insanların birey olma vasfını kaybederek “biz” ve “öteki” şeklinde dünyayı iki zıt kutuptan ibaret görmesi. Tehlikeli olan da budur! Çünkü bu ilkel mantığa göre aidiyet hissedilen ve kutsanan kitle her daim “iyiler”den oluşur ve o iyiler arasından asla “kötüler” çıkmaz. “Öteki” ise daima kötülerden mürekkeptir ve asla iyiler zuhur etmez içlerinden. Dolayısıyla bir insanı kendi cephesinde gören kişi ya da grup, ona sonuna kadar destek verir; karşıt gördüğüne ise daima köstek olur.
Yakınılan davranış biçimi buysa ve bundan bîzar olmuş aydınlar varsa, çok doğru bir nokta yakalanmış demektir. Bu nokta düşünce buudumuzun çıtasını yukarı taşıyacağı gibi, boşu boşuna sürdürülen kavgaları da sona erdirecektir. Türkiye’nin aydınları ilkel yaklaşımların kötülüğü konusunda hemfikir olabiliyorsa, fanatikliği anlatmak için kullanılacak terimin farklı olmasında büyük bir mahzur yoktur. Bu çerçevedeki yakınmalar dile getirilirken kimi cemaat tabirini kullanır, kimi cemiyet; isteyen aşiret der isteyen kabile.
Terminolojideki ferdî tercihler bir yana, kavramları yerli yerine oturtmak gerekirse şu gerçeği söylemek zorundayız: Onca siyasî ve sosyal hadisenin ortaya koyduğu acı tecrübeye rağmen, maalesef medyanın şuuraltında bir aşiret refleksi yatıyor. Sağdan da baksanız, soldan da baksanız bu gerçek sırıtıyor. Herkes kendinden olana destek veriyor. Türkiye için düşünen, Türkiye’nin yararına olan bir şeyi kendi aşiret mülahazalarını aşarak -dolayısıyla kendini aşarak- değerlendirebilen aydın sayısı hiç de sanıldığı kadar çok değil.
Yakın dönemde yaşanan olayları bir çırpıda hatırlayın lütfen. Bir Rektör ne ile suçlandı, kim niçin destek verdi? Şayet Rektör Bey “sağcı” olsaydı bu “anlamlı dayanışma” sağlanabilir miydi? Ortada bir fikir suçu olsa ve buna topyekûn destek verilmese o zaman aydın korkaklığı çıkar ortaya. Ne var ki yolsuzluk, ulusalcılık gibi bir suçlama vardı. Ya Şemdinli olayı? Ne farkı vardı Susurluk’tan? Danıştay baskını sonrasında başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere büyük bir kitle suçlandı. Sonra hükümetin bakanları tartaklandı cami avlusunda. Ardından katil zanlısının ilişkileri ortaya çıkınca, bir anda suspus olundu. Daha ilk dakikalarda kameralar karşısına çıkıp “tetik çekmeden tekbir getirdi” diyen yargının yüksek mensupları, görgü şahitlerinin yalanlaması karşısında halktan özür bile dilemedi. Ve hiç kimse “bu bir gazetecilik olayıdır, üstüne gitmek lazım” demedi. Birtakım insanlar imtiyazlıysa, medyanın siyanet kanatları altındaysa; birtakım insanlar da sürekli “olağan şüpheliler” listesinden çıkamıyorsa bu işte bir terslik yok mu?
Sorular çoğaltılabilir, örnekler artırılabilir... Ve görülür ki medyanın büyük bir bölümü insanımıza eşit mesafede durmuyor; dolayısıyla adil davranmıyor. Çok küçük bir zümrenin çok küçük bir çalışması, çok büyük bir kitlenin çok büyük bir gayreti gibi sunulabiliyor. Tersi de olabiliyor. Neden? Birileri ile genel medyanın nasıl bir bağı var ki habbeyi kubbe yapmak bu kadar kolay olabiliyor?
Özkök’ün ‘cemaat’ polemiğine gelince
Cemaat yaftası vurularak bazen küçümsenmek istenen kitlelerin herkesi şaşkına çeviren ve ancak gelecekte daha iyi anlaşılacak ufuk çizgisi var bir de. Eğitimde, ekonomide, kültür-sanatta, medyada aldıkları mesafe var mesela. Türkiye hudutlarını zorlayan vizyonları da var üstelik. Dünyaca alkışlanan faaliyetleri var mesela. Cemaat küçümsemesi kimi zaman doğru adrese teslim edilse bile, muğlak göndermeler yüzünden boşluğa da düşüyor kimi zaman. Çünkü cemaat deyip dudak büktüğünüz kitleler, bazen birey olmanın hakkını da veriyor, sosyal ahengin ritmini de ayarlıyor. Üstelik medeniyet mücadelesinde geleceğin yıldızlarını yetiştiriyor, Türkiye sevdasını, Türkçe aşkını evrensel değerler ile daha revnaktar bir hale getiriyor.
Değerli dostum Özkök’ün medya üzerinden gündeme getirdiği ve cemaat sözcüğüyle ifade etmeye çalıştığı tartışmanın özü doğrudur; yani düşünce yelpazesinin uç noktalarında şartlanmışlığa mahkum birileri var. Başka fikirlerin ışığına kapalı o zindanlarda mutluluk devşirmek için çırpınanlar da var. Bunlara karşı akl-ı selimin galebe çalması gerekiyor. Bu galebe için “benden başka herkes cemaat gibidir” mantığını terk edip, cemaat konusunda yapılan eleştirilerin benzerini tatbik etmemek gerekiyor, bu bir. İkincisi, etkinlik itibarıyla zaten zayıf olan medyanın rekabete rağmen dayanışma içinde olması şart. Tatlı bir kalite rekabeti yerine yaftacılık yapmak ve birbirimizi tüketmeye çalışmaktan vazgeçmeliyiz. Bütün bunlar gerçekleştiğinde görülecektir ki medyanın bir anlamda da Türkiye’nin istikbali, gerçekleri cesurca aramaktan geçiyor. Bu hakikat etrafında hemfikir olununca, cemaat, cemiyet, kemmiyet-keyfiyet farkı da ortaya çıkacaktır. O zaman sebep-sonuç ilişkilerini ortaya çıkarmak daha kolay olacak... Şu anki fotoğraf netleşmedikçe, söylenen her muğlak söz biraz daha kafa karıştıracak ve toz-duman arasından sıyrılan siluetler hep heyülalar çıkaracak karşımıza. Buna gerek yok ki!
Bu kararı Sezer değil de Erdoğan verseydi...
Haftanın çarpıcı bir olayına değinmeden edemeyeceğim: Türkiye’nin ikinci bayan valisi olacakken Özlem Bozkurt Gevrek, Cumhurbaşkanı’ndan veto yedi. İnanın kimdir, ne kadar başarılıdır bilmiyordum; ancak internette bir arama yaptım, gördüm ki Özlem Hanım başarılı ve deneyimli bir kaymakam. 1998’in Ocak ayında Milliyet’e genişçe bir haber konusu bile olmuş mesela. Haberin başlığı şöyle: “Makam aracı atlı kızak”. Türkiye’nin ilk kadın kaymakamı diye tanıtılan Gevrek’in köylere at sırtında gittiği, bazen de makam aracı olarak kızak kullandığı yazılmış. Milliyet, onun balayında Ağrı’da görev yaptığını da ballandıra ballandıra anlatıyor.
Altan Öymen’in Radikal’de yazdığı yazının (12 Mart 2006) mürekkebi daha kurumadı belki de. Öymen haklı olarak, ‘Türkiye’nin ikinci bayan valisi niçin hâlâ atanmadı?’ diye sorguluyor.
Ne var ki kaymakamlık tecrübesi ile gazetelere haber bile olmuş bir bayanın valiliği Köşk’ten geri dönüyor. Zaman, bunu haber yapıyor. Hiçbir gazeteden tık yok. İlginç. Hiç tanımadığım bir insanı burada anlatmam mümkün değil haliyle. Ancak soramadan edemiyorum: Veto kararı Köşk’ten değil de hükümetten gelseydi, medya kıyameti koparmaz mıydı? İşte kamuoyu bu farklı tepkilere bir anlam veremiyor; bir de kayırmacı habercilikten, çifte standartlı medyadan bahsedilmez mi? Onlarca örnekte söylenenle yapılan farkı sırıtınca insanın kanı donuyor...
Töre cinayeti haberlerine küçük bir şerh
Geçen hafta birkaç yazı birden yazıldı ve töre cinayetlerine bazı gazetelerin kayıtsız kaldığı ifade edildi. Aslında pek üzerimize alınmadım. Tâ ki Yeni Şafak’ta Kürşat Bumin, Zaman’ın ismini bu şekvanın içinde zikredeceği ana kadar. Birkaç hatayı birden düzeltmem gerekiyor. Zaman’da “töre cinayeti” diye anılan olaylar haber yapılıyor; nitekim son tartışmaya sebep hadise de yer aldı gazetemizde. Ancak olayların mide bulandıran ayrıntıları yerine sosyal boyutuna ağırlık veriliyor. Mesela Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni’nin bu konuyu yazdığı gün bizde de Nihal B.Karaca, “Gelenek taklidi yapan salyangoz” başlıklı bir yazı kaleme almış ve bu olaylara değişik bir açıdan bakmıştır. Zaman’ın web sitesini tarayın, arşiv hanesine “töre cinayeti” diye yazın, göreceksiniz ki Zaman’da 61 haber çıkacak karşınıza, Hürriyet’te 46 haber. Demek ki söylendiği kadar kayıtsız kalınmıyor bu olaylara. Peki bu haberler çıktığı, bu konuda köşe yazıları yazıldığı halde “Neden Zaman’da yok” diyebiliyor dostlar? Sebep açık. Zaman, bu tür olayları tipik bir üçüncü sayfa mantığıyla vermiyor. Ayrıca olaylar tek tek işlendiğinde her şey “töre” denecek kadar da basite indirgenemiyor. İşin içinde cehalete dayalı cinayet var. Nasıl cehalet, cinayete gerekçe yapılamazsa, namus cinayetlerinde ortaya konulan vahşetten hareketle gelenek, görenek, töre genellemesi yapılamaz... Olayın bir de bu yönünü düşünmekte fayda var.
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
20 Haziran 2006       Mesaj #134
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
ERKEKLER KARILARINI KİRALIYORLAR

Times Of İndia Gazetesi'nin dehşet haberi: "Aileler kız bebekleri kürtajla aldırdığı için kadın kıtlığı başladı. Bazı erkekler eşlerini aylık olarak zengin erkeklere kiralıyorlar"hindistankadinlarTimes of India gazetesi, Hindistan'da birçok aile kız bebeklerini kürtajla aldırdığı için neredeyse evlenilecek bekar kadın bulunmayan Gucarat eyaletinde bazı erkeklerin eşlerini aylık olarak zengin erkeklere kiraladığını yazdı.

Kız çocuklarının, evlendiğinde damadın ailesine nakit para ve hediyelerden oluşan yüklüce çeyiz götürmesi gerektiğinden 'yük' olarak görüldüğü Hindistan'da kız bebeklere kürtaj uygulaması çok yaygın.

Ancak bu uygulama ülkede kadın-erkek dengesinin bozulmasına neden oluyor. İstatistiklere göre Hündistan'da her bin erkeğe düşen kadın sayısı 1991'de 945 iken, bu oran 2001'de 927'ye düştü.

Times of India gazetesinde yer alan habere göre, Gucarat'ta yaşayan tarım işçisi eşini zengin bir toprak sahibine aylık 8 bin rupiye yani yaklaşık 280 YTL'ye kiraya veriyor.

Bu para karşılığında da kadının kendisini kiralayan adama bakması, evinin işleri yapmasının yanı sıra cinsel ihtiyaçlarını da karşılaması bekleniyor.

'Gelin simsarlığı' artışta

Her bin erkeğe karşılık 828 kadının bulunduğu Gucarat eyaleti yetkilileri, bu rakamın eyaletin bazı yerlerinde 700'e kadar düştüğünü söylüyor.

Gucarat'ta evlenilebilecek bekar kadın bulmadaki güçlük, 'gelin simsarlığı'nın karlı bir iş haline gelmesine de yol açmış durumda.

Gazetenin haberine göre, evlenecek kadın bulan simsarlar, bu iş için damadın ailesinden 70 bin rupi yani yaklaşık 2 bin 430 YTL alıyor.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
20 Haziran 2006       Mesaj #135
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
PKK'lı teröristten şok itiraflar

Medya HaberTerör örgütü PKK'nın Diyarbakır- Bingöl- Muş bölgesinden sorumlusu ‘Rubar’ kod adlı Seyfettin Işık'ın korumalığını yapan ve 6 Mayıs'ta Diyarbakır'ın Lice İlçesi'nde güvenlik güçlerine teslim olan ‘Amed’ kod adlı 19 yaşındaki Ferit Çetin, örgütün yeni eylem planlarıyla ilgili güvenlik güçlerine önemli itiraflarda bulundu. Mayın konusunda uzman olduğunu söyleyen Ferit Çetin, teröristlerce döşenen uzaktan kumandalı mayınların sırlarını da anlattı.

Hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'nde 10 yıl hapis cezası istemiyle dava açılan ve Diyarbakır Cezaevi'nde tutuklu bulunan Ferit Çetin, teslim olduktan sonra güvenlik güçlerine verdiği ifadede, 2001 yılında İsveç'e gitme hayaliyle terör örgütü PKK'ya katıldığını söyledi. Ferit Çetin, “Bana ‘Kuzey Irak da Avrupa gibidir’ denilerek İran'dan PKK kamplarına götürüldüm. Kaçakçılarla sınırı geçtik. Urmiye'de İran istihbarat örgütü İttihat elemanları bizi karşıladı. Şino kentine kadar bize refakat ettiler. Sonra İttihat'a ait ciplerle Irak sınırına getirildik. Hınere, Hakurk, Zap kamplarında kaldım. Hınere'de Duran Kalkan'ın korumasıyken Lice'ye gönderildim. Bölge sorumlusu Seyfettin Işık'ın koruması oldum'' dedi.

UZAKTAN KUMANDALI MAYINLARI ANLATTI

2006 sonuna kadar Güneydoğu'da eylemlerin tırmandırılması yönünde tüm birimlere telsiz talimatı geldiğini, bölge sorumlusunun koruması olduğu için kendisinin bunu bizzat duyduğunu belirten Çetin, şunları söyledi:

“Zayiatsız mayınlama tipi eylemlerin artırılması planlandı. Abalı karakolundaki rütbelilere ait 2 sivil aracın Tapantepe bölgesinde pusuya düşürülmesi planlandı. Başarısız mayınlama eylemleri üst komutanlığa bildirilmez. Mayınlama eylemlerine karşı F- 16 uçaklar asfalt yola alçak uçuş yaparak değişik frekanslardan telsiz sinyali gönderip uzaktan kumandalı mayınları patlatıyor ama etkili olmuyor. Aselsan, Kobra veya Motorola telsiz ile parazit mandallama yöntemiyle tuzakladığımız mayınları askerler tespit etti. Şehit Remzi bölgesindeki operasyonda 18 ayrı noktada tuzaklanmış mayınlar bu yöntemle erken patlatılınca örgüt, çift cihaz yöntemi geliştirdi. Bir patlayıcıya iki adet el telsizi bağlanıyor ve uygun mesafeden telsizin mandalına aynı anda basılarak patlatılıyor. Bu sistemin önüne geçilmesi mümkün değil.''

HEDEF, 1 HAFTA BEKLENİYOR

Dedektörle mayın aramanın başarısız olduğunu belirten Çetin, yola döşenen patlayıcının araç iç lastiğine sarıldığını, dedektörün bunu tespit edemediğini, hedefin mayını tespit ettiği taktirde ise zaten etkili bölgeye girdiğinden mayının hemen patlatıldığını söyledi. Mayınlamaların gece yapıldığını, bunu ateşleyecek teröristin hedefi bazen 1 haftadan fazla beklediğini kaydeden Çetin şöyle devam etti:

“Operasyonları telsiz cihazlarından takip ederek tedbir alıyoruz. Özellikle gece geç saatlerde asker telsizlerinde kriptosuz disiplinsiz konuşmalar oluyor. Cihazların hangi karakola ait olduğunu tespit için sürekli dinliyoruz. Karakol kodlarının isimleri sürekli değişiyor fakat kod aynıdır. Yazıkonak Karakolu'nun kodu hep 110'dur. Karakolun baş telsiz kodu ‘Kale- 110’dur. Karakol komutanı ‘111’, komutan yardımcısı ‘112’dir. Bir birliğe helikopter gelmesi operasyon başlayacağını gösterir. Sikorsky’ler yalnız ve keşif amaçlı uçar. Kobra’lar ise 2’li olarak grubun tespiti ve imhası için uçar. Eğer karakollarda gece ışık yanıyorsa termal kameralar görüntü alamaz. Alsa da görüntü kalitesi çok düşer. Eğer ışıklar sönmüşse termalin çalıştığını anlıyoruz ve buna göre tedbir alıyoruz.''

MEKAP GİYMEK YASAK

İz takibini önlemek için 2006 yılından itibaren Mekap marka ayakkabıların örgütçe yasaklandığını, değişik spor ayakkabıların tercih edildiğini belirten Çetin, ifadesine şöyle devam etti:

“İz takip köpekleri kokuyu izliyor. İdrar kokusu aldığında diğer kokuları kaybediyor. Köpek takibi sırasında kaçtığımız yol güzergahına idrar yapılır. Askerlere ait köpekler gece havlayarak yaklaşır ancak sürekli silah görmeye alışkın oldukları için havlamayı bırakır. Özellikle asker mevzilerine sızmalarda köpekler ağız ve burundan yayılan nefes kokusunu çok iyi aldığından ağız ve burun kapatılarak sızma yapılır. Güvenlik kuvvetlerinin hareketleri gece görüşlü cihazlarla izlenir. Şu anda Lice kırsalındaki Zengesor, Merşintepe, Kermiş boğazı, Keltepe zirveleri mayınlıdır. Yaz aylarında basma düzenekli mayınlar toplanır. Köylüler yaylaya çıktığı için risklidir. Ancak uzaktan kumandalı olanlar operasyon riskine karşı sürekli bulundurulur ve ayda bir pilleri değiştirilir. Helikopterlerin indiği noktalara uzaktan kumandalı mayınlar yerleştirildi. Her PKK komutanında bir Yaesu marka telsiz var.'' PKK'ya cahilliğinden katıldığını, uğruna verdiği mücadelenin hayal olduğunu gördüğü için teslim olduğunu kaydeden ve Lice kırsalındaki 9 silahlı eyleme katılan PKK'lıların kimlikleri konusunda bilgiler veren Çetin'in yargılanmasına önümüzdeki günlerde başlanacak

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
20 Haziran 2006       Mesaj #136
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
ÖSS'de yanlış yanıt tartışması


Medya HaberFinal Dergisi Kimya ve Fizik bölümü başkanları, Öğrenci Seçme Sınavında (ÖSS) yer alan kimya ve fizik dalındaki 2 sorunun cevaplarının, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yanlış verildiğini öne sürdü.
Final Dergisi Kimya Bölüm Başkanı Refik Koçak, yaptığı yazılı açıklamada, “ÖSS’de Fen Bilimleri-2 Testi’nin (Fen-2) 15. sorusunun (kimya sorusu) cevabının ÖSYM’ce yanlış verildiği kanaatindeyiz” dedi.

Refik Koçak, şunları kaydetti:

“Sorudaki; ‘I. X2Y2 bileşiğinin oluşum entalpisi 400 kkal/mol’dür’ yargısı doğru kabul edilerek doğru cevabın C seçeneği, ‘I ve II’ olduğu açıklandı. Oysa bu yargının doğru olması için ‘oluşumentalpisi -400 kkal/mol’dür’ şeklinde olmalıydı. Bu durumda doğru cevabın A (Yalnız II) seçeneği olması gerekir. ÖSYM’nin 1994 ÖYS kimya sorularında oluşum entalpisini, tepkime ekzotermik ise negatif aldığını görmekteyiz.”
Final Dergisi Fizik Bölüm Başkanı Abdülkadir Börklü de Fen-2 testinin fizik dalındaki 12. sorusunun cevabının ÖSYM tarafından yanlış verildiği kanaatinde olduğunu kaydetti.
Börklü, “Sorunun cevabı ‘Yalnız II’ yani B seçeneği olarak verilmiştir. Bize göre I. yargı da (K nin elektromotor kuvveti M ninkinden büyüktür) doğrudur. Dolayısıyla doğru cevap, C seçeneği yani’I ve II’dir” dedi.




Zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmalı

Medya HaberTürk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Sabancı, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması ve müfredat yenileme çalışmalarının da tüm okul kademelerine yaygınlaştırılması gerektiğini söyledi.
TÜSİAD tarafından hazırlatılan 'Eğitim ve Sürdürülebilir Büyüme: Türkiye Deneyimi, Riskler ve Fırsatlar' raporunun tanıtımı dolayısıyla düzenlenen seminerde konuşan Sabancı, Türk eğitim sistemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Rapora göre, Türkiye insan sermayesinin geliştirilmesi bakımından dünyadaki diğer ülkelere oranla yetersiz kalıyor.

Sabancı, ''yatırım oranının artırılması ve verimlilik artışı ile insan sermayesi arasındaki bağın güçlendirilmesi durumunda Türkiye'nin 2006-2020 döneminde potansiyel büyüme oranı yıllık ortalamada yüzde 7'ye kadar ulaşabilecektir. Başka bir deyişle, kişi başına gelir düzeyimizin 2020 yılına kadar iki katından daha fazla artarak 10 bin dolara yaklaşması olanağı bulunmaktadır'' diye konuştu.

TÜSİAD'a göre eğitim sisteminde yapılması gereken reformlar şöyle:

*Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması ve altı yaş için zorunlu kılınması konusunda kapsamlı bir idari, hukuki, mali ve teknik reformlar yapılmalı
*Zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmalı
*Müfredat yenileme çalışmaları tüm okul kademelerine yaygınlaştırılmalı
*Yüksek öğretim sisteminde çeşitliliği vurgulayan, adem-i merkeziyetçi, kurumların yaratıcılığını ve kimliklerini ön plana çıkaran, üniversitelerin birbirleriyle rekabet edebilmelerine fırsat tanıyan bir sistem tasarlanmalı

Okullaşma oranı

Sabancı, okullaşma oranları bakımından kızlar ile erkekler arasındaki farklılığa dikkat çekti ve bu konuda özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin çalışmalarının kesintisiz şekilde sürdürülmesi gerektiğine işaret etti.

TÜSİAD Başkanı eğiticilerin eğitimi için daha fazla kaynak aktarılması gerektiğini de sözlerine ekledi.

KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
25 Haziran 2006       Mesaj #137
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
EKONOMİK ÇALKANTI OPERASYON HAZIRLIĞI


Medya HaberProf. Dr. Erol Manisalı, Türkiye’deki ekonomik çalkantının ardında, Amerika veya İngiltere’nin bir operasyon hazırlığı olabileceğini açıkladı.
Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun Kanaltürk’teki Ceviz Kabuğu programında konuşan Prof. Dr. Erol Manisalı, Türkiye’deki ekonomik çalkantının ardında, Amerika veya İngiltere’nin bir operasyon hazırlığı olabileceğini açıkladı. Manisalı, “Türkiye, Avrupacılık üzerinden bir yere götürülüyor” dedi.

PROF. DR. EROL MANİSALI: “TÜRKİYE’DE YAŞANAN EKONOMİK KRİZLERİN ARDINDA BAŞKA GÜÇLER OLABİLİR”
Başbakan inandırıcı değil
Geçtiğimiz günlerde Rumlar’a kesinlikle limanların açılmayacağını söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’ı inandırıcı bulmadığını belirten Erol Manisalı, Erdoğan’ın tavrını “medyatik bir hadise” olarak değerlendirerek şunları kaydetti:
“Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan 17 aralık 2004 ve 3 Ekim 2005 belgelerini imzalayan kişiler olmasalardı, o belgeleri reddetselerdi o zaman düşünebilirdim, acaba doğru mu söylüyorlar, gerçekten samimiler mi diye. Ama o belgeleri imzalıyorsunuz, yani Avrupa Birliği’ne 25 ülkeyi kapsayan bir görüşme sürecini ortaya koyuyorsunuz, altına taahhüt ediyorsunuz, ‘Ben bu 25 ülkeyle görüşeceğim, 25 ülke benim için eşittir’ diyorsunuz. Ondan sonra, ‘Ben onun gemilerini istemem, Fransız gemileri girebilir, Rum gemileri giremez’ diyorsunuz. Olur mu öyle şey. Canım o belgeyi imzalamadan bunu söylemen gerekirdi. O belgeyi imzalayıp bunu kabul ettikten sonra, medyaya karşı bunu açıklamanın anlamı şudur, bu medyatik hadisedir.”
Türkiye dışa bağımlı hale getiriliyor
Ülkenin kendi motor gücüyle gitmek istediği yere varamadığını belirten Prof. Dr. Erol Manisalı, “Türkiye başka güçler tarafından Avrupacılık üzerinden bir yere götürülüyor” dedi.
Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun Kanaltürk’te hazırlayıp sunduğu Ceviz Kabuğu programının bu haftaki konuğu Prof. Dr. Erol Manisalı’ydı. Manisalı, programda; şok döviz artışı, yabancılara uygulanan %15’lik stopajın sıfırlanması ve İspanya’nın referandumla bölünmesi dahil birçok konuda açıklamalar yaptı. Özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın son günlerde Avrupa Birliği’ne karşı yaptığı çıkışları “medyatik hadise” olarak değerlendiren Manisalı, Türkiye’de krize dönüşme eğilimindeki ekonomik çalkantının ardında, Amerika veya İngiltere’nin bir operasyon hazırlığı olabileceğini söyledı. Türkiye’de yaşanan krizlerin sebep olmaktan çıkıp, sonuç halini aldığını ifade eden Manisalı, “Bugün Türkiye, bir mavna gibi kendi motoru ve dümeni olmayan, gitmek istediği yere gitmeyen bir ülke konumun-dadır” dedi. Prof. Dr. Manisalı, Türkiye’nin içinde bulunduğu konumu değerlendirirken, kendi motor gücüyle gitmek istediği yere gitmeyen bir ülke konumundadır. Buna insanlar oturuyor, üç dört kişi karar vermiyorlar, bunu yavaş yavaş mekanizmalar oluşturuyor. Türkiye, Avrupacılık üzerinden bir yere götürülüyor” diye konuştu.

Araç olarak kullanılıyor
Hulki Cevizoğlu’nun ekonomideki son çalkantıları hatırlatarak, “Krizle gelen hükümetler başka bir krizle gider mi?” şeklindeki sorusuna Manisalı şu karşılığı verdi: “Türkiye’de yaşanan krizler, sebep değil, sonuçlardır yahut belirlenmiş sonuçlardır. Bunlar iktisadi, hatta askeri politikaların araçları olabilir. Bu olayların ardında Amerika veya İngiltere’nin Irak veya İran’da bir operasyon hazırlığı olabilir. Bölgede Türkiye üzerinde bazı oynamalarda bulunabilir. Veyahut İran’a karşı kendilerinin yanına çekmek için Türkiye’yi bir araç olarak kullanabilir.” Prof. Dr. Manisalı, Türkiye’de yaratılan krizlere de şu örneği verdi: “Gümrük Birliği’ne girmeden bir yıl önce, 1994’de de bir kriz oluşturuldu, ardından Gümrük Birliği kapanına düşüldü. 2001’deki ekonomik kriz de, başka bir siyasi oluşum için, yeni bir iktidar için yaratıldı. Türkiye, piyasa üzerinden dışarıya bağlanıyor. Bugün Türkiye ABD’ye yüksek gümrükle mal satıyor, ama düşük gümrükle mal alıyor. Bu bir kepazeliktir.” Ekonomik sınırlar ortadan kalkınca orduların da işlevini yitirmesi tehlikesine dikkati çektiğini belirten Manisalı şunları söyledi: “Gümrükleri sıfırlayıp, ekonomik sınırları yok edince askeriniz o ülkeyi koruyamaz. Ortak iktisadi duvar, devleti devlet yapan unsurdur. Artık Türkiye’yi askerle, Irak’ta olduğu gibi işgale gerek kalmıyor. Belediyelerin, gümrüklerin bana bağlı, diyor Brüksel.”
Vatandaşlardan soru yağmuru
Cevizoğlu izleyicilerden gelen soruları da hatırlatarak, Türkiye’nin egemenlik devrini sordu: “Türkiye üzerine oynanan oyunlar gündeme geldiği zaman toprak satışı ya da Avrupa veya Amerika’ya egemenlik devri söz konusu olduğu zaman herkes diyor ki, ’O zaman biz bu Kurtuluş Savaşı’nı niçin yaptık? Biz bu Kıbrıs Harekâtı’nı niçin yaptık?’Atatürk niçin bu kadar devrimler yaptı, Türkiye’yi kur-
tardı? Eğer biz şimdi başkenti Ankara yerine Brüksel olarak kabul edecek idiysek, Atatürk de kendisini yormazdı, savaşa gerek yoktu o zaman. Mandayı, İngiliz veya Amerikan mandasını kabul ederdik. Şimdi Brüksel mandasını, Avrupa Birliği mandasını kabul edeceksek -ki, ne yazık ki bunun devlet politikası olduğu açıklanıyor- nasıl bir devlet politikası olabilir? O zaman Kurtuluş Savaşı’nı niye yaptık?”
İspanya’yı Avrupa Birliği böldü
Seyirci soruları ve Cevizoğlu’nun İspanya’da Katalanlar’ın durumunu hatırlatması üzerine, Manisalı Avrupa Birliği üyesi olan İspanya’nın referandumla bölünmesinin Türkiye’deki bölünme tehlikesinden tamamen farklı olduğunu söyledi. Manisalı, “İspanya’daki olay Avrupa Birliği şemsiyesi içinde çözülen bir olaydır. İspanya ikiye de bölünse, üçe de bölünse, iki üç parça yukarıda aynı piramidin altındadır ve Batı kapitalizminin içindedir. Yani Batı kapitalizminin kazanan tarafındadır. Madridliler de, Barselonalılar da, diğerleri de aynı tarafta bulunmaktadırlar ve masanın etrafında oturmaktadırlar.

Avrupa Birliği Brüksel’de, dışarıdan Amerika’nın veyahut Rusya’nın ‘İspanya’yı bölelim, Katalanlar’a yardım edelim, ayrı bir devlet oluşturalım’ diye bir faaliyetleri yoktur, siyasi, iktisadi, askeri, kültürel ola-rak” ifadelerini kullandı. Türkiye’de yaşananların bir iç, yerel ve lokal mesele olmadığını söyleyen Manisalı, “Bu küresel emperyalizmin uzantılarıdır. Dolayısıyla iki mesele siyahla beyaz gibi birbirinden ayrıdır” dedi. Gecenin kısa mesaj sorusu olan “İspanya’nın bölünmesini Avrupa Birliği mi destekliyor?” Soruna ise, seyircilerin % 99’u “Evet Avrupa Birliği destekli-yor” derken, % 1 hayır desteklemiyor yanıtını verdi.
Vatanı bölmek istiyorlar
Erol Manisalı, Hulki Cevizoğlu’nun “Türkiye Kalkınma Ajansları ile 12 ya da 26 bölgeye ayrılıyor. Nedir bu Kalkınma Ajansı denen şey? Bu, AB’nin yeni bir projesi mi? Nasıl işliyor?” şeklindeki sorusu üzerine de şu çarpıcı bigileri verdi: “Kalkınma Ajansları aracılığı ile ülkede bağımsız unsurlar yaratarak, ayrı kimlikler üretiyorlar. Bölgesel, yerel ayrımcılığı tahrik eden bir yapı oluşturuyorlar. Bu, federalizm ve Türkiye’nin parçalanması projesidir. Lozan’ı yok etmek amaçlanıyor.” Erol Manisalı ayrıca, soğuk savaş sonrasında Türkiye’ye yeni bir elbise biçildiğini ve bazılarının bu deli kıyafetini giymeye hazır olduğunu beliterek şunları kaydetti:

Sevr’e hazırlık
“Soğuk savaş bittikten sonra Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın büyük devletleri Türkiye ve bölgeye yeni bir elbise biçtiler. Ortadoğu ve Türkiye... Şimdi içimizde iki grup var, bir grup diyor ki ‘onların biçtiği bu yeni deli elbisesini giymeye hazırız’. Türkiye’ye soğuk savaş sonrası bu gözle bakan Lozan’ı bozup, Sevr’e götüren bir zihniyet var ve bir elbise biçmişler.”
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Haziran 2006       Mesaj #138
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
deprem



Diyarbakır’ın 17 bin nüfuslu, merkeze en uzak ilçesi Kulp, bugünlerde ilköğretim öğrencilerinin büyük başarısını konuşuyor.





Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde 6 ilköğretim öğrencisinin bilim alanında gerçekleştirdiği proje, imkan verilmesi halinde bölgedeki çocukların ne kadar başarılı olabileceğinin bir göstergesi oldu.


Kulp Barış İlköğretim Okulu’nda okuyan 6 ilköğretim öğrencisinin icadını yaptıkları ‘Uyanık Sismo’ adlı deprem uyarı ve önlem alma projesi, TÜBİTAK Bilim Kurulu tarafından yapılan ‘Bu Benim Eserim’ yarışmasında büyük ödüle layık görüldü. Uygulandığında işitme ve görme engellilerin de faydalanabileceği proje, deprem anında şehrin elektrik, su ve doğalgaz şebekelerini devre dışı bırakıyor. Böylece deprem sırasında olabilecek yangın, sel ve elektrik çarpmalarının önüne geçiliyor.


Diyarbakır’ın 17 bin nüfuslu bu merkeze en uzak ilçesinde yaşları 14-15 olan bu genç beyinlerin ne tür zorluklarla karşılaştıklarını ise bir öğrencinin şu sözleri özetliyor: “Parasızlıktan alarm için kullanılacak zilleri alamadığımız için kapı zilini kullandık.” Mucit öğrenciler, “Bize imkan verilse projeyi hayata geçirebiliriz.” derken, Okul Müdürü Şemsettin Pehlivanoğlu, değişimin kafada başladığını vurgulayarak, vizyon oluşturmanın önemine dikkat çekiyor.


Diyarbakır Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü ve İl Projeler Koordinatörü Hamdi Atayeter ise bölgenin eğitim kalitesini yükseltmek ve geleceğin bilim adamlarını yetiştirmek için çalıştıklarını ifade ediyor.


Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Türkiye’deki bütün ilköğretim okullarına matematik ve fen bilimleri branşlarında 31 Ekim-23 Aralık 2005 tarihleri arasında ‘Bu Benim Eserim’ adlı proje yarışması düzenleyeceğini duyurdu.


TÜBİTAK’ın da desteklediği yarışmada, Türkiye 10 bölgeye ayrıldı. Her bölgede TÜBİTAK adına bir üniversite koordinatörlük yaptı. Yarışma için 10 bölgeden 3 bin 554’ü fen bilimleri bin 562’si matematik olmak üzere toplam 5 bin 116 proje üretildi. Diyarbakır’da 10 ilköğretim okulu yarışmaya katıldı.


İl genelindeki yarışmada fen bilimleri dalında Kulp Barış İlköğretim Okulu’nun ‘Uyanık Sismo’, matematik dalında Şehit Başkomiser Yılmaz Allahverdi İlköğretim Okulu’nun ‘Sihirli Üçgen’ adlı projeleri bölge elemelerine katılmaya hak kazandı.


Koordinatörlüğünü Fırat Üniversitesi’nin yaptığı Elazığ’daki bölge elemelerinde Diyarbakır’ın iki çalışması, 60 proje içerisinden ilk 6’ya kalarak 25-27 Nisan’da Ankara’da gerçekleştirilen ‘Bu Benim Eserim’ proje yarışmasına katılmayı başardı. TÜBİTAK Bilim Kurulu’nun incelediği 20’si matematik, 30’u fen bilimleri olmak üzere 50 proje ödül almaya hak kazandı.


Barış İlköğretim Okulu öğrencileri Doğan Zengin, Hasan Aktaş, Ece Eren, Şiriban Çınar, Veysi Baran ve Arif Bulut’un yaptığı ‘Uyanık Sismo’ adlı deprem uyarı ve önlem alma projesi ise büyük ödüle layık görüldü. Uyanık Sismo projesi, başta Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik olmak üzere bilim adamları ve katılımcıların ilgisini çekti.


Yıllarca terör ve yoksullukla anılan Diyarbakır’ın 17 bin nüfuslu en uzak ilçesi Kulp’ta hazırladıkları projeyle TÜBİTAK’ın büyük ödülüne uzanan 6 öğrenciden biri 14 yaşındaki Ece Eren. 5 yaşında anne-babasını kaybeden ve ninesi tarafından büyütülen Ece, Uyanık Sismo projesinin çıkış hikayesini şöyle anlatıyor: “Hem insanlığın hem de yaşadığımız çevrenin faydalanabileceği bir proje üretmek istedik.


Aklımıza deprem geldi. Depremi yaşayan kişilerle yaptığımız görüşmede deprem öncesinde düşük düzeyde sarsıntıların olduğunu öğrendik. Bu ilk sarsıntılardan yola çıkarak büyük sarsıntılar olmadan önce insanları önlem alabilecek, uyaracak bir sistem geliştirebileceğimizi düşündük.


Ürettiğimiz proje depremlerdeki ilk sarsıntıda insanları uyaracak. Büyük sarsıntıda ise şehir şebekelerinin elektrik, su ve doğalgaz sistemlerini devre dışı bırakacak. Böylece yangınların çıkmasının ve elektrik çarpmalarının önüne geçilebilecektir.”


Bir diğer mucit öğrenci 15 yaşındaki Doğan Zengin ise proje yapım aşamasında karşılaştıkları zorlukları, “Parasızlıktan alarm için kullanılacak zilleri bile alamadık. Ev zilini alarm yerine kullandık.” sözleriyle dile getiriyor. Kendilerine imkan verilmesi halinde daha büyük projelere imza atabileceklerini belirten mucit öğrenciler, projelerini Kulp’ta hayata geçirebileceklerini de kaydediyorlar.


Barış İlköğretim Okulu Müdürü Şemsettin Pehlivanoğlu, öğrencilerinin ürettiği projenin ‘bütün olumsuzluklara rağmen imkan verildiğinde nelerin başarılacağının göstergesi’ bakımından büyük önem taşıdığını vurguladı. İl Projeler Koordinatörü Hamdi Atayeter ise Diyarbakır’ı terör ve yoksullukla değil, başarılarla gündeme taşımak istediklerini söyledi.


Deprem anında elektriği kesiyor

Kulplu mucit öğrencilerin buluşu Uyanık Sismo, deprem anında şehrin elektrik, su ve doğalgaz sistemini devre dışı bırakıyor. Böylece deprem sırasında olabilecek yangın, sel ve elektrik çarpmalarının önüne geçilebilecek. Proje çerçevesinde hazırlanan düzenekte bir cam kap içerisinde iletken sıvı (tuzlu su) var. Bu sıvının üzerine belirli yüksekliklerde üç iletken tel yerleştirildi. Ayrıca cihazı denge konumuna getirebilmek için yaylı bir düzenek oluşturuldu.

Düzenek şehir elektrik şebekesine bağlanıyor. Zeminde meydana gelen sarsıntının düzeyine bağlı olarak suda meydana gelecek olan dalgalanmaların ve yükselmelerin birinci tele teması ile sarı lamba ve zil, ikinci tele teması ile kırmızı lamba ve alarm, üçüncü tele teması ile şehir şebeke elektriğini kesiyor. Lambalar, ziller ve alarm uyarı niteliğinde, şebeke elektriğinin kesilmesi ise yangın ve elektrik çarpmaları için önlem niteliğinde.

Cihazın çalıştığı ise sürekli yanan lambalardan anlaşılıyor. Bu arada yarışmada Şehit Başkomiser Yılmaz Allahverdi İlköğretim Okulu öğrencilerinin hazırladığı ‘Sinirli Üçgen’ projesi mansiyon ödülü aldı.

‘İmkanımız yoktu bu kadar yapabildik’
Kulplu mucit öğrenciler deprem anında şehrin elektrik, su ve doğalgaz sistemini devre dışı bırakan sistemi uygulamak için destek bekliyor. Genç öğrenciler, maddi imkanları olmadığı için bazı aletleri eski ev eşyaları ile ancak oluşturduklarını söylüyor.
taşkalpli - avatarı
taşkalpli
Ziyaretçi
28 Haziran 2006       Mesaj #139
taşkalpli - avatarı
Ziyaretçi
"Haziranda Ölmek Zor" İhtilalin Süvarisi Fethi Gürcan'ın Anısına
Yaşadığımız günden, tam 42 yıl önce, takvim yapraklarının 27 Haziran 1964 tarihini gösterdiği gün, şairin “Haziranda ölmek zor” dediği zamanda Ankara Merkez Cezaevi’nin avlusunda hummalı bir faaliyet vardı. Bu gece ihtilalin süvarisi Binbaşı Fethi Gürcan’ı idam edeceklerdi. Ankara sıkıyönetim komutanı Cemal Tural binlerce asker-polis ile yolları kesmiş ve başkentte adeta kuş uçurtmamacasına tedbirler almıştı. Aslında tarihsel kurgu hep böyle işler: Tarihimizin aydınlık yüzünü temsil eden insanlarımız idam edilirken, büyük korku duyanlar, gölgesinden çekinenler, ayakları birbirine karışanlar daima egemenler ve onların adına infazları yapan maşalar olmuştur. Korku onların işidir. Asiler her zaman korkusuz, haklı ve yiğittirler.
Asilik, başkaldırı kıldan ince kılıçtan keskin bir durumdur. Fethi Gürcan’ın asılıp Talat Aydemir’in bir hafta sonra asılması üzerine Aziz Nesin Yeni Tanin gazetesinde yazdığı “48 Saat Bekletilen Gemi” adlı makalesinde bu durumu çok açık bir şekilde anlatmaktadır.
“Mustafa Kemal’i düşünürüm, milletin kurtuluşu uğruna yalnız rütbelerini, nişanlarını saltanatın suratına çarpan değil, canını ortaya koyan Mustafa Kemal’i.

Makam-ı Saltanat’ın elinde Mustafa Kemal’in idamı için ölüm fermanı vardır. Osmanlı Müslümanlığının en ulu, en yüce din adamı, Mustafa Kemal’in idamına fetva vermiştir.

Biliyorum pek çokları şimdi söyleyeceklerime sinirlenecekler, kızacaklardır. Bir varsayım olarak şöyle tasarlıyorum. İdamına fetva verilmiş Mustafa Kemal’i padişahçı ve emperyalist uşağı Kuvva-i İnzibatiye ele geçirip yakalamış olsaydı.

Mithat Paşa’yı hapsettiği gemiyi de İstanbul limanında 48 saat bekleten Sultan Abdülhamit gibi, Sultan Vahdettin de Mustafa Kemal’i darağacına göndermeden, bakalım ne olacak diye 48 saat, 48 gün, 48 hafta bekletseydi, ne olurdu dersiniz?

Toplumumuz Mithat Paşa dönemi sağırlığından bugün ne oranda bir duyarlılığa gelmiştir? Sağır bir ortam…

Ama gerçek ulusseverler ortamın sağırlığına kızmazlar, bilinçle duyarlı bir ortam yaratmak için yine de çalışırlar.”
O gece, Binbaşı Fethi Gürcan Mamak’taki askeri cezaevinden alınırken, hücrede son akşam yemeğini birlikte yediği silah arkadaşları Yarbay Osman Deniz ve Üsteğmen Erol Dinçer ile vedalaştı. Haklarını birbirlerine helal ettiler. Sonra Nizamiyede bekletilen bir ambulansa gizlice bindirilerek Ankara Merkez Cezaevi’ne getirildi. Her zaman olduğu gibi sakin, başı dik ve gözlerinden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle yetkililerden kalem kâğıt ve bir sigara istedi. “Canı karısına ve yavrularına” son veda mektubunu yazdı. Onları “Önce Allah’a, sonra da asil Türk Milleti’ne emanet ediyordu”. Mektubu zarfa yerleştirdikten sonra sigarasını bitirdi ve korkusuzca sehpaya yürüdü. Darağacının altında “Vatan ve millet sağ olsun” diye haykırdıktan sonra, işi cellâda bırakmayarak sandalyeye tekmeyi vurdu ve sonsuzluğa doğru bir yıldız gibi aktı gitti.
“Rüzgâr kanatlı atlı” dörtnala giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacaktı. Saatler 3.30’u gösteriyordu.
Devrimci süvari binbaşının cebinden 235 kuruş, iki paket subay sigarası bir de çakmak çıkmıştı. Geride imkânsızlıklar içinde genç bir anne, 18 yaşında Gülderen, 15 yaşında Ömer, 12 yaşında Öner ve 2,5 yaşında Sema adlı yavruları kalmıştı. Sabaha karşı Esma hanımefendinin çocukları ile oturdukları evin kapısının altında küçük bir pusula atıldı. Kâğıtta “Binbaşı’mı bu sabaha karşı öldürdüler, başınız sağ olsun” yazılıydı.
Sonraki günlerde, yıllarda idam edilmiş bu iki devrimci askerden adeta hiç söz edilmedi. Üzerilerine sinsice bir şal örtüldü. Yiğit arkadaşımız Deniz Gezmişlerin idamı mecliste oylanırken “ Üç bizden gitti” “Üç de onlardan alacağız” diye salyaları akarak nara atanlar bile bu iki devrimci askerin idamını bir sır gibi sakladılar. Siyasal iktidarın can damarına kadar sokulmuş “Ordu Gençliği’nin” bu iki devrimci komutanı susuşa uğratıldı. Çünkü daha “ Ordu Gençliği” ile hesaplaşmaları bitmemişti. Oyun içinde “ büyük oyun” yapacaklardı.
1944 yılında Kara Harp Okulu’ndan Süvari Teğmeni olarak mezun olan Fethi Gürcan ülkenin dört bir tarafında görev yapmış çalışkanlığı, dürüstlüğü ve yurtseverliğiyle gittiği her birlikte derin izler bırakmıştır. Dost olduğu ve çok iyi bindiği atlarıyla uluslararası yarışmalarda ülkesini başarıyla temsil etmiş ve birincilikler kazandırmıştır. 27 Mayıs öncesi öğrenci olaylarında Ankara sıkıyönetim komutanının gösteri yapan öğrencileri dağıtmak üzere verdiği “ateş açın” emrine karşı, askerin önüne geçerek “ateş etmeyin” emrini veren yiğit Yüzbaşı Gürcan, 27 Mayıs gecesinin de isimsiz kahramanlarının başında yer alır. Yüzbaşı Gürcan o gece, süvari arkadaşlarının başında Muhafız Alayı'nı etkisiz hale getirerek Çankaya Köşkü’nü ele geçirmiştir. Onun siyasi kariyerle hiç arası olmamıştır, görevini başarıyla yerine getirdikten sonra hemen yine birliğindeki atlarının yanına dönmüştür.
27 Mayıs politik devriminin İsmet Paşa’nın kurmaylığında kuşatılarak egemen sınıfın yörüngesine çekilme siyasetine karşı çıkan “Ordu Gençliği’nin” 22 Şubat direnişine katılan Binbaşı Fethi Gürcan, Harp Okulu komutanı ve direnişin gerçek lideri Albay Talat Aydemir ile birlikte bu olaydan sonra emekli edilmiştir. Bir yıl kadar sonra sonuna kadar sadık kaldığı komutanı Talat Aydemir ile birlikte resmi elbiselerini yeniden giyerek bu kez hiyerarşi dışında genç subay ve Harbiyeliler ile birlikte, 21 Mayıs 1963’te başkaldırarak 27 Mayıs politik devriminin yarım kalmış hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla iktidara yürümüşlerdir. Başkaldırının askeri komutanı kararlı, cesur ve yiğit subay Binbaşı Gürcan Ankara’da ayak basmadık yer bırakmamacasına birliklere ve Harbiyelilere kumanda etmiş ve son dakikaya kadar cesaretinden ve kararlılığından bir şey kaybetmeden mücadeleye devam etmiştir.
27 Mayıs politik devrimini izleyen yıllar, Türkiye Sol Hareketi’nin tarihinde önemli bir kilometre taşıdır. 1961 Anayasası'nın da sağladığı demokratik haklar ışığında Türkiye’de sol ilk defa kitlesel bir varlık olma olanağına kavuşmuştur. O tarihe kadar cinayet sayılan sosyalizm gün yüzüne çıkmış ve TİP kurulmuştur. Öğrenci gençliğin tarihindeki en güçlü kuruluşu olan Dev-Genç bu süreçte kurulmuştur. Ve ilk kez toplu sözleşme ve grev hakkını elde eden işçi hareketi 15 – 16 Haziran büyük işçi direnişine kadar yükselen bir mücadele süreci yaşamıştır.
Ülkemizdeki yoksul yığınlara, devrimcilere tüm bu imkânları sunan bu “Ordu Gençliği” demokrasisinin sırrı nedir? Bu gücü hangi sosyal ve tarihsel nedenlerden almaktadır?
Doğu toplumlarının alınyazısına uğursuz damgasını vuran sınıflı tefeci-bezirgân medeniyetler, ilk Irak kentlerinde ortaya çıktıkları andan itibaren, sınıfsız ilkel komünal toplumun insanlığa kazandırdığı özgür, eşit, gerçekçi işleyişleri baskı altına almışlar ve insan ruhunu küstürmüşlerdir. Yani her sınıflı medeniyet, toplum sınıflarını ortaya çıkardığı an insan unutulmuştur. Bu unutuş, şark toplumunda kim olursa olsun, başa geçen en alçak kişinin önünde hemen toplumun kul köle kesilmesi sonucunu getirmiş ve insanı un ufak etmiştir. Bu zorbalık karşısında üretici halk yığınları ister istemez “Batıni: (gizli)” doktrinler karanlığına sığınmıştır.
Doğu medeniyetlerinde tefeci-bezirgân sermeyenin azgınlaşması diğer boyutuyla da ortaçağ karanlığını kökünden kazıyacak serbest rekabetçi bir kapitalist sınıfın oluşmasını engellemiş, oluşan da batakçı, hazır yiyici, asalak ve komprador bir nitelik almıştır.
Bu tefeci-bezirgân medeniyetler karanlığında, ikide bir Orta Asya’dan zuhur eden ilkel komüne yapılı göçebe akınları yani tarih öncesinin ilkel sosyalist yapıları (özgür + yiğit + eşit + doğru) insan malzemeleriyle çürüyen toplumu yeniden insanlaştırma yolunda, gelip geçici de olsa bir dirimsel güç olma işlevini görmüşlerdir.
Bu ilkel komüne yapıların en temel unsurlarından biri olan “Horasan Erenleri” yani “Kam’lar” :Baba İlyaslar, Baba İshaklar, Taptuk Emreler, Yunuslar, Ahi Evrenler, Şeyh Edebaliler, Hacı Bektaşlar, 12. ve 13. yüzyılda insanı paçavralaşmaya mahkûm eden tefeci-bezirgân gericiliğine karşı hem: insanlaşmanın hem de: üretici hür köylü ve manifaktür (ahilik) teşkilatlanmalarının da öncülüğünü yapmışlardır.
Bugün topluma sunacağımız projelerimizin en başında yer alması gereken insanlaşma-özgürleşme-modernleşme atağımızdan söz açacak olursak, kendi tarihimizdeki, ilkel komüne gelenek görenekli yapıların topluma kazandırdığı birikimler tarihsel arka planımızdır. Bu bakış aynı zamanda bizim tarihsel köklerimizle buluşmamız anlamına gelmektedir ve bizi her bakımdan zenginleştirecektir. İkinci Cumhuriyetçilerin: “Jön Türklerin Prens Sabahattin kanadı-Hürriyet İtilaf-İkinci Grup (Birinci Büyük Millet Meclisi’nde, Müdafaa-ı Hukuk cemiyetlerinde) - Terakkiperver Fırka - Serbest Fırka-Demokrat Parti-Adalet Partisi-ANAP” şeklinde oluşturdukları zincir serbest rekabetçi dönemi yaşayamamış dışa bağımlı, batakçı komprador bir sınıfın demokrasiye özellikle vatan ve millete nasıl kolayca ihanet ettiklerinin bir tarihidir.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı İkinci Kuvayi Milliyeciliğimiz adlı eserinde İnkılap-İrtica bölümünde bu konu ile ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır “Yerli İrticaı temsil eden bir avuç (tefeci-bezirgan) kapitülasyonlar mekanizmasıyla ecnebi sermayenin gizli, açık soygununa ortak çıkmayı ar değil kar saydıkça, milletin bütününe bağlı Türk ordusu, dirlik düzeninden kalma (halkla beraberlik) geleneklerini dirilterek milli kurtuluşa yol açtı. Bizde irtica oligarşisi ne zaman ecnebi hayranlığına teslim olduysa, o zaman ordu hemen milletle kaynaşıp inkılaptan yana geçti. Çünkü milletimizin ayakta kalan (şuurlu ve teşkilatlı) biricik parçası ordu idi.

Alemdar Mustafa Paşa’dan Mustafa Kemal Paşa’ya , Cemal Gürsel Paşa’ya kadar: Rusçuk yaranından milli kurtuluş komitesine kadar ileri gidişimizin vurucu gücü, halk çocuklarımızın güttüğü ordu oldu. Osmanlı çöküş devrinde (sanki ecnebi sermayeye kul olacakları bilinmiş gibi) adlarının başına birer “abd” (kul, köle) sözü bulunan padişahların (Abdülmecit, Abdülaziz, Abdülhamit) istibdatları boyunca, vatan ve hürriyet aşkına asker ocakları (Kuleli, Tıbbiye, Harbiye) beşik oldu. 1876’da Abdülaziz’i tahttan indiren, 1908’de Meşrutiyeti dağda ilan edip Abdülhamit’i tahtından indiren, 1919-1923’de istiklal savaşıyla saltanatı müzeye kaldıran hep o genç ordumuzdu.”

Bu tespitten sonra iki noktanın altını çizebiliriz.
1. Tabii ki biz bu yazıda “ordu” derken, her zaman “Ordu Gençliği’nden” söz ediyoruz. Yoksa “ordu fosilleri” ile bunun, bahsini ettiğimiz “ordunun” bir ilişkisi yoktur.
2. Geleneksel aydın eylemciliğinden söz ederken: “Laleyi isterse soylu bir çiçek, dilerse boynuna takılmış kızgın demir anlamına çekiverir. Sen edebiyata, şiire, müziğe, tiyatroya, romana, davula, zurnaya bak” cinsinden şark aydınlarından ve onların arada sırada bize “başöğretmenlik” yapan “nöbetçi aydın” tavırlarından söz etmiyoruz. Bizim bahsettiğimiz ülkenin bunalım konaklarında daha ziyade davranış özelliği gösteren bu uğurda her şeyini fedaya hazır tarihsel ve soysal devrimcilerdir.
İşte devrimci Binbaşı Fethi Gürcan ve arkadaşları bu “Ordu Gençliği” eylemciliğinin en yiğit halkalarından biridir. Onlar Türkiye tarihinde bir kilometre taşı olmuşlardır. Bir yanlarıyla: 27 Mayıs politik devrimiyle başlayan ordu gençliği demokrasisi diye adlandırabileceğimiz bir dönemin yaratıcısı ve teminatı olmuşlardır. Diğer yanlarıyla da devrimci birikimleri korumak anlamında silahlı ayaklanma yaparak iktidara yürümüşler ve yenilmişlerdir. Bu genç subayların topluma kazandırdığı 61 Anayasası ve demokratik haklar, 1980’lere kadar etkisini gösteren güçlü bir devrimci hareketin doğmasına neden olmuştur.
12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül Darbesi 27 Mayıs politik devrimi ile başlayan süreçte elde edilmiş bütün devrimci birikimlere düşmanca saldırmış bir NATO planıdır. Egemen sınıfların, parlamentodan bile geçiremedikleri “ekonomik önlemlerin” yolunu sonuna kadar açmış bir uygulamadır. “Çağ atlıyoruz” diyerek Türkiye halkının çanına ot tıkamışlardır. Bugün toplum olarak ortada duran perişanlığımız, yoksulluğumuz ve çürümüşlüğümüz hep bu politikanın sonucudur. ABD emperyalizmi tüm bu sonuçlarla tatmin olmayıp ülkemizi Ortadoğu batağı içine iyice çekmeye uğraşmaktadır. 1946'lardan bu yana emperyalizmin torbasına sokulan ve onun fedaisi haline dönüştürülen ülkemiz, bu kere de tam olarak bitirilmek istenmektedir.
Tam da Fethi Gürcan’ların zamanıdır. Bu yiğit devrimcinin insani vasıfları, mücadele azmi ve de “Türk halkının kaderi tarih boyunca aldatılmışlığın serüvenidir.” Diyerek aldatılmışlığın üzerine yiğitçe yürümesiyle yolumuzu aydınlatmaktadır.
Son sözü yine büyük usta Kıvılcımlı ile bağlayacak olursak, “başlangıçta İNSAN vardı: Her insan öteki insanla eşit Sosyalistti. Bu iyi anlaşılmadıkça, öne sürülecek her düşünce ve davranış, yalan, korku ve köleliktir”
SARP KURAY

Kosova'da Gergin Bekleyiş383134 73770 oSırbistan Başbakanı Vojislav Koştunica'nın, Kosova Meydan Muharebesi'nin 617. yıldönümü nedeniyle Kosova'yı ziyaret edeceğini bildirmesi, Kosovalılar'da büyük tepkiye neden oldu.

Birleşmiş Milletler Kosova Misyonu'ndan (UNMIK) izin alan Sırbistan Başbakanı Koştunica, Çarşamba günü Kosova'yı ziyaret edecek ve 1389 yılında Osmanlı ile Sırp ordularının çarpıştığı, Osmanlı'nın zaferiyle sonuçlanan Kosova Meydan Muharebesi'nin yıldönümü nedeniyle yapılacak ayine katılacak. Koştunica'nın Kosova'ya bu vesile ile gelişi, 1989 yılında yine aynı sebeple Kosova'ya gelen, "Balkanlar'ın kasabı" olarak bilinen Slobodan Miloşeviç'in savaş haykırışları yaptığı olayı hatırlatıyor. Kosovalılar, Koştunica'nın Kosova konusunda, Miloşeviç'in politikasını sürdürdüğüne inanıyor. Üstelik Koştunica, Demokrat Parti'nin lideri olarak Kosova'da Kosova Kurtuluş ordusu (UÇK) ile Sırp Ordusu arasında savaşın başladığı 1998 yılında Drenica bölgesinde Arnavutlar'ı katleden Sırp paramiliter birliklerini ziyaret etmiş ve silahla resim çektirmişti.

Bu arada UNMIK karşıtı eylemleriyle tanınan 'Kendin Karar Al Hareketi', Çarşamba günü Sırbistan Başbakanı'nın Kosova'ya giriş yapacağı Merdare Sınır Kapısı'nda eylem yapacağını bildirdi. 'Kendin Karar Al Hareketi' lideri Albin Kurti, düzenlediği basın toplantısında, Koştunica'nın geçeceği yolların kapatılması için Kosovalılar'a çağrıda bulundu.
Son düzenleyen taşkalpli; 28 Haziran 2006 10:13 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
taşkalpli - avatarı
taşkalpli
Ziyaretçi
28 Haziran 2006       Mesaj #140
taşkalpli - avatarı
Ziyaretçi
kibrislogo

EROL MANİSALI Kıbrıs Sorunu mu? Yoksa...
Tarih:
Konu:

- KKTC üzerinden izolasyonu nasıl kaldırırız?

Biz sözümüzü tuttuk, onlar da sözünü tutsun... Kıbrıs üzerinde konuşan, yazan, çizen kimilerinin ''Kıbrıs sorununa bakışı'' böyle. Güler misiniz ağlar mısınız...

- Türkiye bir devletse çözümleri kendi üretir ve elindeki bütün olanakları seferber ederek bunun pazarlığını yapar. Hükümetlerin esas görevi budur.

- ''Biz sözümüzü tuttuk şimdi de onlar tutsun'' kadar ''safça'' ! bir ifade ancak bir oymakta izciler arasında söz konusudur.

- Uluslararası ilişkilerde söz tutma, dış politikayı ve diplomasiyi ''lades oyunu'' ile karıştırmaktan başka bir şey değildir.

Kıbrıs, nasıl sorun olmazdı?

1) Eğer Rumlar Aralık 1963'te Londra ve Zürih antlaşmalarını ortadan kaldırmak için Türklere saldırıp soykırım girişimlerinde bulunmasalardı...

2) Eğer ABD Başkanı L. Johnson 1964'te İnönü 'ye gönderdiği mektupla, ''Adadaki Türkleri ve haklarınızı unutun'' anlamını taşıyan bir ültimatom-mektup göndermeseydi...

3) Eğer 1963-1974 döneminde Birleşmiş Milletler'i yöneten büyük devletler, Yunan (ve Batı) yanlısı bir tutum izlemesiydi...

4) Eğer ABD ve Atina'daki Albaylar Cuntası, ''Üçüncü Dünyacı Makaryos' u devirmek için'' Nikos Samson adında bir terörist ve Türk düşmanı katili kiralayıp bir taşla iki kuş vurmak için Kıbrıs adasına göndermeselerdi...

5) Eğer 20 Temmuz 1974'ten sonra zamanla, adada fiilen oluşan iki devlete ABD ve AB eşit yaklaşsaydı...

6) Eğer 1991'de Sovyetler Birliği dağılınca Batı ve Hıristiyanlık âlemi, Türkiye'yi Kıbrıs adasından tasfiye politikasını işletmeye başlamasaydı; ve Ortadoğu'ya yeni bir harita çizmek istemeseydi...

7) Eğer 6 Mart 1995'te Tansu Çiller-Karayalçın ikilisi Gümrük Birliği belgesini imzalayıp bir yandan Türkiye'yi kumalığa sürüklerken öte yandan Rumların AB yolunu açmasaydı...

8) Eğer Aralık 1999 Helsinki Doruğu'nda Ecevit, yanındakiler tarafından kandırılmasaydı...

9) Eğer 2002 Kopenhag AB Doruğu'nda Alman ve Danimarka dışişleri bakanları salonda gazetecilerin önünde, ''Türkiye'yi önce uyutalım sonra da unuturuz'' dediklerinde, TBMM'nin ve hükümetin vatansever, Atatürksever, namussever ve dindar çok sayın üyeleri, ''Bu adamlar ne diyorlar'' diyerek meselenin üzerine gitseydi...

10) Eğer 3 Kasım 2002 seçimlerinin hemen ardından Tayyip Erdoğan, ''Bu iş Denktaş 'la olmaz, 40 yıllık Kıbrıs politikamız değişecek'' diyerek kolları sıvamasaydı...

11) Eğer AKP hükümeti Washington, Brüksel ve Atina ile işbirliği içinde Annan Planı'nı kabul ederek M. Ali Talat ve zihniyetini adaya taşımasaydı...

12) Eğer 1 Mayıs 2004'te AB, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni (Rumların) adanın bütününü temsilen tam üyeliğe alırken AKP hükümeti ''Bu durum uluslararası anlaşmalara aykırıdır, izin vermem'' deseydi...

13) Eğer AKP hükümeti 17 Aralık 2004'te AB ile bir anlaşma yaparak, ''Kıbrıs Cumhuriyeti'nin (Rumların) karşısına görüşmelerde bir uslu çocuk gibi oturmayı kabul etmeseydi...''

Kıbrıs sorunu gibi bir sorun tabii ki olamazdı.

Kıbrıs sorunu nedir?

Kıbrıs sorunu, Türkiye'nin emperyalizmle yüzleşmesi sorunudur. Batı'nın Kürdistan projesinde, yapay Ermeni soykırım tasarılarında, minyatür Ortodoks Fener Patrikhanesi (Devleti) projelerinde olduğu gibi Türkiye emperyalizmle yüzleşmek ve karşı koymak zorundadır.

Sorun Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, Ermeni, Patrikhane sorunları değildir. Sorun, Türkiye'nin Batı emperyalizmince bir taraftan sömürgeleştirilirken diğer yandan da ezilme sorunudur.

Bu gerçeğin artık görülmesi gerekir... Kıbrıs olayları sadece bir turnusol kâğıdıdır.


www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali



Bu haberi okuyup da Atatürk'ün Gençliğe Hitabe'sini hatırlamamak mümkün mü? Sanki bugünleri görmüşçesine konuşuyor Atatürk;

....
İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır....
....
İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Türk ordusunda general rütbesine ulaşmış biri nasıl olur da askerimize çuval geçirenlerle böylesine hain bir işbirliği içine girebilir? Bunu benim aklım kabul etmiyor.Bu durumda o çuval geçirilen timi kimin sattığı da deşifre olmuyor mu? Sadece asker mi? Elbette değil,bu devleti temsil etmek gibi onurlu bir görevi yapmış vali,konsolos nasıl böylesine aşağılık bir işbirliğine girebilir kazanacakları 3-5 yüz bin dolar için? Anıtkabir'deki müzede okudukça tüylerimi diken diken eden bir telgraf var,ilk cümlesini okumak yetiyor bana; GECİKTİREN ASILACAKTIR....Atatürk üzerinden O'nun adına spekülasyon yapmak istemiyorum ama keşke yaşıyor olsa ve bu 3-5 yüz bin dolar uğruna bu işbirliğini yapan satılıklar için İstiklal Mahkemelerini tekrar kursa...
http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=166755
Paşa 'çuval geçiren Coni'nin ortağıÇuval krizinde Türk timinin başında bulunan emekli General Köksal Karabay'ın, Irak-Türkiye sınır güvenliğini sağlamak için kurulan ABD'li şirkete ortak olduğu ortaya çıktı.27 Haziran 2006 10:35Yazı boyutunu büyütmek için font size 12px font size 14px font size 16px font size 18px Medya Haber
Mutlu ÇÖLGEÇEN'in haberi
Irak'a ticaret yapan Türk TIR'ları 2007'den itibaren, Türk ortakları bulunan bir ABD'li güvenlik şirketi tarafından korunacak. ABD Savunma Bakanlığı'na (Pentagon) yakınlığı ile bilinen Black Hawk Security, bu amaçla Habur sınır kapısına yakın bir bölgeye güvenlik üssü inşa ediyor. Üs, 300 dönümlük arazi üzerine yapılacak. Yasa gereği Türkiye'de kurulan şirkete 'Black Hawk Uluslararası Güvenlik Hizmetleri AŞ' adı verildi. Kurucu ortakları arasında emekli Korgeneral Köksal Karabay, eski Diyarbakır Valisi Ahmet Cemil Serhadlı, eski New York Başkonsolosu Mehmet Nuri Ezen ile Türk-Amerikan İşadamları Derneği'nin eski üyesi Hüseyin Atkın, Aslan Yıldırım, Günay Hakkı Övünç gibi tanınmış isimler var.

HİSSE DAĞILIMI

ABD'li Black Hawk Security 910 bin YTL'lik 91 bin hisseye sahip olarak en büyük hissedar konumunda. Türk ortaklar arasında en büyük hisse ise Hüseyin Atkın'a ait. 28 bin 600 hissesi bulunan Atkın, 15 Mart'ta yapılan toplantıda Diyarbakır eski Valisi Ahmed Cemil Serhadlı'ya ait hisseleri de devralmış. Emekli Korgeneral Köksal Karabay, New York eski Başkonsolosu Mehmet Nuri Ezen ve Aslan Yıldırım 13 bin YTL'lik 13 biner hisseye sahip durumdalar. Günay Hakkı Övünç'ün hissesi de 6 bin 500.

Habur'a yakın Çalışkan Beldesi'nde 300 dönümlük araziyi satın alan şirket, arazideki hafriyat çalışmasına iki ay önce başladı. Çalışmalar 7 iş makinesi ve 20 kamyon tarafından yürütülüyor. 50 kişinin görev aldığı hafriyat çalışmaları sonbaharda tamamlanacak, üs 2007 yılında hizmete açılacak.

Üste helikopter pisti, hastane, park alanları ve çeşitli sosyal faaliyetleri kapsayan binalar bulunacak. Bunun dışında Türk TIR'larını koruyacak Hummer Jeep'ler burada yer alacak.

35 FİRMAYLA ANLAŞTI

Şirket şu ana kadar 400 kamyondan oluşan 35 Türk TIR şirketi ile anlaşma imzaladı. 2 yıllığına yapılan anlaşmalarda ücretlendirme risk bölgesine göre değişiyor. Anlaşma gereği Türk TIR'ları en az 10 kamyondan oluşan bir konvoy halinde yola çıkacak. Habur'dan hareket eden güvenlik konvoyunun ilk durağı Zaho olacak.

Üssün bir benzeri burada inşa edilecek. Habur ve Zaho'daki güvenlik üslerinde 250 personel görev yapacak. Bu personelin 50'si Türkiye'den, 200'ü ise Irak'ta yaşayan Türkmen, Arap ve Kürtler arasından belirlenecek. Personel maaşları 1000 ila 1500 dolar arasında değişecek.

SINIR DENETİMİNE TABİ

Black Hawk güvenlik şirketi, Türkiye'deki diğer güvenlik şirketlerinin tabi olduğu yasalara bağlı olarak çalışacak. Şirkete ait zırhlı araçlar sınır geçişlerinde gümrük denetimine tabi olacak. Beyana aykırı bir bildirimde bulunması halinde sözleşmesi feshedilecek. Şirketin güvenlik denetimleri jandarma bölgesinde jandarma, diğer bölgelerde emniyet tarafından yapılacak.


İki yıl önce TSK'dan emekli oldu

EMEKLİ Korgeneral Köksal Karabay, TSK'da son olarak 3'üncü Kolordu Komutanlığı görevinde bulundu. 2003 yılında terfi etmesi beklenen Karabay'ın görev süresi bir yıl uzatılmış, 2004 Yüksek Askeri Şura toplantısında Harp Adademileri Komutan Yardımcılığı'na atanarak ikinci defa görev süresi uzatılmasına rağmen devam etmemiş, 1 Eylül 2004 tarihinden itibaren emekliliğini istemişti. Karabay, Kuzey Irak'ta Türk subaylarının başına çuval geçirilmesiyle patlak veren skandalın yaşandığı günlerde Genelkurmay Harekat Başkanı idi.
Belediye Başkanı rahatsız

GÜVENLİK Üssü'nün kurulduğu Silopi ilçesi Çalışkan Beldesi'nin DYP'li Belediye Başkanı İsa Yiğit, üs konusunda yeterince bilgi alamamaktan rahatsız. Black Hawk şirketinin 100 dönümlük bir arazi için 300 milyar ödediğini belirten Başkan Yİğit, güvenlik boyutu ile ilgili bazı endişelerinin bulunduğunu söyledi.
Son düzenleyen taşkalpli; 28 Haziran 2006 10:40 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi

Benzer Konular

28 Ekim 2016 / ThinkerBeLL İletişim Bilimleri
20 Ekim 2015 / Jumong Genel Mesajlar
24 Ekim 2008 / CrasHofCinneT Bilgisayar
18 Kasım 2010 / ThinkerBeLL X-Sözlük
21 Şubat 2010 / ThinkerBeLL Bilim ww