Arama

Hayata Dair - Sayfa 122

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 267.603 Cevap: 1.657
FLaTiPuS - avatarı
FLaTiPuS
Ziyaretçi
14 Haziran 2008       Mesaj #1211
FLaTiPuS - avatarı
Ziyaretçi
sevineyim mi üzüleyim mi yaaa...
şu anda sevdiğim güzümün önünde, arkadaşlarıyla oynuyor.
Sponsorlu Bağlantılar
ben onu görüyorum perdenin arkasından, ama o beni göremiyor
şimdi perdeyi açıp görünsem mi yoksa her zamanki gibi gizli mi kalsam bilemiyorum
????
AlCoLiC - avatarı
AlCoLiC
Ziyaretçi
15 Haziran 2008       Mesaj #1212
AlCoLiC - avatarı
Ziyaretçi
hayat yasanabildigi kadar güzeldir........
Sponsorlu Bağlantılar
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
16 Haziran 2008       Mesaj #1213
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Sordum Hayat Nedir? Dediler ki;

Hayat mutlu yaşamaktır
Ölüme hazır olmaktır
Hayat değer vermektir
Dost kıymetin bilmektir
Hayat su gibi akmaktır
Ve denize kavuşmaktır
Hayat bir limandır
Kısa bir zamandır
Hayat yaşamayı bilmektir
Şehadet ederek ölmektir
Hayat bir içim sudur
Yaşama tutkusudur
Hayat ertelemedir
Bilinmez neye gebedir
Hayat bir tutkudur
Allah’ın lutfudur
Hayat aşık olmaktır
Bir yere tutunmaktır
Hayat hep merak etmektir
Merakını gidermektir
Hayat hazırlanmaktır
Birazcık zorlanmaktır
Hayat nefes alıp vermektir
Ölürken günahsız ölmektir
Hayat bilmediğini bilmektir
Ve öğrenmeye devam etmektir
Hayat elinle kalem tutmaktır
Hakkıyla talebe okutmaktır
Hayat bir misyon yüklenmektir
Sabırsızlıkla beklenmektir
Hayat ölümü bilmektir
Ölüme gülümsemektir
Hayat dimdik durmaktır
Haktan yana olmaktır
Hayat bir süre yaya yürümektir
Yaşlanıp ayağını sürümektir
Hayat herkese selam vermektir
Tüm insanlara gülümsemektir
Hayat günahlara dalmaktır
Sonra dönüp pişman olmaktır
Hayat yaşarken uyumaktır
Ancak ölümle uyanmaktır
Hayat bir gaflete dalmaktır
Kendinden intikam almaktır
Hayat candır canandır
Allah’a kul olmandır
Hayat yaşamaktır
Hep canlı olmaktır
Hayat kısa bir çizgidir
Ya da yanık bir ezgidir
Hayat insanları sevmektir
Güzel yaşamak ve ölmektir
Hayatın manevi bir yönü vardır
Hayat ölümle son bulmayacaktır
Hayat yokuşa tırmanmaktır
Her şeyi hak edip almaktır
Hayat bir alış veriştir
Belki karlı bir iştir
Hayat belki her şeydir
Belki de hiçbir şeydir
Hayat zorlu bir imtihandır
Ölüm zilin çaldığı andır
Hayat sorumluluktur
Sosuz bir mutluluktur
Hayat yemek içmektir
Nefsani bir istektir
Hayat yaşamaktır
Yaşamak sanattır
Hayat bence paradır
Parasız hayat çok zordur
Hayat sağlıktır, sevgi, saygıdır
Yarına duyulan derin kaygıdır
Hayat hoşgörüdür ve özgürlüktür
Hayattan ders almamak bir körlüktür
Hayat kimine göre kafayı çekmektir
Sarhoş olup demlenip kendinden geçmektir
Tiryakiye sorarsan derin bir nefes almaktır
Çıkan acı dumanda keyifle boğulmaktır
Hayat yerle gök arasında sıkışıp kalmaktır
Geçmişten ders alıp, geleceğe uzanmaktır
Hayat her gün dikleşen merdiveni çıkmaktır
Her gün doğan yeni güne umutla bakmaktır
Hayat bize verilen sınırlı bir zamandır
Aslında bizim için ÇETİN bir imtihandır
Hayat mezardan sonrasını görmektir
O günler için bonus biriktirmektir


28/12/ 06
Muzaffer Çetin
LaDymm - avatarı
LaDymm
Ziyaretçi
18 Haziran 2008       Mesaj #1214
LaDymm - avatarı
Ziyaretçi
Canım Dünya
Şehir, şehirdir, köy, köy;
Adamlarından, işlerinden belli.
Bura dağ, ora deniz
Ovalar hepten sahipli.
Düşünseniz şöyle bir,
Eller bağlı, ayaklar özgür.
Neden yağlı değil enseniz?
Ama saçlarınız gür.
Boyunlar çöp, yüzler sarı
Kim kime, tum tuma
Göz açtırmaz fırtına, kum
Canım dünya Oğuz Tansel..
soulpower - avatarı
soulpower
Ziyaretçi
21 Haziran 2008       Mesaj #1215
soulpower - avatarı
Ziyaretçi
Kısa Bir Öyküdür Hayat

kısa bir öyküdür hayat
uğruna upuzun acılar çektiğimiz
kısa bir türküdür
bir kez daha söylemek için delirdiğimiz


YILMAZ ODABASI
e.t.i.c.h.e.t - avatarı
e.t.i.c.h.e.t
Ziyaretçi
23 Haziran 2008       Mesaj #1216
e.t.i.c.h.e.t - avatarı
Ziyaretçi
bir yer yüzü olmalı içine sığabileceğin,
bir gökyüzü olmalı içinde düşlerinin
bir umut olmalı içine korku girebilecek
bir kalbin olmalı,korkunu unutturan sığabilecek...

prodeced by etichet
MYDMR - avatarı
MYDMR
Ziyaretçi
28 Haziran 2008       Mesaj #1217
MYDMR - avatarı
Ziyaretçi
Kalp hastasını iyileştiren bir aşk, insanı kalp hastası eden aşklar ve günün anlam ve önemine dair bir şiir
Yıllar öncesinin bir gazete haberiydi... Sene 1998... Hiçbir zaman aşık olmamakla övünen Trevor Panther isimli 47 yaşındaki bir İngiliz bar fedaisi, günlerini Harley Davidson motorunun üzerinde geçirirken bir gün 16 yaşındaki sara Young ile tanışır. Bu tanışma onun hayatının dönüm noktası olur ve evlenmeye karar verirler. Ancak kader oyunun oynar ve Trevor bir kalp krizi geçirir. Doktorlar aort damarı çatlayan Trevor için oldukça ümitsiz konuşurlar. Hatta ömrü için zaman da biçerler: bir geceyi çıkaramaz! Gözü yaşlı Sara, her şeye rağmen düğün hazırlıklarını tamamlar ve hastaneden aldığı özel izinle aynı gün “ölüm döşeğindeki” Trevor’la evlenir. Herkes Sara’ya deli gözüyle bakar ama aşk bir kez daha gücünü gösterir ve Trevor yavaş yavaş iyileşmeye başlar. Sara’ya sırılsıklam aşık olan Trevor: “O’nun aşkıyla yaşıyorum. Daha da yaşayacağım!” der.

2005 yılında aşk, bu kez karşımıza Türkiye’de çıkıyor. Yine bir gazete haberi... Kastamonu’lu Abdullah Çorbacı, 1955 yılında İstanbul’a gider ve orada Fatma Toprak’la tanışır. Birbirlerine görür görmez aşık olurlar. Evlenmeye karar verirler. Ancak Fatma Hanım, Abdullah Bey’den tam 13 yaş büyüktü ve yeni boşanmıştı. Henüz 21 yaşında olan Abdullah Bey’in ailesi bu izdivaca kesinlikle karşı çıkar. Fatma Toprak, bu engele fazla karşı koyamadı ve sevdiği adamın başkasıyla evlenmesi için kenara çekildi. Hatta ona düğün yapması için para bile gönderdi. Abdullah Bey ailesinin zoruyla evlenmiş ancak Fatma Hanım’ı hiç unutamamıştı. Her gece gizlice onun resimlerine bakıyor ve gönlünü avutuyordu. Aradan yıllar geçti. Emekli olup sevdiği adamın köyüne yerleşen Fatma Hanım, aldığı ikramiyeyle Abdullah Bey’in bir traktör almasını bile sağlamıştı. Derken bir gün Abdullah Bey’in eşi vefat etti. Artık kavuşmaları için hiçbir engel kalmamıştı. Ve 71 yaşındaki Abdullah Bey ile 84 yaşındaki Fatma Hanım 2005 yılının yaz aylarında evleniverdiler!

Düşündürücü... Gerçekten de oldukça düşündürücü... Günümüzde sanallaşan hatta bir efsane olarak adlandırılan aşk birden iki gazete haberiyle karşımıza çıkıyor işte böyle. Oysa biz neler düşünmüştük değil mi şimdiye değin? Aslında aşk da yoklar, o eskidendi mirim’ler, aşk mı, o da ne ki’ler?.. Yaşadıklarımız değil bir hastayı iyileştirmek şöyle dursun bazen bir iyiyi hasta edecek kadar üzücü olabiliyordu. Biz aşkı sadece filmlerde var sanıyorduk. Ve ümidimiz iyiden iyiye azalmıştı. Bravo Sara ve Trevor’a, bravo Fatma Hanım ve Abdullah Bey’e! Bize aşkın var olduğunu, hem de her şeye karşın var olduğunu kanıtladılar... Ne mutlu onlara! Ne mutlu bize!

Yitirdiğimiz değerler ne kadar çokmuş diye düşünüyor insan böyle durumlarda. Ne kadar katılaşmışız. Bazen, olur a, yanlışlıkla güneş açtığında, biraz erimeye başlayınca buzlarımız, ta dipte, aysbergin görünmeyen yüzünü fark ediyor ve ne kadar donduğumuzu anlıyoruz. Yaşam tuhaf bir şekilde yanımızdan güle oynaya geçiyor. Biz sessiz ve sakin ama buz gibi soğuk sularda küçük buz adacıkları gibi yavaş yavaş hareket ediyoruz. İnanın, nerede, nasıl ve kim olursak olalım, yazık ediyoruz... Güvenmediğimiz için yazık ediyoruz... Güvenemediğimiz için yazık ediyoruz... Güvenenlerin güvenlerini yıktığımız için yazık ediyoruz... Sevemediğimiz için yazık ediyoruz... Sevenlere izin vermediğimiz için yazık ediyoruz... En çok da içimizde olanca gücüyle bağırıp duran ve hiç susmayan çocuğa yazık ediyoruz... Kısacası... Kendimize yazık ediyoruz! Üstelik yalnızca ve yalnızca kendi eksenimiz etrafında dönüp duruyor, yalnız kendi acılarımızla acılanıyoruz... Yaşama yazık ediyoruz!


ANGİNA PEKTORİS

Yarısı burdaysa kalbimin
yarısı Çin’dedir, doktor.
Sarınehre doğru akan
ordunun içindedir.
Sonra her şafak vakti, doktor,
her şafak vakti kalbim
Yunanistan’da kurşuna diziliyor.
Sonra, bizim burda mahkumlar uykuya varıp
revirden el ayak çekilince
kalbim Çamlıca’da harap bir konaktadır
her gece doktor.
Sonra, şu on yıldan bu yana
benim, fakir milletime ikram edebildiğim
bir tek elmam var elimde, doktor,
bir kırmızı elma:
kalbim...
Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
İşte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden
bende bu angina pektoris...

Bakıyorum geceye demirden
Ve iman tahtamın üstündeki baskıya rağmen
Kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor...

NAZIM HİKMET- 1948

DİP NOT: Kör olan aşk değildir, o, gerekli olanı görür
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
30 Haziran 2008       Mesaj #1218
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Kutsal katında sıkkındı Tanrı...
Dev aynasının karşısında oturmuş elindeki taşlarla oynuyordu.
Yine böyle sıkıntılı bir anında yarattığı insanoğlu, başlıbaşına sıkıntı vesilesi haline gelmişti.
Kulları aşağıda yoksul, yalnız ve mutsuzdu.
Acı çekiyor, kan döküyor, eziyor, öldürüyorlardı. Sevgiden ziyade nefret kusuyor, sevaba değil günaha sarılıyorlardı.
Şeytan, zulmün bayrağını dikmişti yerküreye...
"Bıktım" diye mırıldandı Kainatın Efendisi, "...yoruldum asırlardır aynı filmi görmekten! Bilseniz kaç nesilde böyle kaç savaş, kaç yangın izledim ben".
Kederle avucunda çevirdiği taşları, yerküreye doğru attı.
Taşlar, karanlıkta alevli ışıklar saçarak süzüldü aşağı...

* * *
Aşağıda umutla pencerelere üşüştü biçare Ademoğulları...
Kainatın ışıkla dansı başlamıştı.
Bu ışıltılı "yıldız yağmuru"na türlü çeşit manalar vehmettiler.
Toprağa yan yana uzanıp gözlerini gökyüzüne diktiler ve kayan her yıldız için ayrı dilek tuttular:
"Sevdiğime kavuşayım" dedi biri, "Yoksulluktan kurtulayım" diye yalvardı öteki...
Gökyüzünün "taş yağmuru"nu, yeryüzü "dilek yağmuru" ile yanıtladı sanki:
"Acı çekmeyeyim", "Yalnız kalmayayım", "Mutsuz olmayayım".


* *

Acı acı güldü Tanrı yukarıda...
"Ah kullarım" dedi, "Buradan ne kadar da zavallı görünüyorsunuz.
Göktaşları, gözyaşlarını dindirir mi sanıyorsunuz.
Bu mu onca asırda yaratabildiğiniz uygarlık?
Yağanın taş olduğunu biliyor, ama hala o taşlardan medet umuyorsunuz. Derdinizin devasını onlarda arıyorsunuz.
Oysa attığım taşlardan duvarlar ören sizsiniz. Birbirinin önüne setler çeken siz...
Alçakgönüllülük istedim sizlerden; gönülsüz davrandınız, geriye kala kala sadece alçaklık kaldı".
"Ah zavallı ümmetim" diye dertlendi Tanrı,
"Yıldızlara baktığınız kadar, birbirlerinize baksanız çok daha mutlu olacaksınız.
Benimle konuştuğunuz kadar birbirlerinizle konuşsanız, hiç de böyle yalnız kalmayacaksınız.
Gökyüzünde arayıp durduğunuz çareyi kendinizde, birbirinizde bulacaksınız".

* * *
Sonra efkarla dev aynasına çevirdi yüzünü... Yalnızlığını savmak için onunla dertleşmeye başladı:
"Onca kalabalıkta kendilerini yalnız sanıyorlar. Asıl ebedi yalnızlığa mahkum olan benim, bilmiyorlar" diye iç geçirdi.
Aynada kendini süzdü uzun uzadıya...
Sonra aşağıya baktı.
Yeryüzünde çaresiz gözbebeklerinden uçsuz bucaksız bir samanyolu vardı.
Milyonlarca çift göz, yalnızlığından kurtulmak için umutla kendisine çevrilmiş bakıyordu.
Aniden aynasını çevirip dünyaya tuttu.
Milyonlarca ışıltılı gözbebeği yansıdı göğün yüzünden...
İnsanlar, gökkubbenin aynasında kendi gözbebeklerinin ışığını görüp, takımyıldızı sandılar.
"Tanrım, bu ne mucizevi güzellik, keşke biz de yıldızların gibi ışıldayabilsek" diyerek hayran hayran dilek tutup duaya daldılar.
Bulutlandı Tanrı'nın yüzü...
Tuvalindeki resme kızan bir ressam gibi; çevirdi aynasını geri...
Söndü gökkubbenin ışıkları...
Sabah oldu.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Temmuz 2008       Mesaj #1219
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mavi maviydi gökyüzü.
Pembemi pembeydi hayat.
Rüzgar gibi geçti,
Geçen neydi!
Gençliğimmiydi o giden?
Çocuktuk bir zamanlar,
Şimdi büyüdük,büyümekten birşeyler umarak.
Geçmişten kalan miras neydi?
Anılarmıydı arta kalan...
Ne geri dönebilirim
Ne fazla ileri gidebilirim.
Değişen dünya,
Birde insanlar!
Ya geriye kalanlar!
Yine dünya ve yeni insanlar..!



Kemal Kara
TiglonBoYs - avatarı
TiglonBoYs
Ziyaretçi
11 Temmuz 2008       Mesaj #1220
TiglonBoYs - avatarı
Ziyaretçi
salla taşlığa soyunan güneşe
Dere ile akan dolunaya
Ya da erotik duruşuna incirin
Çardakta buluşmanın günahına

Dişlerinden okunmalı sevincin

Hamarat bir kadının koynundan
Dökülen yaz meyveleri
Gibi yaşamın içerisinden
Bir sözcük edin ve çoğalt boyuna

Ah öyle ya bak unutmuşum
Bir de ölüm var arada
Yorgun kokusuyla bağbozumu
Ya da kuşların giz yolculuğu

Gülümse dişlerindeki ısırığa
Yüreğindeki tırnak izine
Gençlik dediğin de ne ki? Olsa olsa
Turuncu kokulu kır çiçeği

Düşlerinden okunmalı gönencin

Ah öyle ya hatırladım, bir de
Gül bozumu var arada

Ya da perilerin güz yorgunluğu

Musa Öz

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri