Arama

Hayata Dair - Sayfa 46

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 268.563 Cevap: 1.657
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Şubat 2007       Mesaj #451
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yolculuğa... O uzun, o zorlu, ama bizi iyileştirecek acıya doğru yolculuğa çıkarız umuduyla gitmiştim yanlarına bu gün de.. Heyecanlıydım, sabırsızdım, çocukluğun kutsallığından renkler kuşanmıştım üzerime...
Ama yanlarına vardığımda yüzlerinde sanki beni ıssız, karanlık ve balçıktan bir göle itmişler, sonra kurtarmayı çok isteseler de kurtaramamışlar gibi kirli gölgeler ve hak etmedikleri 'suçlu zevklerin' çürümüşlüğü vardı...
Sponsorlu Bağlantılar
Yine benimle ilgili gerçek düşüncelerini ben yokken konuşmuşlardı... Yanlarına geldiğimde ise benimle ilgili bütün gerçek düşüncelerini söyleyip bitirmişlerdi. Hayatına ortak oldukları, kararlarını etkiledikleri, dostluk oyunu oynadıkları birini arkasından kötüleyip, orada yokken onu balçıktan simsiyah bir göle atmak onları birbirlerine bağlayan, yakınlaştıran tek ortak şeydi neredeyse... Şimdi birlikteyken bana 'umutsuz bir hasta' gibi bakmaları biraz önceki suç ortaklığının tadını biraz daha uzatmak içindi sanki...
Ne tuhaf, onlarla birlikteyken biraz önce beni önce mahkum edip, ardından balçıktan karanlık bir göle attıklarını hissediyorum, ama böyle yapmaları sanki çok doğalmış gibi bunu onlara ya söyleyemiyorum. Neden ben çekip gitmiyorum yanlarından? Neden ihtiyaç duyuyorum onlara? Beni tekrar yok etmelerine neden katlanıyorum? Kurban olmaya alışkanlık mı bu? Yoksa onların benim celladım olduklarına mı inanmak istemiyorum bir türlü? Ya benim kaç kurbanım var? Yoksa şöyle ya da böyle ben de onlardan biri miyim?
Ben bu sorularla boğuşadurayım, onlarsa beni balçıktan, ıssız, karanlık bir göle atmış ve oradan gelmiş, ama yaptıkları bu infazı sanki biraz fazla ağır bulmuşlar gibi yüzüme bu hayata özgü çürümüş bir acıma duygusuyla bakıyorlar. Ben yanlarında yokken, karanlık bir gölde infaz edilme kararımı verirken bildikleri her şeyi, hayallerimi, yorumlama yeteneklerini koşuşturmuş, iç dünyalarının derinliklerine dalmış, şimdiyse yorgun ve yüzeye çıkmış gibi bir halleri var.
Bana ölümümü unutturmak için basit, günlük, sıradan şeylerden bahsediyorlar. Güldürmeye ve eğlendirmeye uğraşıyorlar akılları sıra. İçlerinde gururumu okşayan, bana umut vermeye çalışanlar bile var. Daha biraz önce karanlık ve ıssız bir göle attıkları birine umut vermek bu hayata özgü bir şey olsa gerek...
Bütün bu olup bitenleri bildiğimi hissettikleri halde davranışları hiç değişmiyor. Korkuyorum onlardan. Garip bir ürküntü veriyorlar bana. Söyledim ya, yine de ayrılmıyorum yanlarından. Garip, hastalıklı bir duygu yanlarında tutuyor beni. Belki de aralarından biri bu korku ve ölüm oyununu bir yerden bozar diye bekliyorum. Belki de herkes o kişiyi bekliyor sanıyorum... Ama sonra bu bekleyişimin balçıktan bir göle atılmama sebep olan yanılgılarımdan biri olduğunu anlıyorum. Çünkü artık biliyorum ki, bu oyunu hatırlatacak, yani bozacak kişiler gülüp oynuyor...
Anlaşılıyor, onlar burada bu hayatta kalacaklar. Yola çıkmak istemedikleri, asıl acıyla buluşmak istemedikleri çoktan belli. Çocukluklarından gelen o uzak, o sahici, ama artık kısılmış çığlığın sesini artık birçoğu hemen hiç duymuyor. Duyanlarsa bu tedirginlikten işledikleri bir iki cinayetten sonra kurtulacaklarını tahmin ediyorlar. Kendilerine bu çığlığı hatırlatan bütün insanları, anlamları ve duyguları bu hayattan kaldırmaya ant içmişler sanki.
Kötülükleri bile öyle gizli, öyle yorgun, öyle bencil ki, içlerinde saklı kalmış ve yaşayan tüm duygularını bir başkasının itilmişliğinde ve yenilgisinde yok etmeye çalışıyorlar ve sonra ona: biz her şeyi senin iyiliğin için yaptık, diyorlar. Kendi ölümlerini bile başkasına taşıtıyorlar. En yakın davrandıklarında bile son kez görüşür gibi bir halleri var. Ruhlarında bir atom savaşı sonrasındaki ölümcül ıssızlığa bile alıştırmış gibiler.
Yola çıkmak isteyenleri ise ısrarla, gidilecek yerde artık düşlenen hiçbir şey olmadığını, bu hayatın bütün hayatlardan daha güzel ve iyi olduğunu söylüyorlar. Gitmeye kalkanların dayanılmaz felaketlerle karşılaştıklarını, birçoğunun çıldırdığını anlatıyorlar..
Kim gözlerini kamaştırır, kim bu hayatın alternatifsiz olduğunu söylerse, onu 'en büyük sanatçı' ilan ediyorlar. Aldırmamak gerekiyor, çoğu zaman donuk ve kayıtsız gözüktüklerine; bu hayatta kalmak için hiç bu kadar kararlı hissetmemişlerdi kendilerini.
Her gün bir başka zehirli cemiyet yasaları yapıyorlar aralıksız. Tuzaklarla dolu yeni günlük hayat haritaları çiziyorlar durup dinlenmeden.
Ve asıl olarak düşünceleri, düşleri, bilinçleri ışık sızdıranları, kurtuluş yollarının üzerinin sürekli olarak kapatıldığını söyleyenleri, bu hayata uyum gösteremeyenleri büyük tehlike ilan edip onları en yakın çevrelerine yok ettiriyorlar... Çünkü her şey oluyorlar: arkadaş oluyor; sırdaş, komşu, akraba, okul arkadaşı, iş arkadaşı oluyorlar.... İçimizdeki kompleks, ihtiyacımız, takıntılarımız, umutlarımız, zaaflarımız, her şey, ama her şey oluyorlar...
Önce biz hep beraberiz, biz güçlü ve yakın bir çevreyiz duygusu uyandırıp sonra sanki gizli bir yerden emir almışçasına ansızın kayboluyorlar. Onca beraberliğin, onca yakınlığın bir anlamı, bir sürekliliği olduğunu yadsımamak istercesine. Sonra yine eskisi gibi ortaya çıkıyorlar. Sistemin ta kendisiyken, sistemden zarar gören, ezileni oynuyorlar...
Ve bütün bu maskeler, şaşırtmacalara, asıl acıya doğru yola çıkmak isteyenleri düşlerini, çocuksu umutlarını, çabucak ayaklanan duygularına karşı mahcup durumuna düşürüyor. Birçokları bu mahcubiyeti insanda soyluluk uyandıran bir akşamüstü hüznüne dönüştüremeyip tiksinti veriyorlar. Bir kalemde düşlerinden, umutlarından, duygularından...
Bu basit, bu kaba, bu derinlikten yoksun görünen hayatın arkasında süren o korkunç, o karmaşık ve amansız savaşı gizlemek için suçlarına ortak etmedikleri kimse kalmasın istiyorlar. Ve hayat, hayat olalı hiç bu kadar güçlü olmadıklarını da biliyorlar... Hiç bu kadar egemen...
Ama ne tuhaftır ki, gördükleri düşleri hiç unutmayan ve bizleri kurtaracak olan asıl acının bu hayatın dışında bir yerde olduğunu isyan dolu bir aşkla söyleyen çocuklardan gittikçe daha çok korkuyorlar...
featherrn6Cezmi ERSÖZ

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #452
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Kalkıp gidersen güzelim
Aramızda sevi kalsın
Sponsorlu Bağlantılar
Durma öyle
Hadi gel
Katıl sevgiye
Tekleştirelim bedenleri
Engelleri aşalım
Ve gün boyu
Tutkularda tutuşalım.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #453
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Haberimiz Yokmuş

Dostlarım,
Tanrı bizi korumuş
Bizim haberimiz bile yokmuş
Gelmişmiş, gelmişmiş...

Bilirsiniz,
Eski bir cumhurbaşkanımız
Bu kış komünizm gelecek, demişti ya...

Gelmiş geçmiş olsun dostlar
Gelmiş geçmiş olsun.
Başbakanımız söylemiş,
Bölgenin en son sosyalist rejimi
Bizdeymiş de onu da o yıkmış!

Haberimiz bile yokmuş,
Tanrı bizi korumuş.
green almond - avatarı
green almond
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #454
green almond - avatarı
Ziyaretçi
KELEBEKLER
Dört tane kelebek bir gün bir ateş görmüşler. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemişler. Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve üzerinin aydınlandığını görmüş. Arkadaşlarının yanına gelmiş ve:

--Bu ateş aydınlatıcı bir şey!, demiş..

İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş. Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş… Demiş ki:

--Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey!

Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, Biraz daha biraz daha yaklaşmış. Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla geri dönmüş… Şöyle demiş:

--Ve bu ateş yakıcı bir şey!

Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. Biraz yaklaşmış, aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş.

ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek "poff !" diye ortadan kayboluvermiş...

Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp söyleyememiş… Çünkü o kaybolmuş ateş içinde ve bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirmiş!...


GERÇEKLER
KÜÇÜK KIZ, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.

Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun
hiçde güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.

Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yıl içinde gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.

"Badem" dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.......

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.

Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi.

Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı. Ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.

Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı.
Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat
ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu.
Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.
Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü.

Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak

- Sanki yeniden dünyaya geldim!. dedi. Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış.
Estetik ameliyatı siz mi yaptınız?
Yaşlı doktor
- Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!. diye gülümsedi.

Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, O' nun gözünden gördün kendini!..


(sabredip okuduğunuz için teşekkürlerMsn Happy )


ALINTIDIR (her ikisi de!)

NOT:Lütfen eğer bu yazıları okuduysanız teşekkür edin.Bu sadece bir rica.Yazıların gerçek değerini ölçmek adına,lütfen bu yazı için,okumadan teşekkür etmeyin,lütfen..Bu çok önemliMsn Happy


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #455
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
soluğunda büyüsün çocukluğum......

-artık pantolonu mavisine dar,
esmer bir çocuktur HAYAT-

işte dönüp kendini vurdu aşk.
yazılsın adım
hüznün yoklamasına
"buradayım sözümde"

ki hala kanatsız bir kuş umuduyla
onarıyorum
ömrümün
kabuk bağlamış düşlerini


hala çocuk sanıyorum
yüzündeki o bin yıllık esareti....

kavgalar/yenilgiler büyütüyorum
bir yokluktayım/sessiz

-renkleri aşırıyor çocukluğum
güzel gözlü ölümlerden-
yaşadığım söyleniyor
ki ben
beceriksiz bir maktulüm senden beri....
düşün ki
hala rüzgarlar saklıyorum
şiirin mahreminde,
saçlarındaki isyana adanmış.

...
/ve/
artık
yitik bir ülkenin çıplak hayallerinde
zavallı bir çocuk cesediyim
eksik bir sevinç göğsümün çatalında...

sevgilim!
ne olur gel de bul beni....

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #456
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Seninle her ânım bir şölendi. Seni ilk tanıdığım günden beri… Sen benim şölen soframdın. O yıllar önceki, bir ışık gibi yaşamıma girdiğin günden beri. Atkuyruğu saçın, boğazlı uçuk pembe kazağın, seni tüm yaşamın boyunca hep göreceğim gibi, elinin altında tutkuyla okşadığın bir kitapla. Genç doktor adaylarını ağlarına düşürmek için her türlü kurnazca taktiği deneyen diğer kızların arasında duru bir suyu andıran ferah güzelliğin ve içten tavırlarınla ışık gibi, aydınlık bir sabah gibi girdin yaşamıma. Soluğunun havaya karıştığı her yer benim cennetimdi. Şimdi yaşamım bir cehennem. Önce iğnelerle, ilaçlarla ayakta duruyordum; şimdi içkinin o koyu, yoğun, zihnimi uyuşturan esrikliğine sığınıyorum. Ben eskiden bir seninle içerdim, bir de dost sofralarında. Şimdi yalnız içiyorum, ya da tanımadığım tatsız, varlığıyla yokluğu benim için bir insanlarla… Kendimi öldüresiye içiyorum. Cömert bir ****** gibi alkol; cömert, arsız, sakınmasız; istediğini veriyor sana ama için için de çürütüyor seni. Biliyorsun ki bardaktaki, dudağına götürmekte sabırsızlandığın şu ateşten sıvı aslında bir yalan. Onu hem istiyorsun, hem de asla güvenemeyeceğini, ondan kurtulman gerektiğini biliyorsun. Kanına giriyor, seni zehirliyor ama zehirlerken de acılarını unutturuyor. Hep orada, elini uzattığın anda seni kucaklamaya, avutmaya hazır. Kaçmıyor, terk etmiyor seni. Sen kaçtın, sen terk ettin beni. Hani bir şarkı vardı; “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın…” Sen beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın sevgili. Basamaksız, tutanaksız… Beni kör bir karanlığın içinde bırakıp gittin. Yönüm, günüm, güneşim yok artık. Aysız bir gecedeyim artık, dipsiz, kör bir gecede.
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
19 Şubat 2007       Mesaj #457
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
"HAYAT BAZEN TRAMPLENDEN

KENDİNİ ÖYLECE SALIVERMEKTİR SUYA"

Celal İnal
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
19 Şubat 2007       Mesaj #458
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
UNUTMAYI UNUTTUM

Gittiğin gün
Bütün ayrılıkların hesabı benden soruldu
Bütün acılı şarkıların
Bütün hazin sevdaların
Gittiğin gün
Her çiçeğe bir gözyaşı
Her kelebeğe bir ağıt
Bana da yüzlerce şiir düştü
Yazmaya mahkum
Gözlerin için..

Ben ki
Dönüşüne hasret yaşadım bütün nisanları
Ve gülüşüne hasret bütün baharları
Gel gör ki
Bir dağa çarpar gibi çarptı yüreğim yokluğuna
Bir ben bilirim
Gururumu hangi taşlara vurduğumu
Başımı hangi duvarlara
Ve hangi uçurumlara köprüler kurduğumu
Bir sana kavuşmak için

Sen gideli
Bütün yollarımın yolu kesik
Bütün dallarımın dalları kırık
Kaç geceye bekçi
Kaç sabaha nöbetçi
Ve kaç uykusuz trene biletçi oldum
Gelmedin
Oysa hep karlar içinde sakladım umutlarımı
Yağmurlar içinde kuruttum göz yaşlarımı
Ve kanatarak açtım gölgene avuçlarımı
Bir sana sarılmak için

Bir ucu kalbimde kaldı bu sevdanın
Bir ucu ellerinde
Bir adımı sende kaldı sonumun
Bir adımı sabrımda
Çünki
Bulutlara çizilmiş
Yıldızlara yazılmış
Ve yüreğime kazılmış bir kara sevdaydı bu
Günlerce
Kışlardan güneş
Karlardan ateş topladım
Ve bütün ölümleri erteledim
Bir sana dokunmak için

Oysa daha gittiğin gün
Uykularımı çaldım göz bebeklerimden
Dizlerimde uyuttum
Acılarımı koparttım yüreğimden
İzlerinde avuttum
Ve sözümü de tuttum
Yanarak için için
İşte bugün
Unutmayı da unuttum
Bir tek seni
Unutmamak için...

Ahmet Selçuk İlkan


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Şubat 2007       Mesaj #459
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
isli ayna



Adı çıkar canı bir türlü çıkmaz
kan ter içinde uyanırım her rüyadan
yollara düşüreceksin yine
dualar ettireceksin kumru gözlerime
seher vakti el açtıracaksın
ne zaman şimdi desek hep sonrasında
kapılarını kapatırsın gönlümüzün
yalnızlık en güzel duruş be adam

haramilerin kırkıda birden geliverse
boynumuzu verir aşkımı vermezdik
mevsimi değilmiş derdi anlatmanın
kaçakçılar mayına bastı gönlümüzde
korkarım aşkın huzurunu kaçırdık
şimdi yüzümüzü eğip önümüze
bir çanta dolusu şiir yürek artığı
gecenin koynunda yolumuzu çizmeliyiz

sabahın ilk ışıklarıyla savrulacağım
bilinmeyen bir sahil kasabasına
denk düşecek ömrümün en son gününe
rüzgarların kalbi yok sanıyorlar
bakıp da boyun bükülen güllere
oysa endamı seher yıldızını kıskandırır
gök kubbenin aç sevda kızları
neyleyim bir süre daha bekleyeceksiniz


alevi sönecek isi kalacak üzerinde aynanın
Aşk sizle değil bizle
Avatarı yok
BlueNighT
Yasaklı
19 Şubat 2007       Mesaj #460
Avatarı yok
Yasaklı
Sevdiğim;

Bazen insanlar düsünürler. Hayatin anlami ne diye. Bunu zaman zaman ben de düsünüyorum. Hayatin
anlami nedir diye?… En azindan
seni taniyincaya kadar düsünüyordum.

Gerçeklerin aci oldugunu ve bu yüzden biberin gerçek oldugunu anlatan bir espriyi animsadim. Halbuki biliyor
musun, bütün
biberler tatlidir. Zira, hayat sanildigi kadar acimasiz ve aci degil, sadece hayattaki tadi alabilmeli, kendi istedigin gibi
yasayamadiklarin ile beraber ölüp gittiginde çevrenin sana bir yardimi olmayacak.

Kendini özgür birak, ne hissediyorsan onu yap. Çogu insan gibi mesela benim gibi, ne yapman gerekiyorsa onu
yapma, birak duygularini
perdelemeyi, birak irmaklar gibi cossun. Bir sevdiginin elini tutarken yasadiklarinin yanlis oldugunu düsünüp
hayiflanma.
Birak o sevgi senin tüm benligini sarsin. Eger onun gerçekten aradigin olduguna inaniyorsan, ona simsiki saril,
onu yasa,
onu birakma…

Günün birinde belki anlarsin ne kadar sevdigini, ne kadar sevebilecegini, ne kadar sevildigini, ne kadar sevilebilecegini…
Ama is isten geçmis, sevgilin, seni seven gitmis, yitmis olabilir. Iste o zaman üzülme vaktidir. Yerli yersiz
aglama vaktidir.
Iste o zaman çevrene dönüp, simdi ne yapacagim diye sorma vaktidir. Alacagin cevabi sana söyleyeyim
güzelim; BILMIYORUM diyecekler,
senin dedigin gibi…

Ben biliyorum oysa, oysa sende biliyordun. Hep bildin zaten. Ama öyle olmadin. Ama artik sen de biliyorsun, biliyorsun
ki,
en azindan bir kez gerçekten sevildin ve yine biliyorsun ki, bu sevgi bitmeyecek. En azindan ben bitene kadar.

Yasa.. Dogru bildigin insani bul ve onunla yasa, ama bu dostunu sakin unutma. Bil ki unutulmayi hiç sevmem.

Ve bil ki kurallarim vardir, herkes buna uymak zorundadir.
¬ Dostlarim benden önce ölemezler,
¬ Dostlarim benden çok üzülemezler,
¬ Dostlarim benden çok sevemezler,
¬ Ve dostlarimi kimse benden çok sevemez.

Artik Ben'im dost'umsun.

Yasa Bu hayati sevdigim, limon gibi sömürerek, tüm eksiligine ragmen tadini alarak yasa.

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri