Arama

Hayata Dair - Sayfa 62

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 268.587 Cevap: 1.657
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #611
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
hoxmasz020hlru5az4
GECE
Sponsorlu Bağlantılar

köpüren dalgaları gibi denizin

kendi sessiz çığlığında çalkalanırken

yalnızlığın hüznü vurur kalemime



Bir mektup

bir resim bırakmadan ardında

Öylece

nasıl geldiysen bu iskeleye

yine öylece gittin

Yağmur yağıyordu



Geceyi

bu kadar ürküten dolunay mıdır

yoksa ayın tam kalbine gömdüğüm

yitirilmiş duygularım mı



Ya telgrafın tellerine

konmayı unuttu kuşlar

Ya gidenlerin dönmediği

yolu yokuş bir uzak kente düştü yolun

Ne bir ses

ne bir koku senden



Gecenin

iç karartan sessizliğinde

yağmalanmış ömrüm ve yalnızlığımdır

tam karşımda gölge gibi

bir duvardan diğerine düşen



Senden sonra

bunca kuraklığıma inat

bir damla yağmur düşmedi

ne geceye ne gündüze

Oysa yağmurlara kuruyordum saatleri

ve takvimleri kırlangıç fırtınasına



Geceye

celladın yağlı ipi dokunurken

yalnızlığın kanları damlar kalemimden

şarap rengi şafak, ne kadar da uzak



Sen gittin

ben öylece kaldım

kıpırdamadan



Atila IŞIK

__________________

CyniX - avatarı
CyniX
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #612
CyniX - avatarı
Ziyaretçi
Aşağıdaki Yazıyı Bir Ortaokul Öğrencisi, Okulunun Duvar Gazetesine Yazmış..

Sponsorlu Bağlantılar
Bu ülkede yaşayan her insanın bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: ATATÜRK

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş..

Padişah ona Trablugarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej eşliğinde
Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu..

Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabı ya da kovboy çizmesi yokmuş...

Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş..

Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar..

Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunucakları da cep telefonundan öğrenememiş!

Atatürk için üzülüyorum..

Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden, İsmet Paşa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti..

Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayın sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı..

Evinin balkonuna çıkıp,bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı..

Atatürk'e acıyorum...

Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. Aaaah ah..

Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken..
Bunları yapamadı Atatürk..

Keyif çatmadı..

Tüm hayatını ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı..

İŞTE ONUN İÇİN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELİNDE VARDI.

O İSE SADECE BU MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI İSTEDİ..

BÜTÜN SUÇU

2 KADEH RAKI İÇMEKTİ
O KADAR

tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #613
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
Kızıl Bir Güldür Hayat

Kaçıncı basamağında
Olursan ol yaşamın…
Karamsarlığa kapılıp
Umutsuzluk hırkasını
Giyme sakın…!
Çekiver ipini umutsuzluğun…
Ilmek ilmek sökülsün…
Taptaze
Umut çiçekleri ek
Gönül bahçene
Gerisi
Gelir elbet bir gün…

Yumma güneşe gözlerini…!
Daya bir merdiven
Gökyüzüne
Yıldız topla…!
Saçlarını tara
Pırıl pırıl güneşin …!
Sitem etme
Düşlerine yağan kara…!
Damla damla
Erir elbet bir gün…

Susturma yüreğini
En umutsuz bir anda
Yağan yağmur…
Toprakta
Capcanlı bir umut olur…
Bir bahar dalının çoşkusunu
Tomur tomur…
Sana da
Verir elbet bir gün…

Gözyaşıyla dolmaz deniz
Meraklanma…!
Uçurtmasını yitiren
Çocuğun
Gözyaşları kurur,
Üzüntüsü durur...
Ararsan;
Ipinden kurtulmuş
Serseri bir uçurtmanın
Özgürlük sevinci
Seni de bulur
Bulur elbet bir gün…

Yaprak ödünçtür dallarda
Önemli olan;
Umuttan yoksun kalıp
Gözlerde ışığı kaybetmemek,
Direnci yitirmemek…
Dikenli de olsa
Kızıl bir güldür hayat
Onu sevmek gerek…
Yeşile düşman bir bahçıvana
Kendini sevdirmez çiçek…
Yaprak yaprak
Ölür elbet bir gün…

Yeni yüzler dene
Asla vazgeçme sevmekten
Sünger çek maziye,
Yak
Ne varsa kötü
Gönlünün ocağında…
Geç karşısına…!
Sevgi kahvesini
Dostluk kahvesini yudumla
Umudun şefkatli
Kucağında…

Yık barikatları,
Erit prangaları halka halka,
Zaman defterini kapat…!
Tekrar merhaba deyip yaşama
Kızıl gülden
Derin bir soluk al
Kendine yepyeni bir dünya yarat…....


1pygul7wvmu312oizt2
Alıntıdır
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #614
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kelepçe/Siz*


________" hep bir yanımızdı hayatımızdan eksilen
________ ve çoğalan sevgiler aradık sözlerimizde.."


yalnızlıklarını s e v i ş t i r i r s i n
gecelerin sus ve ayrıntı/siz yanlarında
ne zordur yeniden seve/bilmek ah! ne zor
ah! ne çok geç ögrenilir yalnızlık sinsi
yalnızlık aç bir köpektir
yani siz kelepçe/s i z s i n i z d i r..

çaldığınız kapıların kapanmasıdır yüzünüze
ki gülen yüzlerle karşılandığınız
ah! ne çok sislenir gözleriniz
yıkık yanlarınıza yapılan baskıdır, tonlarca kumun
kime sorsanız ki adalet varsa yaşıyorsa
yani siz kelepçe/s i z s i n i z d i r..

kolay değildir bu yüzden delip geçer mevsimler, an gibi
etten kemikten/iz, suskularımız var nihayet sonlarımız
tel örgüde yaşamak gibi bi'şey olmamalı rengi düş'ün
yaşanmamış değil, yaşatılmamış günlerdedir hep son
bir son ki biz gibi yalnızlıklarını seviştirirsin
yani siz kelepçe/s i z s i n i z d i r..

içi boş parantezleri doldurur, bir kaç deli zaman
rengi bildik yaşanır, siyahın tonlarında kavuşur an
bu kaçıncı düş'üdür imgelerin, çıkılan yolculuklardan
bir çift güvercin kanatlanır, dil/sizdir Aşk! göge yakın
konaklar bahçesinde yalnızlığın içtiği zehirdir şarap
yani siz kelepçe/s i z s i n i z d i r...
CyniX - avatarı
CyniX
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #615
CyniX - avatarı
Ziyaretçi
bir maille hayatınız nasıl değişir

O gece mail kutusuna gelen bir notun tüm geleceğini etkileyeceğini nasıl
bilebilirdi kahramanımız. Gönderilen dosyayı açtığında ekranı binlerce gül
kaplamıştı. Her tıklamada yeni bir sayfa açılıyor ve her açılan sayfada
değişik renklerde güller tüm ihtişamıyla gözler önüne seriliyordu. Son
tıkladığında ise ekranda şöyle yazıyordu; "Hiçbirisi senin gibi olamaz.
Seni seviyorum..."
Fulya çok şaşırmıştı. Maili gönderene baktı ama bu isim onda hiç bir
çağrışım yapmamıştı. Sonraki günlerde benzer mesajlar gelmeye devam
etmişti. Her defasında farklı çiçekler kaplıyordu ekranını ve son sayfada
yine aynı şeyler yazıyordu."Hiçbirisi senin gibi olamaz.Seni seviyorum..."
Fulya bu esrarengiz kişiyi merak etmeye başlamıştı. 10.gece gelen mesajı
yanıtlamayı düşündü. İster istemez etkilenmişti. O günlerde kendini çok
yalnız hissediyordu... Kim acaba diye kendi kendine sorarken birden
parmaklarının klavyeye uzandığını farketti.
"Bu çiçekleri bana neden gönderiyorsunuz? Lütfen kimliğiniz hakkında bana
bilgi verirmisiniz?..." Yazdıkları sadece bu kadardı. Ardından iletisini
göndermek için "Gönder" tuşuna bastığında hayatının ne hale geleceğini asla
bilemezdi... Ertesi gece heyecanla mail kutusuna baktı. Yine aynı kişiden
bir mail daha gelmişti.
Yüreği dalgalı denizlere dönmüştü.Aceleci tavırlarla maili açtı. Bu defa
tek sayfalık bir ekran vardı karşısında ve şunlar yazıyordu; "Beni
gerçekten merak ediyorsan yarın öğleden sonra saat 2'de bilgisayarının
başında ol ve msn'in açık olsun..." Fulya o geceyi biraz heyecanlı birazda
huzursuz geçirdi...
Gece boyunca hep bu konuyu düşündü. Kimdi, neyin nesiydi, neden her gün bu
mailleri ona gönderiyordu...Bu soruların cevabını bulamamıştı.
Ertesi gün saat 14.00'te ekranın başındaki yerini aldı ve msn'ide açtı.
Bir süre sonra ilk mesajı almıştı."Merhaba çiçeğim..."
Fulya kalbinin deli gibi atmaya başladığını
hissetti..."Merhaba...Kimsiniz?"

- Sizi tesadüfen buldum.
Bana gelen maillerden birinde sizin de adresiniz vardı.
gizemlicicek@... çok dikkatimi çekmişti. O yüzden size her gece
birbirinden güzel çiçekleri maillemeye başladım.
-Peki ama "hiçbirisi senin gibi olamaz. Seni seviyorum" ne demek oluyor?
-İkimiz de çiçekleri çok seviyoruz değil mi? O zaman birbirimizi de çok
seveceğiz desem herhalde yanlış olmaz.
Fulya ne diyeceğini bilemiyordu.Uzunca bir süre cevap yazamadı.
Sonra;
-Bakalım zaman ne gösterecek. Bu arada kendini biraz tanıtırsan memnun
olacağım.
-Hiç gerek yok...Çünkü sen beni çok iyi tanıyorsun.
Fulya iyice afallamıştı. Cevap yazmak için ekrana baktığında karşı tarafın
çıkmış olduğunu gördü. Bir süre bekledi ama geri dönüş olmadı. Herhalde
elektrikleri kesildi ya da başka bir sorun çıktı"
diye düşündü...
O gece ve sonraki geceler meçhul kişiden hiç mail gelmedi.
Her gün msn'i açıyordu ama orayada gelen giden yoktu. Fulya'nın içi içini
yiyordu. Neler oluyordu? Hiç bir sorunun cevabını bulamamak git gide
sinirlerini germeye başlamıştı. Aradan bir aydan fazla bir zaman geçmişti
ve Fulya bu esrarengiz kişiyi unutmaya başlamıştı.
Bir gün çalıştığı iş yerine sivil polisler geldiler .
Fulyayı arıyorlardı. "Benimle ne işleri olabilir" diye düşünürken odasına
giren polislerden biri kollarına kelepçeyi takı vermişti. "Hey neler
oluyor, ben ne yaptım ki" diye avaz avaz bağırmaya başlamıştı. Polisler
bilgi vermiyordu.Sadece "Bizimle emniyete geleceksiniz"
diyorlardı. Özellikle kollarına vurulan kelepçeler moralini çok bozmuştu.
Neler olup bittiğini çözmesi olanaksızdı. Emniyet Müdürlüğüne gidene
kadar polisler tek kelime bile etmemişlerdi.
Kapısında "Dolandırıcılık Masası" yazan bir odaya girdiğinde hepten
şaşkına dönmüştü. Masadaki görevli polis "Buyrun Fulya hanım oturun"
diyince ilk sandalyeye kendini atıverdi.
-Söyler misiniz neler oluyor? Bu bir şakaysa çok ağır bir şaka oldu.Derhal
bu oyunu kesin ..." Daha lafını bitirmemişti ki kendisine oturmasını rica
eden polisin sert bir ifadeyle "Hep böyledir.Yaparlar ama kabul
etmezler..."
sözleri başını döndürmeye yetmişti. Birden fenalaştı ve olduğu yere
yığılıp kaldı.Gözlerini açtığında bir sedyede olduğunu farketmişti.Boş
gözlerle etrafına bakıyordu.
Biraz sonra kendisini iş yerinden alan polislerden biri yanına geldi.
-İyi misiniz Fulya hanım? Kendinize geldiyseniz artık işimize bakalım.
Güçlükle doğrulmuştu.
Sonra polisinde desteğiyle tekrar o odaya girdiler. Aynı sandalyeye
oturmuştu.
-Fulya hanım, dolandırıcılıkla suçlanıyorsunuz. Banka hesabınızda son 15
gün içinde tam 28 işlem yapılmış. Bu süre zarfında yaklaşık 4 trilyon lira
hesabınıza yatmış ve oradan da başka bir hesaba havale edilmiş.
-Olamaz...Benim böyle şeylerden haberim yok.Bankada 350 milyon liram
var.Bunun dışında da neler olup bittiğini bilemiyorum.
-Fulya hanım,şimdi bize işbirliği içinde olduğunuz kişilerin adlarını
vermenizi istiyoruz.
-Siz neler diyorsunuz? Ne işbirliğinden bahsediyorsunuz?.
-Dolandırıcılık bayan...
Genelde tek başına yapılmaz bu işler.
Ayrıca bu kadar parayı ne yaptığınızı da bize derhal açıklayın.
Fulya hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.
Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Artık ifade verebilecek durumda değildi.
Sinir krizleri geçirmeye başlamıştı.
Birden kendini parmaklıklı bir odada bulmuştu. Dışardan ölü bir ışığın
içeri süzüldüğü rutubetli küçük bir odaydı. O geceyi sabaha kadar ağlayarak
geçirmişti. Sabahın ilk ışıkları küçük pencereden içeri süzüldüğünde gün
ağlıyordu gözlerinde ve üşüyordu... Bir süre sonra kapı açıldı ve bir kadın
polis kolundan tutup kendisini takip etmesini söyledi. 2-3 dakikalık bir
yürüyüş sonrasında tekrar ilk geldiği odaya varmışlardı.

Fulya'nın yüzü solmuştu ve tir tir titriyordu.Polisler ona sıcak bir
fincan çay verdiler.
Önce fincanın sıcaklığıyla ellerini ısıttı sonrada yudum yudum içmeye
başladı.

-Başınız iyice dertte bayan...28 kişinin banka hesabından kendi
hesabınıza havaleler yapmış ve ardındanda 4 trilyonu 3 ayrı hesaba
aktarmışsınız ve bu paralar ertesi gün ilgi hesaplardan çekilmiş.
-Benim hiçbir bilgim yok, ben bir şey bilmiyorum diyebildi..Ardından
sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. -Bugün savcılığa çıkaracağız
sizi ve tutuklanacaksınız.İyisi mi bize yardımcı olun da şu işi çözelim.
Fulya darmadağınık olmuştu.Hiçbir şeye anlam veremiyordu.
Sonra "tutuklanacaksınız"
sözünü hatırlayıp daha da büyük bir korkuya kapıldı.O andan itibaren hiç
konuşmadı. Fulya'yı bir başka odaya aldılar.Yaklaşık 2 saat kadar orda tek
başına kalmıştı. Bu süre zarfında neler olup bittiğini asla anlayamadı.
Sonra bir bayan polis geldi ve kendisini takip etmesini söyledi.
Bu defa bir arabaya binmişlerdi. 10-15 dakika sonrada savcının karşısına
çıkarılmıştı.
Savcı 55-60 yaşlarında babacan tavırlı biriydi.
-Otur kızım deyişi Fulyanın içini birazcık da olsa rahatlatmıştı.
-Anlat bakalım kızım. Nasıl başladın bu işe?
-Benim bahsettiğiniz işlerle hiç ilgim yok savcı bey dedi.
Banka hesabınız öyle demiyor...
Ne vardı banka hesabında. Neler olmuştu?
-Bakın ayın 13 ünde sarıgül notuyla 750 milyar, 17'sinde beyaz zambak
notuyla 2 trilyon ve 19'unda da siyah lale notuyla kalanını havale
etmişsiniz.sarı gül, beyaz zambak,siyah lale... Allahım neler oluyor diye
beynini iyice zorluyordu.
Sarıgül...Beyaz zambak...Siyah lale...Birden irkildi. Bu olamazdı!!! Ona
ilk gelen mesajda hep sarı güller vardı. Sonraki maillerde beyaz zambaklar,
siyah laleler ekranı dolduruyordu.
Ama bu nasıl olabilirdi? Savcıya doğru döndü ve kendisine gönderilen
maillerden bahsetti. Savcı şaşkınlıkla onu dinliyordu.
Maillerin bu işle ne alakası olabilirdi? Savcı ber bir yere telefon açıp
birisinin odasına gelmesini istedi. Bir süre sonra odaya genç bir kız geldi
ve
-Fulya hanım.Siz bu hikayeyinizi baştan sona kadar hiçbir şeyi atlamadan
bana tekrar anlatırmısınız ? dedi.
-Tabi dedi ağlamaklı sesiyle...Sonra olanı biteni anlatmaya başladı. Her
gece gelen maillerden bahsetti. Sarı güllerden ,siyah lalelerden ...
bahsetti.
-Bunların dışında bir şey daha olmalı dedi kız. Fulya herşeyi en ince
ayrıntısına kadar anlattığını sanıyordu.
-Peki. Siz hiç cevap yazdınız mı?
-Evet bir kez yazdım Kim olduğunu merak ettiğimi sormuştum. O da bana bir
sonraki gün msn degörüşelim demişti.
-Yani siz onunla msn'de görüştünüz öyle mi?
-Evet diye cevap verdi Fulya...
Sonra kız savcının yanına gitti ve Fulya'nın duyamayacağı şekilde bir
şeyler anlattı. Sonrada aceleci adımlarla odadan çıktı. Savcı yanına
gelmişti.
-Bak kızım.Eğer anlattıkların doğruysa senin için bir ümit doğabilir.
Yoksa gençliğine yazık olacak...
Fulya hüngür hüngür ağlamaya başladı Savcı başını okşadı ve;
-Koyverme kendini hemen. Dur bakalım bir şeyler bulabilecek miyiz...
Sonra Fulyayı bir başka odaya aldılar.Aradan ne kadar zaman
geçmişti.Dışarda neler olup bitiyordu. Daha ne kadar burada kalacaktı?
Kapı açıldı ve savcı beyle diğer genç kız içeriye girdiler. Yüzlerindeki
ifade Fulya'yı biraz olsun rahatlatmıştı. Gözü ağlamaktan kan çanağına
dönmüştü.
-Hadi bakalım kızım evine gidiyorsun. Fulya ne diyeceğini şaşırmıştı. Yine
ağlamaya başladı.Diğer kız yanına yaklaştı.
-Benim adım Ayşe. Bilgisayar uzmanıyım.İfadeniz üzerine yaptığımız
araştırma sonucu asıl dolandırıcıları tesbit ettik.
-Peki ama bunun benimle ne ilgisi var?. Benim banka hesaplarımın bu işle
ne alakası var? Ayşe gülmeye başlamıştı. -Bakın Fulya hanım sizi msn'de
konuşmaya çağırmasının tek nedeni vardı. O da bilgisayarınızn IP numarasını
öğrenmek... Sonrası onlar için çok kolay oldu.
Bilgisayarınıza girdiler be sizinle ilgili tüm bilgileri ele geçirdiler.
Sonra da başka hesaplardan sizin hesabınıza para aktardılar ve ardından da
sahte isimlerle açtıkları kendi hesaplarına aktarıp buradan paraları
çektiler.
Fulya öylesine şaşkın öylesine çaresizdiki...
-Hadi şimdi evinize gidin ve iyice dinlenin. Yarın sabah sağlıklı bir
şekilde yeniden ifadenizi alacağız.
Ayşenin de yardımıyla dışarı çıktılar. Güneş ışınları gözünü kör etmişti
sanki...Hemen bir taksi çevirip evine gitti. Alelacele kendini banyoya
attı.
Sonra bir fincan kahve hazırladı kendisine.Biraz rahatlamıştı. Sonra
yatağına uzanıp derin bir uykuya daldı. Gece boyunca rüyalarında hep
çiçekler gördü. Çiçekler ona saldırıyor, her içinde bırakıyorlardı.
Uyandığında ter içinde kalmıştı. Hemen kalktı ve ilk iş olarak
bilgisayarın elektrik bağlantısını kopardı.
Perdeyi açıp dışarı baktığında ise hala Gün ağlıyordu gözlerinde.
Üşüyordu...
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #616
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Hayata dair

Sana (Sebeb-i Hayatım'a)

Saçlarına ram olmuş kanayan bir gelinciktim*
Eğreti hayatları yakarak gelmiştim sana
Yeşil ırmaklarca kurak ruhuma döküldün
Kimsesiz bir hazanın sarışın boşluğunda.


Erciyes rüzgarlarının ferahlığısın sen
Yüreğimde hüzünlerden bir sevda kurdum sana
Tedirgin bir seyyah edasıyla yaşıyorum
Koyu bir çarpıntı oluyor yokluğun akşamlarda…


Numan Şahin
electra_mai - avatarı
electra_mai
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #617
electra_mai - avatarı
Ziyaretçi
yanıtlarım...

Şehrin karşısında otururum bazen, binlerce hayat görürüm yanıp sönen binlerce ışıkta... Kimler yaşadığını sanır benim gibi, merak ederim... Kaçını ürkütmez karanlık, kaçının yarın ne yapacağı bellidir; planlanmıştır önceden kuracağı cümleler, söyleyeceği yalanlar.... Kaçının aklından geçer kaçmak, yok olmak ve kaçı kurtulmak ister zincirlerinden? Çoğu diye yanıt veririm; aynı şeyleri hissettiğimden...

Dağların karşına otururum bazen, gülümsediklerini görürüm çiçeklenmiş her bitkinin, her bir ağacın... Merak ederim; zirvelerinden kimler gelip geçmiş, kaç aşık saklanmış kuytularında, kaç avcı eli dolu varmış eteklerine, kaç türküye esin kaynağı, kaç gence mezar olmuş? Acaba, var mıdır gidip de dönmeyenleri ve pişman mıdırlar geride bıraktıklarından ötürü? Hayır diye yanıt veririm; mutlu öldüklerini düşündüğümden...
Bir çay bahçesinde oturup, caddeden gelip geçenleri izlerim bazen... Neler yaptıklarını merak ederim, tahminler yürütürüm hayatlarını nasıl kazandıklarına dair... Elinde büyük bir çanta taşıyan takım elbiseli adam avukat olabilir mi? Karşıda kitap okuyan genç, kendini dersten azat etmiş bir üniversite öğrencisi mi? Ya şu yaşlı kadın, torununu okuldan almaya mı gidiyor? Mutlu olup olmadıkları anlaşılabiliyor mu yüzlerindeki ifadelerden, yürüyüşlerinden? Bilinçli mi geçiyorlar bu yoldan, yoksa planladıkları her şey mekanik mi, farkında bile değiller mi her gün aynı şeyleri yaptıklarından? Evet diye yanıt veririm; benzer şeyleri aynı nedenlerle yaptığımdan...

Yağmurun yağşını seyrederim bazen... Gökyüzü neden ağlar merak ederim. Durup durup akıtmak mı ister içindekileri, öfkesinden mi homurdanır, hiddetinden mi boşaltır bütün elektriğini, kurtulmak mı ister kötü duygularından, rahatlar mı toprak kokusunu içine çektiğinde? Öyle olmalı diye yanıt veririm; toprak kokusunu içime çektiğıimden...
Çocuk bahçesinde otururum bazen... Oradan oraya koşturan çocuklarla, refakatçilerini seyrederim ve merak ederim büyüdüklerinde kim olacaklarını? Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle oğlunu dikkatli olması için uyaran anne, çocuğu için nasıl bir gelecek tasarlıyor kafasında? Zincirlere tırmanmak için büyük çaba sarf eden şu küçük kız, bir dağın zirvesinde de düşleyecek mi kendini? Silahını arkadaşına doğrultan ufaklık öldürecek mi birini? Düşünce, korkup annesine sarılan şu tatlı yaramaz, büyüyünce bulabilecek mi ağlayacak bir omuz? Şükran mı duyacaklar, yoksa nefret mi edecekler bizden, onlara bıraktıklarımız için? Pişman olacaklar mı büyüdüklerine? Evet diye yanıt veririm; zaman zaman çocukluğumu özlediğimden...

Gece ya da gündüz farketmez; ama mümkünse en önde, otobüsle seyahat ederken, seyrederim etrafımı... Nereye gittiğimi merak ederim bazen... Bilinçli miydi seçimim, yüreğim aynı fikirde miydi aklımla? Daha önce aynı yoldan geçenler, uluşmışlar mıydı varmak istedikleri hedefe? Asıl, yolların bittiği yerde miydi ölüm? Seçeneklerin kalmadığı, hasretin özel bir anlam ifade etmediği ve sözcüklerin tükendiği yerde... Kimler, hasretle kavgasında yüklenmişti gazına, kimler umutlar bırakmıştı yol kenarlarına ve hangileri otostop çekmişti acıya ya da kim bilir farkında olmadan ecelini buyur etmişti arabasına? Dümdüz yollar daha mı uzun gelir insana , daha sıkıcı; inişli-çıkışlı, virajlı ve kasisli olanları daha mı heyecan vericidir ve sanki daha çabuk biter seyahatin... Sanırım diye yanıt veririm; onca insana eşlik ettiğimden kısa seyahatinde...
Bir dost meclisinde, göz gezdiririm bazen masanın etrafındaki gülen yüzlere... Merak ederim önce hangimizin veda edeceğini ve ne zaman hüzün ekleneceğini gülücüklere? Hangi omuzlara akıtacağımızı acıyı, hasreti? Bir gün vazgeçilecek mi randevu defterine özenle not edilen toplantılardan? Hangi adlar silinecek titreyen ellerle telefon rehberlerinden? Beraber yaşlanmayı başarabilecek miyiz? Pişmanlık duyacak mıyız yaşadıklarımızdan? Hayır diye yanıt veririm; Onlarla geçen her an için minnet duyduğumdan...

Ailemle birlikteyken, bazen dışarıdan bakarım yemek masasına... İştahla yemek, herkesin " eline sağlık " diyen ve her fırsatta kıkırdayan canlarımı görürüm ve merak ederim, bir ömür böyle sürüp sürmeyeceğini? Dört bir yana dağılıp dağılmayacağımız, parçalanışına tanıklık ettiğim diğer aileler gibi... Hayat ve zaman el ele verip unutturur mu geçmişi? Eksilir mi birbirimize duyduğumuz sevgi? Hayır diye yanıt veririm; unutmayı öğrenmediğimizden; bunca acı ve güç deneyime rağmen, hala tükenmediğimizden...
Aynanın karşısında otururum bazen... İçinden bana bakan bir kız vardır; genelde yorgun görünür, yüzünde uykusuz gecelerin izleri... Gözleri hüzünlüdür, hele bazen, dehşete düşerim boş bakışlarından... Hangi uzak diyardaysa, bir şey dönmesini engeller sanki; ne olduğunu bilmem... Oysa bilmem gerekir neler hissetiğini... Elini uzatır " Yardım et! " der, kıpırdamam yerimden; öfkeyle dolar gözleri, korkaklıkla itham eder, haklıdır üstelik... Tepki göstermememe kızar... Oysa öfkeliyimdir; o kadar ki, kıpırdayamam yerimden... Korkum, yapabileceklerimden ileri gelir, belki de yapamayacaklarımdan...


Bazen kendimde bulurum aynadan içeri girecek cesareti... Başını omuzuma yaslar, ağlar; yoruldum der burada bir başıma oturmaktan, üşüyorum uzaklığından... Ne zaman saracaksın yaralarımı, avutacaksın acılarımı, ne zaman öldüreceksin şeytanımı?


Yakında diye yanıt veririm, bilmediğimden...


sifamannemmqf7
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #618
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
SEN VE HAYATINDAKİ “HİÇ” LER



Ve sen, dört duvarın soğukluğunu ruhunda yaşarken
bulduğun ince bir çatlaktan duyulmak için
sessiz çığlıklar attığın oldu mu hiç…?
Ve attığın, sessiz çığlıkların tüm dünyayı dolaştıktan sonra
tekrar sana döndüğü ve hiç ıskalamadan
seni tam ruhundan vurduğu oldu mu hiç…?
Ve ruhunda açılan bu yaraların, koca bir kara delik olmasına seyirci kalıp hatta bu durumu cömertçe desteklediğin oldu mu hiç…?
Ve yalnızlık; ruhunda bir acıyken
ve seni her gün, her saat, her dakika ve hatta her saniye kemirirken, çaresizliğin ve acizliğin ne olduğunu anladığın oldu mu hiç?
Ve seni, dışarıdan görenler; mutlu sanırken sen kendi içinde
tarifsiz bir yalnızlık ve dayanılmaz bir acı çektiğin oldu mu hiç…?
Ve yalnızlıktan, kurtulmak için çabalarken
çırpınışlarının çözüm yerine şimdiyi çekilmez kıldığını ve seni yakan ateşi daha da artırdığını fark ettiğin oldu mu hiç…?
Ve insanlardan, yardım isterken insanların,
senin yüzüne karşı iyi davrandıklarını;
fakat içlerinden seslice küfür ettiklerini duyduğun oldu mu hiç…?
Ve bunu duyduğun halde yalnızlık korkusu ile mücadele etme yerine ne kadar da iyi olduklarını söyleyip üstelik bir de teşekkür ettiğin oldu mu hiç…?
Ve herkesin senden çok şeyler beklediğini;
fakat hiç kimsenin sana, fazlasını değil
sadece gereken değeri bile vermediğini fark ettiğin oldu mu hiç…?
Ve hayatının anlamını, sorguladığın zamanlarda
bu soruyu cevaplandıramamana rağmen
hayatımın mutlaka bir anlamı olmalı
diye sayıkladığın bitmez saniyelerin oldu mu hiç…?
Ve bir suçlu ararken; hayatındaki tek suçlunun kendin olduğunu öğrenince kendinden bile kaçıp olmayan sığınaklara saklandığın oldu mu hiç…?
Ve bu sığınaklarda, yaşarken ya da öyle olduğunu zannederken
aslında geç fark edilmiş bir ölümün gereklerini yerine getirmeye çalıştığını anladığın oldu mu hiç…?
Ve bunun üzerine, niteliksiz bir ölüm için
kendi ölüm fermanını imzaladığın oldu mu hiç…?
Ve bu karar, uygulanırken hayatındaki sahte seyircilerin olmamasına
hem üzüldüğün hem de sevindiğin oldu mu hiç…?
Ve kendi ölümüne, ağlarken
gözyaşlarının tükenip akmadığı oldu mu hiç…?
Ve güne son dediğin anda, sana hazırlanan yatağın
buzdan daha soğuk olduğunu fark ettin mi hiç…?
Ve dondurucu soğu hissedip tekrar gözlerini açtığında
ayağa fırlayıp şükürler olsun Ya Rab! bu bir rüyaymış deyip
sevinç gözyaşları döktüğün oldu mu hiç…?
Ve yalnızlık denen kör düğümü çözmeye çalışırken tırnaklarını kırıp; acizleştiğin anlarda canını dişine takıp hem yaşamalıyım hem de başarmalıyım dediğin oldu mu hiç…?
Ve bunun üzerine gözyaşlarını hemen silip yalnızlık denen canavar seni yiyip bitirmeden, onu darağacında sallandırmayı başardığın oldu mu hiç…?
Ve sahip olabilmek için ona, bir damla misali görünürde güçsüz; fakat özünde güçlü ve damlalar gibi sabırlı olmak gerektiğini geç de olsa anladığın oldu mu hiç…?

OYSA BEN...

“Kaçmak istiyorum, çılgınlar gibi; fakat çıkış yolu yok mudur nedir…? Her kapıda kırılması zor kilitler var ve anahtarsa hiç taşımam… Ondan olsa gerek yenilirim tüm savaşlarda… Oysa yenmek için yalnızlığı; kırılgan ruhum, sahip olup da farkında olmadığı tüm silahları ile baş kaldırmalı ve meydan okumalı…”




Erdoğan UYSAL
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #619
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Giden zamanı geri getirmeye ve gidenleri döndürmeye hangimizin gücü yeter?
Hangimiz "o an" söyleyeceklerini söyleyemediği veya yanlış şeyler diline geldi diye "o an"ı tekrar yaşatabilir??

Kim ağlattığı insanı, ağlattığı anda güldürebilmek için vakti geriye sarabilir???
Kesinlikle bunlar ancak teknoloji yardımıyla insanın beyninde olabilecek şeyler!
Araçlar: photo, video, rüya..

Ama gerçekte????
Ya photo kapanınca, video bitince, rüyadan uyanınca...
"Hayat" dedikleri hatta "hayat zor" dedikleri işte o zaman başlıyor...... .

Ben, ben, hiç birşeyi geri alamam, yaşadıklarımı baştan yaşayamam,
onlar oldu, bitti, ben, ben bunları düşündükçe "hayat"ımı "zor"laştırırım,
herkes gibi "hayat zor" derim,
ertesi gün, gülerim, geçerim, onlar oldu, bitti.......

Gerçekten mi??
Gerçekten bu kadar "basit oldu ve bitti" diyebilir miyim? Hiç hatırlamaz, hiç düşünmez, hiç ağlamaz mıyım?

Ne zaman "bunu yapmamam lazım!" desem onu olağandan hızlı yerine getiririm,
ne zaman "bunu düşünmeyeceğim!" desem onu olağan fazla düşünürüm,
ne zaman "burdan gitmem gerek!" desem orda olağandan fazla kalırım,
ne zaman "onu söylememem gerek!" desem onu ilk önce sölerim,
ne zaman "şu an ağlamam çok saçma!" desem hıçkırıklarla ağlarım....... .......

Saçma ama denge yoksunu bir insanım!

Kendim için :
hüzünlüydü dün,
sakardım,
ağlamaklıydım,
fazla duygusaldım,
durgundum,
neşesiz sayılırdım,
romatiktim ayrıca..

Ama bugün....

Güne bomba başlayıp hızlı bitirmek istiyorum
ve yarın geceyi sabaha ulaştırıp içime çekmeyi düşünüyorum!
Başka türlü

"hayat zor!"....
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #620
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Bir tatlı huzur gerek bana…
Kalamış’tan…
Yüreğime kadar kaldıysa…
Hala yaşanabilir bir huzur varsa…
Ve hala huzurlu kalpler yaşayabiliyorsa gök kubbenin altında,ben de istiyorum!



Huzur istiyorum….
Evet…Zoru istiyorum!
Huzursuzluktan,
üzüntüden,
uykularının kaçmasından
yorulmuş benliğime birkaç huzur tohumu serpmek istiyorum!
Açar belki bir gün diye…



Bilmiyorum, nerede ve nasıl yaşanır huzurlu?
Bilmiyorum ebediyen huzurlu olunur mu?
Ya da yaşarkenki huzur, toprağın altında bana yoldaş olur mu?



Acaba neftse mi huzur,
yoksa kalpte mi,
ya da hangisi daha tatlı bilmiyorum…



Huzur…
Nefse olsun,kalbe olsun….
Nerede bu muazzam kelimenin anlamı tecelli eder ki….



Gerçeklere gözleri kapatmakta mı acaba…
Duymamakta mı acıları…
Yoksa sonuna kadar gerçeklerle koyun koyuna yaşamakta mı…
Direnmekte mi ki huzur,tüm acılara rağmen…



Alınların secdeye varmasında mı yoksa…
Hiçbir şeysiz O’na yaşamakta mı….



Dünyalık mı huzur,
yoksa ahirete ekilen bir tohum mu?
Yaşanılan her şey gibi…



Bir an mıdır huzuru yaşatan…
Bir an için kalan ömre sırt çevrilir mi…
Ya o an sevdiklerinin ömürlük huzurunun yok oluşuna sebepse…
Yine de değer mi…



Kendin için yaşamak mı,
hiç kimsenin acısını takmadan…
Bu mudur aslolan…
Yoksa kalbin paslanana dek başkasının acısını yaşamakta mı huzur…
Peki acaba huzur aslolan da mı?...

Aslolan…
Aslolanı yaşamak….
Yani olması gerektiği gibi….
Hatasızlığa mahkum yani…
Ahh,keşke….
Ama aşar bu beni zahir…
Her dakikayı günaha çevirirken,hata da saniyede saklıyken…
Aşar beni…



Yanlışı kuldan gizlemekse hatasızlık,amenna…
Ama, bu huzur verir mi ki bana?
Her an mütereddit….
Hem O tüm zamanları bilirken…
O’ndan saklanır mı saniyeler….



Aslolan mı ,değil mi bilemem…
Ama ben O’na yalvarırkenki huzurumu istiyorum…
Bir bebeğin bana verdiği tebessümdeki mutluluğu istiyorum….
Derinden huzur istiyorum,yalnız yüzüme yansıyanı değil…
Yalnız kalışlarımda beni ağlatanı değil…
Tatlı bir huzur istiyorum,ta içimden yakalasın beni…
Kalamış’tan…
Var mı yüreğime kadar?....


Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri