Arama

Sonsuz Aşk - Sayfa 11

Güncelleme: 26 Ekim 2014 Gösterim: 505.689 Cevap: 2.787
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #101
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yıldızlar Koynumda Ölmeliyim...

Bir gece vakti...
Sponsorlu Bağlantılar
Normalde hiç adetim değilken, masamda bir fincan Türk kahvesi, bir bardak su; ışığını aydan, manzarasını koca bir şehirden alan balkonumda, telaşsız yudumluyorum kahvemi hem de bu saatte!
Bir yerlerden hafif bir müzik sesi geliyor, caddeden arada sırada geçen arabaların gürültüsü rahatsız etmiyor; ama bazen huzur, bazen tedirginlik veren bir sessizlik de yok gecede. Sıcak bunaltmıyor, gece gündüz kadar insafsız değil, pırıl pırıl bir gökyüzü ve hafif bir esinti var; serin serin yüzümü okşayan. Yine gözlerim yıldızlarda...
Şimdi mavi adaya demirlenmiş bir geminin üst katında, minderlere uzanıp alabildiğine yakın olmak vardı onlara. denizin ve karanlığın ortasında, yalnızca başını kaldırmakla ulaşabileceğin bambaşka bir dünya. Kederini boğan binlerce umut. Her biri bir şiir, her biri bir türkü; ezgiler yanık, dizeler ahenkli, hayat hiç olmadığı kadar güzel. "İşte Yaşamak!" dedirten binlerce ateşböceği; hummalı bir sevdayla yanıp, hasretle titreyen ve vuslatı düşleyen gökyüzünde.
Bir gece vakti ölmeliyim ben, mevsimlerden yaz olmalı!
Çöp kamyonları gittikten ve sarhoşlar bir yerlerde sızdıktan sonra gelmeli ecel!
Bahçeyi sulamayı bırakmış olmalı görevliler. Ay ışığı vurmalı yatağıma, tavanda annemin el emeği tül perdenin gölgesini görmeli, esintiyle oynaşını izlemeliyim! kalbimin atışlarını ve ateşböceklerinin sesini duyabileceğim kadar sessiz, yıldızları alabildiğine parlak gösterecek kadar karanlık olmalı ortalık; elektrik kesilmeli ben ölmeden az önce. Annemin bir yandan söylenip, bir yandan mum aramak için yerinden kalktığını, babamın, kardeşlerimin ve dostlarımın kim bilir kaçıncı uykusunda olduğunu düşünüp gülümsemiliyim!
Dünya gözüyle gördüğüm son manzara olmalı yıldızlar!
Baş ucumda olmamalı sevdiklerim; tanığı olmamalıyım ne dualarının, ne göz yaşlarının. Vedalar önceden edilmiş, öpücükler verilmiş olmalı son kez...
Hissetmeliyim son nefesin ciğerlerimden çıkışını, alabildiğine yavaş akmalı zaman, bilincim açık olmalı herşeyi düşünecek, her ayrıntıyı fark edecek kadar. Yıldızlar bakmalı gözlerime, ellerimden tutmalılar ki; aklımda bir dize, kulağımda yanık bir türkü, yüreğim yaşamaya hiç olmadığı kadar sevdalanmış olsun!
Bir gece vakti ölmeliyim ben, mevsimlerden yaz olmalı!
Gözlerim açık ve içinde binlerce umut varken gelmeli ecel. Yaşamımdan intikam alırcasına, koynumda yıldızlarla ölmeliyim, alabildiğine mutlu!

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
4 Nisan 2006       Mesaj #102
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
SIRADAN BIR DOST EVINE GELINCE MISAFIR GIBI DAVRANIR

Sponsorlu Bağlantılar
GERCEK BIR DOST BUZ DOLABINI ACIP ISTEDIGINI ALIR

SIRADAN DOST HAYATTA SENIN AGLADIGINI GÖRMEZ

GERCEK DOSTUN OMUZU SENIN GÖZYASLARINLA ISLANIR

SIRADAN DOST SENIN VE AİLENENİN TELEFON NUMARASINI BILMEZ

GERÇEK DOSTUN TELEFONUNDA ONLARIN NUMARASI YAZILIDIR

SIRADAN DOST DAVETİNE KATILINCA SANA BIR HEDİYE PAKETİ GETIRIR

GERÇEK DOST SANA YARDIM ETMEK ICIN ERKEN GELIR, VE EVI TOPARLAMAK ICIN GEC SAATTE GIDER

SIRADAN DOSTUN SENIN YATTIGI ZAMANDA ARAMAN ONU COK RAHATSIZ EDER

GERÇEK DOST NEDEN BU KADAR ZAMAN BEKLEDIGINI SORAR DERDINI ANLATMAN ICIN

SIRADAN DOST BIR KAVGADAN SONRA DOSTLUGUN BITTIGINI DÜSÜNÜR

GERÇEK DOST BIR KAVGADAN SONRA SENI TEKRAR ARAR

SIRADAN DOST SENIN DAIMA ONUN ARKASINDA OLMANI ISTER

GERÇEK DOST SENIN ICIN HER SEYE HAZIR VE DAIMA ARKANDA OLANDIR


Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Nisan 2006       Mesaj #103
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SENİNLEYİM...

1912 yılındayız. Bayan Straus ve kocası, o talihsiz yolculuk sırasında Titanik'teki yolcular arasındadırlar.

Kadınlardan çoğu geminin içinde boğulmamasına rağmen Bayan Straus basit bir nedenle boğulur: Çünkü kocasını bırakmak istemez.

Bayan Straus'un kazadan kurtulan hizmetkârı Mabel Bird kurtulduktan sonra şu öyküyü anlatmıştır:

" Titanik batmaya başlayınca, panik olan kadınlar ve çocuklar kurtarma botlarına indirildiler. Bay ve Bayan Straus o kadar sakinlerdi ki yolcuları rahatlatıyorlardı. Hatta yolcuların botlara binmelerine yardımcı oldular."

" Onlar olmasa boğulurdum. Ben kırkıncı ya da ellinci bottaydım. Bayan Straus benim bota binmemi sağladı ve yanıma kalın halatlar verdi."

Daha sonra, Bay Straus karısına bota binmesi için yalvarır. Bayan Straus tek bacağını atar, ama aniden fikrini değiştirir ve ayağını geri çeker. Batmakta olan gemiye döner.

" Lüfen sevgilim bota bin" diye yalvarır kocası.

Bayan Straus yıllarını birlikte geçirdiği en iyi dostu, kalbinin sahibi ve ruhunun ilacı olan erkeğin gözlerine derin derin bakar. Kolunu kavrar ve ona iyice yakınlaşır.

" Hayır" der kendinden emin Bayan Straus, " Bota binmeyeceğim. Yıllarımızı birlikte geçirdik. Artık yaşlandık. Seni bırakmayacağım. Benim yerim senin yanın. Seninle geleceğim, senin gittiğin yere"

Onları en son orada görmüşler: Güvertede elele. Gemi batarken, kendisini kocasına adayan kadın cesaretle kocasına sarılmış. Karısını seven adam koruma duygusuyla karısına sarılmış. Hiç ayrılmamacasına.
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
5 Nisan 2006       Mesaj #104
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Sonsuz Aşkım

Gecenin koyu karanlığı bastı yatağıma
Penceremden özlem esti usulca
Gözlerimi kapattım seni hayal ediyorum
Bitmesini istemiyorum aşkımızın..

Her saniye artıyor sana özlemim
İçimde büyüyor sevdan dinmiyor
Dayanamıyorum sensizliğe biriciğim
Ya senleyim ya da ölüyüm..

Gece sabahı çağırdığında
Aniden açıyorum gözlerimi
Seni görebilme ihtimalinin getirdiği
Ve götürmesini istemediğim heyecanla..

Öyle seviyorum ki seni ben
Sen artık benim bedenimden bir parça
Benliğime işleyip ruhum oldun
Her anıma kazıdım adını..

Bakışların eritiyor içimi
Ellerin terletiyor ellerimi heyecandan
Dudakların dudaklarımı çekiyor
Ve bedenin bedenimi ateş gibi yakıyor..

Her gece senin hayalinle uyuyorum
Sarılıyorum yorganıma sıkıca
Sonra da öpüyorum yastığımı sen diye

Sen benimsin ben de senin, sonsuz aşkım.!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #105
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yıkıntılar Arasında Aşk-I

Kadın aradan geçen zaman içinde değişmişti. Saç modeli bile farklıydı artık. Gözlerinin çevresindeki çizgilerden dolayı biraz yaşlanmış gibi görünüyordu. Bunlar güldüğünde görünmez oluyor, ya da ona yakışıyor gibi geliyordu.
Elena’yı tanımadan önce, Tolostoy’un “insanların aşk dedikleri şeyi bilmiyorum. Aşk şimdiye kadar okuduklarım ve duyduklarım gibiye, ben aşkı hiç tatmadım” itirafına inanırdı. Onun ahlak yargılarındaki dehasına rağmen, akıl ve duygu arasındaki çelişkiyi, o bile çözümleyememişti. Tolostoy’un ölümünden sonra yayınlanan ‘Şeytan’ adlı kısa romanında bile, aşkın ne olduğunu, ya da ne olması gerektiğini sorgulayarak içinden çıkamamış ve neticeyi okuyucuya bırakmamış mıydı? Diğer yanda ‘Anna Karenina, Savaş ve Barış’ ta ise aşk insanın içine işlemiyor muydu?
İlk tanıştıkları zamanda ona aşık olmuştu. Çok güzeldi. Sarı dalgalı dağınık saçları omuzlarına dökülüyordu. Menekşe rengi gözleri, biçimli kaşları, sık gülümsemesiyle yanaklarında küçük gamzeler oluşuyordu. Gülümsemelerindeki sevgi insanın yüreğini eritiyordu. Sütten beyaz bir teni vardı. Aklını baştan almasına dayanamamış ve sevgi fırtınası içinde onu öpmüş ve şaşırtan bir tutkuyla kız da karşılık vermişti. Onu elde etmek için defalarca bir şeyler yemeye, sinemaya davet etmek zorunda kalmıştı. Geceleri Moskova’nın geniş caddelerinde yürümelerini, parklardaki kaçamaklarına, onun ardı arkası gelmeyen naz ve kaprislerine katlanmıştı. Defalarca sabahlara kadar dans etmişlerdi. Aylarca kendini teslim etmemekte direnen, kendini zora satan Elena’nın kaldığı yatak odasına girerek defalarca sevişmelerini sağlamıştı. Onu unutamıyordu. Onu elde etmek, Orta Asyalı bir gençle olan bağlarını koparmak o kadar kolay olmamıştı. Hatta Rus usulü zor kullanmak zorunda kalmıştı. Her şey bitmek üzereyken; aniden evlenme kararının şaşkınlığını uzun süre üzerinden atamamıştı.
İvan vardığında toplantı hızını almıştı. Aynanın önünde oyalandı, elbisesinin yakalarını düzeltti, eliyle saçlarını taradı. Odalardan gelen sesleri, kahkahaları ve kadeh tokuşturmaları duyabiliyordu. Davetliler Moskova’nın elit tabakalarındandı. Selam verenleri kısa sözlerle geçiştirirken; gözleri birini arıyordu. Ve onu gördü. Elena gözle görülür derecede zayıflamış görünüyordu. Yıllardır parmağından çıkarmadığı elmas yüzüğü ise parmağında takılı değildi. İvan bir süre, onu uzaktan seyretmeyi sürdürdü. Gözlerinde tütmesine rağmen, aradan geçen zaman kendinden çok şeyler de götürdüğü bir gerçekti. Elena’da kendinden farklı olmasa gerekti.
Elena yavaşça dönünce, İvan’ı gördü. Yüzünde bir anda şaşkınlık, sevgi, üzüntü, gizli bir sevinç ve öfke dolu duygular birbirine karıştı. Elena sonra normale dönebildi. Her şeye rağmen, ilk yaklaşan, harekette bulunma cesaretini gösteren yine İvan olmuştu.
“Merhaba Elena. Umarım, beni gördüğüne şaşırmadın?” Kadın duraladı ve biraz da zoraki gülümsedi.
“Burada olacağını biliyordum.” Uzun bir an kımıldamadan birbirilerine baktılar. Etraftaki davetlilere aldırmayan İvan, elini Elena’nın omzuna koydu. Her şeyi unutmuş, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Hatta özlediğini göstermek için de eğildi ve fırsat vermeden dudaklarından öptü. Elena, “Lütfen…” derken gayri ihtiyari, beli belirsiz karşılık verdiğine kendisi de şaşırmıştı. İvan :
“Geleli çok oldu mu?” dedi.
“Partiye mi? Ülkeye mi?”
“İkisine de…”
“Partiye yeni geldim. Ailemi ziyarete gitmiştim. Ülkeye ise üç dört gün önce geldim.” dedi. Sesindeki suçlamayı önleyemeyen tonuyla “Beni aramayacak mıydın?” dedi. Kadın içini çekti ve yere baktı. İvan’ın üzerindeki elbiseyi daha önce görmemişti. Kadın yüzü kızararak “Evet. Arayacaktım” dedi.
“İçki ister misin?”
“İçkiyi bıraktım. Hatta kahveyi de…”
“Kahveyi bıraktın mı? Ama çok severdin!”
“Hazır kahveden nefret ediyorum. Moskova’da ise bundan başka bir şey yok.”
“Sen de sigara kokmuyorsun?”
“Bıraktım.”
“Gerçekten mi? Ne zaman?”
“Sen gittikten sonra…”
Yukarıdan birilerinin emir vakileriyle aniden İvan’la evlenmeye karar vermişti. İvan’ın tepede geniş çevresinin olması, Elena’nın doktorasını yapmasına, tanınmasına, hatta basamakları hızla çıkmasına ve rahat bir hayat sürmesini sağlamıştı. Geçici birkaç işte çalışmıştı. Kısa sürede, kuşağının en parlak filologlarından biri olarak tanınmaya başlamıştı. Uzun bir süre, kalıcı, gerçek bir meslek yaşamı da olmadığı içinde huzursuzdu. Üniversitede öğrendiklerini nasıl olsa bir gün kullanacağına, önemli bir işle görevlendirileceği günü bekliyordu. Üniversitedeyken gönlünü kaptırdığı Özbek gencini de tamamen unutabilmiş değildi. Evlendiklerinde, evliliğin rutin yaşamına dalmış bir çok şeyi unutmuştu. Birlikte televizyon seyrediyor, yemek pişiriyor, arkadaşlarıyla dolaşıyorlardı. Doğal olarak arada bir kavga da ediyorlardı. İlk yılların ateşli tutkusu daha zengin bir ilişkiye dönüşmüştü. Her geçen gün, Elena biraz daha ona bağlanıyordu. Zaman zaman çocuk yapmaktan bahsetmişler, ancak bunu pek ciddiye almamışlardı. Bir hafta ciddiye alırken, diğer bir hafta vazgeçiyorlardı.
Bu mutluluk aniden paramparça oldu. İvan Moskova’da Politbüroya çağrılmış. Merkezde kendisinin de bilemediği bir gizli görevle görevlendirilmişti. Onu görmeye giden hiçbir ziyaretçi bile kabul edilmiyordu. Telefonla bile, ona ulaşma imkanı olmuyordu. Ancak o ararsa arıyordu. Elena her arayışında, ne zaman döneceğini soruyorsa da; İvan her defasında bilmediğini söyleyip duruyordu.
İvan işinde başarılı biriydi. İlgisiz parçaları bir araya getirmeyi seven biriydi. Dünyanın en gizemli şehirlerinden biri olan Kremlin’nin nasıl işlediğini çok iyi bilirdi. 1984’te hiç kimsenin tanımadığı bir politbüro üyesi olan Gorbaçov’un liderliğe yükseleceğini o zamandan tahmin etmişti. Moskova’nın yirmi yedi kilometre batısında, bir dizi çam ağaçları arasındaki üç katlı taş bina, Sovyetlerde en güçlü adamlarından birine aitti. Salondaki masada, kristal ve porselen takımlar, havyar, tavuk kızarması, Fransız şampanyası Rusya’nın en seçkinlerine hizmet ederdi. Binanın odaları her türlü frekansta dinlemelere karşı korumalı, dinlenemez bir yapıdaydı.
Berlin Duvarı yıkılmış, Doğu Almanya yitirilmiş, Varşova Paktı kağıt üzerinde kalmış, Sovyetlerin yönettiği komünist hükümetler de tek tek yıkılıyordu. Yaşanan kriz, Daça’daki taş bina da masaya yatırılmış, sorgulanıyordu. “Ekonomi çöküyor. Komünist parti kontrolü yitiriyor. Bu adam (Gorbaçov) ülkeyi içten parçalıyor” diyordu, Moskova kulüp üyelerinden biri… Kırk beş yaşlarında, solgun tenli, zayıf, GRU’nun dış haberler alma müdürünün birkaç hafta dinlenmeden çalışmanın yorgunluğu üzerindeydi. Hatalardan ve yanlış hesaplardan nefret ederdi. Titiz bir yöneticiydi. “Sovyetler, darbe yapılması imkansız bir sisteme sahip. Yani gerçeklerle algılamalar birbirine hiç uymuyor. Suikastlarında bir anlamı yok. Yılanın başını kesmekle gövdesinin de öleceğini söyleyenler olacak ama araştırmalar; bunun tam aksini gösteriyor. Plan, devrim bayramında olmalı… ” dedi ve sözlerini sürdürdü. Tespitine, diğer biri “Korkunç fakat harika…” diye tanımlıyordu.
Kremlinde yöneticilerden biri olma talihsizliğine uğrayan ve koltuğu korumak isteyen, asla ‘tatile çıkılmayacağını ve hastalanılmayacağını’ bilir. Hasta olan gücünün bir kısmını yitirecektir. Yükselirken beraberinde yeteri kadar adam çıkartamadıysa, Kremlin onun için paten sahasından daha kaygan olacaktır. Bunu yükselmek isteyen her siyasi, çok iyi bilir. İvan’da bu kaygan zeminde birileri yararına sörf yapamaya çalışanlardan biriydi.
Elena’nın liseden sonra okumayarak evlenen ablası Tanya, Kiev’deki evinde intihar etmişti. Atlayarak Kiev’e gitmişti ama acısı bir türlü dinmiyordu. Döndüğünde çekilmez yalnızlıklarıyla yine baş başa kalmıştı. Yalnızlığa hiç dayanamıyordu. İvan’ın ne zaman döneceğini de hiç bilmiyordu. Belki dönmeyebilirdi de… Hiç kimse kendi hayatının ne olacağını bilemediği gibi, bir başkalarının da diğerlerinden fazla bir farkı yoktu.
İvan görevi bittiğinde, yorgun geçen günlerini geride bırakmanın sevinciyle, sürpriz yapmak için eve dönerken haber vermemişti. İvan eve yaklaştığında Elena’yı bir adamla kol kola apartmandan çıktığını gördüğünde, kan beynine sıçramıştı. İvan o kadar kıskanç biriydi. Aylar süren çalışmanın verdiği stres, uykusuz geçen geceler, üstü memnun edebilme baskısı da cabasıydı. Kıskançlık aşkın derinliğini ölçen bir barometre değildi. O sadece aşığın güvensizliğini gösterirdi. Bir haftadır birlikteliklerinin devam ettiğini öğrendiği gece kavga etmiş hatta daha ileri giderek dövmüştü. Elena bunu asla beklemiyordu. İvan öfkeyle evden ayrılmış, gece boyunca içmiş ve sarhoş olmuştu. Ve o geceyi inadına dul bir kadınla birlikte geçirmişti. Artık evliliğin kristal küresi geri dönülmez bir şekilde kırılmıştı. Ertesi sabah eve öfkesi geçmiş olarak dönmüştü. Ama Elena’yı bir yanda ağlar ve bir yanda çantasını toplar olarak bulmuştu. Dönüşü zor olan bir yola girilmişti. Elena, İvan’ın bütün konuşmalarını reddederek, arkadaşı Galina'nın evine taşınmıştı. Birkaç gün sonra ise kalan eşyalarını almak için gelişi ise her şeyin bitmiş olduğunu gösteriyordu. İvan’ın :
“Gitme. Elena hata yapıyorsun!” sözlerine aldırış bile etmemişti. Arkasından :
“Ayrı kalmasak bu evlilik çökecek!” İvan onu öperek barışma yolunu denemek isterdiyse de, Elena arkasını dönerek öpmesine fırsat vermemişti. Hatta sevgisi nefrete dönüşmüştü. Elena, hayatı ve geleceğiyle ilgili radikal kararlar almış ve zaman kaybetmeden de uygulamaya koymuştu.
“Yarın Moskova’dan ayrılıyorum” dediğine İvan, yıkılır olmuş, içini yaptıklarına karşı pişmanlık duygusu kaplamıştı.
“Gerçekten mi? Böylece sürgünde mi olacağız? Evliliğimizi çöpe mi atmak istiyorsun?” Sorularına, Elena’nın cevap vermeyişi onu tamamen baştan çıkarıyordu.
“Konuş benimle. Bak Elena. Sadece bir iki kişiyle beraber oldum. Sen de olmuşsundur. Çok çekici bir kadınsın. Sen istedikten sonra, hiçbir erkek sana hayır diyemez. Hayatında hiçbir kimse yok mu yani?”
“Bir süre yalnız kalmak isteyebileceğim neden aklına gelmiyor?”
“Planın ne?”
“Bilmiyorum!”
“Ne zaman geri döneceksin?”
“Bilmiyorum…”
“Açık konuşayım. Bana geri dönmeni istiyorum. İkimiz de aptalca şeyler yaptık. Bunlar geçmişte kaldı. Yeniden başlayabiliriz…”
Elena’nın gözlerinden yaşlar geliyordu. Yüzü ona dönük olmadığı için İvan onu göremiyordu. İvan onu omuzlarından kavradı ve beklenmedik bir güçle onu öptü. Genç kadın sanki aşı oluyormuş gibi kasıldı. Kolları boşlukta kaldı. Titreyen kısık sesiyle “Yapma!...” dedi.
İvan, Elena’nın biraz gevşemesini fırsat bilerek; onunla birlikte evden çıkmıştı. Ama Elena aklına koyduğunu uygulamaya kararlıydı. Bir süre Moskova’nın geniş caddelerinde yan yana yürüdüler.
Dokunmadan seven yoktu. Aşklar evlerden sokaklara, meydanlara taşınmıştı. Yüce duygular, büyük aşklar da yoktu artık. Adam gibi sevecek, sevebilecek erkeklerde yok artık. Ne iş alanında başarı, ne aşk, aile ve çocuk, ne derinlemesine bir düşünce faaliyet, ne de kendine karşı özen... Rus erkekleri kimliklerini iyice kaybetmişti. Duyarlılıkları daha da azalmıştı. Adapte olma yetenekleri bile sınırlıydı. Böylesine silikleşme, geri plana kayma, kadının gölgesine sığınma... Rusya'da ailenin reisliğini kadınlar yapıyordu. Çocuğun sorumluluğu neredeyse bütünüyle kadına aitti. Yalnızca günlük ve küçük kararlar değil, büyük olanları da kadın dudaklarından dökülüyordu. Boşanma kararını alan da onlardır genellikle. İşyerlerinde kadınlar daha güvenilirdir. Yarı yolda koymaz, görevlerini iki kadehe değişmez. Son zamanlarda Rus kadınları iyi para kazanmaya da başladı. Bu durumda evde bir "asalak" bulundurmaya gerek görmeyenlerin sayısı her geçen gün çoğalıyor. Evlenmek isteyen erkekler ise mercekle aranıyor. Adayların "hal ve gidiş notu" da ayrı konu! Rus kadınlara giderek yabancı erkeklerde arıyor mutluluğu. Ama o da her zaman olumlu sonuç vermiyor. Ulusal farklılıkları aşmak her babayiğidin harcı değil.
Bu ülkede Puşkin’in heykeli etrafında sevda peşinde koşanlara bakarak onlara ‘zavallılar’ diyerek acıdı. Evleninceye kadar seveceksiniz sonra ne olacak? Yaşanan hayatın gerçekleri aşkları da silip süpürüp götürmeyecek mi? Birbirine sarılanlar, öpüşen lezbiyenlere ve öpücükler gönderen fahişlere bakmamak için başını çevirdi.
Tverskaya caddesine yöneldiler. Dilencilerden, sarhoşlardan nefret ediyordu. Bir yığın zavallı açıkta acınacak halde sürüngenler gibiydiler. Kuşkulu bakışlardan kurtulmak için adımlarını hızlandırırdı. İvan’ın tutarsız hareketleri vardı. Ne zaman, ne yapacağından asla emin olamıyordu. Onu iyi tanıyordu. O, her ne şartlar altında olursa olsun, almak istediklerini alan bir ruh yapısı vardı. Elena eve gitmek istemiyordu. Sıradan bir otele gittiler. O geceyi birlikte geçirdiler. Gece geç saate kadar konuştular. Oda servisinin getirdiği şarabı paylaştılar. Elena :
“Nasıl böyle aptalca bir şey yaptığımı, o günden beri çok düşündüm ve pişman oldum. Birine ihtiyacım vardı ve sen merkezdeydin.”
“Anlıyorum. Seni affediyorum. Sende aynısını yaptın.”
Elena “Bana sadık kaldın mı?” diye sordu.
“Hayır” dedi İvan, “Ya sen?”
“Hayır…”
“Öyle ise ödeştik. Yıkıntılar arasında aşk’ı tekrar denemek istemez misin?”
Elena’nın aklı karmakarışık olmuştu. Üzüntülüydü. Hatta hassaslığı üzerindeydi. Kırılgandı. Giderek artan bir tutkuyla onu özlüyor olmasına rağmen, aklı duygularını acımasızca bastırıyordu. Onun öpmesine, göğüslerini okşamasına izin verdi. Bir zamanlar bu adamı çok arzulardı. Ama şimdi, içindeki düğme tamamen kapalıydı. Tek istediği şey yalnız kalmaktı. Onunla sevişmedi. İvan ise reddedilmişliği karşısında kırılmış ve üzülmüştü. Elena’yı kayıp mı ediyordu? Bir daha bir araya gelemeyecekler miydi? Ardı arkası kesilmeyen düşüncelerle bir süre sonra İvan uykuya varmıştı. Elena ise, kırılan sihirli küreye ağlıyordu. İvan ise geçici bir heves, nasıl olsa gelip geçer düşüncesiyle üzerine fazla gitmedi.
Ertesi sabah havaalanında vedalaşmışlardı. Terminaldeki kalabalık, duygularının tamamen ortaya çıkmasını engelliyordu. Genç kadının gözyaşları yanaklarından yuvarlanarak göğsü üstüne damlıyordu. İvan ona sarılmış ve kucaklamıştı. Genç kadın başını onun göğsüne yaslamıştı. İvan :
“Kendine iyi bak…”
“Ben de aynı şeyi söyleyecektim.” Son anons yapılıyordu. Ayrılmışlardı…
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #106
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Son Vedam Sevdiğime

Güzel bir film tadındaydı yaşadıklarımız. Ve bu film üç bölümden oluşuyordu.
Birinci ve ikinci bölümün ardından üçüncü yani son bölümü oynuyoruz
birlikte. Başrol oyuncuları ise sen ve ben.
Defalarca bulup kaybettim seni. Ve artık yorgunum. Seninle bu oyunu daha
fazla sürdüremeyeceğim. Her yaşadığımız anda ben bu anı yaşadım demek
istemiyorum. Çünkü hep aynı şeyleri yaşatıyorsun bana. Önce geliyorsun
hiçbir şey olmamış gibi hayatımın tam ortasında duruyor sonra yine hiçbir
şey olmamış gibi kenara çekiliyorsun. Olan yine bana oluyor. Tam unutmuşken
yada alışmışken yalnızlığına, küllenirken yüreğimde sevdam birden kor haline
geliyor. Ve inan bu acı terk edişinden daha çok acıtıyor canımı.
Hayatımda üç kez aşkla karşılaştım. Birincisi çocukluktu, ikincisi gençlik,
üçüncüsü ve son olanı ise sendin. Neydi beni sana bu denli bağlayan
bilmiyorum. Yokluğunda hayatıma girmek isteyen, hayatım, geleceğim olmak
isteyen insanlar çıktı. Hiç birisine karşı bir şeyler hissetmedim. Çünkü tüm
ruhumla seni seviyordum. Çünkü damarlarımda kan yerine sen dolaşıyordun.
Yokluğunda neler yaşamış neler umut etmiştim. Umudumu hiç kaybetmeden
bekledim seni, olurda bir gün dönersin diye. Ama senin dönüşlerin hep
hayatın bana sunduğu oyunmuş. Ve ben artık bu oyundan çekiliyorum.
Sen fırtınalı günler yaşarken beni sığınılacak bir liman olarak gördün.
Fırtına dinene kadar sığınıp sonra yine yoluna devam edecektin. Ve öyle de
oldu. Neden bilmiyorum senin hakkında ne düşünürsem hep haklı çıkıyorum.
Keşke haklı çıkmasam diyorum ama sen beni hiç yanıltmıyorsun. Kurulmuş bir
zamanımız var bizim. O süreyi aşınca tüm sihir bozuluyor ve her şey eski
halini almaya başlıyor. Sen bir tarafa ben bir tarafa.
Bir gün yine kendini yalnız ve mutsuz hissedersen ve kendi kendine neden ben
diye sorma. Çünkü Allah hiç kimseye hak etmediği acıları yaşatmaz. Dilerim
ki o duyguları hissetmezsin. O duygular ki insanı yaşamdan koparan,
soğutan, soyutlayan. Zamanla alışılıyor elbet herşeye. Ben farklı bir insan
olduğum için ve her türlü acıyı yaşadığım için çok uzun sürüyor unutmam. Ama
alışıyorum.
Uçurumun kenarında gibiyim. Bir adım ileri atsam dipsiz boşlukta yok olup
gideceğim. Bir adım geri atarsam önümde iki yol; birinci yol yaşam, ikinci
yol ise ileri adım atmam ile aynı. Ve ben şimdi geri adım atarak iki seçenek
sunuyorum sana tercih senin. Ya gel yaşat beni ya da bırak yalnızlığının
boşluğuna.
Seni kaybetmekten öyle çok korkuyorum ki bu korkular işkenceye dönüşüyor.
Gecelerde daha bir artıyor bu can yakmalar. Uykularım kaçıyor uyuyamıyorum.
Nasıl bu hale geldiğime inanamıyorum. Oysa hiç pişman değilim seni
sevdiğim için.
Ne çok yaş aktı bu gözlerden uğruna. Ne hıçkırıklara şahit oldu evimin
duvarları. Karanlıkta ağladım hep. Çünkü kendimden bile saklamaya
çalışıyordum gözyaşlarımı.
Şimdi hayatın bana sunduğu bu sınavı da bitirdim. Belki geçtim belki de
kaldım ama her şeyi yaşadım ve yaşattın. Her şey için, küçük de olsa bu
mutluluğu yaşattığın için teşekkür ederim

Ben seni hep sevdim ve hep bekleyeceğim olurda sende beni seversin diye
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Nisan 2006       Mesaj #107
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
VAKİTSİZ DUYGULAR


Kimi zaman bir sahil kasabasındaki, saçları rüzgarla dans etmeye aşina kıza kaptırıverdim yüreğimin sıcaklığını, kimi zaman otantik bir akşam yemeğinde; mum ışığı gibi parlayan, mutlu ama uzak bakışlara... Sonuçta kaptırılan yüreğin sıcaklığıydı ve o yürek benimdi. Acı varsa, o da benim olacaktı kaçınılmaz olarak...
Asla "nasıl olsa bu da diğerleri gibidir" le başlamasa da, bitti ki diğerleri gibiydi; okyanus melodisindeki geceler...
Sonunda dedim, elbette bulacak o sıcak ve sonsuz sarılılşlar bedenimi ve sevgi ile çarpacak bu yürek, ihtiras ile değil.
Bekledim yıllarca, boş durmadım elbette, aradım her yerde; otobüste, vapurda ve hatta yapayalnız bir parkta... "Bulamazsın" dedi, tanımadığım ama beni benden iyi tanıyan o dilenci, "böyle oturup, kendi haline ağlamakla". "Nedir" dedim, daha yeni doğmuş bir yaprağa; "hayata gelişin ve yeşili gözlerimden alıp, sevenimin kalbinde yer edişinin amacı". Sustu ve gülümsedi, "ilk değilim, ilk değilsin" dedi. Son da değildim o zaman tesellimce ve buldum kendimi seni ilk gördüğüm yerde. "Sen de" demeye gelmiştim "ne ilk, ne sonsun bu geçici güzellikte". Oturdum o martı sesleriyle dolu sahile, gelip geçen sevgilileri izledim, hasretle...
Normal karşıla ama seni bekleyişimi. O kadar ani oldu ki ölümün, hala alkolün esiri olduğum gecelerde unuturum gidişini...
Bilmiyorum nedendir, bazen kaptırıp gülümsüyorum hayata, sanki kalbim varmışcasına.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Nisan 2006       Mesaj #108
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ölümüne Aşk
Esat sevdiği kızın evi önünden geçtiğinin sayısını bile bilmiyordu. Bildiği ise sevdiği kızın kendisiyle hiç ilgilenmediği idi. Nedense evinin önünden bu kadar çok geçtiği halde dikkatini çekmeyi başaramamıştı. Belli ki bu kızı elde etmenin tek yolu annesini devreye sokmaktı. Eğer annesi kızın ailesine görücü olarak giderse, kız kendisini ailesinden istetecek olan genci merak edecekti. Eğer kız umduğu gibi dikkatini üzerine yönlendirirse kendisiyle konuşmak için ne gerekiyorsa yapacaktı.
Annesi kıza görücü gittiğinde hiç iyi karşılanmadı. Haklılardı da. Zira Esat henüz bir iş güç sahibi olamamıştı. Yaşamını günlük işlerle sürdürüyordu. Günlük işlerde çalışmak da bir yuva için gereken parayı kazanmaya olanak vermiyordu. Ah şöyle devlet memurluğu gibi sürekli bir iş bulabilse ne iyi olurdu. İşte o zaman annesini yine kızın ailesine gönderirdi. Bu sefer görücü olarak değil de istemek üzere giderdi.
Sevim kendisine görücü gelen kadının evinin önünden onlarca kez geçen gencin annesi olduğunu öğrenmişti. Esat penceresinin önünden geçerken pencereden beline kadar sarktıktan sonra
Şişt bana bak dedi. Esat seslenenin sevdiği kız olduğunu görünce çıldıracak gibi oldu. Büyük bir sevinçle kıza baktı. Kıza ne söylemek gerektiğini bir türlü kavrayamadı. Kız,
Bana bak sümsük dedi. Sen kim oluyorsun da evimin önünden penceremize bakarak her gün onlarca kez geçiyorsun? Yeter be yolumuzu eskittin. Sen önce kendine iyi bir iş bul sonra kız peşine takıl. Öncelikle beni aklından çıkar. Dünyada evlenilecek tek erkek sen olsan bile sana dönüp bakmam. Bu sözleri söyledikten sonra pencereyi çarparak kapattı. Esat sanki beyninden vurulmuştu. Kızın davranışına karşı söyleyecek tek kelime bile aklına gelmiyordu. Gelse bile ne olacaktı? Kız zaten pencereyi kapatmıştı.
Kızın davranışı içinde çok kötü yer etmişti. Ah diyordu ah. Şöyle devlet memurluğu gibi itibarlı bir iş bulsa kendine. O kız nasıl da peşinden koşardı. Keşke arkası olan biri olsaydı. Kaç arkadaşı kendisi kadar eğitimi olmadığı halde arkaları sayesinde ne güzel işlere girmişlerdi. Yine de yılmaması gerekirdi. İş için gereken her kapıyı çalmalıydı.
İçine çöreklenen sıkıntıdan mıydı? Başında dayanılmaz bir ağrı oluştu. Çarşıya gidip bir eczaneden ağrı kesici almaya karar verdi. Çözemediği bir şey vardı. Bu kız varlıklı bir ailenin kızı değildi. Üstelik olağan üstü bir güzelliği de yoktu. Neyine güveniyordu da kendisini bu denli kötü horlamamıştı. Gerçi kendi ailesi de zengin değildi. Bu yüzden orta okuldan öteye okuyamamıştı. İşte burada şansızlığı gelip kapısına dayanıyordu. İlk okul mezunları bile devlet dairelerinde iş bulabildikleri halde kendisi iş bulamıyordu. Belki de yeteri kadar girişken değildi. Oysa girişken olmalıydı. Ağlamayan çocuğa meme verirler mi? Bundan böyle girişken olacaktı. İş için gereken her kapıyı çalacaktı. Kaç arkadaşı gazete ilanlarından iş bulup çalışmaya başlamıştı. Oysa kendisi bu güne kadar hiçbir gazetenin ilan sayfasına bakmaya bile gerek duymamıştı. Hele ilacını bir alsın. Gidip bir kahvehanede oturacak, hem ilacını içecek, hem de gazete ilanlarına göz atacaktı.
Eczaneye girip bir Panaljin aldıktan sonra her zaman takıldığı kahvehaneye gitti. Boşta olan gazeteleri toplayıp boş bir masaya oturdu. Garsona bir çay ve bir de su getirmesini söyledi. Panaljin kutusunu açıp iki hap çıkardı. Garsonun getirdiği suyla ikisini de içti. Çayını yudumlarken gazetelerin iş ilanlarını okumayı sürdürdü. İçtiği ilaç sanki ters etki yapmıştı. Başındaki ağrı sanki daha da şiddetlenmişti. Garsona bir su daha getirmesini söyledi. Garsonun getirdiği suyla iki hap daha içti. Nedense içtiği haplar ağrısını hiç etkilemiyordu. Bardakta kalan suyla iki hap daha içti. Tekrar ilan sayfalarını okumayı sürdürdü. Kendisine uygun bir iş bulamamıştı ama aynı ilanları tekrar tekrar okumayı sürdürdü. Belki bu tekrarlar başındaki ağrıyı unutmasını sağlardı. Başındaki ağrının geçeceği yoktu. Çivi çiviyi söker derler. En iyisi gidip az ötedeki meyhanede birkaç duble içmek olacak diye düşündü. Çayın parasını çay tabağının kenarına koyduktan sonra doğruca meyhaneye gitti. Garsona bir duble rakı ve çerez getirmesini söyledi. Acelesi varmış gibi duble rakıyı bir dikişte içti. Bir duble daha istedi. Duble rakısını içmeyi tamamlayamadı. Zira başı dönüyordu. Öyle bir dönüştü ki başındaki ağrıyı bile bastırmıştı. Oturduğu sandalyeden düşmemek için direndiyse de başaramadı.
Meyhaneci müşterisinin düştüğünü görünce elindeki işi bırakıp Esat’ın yanına gitti. Baygın olduğunu fark edince garsona,
Koş duraktan bir taksi çağır gel dedi. Az sonra gelen taksiye Esat’ı bindirdikten sonra garsona,
Bunu hastaneye bıraktıktan sonra dön gel dedi.
Esat kendini yavaş yavaş toparlamaya başlamıştı. Yabancısı olduğu bir yerde yattığını fark ettiğinden nerede olduğunu anlamaya çalıştı. İki yanında ve karşısında yatanlar vardı. Yatanlardan hastanede olduğunu anlamakta zorluk çekmedi. Peki nasıl olmuştu da buraya gelmişti. En son anımsadığı meyhanede içki içtiğiydi. Yanına gelen doktor,
Anlat bakalım Esat bey. Seni intihara kadar sürükleyen etken neydi? Bu genç yaşta şartlar ne olursa olsun intihar etmeye değer miydi? Konuşacak gücü olmamasına rağmen doktorun sorusunu yanıtlamaya çalıştı.
Ben intihar etmedim. Meyhanede yalnızca içki içiyordum.
Peki bu cebinden çıkan Panaljin ne? Hem Panaljin, hem de içki içeceksin. Bu intihar değil de ne? Kaç tane Panaljin içtin.
Bilmiyorum. Kutuyu yeni almıştım. Doktor kutuyu avucunun içine boşaltıp kalanları saydı.
Bu hesaba göre altı Panaljin içmişsin. Bak oğlum, daha çok gençsin. Ağrı kesici aldıktan sonra içki içmenin ne denli tehlikeli olduğunu öğrenmelisin. Eğer zamanında hastanemize getirilip mideni yıkamakta geç kalmış olsaydık şimdi hayatta olamazdın. Olsaydın bile belki de felç olarak yaşamının geri kalan bölümünü felçli olarak geçirirdin. Sakın bir daha böyle kötü bir yanlışlık yapma. Şunu kafana iyice yerleştir. Sıkıntıların ne olursa olsun seni yaşamından koparmamalı. Zira hayat dediğimiz şey acısıyla tatlısıyla yaşamaya değer. Kimlik bilgilerinden bekar olduğun anlaşılıyor. İleride bir yuva kurup çoluk çocuğa karışacaksın. Hayatın en güzel çağı o günlerden sonra başlayacaktır. Hiçbir şey seni yıldırmasın. Gün gelir tüm zorluklar aşılır. İçtiklerin yüzünden kendini çok yorgun hissedeceksin. Kendini iyi hissetmediğin sürece yataktan çıkma. Zaten seni üç gün müşahede altında tutacağız.
Ama doktor ben intihar etmedim
Söylediklerimi anlamadın galiba. Ha içkiyle ağrı kesici içip intihar etmişsin. Ha boynuna bir ip geçirip ölümü seçmişsin. İpte ölüm daha kolay. Hiç olmazsa ipten kurtarıldığında bu kadar ağır sarsılmazsın.
Anladım doktor bey. Bir daha ağrı kesici aldıktan sonra alkol almayacağım.
***
Ağlama sesiyle uyandı. Gözlerini açıp sesin geldiği tarafa baktı. Ağlayan annesiydi. Annesi gözlerini açtığını gördüğünde sevinçle oğlunun elini avucunun içine alıp sordu.
Neden yaptın oğlum bunu? Neden ölmek istedin. Buna neden o kız mı?. Söyle oğlum o kız mı? Eğer o kızsa değer mi be oğlum onun uğrunda ölmeye? Anneciğin sana ondan daha güzelini bulamayacağını mı zannediyorsun? Hele sen bir iyileş bak anneciğin sana nasıl bir kız bulacak?
Anne sen neler söylüyorsun? Benim intihar etmek istediğime nasıl inanıyorsun? Gerçi o kız konusunda üzülmedim değil ama, intihar etmeme neden olacak kadar üzülmedim. Boşuna ağlayıp göz yaşı dökme. Ağlayarak beni ne kadar üzdüğünün farkında mısın?. Hadi anneciğim sil artık göz yaşlarını. Hastaneden çıkar çıkmaz kendime iş arayacağım. İyi bir iş bulduktan sonra ne kızlar buluruz değil mi anne?
Elbette oğlum. Yeter ki sen iyileş.
Anneciğim inan bana hasta değilim. İntihar girişiminde de bulunmadım. Ağrı kesici aldıktan sonra içki içilmeyeceğini bilmediğimden başıma bu durum geldi. Hadi artık sen eve git. Babam iş dönüşü seni evde bulamazsa merak eder.
Biliyorum oğlum biliyorum. Ama seni de merak ediyorum.
Beni merak etme anne, ben çok iyiyim. Babama söyle beni merak etmesin. Hiçbir şeyim yok turp gibiyim. Annesi yanından ayrılırken mırıldanıyordu.
Gidinin delisi turp gibiyim diyorsun ama yattığın yatak ne öyleyse? Turp gibi olan adamın hastanede işi ne? Hele sen dur. Hastaneden çıkar çıkmaz seni baş göz edeceğim birini mutlaka bulacağım.
***
Hastaneden çıktıktan sonra uzun zaman evinden çıkmadı. Çıktığında önüne gelenin neden intihar ettin diye soracaklarını biliyordu. Kime meramını anlatabilecekti. Zira her kes onun intihar girişiminde bulunduğuna inanıyordu. Öyle de olsa önüne gelene hesap vermek zorunda mıydı?
Akşam can sıkıntısından patlayacak gibiydi. Sinemaya gitmeye karar verdi. Zira sinemalarda film içinde film oynardı. Kararan sahneler sevgilikler için en büyük öpüşme fırsatıydı. Film içinde film ise en çok localarda oynuyordu. Bu nedenle localara en yakın yerden biletini kestirdi. Biletindeki numaranın yazılı olduğu sandalyeyi bulup oturdu. Gözü localardaydı. Fazla incelemeye gerek yoktu. Zira sevgililerin bulunduğu localar hemen belli oluyordu. Film başlar başlamaz yanı başındaki locada bir hareketlilik oldu. Karanlığa rağmen sevgililerin öpüşmelerini net olmasa da görebiliyordu. İçi cız etti. Bir gün kendisinin de böyle öpebileceği bir sevgilisi ya da nişanlısı olacak mıydı? Önünde oturan kız da aynı şeyleri görmüş olacaktı ki o da film içindeki filmi izlemeye başlamıştı. Bu ara kız elini arkasına doğru götürdü. Esat önce ne olduğunu anlayamadı. Bu kız ikide bir elini böyle gereksiz yere niye arkasına uzatıyordu. İçinden eli tutmak geçti. Ya çok kötü tepki gösterirse hali ne olurdu? Elini tutmaya karar verdiğinde boğulacak gibi oldu. Heyecandan titremeyen yeri kalmamıştı. Derin bir nefes alarak heyecanını yatıştırmaya çalıştı. Kızın arkasına uzattığı ele hafifçe dokundu. Kız uzata bildiği kadar elini uzatıp avucunu açtı. Esat elini kızın avucuna koydu. Kız elini sımsıkı tuttu. Kıza bir şey söyleyebilme şansı yoktu. Zira sağı solu doluydu. Kızın elini okşamakla yetindi. Hafifçe öne kayarak kıza iyice yaklaştı. Antrakta kadar ellerini birbirlerinden ayırmadılar. Film başlayınca yine al ele tutuştular. Yanı başında oturan kadın olanları fark etmişti. Yanında oturan kız kardeşine,
Baksana bizim Esat’a ne haltlar karıştırıyor.
Ne haltı?
Baksana film içinde film oynatıyorlar. Esat komşusunun kız ile olan ilişkisini anladığını fark edince elini çekmek istedi ama çekemedi. Zira kız elini bırakmamakta ısrarlıydı.

***
Komşu kadın genç yaşta dul kalmış bir kadındı. Kardeşi de kendisiyle aynı kaderi paylaşmıştı. İçinde dayanılmaz bir arzu duymuştu. Ne zamandan beri bir erkekle beraber olmamıştı. İçinde alev alev yanan ateşi mutlaka söndürmeliydi. Bacağını Esat’ın bacağına dayayarak sürtmeye başladı. Esat delirecek gibiydi. Ne oluyordu bu gece böyle. Sinemaya sevişenleri seyretmek için gelmişti. Sinemada kendine bir sevgili bulacağı aklına bile gelmemişti. İyi ama hangisini tercih edecekti. Bacağına bacağını sürten kadın hakkında erkek delisi diye bazı söylentiler duymuştu. Gönül eğlendirmek için iyi bir fırsattı ama, kız ne olacaktı? Hangisini yeğlemek akıllıca olacaktı. İlişkisini kızla sürdürmeye karar vermişti ama kadından rahat yoktu. Filmin heyecanlı bir sahnesinde kız kendini filme iyice kaptırmasını fırsat bilerek kadının kulağına doğru eğilip,
Yarın sana geleceğim. Bu gece beni rahat bırak dedi. Kadın içindeki ateşi bu gece söndürtmekte kararlıydı. O da Esat’ın kulağına eğilerek fısıldadı.
Olmaz, bu gece mutlaka geleceksin dedi. Belli ki kadından kurtuluş yoktu.
Bu kızın nerede oturduğunu öğrenir öğrenmez geleceğim dedi.
Tamam bekleyeceğim. Mutlaka gel. Az sonra film bitince seyirciler dağılmaya başladı. Gözleri kızın üzerindeydi Kızın ailesi önde yürümeye başlayınca Esat’a doğru dönüp arkamdan gel diye işaret etti. Bunun üzerine kızı evine kadar takip etti. Kızın evi garaj yolundaydı. Bu kızı daha önce gördüğünü hiç anımsamıyordu. Kız mutlaka kendisini tanıyordu ki öyle bir davranışta bulundu diye düşündü. Kız evine girdikten sonra doğruca dul kadının evine gitti. Kadın kendisini pencerede bekliyordu. Kadın,
Kapı açık gel dedi. Esat böyle şeylere alışık değildi. Girmekle girmemek arasında tereddütteydi. Karasız adımlarla kapıya yöneldi. Kadın Esat’ın korkup gidebileceğini düşünerek koşarak kapıya gitti. Kapıyı ardına kadar açtıktan sonra,
Hadi ne duruyorsun? Gelsene dedi. Esat içindeki korkuyu yenmişti Hemen içeri girdi. Kapısı açık bırakılmış odaya girdiler.
Sen geleceksin diye çocuğumu teyzesine bıraktım. Fırsat bu fırsat. Sabaha kadar sevişiriz dedi. Esat,
Sabaha kadar kalamam. Annem merak eder aramaya çıkar. Bu nedenle işimizi çabuk bitirelim dedi. Kadın oda kapısını kapatıp soyunmaya başladı. Esat donup kalmıştı. Kadın,
Hadi ne duruyorsun soyunsana
Soyunmasam olmaz mı?
Soyunmaktan niye korkuyorsun. Ben dul bir kadınım. Kimseye vereceğim hesap yok. Hadi çekinme. Yoksa basılmaktan mı korkuyorsun? Diyerek yatağa uzandı. Esat’ın artık dayanacak gücü kalmamıştı. Hemen ******p kadının üzerine uzandı. Uzun sürdü sevişmeleri. Sevişmekten oldukça yorgun düşmüştü. Kalkıp gitmezse oracıkta uyuyuverecekti. Zaten kötü bir olay yaşamıştı. Eve dönmezse annesi aklına kim bilir ne kötülükler getirecekti. Kalkarken Zehra sordu.
Ne o doydun mu artık bana ki kalkıp gidiyorsun?
Yok be Zehra, sana doyulur mu?
Öyleyse niye giyiniyorsun?
Annem merak eder.
Amma da ana kuzusuymuşsun be. Sanki daha süt çocuğusun.
Süt çocuğu değilim ama yine de annem merak eder.
Oysa ben kalmanı ne kadar istiyorum. Bu gecenin hiç bitmemesi ne güzel olurdu. Ölümüne bir aşk yaşamak istiyorum seninle ama olmayacağını biliyorum. Zira ben dul bir kadınım. Üstelik bir de çocuğum var. Hangi anne oğlunun dul bir kadınla evlenmesini ister. Git ama ne olur bir gecelik bir macera olarak kalmasın bu sevişmemiz. İçinde her yangın oluşunda gel bana. Zira benim de içimde dayanılmaz bir ateş var. Seni seviyor muyum? Yoksa yalnızca senden hoşlanıyor muyum bilemiyorum. Sana ille de bana aşık ol, beni sev demiyorum. İkimiz de genciz. İkimiz de sevmeye ve sevilmeye, dahası sevişmeye muhtacız. Ne olur bu güzel gecemizi unutma. Her aklına estiğinde gel. Doyasıya sevişelim. Bu güzel anlar ancak gençlikte yaşanır. Gençliğin en güzel yanını heder etmeyelim. Esat kapıya yöneldiğinde Zehra bir kedi çevikliğiyle fırladı.Kollarını Esat’ın boynuna doladıktan sonra,
Ne o beni öpmeden mi gideceksin dedi? Uzun sürdü öpüşmeleri. Esat’ın içinde bir dürtü dön yatağa diyordu ama dönemezdi. Zira annesinin kendisini çok merak edeceğini biliyordu. Zehra sokak kapısına kadar gidip kapıyı açtıktan sonra sokağa göz attı. Görünürlerde kimse yoktu.
Çıkabilirsin dedi.
***
Geç yatmanın ve gecenin yorgunluğu yüzünden ancak öğlene doğru kalkabildi. Annesi ova işine gittiğinden evde yalnızdı. Bu nedenle çok rahattı. Ocağa su koyup ısıttıktan sonra banyoya girip yıkandı. Lokantaya gidip çorbasını içtikten sonra kahvehaneye gidip oturdu. Gazeteyi açıp ilan sayfalarını satır satır okudu. Yine kendine uygun bir iş yoktu. Aklına sinemadaki kız geldi. Gidip evinin etrafında bir dolaşsa mıydı? İyi de kıza ne diyecekti? Ben işsiz güçsüz biriyim. Ne olur beni böyle kabul et mi diyecekti. Eğer işsiz olduğunu öğrenirse aşık olduğu kızın yaptığı hareketin aynısını yapmayacak mıydı? Onuru bir daha kırılmayacak mıydı? Bunları düşünürken yanına bir arkadaşı gelip oturdu.
Ne haber Esat?
İyilik sağlık, senden ne haber?
İyi kötü yuvarlanıp gidiyoruz.
Ne içersin?
Çay içelim. Çaylar benden olacak. Duyduğuma göre iş arıyormuşsun?
Evet arıyorum.
Çaylar gelsin. İçtikten sonra seni bir yere göndereceğim.
Nereye göndereceksin?
Babam Devlet Su İşleri müdürüyle çok samimi. Geçenlerde babama kuruma işçi alacağım ama, aldığım işçi bizden olmalı. İyi eğitim gören bu memleketin çocuğu olan biri varsa bana gönder demiş. Babam arkadaşların arasında iş arayan var mı diye sordu? Aklıma sen geldin. Çayını içtikten sonra doğruca müdürün yanına git. Babamın gönderdiğini söyle. Hemen seni işe alacaklar dedi. Esat çayını içip hemen yola çıktı. DSİ fazla uzak değildi. Böyle bir fırsatı kaçırmamak için koşarcasına yürüyordu. Kapı sorumlusuna müdür beyi görmek istediğini söyledi. Görevli,
Müdürümü ne için görmek istiyorsun?
Beni Ahmet Ersin gönderdi. Müdür ile görüşmemi istedi. Görevli müdüre telefon açtı.
Müdürüm Ahmet Ersin’in gönderdiği bir genç sizinle görüşmek istiyor.
Tamam, gönder gelsin.
Müdürün odasına çekinerek girdi. Müdür,
Otur bakalım dedi. Esat gösterilen koltuğa yönelip saygılı bir şekilde oturdu. Müdür,
Ahmet Ersin’in nesi oluyorsun? Diye sordu.
Hiçbir şeyi olmuyorum efendim. Oğluyla samimi arkadaşız.
Ben sana işe başvuru forumlarını vereceğim. Onları dikkatlice doldurduktan sonra bana getir. Sakın geç kalma.
Emredersiniz efendim.
Forumu ve belgeleri eksiksiz getir ki seni hemen işe başlatabileyim.
Çok sağ olun müdür bey. Esat forumu koltuğunun altına sıkıştırarak müdürü eğilerek selamladıktan sonra çıktı. Kahvehaneye gidip forumu dikkatlice doldurduktan sonra muhtara gidip ikametgah belgesi ile nüfus suretini aldıktan sonra doğruca DSİ ye gitti. Müdürün odasına girip evraklarını tamamladığını söyledi. Müdür evrakları inceledikten sonra,
Aferin dedi. Her şeyi iyi hazırlamışsın. Al bunları karşıya müdür yardımcısına götür. Hemen işlemlerini tamamlasınlar. Müdürün uzattığı evrakları alıp karşıdaki Müdür Yardımcısı yazılı odaya gitti. Evrakları müdür yardımcısına verdi. Müdür yardımcısı evrakları dikkatle inceledikten sonra,
Her şey tamam dedi. Pazartesi gel ve işe başla dedi. Esat duyduklarına inanamıyordu. Gerçekten işe başlayacak mıydı? İşe başlamak bu kadar kolay mıydı? Teşekkür ederek müdür yardımcısının yanından ayrıldı.
***
Akşamı zor etti. Annesi eve döner dönmez bu güzel müjdeyi verecekti. Akşam annesi eve geldiğinde oğlunu evde gördüğünde çok şaşırmıştı.
Hayrola oğlum, sen bu saatlerde eve gelmezdin?
Sana çok güzel bir müjdem var anneciğim. Pazartesi günü DSİ de işe başlayacağım. Anne artık ben de bir devlet memuruyum. Raziye hanım oğlunun iş bulmasına, hem de devlet dairesinde bulmasına çok sevinmişti. Oğlunun boynuna sarılıp Allah’ım bana bu günleri gösterdiğin için sana minnettarım. Gözlerinden sevinç göz yaları akıyordu.
Çok sevindim oğlum çok. Hele işe bir başla sana istemek için görücülüğe gittiğim kızı bir daha isteyeceğim. Bakalım bu kez ne bahane bulacaklar.?
Hayır anne o kızı unut. O kız bana öyle hakaretler etti ki onun bir daha yüzünü bile görmek istemem.
Oğlum nikahta keramet vardır. Her şey zamanla unutulur.
Yok anne. Onun bana söylediği unutulacak gibi değil. Bunları konuşmanın zamanı değil be anne. Hele bir işe yerleşeyim. Birkaç sene para biriktireyim. O güne kadar kısmetimize kim bilir kim çıkar.
O kız benim de çok hoşuma gitmişti. Gelinim olsun diye az dualar etmemiştim.
O iş bitti anne. Biz geleceğe bakalım.
Tamam oğlum sen bilirsin. Baban gelsin. Bu güzel haberi babana da verelim. Ne kadar çok sevineceğini tahmin edemezsin.
Tahmin etmem mi anne? Kaç kez sana ne olacak bu çocuğun sonu dediğini duydum. Bu sözleri her duyduğumda kahroluyordum ama elimden bir şey gelmiyordu.
Her şeyi unut artık oğlum. Baban da haklıydı söylediklerinde. Hangi baba çocuğunun iyi bir iş sahibi iyi bir geleceği olmasını istemez? Bak baban da geldi. Esat hemen evden çıkarak babasına yardıma gitti.Eşeğin üzerindeki yükü boşaltmasına yardım etti. Yükü içeriye taşıdıktan sonra babasına,
Baba eşeği bana bırak. Ahıra getirip bağladıktan sonra yemini de veririm dedi. Babası oğlunun bu davranışına çok şaşırmıştı.
Ne oldu bu çocuğa diye söylenerek eve girdi.
Hanım ne oldu bizim oğlana böyle? Düne kadar ancak akşam yemeği vakti eve gelirdi. Elini işe sürmemek için tam yemek zamanını beklerdi.
Müjde beyim müjde. Oğlumuz iş buldu. Pazartesi günü DSİ de iş başı yapacak. Ne yapsın çocuk. İş bulamadın, bir baltaya sap olamadın diye çocuğun başını yiyordun. O da kurtuluşu evden uzaklaşmakta buluyordu. Bak morali düzelince nasıl yardımcı oluyor.
Desene iş bulduğu için böyle davranıyor. Ben de başına tuğla mı düştü diye düşünüyordum? Çok sevindim hanım. İnşallah hayırlı bir kısmeti de çıkar, dünya gözüyle mürüvvetini de görürüz.
İnşallah beyim
***
İş dönüşü yolunu uzatıp garaj yoluna saptı. Kaç gündür sinemadaki kızı görememişti. Birkaç kez evin önünden geçtiyse de kızı görememişti. Neden pencereye hiç çıkmıyor? O gece yaptıkları kendisi ile dalga geçmek için miydi? Eğer ciddi bir niyeti olsaydı caddeye bakan pencerenin arkasına oturur yolunu gözlerdi. Evin önüne geldiğinde kızın pencerenin arkasında oturduğunu fark ettiğinde sanki kalbi yerinden fırlayacaktı. Kız da kendisini fark etti. Hemen pencerenin camını açarak dışarıya sarktı. Biraz ilerledikten sonra geri döndü. Kızın önüne geldiğinde kıza,
Seni seviyorum dedi. Kız,
Ciddi misin? diye sorduğunda yanıt veremedi. Zira pencere ile arası bir hayli açılmıştı. Durup kızla konuşamazdı. Zira görenler kim bilir neler derlerdi. Belki de mahallenin delikanlılarından dayak bile yiyebilirdi. Bir süre gittikten sonra yine geri döndü. Kızın önüne geldiğinde kız,
Bu gece saat on ikide bekleyeceğim dedi. Heyecandan boğulacak gibiydi. Kıza yanıt bile veremedi. Başını evet anlamında sallamakla yetindi.
Akşam yemeğinden hemen sonra odasına çekilip uyumaya çalıştı. Zira on iki de buluşacağı kız ile neler olabileceğini bilmiyordu. Belki de sabahlayacaklardı. Bu nedenle iyi kötü biraz uyuması gerekiyordu ama uyuyamıyordu. Aklına çeşitli düşünceler geliyordu. Bu kız çok mu cesurdu? Bir yerde beni görüp aşık mı olmuştu? Yoksa en kötüsü önüne gelenle düşüp kalkan bir hoppa mıydı? Ya başımda kalmak için bir tuzak kurduysa ne olacaktı? Bu kızın evlilik için bir düşüncesi var mıydı? Yoksa birini bulup evleneyim de ne olursa olsun diyen bir macera sever miydi? Yoksa en iyisi bu randevuya gitmemek miydi? Bu düşünceler arasında saatin ne kadar hızlı ilerlediğini fark etmemişti. Saatin on bir buçuğa geldiğini fark ettiğinde hemen kalktı. Giyinip sokağa çıktı. Neyse ki anne ve babası derin bir uykudaydılar. Evden çıktığını duymuş olmaları olası değildi. Yirmi dakika sonra kızın evi önündeydi. Kız pencerenin camını açmış sokağı gözlüyordu. Geldiğini fark edince gel diye işaret etti. Yanına gitti. Kız,
Ne duruyorsun? Avlu kapısı açık. Etrafta kimse de yok. Hemen içeriye gir. Sokak kapısına yöneldi. Kapı aralıktı. İtip içeri girdi. Kız evin kapısını açıp dışarı çıktıktan sonra sessizce kapattı. Birbirlerine sarıldılar.
Sevgilim gelmeyeceksin diye çok korktum.
Gelmez olur muyum?
Gelmeseydin çok üzülürdüm. Dudaklarını kızın dudaklarına uzattı. Uzun uzun öpüştüler.
Sevgilim, sen beni tanımıyorsun ama ben seni çok iyi tanıyorum. Senin annenin görücü olarak gittiği kız var ya, Nazan. O benim arkadaşım. Seni ben çok beğendiğim halde o salak seni hiç beğenmiyordu. Hani deli atar akıllı kapar derler ya, ben de ne yapıp edip sana ulaşmayı kafama koymuştum. Sinemada bu nedenle sana elimi uzatmıştım. İnan bana senin haberin yok ama ben sana sırılsıklam aşık olmuştum. Adım ne diye sorsam adımı bilmeyeceğini biliyorum. Oysa ben senin adın adım gibi biliyorum. Esat. Doğru biliyorum değil mi?
Evet sevgilim doğru. İnan bana beni çok şaşırtın. Ben de sinemadaki el ele tutuşmamızdan beri seni aklımdan çıkaramadım. Kim diyordum bu kız. İnan bana benimle dalga geçtiğini bile düşünmüştüm.
Aşk olsun. Beni hoppa bir kız mı zannettin yoksa?
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Zira beni öylesine şaşırttın ki anlatması çok zor.
Bak sevgilim, seni ilk gördüğümden beri sana deldiler gibi aşığım. Hep içimde dayanılmaz bir korku yaşadı. Seni ya ellere kaptırırsam korkusu. Benimle evleneceksin değil mi?
Elbette ki evleneceğim. Evlenmeyi düşünmeseydim gecenin bu saatinde burada ne arardım.
Yarın beni istemeye anneni göndereceksin değil mi?
Yarın gönderemem. Ne olur acele etmeyelim. Bak ben halen senin adını öğrenmedim.
Sormadın ki söyleyeyim. Adım Emine.
Memnun oldum. Önce konuyu anneme açacağım. O da babama açacak. Görücülük için gereken hazırlıklar yapılacak, ondan sonra görücü olarak gelebilecekler. Neden acele etmememiz gerektiğini anlatmama yeter mi söylediklerim?
Uzun işler bunlar sevgilim. İstersen kaçır beni. Hemen içeri girip eşyalarımı alıp geleyim. El ele tutuşur gideriz.
Hayır yapamam bunu. Önce bu evlilik için annemi ve babamı ikna etmeliyim.
Süt kuzusu musun ki bu kadar annenden ve babandan korkuyorsun?
Hayır korkmuyorum. Ama onlara saygım var. Mutlaka seninle evlenmek için izin almalıyım.
Tamam sevgilim, senin istediğin gibi olsun diyerek kollarını Esat’ın boynuna doladı. Alev alev yanan dudaklarını uzattı. Uzun uzun öpüştüler.
Hadi sevgilim git artık. Babamın uyanma zamanı geliyor. Seni her gece bekleyeceğim. Evlilik için elini çabuk tut. Zira sensizliğe daha fazla dayanamayacağım.
Ben de sevgilim. Eve gidip yatağıma girdiğimde seni çok özleyeceğim. Yarın gece yine geleceğim.
***
Gece çok az uyuduğundan sarhoş gibiydi. Neyse ki işi ağır değildi. Mesai bitiminde hemen eve gidip gece yarısına kadar uyuduktan sonra sevgilisiyle buluşmaya gidecekti. Bu kızı çözmekte çok zorlanıyordu. Nasıl bir kızdı bu? Söyledikleri doğru muydu? İyi bir eş, iyi bir hayat arkadaşı olabilir miydi? Ya tüm davranışları yapmacıksa? Ya bir gün kendisini ayrı yolda bırakırsa? O artık bir devlet memuruydu. Elini sallasa ellisi, saçını sallasa tellisi dedikleri gibi belki de çok daha iyi birisini bulabilirdi. Ya gerçekten kendisine aşıksa? Peki ben ona aşık mıyım? Yoksa annemin görücülüğe gittiği kız yüzden bunalıma mı düştüm? Bu yüzden miydi bu kıza olan ilgisi. Dudak dudağa öpüştüğü anlar geldi aklına. İçinden ılık ılık bir şeyler aktı. Yoksa o da mı kıza aşık olmuştu. Fazla güzel olmasa da çok cana yakın bir kızdı. Ailesinin tek evladı olduğu için evleneceği kız evinin hem gelini, hem de kızı olacaktı. Çok güzel olup da kaprisli bir kızla evlenmektense böyle candan bir kızla evlenmeyi yeğlemesi hem kendisi hem de ailesi için çok iyi olurdu. Konuyu bu gece annesine açacaktı. Bekarlık dayanılacak gibi değildi. Üstelik ev de sorun değildi. İki odalı evin bir odasına şimdilik yerleşirlerdi. İleride geniş avlularında gönüllerine göre bir ev yaparlardı.
Akşam eve gittiğinde konuyu annesine açtı. Kızın daha önce görücülüğe gittiği kız ile yakın arkadaş olduğunu söylediğinde annesi,
O kızı ben tanıyorum. Hakkında da pek iyi şeyler söylemiyorlar. Eskiden Nazan’ların evinden çıkmazdı. Şimdilerde görünmemesinin nedeni bu olsa gerek. İyi düşün oğlum. Bana sorarsan bu kızdan sana iyi bir eş olmaz.
Ama anne biz birbirimizi seviyoruz.
Ne sevmesi be oğlum. Ne zaman tanıdın onu? Madem onu seviyordun beni Nazan’a neden görücü gönderdin?
Onu henüz tanımamıştım.
Bence iyi düşün oğlum. Zira benim gözüm o kızı pek tutmadı.
Tamam anne düşünürüm.
***
Gece yine on bir buçukta yola çıktı. Sevgilisi penceredeydi. Kapıyı işaret etti. Gidip kapıyı itip içeri girdi. Sarıldılar birbirlerine. Zaman akıp gidiyordu. Ayrılık vakti yine çok tez gelmişti.
Her gece buluşmaları sürüyordu ama uykusuz kalması yüzünden çok sarsılıyordu. Haftadan haftaya buluşma önerisini sevgilisi olumlu karşılamadı.
Ya her gece gelirsin, ya beni şimdi alır gidersin, ya da bu ilişkimiz bu gece sona erer dedi. Ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Annesi ve babası nasıl karşılarlardı? Ya biz bu kızı istemiyoruz diyerek kendisini evden atarlarsa ne olurdu? Henüz memuriyet hayatına atılmış biri, ailesinin desteği olmadan ev bark sahibi olabilir miydi? Bu işin içinden nasıl çıkacaktı?
Ben bu konuyu yine annemle konuşayım. Yarın akşam beni bekleme. Zira her gün yaptığımız bu buluşmalar beni çok yıprattı. İşimi kaybetmek istemem. Cumartesi gecesi yine geleceğim. O gece ne yapacağımıza karar veririz.
Peki demekten başka umarım yok. Yine birbirlerine sarılıp öpüştüler.
Eve gidip yatağa girdiğinde derin bir uykuya daldı. Yine her sabahki gibi annesi güçlükle uyandırdı.
Ne oluyor be oğlum sana? Her gece on bir buçukta çıkıyorsun. Sabahın üçünde geri dönüyorsun. Yoksa o kız ile mi buluşuyorsun?
Evet anne.
Ben sana o kızdan sana eş olmaz demedim mi be oğlum?
Dedin anne.
Peki neden her gece ona gidip kendini harap ediyorsun. Haline bak bir kere. İğne ipliğe dönmüşsün. Hasta olacağından çok korkuyorum.
Tamam anne. Artık bir daha gitmeyeceğim.
***
Cumartesi gecesini sanki iple çekiyordu. Gece on bir buçukta evinden çıkıp sevgilisinin evine doğru yürümeye başladı. Eve yaklaştıkça heyecanı artıyordu. Buluşmamıza bir hafta ara verdiğim için bana kızmış olabilir mi diye düşündü? Eğer kızdıysa ipleri koparmış olabilir miyiz? Evin önüne vardığında camın kapalı olduğunu gördü. Saatine baktı. Karanlıkta kaç olduğunu seçemedi. İlerideki sokak lambasının altına varınca yine saatine baktı. On ikiye beş vardı. Geri döndü. Ağır adımlarla yürüyerek evin önüne geldi. Cam yine açık değildi. Evin karşıcısındaki kaldırıma geçip bir sigara yaktı. Amacı sigara içmekten ziyade sevdiği kızın dikkatini çekmekti. Caddenin başından gelenler vardı. Aksi istikamete hızlı adımlarla yürüdü. Arada bir arkasına bakıyordu. Dörtlü yol kavşağında köşede bekledi. Gelenler geçip gidince geri döndü. Cam yine kapalıydı. Delirecek gibi oldu. İçini müthiş bir karamsarlık kapladı. Hastaneye kaldırıldığı anı anımsadı. Keşke dedi. Keşke o gün ölmüş olsaydım da bu acıyı bir daha yaşamasaydım. Gerçi ilk aşkı karşılıksız, belki de çocukça bir aşktı. Oysa bununla gecenin karanlığında, her an yakalanma korkusuyla olsa da ne güzel sevişmişlerdi. Sevgilisinin nemli dudakları sanki dudaklarının üzerinde geziyordu. İçinde dayanılmaz bir arzu vardı. Gidip kapısını çalmak ve ben geldim sevgilim demek istiyordu. Ya kapıyı babası açarsa? Ya da annesi açıp evimizi bastılar diye feryat ederse? İnsanlara güvenmek ne kadar doğru olabilirdi. Gecenin ikisine kadar cadde boyunda gitti geldi. Gitti geldi. Sonunda ümidini yitirip evine gitti. Yatağına girdiğinde göz yaşlarını tutamayıp için için ağlamaya başladı. Yaşamında bir eksiklik vardı ama neydi. Neden ilk aşkı gibi ikinci aşkı da hüsranla sonuçlanmıştı. Bu gidişle hayatını birleştirebileceği kızı bile belki de bulamayacaktı. Neyi ek*****. Memur olduğundan beri giyimine oldukça özen gösteriyordu. Bildiği kadarıyla aileler kızlarını bir memurla evlendirmeyi yeğliyorlardı. Yapacağı en akıllıca iş kızın ailesine annesini gönderip kızını istetmekti. Vermeyiz derlerse yaşamına yeni bir düzen verecekti.
***
Sabah geç kalktı. Annesi bu gün ova işine gitmemiş olacaktı ki mutfaktan sesler geliyordu. Kalkıp elini yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa gitti.
Anne ne yapıyorsun?
Sana kahvaltı hazırlıyorum. Hazırlandığında gelip seni uyandıracaktım.
Kahvaltıya ne gerek var anne. Dışarı çıktığımda bir simit alır yerdim.
Neden oğlum? Her sabah işe gittiğim için kahvaltını hazırlayamıyorum. Bırak da evde olduğum gün hazırlayayım.
Tamam anne. Nasıl istersen öyle olsun.
Anne senden bir şey isteyeceğim. Nazan’ın arkadaşı olan o kızı bana istemeye gider misiniz?
Aman oğlum sen yine aynı yerlerde mi dolanıyorsun? Sana o kız için iyi şeyler söylemiyorlar demedim mi? Bak artık iyi bir iş sahibisin. Bence Nazan için bir daha gitmeye değer.
Hayır anne. Onun bana yaptığı hakareti ömrüm boyu unutamam. Onu defterimden sildim. Sen de sil anne.
O olmazsa başka biri olsun. Komşularla görüşeyim. Elbette ki sana yar bize gelin olacak iyi bir aile kızı buluruz.
Hayır anne. Ben o kızda kararlıyım. Hatta ben onu kaçırıp getirecektim. Size saygısızlık olur diye kaçırmadım.
Desene be oğlum, ateş bacayı sarmış haberimiz yok. Bir de babanla konuşayım. Bakalım o ne diyecek?
Tamam anne. Sen nasıl uygun görüyorsan öyle olsun.
Kahvaltısını bitirdikten sonra çarşıya diye çıktı. Ayakları onu yine sevdiği kızın evine doğru sürüklüyordu. Evin önüne geldiğinde pencere açıktı. Adımlarını iyice yavaşlatıp içeriyi görmeye çalıştı. Emine pencereden dışarı bakıp kendisini gördüğünde pencereyi çarparak kapattı. Ne oluyordu böyle. Beni kaçır diye ısrar eden kız bu değil miydi? Annem ve babam bu kızı istemeye geldiklerinde ret yanıtı alırsa ailesinin onuru ile oynanmasına neden olmuş olmayacak mıydı? Yoksa bu kızı istetmekten vaz mı geçmeliydi? Caddenin sonuna kadar yürüdü. Dönüşünde adımlarını yine iyice yavaşlattı. Pencerenin hizasına geldiğinde pencere açıldı. Emine bir kibrit kutusunu önüne fırlatıp pencereyi kapattı. Kibrit kutusunu açıp içindeki kağıdı çıkarıp okudu. Mektupta şöyle yazıyordu. “ Beni kaçırmaya cesaret edemeyecek kadar korkaksın. Oysa evlilik cesaret gerektirir. Sende ne yazık ki bu cesareti göremiyorum. Madem beni kaçıracak cesaretin yok, aileni gönder istet. Ailenin gelip beni istemesini bir hafta bekleyeceğim. Gelmezlerse sen yoluna ben yoluma. İsteme cesareti gösteremezsen, evimin önünden sıkça geçerek beni bir daha rahatsız etme. Bu ne işti böyle. Bu nasıl bir kız böyle? Annem söylediklerinde haklı mı acaba? En iyisi önce hakkında bir araştırma yapmak en uygun olan şey olacaktı. İşi zamana bırakacaktı. Gerçekten kendisini seviyorsa bir hafta içinde istetmediği için ipleri koparmazdı. Eğer koparırsa demek ki sevgisi yalanmış demekten başka bir şey elinden gelmezdi.
***
Aradan on beş gün geçmişti. Ayakları her zaman sevgilisinin evine doğru sürüklese de ayaklarına direniyordu. Bu gün evin önünden geçmeye karar verdi. Birkaç kez geçti ama pencere açılmadı. İnat edip beklemeyi sürdürecekti. Eğer beni gerçekten seviyorsa sonunda dayanamayıp penceresini açacak, ya konuşacak ya da kibrit kutusu içinde yine mektup atacaktı.
Kendine verdiği on beş günlük süre dolmak üzereydi. Akşam eve gittiğinde annesi,
Olanları duydun mu oğlum dedi.
Neyi anne?
Hani sana aşık olduğunu söylediğin Nazan’lara gelen o sarı kız var ya ne yapmış biliyor musun?
Yok anne nereden bileceğim?
Sıkı dur. Sakın şaşırma. Sevdiği bir oğlan varmış. O oğlana kaçmış.
Ne zaman anne?
Dün kaçmış. Oğlanın annesi neden bu hoppa kızı alıp getirdin diye kıyameti koparmış ama yapabilecekleri bir şey kalmamış. Zira onlar işi geri dönülmesi mümkün olmayacak bir şekilde bitirmişler. Çaresiz nikah hazırlıklarına başlamışlar. Ben sana demedim mi oğlum o kızdan sana yar olmaz diye?
Haklısın anne, demiştin.
Sen en iyisi evlenme işini annene bırak. Biz nasıl olsa sana helal süt emmiş bir kız bulacağız.
Yok anne sakın bana kız mız aramayın. Zira karar verdim. Ben evlenmeyeceğim.
Çocuğun deliliğine bak. Evlenmeyip de ne yapacaksın?
En azından şimdilik anne. Hele biraz zaman geçsin. Biraz para biriktireyim. İleride evliliği düşünürüz.
Senin para biriktirmene gerek yok evladım. Biz yıllardan beri o mutlu günümüz için para biriktirdik durduk. Çok şükür düğününü de, evini de yapacak kadar paramız var.
Olsun anne. Biraz da benim katkımın olması fena mı olur?
Katkın iyi olur ama, evlenmeye karar vermen ve bizim sana bulacağımız kız ile evlenmen daha doğru olur.
Tamam anne. Bu olayın üzerinden biraz zaman geçsin. Tekrar konuşuruz.
***
Gece yatağa girdiğinde Emine sanki gelip kafasına çöreklendi. Nasıl da inanmıştı ona. Oysa anlaması gerekirdi. Zira hiçbir zaman tanışmak için ilk teşebbüs kızdan gelmezdi. İlk hamleyi daima erkek yapardı. Ne güzel de beni ve kim bilir benim gibi kaç kişiyi stepne olarak kullanmıştı. Neden onu düşünüyordu. Aslında böyle olmasına sevinmesi gerekmez miydi. Allah korusun. O bu karakteri ile onunla evlenmiş olsaydım belki de beni boynuzlatırdı. Bunun için yerinmem değil sevinmem gerekir diye düşündü. Böyle düşünmekle rahatlamıştı. Derin bir uykuya daldı.
***
Aradan aylar geçti. Annesi ne zaman evlilik sözü etse susturuyordu. Zamanı değil anne diyordu. Bir akşam annesi olanları duydun mu dedi?
Ne oldu ki?
Senin evlenmek istediğin emine var ya.
E ne olmuş ona.
Eşi eve zamansız döndüğünde Emine’yi eski sevgilisi ile yakalamış. İkisini de feci şekilde dövmüş. Sonra da götürüp karakola teslim etmiş. Genç adam olaydan çok etkilendim. Bir türlü hazmedemiyorum. Eğer intihar edersem hiç şaşmayın diyormuş
Hiç mi akıl yok onda? Ne güzel elini kana bulamadan götürüp adalete teslim etmiş.
Öyle deme be oğlum. Burası küçük yer. Herkes herkesi tanıyor. Kim bilir delikanlı nasıl alaylı bakışlarla karşılaşıyordur. Kolay mı o alaylı bakışlara dayanmak?
Allah sabır versin. Daha başka ne diyebiliriz ki?
Belde de yalnızca Recep’in karısı Emine’yi karısının eski sevgilisi Hüseyin ile nasıl yakalayıp karakola teslim ettiği konuşuluyordu. Kimi helal olsun Recep’e, elini kana bulamadan götürüp karakola teslim etti diyordu. Kimi ise o kadın zaten kızlığında da çok hoppaydı. Sevgililerinin sayısını belki de kendisi de bilmiyordu diyorlardı.
Olayın üzerinden bir hafta kadar geçmişti. Belde Recep’in intihar etmesini konuşuyor olmuştu. Yazık oldu gepgenç adama diyorlardı.
Recep intihar etmeden önce annesine bir mektup bırakmıştı. “ Anneciğim, ölümümün seni çok üzeceğini biliyorum. Ne yazık ki ölmekten başka hiçbir umarım kalmadı. Onun ihaneti yüzünden kimsenin yüzüne bakamaz olmuştum. Emine’yi çok, ama çok sevmiştim. Beni uyarmana rağmen seni dinlemedim ve Emine ile evlenerek hayatımın en büyük aptallığını yaptım. Onun bir gün bana ihanet edeceğini hiç düşünmemiştim. Zira onu taparcasına seviyordum. İşte beni bu ölümüne aşk yıktı bitirdi. Ben bu utançla yaşayamazdım anne. Ne olur beni anla anne. Seni çok ama çok seviyorum. Ahrette buluşmak üzere hoşça kal anne”
Yaşlı kadın Recep’in ölmeden önce yazdığı mektubu elinde sımsıkı tutuyordu. Göz yaşları içinde gelinine lanetler yağdırıyordu. Kaltak nasıl kıydın oğluma, nasıl kıydın. Ben bu acıya nasıl dayanırım diyordu. Kadının yaşlı bedeni bu acıya daha fazla dayanamadı. Eğilip oğlunun cansız bedenine sarılmak isterken kalbi durdu. Çok sevdiği oğlundan ölüm bile onu ayıramamıştı.

deniz gözlü - avatarı
deniz gözlü
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #109
deniz gözlü - avatarı
Ziyaretçi
YÜREĞİNDEN DÜŞERİM DİYE ÇOK KORKUYORUM !!!


Sessizce gelmeleri sevdim...
Farkinda olmadan gözlerinde erimeleri, saclarini oksamalari,yüregine akip, benim olan her seyi yüregine birakip kendimi yüregine hapsetmeleri sevdim...
Her gece yildizlara resmini cizerken gözyaslarimi gizlemeleri sevdim...
Seni yüregime kazirken yazilmamis sarkilari söylemeyi sevdim...
uykusuz gecelerimde hayallerime koyup rüyalarimi süsleyisini sevdim...


Dinmeyen hasret,bitmek bilmeyen bir özlemle sarildim yoklugunda gecelere.
Yüregime koydugum sende tanidin beni,tutkunu oldugum gözlerinde erirken bulacaksin beni..


Şimdi bir damla gözyasiyim gözlerinin derinliklerinde.İstersen birak yanaklarindan süzülüp dudaklarinin arasina dolayim, istersen dökülüp yerlere,parcalara bölünüp topraklara karisayim.Yoklugunda nasil ki hüzünler dolarken her gece yüregime, nasil ki yoklugunla her gece yaslar sirdasim olurken, nasil ki yoklugunla yaslar yanaklarimdan süzülüp dudaklarimin arasinda ölürken, ben yavas yavas eriyip yudum yudum tükenirken ne yikilmalarima nede gözyaslarima dur diyemedim.. Ne yoklugunla aglamayi ben sectim, ne seni özlemeyi ben sectim, nede seni sevmeyi ben sectim..

Ayrilik siirleri, ölüm siirleri yazarken hayata nefretle bakip kin kusarken, simdi sevda sözleri yazan yüregime dur diyemiyorum..Yoklugun yüregime prangalar vururken göremeyecegim gözlerini,dokunamayacagim saclarini, erisemeyecegim seni yüregimin en güzel yerine koydum..İstersen cikip git yüregimden, istersen bendeki seni,istersen bendeki benide alip git..Kendime bile söylemekten korktugum seni ne kadar cok sevdigim sözcükleride alip git..

Ben seni birakip gidemiyorum..Nereye gitsem,nereye baksam hep yollarim yüregine cikiyor..
Dedim ya benim gücüm yok gitmeye, senin gücün varsa git.Giderken bende olan benide alip yüregine koyup öyle git olurmu?...Öyle bir git ki, giderken senli rüyalarimi birak,gökyüzünde dogan yildizimi birak,yazilmamis siirlerimi, söylenmemis sarkilarimi birak,üsüyen yüregimi birak bende kalsinlar..Ben onlari rüyalarima dolan dudaklarinla isitirim, geceleri birak öyle git uykuda kalayim...


Bir gün yüregin burkulursa,kalbin sizlayip gözlerine yaslar dolarsa gel beni uyandir..
Ben senden habersiz yüreginin bir kösesinde uyuyor olacagim, yavas uyandir olur mu
?


Yüreğinden tekrar düşerim diye çok korkuyorum!!!



glitterroses3ob



Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Mayıs 2006       Mesaj #110
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Rabbim
Bir insan koy kalbime
Ama o insan senin de
sevdigin olsun

Ve bana öyle bir insan sevdir ki
O insanin kalbi Seninle sevisen bir mabed olsun.
Beni öyle bir insanla bulustur ki benden önce
Onunla bulusmus olan sen olasin

Onunla el ele tutustugumuzda
Ikimizin uzerinde Senin elin olsun

Bana öyle gözler göster ki
Ben o gözlerden sana bakayim
Bana öyle bir sevgili ver ki
O gözler cennete acilan iki pencere olsun

Onunla oyle bir yolda yürüyelim ki
Kilavuzumuz sen olasin ey Rabbim


Oyle bir sevgili verki bana
Ona sarildigimda kainat bize baksin
Birbirine sarilsin
Sevgimiz kurtla kuzulari baristirsin
Bize bakip seytan Adem'e secde etsin
Günah sevap ugruna kendini feda etsin
Olüler birer birer uyansin sevgimizle

Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim!
Sevgimizde Muhammed sevilsin
Oyle sevelimki birbirimizi
Hz. Hatice göklerden bize seslensin
Ve desin ki;

"Bak ya Muhammed bak su sevgililere onlar bizde... bizde onlardayiz.
Bak Askimiz birkez daha yasaniyor yer yüzünde..
Allah Askimizi öyLe cok seviyorki binlerce insana yasatiyor

Kocccaman bir aminnnnnnnnnnnnnnn

Benzer Konular

6 Kasım 2015 / ThinkerBeLL X-Sözlük
11 Mart 2012 / Mira Edebiyat
 Sonsuz
14 Şubat 2013 / buz perisi Matematik