Arama

Sonsuz Aşk - Sayfa 145

Güncelleme: 26 Ekim 2014 Gösterim: 554.509 Cevap: 2.787
CyniX - avatarı
CyniX
Ziyaretçi
3 Mayıs 2007       Mesaj #1441
CyniX - avatarı
Ziyaretçi
sonu bilinmez bir yoldayım
gidiyorum arkama hiç bakmadan
Sponsorlu Bağlantılar
korkuyorum belkide
ama artık dönemem bu yoldan
neden nereye nasıl gideceğimi
bilmeden ilerliyorum
etrafa bakınıp
tutacak bir dal arıyorum
yanlış yaptım her zamana
acele etmekten
hızlı yaşadığım için
oldum hep kaybeden..
ne olduğunu hiç anlayamıyorum
yine eskisi gibi yalnız kalıyorum
karanlık soğuk ve ıssız
tek başımayım burada
soruyorum kendime
neden Allah2ım bu ceza...
ilerliyorum bir umut bulmak için
ilerliyorumburdan kurtulmak için
ilerledikçe daha karanlık oluyor
benliğim biraz aydınlık
birazda sıcaklık arıyor..
ileride bir ışık beliriyor sankii
burdan çıkarmak için çağırıyor benii
kendime gelip koşuyorum ona doğru
o ise uzaklaşıyor görünce koştuğumu
takılıp düşüyorum
önümdeki taşı görmeden
ışık sönüveriyor
ban kalkayım derken...
umutsuzluğa kapıldığım anda
bir çift göz görüyorum karşımda
içimi ısıtıyop rahatlatıyor adeta
ona güveniyorum
gidiyorum ardından
sonsuz mutluluğa...

Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
3 Mayıs 2007       Mesaj #1442
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
ASK KITABI

Sponsorlu Bağlantılar
Ne olur söyleyin sevenler bana
Ayrılmak kanun mu aşk kitabında
Elele tutuşup gülmeden daha
Terketmek kanun mu aşk kitabında

Ümitlerim kırıldı bitti
Hayallerim yıkıldı gitti
Bu dert beni benden etti
Sevdim sevdim bak ne hale geldim

Her seven sonunda düşüyor derde
Bu aşk kitabının yazanı nerde
Bir aşık inandı çok sevdi diye
Terketmek kanun mu aşk kitabında

AHMET SELÇUK İLKAN

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
3 Mayıs 2007       Mesaj #1443
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Serpildiği zaman gül ağacına goncalar
Seni el değmemiş çocuk yüreğiyle severim
Hayatımın felsefesi,
Uykularımın gülücükleri,
Sevgilim
Anladığın zaman yüreğimdeki sevda kuşlarını
Sana daha bir bağlıyım
İmkansızım,
İmkansızlığım,
Sevincim
Güzelliklerin çoğalan yanıyla severim seni.

Jale Bektaş
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
3 Mayıs 2007       Mesaj #1444
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Ankara'dan ayrılırken yanımdaki koltuk hala boştu.
Doğrusu bu durumun hoşuma gitmediğini söylemeyeceğim.
Siz de hak verirsiniz ki tanımadığınız biriyle yanyana
oturarak saatlerce yolculuk yapmak pek de hoş bir
durum değildir. Ancak keyfim uzun sürmedi. Otobüsümüz
Gölbaşı'na gelince durdu. Bizim boş koltuğun sahibi de
ortaya çıkıverdi. Oldukça yaşlı biriydi. Otobüse
binerken gençten bir adam ona yardım ediyordu.
Koridorda ilerleyerek bana yaklaştı. Genç adamın
işaretiyle, yaşlı adama yol verdim, o da pencere
kenarındaki koltuğuna kendini bırakıverdi. Genç adam,
"Hoşça kal dede," dedikten sonra kulağıma eğilerek,
"Biraz rahatsız ona yardımcı olur musunuz?"
diye rica edince çaresiz, kabul ettim.

Otobüsümüz yeniden yola koyulunca, yaşlı adam hiçbir
şey söylemeden bir süre dışarıda akıp giden bozkırı
izledi. Sonra sanki aniden anımsamış gibi bana
dönerek,
"Merhaba delikanlı," dedi titrek bir sesle "Yolculuk
nereye?"
"Antep'e," dedim. İlk kez ona dikkatle bakıyordum. Ve
onda ilgimi çeken şey yüzündeki keder oldu. Ağarmış
saçları, alnındaki derin çizgiler, feri kaçmış kül
rengi gözleri, sanki yaşlanmanın doğal bir sonucu
değil de, derin kederini daha iyi vurgulamak için
yerleşmişlerdi yüzüne. O da bir an beni süzdükten
sonra, "Niye gidiyorsun Antep'e?" diye yeniden sordu.
Savcı gibi böyle sorular sorması canımı sıktı ama ayıp
olmasın diye yanıtladım. "Yeğenimin nikahı var da."
Kül rengi gözlerinden bir ışık geçti. "Düğün ha!" diye
mırıldandı. "Görücü usulüyle mi evleniyor yoksa sevda
mi?" Daha fazla soru sormamasını umarak, "Görücü
usulüyle," diyerek kestirip attım.
Başını sallayarak, kendi kendine gülümsedi. Ben, artık
kurtuldum, diye düşünürken, yeniden söze başladı.
"Görücü usulüyle evlenmek iyidir. Arada sevda filan
olsaydı kötüydü." Yaşlı adamın, sorularından sonra
şimdi de Don Juan misali kendinden emin bir tavırla
aşk üzerine atıp tutması beni sinirlendirdi. "Bu
konuları çok iyi biliyorsunuz galiba?" diye alaycı bir
tavırla sordum. Alay ettiğimi anlamadı, gözlerine
tatlı bir özlem çöktü. "Eh, biraz bilirim," dedi.
"Başından çok macera geçmiş anlaşılan," dedim
alaycılığımı sürdürerek. Yüzü ciddileşti.Sonunda alay
ettiğimi anladı, şimdi bana kızacak, diye düşündüm ama
sandığım gibi olmadı. "Bu işin macerası olmaz," dedi
yaralı bir ses tonuyla. "Hakiki sevda tektir. Sonuna
kadar da tek kalır."
"Yapma be dede, insanın gönlü o kadar dar mı?" dedim.
"İnsanın gönlü geniştir geniş olmasına ama sevda kuşu
nazlıdır, öyle her önüne çıkan dala konmaz. Her önüne
çıkan dala konana bizde başka ad verirler."
"Bu konuda anlaşamayacağız," diyerek konuyu kapatmak
istedim ama yapamadım. Yaşlı adamın yüzündeki keder mi
desem, sesindeki tini mi bir şey bana engel oldu. Bu
ihtiyarin sıkı bir hikayesi olduğunu sezinlemeye
başladım. "Kusura bakma dede, ama sormadan
edemeyeceğim, sen hiç sevdalandın mı?" Hiçbir şey
söylemeden öylece yüzüme baktı sonra derinden bir iç
geçirerek,"Oldum ya," dedi. "Sevdaya düşmemiş adam,
adam mıdır?" "Bak şimdi olmadı dede," diye güldüm. "Az
önce sevda kötüdür diyordun, şimdi de sevdaya düşmemiş
adam, adam mıdır, diyorsun." O da gülmeye başladı.
"İkisi de doğru," dedi. "Sana hikayemi anlatırsam,
daha iyi anlarsın."

O zaman bütün bu girizgahı hikayesini anlatmak için
yaptığını anladım. Ama artık yol arkadaşımdan
şikayetçi değildim, pür dikkat anlatacaklarını
dinliyordum.

"Ben, iki çocuklu bir ailenin büyük oğluydum. Babam,
Antep'teki bedestende kuyumculuk yapardı. O zamanlar
bizim mahallede Yahudi bir aile yaşıyordu. Dinlerimiz
ayrıydı ama iyi komşuyduk. Onların Florid adında bir
de kızları vardı. Çocukluğum bu kızla birlikte geçti.
Bazen onların bahçelerinde, bazen bizim evin damında
oynardık. AmaFlorid biraz serpilince, annesi benimle
oynamasına izin vermemeye başladı. Artık onu yalnızca
pencere kafeslerinin arkasında görebiliyordum. İçimi
tuhaf bir duygu kaplamıştı. Bu duygunun bir
arkadaşa duyulan hasret olduğunu sanıyordum. Derken
bizim askerlik de geldi çattı. Askerde Florid'in
yokluğunu daha çok hissetmeye başladım. Ve bunun öyle
kolay kolay bitmeyecek bir sevda olduğunu anladım.
Anlamasına anladım ama o bir Yahudi kızıydı, ben ise
Müslüman. Bırakın evlenmeyi, birlikte görülmemiz
bile normal karşılanmazdı. Ben askerde böyle tasa
içinde kıvranırken kötü haber geldi. Florid
kendisinden yaşlı, kumaş tüccarı Yasef'le
nikahlanmıştı. Florid'in ailesi pek varlıklı değildi, kızın yüklü bir
drahomasi yoktu. Yasef yaşlıydı ama zengindi.
Florid'in kıymetini bilirdi. Haberi duyar duymaz zaten
zor geçen askerliğim tam bir cehenneme dönüştü. Ne
söyleneni anlıyordum, ne emredileni yapıyordum.
Komutanlarım uyardılar beni, azarladılar, sövdüler,
dövdüler; hayır, hiçbir şey kar etmiyordu. Kısa sürede
adımız deliaskere çıktı. Neyse lafı uzatmayalım. İyi
kötü askerlik böyle geçti. Bu arada ben de, Florid'i
unutmaya karar verdim.
Askerden dönünce de babam artık iyice yaşlandığı için
kuyumcu dükkanının başına geçtim. Evden işe işten eve
gidip geliyorum. Rastlantı buya, bir gün sokakta Florid'le karşılaştık. Sıcacık
gülümsedi bana. Yüreğimi bir çarpıntı aldı. Ama Florid'e hiçbir şey söylemedim,
gülümseyemedim bile. Florid geçti gitti yanımdan. Kederle girdim eve.
Ertesi gün zor kalktım yataktan, canım işe gitmek
istemiyordu. Yine de dükkana gittim, çalışmaya
başladım ama nasıl çalıştığımı, ne yaptığımı ben de
bilmiyorum. Öğleye doğru bir de baktım ki Florid
karşımda. Manevisi bol, ela gözleri tatlı tatlı beni
süzmekte. Gözler anlaşırsa dil susar derler. Biz de
fazla konuşmadık. Florid bana burmalı bir bilezik
ısmarladı. Bileziğin bahane olduğunu biliyordum.
"Bir hafta sonra hazır," dedim. O gözlerini yüzümden
almadan, "Bir hafta sonra bileziği bizim eve getir,"
dedi.
Onlarda ne olacağını biliyordum. "Evime getir," lafını
ezber ede ede, gece gündüz çalışarak beş günde
bitirdim bileziği. İşi gören kuyumcu arkadaşların ağzı
açık kaldı. "Böylesi Saba Melikesi Belkıs'ın
hazinesinde bile yoktur," diyerek, gıpta ettiler bana.
Bileziği sedef bir kutuya koyarak, vardım kumaş
tüccarı Yasef'in evine. Kapıyı Florid açtı. Yüzünde
ayni tatlı, davetkar gülümseyiş. Evde başka
kimsecikleri de yok. Sonrası... Sonrası tahmin
edersin.
Ama Antep küçük yer. Üstelik her yerde olduğu gibi
burada da dedikoduya meraklı. Kısa sürede Yasef'in
kulağına gitmiş bizim aşk. Yasef olgun adam. Oturup
düşünmüş, karısı genç, güzel, kendisi yaşlı, üstelik
karısını sevmekte ki deliler gibi. En iyisi bu kentten
kaçıp gitmek. Akşam Florid'e demiş, "Ben bu kentten
bıktım. Şam'da akrabalarım var, onların yanına
taşınalım."
Ertesi gün Florid benim dükkana geldi. Olanı biteni
anlattıktan sonra güzel gözlerini yüzüme dikerek,
"Benimle evlen. Yasef'i bırakıp, burada kalayım,"
dedi.
Ne diyeceğimi bilemedim, Florid'le evlenmeye kalksam,
millet beni kınayacak; kadın hem gavur, hem dul.
Bıraksam gidecek...
Ben böyle kıvranırken, Yasef erken davrandı, karısını
aldığı gibi tuttu Şam'ın yolunu.
Herkes, "kurtuldun," diyor. Bir de bana sor. Gün
günden daha zor geliyor. Aklımı kaçıracağım her köşe
başında, her kapının önünde onu görüyorum, kulaklarımda
onun sesi çınlıyor. Florid'siz yaşamaya ancak bir yıl
dayanabildim. Anamın yalvarıp yakarmalarına
aldırmadan, dükkanı küçük kardeşime teslim edip,
yanıma da yüklüce bir para alarak ben de tuttum Şam'ın
yolunu.
Şam'da Yasef'in dükkanını bulmak zor olmadı. Bu zengin
yahudiyi tanımayan yok. Yasef'i gizlice izleyerek
evini öğrendim. Ertesi gün sabah erkenden evin önünde
beklemeye başladım. Yasef dükkanına gidince, eve
yaklaşmaya başlamıştım ki, esmer bir delikanlının
benden önce kapıyı çaldığını gördüm. Birkaç saat sonra
çıktı evden. O gidince ben yaklaştım eve. Çaldım
kapıyı. Florid beni görünce şaşırdı ama hiç sevinmişe
benzemiyordu. "Niye geldin?" diye sordu azarlar gibi.

"Sensiz olmuyor," dedim, üzüntüyle.
"Çok geç" dedi
umursamaz bir tavırla, "ben seni unuttum."
Sanki başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
"Konuşalım," dedim.
"Konuşacak bir şey yok," dedi.
Baktım ısrar etmek faydasız, kaldığım hana geri
döndüm. Sabaha kadar düşündüm. Ona hak verdim. Ben çok
geç kalmıştım.
Ortalık ışıyınca çıktım handan. Şam'da ne kadar
çiçekçi varsa hepsini dolaştım, cebimde ne kadar para
varsa hepsine çiçek aldım. Aldığım çiçekleri,
üç at arabasına yükledim. Vardım Florid'in kapısına.
Sabah serinliğinde mis gibi kokan çiçekleri sevdiğim
kadının evinin önüne yıktım, sonra ayrıldım
oradan."

Yaşlı adamın öyküsü çok etkilemişti beni,
Bravo dede," diye heyecanla söylendim. "Bu yaptığın
çok güzel bir şey."
Yol arkadaşıma artık başka gözlerle bakıyordum. Benim
için bir tur Anadolu bilgesi olup çıkmıştı. Buarada
otobüsümüz ilk molasını vermek üzere bir dinlenme
tesisinde durdu. Birlikte indik. O tuvaletteyken, bizim
otobüsümüzün muavini yaklaştı yanıma.
"Gene ne anlatıyor Ayvaz Dede?" diye sordu.
"Adı Ayvaz mi?" diye sorusuna soruyla karşılık verdim.
"Onu tanıyor musun?"
"Abi, onu Antep'teki butun otobüs şoförleri,
muavinleri tanır."
"Nasıl yani?"
"Ayvaz Dede biraz sıkıntılıdır. Memlekette en fazla
bir ay kalabilir, sonra kendini yolculuklara vurur."
"Tuhaf," diye mırıldandım. "Neden böyle yapıyor?"
"Abi, buAyvaz Dede, gençken bir Yahudi karisini
sevmiş. Kadın evliymiş. Kocası durumu çakınca,
Ayvazdan kurtulmak için evini Şam'a taşımış.
Bizimki bırakır mı peşlerini. Haydi o da Şam'a. Ama
kadın yüz vermemiş bizimkine. Ayvaz Dedenin gururu
kırılmış tabii. Çektiği gibi kasaturasını bir
güzel şişlemiş hem kadını, hem kocasını."
Şaşırmıştım, Ayvaz Dedenin anlattığı hikayenin sonuna
hiç benzemiyordu bu.
"Sonra?" diye sordum meraklı muavine.
"Sonrası, kendi de iflah olmamış. Anlaşılan kadını
gerçekten seviyormuş. Kafayı yemiş. Antep'te duramaz
olmuş. Kendinden mi, öldürdüğü kadının hayaletinden mi
bilinmez kaçmaya başlamış."
Muavine başka bir şey soramadım. Ne diyeceğimi
bilemiyordum. Az sonra Ayvaz Dede geldi yanıma. Ona da
hiçbir şey sormadım. Açık bir çay ısmarladım.
"Sağ olasın evlat," dedi.
Çayını içerken onu izledim. Bu yaşlı adam hiç de
katile benzemiyordu ancak çok dikkatli bakarsanız,
sevdiği kadını öldürdükten sonra, ellerinin
kanını gözyaşlarıyla yıkamaya çalışan bir adamın
çaresizliğini görebilirdiniz onunkederli yüzünde.
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
3 Mayıs 2007       Mesaj #1445
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Bakmaya Kıyamadığım O Yüzüne

Bakmaya kıyamadığım o yüzüne
Artık içimden bakmak gelmiyor bile.
Andığım zaman içimi ısıtan adını
Artık varmıyor dilim söylemeye.

Lanetledim içimde sevgiyi...
Lanetledim o büyük sevgimi.
Ve istemem artık versende.
Herşeyden çok istediğim sevgini.

Çok acılar verdin bana çok üzdün beni
Görmezden geldin o yüce, o saf sevgimi
Unuturum istediğin gibi belki seni ama
Unuturum sanma bana çektirdiklerini.

Sana karşı büyüttüğüm
sonsuz
bir sevgim vardı.
Yerinde saymadı sevgim durmadan arttı, arttı.
Bir sevgim vardı içimde önüne geçemediğim
Artık yerini önüne geçemediğim bir nefret aldı.

Kimseden korkmazken bu yürek
Sevmekten korkar oldu şimdi
Ne acılara bükülmeyen bu bilek
Hasret acısına büküldü gitti

Bir daha sevemem artık kimseyi
Koyamam yerine bir başka sevgiliyi
Bir başka göze nasıl bakarım ki,
Yasakladım kendime tüm güzel hayalleri
Öldürdün çünkü tek dayanağım olan ümitlerimi
Yemin ettim unutmak için seni ve sevgiyi

Unutamam seni dediğim günler vardı ya
Çoktan geride kaldı onlar.
Bir tek özlemeyi unutturamadım kendime.
Özlüyorum ne yapsam da seni sevmeyi.
Özlüyorum seninle birlikte öldürdüğüm sevgiyi.

yazarı bilinmiyor
BARIŞ - avatarı
BARIŞ
Ziyaretçi
3 Mayıs 2007       Mesaj #1446
BARIŞ - avatarı
Ziyaretçi
dnyalarkadarog2


Bal Dudaklım

Sana olan sevgimin izahı yoktur
Bunu kesin olarak bil bal dudaklım
Sana aşığım sana olan sevgim haktır
Ne olursun beni anla bal dudaklım

Senle olmadığım günler bana boştur
Seninle olduğum günler çok hoştur
sen varsan gönlüm huzur bulur
sensin neşe kaynağım bal dudaklım

O gözlerle bakışlar öldürüyor beni
Kınama ne olur sana olan sevgimi
İnan severek veririm her şeyimi
Ne olur beni sev sev bal dudaklım

Kollarıma alıp sarsam sevsem diyorum
İnan seni senden daha çok seviyorum
sevgin içimde bir ateş volkan misali
sende benimle yan olurmu bal dudaklım

Seviyorum dedimya gel bana bir sor
Yanıyorum senin için söndürmek çok zor
Ya söndür beni yada çek silahı vur
Helal olsun derim inanki bal dudaklım

O bal dudaklardan doyasıya öpmek istiyorum
Nereye baksam heryerde seni görüyorum
Seni seviyorum seviyorum seviyorum
Bu sevgimin karşılığını istiyorum bal dudaklım


DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
3 Mayıs 2007       Mesaj #1447
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Aşkın 50 İşareti...

Seni seviyorum" demeye doymuyorsanız.
2- En bakımsız halinizi bile görmesine aldırmıyorsanız.
3- En bakımsız halinize bile bayılıyorsa.
4- En sarhoş olduğu zamanlarda bile, asla size eski sevgilisinin adıyla hitap etmiyorsa.
5- Eski sevgilinizi gördüğünüzde içiniz kıpır kıpır olmuyorsa.
6- İş seyahatine çıktığında ondan haber alamadığınızda, sinirlenmek yerine, başına birşey gelmesinden endişe ediyorsanız.
7- Gazetenin 3. sayfasını okurken gördüğünüz kötü haberler sizi çok etkiliyorsa ve "ya o da böyle bir kaza geçirirse" diye düşünüp telaşa kapılıyorsanız.
8- Başınız çok ağrıdığında, uyumanıza yardım etmek için, bütün gece size Sindrella'yı ve Robin Hood'u anlatıyorsa
9- Birlikte tatlı yaparken çok eğleniyorsanız.
10- Alışverişten sonra sizinle ilgileniyorsa. Ama sadece kredi kartı borcunuzu öğrenmek için değil, aldığınız şeyleri görmek için.
11- Yedekte adam tutmak huyunuz, esrarengiz bir şekilde sizi huzursuz etmeye başladıysa.
12- Sizin için çok önemli bir toplantıda, yüzünüzde bir gülümsemeyle hayallere dalıyorsanız.
13- En aptal aşk şarkıları bile size son derece anlamlı geliyorsa.
14- Eski Türk filmleri sizi ağlatmaya başladıysa.
15- Çevrenizdekiler, sizin çok daha anlayışlı ve pozitif biri haline geldiğinizi söylemeye başladılarsa.
16- Daha telefon çalarken, onun aradığını anlıyorsanız.
17- Siz seyahatteyken, hergün çiçeklerinizi sulamak için size uğruyorsa.
18- Size araba kullanmayı öğretirken, sabrını sonuna kadar muhafaza edebiliyorsa.
19- Saçınızın rengini bir ton bile değiştirseniz, loş ışıkta dahi farkı anlıyorsa.
20- Birbirinizin kredi kartı şifresini biliyorsanız.
21- Annenizle sevgi dolu bir ses tonuyla konuşuyorsa.
22- Annesiyle sevgi dolu bir ses tonuyla konuşuyorsanız.
23- Henüz evlenmeden çocuk isimlerinden bahsetmeye başladıysanız.
24- Onsuz tatile çıktınız ve bütün vaktinizi telefon başında onu ne kadar çok özlediğinizi anlatarak geçirdiniz.
25- Canınız işe gitmek istemediğinde sizin için patronunuzu arayıp hasta olduğunuzu söylüyorsa.
26- Siz kilo aldıkça, tombul kadınları sevdiğinden bahsediyorsa.
27- Üzerinde son derece eski moda giysiler olsa bile, onunla en yakın arkadaşlarınızın uğrak mekanı olan bara gitmekten rahatsız olmuyorsanız.
28- Size durup dururken çiçek alıyorsa.
29- Size hala oyuncak ayılar ve tüylü köpekler alıyorsa.
30- Ne kadar saklamaya çalışsanız da, bugün sizin için kötü giden birşeyler olduğunu farkediyorsa.
31- Yorgun olduğunda bile size seve seve masaj yapıyorsa.
32- Onun yüzünden eğitiminizi yarım bırakmanın veya kariyerinize zarar verecek bir adım atmanın "fedakarlık" olduğunun farkındaysa.
33- Başınız sıkıştığında ilk aklınıza gelen onun koruyucu omuzlarına ihtiyacınız olduğuysa.
34- Sizin için yemek, temizlik hatta ütü yapıyorsa.
35- Arkadaşlarınızla vakit geçirmeniz ve onun dışında da bir hayatınız olması konusunda sizi>destekliyorsa.
36- Özel günleri asla unutmuyor ve ufakta olsa mutlaka bir hediye alıyorsa.
37- Sizin için ağlamaktan utanmıyor hatta bunun için gurur duyuyorsa.
38- Çok paraya ihtiyacınız olduğu bir dönemde hiç düşünmeden bilgisayarını satabilecek kadar düşünceliyse.
39- Bir sorunu olduğunda ima yoluna gitmek yerine açık açık konuşmayı tercih ediyorsa.
40- Aynı bir şarj makinesi gibi enerjinizi tazeliyorsa.
41- Gecenin bir yarısı, sadece sizi sevdiğini söylemek için telefon ediyorsa.
42- Nasıl olsa birlikte yaşıyorsunuz diye kendini boşvermiyorsa. İlişkinizi taze tutmak için çaba sarfediyorsa. Mesela en sevdiğiniz restoranda rezervasyon yaptırıp size sürpriz ve romantik bir gece hazırlıyorsa.
43- Size ayak uydurmak için tenis dersleri alıyorsa.
44- Birlikte dans dersleri almayı teklif ediyorsa.
45- Gece kulüplerinde piyasa yapmaktansa, sizinle evde video seyretmeyi tercih ediyorsa.
46- Pijamalı halinizi gece kulüplerindeki çarpıcı kadınlara tercih ediyorsa.
47- Kendisi acılı sevdiği halde, sizin için yemeği acısız ısmarlıyorsa.
48- Sizin için dünyanın öbür ucuna giderse.
49- Size gözü gibi bakıyorsa ve gözleri 6 numara bozuk değilse.
50- Size hergün "Sevgililer Günü"yse.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
3 Mayıs 2007       Mesaj #1448
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Mektepten kaçıyorsun,
Kuş tutuyorsun.
Deniz kenarına gidip
Fena çocuklarla konuşuyorsun,
Duvarlara fena resimler yapıyorsun;
Bir şey değil,
Beni de baştan çıkaracaksın.
Sen ne fena çocuksun!

Orhan Veli
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
3 Mayıs 2007       Mesaj #1449
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Ask Yasak

sevgiden irak
corak kalacaksin bozkirda
yeserirsen kirarlar kanadini
ey koca agac
birak inadini
zemheride cicek acilir mi hic
en buyuk günah
en buyuk suc
böyle buyurmus tanrilar
serbest kabuslar ve sanrilar
güzel düsler ve ask yasak

Ozan TELLİ
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
4 Mayıs 2007       Mesaj #1450
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir Açıdan Aşk

Bildiğimiz üzere, insan âşıkken “aşk” üzerine düşünmez; “kendi aşkı” üzerine, örnek aşk ritüellerini izleyerek, 3-4 saatlik, günlük, aylık veya 30-40 yıllık hayaller kurar; istencini öne çıkarır ve koşulları ıslah edip bu güçlü duygu ve arzu akışına yaşamında yol açmaya ve onunla birlikte akmaya çabalar.

Bir de aşkı her şeyden önce; turnusol kâğıdı ve bir tür katalizör yerine koyanlar var. Kişinin kendini tanımasının, kendi kusurları ve güzelliği ile tanışmasının, kendi sınırları ile yüzleşmesinin yegâne aracı, aşktır. Egomuzun, bilinçaltımızın, terbiyeli, kontrollü ve kuralcı bilincimizin iç içe geçme ve kırılma noktası, aşktır.

İnsan âşık olunca kendi boyunun ölçüsünü alıyor, karşısındakinin değil. İnsanın kendi varlığına hırsla, ihtirasla, çaresizce, öfkeyle, umutla hatta çoğu zaman kibirle ve gururla sarılmasıdır aşk, karşısındakine değil.

İnsanın kendisinin farkına varma sürecini hızlandırıyor aşk. Hatta belki şu karmakarışık hızlı dünyada bu süreci tetikleyecek en güçlü düğme, aşk. Bir şeyi “nasıl” ve “niçin” istediğimizi, istediğimiz şeylere “nasıl” yöneldiğimizi ve ”nereye kadar” gidebileceğimizi fark ediyoruz. İstencinin, tutkusunun, arzusunun gerçeği ile yüzleşen insan; korkularıyla yüzleşir.

Fakat mutluluğun rehavetine, acılara, kederlere, kendine acımaya, vicdan rahatsızlıklarına kapılıverirsek; hem aşkı hem de kendimizi yok sayıyoruz. Hislerimizin ortaya çıkan fiziki ve ruhsal belirtilerine ya da onları ifade etmeye değil, yaşadıklarımızı bir şeye bağlamaya (mesela ahlaki boyutlarını sorgulamaya, fedakârlık, vefakârlık, cefakârlık, aldanmışlık, vs –lıklar dünyasında kendimize güç aramaya) değil de; ne hissettiğimize ve bunun nedenlerine yönelirsek; işte o zaman da aşk, tanımlanır bir şey oluyor.

Ona bir isimle seslendiğimiz anda aşk, çoktan çekip gitmiş oluyor. Yani, karşımızdaki kişiyi fark ettiğimizde, aşk bitiyor. Kendimizi fark etmediğimiz sürece, sevileni görmemiz mümkün olamıyor. O halde aşkın dev aynasında sevgiliyi gerçek boyutuyla algıladığımızda, aşkın cüce aynasında kendi boyutumuzla karşılaştığımızda, aşk bir işe yaramıştır sonunda… Eğer bunu bir hesaplaşma olarak değil, karşılaşma ve tanışma olarak görebilirsek… Fakat kaçtığımız bu değil mi? Aşina olmak… Gerçekler sıkıcı.

Aşk içinde kendimizi “teşhir” ediyoruz, “temsil” edemiyoruz. Teşhir denince bedenin açılıp saçılması anlaşılmasın ya da yalnızca bu anlaşılmasın. Kişiliğin, düşüncelerin ve duyguların teşhirinden söz ediyorum öncelikle.

Aşk, özel dünyamızın bir parçası mı hakikaten? Onu neden kamusal alanda, bizden uzakta ve bize yabancı olanda, dışarıda arıyoruz o halde? Aşk, sosyal yaşamımızın çok etkin bir parçasıdır. İki kişilik değildir; kendimize, dünyaya ve karşımızdakine yakıştırdığımız tüm anlamları, ilişkileri, değerleri, beklentileri, bağlantıları yüklenir.

Özel dediğimiz alanda, hep göz önündeyiz. Oysa sosyal alan, bize gizli saklı köşeler sunar. Sosyal yaşamımız daralınca ve hep göz önünde olma duygusunu her yerde yaşamaya başlayınca; işte bu daralma karşısında, sosyal alana mahremiyetimizi sızdırıyoruz.

Örneğin açık ofis sistemiyle çalışan iş yerlerini düşünün… 8 saat aynı mekânda ve göz önünde, kulak mesafesinde olmanın stresi ne denli büyüktür, farkında mısınız? Her yanı camdan iş merkezlerini düşünün. Büyük ve anlamsız meydanları düşünün, insani boyutları aşan, ufacıklık hissi doğuran kentsel mekân ölçeklerini düşünün; metroları, durakları, hızla akıp giden trafiği. Özel değeri olmayan bir sürü kalabalık ve rast gele dokunuşu, çarpışmaları, teğet geçmeleri, göz göze gelmeleri vs.)

Hiç tanımadığımız bir insana pat diye her şeyimizi anlatabiliyoruz. Sonra şaşıyoruz buna… Bir yabancı, tanıdığımız ve deşifre ettiğimiz herkesten daha güvenilir gelebiliyor bize. Çünkü henüz ona bekçilik yapmadık, deşifre işlemini tamamlamadık. Bir sırrımız olduğunu düşünmemesi için neden yok.

Birilerine anlatacak sırlarımız olsun istiyoruz, saklamak için değil de; sergilemek için. Hayat bir gösteri alanına dönüşüyor ve hepimiz, hangi kelimenin, hangi mimiğin, hangi kıyafetin, rengin, saatin, yüzüğün, bakışın, duruşun neyi işaret ettiğini biliyoruz.

Bu alanda artık kimse kendini temsil etmez. Karşısındakine takdim etmez. Bir işaret çakar; parfümünüzün markası, takım elbisenizin rengi, sık kullandığınız kelimeler, rujunuz ya da rujsuzluğunuz, saçınızın biçimi… Sizin yerinize geçip hakkınızda çok şey söyler. Göz önünde olma duygusu, bizi yabancılara iter.

Yabancı olan, işaretini tek bakışta okuyamadığımız değildir; karşımızda işaret teşhirini, bu kutsal ayini henüz tamamlamamış olandır. Henüz mahremiyet mübadelesi yapmamış olduğumuz, karşılıklı ifşaatlarda bulunmadığımızdır. Yeni gibi…

Bir ilişkiler kategorisine ve bir hakikat rejimine ait olduğunuzu tek işaretle dünyaya çakabilirsiniz. Sonra kim diyebilir; aldandım diye? Kim sizi aldatabilir? Aslında bir seçim dahi yokken… En başından belliyken.. Arzu değil; teşhirin hazzı biter, aşk biter. Ne deniliyor? 3 yıl sürerdi aşk eskiden. Şimdi 3 gün bile fazla. 3 saat? ... Niye olmasın?

Aşk, artık lunaparkta ucunda ne çıkacağını bilmeden, ancak ne çıkabileceğine dair kesin bilgi sahibi olduğunuz, olasılıkların hepsi gözünüz önündeyken çektiğiniz iptir. Ya o kocaman yeşil gözlü güzelim pembe ayıcık size çıkarsa? Ya onunla uyumak size bambaşka bir keyif ve huzur sunarsa? Ne güzel olurdu…

Bir riske girmek değildir bu; bir riskin hazzı için ipi çekmektir. 3 saat, sizi belki de 3 aya taşıyabilir. 3 ay, belki 3 yıla sarkabilir. Kim bilebilir? Bir de şu ipi çekmelisiniz. Denemeden nasıl bileceksiniz? Oysa işte bütün oyuncaklar sergileniyor. İplerin ucunda ne olduğunu biliyoruz. Ve hepsi aynı gösteri alanında teşhire sunulmaktadır. Fakat yine de şaşırıyoruz. Nihayet buna gülebiliyorum.

Aşkın ahlakı var mı? Aşkın aklı var mı? Fakat her şeyden önemlisi aşkın kalbi var mı? Eğer sizin varsa… Elbette var. Yeter mi? Hayır; ahlakı kavrayışınız, akıl ve yüreğinizle kurduğunuz ilişki sağlamsa; yaşadığınız her şeye yansıyor. Aşk, bunun dışında kalmıyor. O halde seçtiğimiz kimdir? Bir seçim var mıdır?

Ağzına kadar gerekli gereksiz bir sürü işaretle, sembolle, gösteriyle ve teşhirle dolu dünyanın içerisinden kendinizi bulup seçebiliyorsanız; aşk, kapıldığınız değil, kurduğunuz ve yaşadığınız dünyadır. Orada akan suyla salınan, karaya ucundan tutunmuş bir yosun değil, aktif biçimde çağlayan, akan, suyu yatağında yaratansınız. Ancak kendilerini temsil ve takdim etmeyi bilen insanların tutkusundan “seçilmiş aşk” doğar. Ve seçmek, özgürlüktür.

Diyeceğim o ki, özgür aşk; ilişki serbestîsinden ve rast gele çırpınışların gerektirdiği bedelin göze alınmasının yarattığı cesaret yanılsamasından bambaşka bir şeye ihtiyaç duyar. Onun ihtiyaç duyduğu insanın kendisini sosyal yaşamda özgürce temsil ve takdim edebilme bilgisi, yeteneğidir. Ve asıl cesaret, budur.

Aşk, korkaklara yalnızca suretini yollar; şeklen, ritüel ve sembolik olarak… Çektiği, asıldığı her ipin ucunda onu arayanlar, hazdan yoksun kalmazlar. Yoksun oldukları, aşktır. O, ipe sapa gelmez.

Siz böyle yaşamadınız mı? Öyle mi? Peki, öyle olsun. Sizlere inanıyorum. Fakat etrafınıza iyi bakınız. Çocuklarınız böylesi bir gösteri dünyasının içinde debelenip duruyor. “Siyah ve beyaz”; “sıfır ve bir” dijital algılamasıyla yaşıyor. Temsil ve takdim için boşa zaman harcamaktansa, tek bir işaret çakıp gösterişli bir teşhirle pek değerli olan an’ı, dolu dolu yaşamak istiyor. An, öylesine doluyor ki, içerisinde kendi kapladığı yeri hissedemiyor.

Siz batıya ya da doğuya yönelmiştiniz. Çocuklarınız ucunda yabancılık olan her ipi aşk niyetine çekiyor. Bir aşinalık mı doğdu? Çöpe atıyor. Sizin küçük tavşancığa rağbet yok. Onun niyet kâğıtlarında hep aynı şey yazıyor: Yabancılara sakın güvenme! Asıl sorun, sosyal yaşam bu kadar “özelleştirilmişken”; sosyal nitelik ve nicelik taşıyan her şey bu kadar “şahsileştirilmişken”, yabancı nerede?


nesrin cansever

Benzer Konular

6 Kasım 2015 / ThinkerBeLL X-Sözlük
11 Mart 2012 / Mira Edebiyat
 Sonsuz
14 Şubat 2013 / buz perisi Matematik