Arama

Sahipsiz Mektup'lar - Sayfa 14

Güncelleme: 2 Haziran 2012 Gösterim: 265.471 Cevap: 628
HÜLIA - avatarı
HÜLIA
Ziyaretçi
26 Ağustos 2006       Mesaj #131
HÜLIA - avatarı
Ziyaretçi
Şişirip yelkenleri, açılma vaktin gelmiştir denize. Bilirsin ki ne fırtınalar, ne deli dalgalar beklemektedir seni. Korkarsın, terk edemezsin limanı, bir köşesine sığınırsın. Kabullenmesen de artık aşk bitmiştir, İşte son bu...

Sponsorlu Bağlantılar
İçin hep hüzün doludur, bir türlü kabullenemezsin bittiğini. Gözlerinin içine bakıp seni seviyorum demesini beklersin. O sözler hiç çıkmayacak o dudaklardan bilirsin. Yinede umudun yeşildir, İşte hayal bu...

Gururlusundur, istenmediğin yerde durmazsın. An olur ki ne olur bitmesin dersin. Bu sözlerin dudaklarından nasıl çıktığına kendin bile inanamazsın. Oysa o yüzüne bakıp sadece gülümser, İşte acı bu...

Ondaki sıcaklığı kimsede bulamayacağını düşünürsün. Kimse onun gibi gülemez, onun gibi dokunamaz dersin. Ve kimseyi onun kadar sevemeyeceğini bilirsin. Kahredip başını eğersin önüne. İşte hüzün bu...

Nefes alamaz hale gelirsin, daralır için. Bir kaç saatlik derin bir uykuya hasretsindir. Bilirsin ki gözlerini kapasan da terk etmeyecektir hayali. Atarsın gecenin kollarına kendini, İşte huzur bu...

Ondan gelecek tek bir haberi umutsuzca beklersin Bir de beklemek ölüm gibi gelir insana böyle zamanlarda. Aslında ölüm fikride garip değildir artık sana. Geri dönerse diye ölemezsin bile, İşte sabır bu...

Hayat devam ediyordur ama her şey yarımdır, hep bir yanın eksik. Yüreğin eskisi gibi atmayacaktır, başka aşklarsa seni kandırmayacaktır. O başkalarıyla, mutlu bir hayatı yaşıyor olsa da, yine de sevginden vazgeçemezsin. İste aşk bu...

Boshwer, hep aynı masaL. Hayat ve Ben işte hepsi bu kadar...

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Ağustos 2006       Mesaj #132
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
“Aynı boyut içinde ve aynı zaman/mekan şartları içinde görme, duyma kapasitesi fazla ve gelişmiş olan, diğerine GÖRE farklı bilgilere sahip olacak ve onun hayata bakışı, olayları değerlendirmesi de farklı olacaktır. Verdiğiniz örnekteki gibi bilim bazı olayları önceden çeşitli yollarla tahmin etmede, ya da olayların gelişme mantığından hareketle KANUNLAR tesbit etmede, böylelikle içinde yaşadığımız sistemi kısmi de olsa çözerek, olmadan olacakları görebilmekte. Daha geniş alanı görenin diğerlerine tesbitlerini ulaştırması, bilimsel yollardan hareketle doğal olayların kanunlarını tesbit ederek uyarmaları, ya da telepati ile aynı zaman mekan içindekilerin iletişime geçmeleri gibi yollarla kendi zamanımız içinde bir nevi yolculuk yapılmada.
AN içinde bunlar olurken, bazıları tarafından izah edilemeyen yollarla geçmişten haber verme olayı var… Araştırmacılar geçmişte yaşamış insanların yaydıkları beyin dalgalarını sesli görüntülü olarak deşifre çalışmaları bilimsel anlamda yapılmakta... AN içindeki tesbitlerin bir anlam ifade etmesi için duyanların İNANMALARI gerekir... Bilime inanmak, haberi verene inanmak… İnanılmayan bilgi, bilim, o kişiler için bir şey ifade etmeyeceği için sonuç vermeyecektir.
Sponsorlu Bağlantılar
İçinde bulunduğumuz titreşim alanından hareketle farklı alanlara gidilebilir mi…? İletişime geçilebilir mi...? Bize göre alt ya da üst boyutta neler var…? Bizle ilgisi ne...?"

Selam...
Alt/üst... her boyutta aslında sadece biz varız.
Kişi neye inanıyorsa onu projekte ediyor. Her boyutta yaşadığı sadece kendi düşünce/ duygu kalıplarının yarattığı bir realite... Atheist olan, bu inancını sorgulamadığı sürece, bunu besleyen deneyimleri kendine çekiyor - gitgide daha ve daha çok inanıyor, inançsızlığına. İnanan ise, inancını güçlendiren olayların içinde buluyor kendini. Kişi inancının tezahürünü mutlaka yaşıyor ve her yaşanan bir “ispat” niteliğinde mevcut inanç kalıbını destekliyor... İşte bu yüzdendir ki, herkes kendi inandığının TEK doğru olduğuna emin... Ve haklı, çünkü onun bulunduğu noktada gerçekten de TEK doğru onun inandığı...
Kişi enerjisini neye yöneltirse, o besleniyor, büyüyor ve tezahür ediyor... Bu konulara belli bir bilinçle yöneldiğim ilk günlerde, ben de yoğun bir şekilde normal-ötesi denen türden deneyimler yaşamayı istedim. Bir kitapta telekineziyi okuduktan sonra günlerce objelere odaklanıp bakışlarımla hareket ettirmeye çalıştım! Astral seyahat konusunu okuyunca, denemediğim yöntem kalmadı!! :-) Çeşit çeşit meditasyon teknikleriyle tanıştım... Evet, farklı algılarım oldu... İnancımın öznel ispatlarını yaşadım... Ama amaç bu mu olmalı...?
Bu tür deneyimlerin çekimini yadsımıyorum… Bir çeşit ruhsal erk özlemi… Ama tüm bunlar, bir konferansa katılması gereken birinin, konferans salonuna giden koridorun iki yanına dizilmiş alışveriş veya kültür merkezlerine girip çıkmasına benziyor. Kişi uğradığı her yerde gelişimi adına ilginç, faydalı bir şeyler bulabilir, faklı edinimlerle “yük”ünü arttırır. Ama “mutlaka” gitmesi gereken yer koridorun sonundaki salon ise, zaman kaybetmeden oraya yönelmesi daha doğru bir seçim bence. Ben “hakikat” yolcusunun “marifet”le, hatta “keramet” le fazla oyalanmaması gerektiğini düşünüyorum. Gönülden inanıyorum ki, “hakikat”e eren kişi her marifete/ keramete muktedirdir, ama onlarla ilgilenmez artık. Onların yolcuyu şevke getirmek adına açığa çıkan yetiler, bir anlamda “ruhsal oyuncaklar” olduğunun bilincindedir çünkü…
“Mucize”ye duyulan özlem, ruhsallığın temel tuzaklarından biri bence. Otuz yıla yakın süredir ruhsallık alanında çalışmalar yapan bir dost Bilkent’te konferans veriyordu. “Bilgi”yi en doğal, ama aynı zamanda en çarpıcı haliyle anlatıyordu gençlere... Ama bu yeter mi!?? Onlar mucize görmek istiyorlardı!! O dost ki, babam beyin kanaması geçirip solunum aletine bağlandığında, biz günler ve gecelerce başucunda beklerken, babamla ruhsal boyutta temasa geçmiş ve onun ne zaman göçeceğini günü gününe söylemişti bize... Bazı ruhsal yetileri olduğunu pek çok kişi biliyordu, ama bunları gösteri malzemesi olarak değerlendirmek ona göre değildi...
Ama “tamam” dedi dost ve bir öğrencinin kürsüye gelmesini istedi. Herkes heyecanla ne yapacağını beklerken, o öğrenciyi yanaklarından öptü... “İşte en büyük mucize bu,” dedi, “SEVGİ...” Bunu değerlendirecek bilinç seviyesinde kaç kişi vardı orada bilmiyorum, ama söylediği benim için gerçeğin ta kendisiydi...
Herşey inancın gücüne bağlı – evet, YETERİNCE İNANDIĞIN HERŞEY TEZAHÜR EDER, SENİN İÇİN GERÇEK, YANİ, SENİN GERÇEĞİN OLUR...
“Sevginin gücüne en katı kalpli bile inanır ama yapamaz… Niye…? İnananlar dahi bunu sürekli yapamaz... Bazı kişisel eksiklikler desek de, içinde bulunduğumuz şartların, izah edemediğimiz iç duyuşların bunda etkisi büyük... “
SEVGİ tek ve gerçek mucize... Bunu hissediyoruz, biliyoruz aslında, ama bunu yaşam biçimi haline getirmede çok isteksiziz... Ama bu mümkün ve kolay... Olumsuz duygular içinde devinmekten bin kere daha kolay!... Ayrılıktan doğan acıları sonlayacak sevgi halini kişisel yaşamımızda kuşanmamız için gerekli olan sadece ama sadece “şüphesiz bir inanç” ve “saf ve sarsılmaz bir niyet”... yani, “yeterince” istemek ve inanmak...
“Güzel duygular nasıl sürekli hale gelir...? Tüm zamanlarda, mekanlarda geçerli olan, olacak EVRENSEL değerler nelerdir…? Sistemle nasıl bütünleşebiliriz…? Sisteme ters düşmek ne…?”
Tüm zamanlarda, mekanlarda geçerli olan/olacak olan asal EVRENSEL değer bence YARADILIŞ MUCİZESİNE DUYULAN AŞK… Tavırlar, farklı realitelerin göreceliği içinde doğru-yanlış kılıcıyla onurlandırılsa veya biçilse de, bu aşkla yaşayan BÜTÜNle uyumludur… Benim düşünceme göre, sisteme ters düşmek, ikiliği besleyen tavırlanmanın bir ürünü, amacımız ne olursa olsun… Şu doğru, şu yanlış sınıflaması düalitenin yöntemi ve ne yazık ki, tüm çatışmaların, acıların kökeninde bu yatıyor. Bu değerlendirmeyi yapmak en büyük şirktir bence… “Ben kim oluyorum ki, başka bir realiteyi yargılayabiliyorum…?!” Güzelliği doğuracak olan, ince ince doğru-yanlış kavramını dokuyarak düaliteye hizmet etmek yerine, bu “yargısızlık” halini edinmek ve sürekli kılmak olmalı…
Yaradan’ın yarattığı çeşitliliği ben nasıl olur da iyi veya kötü diye sınıflayabilirim…??? Tek yapabileceğim kendi realitemde inandığım güzelliği korumak ve yansıtmak olabilir. Sistemle bütünleşmek ise HER NE OLURSA OLSUN, OLAN’IN GÜZELLİĞİNE İNANMAK VE OLAN’LA PARALEL OLARAK KENDİ GÜZELLİK ANLAYIŞINI GELİŞTİRMEYE ÇALIŞMAK olmalı… Örneğin, INTERNET olayı… Hatası, sevabı üzerinde günlerce, yıllarca konuşabilirim… Ama bu neyi değiştirir?! İnternet VAR ve BÜYÜYOR, tıpkı canlı bir organizma gibi. Ben sadece bunu kabul edip, olaya uyumlanabilirim. Ama İNTERNET’in sınırsız ve çeşitli farklılıktaki tesir alanına bilinçsizce dahil olmak yerine, kendi tesir alanımın farkında olarak, “değişmeden” demiyeceğim, ama kendi güzellik anlayışımı koruyarak…
Ve benim için “güzellik” en sıradanda “olağanüstü”yü görmek, toprakta büyüyen, suda devinen, rüzgarda esen, havada nefeslenen mucizeyi hissetmek... Gündüzde görülmeyeni, gecede örtülmeyeni... bildiğimi bilmediğimi... herşeyi sevmek...
Ve sevgiyle...

huzun - avatarı
huzun
Ziyaretçi
7 Eylül 2006       Mesaj #133
huzun - avatarı
Ziyaretçi
sevgili dostum;
Sen hep hayallerimde olsanda derdimi anlatabildiğim tek varlığım pardon yokluğumsun Msn Happy
Tahmin ettiğin gibi bu ara yine sıkıntılıyım dertler bir bir vuruyor be dostum hayat acımasız bunu biliyordumda; dostların, arkadaşların yalan olduğunu, bir gün hepsinin yok olacağını aklıma getirmezdim.
Meğer hayat hep kaybedişlerle doluymuş insan dostlarını, arkadaşlarını, sevdiğini ve hatta yanı başında olsalar bile ailesini dahi kaybedebiliyormuş.
Sanırım en kötüsü de herşeyi kaybettiğini düşünmeye başladığında kör bir kuyuda hissetmeya başlıyor insan kendini terkedilmiş ve yapayalnız eski bir eşya gibi bir köşede öylece kalakalıyor.
Bir müddet sonra kendinde umudu kesmeye başlıyor hayata dayanacak gücü kalmadığını hissediyor tutacak tüm dallar kurumuş ve çoktan kör bir kuyunun dibinde yalnızlığıyla başbaşa kimse uzatmıyor elini bende düşerim korkusuyla yaklaşmıyorlar aslında hiç düşmeyeceklerini bilmelerine rağmen.
Ölümü diliyor insan çaresizliğinde bitmek tükenmek bilmeyen yakarışlar başlıyor tanrıya ne olur al yanına diye başlayan hiç korkmuyor insan ölümden zaten öldüğünü düşünerek.
Oysa yeniden bir dal yeşere bilir, güneş yeniden doğabilir, uzaklardan merhaba deyip gelebilir bekleyen yada bu sadece bir umut olarak kalır kapanmak üzereyken gözler hayata hala bu umutla ışıldar.
Dostum uzun bir aradan sonra işte yine sana yazıyorum ve yine dertli yüreğim yitik bir şehrin sokaklarında kayıp gözlerim karanlığa alıştı bu şehre hiç güneş doğmuyor oysa ben sana söz vermiştim son mektubumda bir daha ki sefere güleceğim mutluluğumu müjdeleyeceğim diye yine başaramadım dostum bak yine yarım kaldı herşey darmadağın ve ben yıkık dökük hayallerimin tam ortasında umutsuzluğa çare arıyorum
Hoşcakal dostum şimdilik bu kadar bu arada kızmadın değilmi ilk defa bir mektubumuzu yalnız ben değil herkes okuyacak bellimi olur belki bu defa sanada ulaşır sesim hiç bilmediğim o mechul uzaklardan bir elsallarsın bana kendine iyi bak dostum bu defa hiç bir söz vermeyeceğim bir sonraki mektup için

her giden döner sanma sakın gidenler hep görüşmek üzere diyerek el sallar ama asla geri dönmezler dönselerde vakit çoktan geçmiş olur Msn Sad


sanırım burdaki mektuplar hiçbir sahibi olmadığı halde yazılmış ben yenigeldim ilgimi çekti bir sahipsiz mektupda benden onlarca mektup yazdığım ama hayatımda hiç var olmayan arkadaşıma biraz amatör ama şimdi yazdım içimden ne geldiyse bu bölümü açan arkadaşıma tşk gerçekten mükemmel Msn Wink
HÜLIA - avatarı
HÜLIA
Ziyaretçi
8 Eylül 2006       Mesaj #134
HÜLIA - avatarı
Ziyaretçi
Yoksun iste, öLümüne özlemini çekiyorum simdi. Gittin, hayatimdan düsLerimi, aniLarımi sarsarak ve tekmeLeyerek kaLbimin kapiLarini ardina kadar... BiLki yagan yagmura, açan günese aLdirmiıyorum artik. GünLerin tadi yok, suLar da akmiyor. Göçüp gitti uzak diyarLara sevgi kusLarim... YagmurLa da konusmuyorum artik, derdimi de anLatmiyorum nehirLere. AyriLik denizine düsmüs, tersine kürek çeken saskin bir denizci gibi kaLakaLmisim yorgun daLgaLar arasinda... Rüzgar da esmiyor...

Yoksun iste gecenin zifiri saçlari akiyor uzaktaki dagLara usuL usuL, yokLugun öLüm gibi, buza dönüyor hayat , eLLerim, bedenim, ayakLarim üsüyor… Çekip uzakLara giden hayaLLerimin pesinde uçup gidiyor kirLangiçLar, kirLangiçLar gidiyor ben kaLiyorum...

OmuzLari düsmüs basamakLardan inerek hiç bir sevgi kitasina variLamiyacagini anLadim. AnLadim ki, herkes kendi yarasini kanatir ve her aci bir baska aciya açiLan kapidir...

Bir zamanLar gözLerin gönüL bahçemin çiçekLeriydi; gözgöze, geLdikce kokulu güLLer açardi yüzünde. Bakmaya, dokunmaya kiyamazdim... ELLerini her tuttugumda bir sonsuz sevinç kapLardi yeryüzünü, gökyüzünün bütün yiLdizLarini tutup basina taç yapmak geçerdi içimden.
Ne zaman seninLe buLussam, zamani durdurmak ve zincire vurmak isterdim saatLeri.
Sonra ayriLirdik, , gözyaslarin gücüme giderdi. Oturup agLardim senin yerine...

Ne zaman buLustugumuz yerden geçsem içim burkuLur, gözLerim durup durup doLar. Her esen yeLde, yagan yagmurda, çagLayan irmakta, uguLdayan ormanda hep senin kokunu duyarim.

Yoksun iste, yitirdim içimde güLen o sevdaLi çocugun gözLerini. AnLadim ki, kayip çocuk gözLeridir hüznün diger bir adi, bu karanLik soguk geceLerde. AnLadim ki, bütün yiLdizLarin karardigi gece sevinçLerin tükendigi yerdir.
Iç çekmenin baska bir anLami var mi baska diLLerde biLmiyorum..?. Ben sustum, öpüLmemis zaman girdapLari kemiriyor dudakLarimi. AnLadim ki, bütün iççekisLer sevgiLiLerine kavusmayan sevdaLiLarin hüzünLü gözLerine benzer, yasamin kiyisinda kiriLmis tomurcukLara...

Yoksun iste, uzandigimiz her nehirde bir mutsuz yasamin tortusu kaLdi. Sen ki, benim yaz yagmurum, güz günesimdin. AnLadim ki, sensiz hayat çekiLmiyor, terkediLmisLigin hüznü vurur simdi suLara... AnLadim ki, her gidis bir dönüsü anLatmaz...

ÖzLem tek yönLü uzun bir yoL iste gidipte dönmeyen... AkLima düstükçe bakisLarin, bir hüzün sarkisi kiriLir kaLbimde. Ki, canima batiyor kirikLari her defasinda...



arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #135
arwen - avatarı
Ziyaretçi
KONUŞACAK NE ÇOK ŞEYİMİZ VAR, PAYLAŞACAK NE ÇOK ŞEYİMİZ. TANRIM ÖMRÜMÜZ YETECEKMİ HEPSİNİ YAPMAYA?

SANA NE SÖYLESEM, YÜREĞİMİN SESİYLE KONUŞUYORUM İNAN. HANGİ SÖZCÜK DÖKÜLÜYORSA DUDAKLARIMDAN, BİL Kİ YÜREĞİMİN SÖYLEDİKLERİ ONLAR.. YANLIŞ ANLAŞABİLECEĞİME DAİR EN UFAK BİR KAYIM YOK.
ZATEN AŞK KAYGILARDAN ARINMIŞ OLMAYI GEREKTİRMEZ Mİ ? KAYGIN VARSA EĞER AŞKI NASIL YAŞAYABİLİRSİN Kİ?

SEN OLDUĞUNDAN BERİ HAYATA VE İNSANLARA DAİR BÜTÜN KIRGINLIKLARIMI KALDIRIP ATTIM BİR TARAFA. UZADI CÜMLELERİM FARKINDAMISIN? EVET YA DA HAYIR DAN OLUŞAN TEK TEK KELİMELİK CÜMLELERİ KULLANMIYORUM ARTIK. ÇOCUK GİBİYİM, ÇOCUK.... BAŞKALARINA SAÇMA GELEBİLECEK HERŞEY MUTLU EDİYOR BENİ. SANKİ HERŞEYİ İLK KEZ GÖRÜYORUM. DÜN GECE PERDEYİ ÇEKİP CAMDAN BEYAZ KARIN YAĞIŞINI İZLEDİM. BU NU YAPMAYALI NE KADAR UZUN ZAMAN OLMUŞ.. BİR MUCİZE BU BİLİYORMUSUN?. BİLİMSEL AÇIKLAMASI NE OLURSA OLSUN UMRUMDA DEĞİL. BİR MUCİZE BU.

MEĞER NE ÇOK ŞARKI BİLİRMİŞİM BEN, NE ÇOK ŞARKI EN ÇOK SEVDİĞİM ŞARKIYMIŞ. NEREYE GİTTİ HÜZÜN ŞARKILARI? YOKSA BEN MİDUYMUYORUM? HER ŞARKI İÇİMİ OKŞUYOR, HER ŞARKI AŞKI ANLATIYOR. EŞLİK EDİYORUM, BAĞIARA BAĞIRA SÖYLÜYORUM, ÇOŞTUKÇA ÇOŞUYORUM...

SENİN YANINDA NASILSAM SEN YOKKENDE ÖYLEYİM. VARMIŞSIN GİBİ YANİ..

İMKANSIZ HİÇBİRŞEY YOK BİZE. AŞK, SEVMEZ İMKANSIZLIĞI BİLİRSİN.

YANIMDA OLMAYIŞIN, SENİ YAŞAMAYA ENGEL DEĞİL. SANA SARILDIĞIMI, KOKUNU İÇİME ÇEKTİĞİMİ, TENİNİ ATEŞİNİ DÜŞÜNÜYORUM, NE GÜZEL.........
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #136
arwen - avatarı
Ziyaretçi
BİR İDDİAM VAR BU AŞKTA

HERŞEYİN OLMAK İSTİYORUM...

SEVİNCİN, İSYANIN, KIZGINLIĞIN, HÜZNÜN, ALDIMAZLIĞIN, ÇOCUKLUĞUN, YALNIZLIĞIN, YORGUNLUĞUN, ENERJİN, GÖZYAŞIN, GÜLÜŞÜN, KORKULARIN, UYUMALARIN, CESARETİN, ALINGANLIĞIN....

BEN SANA AİT OLMAYAN NE VARSA ÇIKARDIM HAYATIMDAN. SENİN OLANI YAŞAMAK İSTİYORUM. SANA DAİR HİÇ BİR KORKUM YOK, YÜREĞİM SENDEN GELECEK HERŞEYE SONUNA KADAR AÇIK. BİR TEK KAÇIŞLARA, GİDİŞLERE KAPADIM YÜREĞİMİ. ŞU KAPANAN YÜREĞİMİ LÜTFEN AÇ İSTEDİĞİMİ YAP. BAK YİNE BASTIRDI KAR, MUCİZE YAĞIYOR GÖKYÜZÜNDEN. NASILDA BEYAZA BOYANIYOR ORTALIK. İLK DEFA SEVER OLDUM KIŞ MEVSİMİNİ. ZATEN MEVSİMLİK BİR AŞK DEĞİL BİZİMKİSİ. YAŞAYACAK ÖYLE ÇOK YAZ ÖYLE ÇOK BAHAR VAR Kİ... DEDİM YA BÜTÜN BUNLAR SENİNLE VAR OLACAK SEN YAPACAKSIN...

BİRDEÖMRÜMÜZ YETECEK Mİ BUNLARI YAŞAMAYA....
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
16 Eylül 2006       Mesaj #137
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Merhaba
Kısa kısa ama içeriği zengin mektuplarınızı büyük bir zevkle okudum. Lisede öğretmenim, insanlarla dolayısıyla da insani ilişkilerle ilgili örneklerle çokça karşılaşmadayız.
Mektuplarınızda tesbit ettiğim önemli (algıladığım) cümlelerden işaretle bazı fikirlerimi sunacağım. Sizinle fikir alış verişinde bulunmak zevk olacak.
"Ben herkesi birleştiren özle ilgileniyorum, şekil ve formla değil. Ve özde öylesine yakınız ki, şimdi bizi ayıran farklılıklar o noktada eriyip yok oluyor tamamen..."
" Bilhassa acı veren deneyimlere dikkat et, sadece sana özel bir mesaj içeriyordur her biri ve sana bir şeyleri daha halledemediğinin sinyalini taşır... Ve ne "acı" ki, sen o dersi aşana kadar gitgide daha zorlayan benzer olaylar içinde bulursun kendini. "
"... ama bence ruhsal gelişimimizin yolu hissetmekten geçer. Lütfen etkileştiğin her şeyi, ama tüm hücrelerinle, hissederek yaşamayı seç. Aslında tüm büyük öğretiler sadece ve sadece bu mucizeyi içselleştirmemizin yollarını gösterir bize. Hepsi gerçeği farklı kelimelerle dillendirir, ama sen sevgiyi yaşamına kattığın oranda o gerçeği sözsüz, sessiz yaşarsın zaten."
ÖZ de biriz buna katılıyorum. Beş duyuya hapis olmuş algı araçlarımızla bu gerçeğin farkında olmasak da, her şey TEK den zuhur etmede her dem. Böylesine muazzam bir gerçeği farkediş düşünce dünyasımızı, ardından davranışlarımızı etkilemede...
TEK in gözü ile bakan her şeyi bir görür, her şeyi sever, hoş görür, yerli yerince görür... Ama kısıtlı algı araçlarına hapis bilinçle hayalimizde kurduğumuz dünya ve o dünyanın değerleri içinde bunalmada, acı çekmedeyiz.
En kıymetli hazinenin bilgi olduğunu gözledim; bilgimiz kadar davranış ortaya koymadayız... Ortaya çıkardıklarımız meleke haline gelmede, karakterimizi oluşturmada. Aldatmaya dayalı düşünceler ve fiiler, o yönde olayları başımıza getirecek, giderek hileye karşı aynı davranışlarla tepki verilecek ve o kişi her geçen gün yalan/ hile yönünde derinleşecek ve meleke haline getirecek... Gelen bela ve felaketleri dışarıda arayacak, birilerini suçlayacak, kendindekileri hiç göremeyecek...
Bilinç dünyasında ve etrafında CEHENNEMini hazırlamada, ama kaç kişi bunun farkında...? Dileğim bu farkındalığı yaşamak, hissetmek, yanlışlardan bilincimizi arındırıp TEMİZ dünya, TEMİZ gelecek kurmak.
SELAM olsun arınanlara.
Saygılarımı sunarım.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
17 Eylül 2006       Mesaj #138
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Selam...
Alt/üst... her boyutta aslında sadece biz varız.
Kişi neye inanıyorsa onu projekte ediyor. Her boyutta yaşadığı sadece kendi düşünce/ duygu kalıplarının yarattığı bir realite... Atheist olan, bu inancını sorgulamadığı sürece, bunu besleyen deneyimleri kendine çekiyor - gitgide daha ve daha çok inanıyor, inançsızlığına. İnanan ise, inancını güçlendiren olayların içinde buluyor kendini. Kişi inancının tezahürünü mutlaka yaşıyor ve her yaşanan bir “ispat” niteliğinde mevcut inanç kalıbını destekliyor... İşte bu yüzdendir ki, herkes kendi inandığının TEK doğru olduğuna emin... Ve haklı, çünkü onun bulunduğu noktada gerçekten de TEK doğru onun inandığı...
Kişi enerjisini neye yöneltirse, o besleniyor, büyüyor ve tezahür ediyor... Bu konulara belli bir bilinçle yöneldiğim ilk günlerde, ben de yoğun bir şekilde normal-ötesi denen türden deneyimler yaşamayı istedim. Bir kitapta telekineziyi okuduktan sonra günlerce objelere odaklanıp bakışlarımla hareket ettirmeye çalıştım! Astral seyahat konusunu okuyunca, denemediğim yöntem kalmadı!! :-) Çeşit çeşit meditasyon teknikleriyle tanıştım... Evet, farklı algılarım oldu... İnancımın öznel ispatlarını yaşadım... Ama amaç bu mu olmalı...?
Bu tür deneyimlerin çekimini yadsımıyorum… Bir çeşit ruhsal erk özlemi… Ama tüm bunlar, bir konferansa katılması gereken birinin, konferans salonuna giden koridorun iki yanına dizilmiş alışveriş veya kültür merkezlerine girip çıkmasına benziyor. Kişi uğradığı her yerde gelişimi adına ilginç, faydalı bir şeyler bulabilir, faklı edinimlerle “yük”ünü arttırır. Ama “mutlaka” gitmesi gereken yer koridorun sonundaki salon ise, zaman kaybetmeden oraya yönelmesi daha doğru bir seçim bence. Ben “hakikat” yolcusunun “marifet”le, hatta “keramet” le fazla oyalanmaması gerektiğini düşünüyorum. Gönülden inanıyorum ki, “hakikat”e eren kişi her marifete/ keramete muktedirdir, ama onlarla ilgilenmez artık. Onların yolcuyu şevke getirmek adına açığa çıkan yetiler, bir anlamda “ruhsal oyuncaklar” olduğunun bilincindedir çünkü…
“Mucize”ye duyulan özlem, ruhsallığın temel tuzaklarından biri bence. Otuz yıla yakın süredir ruhsallık alanında çalışmalar yapan bir dost Bilkent’te konferans veriyordu. “Bilgi”yi en doğal, ama aynı zamanda en çarpıcı haliyle anlatıyordu gençlere... Ama bu yeter mi!?? Onlar mucize görmek istiyorlardı!! O dost ki, babam beyin kanaması geçirip solunum aletine bağlandığında, biz günler ve gecelerce başucunda beklerken, babamla ruhsal boyutta temasa geçmiş ve onun ne zaman göçeceğini günü gününe söylemişti bize... Bazı ruhsal yetileri olduğunu pek çok kişi biliyordu, ama bunları gösteri malzemesi olarak değerlendirmek ona göre değildi...
Ama “tamam” dedi dost ve bir öğrencinin kürsüye gelmesini istedi. Herkes heyecanla ne yapacağını beklerken, o öğrenciyi yanaklarından öptü... “İşte en büyük mucize bu,” dedi, “SEVGİ...” Bunu değerlendirecek bilinç seviyesinde kaç kişi vardı orada bilmiyorum, ama söylediği benim için gerçeğin ta kendisiydi...
Herşey inancın gücüne bağlı – evet, YETERİNCE İNANDIĞIN HERŞEY TEZAHÜR EDER, SENİN İÇİN GERÇEK, YANİ, SENİN GERÇEĞİN OLUR...
mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
24 Eylül 2006       Mesaj #139
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Sevgiliye Mektuplar (2)

Aşkım; senin çevrimdışı olduğunda sana hitaben yazmaya çalıştığım satırlardır.Bana birini sevdiğini ve kalbinden atamadığını yazdın.Sence bu doğal veya normal deyimlidir.Bir müzik vardır birileri için bir anlam ifade etmez,birilere için çok manalıdır.Birileri için duygu yüklüdür.Ben aşık Veysel
Eğer benim ile gitmek dilersen.
Eğlen(vakit geçir) güzel yaz gelsin de gidelim
Bizim eller gırcıllıdır

Geçe idim Karamanın elini
Köprüsü yok geçemezsin selini
Gerdan yaylasını perçem telini
Lale sümbül bürüsün de gidelim
Sökülsün dağların buzu sökülsün
Oğul versin çöl ovaya dökülsün
Erzurum dağının kışı çekilsin
Mor koyunlar melesin de gidelim
Karaca oğlan der ki buna ne fayda
Rağbet kalmamış yoksulda bayda
Bu ay da olmazsa gelecek ayda
On bir ayın birisinde gideli

İşte bu dizelerini özümserken senin için önemsiz olabilir.Bu türküyü sana aşık olduğumda dinledim ve kurtulamadım.Sonra anladım ki türkünü içeriği daha değişik.Kavuşulması buluşulması mümkün olmayan bir aşktan bahsediyormuş.E buda kaderimmiş. Karşılık bulmuş olması aşkı öldürürmüş.Bizim aşkımız saf temiz kalsın.Senden isteğim aşkıma cevap verme ve büyüsü bozulmasın.Kalbini dinle ve atamadığın aşkına sahip çık.Çünkü çok mutlu olacaksın.Benden isteklerine razıyım. Al eline hançeri sapla ta kalbimin ta derinliklerine, İster isen aşkımın hatırına bağışla.Dileğin dost kalmak ise kalalım.Aşkım zaten bu mektıubuda sana yollamayacagım.Bize çok benzeyen bir hikeye anlatacagım sana şimdi........
BİRKEZ BİLE OLSA AŞKLA BAKSAYDI GÖZLERİME
Daha otuz beşine yeni girmişti adam.Güzel kadına tutulur.Adam çalışkandır, insandır, sadakatlidir,sadıktır,şefkatlidir ve de yardım severdir.Sevdiği kadın için yapamayacağı fedakarlık yoktur.Kadın bazen çocukça davranır bazen de kapris yapar.Bazen işi yokuşa sürerAma adam sabırla katlanır.Bazen hayatını kadının isteklerine göre yaşar.
Ne zaman ihtiyacı olsa yanında olmak için elinden geleni yapmaya hazırdır.Genç adamın isteği sadece kadını sevgisidir.Ancak kadın yıllarca bu sevgiye muhtaç adamdan sevgisini esirger.Yada içinde sevgisi olsa bile o sevgiyi göstermek istemez.Ve günün birinde ilişkiyi kaldıramayacağını söyler kadın.Adamın ikna çabaları sonuçsuz kalır.Ve ayrılırlır.
Adam kendini tümüyle işine verir.Zamanla hatırı sayılır servete sahip olmaya başlar.Kafasında onu unutmak için gece gündüz çalışmak zorunda olduğunu düşünür.Ama unutabilir mi?(Çünkü 15 yıl öncede bir aşk yaşadığını ve unutamadığını her seferinde dile getirir bu adama
Bu genç adama sorsanız onu unutmak için ne yaptın diye “Onu unutmak için gece gündüz çalıştım” diyecektir.Ve genç adamın artık para derdi yoktur.
Bu genç adama sorsanız kendini nasıl hissediyorsun diye
“Para dışında hiçbir şeyi olmayan biri gibiyim” diyecektir.
Şuanda en çok ne isterdin diye sorsanız “O kadını bir kez aşkla gözlerimin içine bakmasını, Yemin ederim ki elimdeki her şeyi verirdim
İşte bu adam için sözün bittiği renginin değiştiği andır.
ve sevgili bu sana yollayamadıgım son mektup olmayacaktırrrrrrrrrrrr.................
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Eylül 2006       Mesaj #140
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
İnsanın yüreğini üşüten bir kış gecesiydi, ayaz jilet gibi kesiyordu değdiği bütün yüzleri. Yerdeki sonbahardan kalma yapraklar sanki bir yerlerden bekleniyormuşluk hissi veriyordu insana. Kimse beklemez beni bu soğuk kış gecesinde diye söylendiği sırada kaldığı yerin gece bekçisi geldi aklına birden bire. Sıcacık kulübesinde radyosunu açmış, adını bir türlü koyamadığı, hayallerini süsleyen o yeri düşünüyordur, çayı da çoktan demlemiştir diye düşündü; Ancak Rıza Dayı’nın sıcacık kulübesinde ısınmak istemiyordu bu kış gecesinde. Biraz üşümek biraz da kendini dinlemek istiyordu becerebilirse…
Bu kocaman şehirde insan sülüetlerinden ince bir çalımla sıyrılıp kendi kendine kalabileceği tek yer Rıza Dayı’nın mütevazı kulübesi değildi elbette. Bazen bu şehrin en yüksek yerine; Kale’ye çıkıp Kaleiçi Mahallesi’ nin dar sokaklarında dolaşıp yıkık bir sur dibinde şehri seyrederdi, şehrin bütün karmaşasına inat. İçine girdiğinde ruhunu har vurup harman savuran, hoyratça çiğneyen bu şehir, uzaktan seyrettiğinde bütün ihtişamını ayaklarının altına seriverirdi, Yüzündeki Neron misali tavır yok olurdu, edebe gelirdi ister istemez ya da sadece Ona öyle gelirdi. Şehir Neron’luğundan hiç bir şey kaybetmemiş, Onu hala har vurup harman savuruyor olabilirdi…
Tırmanmaya başladı kalenin bitmek bilmeyen, hafiften karlı basamaklarını. Her bir basamağı tırmandığında kendini arşa biraz daha yaklaşıyormuş gibi hissediyordu, bu öyle bir duyguydu ki Onun için yeryüzüne gelmiş bütün diller anlatmaya kifayetsiz kalırdı... Kah oturup kah ikişer üçer tırmanarak sonu getirdi uçurumdan bozma basamakların. Şimdilik bir – sıfır öndeydi hayata karşı savaşında, muzaffer bir komutan edası vardı yüzünde. Biraz solukladıktan sonra dolaşmaya başladı Kaleiçi Mahallesi’nin bağrı yanık sokaklarında. Şehrin zenginlerinin gelip oturduğu, kahvelerini içtiği albenili mekanlardan bir an önce sıyrılıp gerçek insanların yanına bazı ağzı kalabalık üç beşinin tabiriyle varoşların yanına gitmek istiyordu. Biraz yürüdükten sonra derinden bir türkü ilişti kulağına öyle son sistem mikrofonlardan duyulan içki sofralarına meze olanlarından değil, bacasından incecik duman tüten teneke çatıların içindeki insanların gönül telinden çıkan, sokakların içinde perde perde yükselen duyanın eğer varsa yüreğini sızlatacak bir türkü:
“ gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yarimi aman aranıyorum…”
Yolunu değiştirdi, sesin geldiği yere, surlara doğru yöneldi, etrafındaki sıvası düşmüş, dar pencereli, bacasından incecik bir duman süzülen, çatısını kar kaplamış evleri geçtikten sonra nihayet sesin sahibini gördü. Adamın önünde yağ tenekesinden yapılma derme çatma bir soba duruyordu, etrafında kimse yoktu adamın, yanına varıp rahatsız ederim korkusuyla öylece durdu birkaç metre arkasında. Önünde bir tenekenin içinde çıtır çıtır yanan birkaç odun parçasıyla onları besleyen kuru otlar vardı, her yerde kar varken kuru otlar dikkatini çekmedi değil, ses etmedi zaten bir şeyler söyleyebilecek durumda da değildi. Hem yorgun, hem üşümüş hem de türkünün ahengine kapılmıştı. Derken türkü bitti, “ durma öyle sokul ateşin yamacına üşüyeceksin” diye bir ses duyuldu, öyle dalmış ki sözün kendisine söylendiğini duymamıştı bile. “ Durma öyle sokul ateşin yamacına, üşüyeceksin!” daha sert bir şekilde duyduğu bu sözler karşısında irkildi. Bir ara bana mı diyor diye bakındıktan sonra etrafta kimsenin olmadığını anladı, tenekenin yanında duran iki taştan birine oturdu. Adam “ oranın sahibi daha gelmedi, sen şöyle otur” dedi. Yan tarafa geçti. Adam fazla yaşlı sayılmazdı. Otuz üç – otuz beş yaşlarındaydı. Yüzünde pek bakımlı olduğu söylenemeyeceği sakalları, onu olduğundan daha yaşlı gösteriyordu. Başında duman renginde bir bere, sırtında eski ama bir zamanlar baya pahalı olduğu belli olan kaşmirden bir pardösü vardı. Yüzü uslanmaz bir çocukla bilge bir adam karışımı, az rastlanır bir ifade barındırıyordu. Bir süre sessizlikten sonra adam “ anlat bakalım “ dedi. Ne anlatabilirdi ki yorgun, uykusuz ve biraz da kırgındı, kırgındı ama kime niçin kırgın olduğunu bilemiyordu. “ Anlatabilmek için yaşamak gerekir, gerisi aynanın gözü yanıltmasıdır,ayna olmaktansa dinlemeyi yeğlerim” dedi. Derken bir yıldız kaydı gökyüzünden, adam tutmak istermişçesine ellerini açtı semaya doğru. Yıldız kaybolana kadar elleri öylece havada kaldı.Yıldız ortadan kaybolunca ellerini birleştirdi, kayan yıldız sanki avuçlarındaymışçasına ellerini sıktı. Sonra göğsünde birleştirdi yorgun ellerini. Bir süre öylece kaldı ve tekrar ceplerine gitti elleri. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü, niye hüzünlendiğini merak ediyordu ama sorup bu garibanı da üzmek istemiyordu. Kayan yıldızı avuçlarına alıyormuş gibi duruşu düşündürüyordu sadece. Henüz adını bilmediği bu adam cebinden mavi bir fular çıkardı ve gözlerini sildi. İri olmasın karşın bir çocuk eli gibi görünen ellerinin arasında tuttuğu mavi fular dikkatini çekti. Bir bayana ait olduğunu düşündü. Gözlerini sildikten sonra döndü. Tenekenin ötesinde demlediği çaydan birer bardak doldurduğu sırada adam adını sordu delikanlıya. Adını söylerken çekingen davranmıştır, layık olamam korkusuyla yine bu hal üzereyken. Bir arkadaşımın en sevdiği dörtlüğü geldi aklına ve o dörtlüğü okudu bu yeni arkadaşına.

“ Can tene düşünce hayat buluyor,
Hayat bedene düşünce sevgi arıyor,
Bana ismimi sorma,
İsim toprağa düşünce mezar oluyor…”

Biraz durduktan sonra “ hepimiz bir gün ya toprağa düşeceğiz ya da mezar olacağız, adını söyle de mahşerde buluşması kolay olsun” dedi.Arkadaşının bu sözlerinden oldukça etkilendi ve adını söylerkenki o çekingenliği üzerinden çekip atmış gibiydi ama adım Mustafa diyebildi sadece. Tenekenin yanındaki bardakları doldurdu, bardaktan süzülen buhar bile içini sıtmaya yetmişti, şekerini atıp karıştırdıktan sonra bir yudum aldı çaydan itiraf etmeliydi ki Rıza Dayı’nın çayından çok daha güzeldi. İçine karanfil mi koydun diye sordu, gülümsedi “ bizim mayamız aşktandır, mayası aşk olanın gıdası da aşktır” dedi. Sözü hazmetmeye çalışırken bir yandan da “aşk bu kadar güzel olabilir mi? aşk anca yüreği acıtır” diye devam etti. “ Mevlana’ ya sormuşlar aşk nedir diye; ben olda bil! Demiş, bu garip Ayaz’a soracak olursan; görene, bilene köre ne? derim” dedi. Adın Ayaz demek, iyi mahşerde bulmak kolay olur dedim. Tekrar gülümsedi. Aramızda bu konuşmalar geçerken hala yıldız kaydığında neden öyle garip davrandığını ve yanında duran boş taşın sahibini merak ediyordum. Yanımdaki taşın sahibi gelmeyecek galiba diye sordu. “ Geldi görmedin mi” diye cevapladı. Ya Allah dost, toprak post edasında bir dervişle ya da su katılmamış bir deliyle konuşuyorum dedi kendi kendine yalnız halinden şikayetçi olduğu söylenemezdi. Çayından bir yudum aldı, yanımdaki taşa göz ucuyla baktı ve “ Seneca’ nın bir sözü vardır der ki; sadece sıradan acılar dile gelebilir, derin acılar dilsizdir ” dedi. “ Bana adımı söyleten sen benden acını gizliyorsun, dile getir de paylaşalım acı dile getirmekle çoğalmaz, sevgidir paylaştıkça çoğalan ” dedim. Biraz daha durdu çaylarımızı tazelerken sözlerine başladı.
“ Bundan tam dört sene evvel yine böyle gökyüzü bir çocuğun gözlerinden ödünç alınmışçasına masum, ay ondördü gibi parlaktı. Yeni bir yıla girmemize sadece altı gece kalmıştı. Evet tam dört yıl önce bu gün birkaç dakika öncesine kadar yüreğim kanatlanıp uçacakmış gibi çarpıyordu.” Niye diye sormadım konuşmasını dinlemek daha zevkliydi. “ Vuslata altı saat vardı, sanki terminalde vakit daha çabuk geçecekmiş gibi terminale gitmiştim. Sevdiğim, kır çiçeğim, bir tanemin yolunu bekliyordum. O sıralar ikimizde öğrenciydik. Sen yaşlardaydık anlayacağın. Analarımız yine böyle bir gecede aynı mahallede peş peşe dünyaya getirmişler bizi, çocukluğumuz beraber geçti, ben burada O ise İzmir’de öğrenciydi. Bakma bu mahallenin böyle döküntü durduğuna çok okumuş adam çıktı bu bu ker***lerin içinden. Bu ayrılış ilk ayrılışımızdı ve de dayanılmaz derecede uzun bir ayrılıştı. Aslında gitmeyi hiç istememişti ya… Ben ısrar etmiştim yüreğime taş basıp. Gideceği gün ona son sarılışımda beni unutma demişti, çok kızmıştım o nasıl söz öyle diye. Gelip de bulmamak, gidip de …. Demişti. Bu söze çok içerlemiştim ama son sarılışımızdır diye fazla üstüne düşmemiştim. Neyse terminalde beklerden az önceki gibi bir yıldız kaydı, bir an önce kavuşmamız için dilek tuttum, saate baktım bir tanemin gelmesine daha altı saat vardı, güldüm kendi kendime biraz sonra da bir ses duyuldu İzmir’ den Ankara’ya gelmekte olan …. Turizm’in, …. Sefer nolu otobüsü kaza yapmıştır, maalesef kurtulan olmamıştır. … Turizm’in … sefer nolu otobüsünde yakınlarını kaybedenlere sabır diliyoruz. Bir anda donmuş kalmıştım. Nasıl olur, olamaz, bir yanlışlık var diye haykırıyordum kimse duymuyordu bile, altı saat sonra gelecek hiç gitmemiş gibi kendisi gelecekti mahalleye ama onu karşıladığımda şaşırtacaktım, sarılacaktık, o giderken ektiğim çiçeği verecektim. Ne de kolay söyleyivermişlerdi gözbebeğin gelemeyecek diye…. Ellerimle büyüttüm şu çiçek ( surların dibinde ki çiçeği göstererek ) şahittir yakarışlarıma ama veren nasıl verdiyse öyle aldı işte. Bana kala kala bir cebimdeki mavi fular bir şu göz yaşı çiçeği ( böyle bir çiçek var mıydı ya da çiçeğe isim mi takmıştı anlayamadı ) bir de her yıl başına altı gece kala, vuslata altı saat kala kayan yıldız kaldı. Her senenin bu zamanında o yıldızın kaymasını bekleyerek o yıldız kayana kadar çayı hazırlarım, yerini yaparım ve kaymasını beklerim. O yıldız kaydığında onu avuçlarıma alırım, kalbimde tekrar ısıtırım ve yanıma oturturum. Sabah olur, gün ışır, ilk horoz sesiyle gider bir tanemin hayali. Ben her sene onunla burada tekrar sarılabilmek için yaşarım.” Şu anda yanında oturuyor mu? diye sordum. Yaşlanan gözlerini sildi ve “ aşk gözün görebildiği kadar olsaydı, yaş olur akardı karanlığa, iş odur ki aşkı yürekte tutabilmektir” dedi. Çayımdan son yudumumu aldım, bardağımı tenekenin kenarına bırakacakken bir de baktı ki arkadaşının çayı bitmiş,oysa ki çayından bir yudum bile almamıştı, bundan emindi. Ve o sıra anladı ki Ayaz’ın göz bebeği yanında oturuyordu. Vuslatlarını bölmemek için alelacele müsaade istedi ve ayrıldı. Birkaç hafta sonra tekrar yanına gittiğinde artık orda yoktu. Mahalleliye sorduğunda en son Mustafa ile gördüklerini Mustafa ile beraber gittiğini sandıklarını söylediler. Mustafa, Ayaz’ ı surların dibinde bırakıp gelmişti oysa, tekrar oturdukları yere gitti, çiçeğin durduğu yerde ufacık bir not vardı. Notta şunlar yazılıydı:
Mustafa’ ya:
Mustafa aşk insanın içini acıtmaz, eğer birisini sevdiğin için acıyorsa yüreğin bir köşesi, hissettiklerin aşk değildir. Sana aşkın tarifini edecek değilim ama lütfen görenlerden ve bilenlerden ol, Körlerden olma. Son olarak beni arama, istesen de bulamazsın ancak önümüzdeki sene aynı ortamı kurmaya gerek kalmadığını söylesem gittiğim yerden ne denli memnun olduğumu anlatmış olursum herhalde.
Canım kardeşim unutma: aşk gözün görebildiği kadar değil, gönül sınırlarını zorlayabilecek kadar sevebilmektir, hatta var içinde yok olabilmekti çoğu zaman...
Sevgilerimle
Ayaz…

Benzer Konular

17 Haziran 2009 / _PaPiLLoN_ Taslak Konular
19 Haziran 2014 / By_Dark Cevaplanmış
16 Ağustos 2014 / Misafir5 Cevaplanmış
3 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük
15 Eylül 2015 / Safi X-Sözlük