Arama

Anlayana - Sayfa 22

Güncelleme: 26 Kasım 2018 Gösterim: 575.866 Cevap: 3.995
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Eylül 2006       Mesaj #211
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yatağı dikenlerle doluydu sanki. Sağdan sola dönmek bile azaptı.

Sponsorlu Bağlantılar
Bu mutlaka aşktır dedi kendi kendine. Aşk mutlaka budur...

Yanıldı... Bu aşk değildi.

Bir tılsımdı, şeytani bir pırıltıydı belki...

Çözümsüz soruların gölgesindeki savaştı... Ama aşk değildi...



Can kuğu her çırpındığında canından bir parça daha eksiliyordu.

Seni seviyorum diye çılgınca bağırmak istiyordu her defasında. Sonra, sersemletici etkisini düşünüyordu bu sözün... Yüzüne donuk bir ifade yerleşecekti. Ve bu donukluğa belli belirsiz bir tebessüm karışacaktı.

Seni seviyorum...

...Beni sev demekti aslında. Senin ruhunda da benimki gibi bir ihtilal olsun, senin yüreğinden de kan aksın demekti. Sevdayı sen de tat ve zehir damarlarındaki kanı tatsın demekti.

Her seviyorum deyişinde sudaki aksine sarılmaktı aslında...Kendini eksik olanla tamamlamaya çalışmaktı.

Daha da acısı gerçek değildi bu. Bu yalan değilse bile bir hezeyandı.

Var olanla değil aks-i sedasıyla iştigaldi.

Göğün birinci katında kalmaktı.

Narkissos gibiydi galiba. Narkissos kadar tutkun, Narkissos kadar marazi, Narkissos kadar lanetliydi.

Yine de beni sev demek istedi acıyla kıvranırken; gayr-i meşru da olsa, bir tür hayal de olsa sev beni...

Yanında uyuyan kocasına baktı. Gözlerinde ızdırabın kıvılcımları vardı.


Aklın hayali ülkesinde tek başına kalmış savaşçısındır.

Sen bir yanda, ruhun bir yanda belirlenen vakte kadar savaşır durursunuz.

Ellerinde vahşice boğuşmanın izleri... Ruhunda muttasıl kanayan yaralar...

Bazen içinde bulunduğun bu küflü zindanı terkedip gittiğini, kurtulduğunu düşlersin. Neden sonra lahuti bir ua çarpar gözüne.

Okyanustaki mercanlar kadar ışıltılıdır, yaralarıma merhemdir..dersin; bu mutlaka aşktır..

Bilmezsin ki senin merhem dediğin can alıcı bir zehirdir..Süslü bir baldıran kadehidir.

Sen yine de bu aşktır diyerek sarılırsın lahuti ışıltıya.

Aşk değildir oysaki sandığın, kişilik çatışmasıdır veyahut da prestijindir belki.

Aslında deliliğin ta kendisidir... Ama aşk değildir...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
24 Eylül 2006       Mesaj #212
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Andıkca

Sponsorlu Bağlantılar
Ne zaman seni dusunsem icim urperir
Seninle gecen her saat, her gun gelir aklima
Bir aksam vakti gelir bir deniz kiyisi gelir
O essiz hatiralar butun gelir aklima

Ne yapsam unutamam yasadigimizi
Sevgindi sevgilerin en yalansizi
Simdi nerde bir gul gorsem kirmizi
Dudaklarimi uzun uzun optugun gelir aklima

Bir ciban buyurcesine ortasinda gecenin
Dolar yuregime huznu seni sevmenin
Dunyada ne benim yerim var artik ne senin
Aglarim basucunda olumun gelir aklima.

mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
24 Eylül 2006       Mesaj #213
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Unut Gitsin

gördüm seni,
yağmur süzülüyordu
tam unuttum sanırken
tarifsiz bir gülümsemeydi gözlerin,
pırıltılı
içten sıcak,
tatlı bir esinti geçti o anda,
çocuklar gibiydin gülerken,bakışlarınla
yürüyüşünle,cıvıl cıvıldın hani
ıslaklığa boşverişin sakinliğinde gidiyordun ve ben
pencere kenarından bakarken soluksuz ,kaçamak,
saçlarından aşağıya süzülüyordu yağmur,
şemşiyeyi elinde sallıyordun,
göz kırpmıştın ,
yoksa banamı öyle gelmişti
yağsın istedim yağmur ,
hazirandı aylardan
yürürsün diye o günkü gibi,
unut gitsin......
farketmiyor artık mevsimler,
renkler örtüşmüyor,
hayat başka türlü ,
boşver....benide
yağmur oldum gittim say
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
24 Eylül 2006       Mesaj #214
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Hala Koynumda Resmin

Sımsıcak konuşurdun konuşunca
ırmak gibi, rüzgar gibi konuşurdun
yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki
çiğdemler güller mor menevşeler açardı
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
Hala koynumda resmin

Dağları anlatırdın ve dostluğu
bir ceylan gibi sekerdi kelimeler
Sesini duymasam çölleşirdi dünya
dağlar yarılır ırmaklar kururdu
bulutlar çökerdi yüreğime
Hala koynumda resmin

Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın 'merhaba' demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hala koynumda resmin

Kaç mevsim kırlara çıkıp
çiçekler topladık mezarlar için
Belki ürküttük tarla kuşlarını
belki kurdu kuşu ürküttük
ama aşkı ürkütmedik hiç
Hala koynumda kesmin

Ve hala sımsıcak durur anılar
sımsıcak ve biraz boynu bükük
Ne varsa yaşanmış ve yaylaşılmış
yasak bir kitap gibi durmaktadır
ve firari bir sevda gibi
Şimdi duvarlarda resmin
mydarling24 - avatarı
mydarling24
Ziyaretçi
24 Eylül 2006       Mesaj #215
mydarling24 - avatarı
Ziyaretçi
Her Şeyden Bir Şey

birgün dalıyorum derin bir uykuya
aslında daldığım derin bir deniz
konuşuyorum bilmeden
ve bir balık geçiyor tam yanımdan
ve ben balık oluyorum
engin denizlerde yol alıyorum
rengarenk balık surulerinin içinden geciyorum
ve yukseliyorum semaya
tam atlayacagım bir yunus edasında
bir kuş geçiyor ustumden
ve ben bir kuş oluyorum
uçuyorum uçsuz bucaksız gökyüzünde
yuksek dağların zirvesindeyim
ve dokunulmaz bulutlarda kocaman delikler açıyorum
ve bulut oluyorum çok geçmeden
ne mutluyum aglayacak kadar ne de üzgün ama ağlıyorum durmadan
ve kendimden bir damla oluyorum duşuyorum yeryuzune
bir agacın üzerindeyim ve ağacım farkında olmadan
bedenimin her zerresinde hissediyorum topragı ve havayı
ve bir ruzgar esiyor...
sanki alıp göturuyor benliğimi
ve rüzgarım artık
esiyorum uzak diyarlara
özgürüm yolumu kesen hiçbir engel yok
ama zamana karşı koyamıyorum
geçiyor hesapsızca
ve zaman oluyorum...
ertelenmiş aşklardan geçiyorum
yaşanması gereken ama yaşanamayanlardan
ve aşk oluyorum...
hiç çekmediğim kadar acı çekiyorum
hiç kilitlenmediğim kadar kilitleniyorum her öyku kitabında
ve yalan oluyorum
yaşamamış ve yaşanmamış oluyorum...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Eylül 2006       Mesaj #216
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
SEVMEKTEN NE ZAMAN VAZGECTIM?

Kotu gunumde yanimda olmadigin zaman vazgectim. Canin sikildiginda benimle paylasmadigini, kirilacak veya tedirgin olacak olsam bile dusuncelerini acikca soylemedigini anladigim zaman vazgectim.Bana yalan soyledigini anladigim zaman vazgectim.Gozlerime baktiginda kalbinle bakmadigini ve bana hala soylemedigin seyler oldugunu hissettigimde vazgectim.Her sabah benimle uyanmak istemedigini, gelecegimizin hicbir yere gitmedigini anladigim zaman vazgectim.Dusuncelerime ve degerlerime deger vermedigin icin vazgectim.Agrilarimi dindirecek sicak sevgiyi bana vermediginde vazgectim.Sadece kendi mutlulugunu ve gelecegini dusunerek beni hice saydigin icin vazgectim.Tablolarimda artik kendimi mutlu cizemedigim ve tek neden sen oldugun icin vazgectim.
BENCIL OLDUGUN ICIN VAZGECTIM!!
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem icin yeterli degildi, cunku sevgim yuceydi. Ama hepsini dusundugumde senin benden coktan vazgectigini anladim. Bu yüzden ben de senden vazgectim.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Eylül 2006       Mesaj #217
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
"VUSLAT"
Yoksun...
Söz vermiştin! Asla bırakmayacaktın, sensizliğe mahkum etmeyecektin hani! Kara toprak benden daha çok mu sevdi seni? onun için mi bırakıp gittin beni! Şimdi ben, sensiz geçen saatin her bir dilimine parça parça edip yokluğunu, zamana tutsak ediyorum kendimi.

Sevdim... Hem de çok sevdim seni... Kaldır güzel başını kara topraktan ey sevgili! Kaldır da bir bak göre biliyor musun?Yaşadığım sensizliğin çaresizliğini. Özlüyorum hem de çok özlüyorum duyuyor musun beni? Ben bir avuç toprakla paylaşmak için sevmedim seni. Bende sana kavuşmak istiyorum içim parça parça kurumuş topraklar gibi...

Bilirsin karanlıktan korkarım çocuklar gibi... Dönüşü olmayan bir yolda yalnız yürümeye mahkum ettin sen beni. O yollar ki karanlık tüneller misali çevreler beni, bir umut ışığı yaksan atacağım hiç düşünmeden kendimi.

Ne sevda şarkıları, ne bağrı yanık türküler, ne ağıtlar nede şiirler hiç biri ama hiç biri anlatamıyor bende ki seni. Kulaklarımda tek çınlayan ayrılığın sesi, o ses ki en anlamlı şarkı sözlerini yerle bir eden nameler gibi. Ben yaşıyorum kendi sahnemde adı yalnızlık olan gerçeği.

Ne limanda vadesi dolmuş bir gemi, ne kanadı kırık bir kuş, ne gözü yaşlı ceylan, ne fırtınalar boranlar, ne yaprağı dökülmüş çiçekler, ne doğmayan güneş, ne bitmeyen gece... Hiç biri anlatmaya yetmiyor bendeki harabeyi, baktığım, dokunduğum hiçbir şeyde bulamıyorum, yoluna baş koymuş derviş misali dönüp duruyor, her yerde, her şeyde arıyorum seni.

Sensizlik, damarlarımda gezinen sinsi bir yılanın zehri gibi. O zehir ki! Her bir damlası yakar kavurur içimi , al canımı al dedikçe yerden yere savurur beni...

Aşkın büyülü tınısı eşlik eder içimde dönen semazenlere. Yürek bir sana, bir Allah’a koşar durur deli divane...

Sensizlik kor gibi düşünce yüreğime, Allah’ a yakarırım beni ona kavuştur diye... Yakardığım her ansa ona kavuşurum huzur içinde.

Seni sevmek ibadet,
Sevgisizlik ihanet sevgili.
Neyleyim ki yoksun!
Gayrı fazla yaşayamam
Vuslatın öldürür beni.
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
27 Eylül 2006       Mesaj #218
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
Ferhat'ın yoluna çıkan dağın adı unutuldu. Şirin'i hapseden zindanların duvarları çoktan toz oldu. Ferhat'ın Şirin'e aşkı dillerin ucunda sımsıcak konuşuyor, kalplerin taraçalarında terütaze nefes alıp veriyor. Dağ yıkıldı, duvarlar unutuldu, araya girip ayıranların isimleri anılmadı; ancak Ferhat'ın kalbinde olan, Şirin'in ruhunda gezinen aşk dağ gibi dimdik ayakta duruyor, yamaçlarını süsleyen pınarlardan nice dudak hâlâ daha ab-ı hayat içiyor...

Ağlama ey aşk, ağlama ki, Leylâ'yı Mecnûn'a uzak eyleyen çöl kaç kere kurudu, kumlarını kaç rüzgârın hoyrat eteklerinde savurdu ama Leylâ'nın gözyaşları hâlâ daha aşıkların yanağını yıkıyor, Mecnûn'un deliliği her gece aşıkların aklını başına getiriyor. Çöl kaybetti ey Leylâm; senin adın kaldı. Aşkı hor görenlerin adı çöllerin kumları gibi kimliksiz kaldı ama Mecnûn'un hatırı hep kaldı.

Yûsuf ile Züleyhâ'dan geriye ne kaldı ey aşk? Mısır sultanının adı hiçbir şiire sızmadı. Yûsuf'u satanların esâmesi okunmuyor, Yûsuf'a canını veren Züleyhâ, bak nasıl da hayretle anılıyor. Üzülme ey aşk, üzülme, yüzünü yıkayan gözyaşların nice Yâkub'un gözlerini açmaya ayarlı. Sultan kaybetti, kuyu kaybetti, zindan kaybetti, Yûsuf kazandı, Züleyhâ kâr eyledi.
Zavallı Züleyhâ...Senin için ne müşkiller yaşadı ey aşk. Yûsuf'a sarmaşıklanan yüreğine söz geçiremedi senin yüzünden. Bir Mısırlı Züleyhâ varmış desinler diye yapmadı bunu elbet. Senin için yaptı, aşk için yaptı. Arada haram vardı ey aşk. Sen ona helali götüremedin. Ona nasip olmadı Yûsuf. Onun sevdası mahşere kaldı.

Sen eskisin ey aşk. Çok eskisin. Eskicilerin alıp satamadığı kadar yeni, insanlık tarihi kadar eskisin. Her yerde, her yürekte farklı bir elbiseyle çıkıyorsun karşımıza. Ama hep aynısın. Senin adını kim koymuş bilmiyorum. Ama her yerde hazır bekliyorsun. Ve aslında yenisin, yepyenisin. Bu kadar yeni olmasan, bu kadar dolaşık olur muydu ayaklarımız senin yolunda. Kimse aşkın ustası olamadı, kimse seni kuşatamadı. Kimse tedirginliğini bırakamadı senin yanında, kimse kalbini sakin kılamadı kucağında. Hep acemi hep acemi olduk yolunda.

Sen aşksın...Sen hem hayal, hem gerçeksin. Hem ırak, hem yakınsın. Bazan güneş kadar yakıcı, bazan sularca serinsin. Bizi yücelten büyütensin. Sen ateşsin...Sen her şeyi arıtır, temizlersin. Sen suların bile susadığı susun; hiç bitmez serinliksin, hiç bilinmez derinliksin.

Çünkü sen bize ta ötelerden armağansın. Sen güzelsin, sen Tanrı misafirisin kalbimizin kapılarında. Seninle yıkanmayan gönüller paslı, seninle tanışan yürekler yaslı ey aşk. Tüm cefana rağmen seni gönüllerin efendisi bildik. Bin türlü yüzünü bin türlü sevdik.

En güzel şarkılar senin için söylüyor ey aşk...Senin için geldi bahar.. Nisan yağmurları senin için yağıyor şemsiye şemsiye...Nevruz çiçeği senin için el verdi çiğdeme. Aşıklar senin için baharı bekliyor. Yaseminler, ıtırlar, yaban gülleri senin için desteleniyor ...

Sen aşksın...

Anlamını bilemeyip önümüze kattığımız... Ama çok ucuzladın artık. Kurşuni binaların kasveti altında görünmez oldun. Ne Mecnûn'u kaldı dünyanın ne de Leylâ'sı. Öksüz kaldın... Yetim kaldın... Saltanatın bitti.

Sen aşksın ya; tüm dünya sana kurulu sanırdım. Oysa ayarlar bozulmuş. İbre yalan yanlış işliyor.

Yalancıktan açılan kapılarda kalıyorsun. Görünmez bir cadı, olmadık büyüsüyle seni kolluyor.

Sil gözünün yaşlarını ey aşk, sil ki, onların isimleri ayrık otlarına konulacak; seninki de benimki de aşığınki de güllerin kokusunda her daim koklanacak!

Demek artık gidiyorsun. İnsanlara veda etmeden sessizce...

Sana kör olmuş, sana sağır olmuş, sana lâl olmuş gönüllerden çekiliyorsun, seni unutmuş zihinlerden kaçıyorsun.

Haklısın. Seni haraç mezat pazarlarda ucuza sattık ey aşk.

Yûsuf'u kuyuya atar gibi. Meze yaptık seni düşkünlüklerimize.

Ferhat'ı dağın ardında unutur gibi. Aşk haritaları çizemedik kalbimize.

Mecnûn ile Leylâ arasında çöller yayar gibi. Sınırlarımızı oluşturamadık.

Seni kalbimizin en mutena yerine koyamadık. Kerem'i Aslı'ndan koparır gibi.

Aşksızların dünyasında yalnız kaldın ey aşk...

Seni kaldıracak, sana kanacak bir dünya var mı dersin?

Giderken bize bir esinti bırak da öyle git. Kanayan ruhumuza belki merhem olursun.

Mecnûn'un çölünden, Ferhat'ın dağından, Kerem'in külünden ne varsa al götür ey aşk.

Ta ki bu hasret biz aşksızların, aşkı unutmuşların yüreğini tutuştursun.

Biz insanları, hayatın kalbine çeken güç sensin. Dağları deldiren sen, çölleri geçiren sen, dağları ovaları aşıran yine sen. Rabb'imizin ruhumuza üfürdüğü musikisin. Ruhumuz seninle buldu ahengini. Bilemedik. Anlayamadık. Bizi affet ey aşk... Öyle kaybettik seni ki kaybettiğimizi bile bilemedik. Affet bizi ey aşk...


Senai Demirci
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
27 Eylül 2006       Mesaj #219
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
sen sustur bu uslanmaz gönlümün çığlıklarını
kösele kamburumu törpüle
söndür
yağmur gelirse gözlerinde bir hançer
perçemini düşürüp ben bozkır çocuğuna
ne değişir
ölüm başlangıçlarımı değiştiriyor ya
türküleri
tıfıl bir gülümsemeyi
yordamına koyuyor ya ihanet
yoruyor ya iççekişlerimi
sen sustur
oyalı yemenilerini serpip üstüme
tüket beni, iniltili yaratığı izimdeki
izimdeki fiilleri
elbette titreyecektir zaman
gergin davul derisi gibi
bilyelerim çatlayacaktır görünce büyüdüğümü
çehrem belki de utanacaktır sakallarımdan
mesih türeyecektir sokaklarında kentin
sen küstür yordamını bulup
tutup şahan gözlerinden uykumu
bağrına bastır beni
düşkurmalarımdan soğut
ayıkla
gelip geçen suretle tiksinti veren elliğimi
destele
bu genç titrek çenesini uzatıp
katır inadıyla halkını alkışladı de
alkışladı
ve öldü.
ve halkı onu alkışladı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Eylül 2006       Mesaj #220
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÖLÜ DÜŞLERE OTOPSİ

Yüreğinizin devrik hükümdarlığı
İsyanın eşiğindedir
Artık yaşamın boşluğunda salınırken,
Her şeyden tanım çıkarmaya ve anlam bulmaya zorlanırken
Yabancılar kolonisidir her bildik sima
Bir amaçsızlık yatağına varmaktadır
her eyleminizle içinizde yükselen nehir
Şimdi;
her yaşadığınız bir fotoğraftır
incelen ve giderek soluklaşan her bakışta
yüreğinizde bir telaş
hazırlanır yeni bir milada............

Yaşama ve aşka dair gizleriniz ayaklandığında tadılmamış bir özlem parçalar sızlayan yüreğinizin kapakçıklarını. Nabız zorlar, çözersiniz gözlerinizi,
kendinizle oynadığınız oyunu bitirirsiniz
gelmeye çalışırsınız gittiğiniz yerlerden
zordur kendine dönüş,
artık bilirsiniz..........

Şimdi, bir Pazar sabahı, vaktin erken ve hesapsız devinimlerinde inceldiği yerlerden kopmasına izin verdiğim bir şeyleri bağlamaya çalışıyorum. Onarılması zor yanlarımı anestezik yazılarla uyuşturuyorum. Herkese bir şeylerin açıklamasını yapmaya çalışan ben, herkesin sorunlarının cevap anahtarlarını çoğaltmaya uğraşan ben, anahtarını kaybetmiş bir çilingir gibi dışarıdayım şimdi. Üşüyorum, sabah güneşinin aydınlığı ortaya çıkarıyor karanlığımı ve ben karanlıkta görebiliyorum ama üşütüyor beni görebildiğim her şey. Üflediğim zaman geçmişin tozlarını, geleceğin pasları ortaya çıkıyor gibi. Hiç tanımadığım insanlar hakkında bildiklerimi, kendime ait bilgisizliğe dönüştüren ne? O bir türlü dindiremediğim en derinlere inebilme isteği mi? Yoksa başkalarının yaşamlarını, aşklarını, acılarını paylaşırken, bir türlü kendi iç dökümünü kimseye yapamayan kalbim mi?....
nedir, içimi en acıyan yerlerinden mühürleyen?
nedir insanı
en yükseklerden kuytulara sürükleyen?.......

Ve konuşur içim, dudağımı ısırırken dişlerim:
“Aşk; ihanetine bile ihtiyacım var...........
artık biliyorum...
yokluğunda çoğalıyor yokluklar......”

Şimdi ben, bir Pazar sabahında, vaktin ağır aksak ivmesinde, bir sigara paketinin arkasına yazmış olduğum imlası alkollü şu satırları okuyorum:
“Gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni
son bir hoşça kal ıssızlığını yaşayabilmek için
geldim kapılarına
korkma ;
içeri girecek değilim
sadece kapına asılı kalsın istedim
dualarım, gözlerim ve tüm düşlerim......”


Bir “hoşça kal” ıssızlığıyla kalmak nedir bilir misiniz?......
Bilir misiniz ardınızdan kapadığınız kapılara asılı kalan gözbebeklerini?.....
Tüm anlamlarını kaybetmiş bir alfabeyle, “lütfen” kelimesini kekeleyebilir misiniz? Defalarca yutkunarak ve direnmeye çabalayarak gözlerinizi sürüklemeye hazır sele, nasıl “Kendine iyi bak” denir bilir misiniz?....
“Sen de” dendiğinde
çoktan dağılmış yanlarınızı saklayabilir misiniz?....
Aşkın ihanetini bile özleyecek kadar
Aşkı sevebilir misiniz?......

Aynaya baktığımda bu sabah, canlanmak için sabırsızlanan bir heykel duruyordu karşımda. Nedense bu sabah erken başladım içmeye, nedense erken uyandı, içimdeki kozasını kalın ören tırtıl.
Kozasından çıkabilmek için tek kanadını feda etmeye hazır bir kelebek gördüm içimde bu sabah.
Ve hatırladım ne kaldıysa dün geceden
Suskunluğum yeni cinayetler tasarlıyordu
Eski tanıdıklar geçiyordu içimden........

Üçüncü tekil şahıs olarak, nesnesiz ve kimsesiz kurabildiğim tüm cümleler, tek tek yıkılıyor işte bu Pazar sabahı. Balzac güzel söylemiş; “ayakkabılarım yok diye üzülürdüm, ta ki sokakta ayakları olmayan bir adam görene kadar” oysa bilmiyormuş, hem ayakları, hem ayakkabıları olup da gidecek yeri olmayanları. Balzac erken vazgeçmiş üzülmekten ve ben geç kalmışım olduğun yere gelmek için. Yine de belki bir gün ansızın bir kuş dadanır pencerene, belki bir kelebek aşık olur o her gün suladığın çiçeğe. Belki bir gün; biri gelir şehrine.

Kendimi düelloya davet ettim bu sabah. Senin için düello eden iki erkek, ikisi de benim. İkisi de ölecek ve sen gideceksin, ben kalacağım cesedimle, yine gömüleceğim içime, kendimi bulamayacak kadar derinlere. Oysa ne kadar huzurdun, ne kadar bendin, biliyorum belki uzaktın .........
ama o gece uyuduğumda suydun, başucumdaydın.......
uyandığımda yoktun
devrilmişti bardak
akmıştı su....
içimde;
bir düşün yükseklerden düşme korkusu...

Okuduğun bu darmadağın yazı, darmadağın bir Pazar sabahında kendime özgü bir monologdur sadece. Satır aralarında saklı hiçbir anlam kendimizden sakladığımız, yüzleşmeye korktuğumuz anlamları açıklayabilecek kadar cüretkar değil.

Ece Ayhan’ı tanıyor musun sevgilim?...
Sana sevgilim dememi yadırgıyor musun sevgilim?........
Ece Ayhan bir şair, bir yazar. “ Ne demek yani? Çocuklar hiç gülmeyecek mi?” diye soran. O şimdi hastahanede ve yardımlarla yaşıyor. Başında tek çocuk yok biliyor musun?.. Ve benim onun elini öptürecek tek çocuğum bile yok. Olsun isterdim oysa, busesine sevgiler sığdırmaya çalışacağım, elimden çok erken kaçırdığım uçurtmamın anısına, onunla uçurtma uçurabileceğim bir oğlum olsun isterdim. Çocuk yanlarımın hüviyetini sana gösterebilmek isterdim sevgilim.....
Aşkın ihanetine bile ihtiyacım olduğunu
bilebilmeni isterdim sevgilim.........


Çok eski bir zamanda ( zaman bile eskiyebiliyor değil mi sevgilim?...) ailesiz, oyunsuz, şaşkınlığını ve açlığını örtbas etmeye çalışan gözleriyle, kimseye konuşmayan, baktığı her şeyi anlamaya ve küçük aklına sığdırmaya çalışan bir çocuk varmış. Üşümesini ve açlığını sıcacık düşleriyle örtermiş küçük çocuk. Susarmış susmasına, düşleri büyürmüş, bedeni açlıktan küçülürken yine de direnmeye çalışırmış küçük busesinden taşan yaşlarına. Bir gün düş tacirleri gelmiş küçük çocuğun büyük şehrine. Büyük paralar veriyorlarmış büyük düşlere. Açlığından, üşümesinden bitkin düşen küçük çocuk daha fazla dayanamamış. Satmış düşlerini. Sahip olduğu tek varlığını da takas etmiş düş tacirleriyle. Aldığı paralarla karnını doyurmuş, üstünü örtmüş küçük çocuk. Lakin; şimdi daha çok üşüyormuş. Şimdi midesi değilse bile içinde bir yerlerde bilemediği bir yanları acıyormuş açlıktan.
Artık ne uykusu kalmış, ne düşleri. Zamanla anlamış mutsuzluğunu, giderek artan üşümesini. Biliyormuş artık küçük bedenini sarsan titremenin nedenini. Düş tacirlerine tekrar koşmuş düşlerini geri alabilmek için.
Onu büyüten yanıtı almış küçük çocuk;
“ Düşlerini sattık. Yeni sahipleri çoktan gerçekleştirdiler ve senin düşün kalmadı artık.”

Satılık düşün var mı sevgilim?...
Müzayedelerinde tek kalacağım
Göreceksin sevgilim....

Bu yazının ilk harfinden bu yana üç saat geçti. Bu yazıyı yazan parmaklardan kaç ömür geçti, kaç ütopya kendi okyanuslarında kayboldu sen bilemezsin kır çiçeğim. Kaç Eylül’ de dirildim daha Mayıs’taki cesedimi toprağa vermeden. Kaç kere bu mevsimde kıyılara vurdum, karasularımın genişliğinden...
Yılın en güzel ayı Eylül değil mi sevgilim?
Ayın en güzel günü bir Pazar sabahı olabilir mi?.....
En güzel anın sen olduğun bir mevsimde
Bu Pazar sensiz nasıl yaşanır söyler misin sevgilim?....

Hikayelerim bittiği zaman, sana çocukluğumu anlatırım. Sıkılmayasın ve hüzünlenmeyesin diye başka çocukluklardan mutlu alıntılar bile yaparım. Aşkın, onurun ve iyi bildiğim her şeyin, çocukluk kütüphanemdeki kitaplarımda yazılı kaldığı zamanlarımı anlatırım sana. O kitapları okuyarak nasıl büyüdüğümü, büyüdükçe küçülmenin ne olduğunu anlatırım.
“Çocukluğun bittiği zaman ne anlatacaksın?” diye sorma sevgilim
Çocukluğum bittiği zaman
kendimi terk ederim...

Bu yazı bir pul istemez sevgilim. Bu Pazar sabahı hissettiğim her şeyin , bir ana fikir istemediği gibi. Keşif atlaslarında ikimizi işaretlemeye kalkıştığım bu Pazar sabahında, bildiğim tüm gemicileri konuk ettim sana yazdığım bu yazıya. İstedim ki bağlayabilsinler inceldiği yerden kopmasına izin verdiğim onca şeyi. Amacım; en çözülmez düğümde buluşmaktı seninle. Sonbaharın en inatçı yaprağıyla dalı gibi.
Şimdi uzaktasın
Yaşıyorsun kendi şehrini
Surlarında boşuna bekleme geceni
Bir Pazar sabahı şehrine geleceğim sevgilim
Gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni....


Artık Pazar değil, sabah da değil. Kendinden bir şeyler çıkarmaya çalışmanın, en karanlık labirente girme cüreti istediği, birimi umursanmaz, bir dingin zaman şimdi. Seninle ve kendimle konuşmaya başladığım, giderek, tanımadığım insanlara şahitlik yaptığım zamanların, tutanakları bu harfsel coşku. Tahribatı yüksek, zaman ayarsız duygular sana yapmaya çalıştığım tarifler. Akan suyun, yatağını bulduğunu sanıp durgunlaşması, yatağından kovulup tekrar çağlaması bu sezinlediğin gel gitler.
Aslında;
gidilecek yerin aynı olması bu gelmeler...

Barındıracak anlamı bile olmayan yerlere sığınmayacak kadar cesur, sığındığı yerlerde fazla kalamayacak bir göçebe kadar korkak olmanın gel gitleri siniyor kelimelere. Yine de bu yazıya başladığımda biliyordum keşif atlaslarında ikimizi işaretlemenin zorluğunu. Yırtılan onca yelkenime rağmen hazırdım fırtınalarının hırçınlığına.
Kayıp adaları geçecektim,
en derin okyanusları içecektim
yeni kıtalarda oyalanmayıp bulacaktım şehrini
gelecektim
gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni.....

Adressiz sorgulara bulaşmayan, hiçbir nedene ihtiyaç duymamasına rağmen, çok sebebini kendi içinde gizleyebilen, zamanı bazen birimsiz, bazen çekilmez bırakan, dibine kadar yaşanmasını kendiliğinden zorunlu kılan, duygusal bir coşkuydu yaşadığımız....
göz ucuyla aşka bakarken
gizliden gizliye, adlandırmaya çalıştığımız....

Yokluğun, ismi bile henüz konmamış bir çocuğun katlidir şimdi. Yine de o çocuk ödedi ne varsa aşkın vasiyetinde yazan. Ve ben bir vasiyet gibi saklıyorum
ne kaldıysa bana senle yaşanan.........

Bir Pazar sabahı
ansızın
ve hiçbir şeyin hesabında olmaksızın
çıkıp geleceğim geleceğim şehrine
gözlerimi bırakacağım gözlerine
ve birkaç kurşunu
yığılıp kalabilmek için ellerine....