Arama

Anlayana - Sayfa 32

Güncelleme: 26 Kasım 2018 Gösterim: 624.166 Cevap: 3.995
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Ekim 2006       Mesaj #311
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yaprak Gibi Sürgün

Sponsorlu Bağlantılar
Vefasız ömürden uçup giden her bir gün,
Daldan kopan masum bir yaprak gibi sürgün.

Döküle döküle ağaçtan her bir yaprak,
Bir zaman gelir de onu bırakır çıplak.

Günler teker teker kopup gider hayattan.
Bilmem gafil miyiz o uzun seyahattan!

Yaprağın kaderi, ağacından ayrılmak?
Faniye yazgıdır bu hayattan sıyrılmak.

Kar çıplak dalları kaplar, bembeyaz ve pak.
Kar gibi kefeni de saklar kara toprak.

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
16 Ekim 2006       Mesaj #312
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
pardon,'seni seviyorum' diyen bir ses buradan geçti
mi acaba?
Sponsorlu Bağlantılar
- hayır bayan, görmedik

bir adam çıplak sesle şarkı söylüyor,
sesi üşeyecek diye çok korkuyorum
bir kadın limanda günah çıkartıyor,
günahları denizi kirletecek diye tedirgin oluyorum

tut(ma) beni gece
karanlığında şarkılara gebe kalıyorum

- pardon, 'seni özledim' diyen bir ses uğradı mı acaba
buraya?
- hayır bayan, uğramadı

tutkularım çiçek verdi, kokusunu saldı
satamadım biriktirdiğim dağ özlemlerini
İsmet Teyze yaşasaydı söylerdi, anılarla nasıl başa çıkılacağını
herkes ölüyor, sevdaların öldüğü gibi

kandır(ma) sın beni şiirler,
yokluğumu isimlendirmeye gidiyorum

- pardon, 'kadınım' diyen bir ses bir not bıraktı mı
acaba?
- hayır bayan, bırakmadı

cinayeti ellerim gördü
bir de yüreğim
gözlerim inanmaz yüze değmeyen bakışlara

beni rahmine al ve yeniden doğur anne
yanılgılarımın kapısını tekrar çalmayacağım
kuş tüyü vaatlerde kaybettim gerçeğimi
kandır(ıl) dığımı bırak unutayım

- pardon, 'sen benim elma şekerimsin' diyen bir ses
sizde kaldı mı acaba?
- hayır bayan, kalmadı

yorgun turuncu açtı gözlerini,
geceye tutundu
kıskanmasın canım mavi, onu da unutmadı
sır küpüdür şehvet bedenimde,
kapıma dayan(ma) dı

bacaklarım mecalsiz artık aşk
sana kapıları açamayacağım diye korkuyorum

- pardon, 'artık bensiz bir yaşamın olsun' diyen bir
ses ağladı mı acaba?
- hayır bayan, duymadık

kanım çekiliyor dostlar
ayrılıkların en dokunulmaz şahidiyim

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Ekim 2006       Mesaj #313
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
maskeliduygular 4263148 lg

Söküp atmak isterdim kalbimi...

Özgürlüğümü aldın sen.
Ben ki, kimseye ama hiç kimseye bağlamamıştım kalbimi, bağlanmamıştım hiç kimseye sana bağlandığım kadar.
Ama sen teslim aldın veya ben sana teslim ettim kalbimi. Yaşanacaklardan habersiz, olacaklardan umarsızdım.
Sahi senin sözlüğünde ne ad verilir çekilen ızdıraplara?
Ama gel gör ki, kendini kaybetmekte olan bir sara hastası gibi, ben de hakimiyetimi kaybettim.
Sana esir, sana râm oldum. Ve sen beni tükettin.
Ey kalbim!
Sen beni mahvettin.
Söküp atmak istedim seni... beceremedim.
ne sevmeyi, ne sevilmeyi...
ne kavuşmayı, ne de terk etmeyi beceremedim.
ham hayaller içinde idim bir dönem, kendime geldim.
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
16 Ekim 2006       Mesaj #314
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
SENİ SAKLAYACAĞIM





Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde,
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmiyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin, duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya...
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım...
Anlayacaksın.
FLaMiNGo - avatarı
FLaMiNGo
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #315
FLaMiNGo - avatarı
Ziyaretçi
BEN GİDERİM...

Gönlünün güzelliği, yüzüne vurmuşsa da,
Kalbinde güven yoktur, binbir süpheyle dolu.
Anladım, yine yalnız, gideceğim bu yolu,
Beni sevda ateşin, çifte kavurmuşsa da.

Anlattım anlamadın, söyledim dinlemedin.
Gönlünün her yanını, eski yaralar sarmış,
Yalancılar elinde, gönül ufkun kararmış,
Karanlıktan görmedin, sevda masaldır dedin.

Gidilecek tek yol var, sevda yoludur derim.
Uzanmışken ellerim, oynamaz bir parmağın.
Kıyısına dikilmiş, sevda denen ırmağın,
Sen olduğun yerde kal, ben sellerle giderim.

ARTIK YOKSUN..Msn Sad

Sen yoksun artık
Ben ise tükendim
Gücüm yok
Sen yoksun artık
Bir eksiklik var yüreğimde
Gülüşüm yok artık
Sen yoksun
Sadece SESİN geliyor
Ama o seslenen sen değilsin sanki
Nasıl değişir bir insan bu kadar
Nasıl tanıyamadım seni
O benim sevdiğim sen
Bana hayatı zindan eden sen.
Artık sen yoksun
Aslında ben de yokum
Bilinmez yerlerde ruhum
Bedenim ise hala bıraktığın yerde
Artık sen yoksun
Belki de daha çok mutluyum
Belki de daha huzurlu
Aslında özlem değil bendeki
Belki acı, sitem, kahır
Veya neyse işte adını sen koy
Aynen bu kalbime bu acıyı bıraktığın gibi
Beni kendine bağlayıp gittiğin gibi.
Son düzenleyen FLaMiNGo; 17 Ekim 2006 09:07 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #316
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Aslında söylediklerimden çok
Sakladıklarımda gizliyim.
En iyisi
Anlamak için konuştuklarımdan çok
Sustuklarıma kulak ver…
FLaMiNGo - avatarı
FLaMiNGo
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #317
FLaMiNGo - avatarı
Ziyaretçi
KAL DİYEBİLSEYDİN

Anlıyamadım ben mi suçluyum?
Anlatamadım mı sana olan sevgimi?
Tutuştum yandım da sensiz her gece
Gözyaşlarımla söndürdüm kalbimi
Her gün her dakika özledim seni
Dinmedi kederim senin yanında bile
Sustum hep gözlerine baktığım zaman
İsyan eden kalbimin çaresizliğiyle
Oysa neler düşünürdüm sen yokken
Neler söylemek isterdim kavuşunca
Ayrılık saati gelince ben biterdim
En kötüsü beni koyup gitmendi
O öyle bir yanlızlıktı ki anlatılmaz
O öyle bir çaresizlikti ki inanılmaz
Hep yarım kalmış heyecan hazlar içinde
Gözlerimde büyürdü kısa mesafeler
Ama çok yakında sevgilim....
Bütün teselliler uzakta kalacak

Çiçekleri solacak mı aşk bahçemizin?
Ne olurdu saadetlerin en büyüğünü
İşte ellerimde al diyebilseydin
Biliyorsun değil mi? asla gitmezdim
Benimsin kadınım KAL!! diyebilseydin...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ekim 2006       Mesaj #318
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Düşünmesi gerekmez mi insanın neden yaşadığını? Doğuyoruz, yaşıyoruz ve ölüyoruz.. neden? Acaba öleceğimizi bilmeseydik zevk alırmıydık hayattan? Ve başlangıç noktasından bitiş noktasına kadar bir çok şey yaşıyoruz. Yaşadığımız olayların, tanıdığımız insanların, aralarından sevdiklerimizin ve nefret ettiklerimizin, bir kısmı bizleri mutlu ederken bir kısmıda mutsuz olmamıza yol açıyor. Bazen kader diyip isyan ederiz, bazen şans olarak nitelendiririz ve sevinçle dolarız. Yaşadığımız ve elde ettiğimiz bazı başarılar, ileride yaşayacak olduğumuz başarısızlıkların anahtarı dahi olabilir. Kendi hakkımızda aldığımız kararlarda her nedense bir türlü objektif olamıyoruz. Objektif olmaya çalışmaktan da kaçınıyoruz. Çünkü anlık negativitelerden korkuyoruz. Bunun da sebebi anlık pozivitelerin, bizi gereğinden fazla mutlu etmesidir. İnsanoğlunun her zaman kötülüğüne yol açan ve her insanda ama az ama çok bulunun bir duygu vardır; kibir. Evet. Şahsımıza yapılan her iftiharda gururumuz okşanır. Duyduğumuz her övgü bizi olduğumuz yerden alır ve uzaklara, kendimizden çok uzaklara götürür. Görmeyeceğimiz kadar uzaklara. Elbetteki övgüleri haketmeyecek kadar aciz değiliz. Ancak, bize yapılan iltifatların, aslında bizim kötülüğümüze yol açtığını görmeliyiz. Onca övgüyü hakeden insanın, o övgülerden dolayı kötülük görmemesi gerektiği kadar hak etmeli. Herne olursa olsun engellenmeli bu övgüler. Engellemeliyiz yani. Bir başkasının bizim adımıza, bizim iyiliğimizi düşünmesi gerektiğini düşünemeyeiz. Ne yapacaksa insan kendi yapmalıdır. İyibilinmesi gereken bir şey vardır. İnsan muhatabının övgülerinden etkilenerek, kendisini, benliğinden uzaklaştırabiliyorsa, muhatabının kırıcı sözleri karşısında da güçsüz kalır. Ve bu farkedilebilen bir reaksiyondur. Gurur okşanması, kibirlenmek gibi gizlilik özelliğine sahip değildir. Herkesten ve herşeyden gizlesek kendimizden gizleyemeyeceğimiz bir gerçektir. Her insanın iç dünyası farklıdır. Ve orada nasıl bir düzen kurduğunu kendisinden başka kimse bilemez. Nelerden etkilendiğini, nelere tepki gösterdiğini, neleri sevip neleri sevemediğini kimse bilemez. Ancak bunları kendi izin verdiği sürece diğer insanlar anlayabilirler. Çünkü insanlar tanınması kolay olan varlıklar değiller. Zira "beyinleri" vardır. Ve henüz beynin nasıl bir varlık olduğunu çözebilmiş değiliz tam anlamında. İçerisinde neler saklayabileceğini çözebilmiş değiliz. Çözmüş olsakta sonucun pek farklı olacağını da sanmıyorum. -bilinen ve engellenemeyen gerçekler gibi- dolayısı ile, bir insan kendisi müsaade etmedikçe muhatabının onu anlaması mümkün değildir. Ancak izin verilen nisbette tanınabilir. Tabi bu sınırıda insanın kendisi koyabilir mi oda tartışılır. Zaten tam olarakta kastettiğimiz budur. Beyne tam hakimiyet... Benliğimize tam hakimiyet... Tam hakimiyet sağlayamadıkça, karşımızdakine ne derece ip ucları verdiğimizin farkında olamayız. Buda kendimizi henüz tanımadığımız anlamına gelmektedir. Zihnimizde neler çevirdiğimizi bilmiyoruzdur. Peki zihnimizde olanları bilmez isek, karakterimiz hakkında nasıl kanaat sahibi olabiliriz. Yanılmış olmaz mıyız? Ve bütün hayatımızı, yanılgılarımızın üzerine kurmuş olmazmıyız. Bence öyle olur. Hayallerimiz bile bizim karakterimiz doğrultusunda gelişmez. Mesela korkak olsak bile en cesur olduğumuz hayyaller üretiriz. (belkide zalimlerin korkak olmasının açıklaması budur). Romantik değilizdir, ama hayallerimizde romantizme mutlaka yer vardır. Ulaşamadığımız herşey hayallerimizdedir kısacası. Acaba bunun böyle olması karakterimizi tam manasıyla bilmediğimizden kaynaklanmıyor mudur? Elbette dar kapsamda düşünürsek, insanın hayalleri, olmak istedikleri, varmak istedikleri, yada elde etmek istediklerine göre oluşur. Ancak neden hayallerimiz olduğu kadarı üzerine değilde, olmadıklarımız üzerine kuruluyor. Neden asla ulaşamayacağımız noktaları kendimizde görmek istiyoruz. Benliğimiz yetersiz mi kalıyor. Kim bilir belkide boş bulduğumuz dünyayı mı dolduruyoruz? Belkide öyledir. Ama o dünya neden boş. Biz, kendimiz yokmuyuz o dünyada. Neden orda değiliz yada. Evet... Galiba haklıyım. Kendimizi göremiyoruz. Farkedemiyoruz kendimizi. Buda gösteriyor zaten kendimizi tanımadığımızı. O yüzdendir ki, yaşadığımız ve yaşattıklarımızın farkına bile varmıyoruz çoğu zaman. Halbuki, karakterimiz hayallerimizdeki istediğimiz benliğimiz değildir, bizim karakterimiz yaşadıklarımız ve yaşattıklarımızdır. Bütün bunlara bakarak ancak karakter yorumlaması yapabiliriz. Ancak bunu objektif sınırlar içerisinde yapabiliyorsak amacımıza ulaşmış oluruz. Yani iyi bir insan olma yolunda atım atmış oluruz. Çünkü kimse kötülüğü sevmez. Kötülükten herkes korkar. Kötülükten aşırı ve gereğinden fazla korkan insan kötülük yapar. Tıpkı diğer canlılar gibi. Avı olmayan, canlılara karşı, ancak onlardan bir saldırı gördüğü zaman onlara karşı saldırma ihtiyacı hisseder kendine. Kendi halinde yaşadığı her an iyidir. İnsanda aynen böyledir. Kimsenin zararından korkmadığı sürece kimseye zarar vermeyecektir. Bu iyiliğin tesisi içinde kendimizi tanımamız gerekir. Zihnimizde oluşan fikirlerin karakterimizle ne derece uyum sağlayabileceğini iyi tartmamız gerekir. Bunu başaramazsak seven değil, sevmeyen oluruz, sadık değil, hain oluruz, iyi değil kötü oluruz, uysal değil saldırgan oluruz, ve gereksiz korkak oluruz. Gereksiz korkak oldukça zulmederiz. Zulmettikçe iç dünyamız yıkılır. Ve kendi kendimize zulmetmiş oluruz. Dedik ya insanların iç dünyaları çok gizlidir. Ben bir insanın diğer bir insana zarar verirken zevk aldığına inanmayanlardanım. Zevk aldığını göstermek istercesine sergilediği davranışları ise, aynı şeyi bir daha yaşamak istememenin vahşice ve alışmışlıkla dışa vurumudur. Yani sonunun var olduğunu bildiğimiz her şey bizlere zevk verir. Yaşam gibi. Ölümün varlığından bihaber olsaydık yaşamaktan zevk alırmıydık acaba. Varlığımızın kısa süreli oluşu, patlamasına saniyeler kala imha etmemiz gereken bombadaki kısa süreyi değerlendirişimiz gibi, değerlendirmemiz gereken bir süre olduğu içindir. Bir gün kadar kısa bir ömrümüz olduğunu bilseydik acaba neler yapmazdık. Şahsen ben bütün sevdiklerimle bir araya gelirdim. Ve hayatta yapmamdan dolayı çok mutluluk duyacağım şeyleri yapardım. Ve kimsenin beni üzmesine izin vermezdim. Çünkü üzülmeyle oyalanacak kadar uzun bir zamanım olmadığını biliyor olurdum. Ve bu vakit kaybından başka bir şey olmazdı. Eminim sizlerde aynı şeyi düşünüyorsunuzdur. Peki, soruyu biraz değiştirelim, bir günden daha kısa bir ömrümüz olduğunu bilmeseydik neler yapardık? Pek bu iki soru arasında bir farkı var mı? Peki neden üzüyoruz o zaman kendimizi? Neden sevindirmiyoruz çevremizdekileri? Kim bilir bunları sadece düşünebilecek kadar vaktimiz vardır. Bunları düşünürken ölmek bile onur verici değil mi? o halde hemen kendimizi daha iyi tanımamız gerekir. Ve tanıdıkça göreceğiz ki, hemen her insan bizim gibidir. Ve hep iyilik ister. İyilikleri ve güzellikleri istediğimiz müddetçe bizim olurlar. Çünkü istediğimiz şeyleri mutluluk vesilesine çevirmek bizlerin elindedir. Çünkü etkileyen insan değil etkilenen insan vardır. Etkilemeye çalıştığımız zamanlarımız birer yanılgıdan ibarettir. Etkilendiklerimizi seçmemiz daha kolay ve daha güzel sonuçlar getirecek bir yoldur. Bir düşünün, siz istemediğiniz sürece kim sizi üzebilir, yada güldürebilir, yada bunaltabilir, ya da kahredebilir. Bunları yaptırıyorsanız kendinize, kendinizi taımaya ihtiyacınız var demektir. En sevdiğimizin ölümü bile hüzün vermeyebilir aslında. Eğer üzülüyorsak sevdiğimiz bir insanı kaybetmekten dolayı, ona karşı duyduğumuz sadece basit bir sevgi değil, aynı zamanda tutsaklıktır. Elbetteki eleştirmiyoruz, sevdiklerini kaybedip üzülen insanları. Çünkü hemen hepimiz böyleyiz. Anlatmaya çalıştığım şey, sadece bunu bilinçli yapıyor olmamız. Sevdiğimizi kaybedişimizdeki teslimiyeti, diğer olaylarla ve kişilerle iyi kıyaslayabilmeliyiz ve herşeye bu derece teslim olmamalıyız. Çünkü kendimize bile o kadar teslim olmuyoruz. Siz Öldüğüzde kendiniz için ağlıyor musunuz yoksa?
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
18 Ekim 2006       Mesaj #319
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
BU KENTTE KALAMAM

olmadığın gecelerimde
gözlerine benzer mavi boşluğunda
yıldızlar birer birer sönerken
ve dilime acı bir tat gibi
dolarken yokluğun
karanlık sokaklardaki
bütün vedalarda ben varken
ve tüm ayrılıklar beni anlatırken
bu kentte kalamam

sokaklarda başı boş korkular kol gezerken
ve umutsuzluk
ve yalnızlıklar gizlenmişken köşe başlarına
yenilgiler dört bir yanda dururken
ve talan edilirken duygular
bu kentte kalamam

ışıksız ve sensiz yollarda
seni anımsatırken tüm sokaklar
ayaklarıma dolanırken kaldırımlar
her vedada bir yeni kurşun saplanırken yüreğime
dipsiz kuyularda can çekişirken umutlarım
düşlerim yere düşen camlar gibi param parça iken
ve senliliğin ipi çoktan çekilmişken
bu kentte kalamam

baharlara
ve papatya kokusuna inat
her mevsim hazansa
ve yalnızlık yağmurları dinmeyecekse
özlem kokusuysa şimdi yayılan
bu kentte kalamam

vedanın sindiği duvarları
aynalarda kan çanağı gözlerimi
ve kapı arkasına sakladığım göz yaşlarımı bırakıp
bu kentten gidiyorum
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ekim 2006       Mesaj #320
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu gece adımlarımı sayarak yürümeye karar verdim. Can sıkıntısı dedikleri bu olsa gerek!? Her zaman gittiğim yollar ve kaldırımlar, sürekli arşınladığım şehir... Sayacaktım bu gece. Gördüklerimi ikinci plana atıp, kaç adımda nereye gittiğime, kaç adımlık bir şehirde (belki de dünyada) yaşadığımı öğrenecektim. Adımların altında kalan bir ömrü, adımlarla geçen zamanı, adımsız olmayan ilerlemeyi tespit edecektim kendi kendime. Bir ömürle bir adım arasındaki benzerlik var mıydı?...
Bu gece adımlarımı sayarak yürümeye karar verdim. Gece karanlığında, loş ışıkların eşliğinde adımlarım birbirini takip etmeye başladı. Bir, iki , üç... Köşede durdum. Köşeyi dönmek mi zor, yoksa geri dönmek mi? Yoksa en zoru seni görmek ki? Adımlarım sayılabilir de, beni yine sana getirdiler bu gece de. Olmadı... Bu olmadı.