Arama

Aşk ve Romantizm'e Dair - Sayfa 12

Güncelleme: 4 Mart 2017 Gösterim: 109.901 Cevap: 216
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
25 Mart 2006       Mesaj #111
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Böyle Sevdim Seni

Ben seni kocaman bir yürekle sevdim. Gözlerim değil, yüreğimdi seni gören. Sen damarlarımdaki kana karışıp, geldin oturdun yüreğime. Bir başka yerde olamazdın zaten. Sen, benim en değerli yerimde, yüreğimde olmalıydın, orada kalmalıydın.
Sponsorlu Bağlantılar
Çok aşka ev sahipliği yapan bu yürek, ilk kez bu kadar kolay kabullendi seni. Herhangi bir konuk değildin artık. Bu yüzden ne ağırlama faslı vardı, ne de uğurlama. O yüreğin gerçek sahibiydin.
Şimdi sonbahar, kışa giriyoruz ya... Ben dört mevsim baharı yaşadım seninle. Çiçek çiçek açtın yüreğimde. Gökkuşağı zayıf kaldı, senin renklerin karşısında. Taze bir yaprak gibi yeşildin. Açelyaydın pembeliğinle. Üzerine çiğ taneleri düşmüş sarı güldün. Kırmızıydın bir ateş gibi. Ve maviydin... En çok bu renkle anmayı sevdim seni. Denize tutkundum, denizi sensiz, seni denizsiz düşünemedim.
Seni severken dünyayı da sevdim ben, insanları da... Kendime bile dar gelirken, içinde herkese yer olan bir hayatın sahibiydim artık. En kızgın, en tahammülsüz olduğum anlarda bile, seni düşünmek yetti bana. İçimdeki sevinç yüzüme yansıdı, güldüm. Beni güldüren senin sevgindi ve ben kaygısız, içten gülüşün ne demek olduğunu, nasıl güzel bir şey olduğunu anladım seninle.
Her şeye rağmen sevdim seni. Güçlüydüm ve aşamayacağım hiçbir zorluk yoktu. Koca bir kente, koca bir ülkeye kafa tutabilirdim. Sen elimden tuttuğunda patlamaya hazır bir volkan gibi hissederdim kendimi. Menzil sendin ve ben o menzile ulaşmak için önüme çıkan her şeyi yok edebilirdim. Sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi eritirdim, kül ederdim. Sana ulaştığımdaysa sakin bir göle dönüşürdüm. Ve o göle bir tek sen girebilirdin.
Sevdim ve hayrandım da... Her halin çekti beni. Duruşunu, uyumanı, gülmeni, kızmanı, şaşkınlığını, saflığını, kurnazlığını, çocukluğunu, olgunluğunu sevdim. Sesini de sevdim suskunluğunu da. Küçük oyunlarını, kaprislerini, sitemlerini, korkularını sevdim. Seni ve o doyumsuz sevdanı, uçarı sevdanı anlatacak kelime bulamadım çoğu zaman. Sığmadın cümlelere ve hiçbir cümle seni yeterince tarif edecek kadar derin olmadı.
Seni severken yorulmadım. Çünkü sen yaşam kaynağıydın. Her gün yenilendim. Seninle çoğaldım, büyüdüm. Eksik kalan neyim varsa tamamladın. Ölmeyecektim çünkü sen ölmezliğin ta kendisiydin.
Sevdim işte ötesi yok



Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Mart 2006       Mesaj #112
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KanLı masaL
aklım, haklıyım, et firarını!

Sponsorlu Bağlantılar
ovdun ve okşadın beni
çıktı içimdeki cin;
ondan ölümümü diledin.

mayıstı.

seni o yüzden bağışladım!
ben en çok mayısta su içerim
derinim balık kaynar derinim kanımı kaynar
ben en çok mayısta öne eğerim başımı
içimden felçli bir göçebe gökyüzüne bakar.

avuçlarımda yaralı kelebek taşımayı
mayısta öğrenmiştim;
ve teraslarda ayna dinlemek en çok mayısa yakışırdı
ve kim bilir
mayıs artık en çok senin tanrılarına yakışır
tiril tiril bembeyaz bir giysiyle
rüzgârda ayakların çıplak
öyle başın öne eğik yıllarca o boş terasta durmak

kartpostallardan tanıdığın bir şehri düşünmek gibi
bir yaraya kabuk olmayı kabullenmek gibi
eksik, yarım, farkına varmaktan kaçınılan
tam
tam yaza girecekken
yazın omzuna yüzünü dayayacakken
çekip giden
ayaklarının altından o son sığınak terası da
acılarının veliahtını da çekip
gitmiştir işte, yalnızca gitmiştir
yani.. anlıyor musun.. mayıstı..

seni o yüzden bağışladım!

bir sesim vardı gölgenden ikmale kalan
biliyorum, büyük çocukluktu birbirimizi sevmemiz
cesaret işiydi, delikanlıcaydı,
bu korkunç sevgide
yanlışlarımızı yeniden keşfedişimiz
el deymemiş yalnızlıklara kalkışmamız
yalnızlıklarımızı değiş tokuş etmemiz

bu evcilik oyununda bile duldum
hatırla
sana dizlerimi
sana tabi bileklerimi ve topuklarımı sundum;
çevirdikçe bedenini ruhunun radyo dalgalarında
cazdı, bluesdu, klasik kemandı, klasik aştı
***tu püsurdu
hatırla, senin gözlerin çokulusluydu
senin gözlerin ham kadınsızdı
çamurdandı
ağzımda getirdiğim karsuyunu
kalbine kaçırdım! ovdun ve okşadın beni
çıktı içimdeki cin
yatağa döküldü
yatağıma döküldün
yatağına döküldüm
ve ben bu sonsuz savruluşta
o gece
bütün eski sevgililerimden ince ince söküldüm!

senin oldum!

ihanetinle pislenen küçük dolaşımımdaki kanla
karalar çekerek ölümsüz kirpikdiplerine senin
senin mahşer atlısı dudaklarına
en çok da dudaklarına sokuldum!
üşüyordum,
üstüme doğru çekip o kedi dudaklarını
bir tay sığınırmışcasına anasına
bana ölünle uyudum! anlıyor musun.. işitiyor musun..
cesedine yeni baştan hayat verebilmek için
ihtiyarladım.. ihtiyarladım..
ben zaten kendimi aşklarda
hep kalkışılınmış müthiş intiharlarla yaraladım!
koştum sürekli
bir hüzünden bir tersliğe dokunarak koştum

bazı sevdalarda hafızasını kaybeder ya insan
telaşlanır, ağlar
babasını sorar çevresindekilere
öldüğünü bildiği halde
adını unutur, yolunu kaybeder oturduğu evin
bir titreme gelir yerleşir ya ortasına mayısın
bir dikilir bir çöker ya
kalbine secde eden intikam
tam
tam yaza girecekken
yaza bir ekmek bıçağı tutuşturacakken
sapı plastik kötü bir ekmek bıçağı
-geri döner.. döner değil mi.. diye
birkaç kırık sözcük.. buruşuk..
-öldürürüm o zaman, kurtulurum.. deyip sustuğun
-kaçarım sonra, kimse sormaz.. deyip yığıldığın
nisandan hazirana doğru bir su kayakçısı
gibi süzülürken mayıs,

ah benim bir kangurunun cebine yerleştirdiği yavrum!
talanım! artanım! eksik kalanım! yarım kalanım!

nasıl yedirirdim ihanetini kendime
o dev hisle sen mayıstın ben mayıstım
herşey ama herşey elele mayıstı
seni o yüzden bağışladım!

uzanıp topraktan çıkarttın beni
tozumu sildin, hohladın, parlattın
ovdun ve okşadın beni
çıktı içimdeki cin;
ondan
-gidecektin, mecburdun, hepsi gibi-
affını diledin.

mayıstı. mecburdum.
seni o yüzden bağışladım!

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
25 Mart 2006       Mesaj #113
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
AYRILIK YOKTUR ASLINDA

Ayrılık diye bir şey yok... Bu bizim yalanımız... Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var... Şimdi neredesin ? Ne yapıyorsun ? Güneş çoktan doğdu. Uyanmış olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi ? Öyleyse ayrılmadık, sadece özlemleyiz ve bekliyoruz...

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. Önce beklemekten... Ömür boyunca ya bekliyor, ya bekletiyor insan... İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın...

Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini...

Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanlarını sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.

Ya o ? Ya o ? İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan. Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. Aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. İşte yaşamak maceramız bu...

Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek !

Özleme bir diyeceğim yok. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası. O nefes alış, sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı... O tek güzel yönü bekleyişlerimizin...

İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel...

Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. Bir kokusu var ki bütün çiçeklere değişmem. Bir ışığı var, bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz...

Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir... Beklemenin korkunç zehiri öldürmüyorsa beni; seni özlediğim içindir... Yaşıyorsam; içimde umut varsa, yine seni özlediğim içindir...

Seni bunca özlemesem; bunca sevemem ki !..

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Mart 2006       Mesaj #114
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kuuu6kz
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Mart 2006       Mesaj #115
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Oturmuşum masanın başına, bilgisayara bakıyorum boş gözlerle. Klavyeyi tıkırdatıyorum arada bir; çalışıyor sansınlar da bulaşmasınlar... Kafam gıcır gıcır bir milyonluk banknot halinde zaten. Sabah yataktan kalkar kalkmaz cilalamışım... Kimseyle uğraşamam.

Elim bir telefona gidiyor, bir sigaraya kaç gündür... İkisinden de uzak durmaya çalışıyorum. Sevgilim beni terketmiş, ben sigarayı. Birinin hıncını diğerinden çıkarıyorum ya! Değil işte, ilgisi yok! Aslında tüm derdim bir sigara daha içmekti sevdiğim kadınla.

Cumartesi gecesi görüştük bir vesileyle. Ters zamana denk geldik. Akşamdan kalma, içmiş rakıları sabaha kadar. Güzelliğinden bir şey kaybetmemiş; ama muhabbete pek katılmıyor... Aynı masada oturmuşluğumuz iki saatten uzun sürmesine rağmen bir sigara yakmadı. Bir sigara yaksa da beraber yaksak diye içleniyorum. O an derdim sigarayı bırakmak da değil; sevdiğim kadınla bir sigara daha içmem gerek. Bu son sigara olabilir ne de olsa...

Neyse, bir ara bir baktım ki, sigaraya uzanıyor. Ben de kaptığım gibi paketten bir sigara yakıverdim. Karşılıklı içiyoruz, o farkında değil... Ben hareketlerini kolluyorum, her çektiği nefesi aklıma yazıyorum. Bir yandan seyrediyorum, bir yandan içime sindiriyorum onun sigara içişini... İçimden bu son sigara içişimiz beraber diye düşünüyorum. Beraber sözüne de bastırıyorum özellikle.

Beraber, beraber, beraber... Son kez de olsa beraber.

“Acaba,” diyorum, “yine görüşür müyüz? Karşılıklı bir sigara daha içebilir miyiz?” Bu gece de aytaşı kolyesini takmış beraber aldığımız. Saçlarını da düzlememiş. Kıvır kıvır, sevdiğim gibi. Seyrediyorum, gözlerimi alamadan. Al yanakları, bembeyaz teninin süsü olmuş... Gözleri, yıldızlı bir gece gibi. Onun ise yüzüme baktığı yok. “Bitti oğlum! Sonrası yok artık” derken gözlerimiz biribirine değmiyor mu? Gülümsüyorum, onun gözlerine bakarken. Bir aylık aradan sonra yakalamışım, kolay mı bırakmak. Bir fırt da gözlerine bakarken çeksem.

Tam uzanıyorum sigaraya, "Ne bakıyorsun?" demez mi?

Orada basıyorum sigarayı kültablasına. Sevgilimle de son görüşmemiz oluyor bu.
Şimdilerde elim bir sigaraya bir telefona gidiyor.

Sigara neyse de, sevgilinin sesi olmayınca olmuyor!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #116
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk kutsal mı?
Ömer Sevinçgül



‘Zehirli bal’a benziyor, aşk.

Tadı bir, sancısı bin.

Maşukunu kıskanıyor âşık, “Kan tükürsün adını candan anan dudaklar” diyor, derin acılarla kıvranıyor.

Araya ayrılıklar giriyor, ateşler içinde yanıyor âşık.

Bazen karşılık bulamıyor aşkına, keder uçurumlarına yuvarlanıyor.

Ardından büyük bir boşluk!

Hayat azap oluyor, dünya zindan!

Gözyaşları, içine kapanmalar, ‘kendimi intihar ederim’ler...

Şiirlerden, şarkılardan acı dolu çığlıklar damlıyor hayata.

Aşk, karşı cinse duyulan arzunun his ve edebiyat versiyonu gibi geliyor bana.

Onu şiirlerle, şarkılarla, romanlarla, filmlerle ‘ulvîleştirme’ çabası gerçeği perdeliyor.

“Aşk kutsaldır!” yalanını uyduruyorlar.

Bu şiirleri, öyküleri okuyanlar, sinema perdelerine dalıp gidenler, bir an önce âşık olmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlar.

“Herkes âşık, ben niye âşık olamıyorum acaba?” diye soruyor insanlar yalnız başlarına kalınca.

Ardından, “Bende bir eksiklik var galiba” diyor, kendilerinden kuşku duyuyorlar.

Âşık olmak için fırsat kolluyorlar âdeta.

Sonra, tanıdık birine duydukları arzuyu yüceltiyor, filmlerde gösterilen rolleri oynamaya başlıyorlar.

Kızlar Leyla, Aslı, Jülyet, Şirin, Zühre ve Türkan oluyor.

Erkekler ise, Mecnun, Kerem, Romeo, Ferhat, Tahir ve Ayhan.

Ve bu trajik oyuna iyice kaptırıyorlar kendilerini!

Zindanlarını kendi elleriyle yapıyor, çıkış kapılarını kilitliyor, anahtarları da fırlatıp atıyorlar kayıp denizlere taş atar gibi.

Hadi itiraf edelim...

Biz, biraz da âşık olmak için âşık oluyoruz!

Özellikle, dinî içerikli, ya da din kokulu bazı kitaplarda ‘mecazî’ aşkın yüceltilmesi ve bir kutsal gaye gibi gösterilmesi, önce nefsi harekete geçiriyor, sonra da kalbe tesir ediyor. Yazar, belki de mecazî aşkı basamak yapıp ilâhî aşka ulaştırmak istiyor okuyucusunu. Ama tehlikeli bir yol bu. Çünkü, perdeyi delip ilâhî aşka ulaşanlar pek az.

Gerçi Mecnun becerir bunu, Leyla’nın bir yansıma olduğunu anlar hikayenin sonunda, güzelliklerin kaynağını bulur, ilâhî aşka yönelir. Fuzulî elinden tutmasaydı, perdeyi delebilir miydi Mecnun? Sanmıyorum.

Şiirsel bir üslupla yazılmış dinî kitaplara, manevî feyizlerle ruhunu beslemek için yöneliyor okuyucu. Fakat önündeki sayfalarda aşkın ulviyetini okuyor, bir fetva almışçasına içi rahat, aşk ateşine atıyor kendisini.

Sonra da roller geliyor ardından; özlemler, beklentiler, acılar, sitemler geliyor.

Nereye kadar?

“Artık benimsin!” diyene kadar.

Her türlü visal öldürüyor bu aşk heyulasını.

Kabuk kırılır kırılmaz, istek ve beklentileri çıkıyor içinden, azgın nefis hayvanı fırlıyor dışarıya.

Bu dessas nefis, amacına ulaşmak için kalbi, dili, duyguları ‘kullanıyor’ bir bakıma, böylece ulaşıyor amacına.

Bunu, Yusuf kıssası ne güzel anlatır...

Züleyha, evinde büyüyen güzel gence ‘âşık’tır.

Yanar tutuşur Yusuf için.

Onu tanıyanlar hemen sezerler bu durumu.

Şehrin sosyetesi dedikodu eder, “Aşkından kalbinin zarı yırtılmış kadının” derler.

Ne yapar Züleyha?

Evde yalnız kalır kalmaz, ilk fırsatta, bütün güzelliği ve cazibesiyle Yusuf’a yönelir, “Hadi gel!” der.

İşte kutsallaştırılan aşkın meyvesi!

Yusuf reddeder onu, ama nafile, kadın bırakmaz peşini.

İffetini yırtamayınca Yusuf’un, gömleğini paralar.

Sonra zindan yılları başlar Yusuf için.

Kıssa sürer gider bu minval üzere.

Biz hisseye bakalım!

Kur’ân’ın aşkı anlatışı da budur işte!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #117
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Eski zamanlarda civarın kralının kızı ile
bir balıkçı birbirlerine aşık olmuş.
Ancak, kral kızı balıkçıya varamaz...
Hal böyle olunca,
kız ile delikanlı gizli gizli
buluşuyorlar tabii...
Kral baba bunu zaman içerisinde öğreniyor
ve bir gece takip ettiriyor kızını...
Diyorlar ki; balıkçı denizden geliyor, kız
kumsalda onu bekliyor,
bulunduğu yeri ışıkla işaret ediyor
delikanlıya...
Ve kral kızı ile delikanlı, gün ağarana
kadar aşk oyunları yapıyorlar birbirlerine...
Kral bir gece askerlerine kızını
yakalamalarını ve kumsalda ışıkla balıkçıya
işaret göndermelerini buyuruyor. Delikanlı
ışığı görünce atlıyor kayığına
ve kürek çekiyor bir manga askerin üzerine
doğru...
Kız askerlerin elinden kurtuluyor ve
koşmaya başlıyor sevdiğini
kurtarabilmek için ama koyun taaa öbür
ucuna yetişmesi imkansız...
Ama sevda bu; kural falan dinlemez, atıyor
kendini sulara...
İşte o anda bir mucize gerçekleşiyor!
Kızın adım attığı her yer kumsala
dönüşürken peşinden koşan askerler
bastıkça denize gömülüyor onca ağırlıkla...
Kız kayığa kadar koşabiliyor...
Ancak bir okçu tam o anda delikanlıyı
hedefleyip salıyor okunu... Heyhat!
Kız ile delikanlı birbirlerine
sarılmışlardır bile ve ok gelip kızla
buluşuyor...
Derler ki; o kumlar, kızın kanı denize
karışınca kırmızıya boyanmış...
Delikanlı ise aldığı gibi gidiyor kızı,
sonrasını ne gören var ne duyan!...

kzkumu2jm
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #118
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Hüzün Kokan Sevgiliye


Ellerim ellerini degdiginde avuclarım titiriyorsa ,sesin kulaklarımda yankılandıgında kalbim coksun denizlerin yerini alıyorsa , dudaklarımdan"seni seviyorum" kelimesi süzülürken yüregim bir cocuk gibi kıpır kpır oluyorsa ,üsüyen bakıslarım sadece senin gözbebeklerinin icinde ısınıyorsa ve de tek carem son nefeste sevgimi fısıldamaksa eger , avazım cıktıgı kadar kalbine fısıldıyorum ; SENİ SEVİYORUM

Bugün oldugu igibi yarın da yarınlardan sonra gözlerimdeki yerinin degismeyecegini , her zaman kalbim coskun denizlerin her dalgasında sevda türkülerini kalbine bırakacagıma , ben yanında olmasam da gözlerinden süzülen her gözyaslarını her ne olursa olsun silecegime ve de senin sevdana karsılk ölüm sunulsa ruhuma ben Azrail e ve de ölüme meydan okuyup seni bir ömürboyu sevecegime gökteki yıldızları , kırlardaki menekseleri sahillerdeki kanadı kırık martıları sahit göstererek yemin ediyorum....seni bir ömürboyu sevecegim...

senden sonra hüznün denizinde ayrılıkların umutsuz dalagalrı oldum.Gece gündüz aralıksız gel-gitlerde savruluyorum yalınız limanından diger yalnızlık limanına.Belki tasıdıgım sevgimi bir gün görüp beni tekrar avuclarına alırsın diye seni bekliyorum ucsuz bucaksız sahillerde.

Ölümün soguk nefesi her kösebasında beni beklerken , ecelin korkunc yüzü her sokak girisinde bana pusudayken cakal sürüleri beyaz umutlarıma teik cekmeye hazırlanırken , kör kursunlar gögsüme sıkılmaya nazır iken bile ben SENİ UNUTMADIM.Ve ölüm seni benden alacak kadar gaddarsa bende ölüm ve de azraile meydan okuyacak kadar korkusuzum.

Özgürce yasını tutamadagım , gönlümde bir türlü vedalasamadıgım ,karanlıuk gecelerde kör yıldızlara yoldas ettigim gözyaslarımı senin yoluna seriyorum.Sen yıllandıkca hsareti ve de özlemi cogalan ,acısı bile haz veren hüzün kokan siirlerimin en tatlısın.Sen olmasan da yanımda ben sana alev alev yanacagım.

Ne cocuksu gülüşlerini paylasmak kork ne de hasretle büyünmekten kork.Sevilirken unutulmaktan ve de severken yalnızlıga düsmektenn kork.Korkma seni asla unutmayacagım ve de ben yasadıkca dilimden ismin sevgin ise kalbimden hic eksik olmayacak


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #119
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
opusme001m

MACERACI
Öpüşme tekniği:İstekleri bitmez ve oldukça sırnaşık bir şekilde öpüşür. Ayrıca öpüşme esnasında vücut temasına çok özen gösteren maceracı, bu davranışıyla öpüşmenin onun için cinsel ilişkiden önce gelen bir basamak olduğunu gösterir.
Vücut yapısı: Kaslı, geniş omuzlu, erkeksi, sportif
Özellikler: Bonkör, ama yine de belli bir amaç doğrultusunda!
Sonuç: İstediği herşeyi elde eder! Zaman o kadar önemli değildir!

BAŞTAN ÇIKARICI
Öpüşme tekniği: Severek ve yorulmak bilmeden öpüşür. Ayrıca sırnaşık ya da karşısından çok fazla istekte bulunan birisi değildir.
Vücut yapısı: Güçlüdür, ama yine da az kaslıdır. Her zaman bakımlıdır ve gözlerinde derin bir anlam gizlidir. Dolgun dudaklıdır.
Özellikler: Nazik ve baştan çıkartıcıdır. Kadınları parmağına dolayabilir..
Sonuç: Her zaman ne istediğini ve neyi nasıl elde edeceğini bilir.

İŞ KOLİK
Öpüşme tekniği: Onun için hiç şüphesiz en önemli unsur başarıdır! Öpüşmeyi sever, tabii çok uzun ve sık öpüşür. Ama dili gereğinden fazla hareketlidir! Öpüşürken karşı tarafı mıncıklamaktan hoşlanır. Ancak bir anda kalkıp işe gidebilecek bir kişiliği vardır.
Vücut yapısı: Zayıf, solgun, sportif, ince dudaklı ve uzun yüzlüdür.
Özellikler: Her zaman nesneldir. Oldukça başarılıdır. Beklentileri fazladır.
Sonuç: Her zaman kontrolü elinde tutmak isteyen ve zor aşık olan bir insan..

EVCİL
Öpüşme tekniği: Dünyada öpüşmekten daha çok sevdiği birşey yoktur. Eğer dudakları dudaklarınızda değilse, o zaman mutlaka göğüslerinzi, boynunuzu ya da başka yerlerinizi öpüyordur.
Vücut yapısı: Güçlü, biraz kilolu, dolgun dudaklı, iri gözlü.
Özellikler: Saatlerce öpüşebilir.
Sonuç: Kesinlikle güvenilebilir bir insandır. Ama onunla birlikteyken süpriz beklememelisiniz.

ENTELLEKTÜEL
Öpüşme tekniği: Konuşmak mı öpüşmek mi? Entellektüel adamımız her ikisine de vakıftır.
Vücut yapısı: Yuvarlak yüzlüdur ve saçları genellikle arkaya doğru taranmıştır. Geniş omuzlu değildir, ama ellerini çok hızlı hareket ettirir. Ayrıca gözleri nemlidir.
Özellikler: Her konuda ve her yerde konuşur. Belki de bu kadar çok konuşmasının nedeni bilmediklerini saklamaktır.
Sonuç: Duygusallık ona göre değildir. O daha çok bilgisayar ve rakamlarla ilgilidir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #120
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
18sc1
29vz1
31to
47gi1
50ve
b4kv
73pb1
85ao
94fr
104xp
113ax
121fw
135xn
142uw
155hh
169ho
173gl
181em
196se
208jo
215rb
221zh
239zm
240zh
253ky
260qf

Benzer Konular

2 Ekim 2013 / Misafir Genel Mesajlar
30 Aralık 2016 / _Yağmur_ Sanat
18 Şubat 2012 / GusinapsE Sağlıklı Yaşam
11 Mart 2012 / Mira Edebiyat
16 Haziran 2010 / LaSalle X-Sözlük