Arama

Psikoterapi Nedir? Psikoterapi Çeşitleri

Güncelleme: 21 Haziran 2016 Gösterim: 18.151 Cevap: 8
Pasakli_Prenses - avatarı
Pasakli_Prenses
Ziyaretçi
18 Aralık 2007       Mesaj #1
Pasakli_Prenses - avatarı
Ziyaretçi

Psikoterapi Çeşitleri

Ad:  pt1.jpg
Gösterim: 2350
Boyut:  10.7 KB

Psikoterapi, psikolojik ve duygusal rahatsızlıkları konuşarak tedavi etme yöntemlerinin genel ismidir. Ayrıca konuşma terapisi, danışmanlık yada psikososyal terapi olarakda bilinir. Bu terapötik konuşma seanslarında, kişinin içinde bulunduğu durumun sebeplerini öğrenerek, sorununu daha iyi anlaması sağlanır. Ayrıca kişi, problem yaratan düşüncelerini ve davranışlarını nasıl belirleyeceğini, nasıl değiştireceğini, ilişkilerini ve tecrübelerini nasıl inceleyeceğini, problemleri ile nasıl başedebileceğini, sorunlara nasıl çözümler üretebileceğini ve yaşam ile ilgili nasıl gerçekçi hedefler belirleyeceğini öğrenir. Psikoterapi ile kişi yaşamından mutlu olmayı ve hayatını kontrol altına almayı öğrenir. Ayrıca psikoterapi kişilere, çaresizlik ve öfkeden doğan çeşitli psikolojik rahatsızlıkların semptomlarının giderilmesi için yardımcı olabilir.
Sponsorlu Bağlantılar
Psikoterapi bir kaç hafta içinde iki üç görüşme olabilecek kadar kısa süreli, yada bir kaç yıl boyunca sürebilecek kadar uzun vadeli olabilir. Bireysel terapi, çiftler terapisi, aile ve grup terapileri uygulanır.
Bazen psikoterapi çeşitli tedavi yöntemleri ile karıştırılarak uygulanabilir; örneğin ilaç tedavisi. Bu durumlarda kişiye uygun tedavi yöntemi çeşitli etkenlere bağlı olarak değişir, örneğin: Psikolojik rahatsızlığın tipi, ne kadar süre devam ettiği, diğer tıbbi sorunlar, geçmişteki tedaviler, kişisel tercihler ve ücret.
Pek çok psikoterapi yöntemleri mevcuttur, en önemlileri aşağıda listelenmiştir:

Davranış Terapisi


Davranış terapisi sağlıksız ve istenmeyen davranışlar üzerine yoğunlaşır ve genelde ödüllendirme, olumlu davranışları pekiştirme ve olumsuz davranışları elemine etme sistemleri kullanılır. Elemine etme işlemi, rahatsızlık, korku yada sıkıntı yaratan bir olayı kişiye göstermek ve bu olaya bağlı olarak ortaya çıkan tepkileri ortadan kaldırmaktır. Örneğin kişi mikroplardan korkuyorsa ve sürekli olarak ellerini yıkıyorsa, davranış terapisi kişiyi çeşitli yöntemlerle eğiterek ellerini aşırı derecede yıkamasına gerek olmadığını öğretir. Bu terapi şeklinde kişinin günlük hayatta yaşamış olduğu diğer sorunlar, aile ilişkileri, geçmişte yaşanılanlar yada diğer çevresel etkenler dikkate alınmaz, sadece davranış bozukluğuna yoğunlaşılır ve bunun düzeltilmesi için çaba sarfedilir.
En başarılı olduğu hastalık:
1. Obsesif-Kompulsif bozukluk

Kognitif (Bilişsel) Terapi


Bu terapi şekli, problemli duygu ve davranışlara yol açan bozuk düşünce kalıplarını tesbit etmek ve düzeltmek için çalışır. Hayattaki tecrübelerin nasıl yorumlandığının, kişinin duygularını ve davranışlarını o yönde değiştireceğine inanır. Örneğin kişi depresyonda ise, yaşamını ve kendisini negatif bir açıdan görme eğilimindedir ve bu kişinin depresyonunu arttırır. Davranış terapisinde olduğu gibi, Kognitif terapide de bilinçaltında yada geçmişte yaşanmış eski çatışmalar yerine kişinin şimdiki zamanda olan problemlerine ve semptomlarına yoğunlaşılır. Fakat Davranış Terapisinden farklı olarak, günlük hayatta yaşanılan tecrübeler sorunun parçası olarak görülür ve terapinin önemli bir parçasıdır.
En başarılı olduğu hastalık:
1. Depresyon

Bilişsel-Davranış Terapi


Bu terapi tipi, sağlıksız, negatif inanç ve davranışları tesbit etmek ve sağlıklı, pozitif inanç ve davranışlarla değiştirmek için hem Kognitif hemde Davranış terapilerinin bir birleşiminden oluşur. Kişilerin kendi düşüncelerinin (başka insanların düşünceleri yada çevresel koşullar değil) nasıl yaşamaları gerektiğini belirlediğine inanırlar. İstenmeyen ortam ve çevre koşulları değişmese bile, kişinin olaya bakış açısını ve davranışlarını değiştirebileceğine ve daha pozitif bir yaklaşım geliştirebileceğine inanırlar.

Dışavurumcu Sanat Terapisi


Bu terapi şekli duygu ve düşüncelerini ifade etmekte zorlanan insanların yaratıcı yöntemler kullanarak bu sorunu aşmalarını hedefler. Sanat Terapisi kişinin kendine olan güvenini arttırmasını, travmatik tecrübeler ve semptomlarla baş etmesini ve pozitif değişimlerin gelişmesini sağlayabilir. Bu terapi sanat, dans, hareket, tiyatro, müzik ve şiir gibi değişik sanatsal aktiviteleri kapsar.

Diyalektik Davranış Terapisi


Bilişsel-Davranış Terapisinin değişik bir biçimi olan bu terapi çeşidinin amacı, stres ile mücadele edebilmesi, duygularını sakinleştirebilmesi ve başkaları ile olan ilişkilerini geliştirebilmesi için kişileri eğitmektir. Bu terapi özellikle intihar eğilimi olan Borderline Kişilik Bozukluğuna sahip kişiler için ortaya çıkmıştır. Fakat Yeme Bozukluğu yada Madde Bağımlılığı gibi sorunları olan hastalara da başarı ile uygulanmaktadır.
Diyalektik Davranış Terapisi, filozofide diyalektik olarak bahsedilen bir olaydan gelmektedir; Bir birine zıt gibi görünen iki kavramın yada fikrin karşılıklı uygulanması sonucunda dengeli bir çözüm bulmak için çalışılması. Örneğin kişi kendini olduğu gibi kabul etmesi gerektiğini öğrenir ama bunu başarabilmek için aynı zamanda düşüncelerinde ve davranışlarında değişiklikler yapar.
En başarılı olduğu hastalık:
1. Borderline Kişilik Bozukluğu
2. Yeme Bozukluğu
3. Madde Bağımlılığı

Sistematik Desensitizasyon Terapi


Davranış terapisinin bir çeşidi olan bu terapi tipi, kişiyi korktuğu yada rahatsız olduğu bir olay ile özellikle yüzleştirmeye çalışır. Bu terapi yöntemi genelde Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu olan kişiler yada Travma sonrası stres problemi olanlar için faydalıdır. Hastalar, kontrol altında tutulan koşullar içinde, obsesif duyguları canlandıran yada travmatik tepkileri yaratan olaylarla, cisimlerle yada varlıklarla yüzleştirilirler.
En başarılı olduğu hastalık:
1. Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu
2. Travma sonrası stres problemi

Bireylerarası Terapi


Bu yöntem, kişinin başka insanlar ile olan ilişkilerine yoğunlaşır. Terapinin amacı kişinin ilişki kurmaktaki yeteneklerini geliştirmektir (aile, arkadaşlar ve iş arkadaşları ile iletişim yetenekleri). Bu terapi ile kişi başkaları ile olan iletişimini nasıl değerlendirmesi gerektiğini ve ilişkilerde yaşadığı problemleri aşmak için ne tür stratejiler geliştirmesi gerektiğini öğrenir.

Oyun Terapisi


Bu terapi yöntemi gelişim döneminde olan küçük yaştaki çocuklar için tasarlanmıştır. Oyuncaklarla oynamak, resim yapmak ve diğer aktiviteler ile uğraşmak gibi pek çok farklı tekniği kullanır. Bu teknikler özellikle duygu ve düşüncelerini sözcüklerle ifade edemeyen çocukların kendilerini çok daha rahat ve kolayca ifade edebilmelerini sağlar.

Psikoanaliz


Bu terapi yönteminde, şimdiki zamanda yaşanan duygu ve davranışları açıklamak için kişinin geçmişte yaşadığı anıları, olayları ve duyguları incelenir. Çocukluk olaylarının ve biyolojik dürtülerin, insanın davranışını ve düşüncelerini etkileyen ve kontrol eden bilinçaltı mekanizmasını oluşturduğuna inanırlar. Bu terapi türünde, bilinçaltı dürtüleri incelenerek, kişinin yaşamını geliştirecek değişimleri yapması için çaba sarfedilir. Rüya analizi ve özgür çağrışım (akla ne gelirse özgürce konuşmak) gibi teknikler ile bilinçaltına ulaşmaya çalışılır.
Psikoanaliz uzun dönemli ve yoğun bir terapi şeklidir. Bazen bir kaç yıl boyunca haftada bir kaç seansı içerebilir. Psikoanaliz Sigmund Freud tarafından bulunmuştur. Geleneksel olarak hasta bir kanepeye yatırılır ve terapist görüş alanı dışında oturarak, hastanın etkilenmeden rahatça konuşabilmesini sağlamaya çalışır.

Psikodinamik Psikoterapi


Bu terapi şekli psikoanalizin teorileri üzerine kurulmuştur. Kişinin bilinçaltındaki duygu ve davranışlarını, arzu ve isteklerinin nereden kaynaklandığını ve içinde yaşadığı çatışmaların çözümünü bilinçli hale getirebilmek için uğraşır. Günümüzde en yaygın olarak uygulanan terapi şekillerinden birisidir. Psikoanalizden daha az yoğundur. Genelde terapist ile yüz yüze konuşarak uygulanır. Ayrıca daha geniş aralıklar ile uygulanır (genelde haftada bir defa) ve daha kısa sürede bitirilir (genelde bir yıl yada daha kısa).
Psikodinamik Psikoterapi pek çok değişik terapi tekniğini kullanır, örneğin; kişinin geçmişini incelemek, kişiyi inançları ve davranışları ile yüzleştirmek, destek vermek ve kişinin duygu ve düşüncelerini yorumlamak gibi. Bu işlem ile kişi duyguları, düşünceleri, semptomları yada davranışları ile bilinçaltındaki dürtüleri arasında bir bağlantı kurar. Böylece bu yeni anlayış ile, kişi istemediği davranışlarını ve düşüncelerini değiştirebilir.
Özellikle başlangıçta terapi rahatsız edici ve ürkütücü gelebilir. Fakat bir kaç hafta içinde semptomlarda azalma görülmeye başlanır. Kişinin stresi azalır, karar verme yetenekleri gelişir, ilişkilerinde iyileşmeler başlar ve sorunlar ile daha iyi bir şekilde baş etmeye başlar. Eğer bu gelişmeler görülmüyor ise doktorunuz ile konuşun, belkide sizin için daha uygun bir terapi yöntemi gerekli olabilir.

Terapi yöntemi kişiye özel olarak belirlenmelidir. Eğer sonuçlar istediğiniz gibi değilse yada doğru olmadığını hissediyorsanız, ikinci bir terapistten fikir alın. Terapi herkese uyan tek bir tedaviden oluşmaz. Yukarıda bahsedilen pek çok terapi çeşidinden bir yada birden fazlası birleştirilerek size uygun bir tedavi yöntemi bulunması için çaba sarfedin.

BAKINIZ
Psikiyatri ve Psikoloji Arasındaki Farklar
Psikoloji
Psikiyatri (Ruh Hekimliği) Nedir?
Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler
Psikoloji ile ilgili Makaleler

Hipnoterapi
Hipnoz ve Hipnoz Yöntemleri


Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:05 Sebep: sayfa düzeni
Bluesorrow - avatarı
Bluesorrow
Ziyaretçi
11 Şubat 2008       Mesaj #2
Bluesorrow - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  NLP-nedir.jpg
Gösterim: 1724
Boyut:  12.8 KB

Psikoterapi


En genel anlamıyla ruhsal sorunların veya davranış bozukluklarının yok edilmesi veya azaltılması amacıyla kullanılan her türlü yönteme psikoterapi denilmektedir. Günümüzde dünyada birbirine benzeyebilen veya birbirine taban tabana zıt prensipleri benimsemiş yüzlerce psikoterapi türü bulunmaktadır. Uygulayıcının kişisel eğilimlerine, yetiştiği ekole ve benimsediği yaklaşıma göre psikoterapi de farklı tanımlar, farklı içerikler kazanmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar
Duygusal çatışmaları çözümleyen, bu çatışmalardan doğan kaygı ve gerginlikleri, çökkünlükleri azaltan, ruhsal uyum düzeyini artıran, kişilerarası ilişkileri daha olgunlaştıran tüm teknik ve yöntemlere psikoterapi diyebiliriz. (Prof. Dr. Cengiz Güleç)

Psikoterapi Ne Değildir?


Şimdi birazda ne olmadığı üzerinden psikoterapinin ne olduğunu anlamaya çalışalım.
1. Psikoterapi terapistininizin sizi eleştirmesi yada taşlaması değildir. Psikoterapistler sadece yanlışlarınızı göstermezler. Psikoterapistler sizi yargılamazlar.
2. Psikoterapi bir eğitim seansı değildir. Bir diyalogtur.
3. Psikoterapi bir nasihat veya öğüt değildir. Güzin abla ile hiç bir ilişkimiz yoktur.) Psikoterapistler sizden daha akıllı değildir.
Psikoterapistler sizin adınıza kararlar vermezler. Yapacağınız evliliğin geleceği hakkında tahminde bulunamazlar. Çünkü sizin için en iyi olanı yine ancak siz bilebilirsiniz. Psikoterapistler bir insan adına karar vermektense bir insana nasıl doğru karar verileceğini öğretmeyi tercih ederler. Psikoterapi zaman zaman küçük tavsiyeler içermesine rağmen genellikle psikoterapistler tavsiye vermekten kaçınırlar. Psikoterapistler kendinize verebileceğiniz tavsiyelere destek olarak kendi kararlarınızı alabilmenizi sağlamaya çalışırlar.
4. Psikoterapi sadece çocukluğunuzu anlatmanız değildir.
5. Psikoterapi sadece geçmişteki travmalarınızı anlatmanız değildir.
6. Psikoterapi sadece olumsuz alışkanlıklarınızı anlatmanız değildir.
7. Psikoterapi ne düşündüğünüz değil nasıl düşündüğünüzdür.
8. Psikoterapist sizi değiştirmez. Değişmek için sahip olduğunuz içinizdeki güçleri gösterir.
9. Psikoterapistler motivatör olarak çalışmazlar. "Hadi koçum sen yaparsın." gibi ifadeler kullanmazlar.
10. Psikoterapistler sadece iyi dinleyen insanlar değildirler.
12. Psikoterapilere zayıf insanların gittiği inancı son derece yanlıştır.

Psikoterapi Türleri



1. Hekimin Hastaya Yanaşma Biçimi ve Tutumuna Göre
A. Bastırıcı (Suppressive)
B. Destekleyici (Supportive)
C. Derinliğine Araştırıcı ( Explosive)

2. Ruhsal Bozukluk (Psikopatoloji) Anlayışı ve Kuramsal Çıkış Noktasına Göre:
A. Psikodinamik temellere dayananlar
B. Öğrenme ilkelerine dayanan davranışçı psikoterapi türleri.
C. Bilişsel Psikopatoloji, bilgi işlemleme ( İnformation Processing), sosyal psikoloji ilkelerine dayananlar.
D. Varoluşçu (existential) ve olgu-bilimsel temellere dayananlar.

A. Psikodinamik Temellere Dayananlar
a. Psikanaliz. Freud’un geliştirdiği ve bunun değiştirilmiş, uyarlanmış biçimleri.
b. Freud’dan yöntemce büyük ayrılma göstermeyen, fakat kuramsal açıdan ayrılıkları olan yeni analiz okulları. (Jung, Adler, Rank, Horney, Sullivan…)
c. Psikanalitik Nesne İlişkileri Kuramı, Psikanalitik benlik
psikolojisi, psikanalitik kendilik psikolojisi.

B. Öğrenme ilkelerine dayanan davranışçı psikoterapi türleri
Sistematik duyarsızlaştırma (systematik desensitization), üstüne gitme, itici koşulama (aversive training) olumlu pekiştirme ve söndürme (pozitive reinforcement and extinction) vb.

3. Terapi Durumunun Biçimi ve Yapısına Göre Psikoterapiler

A. Bireysel (individual) psikoterapi.
B. Kütle (grup) psikoterapisi.
C. Psikodrama
D. Oyun Psikoterapisi
E. Aile Psikoterapisi

Çeşitli Psikoterapi Türlerinde Kullanılan başlıca Ruhsal ve Fiziksel Araçlar


1. Daha çok bastırıcı ve destekleyici psikoterapi türünde
A. Eğindirme (telkin, suggestion)
B. İnandırma (persuasyon)
C. Yol gösterme, (Rehberlik, guidence)
D. Danışma ( Counselling)

2. Bastırıcı Destekleyici ve Derinliğine araştırıcı Türlerde

A.Hipnoz
B.Uyuşturma (narkoz)
C.Boşaltma (catharsis)

3. Genellikle Derinliğine Araştırıcı Çözümleyici (psikanalitik türlerde)

A.Güdümsüz görüşme
B.Serbest çağrışım
C.Düşlerin çözümlenmesi
D.Sürçmelerin çözümlenmesi
E.Simgelerin çözümlenmesi
F.Direnç (resistance) ve Aktarımın (transferance) çözümlenmesi
G.Açıklama ve yorumlamalar.

4. Daha Çok Davranışçı Psikoterapilerde

A. Gevşeme, koşulama
B. Edimsel koşulama
C. Üstüne Gitme (exposure)
D. Pekiştirme, söndürme
E. Çeşitli öğrenme teknikleri.

Dolaysız Araçlar

1. Çevrenin Değiştirilmesi (Aile düzenlemesi, hava değişimi, iş değiştirilmesi…)
2. İlaçlar, fizik sağaltım yolları, (faradi banyolar, Spor) çeşitli uğraşı iş ve uyumlandırma (rehabilitasyon ) yolları.

Psikoterapi Nasıl Etkili Olur?
Nasıl etkili olacağı birazda aldığınız psikoterapinin türü ile ilgilidir. Psikoterapi bir çok şekilde etkili olabilir. Bazı örnekler vermek gerekirse;
1. Doğal gelişme ve değişme süreçlerinizin önünde duran engelleri ve şablonları fark etmenizi sağlayabilir.
2. Geçmiş deneyimlerinizden yararlanarak şu anı ve geleceğinizi kontrol etmenizi sağlayabilir.
3. Semptom (hastalık belirtisi) ve çatışmalarınızı çözümleyerek etkili olabilirler.
4. Psikoterapiler zaten var olan ama belki de fark edemediğiniz içsel potansiyellerinizi kullanarak etkili olabilirler.
5. Duygu düşünce ve davranışlarınızda yaptığınız küçük değiştirmelerin yaşantınızda nasıl büyük değişmelere yol açabildiğini anlamanıza yardımcı olabilir.

Kimlere psikoterapi uygulanamaz?

Orta veya ağır derecelerde zeka kusurları olan kişilerde psikoterapi uygulamak neredeyse imkansızdır.

Hangi psikoterapi daha etkilidir?

Aşağıdaki tablodan bunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Her sorun için hangi terapinin daha etkili olabileceğinin farklılaşabileceğini unutmayınız. Rakamların o psikoterapi türünün etki derecesinin daha iyi olduğunu gösterir.

Terapinin Çeşidi

Ortalama Etki Derecesi (effect-size)
Psikodinamik Terapi (Psychodynamic therapy) 0.69
Dinamik- Eklektik Terapi (Dynamic-eclectic therapy) 0.89
Adlerian therapy 0.62
Hypnotherapy (Hipnoterapi) 1.82
Danışan Merkezli Terapi (Client-centered therapy) 0.62
Gestalt therapy 0.64
Rational-emotive therapy 0.68
Diğer kognitif psikoterapiler (Other cognitive therapies) 2.38
Transactional therapy 0.68
(gerçeklik terapisi) Reality therapy 0.14
Sistematik desensitizasyon (Systematic desensitization) 1.05
Implosion 0.68
Davranış terapileri (Behavior modification) 0.73
Kognitif-davranışçı terapi (Cognitive-behavioral therapy) 1.13
Eclectic-behavioral therapy 0.89
Vocational-personal development 0.65
Undifferentiated counseling 0.28
Placebo treatment (Placebo etkisi) 0.56
Toplam 0.85



kaynak: Hipnoterapi.com

Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:06
Bluesorrow - avatarı
Bluesorrow
Ziyaretçi
26 Şubat 2008       Mesaj #3
Bluesorrow - avatarı
Ziyaretçi

ERİCKSONİAN PSİKOTERAPİ

Erickson hipnozdan aldığı teknikleri indüksiyon ritüeline gerek olmadan başarılı bir şekilde psikoterapiye uygulamaktaydı. Yani “hipnoz yapmadığında” bile hipnoz yapan bir insandı. Bu bakımdan Ericksonian Hipnoz ve Ericksonian psikoterapi arasında fark yoktur bile denilebilir. Zaten onun yaklaşımı töröpatik hipnoz olarak isimlendirilir.

DANIŞAN DEĞİŞİME ZORLANMAZ
Ad:  support_slider.jpg
Gösterim: 1755
Boyut:  23.7 KB
Ericksonian Psikoterapinin en belirgin özelliklerinden birisi danışanın değişime zorlanmamasıdır. Bu özelliği bakınız Erickson nasıl vurguluyor.
"Psikoterapide ilk anlamanız gereken şey; danışanın düşüncelerini değiştirmeye zorlamamanız gerektiğidir. Danışanınızın düşüncelerini değiştirmeye zorlamaktansa o düşünce ile birlikte yol alınız (o düşünceye eşlik ediniz) ve danışanınızın düşüncelerini kendi isteğiyle değiştirmesine olanak sağlayan durum ve fırsatlar yaratınız." (Erickson & Zeig, CP, p.335)

PSİKOTERAPİDE TECRÜBE Mİ ÖNEMLİDİR YENİLİKÇİLİK Mİ?
"Her hasta için yeni bir teori geliştiririm."
Dr. Milton. H. Erickson
Kısa dönem terapileri uygulamada bazı araştırmalar (Frank,1973, S.167) göstermiştir ki henüz üniversite sıralarındaki öğrenciler, psikiyatristlerle aynı oranda başarılı sonuçlar elde edebilmektedirler. Çünkü psikiyatristlerin elindeki "tecrübe" öğrencilerin elindeki yenilikçiliğe ve dinamizme galip gelememektedir. Prof.Dr.Sidney Rosen Ericksonian terapide öğrencilerde bol miktarda bulunan merakın, gayretin, şevkin, yenilikçiliğin her zaman olumlu sonuçlar getirdiğini vurgular.

TERAPİST AKTİF OLMALIDIR
Erickson eğer siz yapmazsanız ben yaparım diyecek kadar terapide aktiftir. Terapist sadece konuşan ya da telkin veren kimse değil gerektiğinde organize eden, yaparak gösteren bir rehberdir. Erickson terapiyi rahatlıkla seans odasının dışına çıkarabilirdi. İnsanlara kaba davranmakla ilgili sorunu olan bir hastası ile akşam yemeğine çıkarak hastasının garsonlara davranışları üzerine psikoterapi yapabilirdi.
Ericksonian psikoterapi esnek ve stratejiktir. Erickson "Psikoterapide tüm yaptığınız ilk önce hastanızın dünyasını örneklemek, sonra hastanın dünyasına örnek olmaktır." demektedir.

ÇOK BOYUTLU (MULTİ LEVEL) İLETİŞİM GEREKTİRİR
Ericksonian psikoterapi, hastayla multilevel (çok taraflı, çok yanlı) iletişim gerektirir. Tüm psikoterapistler bilir ki hasta bir çok şekilde ve çok boyutlu olarak terapisti ile iletişime geçebilir. Erickson bunun bilincine varmamızı sağladı. Bir bayan danışanım duygularını resim çizerek ifade etmeyi seviyor, eve kapanıyor ve dışarı çıkmıyordu. Her seanstan önce bana karanlık canavarlarla dolu, cehennem tasvirli resimler getirirdi. Çünkü evin dışındaki dünyayı adeta bir cehennem olarak görüyordu. Ben de getirdiği cehennem manzaralı resmin hemen kenarına iki yumurta, iki kedi bir tava, çatal-bıçak, yatak-yorgan, çöp kovası gibi nesnelerin resmini çizdim. Danışanıma verdiğim gizli telkin şuydu:"Evden dışarı çıkmazsan hayatın bu ev eşyaları gibi basit ve anlamsız bir hale gelir”
Erickson’a göre psikoterapi "İyi fikirlerin, kötü fikirlerle yer değiştirmesidir." (Erickson’un sohbetlerinden alınmıştır ,1978).
Erickson psikoterapi, patolojiye odaklanmayan bir öğrenme yaklaşımıdır. Erickson nevroz ve psikoz gibi yaşam sorunlarını "Defolu bir öğrenmenin ürünü" olarak görürdü. Ericksonian yaklaşımda hipnoz terapistin danışanıyla en iyi kontağı kurabilmesi ve onu anlayabilmesi için bir vasıtadır (Zeig & Lankton, 1985).

İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ KAYNAKLAR İÇİMİZDE MEVCUTTUR
Erickson’a göre psikoterapi ortamında danışanın ihtiyaç duyabileceği her türlü kaynak bilgi, danışanın özgeçmişinde ve içinde mevcuttur.

DANIŞANIN RUH HALİ DEĞİŞTİRİLMELİDİR
Tüm psikoterapilere şöyle bir göz attığımızda değiştirilmiş bilinç hallerinde değişimin meydana gelme ihtimalinin yüksek olduğunu görürüz. Psikoterapistlerinde tatile çıkmayı önermelerinin önemli bir nedeni, tatilde danışanın her zamanki alıştığı bilinç halinden çıkarak daha farklı bir bilinç haline girmesine yardımcı olmaktır.
Rossi hipnotik indüksiyonun basamaklarını açıklarken ikinci basamakta danışanın alışılmış zihinsel olumsuz kurulumlarını (Erickson’un ifadesi ile mental setlerini) kesintiye uğratmak gerektiğini belirtmektedir (Erickson & Rossi, 1979). Erickson’a göre danışanın algı ve davranışlarında meydana getirilecek her yumuşama yararlıdır.

PSİKOTERAPİ SAMİMİYET VE YAKINLIK (RAPPORT) İÇERMELİDİR
Erickson’a göre teröpatik ilişki samimi ve yakın olmalıdır. Terapist ile danışan arasındaki kalın duvarlar yıkılmalıdır ki danışan telkine açık olsun ve terapistinin telkinlerini kendi doğal düşünceleriymiş gibi kabul etsin.

SELF KONCEPT’İN (BENLİK SAYGISI) DEĞİŞTİRİLMESİ GEREKİR
Tüm başarılı psikoterapiler gizli veya açık şekilde danışanın kendilik kavramı hakkındaki imajlarını değiştirirler. Danışanın içsel senaryoları ve içsel diyalogları trans durumunda değiştirilmeye çok yatkındır.

DENEYİM DAHA ÖNEMLİDİR
"Psikoterapi kitaplardan öğrenilmez. Psikoterapi tecrübe ile öğrenilir."
(Erickson’un kişisel sohbetlerinden)
From ve Reichman’in dediği gibi "Hastanın tecrübeye ihtiyacı vardır, açıklamaya değil. "Danışan doğal olarak kendisi hakkındaki bir çok şeyi terapistinden daha iyi bilebilir. Yüksek konsantrasyonun bulunduğu hipnoz halinde danışana elbette olumlu deneyimler yaşattırmak daha kolaydır. Erickson bu bakımdan fantezileri ve geçmiş deneyimleri gündeme getirir.

TERCİHLERİ ÖĞRETİNİZ
Erickson’a göre insanlar hasta ve sorunlu iken bile kendileri için en iyi tercihi yapmışlardır. Semptomlar danışanların kendi tercihleridir. Bu tercihler bilinçli ya da bilinçdışı yapılabilir. Terapist, danışanın seçeneklerini arttırmanın yollarını aramalıdır.
Erickson’a cinsel sorunları ve kusma şikayeti olan bir bayan gelir. Bayanın annesi ölmüştür. Anne kızına "Erkekler ne isterse, senden zevk almak için istiyorlardır. Onların isteklerini yerine getirmemelisin. Onların isteklerini ancak kötü kirli kızlar yerine getirir." demiştir. İşte bu anne kızına kötü cinsel telkinlerde bulunmuş, olumsuz bir hipnozla kızın hastalanmasına neden olmuştur. Kızını cinsel sorunlara sahip olacağı bir yola sokmuştur. Bu kötü telkin erkeklerle yakınlaştığı anda kusmak şeklinde ortaya çıkar. Kız aldığı bilgileri doğrultusunda doğru davranmaktadır. Erickson'a göre insanlar her durumda kendileri için en doğru olanı tercih ederler. Tercihleri değiştirmek istiyorsak bakış açısını değiştirmeliyiz. Buradan da anlaşılacağı gibi henüz kognitif (bilişsel) terapilerin ortaya çıkmadığı dönemde Erickson bilişsel terapi uygulayabilmekteydi.

TEORİLER DEĞİL AMAÇLAR ÖNEMLİDİR
Psikoloji “niçin” sorusu ile ilgilenmeye adanmakla birlikte “nasıl” sorusu neredeyse tamamı ile gözden kaçırılmıştır (Zeig, 1985). Bekli de bundan dolayı Avrupa geleneğine uygun psikoterapi yaklaşımları teorileri yüceltmiştir. Erickson psikoterapiyi teoriler yerine sonuçlara yönlendiren en önemli isim olmuştur.
Psikoterapi normalden sapmaların nasıl meydana geldiğini anlamaya çalışırken anlamanın tek başına değişime yol açacağını gizliden gizliye varsaymıştır.

PSiKOTERAPİYİ ZARAFET HALİNE GETİRMEK
Ericksonian yaklaşımda beklide en önemli fark telkinlerin gizli de verilebilmesidir. Telkinin ne oranda gizli olacağını belirleyen şey hastanın telkine direncidir (Zeig 1980). Telkinleri bazı anekdotların, cümlelerin, kelimelerin içine saklamak bazı hastalar için telkinin kabul edilirliliğini arttırmaktadır. Ayrıca telkinleri bu şekilde gizli vermek psikoterapinin zarafetini arttırarak psikoterapiyi hasta ve terapist için daha ilginç ve eğlenceli hale getirmektedir.
Bir danışanıma neden daha önce psikoterapiye gitmediniz diye sormuştum. Danışanım şöyle yanıt verdi: “Sorunlarımı deşerek kanatmak istemedim” İşte psikoterapi denilince akla gelen çağrışımlar.
Oysa Ericksonian psikoterapiden sonra bu konuşmalar. "Yahu bir psikoterapiste gittim çok enteresan bir adam ! Oldukça hoş sohbeti var !"şeklinde değişir. Ruhsal gerginlikler ve sorunlar içindeki hastayı bir de sıkıcı psikoterapi ortamıyla bunaltmaya gerek yoktur.
Erickson mizahın psikoterapide her şekilde kullanılmasını teşvik ederdi. Mizahın iyileştirici gücünün keşfi yaklaşık yirmi yıl öncesine dayanıyor. Mizah, danışan ve terapiste kavramları perspektife oturtmakta yardımcı olur. Psikoterapi ortamında yapılan mizah, danışana “Çok kısa olan yaşamımızda bazı amaçları gerçekleştirirken yaşamımızdan zevk almalıyız” telkinini verir. Yaşamda bir çok şeyi ölüm kalım meselesi haline getirmiş danışanlara risk almayı ve değişime cesaretli olmayı öğretebilir.
Ben Erickson’u biraz da Amerikalı psikoterapistlerin Nasrettin Hocası olarak değerlendiriyorum. Erickson terapi esnasında şok ve sürpriz şeklinde ortaya çıkan esprilerin danışanının katı zihinsel setlerini kırdığını düşünürdü.
Her psikolojik sorunun doğasında üzüntü mevcuttur. Danışanı sorunun doğasından ne kadar uzaklaştırabilirsek, tedavinin süresini o kadar kısaltmış oluruz.

ERİCKSONİAN PSİKOTERAPİ KISA DÖNEM STRATEJİK PSİKOTERAPİDİR
Kısa dönem stratejik psikoterapinin kurucusu Erickson’dur. R.Sherman ve Anderson (1978) ilk defa psikoterapiye başlayan danışanlardan bir gruba psikoterapinin dört seansta sonlanacağını söylerken diğer gruba hiç bir bilgi vermemiştir. Psikoterapinin dört seansta biteceği söylenilen grup gerçekten psikoterapiden daha fazla yararlanmış, terapiler daha erken sonlandırılmıştır.

TERAPİSTİN AMAÇLARI NE OLMALIDIR ?
1. Hipnoterapistin amacı danışanın uyum (compliance) gücünü arttırarak geliştirilen işbirliği sayesinde teröpatik amaçlara ulaşmaktır. Başka bir deyişle danışanın potansiyellerini uyandırarak iyileşmesine yardımcı olmaktır. Geleneksel hipnoz ise bir anlamda hastayı verilen her emre itaat etmeye davet eder. Geleneksel hipnozculardan Kroger’e göre (1963) hastaya öneri sunmak bile telkin sayılamaz çünkü böyle bir öneri kibar kalır. Geleneksel anlamdaki hipnotik telkin otoriterdir.
2. Danışanların yaşamları için hakimiyet duygusunu geliştirmelerini sağlamak.
3. İyimserlik duygusunu geliştirmek.
4. Benlik saygısını (self esteem) arttırmak.
5. Rahatlık duygusunu danışanın tüm yaşamına yaymak.

ERİCKSONİAN YAKLAŞIM NEDEN ETKİLİDİR?
Ericksonian terapinin tanınmış isimlerinden ve Erickson’un öğrencilerinden olan Prof.Dr. Sidney Rosen Erickson terapisinin etkili olduğu konusunda şu önemli açıklamayı yapmaktadır:
1. Ericksonian terapi yeniden çerçevelemenin önemini vurgular.
2. Patoloji üzerine odaklanmaktansa sağlık ve şifa üzerine odaklanır.
3. Hastalığın başlangıcına odaklanmaktansa terapinin amaçlarına odaklanır.

kaynak: Hipnoterapi.com
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:07
Bluesorrow - avatarı
Bluesorrow
Ziyaretçi
7 Mart 2008       Mesaj #4
Bluesorrow - avatarı
Ziyaretçi

METAFORLARLA PSİKOTERAPİ

Gizli telkinler vermekte bilinen en iyi hipnoterapist olan Erickson bazen telkinleri çoğunlukla çeşitli hikaye ve mecazların içine gizlice yerleştirirdi. Böylece hastanın tüm hastalık direnci kırılmış olurdu. Çünkü gizli telkine karşı danışanın bilinçli direnci daha az olmaktadır. Bu hikayeler çoğunlukla şaşırtıcı ve hastanın tüm dikkatini toplayıcı özellikler taşır, arketipik örnekler içerirdi. Onun hikayeleri Amerikan halkının ruhuna hitap ederdi. Belki de bundan dolayı kendisi "halk kahramanı" olarak anılmıştır.
Şimdi kendi kendinize“yahu bir hikaye dinlemek (hipnozda bile olsa) insanın yıllardır bilinçli çabalarıyla değiştiremediği özelliklerini değiştirmesini nasıl sağlar!” diyorsunuzdur. Aslında hikayelerle terapinin, etkisini sizi etkileyen güzel bir filmin hayat görüşünüzü değiştirmesine örnek gösterebiliriz. Sevdiğiniz bir filmi defalarca izleyerek adeta hipnotik bir konsantrasyona ulaştığınız zamanlar hiç olmadı mı? Bu filmde ki kahramanlarla kendinizi hiç özdeşleştirmediniz mi? Filmi seyrettikten yıllar sonra bile yeri ve zamanı geldiğinde çok eskiden şöyle bir film seyretmiştim diye arkadaşlarınıza anlatmadınız mı? Ne dersiniz belki bu film sizin bir çok tutum ve davranışınızı değiştirmiştir de sizin haberiniz yoktur. İşte modern hipnoz bir anlamda budur. Hipnoterapi bu bağlamda size uygun filmi yaratmanızı ve hayatınızı değiştirmeyi sağlama işini de üstlenebilir.
Erickson’un hikayeler anlatarak balıkçılardan ödül olarak akşam yemeği kazanmasını hatırlayalım. Hikayelerin insan davranışları üzerindeki önemli etkisini Erickson genç bir öğrenciyken fark etmişti.
Erickson anlattığı hikayede hastasının hikayedeki kahramanlardan kiminle özdeşim kurduğuna çok dikkat ederdi. Danışanının hikayeye verdiği tepkilerden onların içsel durumları hakkında bilgiler edinirdi. Yani hikayelerini yeri geldiğinde projektif bir test olarak kullanırdı. Örneğin bir hikayedeki "aile" rehberi, sevgi kaynağını, desteği veya irrasyonel (akıl dışı) rehberliği, zorlayıcı irrasyonel kuvveti temsil edebilirdi. Bir “çocuk” tecrübesizliği, öğrenme isteğini; fakat nasıl yapılacağını bilmemeyi, kendiliğindenliği, cahilliği, davranışlarımızın sınırlandırılmış repertuarlarını temsil edebilirdi. Hikayeyi dinleyen kişi eğer çocukla özdeşim kurmuşsa muhtemelen hikayede çocuğun büyüme ve özgür olma yolundaki engelleri aştığını öğrenince sevinecektir ve bu sevinme yüz ifadesine (facial expression) mutlaka yansıyacaktır.
Bandler ve Grinder'e göre Ericksonian iletişimi mikroskobik düzeyde açıklamaya çalışmışlar, hikaye içindeki telkinlerin Erickson tarafından duraklama, oturma pozisyonu veya ses tonunun değiştirilmesi şeklindeki etkilerle de verildiğini bildirmişlerdir. Bana da bu yöntem son derece mantıklı geldi çünkü bilincin algılayamadığı mimikleri bilinçaltının rahatça algılayabilmesi doğaldır ve bilinen bir gerçekliktir.
Erickson psikoterapi sırasında, hikayede geçen “ayağa kalkmak, yolunu bulmak, doğru gibi bazı kelime ve kavramları bilinçli olarak kullanırdı. Psikoterapi sırasında bu kelimeleri algılayan danışanın bilinçaltına gizli telkinler gönderilmiş olurdu. Ayağa kalkmak, depresyondaki çökkünlükten kurtulmanın sembolü ve gizli telkini olabilirdi. Jeffry Zeig Erickson ile ilgili bir seminerinde anekdotları kullanmanın değerini şöyle açıklamıştır:

1. Anekdotlar tehdit etmez:
Bilinçaltı fikirlere, kelimelere, telkinlere ve cümlelere direnç gösterebilir ama hikayelere direnç göstermesini bilmez. Bir atasözüne yanlış fikirleri de savunsa genellikle kimse karşı çıkmaz ya da çıkmayı akıl etmez. Böyle bir alışkanlığımız yoktur.
2. Anekdotlar telkinleri hoş hale getirir:
Acı bir ilacı daha tatlı olan başka bir şeyle veya şekerlemenin içine koyarak daha kolay yutabiliriz. Bunun gibi bazı telkinlerde anekdotların içine yerleştirilebilir.
3. İnsan anekdotlardan sonuç çıkarma eğilimindedir:
Anekdotlardan telkini kişi kendisi çıkarmış olur. Böylece telkinin sırf telkin olmasından dolayı karşılaşılabilecek direnç daha baştan kırılmıştır.
4. Anekdotlar değişime karşı insandaki doğal direnci bypass eder.
5. Anekdotlar ilişkileri kontrol etmede kullanılabilir.
6. Anekdotlar danışanı daha esnek hale getirebilir.
7. Anekdotlar danışanda şaşkınlık (konfüzyon) yaratarak telkine daha açık ve hazır hale gelmesine yardımcı olur.
8. Anekdotlar fikirlerin ve telkinlerin hatırlanabilirliliğini arttırır.


Ayrıca, Erickson’ın mecaz anlamlı telkinleri ve anekdotları danışanın aklına kendi tecrübelerini getirirdi. Hep söyleriz ya başkasından akıl almak zordur diye. En değerli şey bizim için kendi aklımızdır. En çok kaybetmekten korktuğumuz şeydir aklımız. Onun hikayeleri, anekdotları ve mecaz anlamları telkin için kullanmasının en önemli nedeni de budur. Danışan kendisini iyileştirecek aklı, düşünceyi ve iç görüyü kendi üretebilir. Ancak psikoterapist bu aklı, düşünceleri ve içgörüyü oluşturacak materyalleri danışana verirse, hem dirençle karşılaşmaz hem de danışan zorlanmamış olur. Her ne kadar “Akıl akıldan üstündür” şeklinde başkasından akıl almayı tavsiye eden bir atasözümüz olsa da insan olarak hep “üstün akıl” olma eğiliminde olduğumuz bir gerçektir. Mümkünse akıl veren olmak isteriz alan değil.

Örneğin ev ve eşya taşırken eşyanın nasıl taşınacağı konusunda herkesin ayrı bir fikri vardır ve genellikle her kafadan bir ses çıkar. Genellikle işin başkalarının önerileriyle değil, kendi önerilerimiz doğrultusunda halledilmesi isteği içimizde gizlidir.
Metaforlar sayesinde danışanlar aynı kavramlar hakkında değişik yorumlara rahatlıkla ulaşabilir, metaforların asıl anlamının gizli olması nedeni ile kendi bilgi ve anlayışlarını rahatlıkla yeniden inşa edebilirler. Böylece psikoterapi sürecinde danışanlara aktif bir görev verilmiş olur. Psikoterapistin direktiflerine bağımlı hale gelmezler.
İnsanlar, her hikayeden, her mecazlı sözden, her anekdottan yani her metafordan kendilerine özgü anlamları çıkarırken kendi psikolojik yapılarını da ortaya koymuş olurlar.

Erickson ,”Bir insanın kendi kardeşi hakkında düşünmesini istiyorsanız en iyi yol, kendi kardeşiniz hakkında bir anınızı ona anlatmaktır “der. Erickson seanslarında sıklıkla kendi anılarından bahsederek gizlice danışanın algılarına etkide bulunurdu.
Benzer şekilde benzetmeler ve mecazlar bir fikrin hatırlanabilme ihtimalini yükseltir. Sürekli ailesinden aldığı olumsuz telkin ve fikirlerden istemeye istemeye etkilenen bir bayan danışanıma :”Artık kuş yuvadan uçtu “demiştim ve hipnoz esnasında bu kuşu hayal etmesini istediğimde bu kuşun bir güvercin olduğunu söylemişti. Elde ettiğim olumlu sonuç şaşırtıcıydı. Artık hiç bir şekilde ailesine kulak asmadığını ne zaman olumsuz sözlerle karşılaşsa güvercini yuvadan uçarken gördüğünü söylüyordu. Kuş metaforunu burada kullanmam iyi bir sonuç vermişti.

Erickson klasik hipnozcuların aksine sadece hipnozdaki danışanın vücut hareketlerine, nefes alışına, nabzına değil her türlü mimiğine ve tepkiye (responsa) dikkat ederdi. Bir hikayeyi dinlerken danışan herhangi bir sıkılma belirtisi göstermişse, danışanın bilinçaltı için önemli noktaya gelindiğini hissederek başka bir hikayeye geçer ya da aynı hikayede detaylara inip danışanın tepkilerini gözlemlerdi. Yani Erickson’un hikayeleri (tales-stories) sadece terapötik değil aynı zamanda diagnotistikti.
Erickson Hipnoterapi adlı eserinde hastanın dikkatini toplamak için kullandığı teknikleri açıklamaktadır. Bunlar sürpriz, şok, şüphe, şaşkınlık (kafa karışıklığı) saklı anlamları kullanmanın bir çok çeşidi, soru sorma, sözcük oyunu, mizah, hikaye ve anekdot teknikleridir. Her hikayenin bir yapısı ve gizli planı olmakta ve genellikle bir sürprizle bitmektedir. Bazı hikayeleri yavaş bir ritim ile tekrar tekrar okuyarak bir hipnoz hali yaratır. Bu tür hikayeler genellikle subliminal hipnotik etkilere de sahiptir.

kaynak: Hipnoterapi.com
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 02:30
Gabriella - avatarı
Gabriella
Ziyaretçi
16 Mart 2008       Mesaj #5
Gabriella - avatarı
Ziyaretçi
Psikoterapi nedir?

PSİKOTERAPİ


a. (fr. psychotherapie)
1. Yaşamaktan acı duyan bir özneye, kendi takdirine bırakılan bir iyilik durumunu geri vermek olanağını sağlayan her türlü yöntem.
2. Dar anlamda, psikanalizden esinlenen ve onun uygulama ve kavramlarına dayanarak, bilinçdışı içerikleri aynı iyilik durumu açısından bir işleme olanağı sağlamak için aktarıma istediği yönü veren her türlü yöntem. (Bk. ansikl. böl.)

—ANSİKL. Psikan. Psikanalizden esinlenen psikoterapiler arasında, temel çığlık, Gestalt-terapi, biyoenerji, gevşemeler, rebirth, karşı karşıya konuşma, grup psiko- terapisi, psikodram vb. yöntemler sayılabilir.
Bu uygulamaların etkinlik ve ahlaki temelleri konusunda canlı bir polemik tartışma sürmektedir. Bununla birlikte, tüm bu terapilerin, yaşama güçlüklerimizin kaynağının ve bu güçlüklerin çözümünün ancak bedende bulunabileceğini ortaya çıkarmak ortak paydasına dayandıklarını da kabul etmek gerekir. Bilimsel bir aktivite yürütebilmek için ilgili bilim dalının kullanacağı bir teknik dil lazımdır. Belirli disiplinlerde ve alt disiplinlerde bilim adamlarının birbirlerini anlayabilmesi için belirli kelimelere standart bir anlam yüklenmesi gerekir. Bilimsel aktivitenin temel şartı bir kavramın bilinen teknik anlamında kullanılmasıdır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde psikiyatrinin de kendine ait teknik kavramları mevcuttur. Bilimsel aktivite bu teknik kavramlar sayesinde yürütülür, çalışmalar yapılır, tartışılır ve yorumlanır. Belirli bir kavrama farklı anlamlar yüklenirse bunun sonucunda kaos ve karmaşa çıkar. Psikiyatri genç bir bilim dalı olarak bu kavramlaşma sürecini henüz tamamlamamıştır.

Psikoterapinin Sözlük Anlamı


Psikoterapinin sözlük anlamı, ruhsal yolla tedavi etmek şeklinde tanımlanabilir. Batı dillerinde kullanılan psikoterapi terimini İngilizcesi olan “psychotherapy” kelimesinden hareketle izah edersek, bu terimin iki kelimeden oluştuğunu görürüz. Buradaki “psycho” kelimesi “psyche’ anlamına olup can ve ruh manasınadır. “Kelimenin kökeni Grekçe de yine can, nefs ve ruh anlamlarına gelen, psukhē olup nefes almak anlamına gelen “psukhein XE "psukhein" ” fiilinden türemiştir. Kelime Latinceye “psỹchē (psişe)” olarak geçmiştir. Terapi kelimesi de (İngilizce Therapy) bir hastalık ya da bozukluğun tedavisi demek olup, kelimenin kökeni Grekçe “tıbbi olarak tedavi etmek” anlamına gelen “threapeuein” fiilinden türeyen “therapeia” kelimesidir. Bu iki kelimenin birleşmesinden meydana gelen psikoterapi (psychotherapy) teriminin sözlük anlamı ruhsal tedavi demektir. Burada ruhsal tedaviden kasıt psişik hastalıkların ilaç ve cerrahi yöntemler kullanılmadan tedavi edilmeye çalışılması anlamına gelmektedir.

Psikiyatrideki Teknik Anlamı


Yukarıda verilen açıklamalarla birlikte psikiyatrinin, bilim dilinde ortak olarak uzlaşılmış bir anlamı mevcut değildir. Psikoterapiye verilen anlamlar çok geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Bunlar, hasta ile hekim arasındaki her konuşmayı bir psikoterapi olacak şekilde yorumlayarak psikoterapiyi en geniş anlamıyla alan eğilimlerden belirli ruhsal hastalıkları, belirli tedavi teknik ve stratejileriyle, belirli şartlarda uygulamayı standardize etmiş olup, terimi dar anlamıyla kullanan eğilimlere kadar bir dağılım göstermektedir. Bu durumda karşımıza, müphem ve çerçevesi çizilmemiş bir terim çıkmaktadır. Bazı bilim adamlarına göre, her hekimin her hastasına uyguladığı yaklaşım özel bir psikoterapi iken; bazılarına göre ise ancak çok katı kuralların uygulandığı standardize edilmiş programlar psikoterapidir. Psikoterapi teknik bir bilimsel terim olarak ele alınacaksa mutlaka çerçevesi belirlenmeli, programı yapılandırılmalı ve evrensel uygulanabilirliği standardize edilmelidir. Eğer psikoterapiden kastedilen şey; hastanın medikal ve cerrahi tedavi yöntemler dışındaki her yöntemle kendini iyi hissetme hali ise bu çok geniş bir alanı kapsamaktadır.

Bu bağlamda öğretmenin öğrencilere verdiği bilgilendirme, telkin, ikna, modelleme; din adamının cemaatinde uyguladığı benzer uygulamalar, ebeveynin evladına gösterdiği yaklaşımlar, şamanın halkına verdiği tılsımlı ve gizemli bilgi ve malzemeler sonuçta bir etki yaratmaktadır. Bunların hepsine de psiko-terapötik etki demek mümkündür. Bir şeyin etkili olması farklı bir şey; bilimsel olması ise farklı bir şeydir. Bu etkiyi yaratan faktörlerin neler olduğu, etkin tarafın konumu, tavrı, hareketi, statüsü ve mistik gücü gibi faktörler mi yoksa kullanılan malzemenin (konuşma, söz, tılsım, muska, büyü vs.) içeriği veya edilgen tarafın iç dünyasında hazırladığı şablonlar mı olduğu konusu tamamen ayrı bir araştırma konusudur.

Bir Disiplin Olarak Psikoterapi


Biz burada çeşitli insan ve kurumların, çeşitli yöntem ve araçlarla yarattığı etkinin nasıl, kime, nerede ve ne zaman etki ettiğini araştırmanın ayrı bir konu olduğunu; bilimsel bir disiplin olarak psikoterapinin çerçevesinin, aracının, hedefinin, etki alanının ve sınırlarının ne olduğunun belirlenmesinin de ayrı bir konu olduğunu belirtmek istiyoruz. Birinci bağlamdaki psiko-terapötik etkiyi başka bir yerde incelemek üzere bir tarafa bırakırken, temel konumuz olan psikoterapiye dönmek istiyorum. Başlangıçta çok muğlâk ve çerçevesi çizilmemiş olan bu kelimenin psiko-terapötik etki yaratan tıp dışı faktörleri bir kenara bıraktığımızda muğlâklığının büyük ölçüde azaldığını görüyoruz. Burada kastettiğimiz psikoterapi, hekimle hasta arasında ilişki bağlamında değerlendirilir. Bunun dışındaki yaklaşımların hiçbiri psikoterapi kelimesiyle ilişkilendirilemez. Hastayla hekimin arasındaki ilaca ve cerrahi müdahaleye başvurmadan yapılan ve hastalığı olumlu yönde etkileyen yaklaşımların tümü psikoterapi midir? Hayır. Tıp bilimi, dâhili ve cerrahi hastalıklar olmak üzere iki ana grupta kümelenmiş onlarca alt disiplini barındıran ve hastalarını medikal ve cerrahi yöntemlerle tedavi eden birçok bilim dalını içerir. Ruhla bedenin iç içe geçtiği, bedensel rahatsızlıkların ruhu etkilediği; ruhsal rahatsızlıkların bedeni bozduğu bir sistem içerisinde hekimlerin hasta ile kurdukları her türlü iletişim pozitif veya negatif bir etki yaratabilir. Bu etkilerin pozitif olanlarına psikoterapi demek mümkün müdür? Bu sorunun cevabı da yine ‘hayır’dır.

Psikoterapi, hastalığı belirli bir psiko-patolojik anlayış içerisinde, belirli bir kavram dizinine oturtarak ve yapılandırılmış bir program içerisinde tedavi etmek amacıyla planlı bir şekilde yürütülen uygulamalardır. Peki, böyle bir uygulama var mıdır? Evrensel olarak kabul edilmiş, standardize edilmiş tek bir psiko-patolojik anlayışa dayanan böyle bir psikoterapiden bahsetmek henüz zor görünmektedir. O halde psikoterapi ya da psikiyatri bir bilim değil midir? Bunu bu şekilde ifade etmek haddi aşmak olur. Tek bir psikoterapiden bahsetmek de cüretkârlıktır. Tıbbın en kesin en net olarak bildiğimiz hastalıklarında dahi tedavi yaklaşımları, stratejileri ve uygulamaları açısından geniş bir yelpaze söz konusudur. Hatta bu yelpazenin uçları birbirine zıt noktalara kadar gidebilmektedir. Henüz psikiyatrik bozuklukların birçoğu hastalık olarak dahi tanımlanmamışken bunların tedavilerinde standardize edilmiş ve evrensel olarak uygulanabilir bir programın çıkması imkânsıza yakındır veya çok zordur.

Her bilim dalında evrensel gerçekliğin bir alanını deşifre etme çalışmaları yoğun bir şekilde sürmektedir. Evreni bir yap-boz ’a benzetirsek yap-boz’un parçaları yavaş yavaş birleşerek görüntü ortaya çıkmaktadır. Bu gayretlere bilimsel çalışmalar diyebiliriz. Bir yap-boz parçasının yapısını devasa bir kütleye benzetirsek ve bu yap-boz’un içindeki küçük bir yap-boz parçasının devasa bir yapı olduğunu, o yap-boz parçasının içinde de küçük yap-boz parçacıklarının olduğunu varsayalım. Burada tıp, büyük bir yap-boz iken bilim dalları bu yap-boz’un parçalarıdır. Bunlardan biri olan psikiyatri insanı anlamanın çözmenin bir yolu olan tıp yap-boz’u içindeki yerini alırken bu psikiyatri yap-boz parçasının içindeki hastalıklar, bozukluklar ve tedaviler bu yap-boz’un sınırlarını netleştirmektedirler. Bunların bazısı net ve açık, bazısı sisli, bazısı değişken ve bazı parçalar da eksiktir. İşte bu parçaları anlamlandırabilmek için hipotezler ve teoriler gündeme getirilmektedir. Bunlar sınandıkça ve test edildikçe doğru olanlar kalmakta, yanlış olanlar dışlanmaktadır. Böylece her gün yeni bir yap-boz parçacığı ana yap-bozdaki yerini almaktadır. Psikiyatri içerisinde psikoterapi de sınırları zaman zaman muğlâk, zaman zaman belirsiz, zaman zaman değişken bir yap-boz parçasıdır. Ama yap-boz her gün daha netleşmekte, daha bütünleşmekte ve parçalar bütünleştikçe karşımıza yeni bir resim çıkmaktadır. Biz burada bu resmin oluşum çizgilerini görmeye çalışıp tepeden bakarak bütünü yakalamaya gayret edeceğiz. Gerçeğin parça parça ortaya konduğu bilimsel aktiviteleri olabildiğince kuşatarak, notaların yanında besteyi okumaya çalışacağız.

Psikoterapi Türleri


Psikoterapi iki kişi arasında geçen sıradan bir sohbet değildir. Psikoterapi insanı izah eden, insanın gelişimini açıklayan felsefi ve bilimsel bir arka plana, bir insan modeline dayalı bir sistemi kabul ettikten sonra bu sistemden belirli nedenlerle sapma gösteren yapıların belirli stratejilerle düzeltilmesini amaçlayan bir bilimsel disiplindir. Peki, bu psikoterapi tek bir yöntem midir? Hayır. Bugün dünyada sekiz yüzün üzerinde psiko-terapötik teknik uygulandığı iddia edilmektedir. Bunların çoğunu biz de bilmemekteyiz. Ama bunları ana başlıklar altında incelersek bunların dört ana kümede toplandığını görürüz:
  • Kaynağını Pavlov ’un hayvanlar üzerinde yapmış olduğu çalışmalardan alan ve koşullu şartlanmayı temel kabul eden Davranışçı Psikoterapi tekniği.
  • İnsanı hayvandan ayıran temel yapının düşünce olduğunu iddia eden ve algılama farklılığı üzerinde duran Bilişsel Psikoterapiler.
  • İnsanın problemlerini kesitsel olarak almayıp geçmişle bütünleştirerek, geçmişin ana şablonlarının bugünkü izdüşümleri yarattığına inanan Dinamik Psikoterapiler.
  • İnsanın en temel varlık nedenlerini irdeleyen ve cevap bulunamayan sorularla ilintili olarak insanın kriz yaşadığını iddia eden Varoluşçu Psikoterapiler.
Buna göre ilk psikoterapi çalışmaları davranışı ele alan davranışçı psikoterapi teknikleridir. Davranışçı psikoterapi insanı mutsuz ve huzursuz eden, sıkıntıya neden olan davranışları düzeltmeyi amaçlayan psikoterapi tekniğidir. Bu teknik kişiye rahatsızlık veren belirli davranışları bir anlam çerçevesi içerisinde değerlendirmiş, standardize etmiş, nasıl geliştiğini anlatmış, bunu bilimsel çalışmalarla ispat etmiş ve bunların belirli tekniklerle değiştirilebileceğini kanıtlamış olan tedavi tekniğidir. Kaynağını daha çok Pavlov XE "Pavlov" ’un köpekler üzerindeki deneylerinden almıştır. Hayvan deneylerinde, Pavlov, Torndike XE "Torndike" , Skinner ’in yaptığı hayvan davranışları model alınarak insan davranışları izah edilmiş ve davranışların oluşum sürecine bakılarak tedavi teknikleri geliştirilmiştir. Görüldüğü gibi burada bir insan anlayışı ve modeli vardır. Davranışlar laboratuarda test edilmiş, incelenmiş ve bunlara uygun tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. İnsanı davranışçı ekolün bakış açısıyla izah etmek, insan yap-boz XE "yap-boz" ’unun bir parçasını açığa çıkarmaktır. Canlılar belirli etkilere maruz kalınca belirli tepkiler vermektedir. Belirli uyaranlar bazı uyarıcılarla eşleştirildiğinde benzer sonuçlara ulaşılmaktadır.

Pavlov ’un klasik koşullu refleks olarak isimlendirdiği bu davranışsal öğrenme modeli insanların da birçok davranışını izah etmektedir. Bunun detaylarıyla ilgili birçok çalışma yapılmış, uyaranların insan davranışlarında ne tür etki yarattığı, bunların nasıl oluştuğu, nasıl ortadan kalktığı ve nasıl tekrar aktive edildiği bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Sosyal öğrenme ve modelleme teorileriyle ilgili bilgilerimiz geliştikçe insanların davranışlarını anlamamız ve izah etmemiz daha kolay olmaktadır. Bu model insanın iç dünyasına girmeden onu dıştan gözlemleyerek hareketlerin neden ve niçinlerini araştıran, tüm davranışları belirli kalıplarda izah etmeye çalışan ve daha çok bir öğrenme modeline dayanan bir yaklaşım tarzıdır.
İnsan, hayvana göre daha gelişmiş şartlı reflekslerden ibaret, daha komplike bir hayvan mıdır? Yoksa insan belirli uyarıcılara karşı belirli tepkileri verme mecburiyetinde olan, robota benzer bir hayvan mıdır? Ya da insan etrafında modellediği davranışları otomatik olarak yapmaya mahkûm, aciz bir organizma mıdır? İnsanın tüm varlığını şartlı refleksler ve sosyal öğrenme modeliyle izah etmek mümkün değildir. İnsanın bir takım davranışlarını bu kalıplara sokmak uygun iken birçok davranışın arkasında öğrenme ilkelerinin çok ötesinde bir takım karmaşık sistemler mevcuttur. Elli tane köpeği alıp bir laboratuara koyduğumuzu varsayalım. Her öğle yemeğinde yemekleri hayvanların önüne koyduğumuzda bir zili çalalım yemekle zil uyaranını eşleştirelim. Pavlov ’un yaptığı bu deneyi biz de uyguladığımızda bir süre sonra önüne yemek koymadığımız halde köpeklerin salyalarının aktığını hep birlikte hayretle tespit edeceğiz.

Aynı deneyi insanlara uyguladığımızı düşünelim. Elli insanı bir lokantaya koyup, her gün aynı saatte yemek verelim ve her yemek vakti zile basalım. Bir müddet sonra zili çaldığımızda ne tür tepkiler alacağız. Muhtemelen insanların bir kısmının salyası akacak. Bir kısmı bu şakaya sinirlenecek, bir kısmı ise küfredecek ve bir kısmı da camı çerçeveyi indirecektir. Bunun böyle olacağını ispat etmek için elli insanı böyle bir ortama sokmaya gerek yoktur. Çünkü bu her gün tezahür etmektedir. Büyük bir depreme maruz kalan insanlar aynı bölgede, aynı şartlarda, aynı depreme, yani aynı uyarana maruz kaldıkları halde o insanların aynı tepkilerde bulunması beklenirken hepsi farklı tepki vermektedir. Depreme maruz kalanların bir kısmı korku ve panik içine düşmekte, bir kısmı depresyona girmekte, bir kısmı öfkelenmekte; bir kısmının inanç ve değer yargıları değişmekte, dindar olanlar dinsiz, dinsiz olanlar dindar olabilmektedir. Bunun gibi farklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Uyaran aynı olduğunda tepkilerin aynı olması beklenirken farklı tepkiler ortaya çıkmaktadır. Burada davranışçı ekol çaresiz kalır. İnsanların davranışının ön plana çıktığı patolojik durumlarda, davranışçı terapi teknik ve stratejileri çok yararlı sonuçlar sağlamıştır. Özellikle fobilerin tedavisinde, yüzleştirme, cevap engelleme ve kaçınma, davranışı ortadan kaldırmaya yönelik davranışçı tedavi ilkeleri, taklit, modelleme, rol provası gibi diğer davranışçı tekniklerle birleştirilerek çok yararlı sonuçlar elde edilmiştir. Fobilerin bir grubunda (özellikle soysal öğrenme ve modellemeye göre öğrenilmiş fobilerde) davranışçı terapi teknikleri işe yararken daha karmaşık ve kompleks nedenlere dayalı fobilerde davranışçı terapi yetersiz kalmaktadır.
Bu durumda yap-bozun yeni parçalarını ortaya çıkarmak ve anlamlandırmak gerekmektedir. Bu kez karşımıza yeni bir teori ile bilişsel (kognitif) psikoterapi çıkmaktadır. Bunlar bir taraftan davranışçı sosyal öğrenme ve modellemeyi kabul ederken, diğer yandan insanın tüm davranışlarını izah etmek için bu yaklaşım tarzının yetersiz olduğunu ileri sürerler. Bilişsel ekol insanın bir hayvan olmadığını, hayvandan farklı olarak algılama araçlarıyla dışardan algı alan, bunu bilgi olarak değerlendiren, beyinde insan olmanın temel özelliği olan yorumlama kavramıyla algılanan bilgiye şekil veren ve bu bilgiyi yorumlayan, yoruma bağlı olarak da tepki gösteren bir varlık olduğuna inanmaktadırlar. Her şey beyindeki komuta kontrol bölgesindeki yorumlama merkezi tarafından idare edilmektedir. Beş duyu ile alınan algılarımız özel, bireysel ve sübjektif filtre sistemlerinden geçirilerek merkeze alınmakta, merkeze alınan bu bilgiler orijinal yapılarının dışında bir anlama büründürülebilmekte ve bu anlamlandırmaya bağlı olarak da cevaplar üretilmektedir. Sistem basittir: girdi=> yorum=> çıktı.

Bu bağlamda her türlü dışsal algı, her türlü değişime tabi tutularak her türlü sonucu mümkün kılmaktadır. Burada tam bir kaos, karmaşa veya rölativite vardır. Bir telefon santralindeki sekreterin telefon hatlarını istediği hatta bağlayabilmesi gibi bir model çıkarılabilir. Fakat bilişsel ekol bu sistemin kaotik, kompleks ve rasgele çalışmadığını göstermiştir. Bilginin algılanmasından başlayarak, cevabın oluşmasına kadar geçen süredeki bilgi işleme sürecinin belirli bir model-yapıyla oluştuğunu bize göstermiştir. Eğer bir bilgi, yanlış bilgilendirmeye tabi tutulacaksa, değiştirilecekse, bozulacaksa ve yok sayılacaksa bunun için beynimiz özel yöntemler uygulamaktadır. Mesela beyin, seçici algılama, abartma, küçümseme, bireyselleşme, genelleştirme, ya hep ya hiç tarzında düşünme veya keyfi çıkarsama gibi yöntemlerin birini veya birkaçını uygulamaktadır. İnsan beyninin bilgiyi nasıl işleme tabi tuttuğu ve nasıl yorumladığı ile ilgili üç katmandan oluşan bir izah getirilmektedir. Bunlar, bir Hindistan cevizi gibi üç katmandan oluşur. En dış katman, kabuk kısmı, patolojiye neden olan öğrenilmiş olumsuz düşünceler katmanıdır. Orta katman, kişinin temel kabulleri veya ayıltılarıdır. En alt katman ise çekirdek kısım veya Hindistan cevizinin öz suyunun bulunduğu yer, temel şemalardır. Bunu her insanın bir mevzuat hiyerarşisi olarak kabul edersek, tüzük ve yönetmelikleri olumsuz otomatik düşüncelere; kanunları, temel kabullere; ana yasa maddelerini de temel şemalara benzetebiliriz. Bu metaforik örneklerden yola çıkarak, Hindistan cevizinin dış kısmına ulaşmak kolaydır. Tüzük ve yönetmelikleri bir bakanın ve genel müdürün değiştirmesi mümkün olduğu gibi bu bağlamda olumsuz otomatik düşünceleri değiştirmek, düzeltmek, yakalamak, yüzeydeki bir alanda daha mümkündür. Bunların arkasındaki gizil ve görünmeyen temel kabulleri yakalayabilmek için Hindistan cevizinin kabuğunu geçip orta katmanına ulaşmak lazımdır. Bu husus, olumsuz otomatik düşünceleri yakalamaktan daha zor ve daha çok dikkat gerektirir. Bunları yakaladıktan sonra değiştirmek ise, tüzük ve yönetmeliklere göre yasaları değiştirmenin zorluğu gibidir. Temel kabullerin ve sayıtlıların üzerine bina edildiği temel şemaları yakalamak ve kavramak, Hindistan cevizinin öz suyuna ulaşmak kadar zordur. Temel şemalara ulaşıldığında ki bunlar bebekliğimizden ve çocukluğumuzdan getirdiğimiz ana kimlik ve kişilik iskeletleridir, bunları değiştirmek anayasanın maddelerini değiştirmek kadar güçtür.

Bilişsel insan anlayışı bu üçlü katmana bağlı olarak insanın bir kimlik geliştirdiğini, bir kendilik ve dünya algısının olduğunu, kendini ve dünyayı bu üçlü filtre sisteminden veya merceğinden geçirdikten sonra bir anlam yükleyerek kabul ettiğini ve buna bağlı olarak da tepki/cevap ortaya koyduğunu göstermektedir. Hastalıkların oluşum zincirinde bu yapıyı ortaya çıkarmak mümkündür. Yapının oluşum ve gelişim modelini bu şekilde izah edebiliyorsak, bunu değiştirmenin de mümkün olabileceğini varsayabiliriz. Bilişsel çarpıtmalarla, bu üçlü katmandaki hatalarla oluşmuş olan hastalıklar, bunlara göre uygun olarak geliştirilmiş olan bilişsel tedavi stratejileriyle düzeltilebilmektedir. Davranışsal tedavi tekniklerinin yetersiz kaldığı birçok durumda hastaya bilişsel tekniklerle yaklaşıldığında bilişsel psiko-terapötik tekniklerin olumlu sonuçlar doğurduğunu görmekteyiz.

Bu bilgilerin ışığında yap-bozun ikinci parçası da netleşmektedir. Notalar ortaya çıktıkça bestenin ahenkli melodileri de duyulmaya başlamaktadır. Fakat hastaların bir kısmı hala karşımızda direnmekte, davranışçı gayretler, bilişsel tekniklerle açığa çıkarılan otomatik olumsuz düşünceler, temel kabuller ve şemalar hasta tarafından garip bir şekilde bertaraf edilmekte, dışlanmakta ve kabul edilmemektedir. Hasta size iyileşmek için gelmekte, ancak verdiğiniz programları uygulamamakta, kısaca direnç göstermektedir. Direnç için bilişsel terapinin yapabileceği hiçbir şey yoktur. Çünkü direnç bilinçdışı dinamiklerle işleyen psiko-dinamik yapının temel bir kavramıdır. Hastayı ne kadar bilgilendirirseniz bilgilendirin, hastaya ne kadar bilişsel iç görü kazandırırsanız kazandırın, hasta çocukluk dönemindeki yaşantıladığı anne, baba, çocuk üçgenindeki temel yapıları bugünkü yaşantısında hep tekrarlamaktadır. Bu yapıyı bilişsel tekniklerin yöntemi doğrultusunda akılla, mantıkla ve bilgiyle değiştirmek mümkün değildir. Bu yaşantılama tekrar sahneye konmalı, bir üst kalıp üzerinden geçilerek yeni bir biçime/kalıba dökülmelidir. Tedavi ancak o zaman mümkün olabilmektedir. İşte bu yeni tarz yaklaşıma psiko-dinamik yaklaşım modeli denmektedir.

Psikodinamik model kaynağını Sigmund Freud ’dan alarak bugüne kadar birçok değişim, gelişim ve farklılaşma göstermiş dahası geniş ve dinamik bir yelpazede birçok ekolün kurulmasına öncülük etmiştir. Bu model, insanı en geniş bir şekilde tanımlamaya çalışmakta, insanın ruhsal yapısının gelişim evrelerini ortaya koymakta, bu gelişim evrelerinde meydana gelebilecek zararlı etkilere bağlı olarak ortaya çıkabilecek hastalıklı sonuçlar hakkında öngörülerde bulunabilmektedir. Böyle bir insan modeli bu evreleri detaylı bir şekilde izah etmekte, bu evrelerde meydana gelebilecek hata, arıza, bozukluk ve yanlışlıkların nasıl ortadan kaldırılıp tedavi edilebileceği ile ilgili bir standart program ortaya koymaktadır. Bu programın uygulanmasında değişik psiko-dinamik modeller arasında çeşitli teknik farklılıkların bulunmasına rağmen, insanın ruhsal modeli anlayışları açısından aynı, fakat tedavi stratejileri bakımından yaklaşımları farklıdır. Davranışçı ve bilişsel modellerle izah edemediğimiz, izah etmeye çalışsak bile tedavi edemediğimiz vakalarımıza dinamik bir formülasyonla yaklaştığımızda olayın çözümlendiğini görmekteyiz. psiko-dinamik yaklaşım, insanı sadece bir davranış, bir bilişsel süreç olarak değil; onu, davranışı, düşüncesi, duygulanımı, sosyal yapısı, ailesi, coğrafi yapısı ve kültürel özellikleri ile bir bütün olarak ele almakta, buradaki dinamik yapının ve etkileşim sistemlerinin nasıl oluştuğunu ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda da normal bir bireyin gelişiminden bireysel patolojinin oluşumuna, tarihsel belirleyicilikten dinî inançların oluşumuna, siyasetten edebiyata geniş bir yelpazede kendisine ilgi alanları bulmuş, tartışmaya açılmış ve böylece psiko-dinamik yapı birçok alana eklemlenmiştir. Siyaseti, sanatı, edebiyatı, kısacası insanı ve insanın ürettiklerini etkilemiştir.

Tüm bu bilinenlere rağmen insan ruhsal yap-bozunda bilinmeyen o kadar çok şey vardır ki yüzyıl önce bildiklerimize baktığımızda, bugün bildiklerimiz muhteşem ve harikulade bir noktadadır. Bildiklerimiz arttıkça cehaletimizin boyutunu ve derinliğini kavramaktayız. Bilinmedik o kadar çok şey var ki! Psikoterapi ve psikoterapistler cahilliğin cesurluğunu yaşamaktadırlar. Uğraştığımız ve düzeltmeye çalıştığımız yapı o kadar komplike, karmaşık, kaotik ve ama bir o kadar da kendi içinde düzenli, tutarlı, determinal (zorunlu nedensel) bir yapı içermektedir. Milyonlarca faktörün bir araya getirdiği ruhsal aygıtın bir faktörünün değişmesiyle diğer faktörlerin hepsi etkilenmekte ve ortaya çok farklı sonuçlar çıkmaktadır. Ruhsal yapıda müthiş bir rölativite (görecelik) vardır. Ruhsal yapı zaman kavramını geçmişi ve geleceği bugüne taşıyarak yaşayabildiği gibi, bugünün yapısını geçmişi örtmek ve geleceği belirlemek için de kullanabilmektedir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi insanın ruhsal yapısı katman katmandır. Bazı bilim adamlarına göre ruhsal aygıtın en basit, en anlaşılabilir kısmı ve katmanı dışta gözlemlediğimiz davranışsal kalıplardır. Davranışsal kalıplar en kolay çözümlenebilen, anlaşılabilen, bozukluğu varsa tedavi edilebilen yapılardır. Onun altındaki katman bilişsel katmandır. Burada işler biraz daha karmaşıklaşmakta; davranışla etkileşerek, davranışı etkilemekte ve davranıştan etkilenmektedir. Daha derin katmana indiğimizde psiko-dinamik bir yapıyla karşılaşıyoruz. Burada işler daha da karışmakta sistem daha da komplike olmakta, girdiler çoğalmakta, girdilerin şekil değişikliği çeşitli kılıklara bürünebilmektedir. Bu temel girdiler bilişsel süreçleri, bilişsel süreçler de davranışı etkilemekte, davranış ve bilişsel süreçler dinamik yapıyı değiştirebilmekte ve farklı kılıklara sokabilmektedir. Çekirdeğe indiğimizde en derin katmana ulaşıyoruz. İnsanın varoluşsal katmanı. Bu katman tüm şekil şartlarından uzak, dışsal gerçekliğin zorunluluklarından uzak, kendi içsel varoluşunu sorgulayan bir zihnin yarattığı bir insan anlayışıdır. Bu katmanı konu edinen varoluşçu psikoterapi, insanın bu içsel varoluşunda yaşadığı varoluşsal krizlerini irdelemeye çalışmaktadır.

Her insan tüm yaşantılarının arkasında temel birkaç sorudan kaçmakta ve bu sorulara cevap aramaktadır. Hepimizi ürküten bu sorular zaman zaman patolojilerimizin temel kaynağını oluşturabilmektedir. Hayatın anlamı nedir? Geleceği bilmek ve belirlemek bugünden mümkün müdür? Geleceğin belirsizliği karşısında ne yapabilirim? Bugünkü mevcut konumumu ben mi oluşturdum, bu konumda olmamın nedeni ben miyim, yoksa başkaları mı? Geleceğim ile ilgili bildiğim tek şey ölüm gerçeği iken niçin bir ömür boyu bunu yadsıyorum, inkâr ediyorum. Göbek kordonumun kesildiği andan itibaren anneden ayrıldığım gerçeği yani yalnız olduğum, duygularımın, düşüncelerimin, acılarımın kederlerimin ve sevinçlerimin sadece bana ait olduğu ve benim içimde yaşantılandığı gerçeğini yani yalnız olduğum gerçeğini kabul mü edeceğim, yoksa kendimi mi kandıracağım? İşte bunlar temel sorulardır. Ya bu soruları inkâr edeceğiz. Bir yanılsamanın içinde kaybolup gideceğiz, ya da bizim irademiz dışında varolduğumuz bir dünyada bilmediğimiz bir süre içerisinde, bize verilen enstrümanı en güzel bir ahenkle çalıp varoluşumuzun keyfini mi yaşayacağız. İşte varoluşçuların insanı ve dünyayı anlama, kavrama ve yorumlama şekli budur.
Bu bakış tarzından yola çıkan varoluşçu terapistler insanın bir takım sıkıntı ve problemlerini bu varoluşsal sorulara atfetmekte, kişinin ölüm , yalnızlık, belirsizlik ve anlamsızlık karşısında yaşadığı çaresizliği patolojik bir varoluşla yatıştırmaya çalıştığını, anksiyeteyi ve sıkıntıyı hissettikleri hiçlik ve yokluk karşısında bir ödün olarak verip varoluşu hissettiklerini savunmaktadırlar. Varoluşçu terapistler bu soruların cevaplarını anksiyete oluşturmadan çözümleyecek cevaplar araş*tır*mak*ta*dır*lar. Hastalarına bu yolla yardımcı olmaya çalışarak varoluşçu psikoterapi uygulamaları yürütmektedirler. Hastaları etkilemekte, teşhis koymamakta, onları anlamaya çalışmakta ve her bir vakayı özgün kabul etmektedirler.

Yap-bozun diğer bir parçası da açığa çıkmaya başladı. Her bir yaklaşım, her bir bilimsel aktivite insanı anlamamızda ve yorumlamamızda bize yeni bir ışık tutmakta ve yap-bozun yeni bir parçasını bize sunmaktadır. Dört katmanda izah ettiğimiz insana bakış tarzı, birbiriyle uyumsuz görünse de bu sistemler bir bütün olarak varlığını sürdürmektedir. Bu katmanların herhangi bir zaman diliminde herhangi bir fenomene istinaden aktive olması ile birlikte görünür tablo tamamen değişebilmektedir. Bir yangının başlangıcı bir kıvılcım olduğu gibi aynı ateşi su söndürebilmektedir. Bu da insanın ruhsal yapısının bireye özgü göreceli bir yapı olduğunu göstermektedir. Bu yapı zamana, mekâna ve şartlara göre her an değişebilen, uyum sağlama yeteneği olan ve farklılaşan bir yapıdır. Bu bizlere muğlâklık, müphemlik, sınırsızlık ve karmaşayı çağrıştırsa bile değişebilen dinamik yapı değişebilmeyi, müdahaleyi, düzenlemeyi ve tedaviyi mümkün kılmaktadır. Bu da bizim kazancımızdır. İnsan etkileyen ve etkilenen bir varlıktır.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:07
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
16 Eylül 2008       Mesaj #6
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Psikoterapinin Tarihçesi

Psikoterapi'nin tarihçesi en az insanlık tarihi kadar eskidir. Tıp bilimini inceleyen bilim adamları, eski çağlarda din adamları, şamanlar ve tıbbi yardımda bulunan kişilerin uyguladığı yöntemlerin birçok hastalığa iyi geldiğini söylemişlerdir. Bu yöntemler bugün uygulanan psikoterapi yöntemlerinin ilk örnekleri olmuştur. Ortaçağda normal dışı davranışların oluşumu şeytan ya da kötü ruhların varlığı ile açıklanırdı.

İlk kez Yunan antik döneminde bireyin içinde olduğu psikolojik yapının hastalıkların oluşumunda etkili olduğu vurgulanmıştır. Tarih boyunca hekimler hastalarına güvenlik ve destek vermek, dinlemek, anlamak ve yardımcı olmak gibi destekleyici tedavi yöntemleri uygulamışlardır; ama psikoterapi'nin tıbbın bir uzmanlık alanı haline gelmesi 19. yüzyılın ikinci yarısından sonradır.

Ondokuzuncu yüzyılın başında anatomi, fizyoloji, nöroloji, fizik, kimya ve biyoloji alanlarında bilimsel gelişmeler başlamıştır. Beyin fonksiyonlarındaki bozuklukların ruhsal hastalıklara neden olabileceği görüşleri önem kazanmıştır" Ruhsal yapı ve davranışların temelinde organik etmenler etkilidir" görüşüyle yeni bir dönem başlamıştır.

1883 yılında Alman hekim Emil Kraepelin beyin patolojisinin ruhsal hastalıklara neden olduğunu söylemiştir. Kraepelin ilk kez davranış bozukluklarını sınıflandırmış ve tanımlamıştır. Bu dönemde doğaüstü inançlar bütünüyle terk edilerek, ( halk arasında olmasada ) tıp adamları birçok ruhsal hastalığın beyin patalojisiyle ilgisini ortaya koyarak kabul etmişlerdir. İlk kez ruhsal hastalıklar Kraepelin'le bedensel hastalıklar gibi, hastalık olarak kabul edilmişlerdir.

Anatomi, fizyoloji, biyolojiden yararlanılarak beyin patalojisini araştıran araştırmalar yapılmıştır. Fakat tüm bu çalışmalarda hastaların yarısından fazlasında organik bir pataloji bulunup, ruhsal bozukluk ve davranış bozuklukları bir nedene bağlanamamıştır. Araştırmacı hekimler ya laboratuvar teknikleri yetersiz olduğu için beyinde var olan bir bozukluğu ortaya koyamadıklarını düşünüyorlar, ya da durumu kalıtımla ve genetik bozuklukla açıklamaya çalışıyorlardı. Bu varsayımların geçerliliği de kanıtlanmamıştı ve ortada açıklanamayan kocaman bir boşluk kalmıştı.

20. yüzyılın başlarında " Beyin patolojisi davranış bozukluklarının nedenidir. Pataloji yoksa bu genetik bozukluktur ve tedavi edilemez " görüşüne karşı çıkan, yeni bir devrimci düşünce oluşmaya başladı. Bazı ruhsal bozuklukların organik kökenli olmayıp psikolojik nedenlerden oluştuğunu söyleyen PSİKANALİZ kuramına göre günlük yaşamda olan bazı engellemeler ve kişiler arası çatışmalar, kişi için aşılamaz görülüp çözüm üretme, uyum yapma çabaları başarısız olabilir, ya da sağlıksız yollar kullanılabilir demiştir. Gerçekte psikanalizi HİPNOZ VE TELKİN'in histeri ile ilişkisini inceleyen araştırmacıların araştırmaları oluşturmuştur.

Hipnozun ise geçmişi ilk çağlara dayanır ve bu eski geçmiş çok iyi bilinmemektedir. (1734 - 1815) Avusturyalı hekim Franz Anton Mesmer'in hipnozu kullandığını görüyoruz. Viyana'da başarılı olamayıp 1778'de Paris'te bir klinik açarak çeşitli hastalıkları " hayvansal manyetizma " yolu ile tedaviye başladı. Hastalar çember biçimindeki bir sıraya, yüzleri çemberin dışına dönük oturuyorlar, sıranın iç kısmını oluşturan sütunda asılı ve renkli sıvılarla dolu şişelerden çıkan demir çubuklar hasta olan beden kısımlarına bağlanıyordu. Karartılmış odada uygun bir müzik çalıyor ve bir süre sonra mermer leylak rengi bir giysi içinde görünüp bir hastadan diğerine dolaşıyor ve elleri ile onlara dokunuyordu.

Mesmer'in histerik kökenli birçok duyu bozukluklarını ve felçleri bu telkin yöntemiyle iyileştirebilmiş ve sonraki yıllarda hipnoz kullanarak yapılan benzer çalışmaların ilk uygulayıcısı olmuştur. Daha sonraları meslekdaşları tarafından " şarlatan" ilan edilerek Paris'I terk etmeye zorlanan Mesmer'in ismi bir daha duyulmamıştır.

19. yüzyıl sonu Fransa'da davranışı etkileyen psikolojik etmenlerin anlaşılmasına yönelik daha ciddi çalışmalar başlamıştır. Liébault ve Bernheim adlı iki hekim Nancy'de Histeri ve Hipnoz arasındaki ilişkileri inceleyerek histerinin hipnoz altında telkinle ortaya çıkabileceğini ve aynı şekilde ortadan kaldırılabileceği sonucuna vardılar. Bu görüşleri paylaşan hekimler Fransa'da Nancy ekolü olarak anıldılar. Paris'li ünlü hekim Jean Martin Charcot ve arkadaşları, önce histeriyi oluşturan nedenlerin organik bir patolojiden kaynaklandığı görüşünde direnip, sonra bu yeni görüşe katıldılar.

İşte bugünkü psikanaliz ve psikoterapi alanlarında büyük değişimlere neden olacak büyük buluşma, Freud'un Charcot ile tanışması, bu dönemde oldu. Freud Charcot ile çalışmaya başladı; onun güçlü kişiliğinden ve zengin görüşlerinden etkilendi. 1886'ya kadar Charcot ile çalışan Freud, bu tarihte Viyana'ya döndü ve nöroloji uzmanı olarak muayenehane açtı. 1889'da tekrar Nancy'ye giden Freud, Liébault'un kliniğinde Bernheim'ın titiz çalışmalarına katıldı ve gözlemler yaptı. Telkine açık olma eğilimi, yalnız histeri belirtileri gösteren hastalarda değil, normal ve diğer nevrotik kişilerde de gözlemlenebiliyordu. Bernheim'ın normal ve normal dışı tepkiler arasındaki ilişkiyi ilk kez ortaya koyan bu görüşleri insan davranışlarının anlaşılması ve bu konudaki klinik çalışmalara temel oluşturması adına önemli bir adımdı. Freud Nancy'den dönerken insan bilincinin dışında oluşan zihinsel süreçlerin varlığına olan inancı kesinleşmişti.

Freud'un yaşamında 1887'ye dek geçen 10 yıllık süre psikanalizin temellerinin atıldığı dönem olarak kabul edilebilir.

Tüm bu çalışmaların bir kurama dönüşmesinde rol oynayan etkilerin sonuncusu Joseph Breuer'den geldi. Breuer Viyana'nın seçkin ve tanınmış bir hekimi olarak hipnozu, çoğu kadın hasta üzerinde kullanıyordu. Hastalar hipnoz altında sorulara baskısız açık yanıtlar veriyor ve uyandıklarında rahatlıyorlardı. Duyguların boşalmasını oluşturan bu yönteme Arıtma anlamına gelen KATARSİS denmişti. Hastanın duygusal çatışmalarını ve içsel sorunları ile, hastalık belirtileri arasındaki ilişkiyi, hipnoz altında hekim inceleyebiliyordu.

Breuer, Freud'un histeri patalojisine duyduğu ilgi nedeniyle Literatürde Anna O. adı ile anılan bir hastasından ona söz etti (Anna O. ile ilgili bulgular psikanaliz tarihçesine geçmiştir ve bu kuramın gelişmesinde önemli katkıda bulunmuştur).

Freud 'un Breuer'le yaptığı ortak çalışmalar 1893'te " ön iletişim ", 1895'te " histeri üzerine incelemeler ", adıyla yayınlanmıştır. Bu yapıtlarda Freud ve Breuer psikodinamik ( Bilinç dışı güçlerin davranışları yönlendirme olgusunu tanımlayan kavram ) kavramının temelini attılar.

Breuer histeri belirtilerinin oluşumunda, cinsel etmenlerin oynadığı rolü Freud kadar önemli kabul etmediği için, iki hekim ortak çalışmalarına son verdiler.
Freud ilerleyen yıllarda hipnozdan vazgeçti ve hastalarının uyanıkken düşüncelerini sıralamalarını istedi ve bunları yaparken ahlak kurallarını gözetmemelerini, akıllarına ne geliyorsa hiç sansür kullanmadan ifade etmelerini istedi. Bu yöntemle hasta içsel engelleri yenebiliyor, unutulmuş anılara inebiliyor ve giderek sorunlarını açıkça tartışabilir duruma gelebiliyordu. Bu yeni yönteme SERBEST ÇAĞRIŞIM deniyordu. Bu yöntem aracılığı ile hastaların içsel dünyalarına inerek kendilerini daha iyi tanımaları ve daha sağlıklı bir uyum düzeyine erişebilmelerine olanak sağlayan ilkelere de " PSİKANALİZ " adı verildi.

Freud bu görüşlerini Viyana'daki bilimsel arenada açıkladığında alay konusu oldu ve bazıları onun kaçık olduğunu iddia ettiler. 1890 - 1900 yılları arasındaki on yıl süresince entellektüel bir yalnızlığa giren Freud, bu sürenin ilk yıllarında kuramını geliştirdi. 1902'de bir kadın hastasının yardımı ile üniversiteye doçent olarak atandı. 1920'de profesör ünvanı aldı.

1902 yılında evinde başlattığı haftalık tartışma grupları ilerleyen zamanla " Viyana Psikanaliz Derneği " nin kurulmasını sağladı. Dernek ise zaman içinde kurumlaşarak Uluslararası Psikanaliz Birliği'ne dönüştü.

1909'da Freud, bir dizi konferans vermek üzere Clark Üniversitesi'nden çağrı aldı ve Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. Amerika dönüşü Freud'un izleyici ve hasta sayısında artış oldu.

Freud'un ilk büyük eseri 1900 yılında çıkan Rüyaların Yorumu oldu ve bunu pek çok kitap ve yazılar izledi. Çeşitli ülkelerden gelerek çevresinde toplanan İsviçre'den Carl Jung, New York'dan A.A.Brill, Macaristan'dan Sandor Ferenczi, Berlin'den Karl Abraham, Viyana'dan Alfred Adler sayılabilir. Bu gruptan Jung ve Adler daha sonra kendi kuramlarını geliştirerek gruptan ayrıldılar.
Freud çağdaş psikiyatrik görüşlerin başlangıç noktasını oluşturacak katkılarda bulunmuş ve psikiyatri alanına yeni ve dinamik bir yaklaşım biçimi getirmiştir.
Psikoterapinin tıp bilimi olarak kabul edilmesi, 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda gerçekleşmiştir. 1940'lara kadar diğer tıp dallarında çalışan hekimler psikanalistlere hasta göndermemişlerdir ve insanlar kendi kararlarıyla psikanalize başlamışlardır. Genel tıpta yavaş gelişmesine karşın psikanalitik düşünce sanatçıların, yazarların, tarihçilerin, antropologların insana bakış açısında önemli değişiklikler yaratmıştır.

1950'lerden sonra Freudçu teoriyi, bu arada gelişen diğer tekniklerle bir arada kullanan bilim dalı psikoterapi olarak isimlendirilir. Psikoterapi, herhangi bir konuşma yöntemidir. Freud'un serbest çağrışım yöntemi, tedavinin çekirdeğinde yer almıştır.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 02:32
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
20 Temmuz 2013       Mesaj #7
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
PSİKOMETRİ
Psikometri, Metapsişikte kullanılan bir terim olup, “bir nesneye dokunarak, geçmişte o nesneye dokunmuş kişi ya da kişiler hakkında bilgi edinebilme” olarak tanımlanır.

Eski Yunanca’daki “psikhe” sözcüğü ile "ölçme" anlamına gelen “metron” sözcüklerinden türetilen terim ilk kez 1840 yılında fizyoloji profesörü Joseph R. Buchanan (A.B.D.) tarafından kullanılmıştır. Psikometr ye de psikometrist adı verilen, bu yeteneğe sahip medyumların, bir kimseye ait bir eşyaya dokunarak, o kimsenin fiziksel, zihinsel, ahlaki özelliklerini saptayabildikleri ve o kimsenin gerek geçmiş bir olay sırasındaki heyecan ve imajları hakkında, gerekse karşılaşacağı olaylar hakkında bilgi verebildikleri ileri sürülür. Bu bakımdan, psikometri durugörü, postkognisyon ve prekognisyon medyumluklarının da sözkonusu olduğu bir medyumluk türü olarak ele alınır. Kimi Parapsikologlar, psikometri medyumluğunu medyumun sözkonusu eşyaya önceden dokunan kimseden eşyaya sinmiş vibrasyonları alarak, bu vibrasyonların kaynağı olan kişiyle psişik irtibat kurması şeklinde açıklar.

Psikometri deneylerinde metal eşyalar üzerinde daha verimli sonuçlar alındığı gözlemlenmiştir. Kapalı mektupları okuyabilen psikometri medyumlarına kriptoskop adı verilir.

Psikometri ile karıştırılmaması gereken Psikometrik psikoloji ise, çağdaş psikolojide kullanılan testlerin hazırlanması üzerine araştırma ve geliştirme yapan bir uzmanlık alanıdır

Uzak veya yakın geçmişte bir eşya ile temas etmiş bulunan bir ya da birkaç kişinin geçirdikleri heyecani hallerin ve kaydettikleri imajların zihinde yeniden yapılanmasına denir. Durugörü medyomluğunun bir türüdür. Uzaktan, çevresel ve sezgisel psikometri olarak sınıflanır.

Terim, Grekçedeki “psikhe” (ruh) ile “metron” (ölçme) sözcüklerinden türetilmiş olup ilk kez 1840’da ABD’li fizyoloji profesörü Joseph R. Buchanan tarafından kullanılmıştır. Psikometri yeteneğine sahip medyomlar (psikometr ya da psikometrist) bir kişiye ait eşyaya dokunarak, o sırada orada olmasa da, o kişinin fiziksel, zihinsel ve ahlaki özelliklerini, şimdi veya geçmiş bir olay sırasındaki heyecan ve imajlarını saptayabilmekte ve kimi zaman da, karşılaşacağı olaylar hakkında bilgi verebilmektedirler. Bu bakımdan psikometri kimi zaman durugörü, postkognisyon ve prekognisyon medyomluğunun da söz konusu olduğu bir medyomluktur. Kimi psişikler psikometri medyomluğunu, medyomun söz konusu eşyayı önceden dokunan kimseden sinmiş vibrasyonları alıp bu vibrasyonların kaynağı olan kimseyle psişik irtibat kurması biçiminde açıklar.

Psikometri medyomlarının kimileri eşyayı ellerinin arasına alır, kimileri ise başın tepe kısmına, alına veya mide boşluğuna yerleştirirler. Psikometri deneylerinde metal eşyalar üzerinde daha verimli sonuçlar alındığı görülmüştür. Kapalı mektupları okuyabilen psikometri medyomlarına kriptoskop denir.

İnsandan çıkan yüksek frekanslı psikomanyetik tesirler eşyaların molekül boşluklarında iz bırakırlar. Psikometrik süje bu etkileri hisseden, onları vizyon ve fikirlere çeviren bir yeteneğe sahiptir. Ayrıca bir kimsenin geleceğine ilişkin psikometri de, eşyanın sahibi ile ruhsal irtibat yoluyla, iletişim kurulur. Etkiler eşya sahibi ile ilişki için dinamik bir araç olurlar.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 02:32
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
18 Haziran 2016       Mesaj #8
Safi - avatarı
SMD MiSiM

PSİKOTERAPİ UYGULAMALARI

Ad:  ter.jpg
Gösterim: 1942
Boyut:  21.0 KB

Aslında psikoterapinin muhtevasına baktığımızda toplumun her kesiminin karşılıklı olarak yaptığı olumlu iletişimlerine de psikoterapi demek mümkündür. Yani eğitimle iç içe bir durum arzetmektedir. İnsanları güzele, iyiye, doğruya ve olumlu mücadeleye davct eden, egoyu güçlendiren tüm çalışmalar aslında bir psikoterapidir. Öğretmenin öğrenci üzerindeki tavrı, imamın inanan insana tavsiyeleri, toplum liderlerinin etkiledikleri insanlara verdikleri tüm olumlu mesajları da bu kategoriye katmak mümkündür.
Kişinin kendisi ve çevresi ile olan uyumsuzlukları bu çerçevede tamir edilmeye çalışılır. İçsel ve dışsal tüm desteklere rağmen kişi kendisi ve çevresi ile olan barışıklılığını kaybeder ve sıkıntıya düşerse o zaman bilimsel anlamda sistematik bir psikoterapiye ihtiyaç duyar. Bu anlamda uygulanan psikoterapi bilimsel ve sistematiktir. Hedefleri vardır ve bu hedeflere ulaşmak için bir takım araçlar kullanır. Kişi için önerilen bu hedefler ve amaçlar kişinin kültürü ve bireysel yapısı ile çok yakından ilgili olduğu gibi , kullanılan tekniklerde kişiye ve kültüre göre farklılklar oluşturmaktadır.
Kişiyi toplum içerisinde mutlu etmeye amaçlayan psikoterapi yaklaşımları ve teknikleri çok değişiklik arz etmektedir. Tüm bu teknikler dünyanın dört bir tarafında kullanılmaktadır. Bu psikoterapi yaklaşımları hastaların durumlarına göre tercih edilmekte ve kullanılmaktadır. Evrensel psikoterapi yaklaşımların incelediğimizde bunların doğasında ve doğuşunda bir takım temel varsayımların, kabullerin veya felsefi bir geri planın olduğunu görmekteyiz. Hatta bu tekniklerin ve muhtevaların gerisinde bir tarihten, bir kültürden ve bir coğrafyadan sözetmekte mümkündür.
Psikoterapide kullanılan teknikler içinde bir takım yaklaşımlarla hastaya ulaşılır. Hastayı aydınlatma, bilgilendirme, ikna etme, telkin verme, inandırma, kitap okutma, birtakım sesli ve görüntülü yayınları tavsiye etme yanında hipnoz da bir yaklaşım tarzı olarak kullanılmaktadır.

PSİKANALİTİK PSİKOTERAPİLER


Psikanalitik psikoterapileri kavrayabilmek için Freud'u ve kuramını çok iyi bilmek gerekmektedir. Ayrıca bu kuramın izlediği gelişim çizgisini de gözden kaçırmamak gerekmektedir. Freud, gününe kadar gelen bir takım bilgileri sistematik hale getiren ve aralarındaki bağları gösteren bir bilim adamıdır. Olaylara ve olgulara yaklaşım tarzı psikolojide ve insanı yorumlamada devrim niteliğindedir. Kim ne derse desin Freud'un tüm kuramı ve keşfettiği devrim niteliğindeke psikolojik mekanizmaların temelinde hipnotik tarans çalışmaları yatmaktadır. Tesadüfen şahit olduğu hipnoz çalışmalarını yakından gördükten sonra nörolojiye olan ilgisi azalmış ve kendisini psikolojiye adamıştır. Hipnoz ve hipnotik trans çalışmaları sayesinde kuramının temel dinamiklerini oluşturan Freud, sebeblerini daha sonra izah edeceğim gerekçeler nedeni ile hipnozu bırakmıştır.
Freud'un kuramını tarihi çizgisi içinde incelemeye çalıştığımızda büyük bir gelişim seyri geçirdiğini görmekteyiz. Kuramında gereğinden fazla tutucu olmasına rağmen, araştırıcılığı ve edindiği yeni tecrübeleri kuramına katmaktan, hatta kuramının bir kısmını değiştirmekten çekinmemiştir. Ama bu tutumu objektif bir bilim adamına yakışacak seviyeye de hiç bir zaman uluşamamıştır. Bir takım temel doğmatik kabullerin üzerine kurmaya çalıştığı bir takım görüşleri daha sonra kendini takip eden müridleri tarafından eleştirilmiş ve farklı ekollerin oluşmasına neden olmuştur.
Freud'un getirdiği devrim niteliğindeki buluşlarına bakacak olursak temel bir takım tesbitleri olduğunu görürüz. Bunları; bilinç, bilinç öncesi, bilinçdışı, id, ego, süperego, libido, psikoseksüel gelişim aşamaları,oral dönem, anal dönem, fallik dönem, latent dönem, ruhsal çatışmalar ve savunma düzenekleri,rüyaların sembol dili, dil sürçmelerin anlamları gibi belli başlı başlıklar altında toplayabiliriz. Bu kuramsal terminolojinin burada detaylı olarak izahı mümkün değildir. Biz sadece bu terminolojinin ne anlama geldiğini kısa başlıklar halinde belirtmekle iktifa edeceğiz.
Freud'un bilinç yaklaşımına göre insan bilinci bir bölmesel (topoğrafik) özellik gösterir. Buna göre bilincimiz üç kademeden oluşmaktadır. Her an farkında olduğumuz şeye bilinç, biraz zorlamakla ulaştığımız bilgiye ve bilinç haline bilinç öncesi, varlığından haberdar olmadığımız ancak davranışlarımızın mimarı olan iç dünyamıza da biniçdışı denmektedir. Bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışının çalışma prensipleri çok detaylı bir izaha muhtaçtır. Freud bu çalışma sistemini yılmak bilmeyen bir enerji ile lif lif incelemiş ve aralarındaki determinal bağı keşfetmeye çalışmıştır. Bu determinal bağı anlayabilen ve yorumlayabilen bir hekim hastasına çok şey verebilir Bu bağlantıları bütün olarak kavrayamayan ve parçada boğulan bir hekimin hastasına fazla yararlı olacağı kanaatinde değilim. İnsanı anlamak bu determinal bağları kavramak , yaşamak ve uygulamak ile mümkündür. Bunu da objektif olar ancak hipnotik tarans çalışmalarında bulabilirsiniz. Aksi takdirde bir yığın terminoloji ve soyut kavramların altında ezilirsiniz.
Freud insan psikolojisini yapısal katmanlara da ayırmaktadır. Bu katmanlara id, ego ve süperego demektedir. İd , bilinçaltımızdaki temel dürtülerimizin bulunduğu yerdir. Amacı hazza ulaşma ve elemden kaçmaktır. Yaratılışda neyin haz verici ve neyin elem verici temel yaratılış proğramımızda varken daha sonraki öğrenmelerimizle bu durum değişebilmektedir. İşte yaratılışımızda bulunan bu temel dürtüler bir takım çevre faktörlerinin etkisi ile kontrol altında tutulur. Bu dürtülerin bir kısmı hemen yerine getirilirken, bir kısmı tehir edilir ve bir kısmı da kılık değiştirir. Temel dürtülerimizin hemen tatminini engelleyen içteki siteme süperego diyoruz. Süperego genellikle öğrenerek toplumsal kültürün bize dayattığı birtakım kabullerden ibarettir. Ego ise iki değirmen taşı arasında kalmış buğday tanesi gibidir. İd ile süperego arasında uzlaşmayı sağlayan ve her zaman bir çıkış yolu bulmaya çılışan kişilik parçamız ve dış dünyadan gözlemlenen şahsiyetimize ego diyebiliriz.
Freud'un psikoseksüel gelişiminde kullandığı kavramlardan en önemlileri oral, anal ve fallik dönemdir. Bebeğin ilk iki yaşlarındaki tüm fonksiyonunu içe alıcı bir karter yapısını simgeleyen emme dönemine tekabül eden ağız dönemidir. Bebek pasiftir ve alıcıdır. Bu dönemden sonra çocuk anal döneme geçer. Dışkısını ve idrarını kontrol etmeyi öğrenir. Bırakmak ve boşaltmak arasındaki tercihini kullanabilecek bir benlik gelişir. Bu dönem bebeğin dışarıya açıldığı zaman zaman saldırganlaştığı anal dönemdir. Ardından cinsel kimlik farklılıkların hissedildiği ve cinselliğe merak salınan fallik dönem vardır. Bu dönmde çocuk kendi cinsel kimliğini tanır, karşı cinse tanır ve bu dönemde birtakım komplekslere girer. Daha sonraları Freud'un bu psikoseksüel gelişim kuramı çok eleştiriye tabi tutulmuş ve takipçileri bu kuramı tekrar revize etme ihtiyacını duymuşlardır. Bir kısım analistlerde bu kuramı tamamen reddetmişlerdir. Özellikle Elektra ve Öedipal komleksler pek taraftar bulamamıştır.
Freud'un tedavi proğramı da getirdiği kuramına uygunluk arzetmektedir. Genelde hastalarına bir içgörüş kazandırmayı amaçlayan Freud tedavide de tamamen başarılı sonuçlar alamamıştır.
Benliğin savunma düzenekleri Freud'da çok önemli bir rol oynamaktadır. Benliğin bu savunma düzeneklerini çok iyi bilmek ve hastalara bu çerçevede yaklaşmak hekimin temel alfabesi olmalıdır. İnsanlar arası ilişkilerde başarılı olmanın sırırı da bu düzeneklerin nasıl çalıştığını bilmekten geçmektedir. Yeri geldiğinde savunma mekanizmaları üzerinde tekrar durmak istiyorum.

DAVRANIŞÇI TERAPİLER


Davranışçı terapilerden bahsedildiğinde ilk akla gelen isimler meşhur Rus Fizyologu Ivan Pavlov ve ABD'li psikolog Edward Thorndike'dir. Her iki araştırıcı da öğrenme fizyolojisi ve psikolojisi üzerine çalışmışlar; Pavlov'un klasik şartlandırması ile Thorndike'nin operant şartlandırması bizlere çok şey öğretmiştir.
İnsan davranışlarına egemen olan öğrenmenin boyutlarını, koşullu ve koşulsuz şartlanmanın insan hayatındaki yerini bu araştırıcılara borçluyuz. Davranışçı terapiler bu bilim adamlarının bilgilerinden yola çıkarak kurulmuşlardır. Temel amaçları öğreme yolu ile bir takım olumsuz davranışlarımızı düzeltmeye çalışmışlardır,
Bilimsel anlamda Davranışçılık okulunun kurucusu John B. Watson'dur. Temel ilke uyarıcı-tepki modeli üzerine kurulmuştur. Davranışçılara göre, tüm davranışlarımız ister açık ister kapalı olsun, tamamı öğrenme yolu ile sonradan kazanılmıştır. Bu bakış açıları ile insanı sadece etki, tepki ikilemine sokan bu görüş çok eleştiri almıştır. Öğrenme ile ilgili bir çok konuyu açıklığa kavuşturmalarına rağmen, sadece etki tepki prensibi çerçevcesinde insan davranışlarını anlamak mümkün değildir. İnsan daha karmaşık, kopleks ve holistik bir ruh dünyasına sahiptir.
Davranışçılara göre kişi bir takım olumsuz davranışlar elde etmişse, bunların tamamını öğrenme yolu ile elde etmiştir. aynı öğrenme yolu ile de bu davranışşları düzeltmek mümkündür. Klasık şartlandrırma ile ilgili yeterli bilgiyi kitabımızın birinci cildinde verdiğimiz kanaatindeyim.
Operant şartlandırma daha farklı bir öğrenme teorisi getirmektedir. Organizmanın genitik tepkileri dışınrdaki davranışlarını incelemektedir. Olumlu pekiştirme, olumsuz pekiştirme temel kavramlarıdır. Operant şartlandırma, davranışın sonucuna göre oluşur. Organizma tarafından yapılan bir davranışın sonucunda kişi bundan ya hoşlanır, ya elem duyar veya nötr bir duyguya sahip olur.
Davranışın sonucunda olumlu ve haz duyumu elde edilirse; benzer davranış tekrar yapılmak istenir ve olumlu pekiştirme ortaya çıkar. Davranış sonucunda elem ortadan kaldırılıyorsa, tekrar bu elemle karşılaşmamak için kişi bu eyleme yine yönelir. Bu da olumsuz pekiştirmeyi sağlar.
Kişi davranışı sonucunda olumsuz bir duyguya yaşamak zorunda kalmışsa, bir daha o davranışı yapmamaya çalışır ve o davranıştan uzaklaşır.
Öğrenmelerimiz bireysel tecrübelerimiz ile başlar, aile içinde devam eder ve sonuçta toplumdaki bir çok grup tarafından belirlenir.
Davranışçı terapileri biz de hipnoterapide çok sık kullanmaktayız. Özellikle fobik davranışlarda ve cinsel problemlerde kullanmaktayız. Davranışın hem düşünce aşamasındaki abartıları veya problemleri hem de davranışı oluşturan diğer ögelerin (Sonuç, pekiştirmeler) oluşumuna müdahale edilebilmektedir. Hipnodrama vasıtasıyla bu fasid zincir kırılabilmekte ve yeni davranış örgüsüne kişi şartlandırılabilmektedir.

Davranışçı Tedavilerin Ortak Özelliklerini
  1. Davranışçı tedaviler, bireyin kendisinin farkında olduğu ve başkaları tarafından gözlenebilir davranışlarıyla ilgilenir. Bilinçdışı dürtüler, kişilik özellikleri gibi hipotetik süreçlerin davranışçı tedavilerdeki yeri önemsizdir.
  2. Davranışçı tedavilerde bilimsel bir yaklaşım izlenir. Tedavinin amaçları ve yöntemi önceden belirlenmiştir. Tedavinin etkinliği ve sonuçları objektif olarak değerlendirilebilir.
  3. Davranışçı tedaviler şimdiki zamana odaklanır. Tedavi alan kişinin güncel sorunları ve bunları etkileyen faktörler üzerinde durulur. Bu yönüyle diğer tedavilerden oldukça farklıdır.
  4. Tedavi sırasında, davranışı sürdüren faktörlerle ilgili sürekli bir ölçme ve değerlendrirme yer alır. Böylelikle tedavi süreci içinde ve sonucunda ortaya çıkan davranışsal değişimler değerlendirilebilir.
  5. Davranışçı tedavilerin eğitici bir yönü vardır. Tedavi alan kişi, tedavi boyunca davranış değişikliklerinin ne şekilde ortaya çıktığının farkındadır. Bir öğrenme süreci yaşarr ve yeni beceriler kazanır. Dolayısıyla, ileride karşılaşacağı sorunlarla başetmede bu becerilerini tekrar kullanabilir.
  6. Davranışçı tedaviler, çoğunlukla tedavi alan kişinin günlük yaşamında ve özellekle sorunun yer aldığı ortamda uygulanır. Bu özelliği nedeniyle, tedavi alan kişi öğrendiklerini günlük yaşam ortamlarında çoğu zaman kendi başına uygulamak zorundadır. Dolayısıyla tedavi sorumluluğunun büyük bir bölümünü tedaviyi alan kişi üstlenir.
  7. Davranışçı tedaviler eyleme yöneliktir. Sorunların konuşulup tartışılmasından çok yeni davranışların eyleme dökülmesi önemlidir.
  8. Davranışçı tedavilerde kullanılan yöntemler, tedavinin amaçlarına ve tedavi alan kişinin ihtiyaçlarına göre seçilip düzenlenebilir ve gerketiğinde değiştirilebilir.
  9. Çoğu zaman tedavinin başında terapist ve tedaviyi alacak olan kişi arasında bir anlaşma yapılır. Bu anlaşma sırasında, tedavinin amaçları, bu amaçlara ulaşmak için uygulanacak yöntemler ve tedavi alacak kişinin yükümlülükleri açıkça belirlenir."
Hipnoterapide eklektik bir yaklaşımı tercih eden bir hipnoterapist için uygulayabileceği bir çok kombinasyonlar vardır. Bu kombinasyonlarda davranışçı terapiler vazgeçilmez bir yere ve öneme haizdir. Tedavi bölümlerinde yeri geldikçe bu konuya değinmek istiyorum.

KOGNİTİF PSİKOTERAPİLER


Kognitif kelimesi temelde düşünce proçesini ihtiva etmektedir. Davranış terapilerinin başlangıcında her şey yalın etki tepki prensibine göre şekillendirilirken, insan düşüncesi bir nevi ihmal edilmiştir. Gerçekte ise insanın eylemlerinin içeriğine bakıldığında çok değişik yapılanmalar görürüz. Etkilere karşı verilen tepkilerde insanların ruh dünyalarındaki duygulanımları çok önemlidir. Algıları, beklentileri, geçmiş yaşantıları, hatıraları, çevresel yargılamalar velhasıl düşünceyi oluşturan tüm iç dünya tepkinin şekillenmesinde çok önemlidir.
İşte etki ile tepki arasında iç dünyamızda şekillenen düşünce zincirinin oluşmasına müdahale etme ve sonucu etkileme kognitif psikoterapinin temelini oluşturmaktadır. Davranış terapilerine göre biraz daha insan modeline yaklaşılmış, insanı basit bir makine olmaktan dışarı çıkarmıştır. İnsanın düşünce zincirindeki tüm halkalar çeşitli boyutları ile incelenebilir ve tepkiyi oluşturan tüm faktörler incelenerek ortaya serilebilir.
Konuyu bilimsel olarak ilk inceleyen bilim adamı Beck ve ekibidir. Duygularımızın tepkilerimizi ne derece etkilediğini ortaya koymak bu kuramla mümkündür. Kognitif psikoterapiler, analitik psikoterapiler gibi bilinçdışı dürtüleri, rüyaları veya birtakım anlamlı motor davranışları (tikler, dil sürçmeleri v.b.) ele almazlar ve yaklaşım tarzlarında bir nevi bunları dışlarlar. Bu anlamda da analitik psikoterapilerden ayrılırlar.

Kognitif psikoterapilerde, kognisyonlar; "Dış ve iç dünyadan gelen uyaranları algı süreçlerine dönüştüren, bunları belirli bir düzen ve bütünlük içinde işleyen, değerlendiren (bir anlamda onları anlamlandıran), depolayan, yeniden belleğe çağırıp hatırlayan ve yeniden değerlendiren ruhsal süreçlerdir.
Bu tanımdan da nalaşılacağı gibi kognisyon bir üst kavramdır. İçeriğini dolduran süreçler de, kısaca özetlenirse, uyaranların düzenlenmesi, yapılanması ve değerlendirilmesidir. Söz konusu zihinsel işlemlerin gerçekleşmesi için işe karışan ruhsal süreçler şunlardır:Algılama, hatırlama, düşünme, dil, tutumlar (attitude), değer yargıları, beklentiler (antisipasyonlar) ve problem çözme stratejileri."
Kognitif psikotarepi yöntemini zaman zaman hipnoterapi uygulamalarımızda kullanmaktayız. Analitik bir incelemeye gerek duymadığımız veya temelde bilinçdışı analitik bir gerekçe düşünmediğimiz vakalarda kognitif psikoterapiyi başarılı bir şekilde kullanmaktayız.
Özellikle çarpık algılamaya bağlı olarak farklı ve hatalı savunma mekanizmaları geliştiren hastalrımızda hipnodrama yöntemi ile başarılı sonuçlar almakatayız. Büyük şehirlerin çok zalim olduğu, dişlileri arasında taşradan gelen insanları her zaman yok edip yuttuğu, herkesin zalim, üçkağıtçı ve dolandırıcı olduğu, kimseye güvenilmemesi gerektiği şeklinde yıllarca şartlandırmaya tabi tutulan genç veya kişi günün birinde büyük şehirde yaşamak zorunda kaldığında ne yapacaktır? Bu kişinin egosu iyi gelişmiş ve oluşan şartlara adaptasyon yeteneği güçlü ise bir takım zorlukları daha rahat atlatacaktır. Şayet egosu zayıf veya bağımlı bir kişilik sergiliyır veya şizoid bir yapısı varsa işler tamamen sarpa saracaktır. Kişi yoğun bir anksiyete çiresine giricek, çevre ile iyi ilişkiler içerisine giremeyecek, çevresindekilerin desteğini alamayacak ve bu güvensizlik duyguları içerisinde hastalıklı bir çok savunma düzeneği geliştirebilecektir. Sonuçta belki de ağır bir depresyona girerek kendini korumaya çalışacaktır.

Aynı şahıs yetiştirildiği ortamda büyük şehirlerin veya metropollerin fırsatlar ülkesini insana sunduğunu, bu fırsatları değerlendiren bireylerin çok başarılı olduğunu, insana yardımcı olan çeşitli kurum ve kuruluşların olduğunu aileden veya çevreden öğrenmiş ve buna şartlanmış olsaydı, çok değişik olumlu savunma düzenekleri geliştirebilecekti. Bu kişinin hayat anlayışı, çevreden beklentileri, olaylara karşı tepkisi, kişilerarasındaki ilişkileri de bu şartlanmaya göre değişecekti.
Yukardaki örneğimizde de görüldüğü gibi insanın düşünceleri çevreyi algılamada ve tepkisel eylemler geliştirmede çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu tip vakalarda kognitif terapilerin yapacağı çok şey vardır.
Hekim bu tip vakaları detaylı irdeleyerek hatalı düşüncenin ve yanlış şartalandırmanın kaynaklarını bulmalıdır. Bulduğu bu kaynaklardan yola çıkarak bir tedavi yeniden şartalandırma daha doğrusu gerçeği tekrardan gasterme ve öğretme yöntemini uygulamalıdır. Bu tip problemi olan bireylerin düşüncede meydana gelen hatalı öğretimleri hipnotik transta çözmek ve alternatif çözüm önerilerini yine hipnotik transta öğretmek mümkündür.
Bu eğitim ve öğretimde direk, inderek telkinler kullanılabildiği gibi hipnodrama uygulamaları ile beklenen davranış kalıpları kişiye öğretilebilir. Bu öğretimin normal kognitif psikoterapiden farkı, kısa sürede başarıya ulaşmasının yanında olası gelecek olayları hipnodrama vasıtası ile denemek, kişinin bunlara verdiği motor ve emosyonel cevabı o anda alabilmektir. Alınan bu cevaplar sayesinde kişinin öğrenmedeki ve dolayısıyla tedavideki başarısını objektif olarak o anda değerlendirmek mümkündür.

Kognitif Psikoterapinin kurucusu Beck'e göre depresyonda sık görülen kognitif çarpıtmalarla ilgili belli başlı konuları aşağıdaki şekilde incelemek mümkündür:

1. Kendine saygının azalması,
2. Kayıp duygusu,
3. Mahrum olma düşüncesi
4. Kendini eleştirme,
5. Kendini yerme ve suçlama,
6. Kendini uyarma ve kendine hükmetme,
7. İntihar düşünceleri.

Beck'e göre etki-tepki zinciri arasında oluşan düşüncedeki otomatik kognitif kalıplarda şunlardır.;
1. Keyfi çıkarım (arbitrary inference)
2. Seçici soyutlama (selective abstraction)
3. Aşırı genelleme (over-generalization)
4. Abartma ve küçümseme (magnification-minimization)

GEŞTALT TERAPİ


Herbirimiz notalar ile beste arasındaki farkı biliriz. Gestalt psikolojisi anlatılırken hep bu örnek verilir. Notaları tek tek ele aldığınızda hiç bir anlam ifade etmez. Ancak bu notaları birleştirdiğinizde çok farklı bir sonuca ulaşırsınız. Yani besteyle karşılaşırsınız. İşte parça ile bütün arasındaki ilişki de bu şekildir. Ruhsal fenomenolojide her bir olayı diğerinden bağımsız gibi algılamak ve gerçeği bu parçalarda aramak insanı yanıltır. Gerçek ruhsal fenomenlerin bütünlüğü içinde aranmalıdır.
Doğu kültüründe sıkça zikredilen "Körlerin fili tarifi" hikayesini hepimiz dinlemişizdir. Gestalt'çı psikolojinin temellerinin doğunun bu gizemli dünyasında bulmak mümkündür. Hikayeye göre günün birinde körleri bir araya toplarlar ve ortalarına bir fil bırakırlar. Körlerden filin nasıl bir hayvan olduğunu anlatması istenir. Körlerin file yaklaşırlar. Körlerden biri filin kuyruğunu, diğeri bacağını ve diğeri de kulağını tutar. Ardından fili tanamlamaya çalışırlar. Filin kuyruğunu tutan köre göre fil, kalın bir halat gibidir. Filin bacağını tutan köre göre fil, bir sütundan ibarettir. Filin kulağını tutan köregöre ise fil, büyük bir ağaç yaprağı gibidir.
Körler kendi algılamalarına göre fili tarif etmişlerdir. Burada iki kuram iç içe girmiştir. Körler hem geçmişlerindeki algılamalar ile bir eşleştirme yapmakta hem de ellerinin altındaki parçayı bütüne şamil kılmaktadırlar. Parça parça yaptıkları benzetmeler doğrudur. Ancak gerçeği ifade ve idrakten çok uzaktır. İşte insanlarda olayları, davranışları ve ruhsal süreçleri filler gibi algılamakta ve kıyasyapmaktadırlar. Sonuçta sadece parçada kalmakta ve bütünü görememektedirler.

Gestaltçı psikoloji anlayışını psikoterapiye aktaran bilim adamı Fritz Perls (1839-1970)'dir. Temelinde analitik bir eğitim almış olan Perls, yaptığı eleştirilerle ve yine bakış açıları ile Freudiyen çizgiden ayrılmış ve kendi ekolünü kurmuştur.
İnsana bütüncül bakış açısı nedeniyle varoluşçu bir yaklaşım tarzını sergilemektedir. Perls Freud'un temel görüşleri üzerine Gestaltçı psikolojiyi eklemiş ve yeni bir kombinasyon üretmiştir. Kişinin amacı ve mutluluğu temel dengeyi yani hemostazisi sağlamaktır. Hemostazıs hem fiziksel hem de ruhsal olarak sağlanmalıdır.
Perls'in kuramında yer alan önemli terimler vardır. Bunlar; organizmanın doğası, hemostazis, gerçeklik, içgüdüler, benlik, büyüme ve olgunlaşma, nevroz, anksiyete, psikoz gibi kavramlardır.
Perls'e göre Gestalt," Almanca bir kelimedir ve İngilizce de tam bir karşılığı yoktur.Gestalt bir örüntü (pattern) ve bir gruplaşmadır, bir şeyin yapılmış olduğu tek tek parçaların belirli bir şekilde organizasyonudur. Gestalt psikolojisinin temel varsayımı insan davranışının örüntü ya da bütünler halinde organize olduğudur. Yani doğa, birey tarafından bu terimler içinde yaşanır ve ancak tüm bu örüntü ve bütünlerin bir fonksiyonu olarak anlaşılabilir."
Perls'e göre kişi dengesini ararken, ya çevreyi kendine uydurur ya da kendini çevreye uydurur. ihtiyaçlar kişiden kişiye değişiklik arzeder. Davranışlarımız bu ihtiyaçlara göre planlanır ve yönlendirilir. "herhangibir anda organizma için başat olan ihtiyaç, şekil(figür) olurken, tüm diğer ihtiyaçlar o an için fon (back-graund9'a çekilir. O ihtiyaç giderildikten sonra bireyin gestaltı kapatılmış olur ve kişi başka işlere yönelir."
Gestalt psikoterapisinin temelinde bozulan dengelerin tesisi amaçlanmıştır. İnsan, ruhsal katmanlardan değil bir bütünden ibarettir. İnsanın egosu çeşitli zamanlarda engellemelere maruz kalır. Bu esnada büyümeye, gelişmeye ve olgunlaşmaya harcanması gereken enerji ya rol yapmaya veya nevrotik bir takım hatalı savunma mekanizmaların aharcanmaktadır. Tedaviden amaç kişiliğin her boyutu ile tanınması ve olumsuz ögelerin bu kişilikten dışlanmasıdır. Yadsıma veya izolasyon çare değil, olayların içeriği, sebeb sonuç zinciri ve enerjinin yeniden olumlu yapılanmaya harcanması sözkonusudur.

VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİLER


İnsan beyninin çalışma prensipleri ile ilgili son yıllarda ilginç çalışmalar var. Beyin yarım kürelerinin fonksiyonları üzerine araştırmalar yapan bilim adamları bir takım ciddi sonuçlara uluşmışlardır. Bu çalışmalara göre insan beyin yarım küreleri farklı fonksiyonlara sahiptir. Sağ beyin sentezci, hayalci, keşfeden, yaratan ve sanatçı özelliklere haiz iken, sol beyin analizci,parçacı, mantıklı düşünen, matematiksel bakan, determinal bağlara sıkı sıkıya bağlı ve dilin yapılanmasını sağlayan bölümdür.
Yukarıdaki cümlelerimin konu ile bağlantısı olmadığını düşünen okuyucular olabilir. Gestalt psikolojisini mikst beyin yapısının bir ürünü görüp diğer psikoloji ve terapilere bakacak olursak hep sol beyin fonksiyonları açısından insanları inceliyorlar gibi. Ancak varoluşçu psikoterapi yaklaşımı diğer tüm yöntemlerin karşısına farklı bir kimlikle çıkıyor ve hepsini reddediyor.
Prof. Dr. Özcan Köknel Varoluşçu Ruhbilim yaklaşımı hakkında güzel bir özet yaparak şunları söylemektedir."Varoluşçuluğu oluşturan düşünce akımları 19. yy. ortalarında başlamıştır. Gizemci düşünür Kierkegaard'ın (1813-1885) gizemsel düşüncelerinden yararlanan Heidegger (1889-1976), insanın kendi varlığının kendisi tarafından yaratıldığını ileri sürerek bu öğretiyi ortaya atmıştır.

Varoluşçuluk öğretisi, insanın kişisel anlamını değerlendirmesini, yaşama sürecinde kendi yolunu seçmesini, düşman ve amaçsız bir evrenin doğurduğu, kişiliğin yitirilmesi tehlikesine karşı, insanın kendi özgür istemiyle direnmesi gerektiğini savunur.
Gabriel Marcel7in (1889-1973) öncülüğünde Tanrıcı varoluşculuk; Jean Paul Sartre'in (1905-1980) öncülüğünde Tanrısız varoluşculuk adını alarak iki ayrı akım olarak kısa bir süre içinde gelişmiş ve yayılmıştır.
19. ve20. yy.'da, Varoluşçu Ruhbilime katkısı olan ilk ruhbilimci olarak Franz Brentano (1838-1917) gelir. Brentano, bilinç alanında ancak duyu organlarıyla algılanabilen süreçler üzerinde durarak, aynı zamanda görüngüye (fenomen) dayanan öğretiyi de kurmuştur.
Husserl (1859-1938) bu öğretiyi geliştirmiş, varoluşçu çözümlemeyi getirmiş ve Freud'un yapısal kuramını kabul ederek hastalara yaklaşımda kullanmıştır. Bunları, Ludwig Binswanger (1881-1966), Karl Jaspers, Eugen Minkowski, Medard Boss,Erwin Strauss, Antonia Wenkart izlemiştir. Bu bilim adamları varoluşçu öğretinin ruhbilim ve ruh hastalığının tedavisinde kullanılan yöntemler içinde yer alıp gelişmesine öncülük eden görüngücülük öğretisinin de kurucuları olmuşlardır.

Varoluşçuluk öğretsine göre, evrende kendi varlığını kendisi yaratan tek varlık insandır. İnsandan başka tüm varlıklar, varoluşlarından önce yapılmışlar, biçimlenmişler, nitelik kazanmışlardır. insan kendini nasıl yapar, varlar ve değerlendirirse insan odur. Yaşama anlam veren insanın kendisidir. İnsan kendini varladığı için özgür ve sorumlu olmak zorundadır. Bu sorumluluk nedeniyle bunalım, sıkıntı, kaygı duyar. Varolma sorumluluğundan doğan bu kaygı ve sıkıntı, insanın temel davranış ve eylem gücünü oluşturur.
Görüldüğü gibi, Varoluşçuluk, enesnel varlığı insana, insanı kişisel varlığa, kişisel varlığı da düşünceye bağlayarak idealizme varmaktadır."
Varoluşçulara göre insan davranışları doğadaki diğer fiziksel olaylar gibi değerlendirilemez, incelenemez, kategorilere ayrıştırılamaz. Aİnsan davranışları bu bağlamda açıklanamaz, ancak anlaşılabilir. İnsan davranışlarının anlaşılabilmesi için veya insanın bütüncül olarak anlaşılabilmesi için tüm yargılardan ve ön fikirlerden uzak olmak gerekir.
İnsan mekanik bir aygıt olmadığından onun davranışlarını bir takım gruplara ayırmak, sistematize etmek , şablonlaştırmak insanı anlamak değil , tam tersine onun anlaşılmasını zorlaştıran temel faktördür. Hele hele bir takım hastalık isimleri altında insanları birer kemiyet gibi değerlendirmek, bilgisayar proğramlarına kodlamak, sistematize etmek insana yapılacak en büyük ihanetlerden biridir.

İşte varoluşçu felsefeden yola çıkan bilim adamları insanı anlamak için toptan psikiyatriyi reddeden antipsikiyatri anlayışlarına da kaynaklık etmişlerdir. belki de insana insanca bir yaklaşım tarzını varoluşçu terapilerde bulmak mümkündür. İnsanın gerçekten insan olarak değerlendirildiği hasta ile hekimin eşit şartlarda gerçeği aradığı anlayış ve yaklaşım tarzı sadece varoluşçu tedavilerde mümkündür. Bu kadar müsamahalı ve geniş bir yaklaşım tarzını ihtiva etmesi nedeni ile uygulamada geniş bir yelpazenin varlığıda otamatikman ortaya çıkmaktadır.
Bu tedavi proğramında kişi hekimi ile eşit şartlar altında kendini anlamaya çalışır, patoloji olarak görülen bozuklukları anlamaya hayatını anlamlı kılmaya ve aktif bir üretkenliğe dönmeye çalışır.
Varoluşçu psikoterapistler arasından Victor Frankl'ın görüşlerine ve eklektik tarzına bakmakta yarar vardır. Ona göre;" Ego'yu tedavi etmek amacı ile O, eklektisizme yönelerek hipnoz, davranış tedavisi, ilaç tedavisi, ve gevşeme egzersizlerini bir arada kullanmaya kadar işi ileri götürmüştür. Buna kendi yarattığı Logoterapi adlı yöntemi de eklemiştir. Bu yöntemin temel hedefi hastada az ya da çok miktarda kaybolmuş olan egonun temel gücünü, yani iradeyi geliştirmektir. Frankl'a göre yaşamında artık anlam göremeyen bir kişi hastalanır, çünkü insan anlam yokluğunda varolamaz. Logoterapide anlama ve özneye saygı şu yönlerde ortaya çıkar. Varoluştaki kişisel amaç ve değerlerin keşfedilmesine engel oluşturan şeylerin analizi zorunlu olarak anlama çabasını ve öznelliğe saygıyı gerektirir. Ama logoterapi aynı zamanda iradeyi ve sorumluluk duygusunu uyandırmaya ve desteklemeye yönelik teknikleri de içerir"
Her hasta farklıdır. Semptomların ifadesinde kullanılan dil her hasta için farklıdır. Hastaların ifadeleri ancak kendi içsel ve dışsal dinamikleri ile birleştirildiğinde anlam kazanır. Hastanın ruhunu anlamadan yapılan yaklaşım tkarzları her zaman hatalıdır ve kişiyi yanlışsonuçlara götürür. Hastaya gerçekten yardımcı olmak istiyorsak tüm şahsi düşüncelerimizi bir tarfa bırakarak hasta gibi hissetme , onunla beraber düşünmek zorundayız. Hasta ile olan ilişkilerimizde , hastanın geçmişine kilitlenme deği , geçmişten günümüze intikal eden şu andaki sorunlara yoğunlaşmak gerekir. Geçmiş şu anda hastayı etkiliyorsa önemlidir.
Her hekim az veya çok varoluşçu bir yaklaşım tarzını benimsemek zorundadır. Hastaların kendi dünyalarında bağımsız ve özgür bir fert olduğunu kavrayamayan , insan olarak onlara gerçekten değer veremeyen hiç bir yaklaşım tarzının fazla yararlı olammayacağı kanatindeyim.

GRUP PSİKOTERAPİLERİ


Grup psikoterapisi ile hipnoterapinin ne alakası vardır diye sorabilirsiniz. Literatürde grup hipnozlarından bahsedilmesine rağmen, bir kaç çalışmam haricinde bugüne kadar ciddi bir grup hipnozu çalışması yapmadım. 1980 yıllarında bir grup enürezisli yurt öğrencisi üzerinde yaptığımız grup hipnozu , dolayısıyle grup psikoterapisini bu çalışmalarım arasında sayabilirim.
Konumuzun başında da belirttiğim gibi tedavilerde eklektik bir yaklaşım izlemekteyim. Bu anlamda bireysel hipnoterapi uyguladığım hastalarımdan uygun gördüklerimi grup terapisine de almaktayım. Uygun vaka seçiminde grup terapisinin çok yararlarını ve olumlu sonuçlarını mütalaa ettim. Bu çerçevede grup terapisinin, hipnoterapi ile yakından ilgisi bulunmaktadır.
Grup tedavilerinin tarihine baktığımızda, bilimsel anlamda ilk kez 1907 yılında Pratt tarafından veremli hastalara uygulandığını görüyoruz. Veremli hastalarla görüşme, onlardan bilgi alma ve onlara bir takım direktifleri verme olarak haftada iki kez uygulama yapan Pratt, hastalarından çok olumlu tepkiler almıştır. Daha sonraları bu yöntem yaygınlaşmış ve bir çok alana girmiştir. Sadece psikiyatri departmanlarını değil etkileşim grupları altında tüm ülkeleri sarmıştır. Alkolikler, şeker hastaları, dullar, sorunlu kadınlar, sigara bağımlıları, uyuşturucu bağımlıları bu tip gruplar oluşturmuş ve birbirlerine yardımcı olmaya çalışmışlardır.

Bu arada grup terapileri psikiyatri kliniklerinin vazgeçilmez araçları haline gelmiştir. özellikle bireysel psikoterapinin zaman ve hekim yönünden yetersiz kaldığı dönemlerde cankurtaran simidi özelliğini kazanmıştır. Özellikle 2. dünya harbinden sonra görülen asker ve sivillerin problemlerinde yaygın olarak kullanılmıştır.
Kendiliğinden başlayan bu çalışmalar, yavaş yavaş bilimsel incelemlere, kontrollü çalışmalara kadar uzanmış. Her psikoterapi okulu veya anlayışı kendine has bir grup terapi tekniği geliştirmiştir. Konuya birazda eleştirisel bir yaklaşım tarzı ile inceleyen meşhur grup terapi lideri irwing Yalom şunları açıklamaktadır."Serbest etkileşim özellikleri gösteren bir grup, bazı yapısal sınırlamalarla birlikte zamanla katılanların toplumsal bir mikrokosmosuna dönüşecektir. yeterli bir zaman verildiğinde her hasta kendisi olmaya çalışacaktır. Kişi grup üyeleriyle tıpkı kendi toplumsal ortamı içindeymişçesine ilişki kuracak, grupta alışageldiği kişiler arası evreni yeniden yaratacaktır. Başka bir deyimle, kişilerarası uyumsuz toplumsal davranışlarını grup içinde göstermeye başlayacaklardır;onlar açısından patolojilerinin tanımlanması gerekmektedir:Er veya geç bunu grup üyelerinin gözleri önüne sereceklerdir.
Bu kavramın grup terapisinde büyük önemi vardır ve grup terapisi yaklaşımının bütünün dayandığı bir temel oluşturur. Bu durum, her bir terapistin gruptaki olaylar hakkında algı ve yorumlarının ve tanımlama için kullandıkları dilin bağlı oldukları ekole göre değişmesine karşın klinisyenler tarafından geniş biçimde kabul görmektedir. Freudcular hastaları diğerleriyle ilişkileri çerçevesinde oral, sadistik veya mazohistik gereksinimlerini ortaya koyar tarzda görebilirler; nesne ilişkileri teorisyenleri bölünme (splitting), yansıtıcı özdeşim (projective identification), idealleştirme (idealization), ayna gibi yansıtma (mirroring), değersizleştirme (devaluation), üzerine odaklaşabilirler; davranışı düzeltmeye yönelik terapistler yönetme (conning) ve sömürücü davranışı (exploitative behavior) ön plana alabilir; bazı sosyal psikologlar egemenlik, etki etme veya dahil olmaya ilişkin türlü çabaları öncelikle gözönüne alabilir; Adlerciler daha fazla olarak telafi edici davranıştan söz açabilir ve doğum sırasını göz önüne almaları (en küçük kız kardeş, büyük erkek kardeş gibi) olasıdır; Karen Horney'i izleyenler enerjilerini tarafsız ve ilgisiz görünmeye harcayan ayrı ve boyun eğmiş kişiler ve diğerlerinin yanlışlarını kanıtlayarak kendi doğruluklarını doğrulamaya çalışan gururlu-kinci kişiler üzerine dikkatlerini yöneltebilrler."
Grup tedavilerinde tedavi edici etmenleri belirli başlıklar
  1. Umut aşılama,
  2. Evrensellik,
  3. Bilgisel katkıda bulunma
  4. Özverili olma ve fedakarca davranma,
  5. Birincil aile özelliklerinin grupta tekrar yaşanması ve bunun tedavi edici özelliği,
  6. Toplumsallaştırıcı tekniklerin gelişimi,
  7. Taklitçi davranış,
  8. Karşılıklı öğrenme,
  9. Grup bağlılığı,
  10. Duygusal boşalım (Katarzis),
  11. Varoluş etmenleri.
Kişilerarası bir etkilenme ve öğrenme süreci olan grup terapisinde beklenen etkiler ve yararları
  1. Kişilerarası ilişkilerin önemi;
  2. Tedavi edici coşkusal yaşantı ve tecrübe;
  3. Grubun bir toplumsal mikrokosmos olma niteliği.
Bu ilkeler mantıksal bir sıralamaya sokulduğu takdirde kişilerarası öğrenme mekanizmasının tedavi edici bir etmen olma niteliği daha açık olmaktadır.
1. Psikiyatrik semptomatoloji kişilar arası bozuk ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Psikoterapinin görevi çarpık olmayan, doyurucu kişilerarası ilişkilerin nasıl geliştirileceğinin öğrenilmesinde hastaya yardımcı olmaktır.
2. Kendi gelişimini sağlayan psikoterapi grubu katı yapısal kısıtlamalarla engellenmez, toplumsal bir mikrokosmosa, her bir hastanın toplumsal evrenin minyatür hale getirilmiş bir temsiline dönüşür.
3. Grup üyeleri karşılıklı onaylama ve iç gözlem yoluyla kendi kişiler arası davranışlarının çeşitli yönlerinin, kendi güçlerinin, sınırlarının, parataksik çarpıtmalarının ve diğer insanlara karşı istenmeyen tepkilere neden olan uyumsuz davranışlarının farkına varırlar. Geçmişte bir dizi yıkıcı ilişkisi olan ve bunların ardından reddedilmeyi yaşayan hasta bu yaşantıları diğerleri açısından yorumlamayı başaramamıştır. Başkalrının ondaki güvensizliği sezmeleri ve normal toplumsal ilişkilerde etiket koyarak davranmaları nedeniyle kişi hiçbir zaman neden reddedildiğini anlayamayacaktır. Bu nedenle, hasta hiçbir zaman davranışının sakıncalı yönlerini ayırt etmeyi ve kendinin neden kabul edilemez bir kişi olduğunu öğrenememiş olacaktır. Terapi grubu tam bir geri bildirim içinde destekleyici yönüyle böylesi bir ayırt etmeyi olanaklı kılmaktadır.
4. Düzenli bir kişilerarası ilişki dizisi oluşur:
a. Patolojinin ortaya konması (üye diğerinin davranışını ortaya kor)
b. Kişinin geribildirim ve iç gözlem yoluyla:
1. Davranış açısından daha iyi bir gözlemci olması
2. Davranışının etkilerini şu yönlerden değerlendirmesi
  • Diğerlerinin duyguları
  • Diğerlerinin kendisi hakkında kanıları;
  • Kendi kendisi hakkında edindiği kanılar;
5. Bu zincirin bütünüyle farkına varan hasta, bunlardan kaynaklanan kişisel sorumluluğun da farkında olur. Her birey kendi kişiler arası ilişkiler dünyasının yaratıcısıdır.
6. Bu kişilerarası ilişkiler dünyasında kişisel sorumluluğu bütünüyle kabullenen birey ardından bu keşfin sonuçlarını yakalmaya başlayabilir: Bu dünyayı yaratan kişi, aynı zamanda onu değiştirebilen tek kişidir.
7. Bu bilinçlenmenin derinliği ve anlamlılığı sonuçlardan etkilenme derecesiyle doğru orantılıdır. Bir yaşantı ne denli gerçek ve ne denli coşkusalsa, etkisi o denli güçlüdür; ne kadar nesnelleştirilmiş ve düşünselleştirilmişse öğrenme açısından o kadar etkisizdir.
8. Bu bilnçlenmenin bir sonucu olarak hasta diğerleri ile ilişki de yeni yolları göze alarak aşamalı bir biçimde değişim geçirir. Değişimin gerçekleşmesi olasılığı şu koşulların bir işlevidir:
  • Hastanın değişim güdülenimi ve uygulamakta olduğu davranış tarzının doğurduğu kişisel rahatsızlık ve doyumsuzluğun derecesi;
  • Hastanın gruba ilgisi, yani grubu kabullenmenin hasta için ne derece önem taşıdığı;
  • Hastanın karakter yapısının ve kişiler arası davranış biçiminin katılığı
9. Davranıştaki değişim iç gözlem ve diğer üyelerden kaynaklanan geribildirim yoluyla kişiler arası öğrenmede yeni bir dönüm noktası oluşturabilir. Bundan başka hasta şimdiye dek söz konusu davranışı engelleyen, korkulan bazı felaketlerin akıldışı olduğunu kavrar; bu yeni davranış ölüm, yıkım, terkedilme, alay edilme, yerin dibine geçme gibi felaketlere yol açmıştır.
10. Toplumsal mikrokosmos kavramı iki yönlüdür. Davranışın dış görünümü grupta belirgin hale geçmekle kalmaz, grupta öğrenilen davranış sonuçta hastanın toplumsal çevresine aktarılır ve grup dışındaki kişiler arası davranışlarında değişiklikler ortaya çıkar.
11. Uyumsal bir sarmal (adaptive spiral) aşamalı olarak önce grup içinde, sonra dışında harekete geçirilir. Kişiler arası çarpıklıklar azaldığından olumlu karşılığı bulunan ilişkileri biçimlendirme gücü artar. Toplumsal bunaltı azalır; diğerleri bu davranışa olumlu tepki verir ve hastaya karşı daha fazla onay ve kabul gösterir,bu durum benlik değerini daha da yükseltir ve değişimi daha da artırır. Sonuçta uyumsal sarmal profosyonel terapinin gerekmediği ölçüde özerklik ve yarar sağlar.

Bu aşamaların herbiri için terapistin sağlayacağı kolaylıklara ihtiyaç vardır. Terapistin farklı davranış grupları ortaya koyması gerekir: Özel geribildirimler sağlama, iç gözlemi destekleme, sorumluluk kavramını açiklama, risk almayı destekleme, felaket getirici sonuç fantezisini onaylamama, öğrenilenin aktarılmasının desteklenmesi ve benzerleri gibi."
Carl Rogers'e göre ideal bir terapist hasta ilişkisinde yaşanması gereken iletişim veya süreç şu şekilde olmalıdır:
"Hasta duygularını dışa vurmada giderek özgürleşir.
Gerçeği sınamaya başlar ve çevresiyle, kendisiyle, diğer kişilerle ve yaşantılarıyla ilgili duyguları ve algıları konusunda daha ayırt edici olur.
Yaşantıları ve kendine ilişkin kavramları arasındaki uygunsuzluğun giderek farkına varır. Önceden yadsıdığı veya bilinç alanında çarpıttığı duygularının da farkına varır.
Terapistin koşulsuz ve olumlu ilgisiyle giderek tehditsiz yaşayabilmeye kendine karşı koşulsuz ve olumlu bir ilgi duyabilmeye başlar.
Kendini giderek bir nesnenin veya yaşantının oluşmasında ve bir değer kazanmasında odak noktası olarak görmeye başlar.
kendisini başkalrının nasıl değerlendirdiği konusundaki algısından çok söz konusu algının kendi gelişimini olumlu biçimde etkilemesine göre eylemlerde bulunur."
Grup terapisinde tüm amaç hastanın kendisi ve çevresi ile olan barışıklılığını sağlamaktır. Bunu sağlarken her bireyde doğuştan mevcut olan bir takım mekanizmalrın önündeki engelleri kaldırmak hekimin görevidir. Hekim bu anlamda sadece bir yol gösterici bir rehber konmundadır. Zaman zaman telkin verivci, zaman zaman ikna edici, zaman zaman iyi bir dosttur.

Hekimin tedavideki hedefi aşağıdaki gerçekleri hastaya kabul ettirmektir.
1. Kendim için yarattığım dünyayı yalnızca ben değiştirebilirim.
2. Değişmekte bir tehlike yoktur.
3. Gerçekten istiyorsam değişmem gerekir.
4. Değişebilirim, güçlüyüm.
Grup terapileri, bireysel hipnoterapi ile birlikte yürütülebilir. Özellikle hipnodramalar sayesinde oluşturulmaya çalışılan yeni kişiliğin ilk sınama ve deneme laboratuvarı bu grup terapileri olabilir.

kaynak: Gerçeğin Dirilişine Kapı Hipnoz
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
kenan23 - avatarı
kenan23
Kayıtlı Üye
21 Haziran 2016       Mesaj #9
kenan23 - avatarı
Kayıtlı Üye

Psikoterapi



Psikoterapi konuşma terapisi olarak bilinen (talk therapy), psikolojik rahatsızlıklarda tedavi amaçlı kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemlerden bazıları ‘teori’ haline gelmiş olan psikoterapi kuramlarıdır. Bu büyük kuramlar bize sadece tedavi de yardımcı olmaz, insan psikolojisini anlamada, insanların davranışlarını analiz etmede ve onların gelecekte nasıl davranacaklarını tahmin etmede katkı sağlar. Bu kuramlar arasında en önemlileri Akılcı Duygucu Davranışçı Terapi gibi Bilişsel Davranışçı Terapiler, Psikanaliz, İnsancıl-Varoluşçu Terapi, Danışan Merkezli Terapi, Bilinçli Farkındalık (Meditasyon temelli) Terapiler’dir.

Genel olarak psikoterapi klinik ortamlarda kullanılsa da artık günümüzde yaşam koçluğu, telefonda danışmanlık, online danışmanlık, kariyer planması, iş yerinde yaşanan sıkıntılar, ilişki problemleri gibi birçok ‘light’ yani daha az sıkıntılı durumlarda dolaylı ve dolaysız olarak kullanılmaktadır.

Faydaları nelerdir?
Seanslar sırasında danışan kendi duygularını ifade etme, daha derinlemesine düşünce ve duygularının anlamlarını ve sebeplerini bulma imkanına kavuşur. Psikoterapi sadece bir bakış açısını değiştirmekten çok kişinin tümüyle değişmesini de beraberinde getirebilir. Psikoterapinin temel amaçlarından biri bireyin yaşamdaki karşılaştığı zor durumlar karşısında onun mücadele gücünü artırmak, onu avantajlı kılacak beceriler kazandırmak ve stresli olay ve durumlardan etkilenmeyecek bir duruma getirmektir.

İyi olma hali, olumlu benlik, pozitif bakış açısı, yeniden yapılanma, duygusal düzenleme, yeni ve alternatif düşünme yolları psikoterapinin diğer bazı amaçları olabilir.

ALINTI Rasyonel Psikoloji — Albert Ellis Enstitüsü Türkiye Merkezi

Benzer Konular

4 Temmuz 2012 / Misafir Cevaplanmış
28 Ekim 2016 / Misafir Cevaplanmış
21 Mayıs 2016 / Merve K. Cevaplanmış
16 Eylül 2008 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
3 Ağustos 2016 / kenan23 Psikoloji ve Psikiyatri