PSİKOTERAPİ UYGULAMALARI
Aslında psikoterapinin muhtevasına baktığımızda toplumun her kesiminin karşılıklı olarak yaptığı olumlu iletişimlerine de psikoterapi demek mümkündür. Yani eğitimle iç içe bir durum arzetmektedir. İnsanları güzele, iyiye, doğruya ve olumlu mücadeleye davct eden, egoyu güçlendiren tüm çalışmalar aslında bir psikoterapidir. Öğretmenin öğrenci üzerindeki tavrı, imamın inanan insana tavsiyeleri, toplum liderlerinin etkiledikleri insanlara verdikleri tüm olumlu mesajları da bu kategoriye katmak mümkündür.
Kişinin kendisi ve çevresi ile olan uyumsuzlukları bu çerçevede tamir edilmeye çalışılır. İçsel ve dışsal tüm desteklere rağmen kişi kendisi ve çevresi ile olan barışıklılığını kaybeder ve sıkıntıya düşerse o zaman bilimsel anlamda sistematik bir psikoterapiye ihtiyaç duyar. Bu anlamda uygulanan psikoterapi bilimsel ve sistematiktir. Hedefleri vardır ve bu hedeflere ulaşmak için bir takım araçlar kullanır. Kişi için önerilen bu hedefler ve amaçlar kişinin kültürü ve bireysel yapısı ile çok yakından ilgili olduğu gibi , kullanılan tekniklerde kişiye ve kültüre göre farklılklar oluşturmaktadır.
Kişiyi toplum içerisinde mutlu etmeye amaçlayan psikoterapi yaklaşımları ve teknikleri çok değişiklik arz etmektedir. Tüm bu teknikler dünyanın dört bir tarafında kullanılmaktadır. Bu psikoterapi yaklaşımları hastaların durumlarına göre tercih edilmekte ve kullanılmaktadır. Evrensel psikoterapi yaklaşımların incelediğimizde bunların doğasında ve doğuşunda bir takım temel varsayımların, kabullerin veya felsefi bir geri planın olduğunu görmekteyiz. Hatta bu tekniklerin ve muhtevaların gerisinde bir tarihten, bir kültürden ve bir coğrafyadan sözetmekte mümkündür.
Psikoterapide kullanılan teknikler içinde bir takım yaklaşımlarla hastaya ulaşılır. Hastayı aydınlatma, bilgilendirme, ikna etme, telkin verme, inandırma, kitap okutma, birtakım sesli ve görüntülü yayınları tavsiye etme yanında hipnoz da bir yaklaşım tarzı olarak kullanılmaktadır.
PSİKANALİTİK PSİKOTERAPİLER
Psikanalitik psikoterapileri kavrayabilmek için Freud'u ve kuramını çok iyi bilmek gerekmektedir. Ayrıca bu kuramın izlediği gelişim çizgisini de gözden kaçırmamak gerekmektedir. Freud, gününe kadar gelen bir takım bilgileri sistematik hale getiren ve aralarındaki bağları gösteren bir bilim adamıdır. Olaylara ve olgulara yaklaşım tarzı psikolojide ve insanı yorumlamada devrim niteliğindedir. Kim ne derse desin Freud'un tüm kuramı ve keşfettiği devrim niteliğindeke psikolojik mekanizmaların temelinde hipnotik tarans çalışmaları yatmaktadır. Tesadüfen şahit olduğu hipnoz çalışmalarını yakından gördükten sonra nörolojiye olan ilgisi azalmış ve kendisini psikolojiye adamıştır. Hipnoz ve hipnotik trans çalışmaları sayesinde kuramının temel dinamiklerini oluşturan Freud, sebeblerini daha sonra izah edeceğim gerekçeler nedeni ile hipnozu bırakmıştır.
Freud'un kuramını tarihi çizgisi içinde incelemeye çalıştığımızda büyük bir gelişim seyri geçirdiğini görmekteyiz. Kuramında gereğinden fazla tutucu olmasına rağmen, araştırıcılığı ve edindiği yeni tecrübeleri kuramına katmaktan, hatta kuramının bir kısmını değiştirmekten çekinmemiştir. Ama bu tutumu objektif bir bilim adamına yakışacak seviyeye de hiç bir zaman uluşamamıştır. Bir takım temel doğmatik kabullerin üzerine kurmaya çalıştığı bir takım görüşleri daha sonra kendini takip eden müridleri tarafından eleştirilmiş ve farklı ekollerin oluşmasına neden olmuştur.
Freud'un getirdiği devrim niteliğindeki buluşlarına bakacak olursak temel bir takım tesbitleri olduğunu görürüz. Bunları; bilinç, bilinç öncesi, bilinçdışı, id, ego, süperego, libido, psikoseksüel gelişim aşamaları,oral dönem, anal dönem, fallik dönem, latent dönem, ruhsal çatışmalar ve savunma düzenekleri,rüyaların sembol dili, dil sürçmelerin anlamları gibi belli başlı başlıklar altında toplayabiliriz. Bu kuramsal terminolojinin burada detaylı olarak izahı mümkün değildir. Biz sadece bu terminolojinin ne anlama geldiğini kısa başlıklar halinde belirtmekle iktifa edeceğiz.
Freud'un bilinç yaklaşımına göre insan bilinci bir bölmesel (topoğrafik) özellik gösterir. Buna göre bilincimiz üç kademeden oluşmaktadır. Her an farkında olduğumuz şeye bilinç, biraz zorlamakla ulaştığımız bilgiye ve bilinç haline bilinç öncesi, varlığından haberdar olmadığımız ancak davranışlarımızın mimarı olan iç dünyamıza da biniçdışı denmektedir. Bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışının çalışma prensipleri çok detaylı bir izaha muhtaçtır. Freud bu çalışma sistemini yılmak bilmeyen bir enerji ile lif lif incelemiş ve aralarındaki determinal bağı keşfetmeye çalışmıştır. Bu determinal bağı anlayabilen ve yorumlayabilen bir hekim hastasına çok şey verebilir Bu bağlantıları bütün olarak kavrayamayan ve parçada boğulan bir hekimin hastasına fazla yararlı olacağı kanaatinde değilim. İnsanı anlamak bu determinal bağları kavramak , yaşamak ve uygulamak ile mümkündür. Bunu da objektif olar ancak hipnotik tarans çalışmalarında bulabilirsiniz. Aksi takdirde bir yığın terminoloji ve soyut kavramların altında ezilirsiniz.
Freud insan psikolojisini yapısal katmanlara da ayırmaktadır. Bu katmanlara id, ego ve süperego demektedir. İd , bilinçaltımızdaki temel dürtülerimizin bulunduğu yerdir. Amacı hazza ulaşma ve elemden kaçmaktır. Yaratılışda neyin haz verici ve neyin elem verici temel yaratılış proğramımızda varken daha sonraki öğrenmelerimizle bu durum değişebilmektedir. İşte yaratılışımızda bulunan bu temel dürtüler bir takım çevre faktörlerinin etkisi ile kontrol altında tutulur. Bu dürtülerin bir kısmı hemen yerine getirilirken, bir kısmı tehir edilir ve bir kısmı da kılık değiştirir. Temel dürtülerimizin hemen tatminini engelleyen içteki siteme süperego diyoruz. Süperego genellikle öğrenerek toplumsal kültürün bize dayattığı birtakım kabullerden ibarettir. Ego ise iki değirmen taşı arasında kalmış buğday tanesi gibidir. İd ile süperego arasında uzlaşmayı sağlayan ve her zaman bir çıkış yolu bulmaya çılışan kişilik parçamız ve dış dünyadan gözlemlenen şahsiyetimize ego diyebiliriz.
Freud'un psikoseksüel gelişiminde kullandığı kavramlardan en önemlileri oral, anal ve fallik dönemdir. Bebeğin ilk iki yaşlarındaki tüm fonksiyonunu içe alıcı bir karter yapısını simgeleyen emme dönemine tekabül eden ağız dönemidir. Bebek pasiftir ve alıcıdır. Bu dönemden sonra çocuk anal döneme geçer. Dışkısını ve idrarını kontrol etmeyi öğrenir. Bırakmak ve boşaltmak arasındaki tercihini kullanabilecek bir benlik gelişir. Bu dönem bebeğin dışarıya açıldığı zaman zaman saldırganlaştığı anal dönemdir. Ardından cinsel kimlik farklılıkların hissedildiği ve cinselliğe merak salınan fallik dönem vardır. Bu dönmde çocuk kendi cinsel kimliğini tanır, karşı cinse tanır ve bu dönemde birtakım komplekslere girer. Daha sonraları Freud'un bu psikoseksüel gelişim kuramı çok eleştiriye tabi tutulmuş ve takipçileri bu kuramı tekrar revize etme ihtiyacını duymuşlardır. Bir kısım analistlerde bu kuramı tamamen reddetmişlerdir. Özellikle Elektra ve Öedipal komleksler pek taraftar bulamamıştır.
Freud'un tedavi proğramı da getirdiği kuramına uygunluk arzetmektedir. Genelde hastalarına bir içgörüş kazandırmayı amaçlayan Freud tedavide de tamamen başarılı sonuçlar alamamıştır.
Benliğin savunma düzenekleri Freud'da çok önemli bir rol oynamaktadır. Benliğin bu savunma düzeneklerini çok iyi bilmek ve hastalara bu çerçevede yaklaşmak hekimin temel alfabesi olmalıdır. İnsanlar arası ilişkilerde başarılı olmanın sırırı da bu düzeneklerin nasıl çalıştığını bilmekten geçmektedir. Yeri geldiğinde savunma mekanizmaları üzerinde tekrar durmak istiyorum.
DAVRANIŞÇI TERAPİLER
Davranışçı terapilerden bahsedildiğinde ilk akla gelen isimler meşhur Rus Fizyologu Ivan Pavlov ve ABD'li psikolog Edward Thorndike'dir. Her iki araştırıcı da öğrenme fizyolojisi ve psikolojisi üzerine çalışmışlar; Pavlov'un klasik şartlandırması ile Thorndike'nin operant şartlandırması bizlere çok şey öğretmiştir.
İnsan davranışlarına egemen olan öğrenmenin boyutlarını, koşullu ve koşulsuz şartlanmanın insan hayatındaki yerini bu araştırıcılara borçluyuz. Davranışçı terapiler bu bilim adamlarının bilgilerinden yola çıkarak kurulmuşlardır. Temel amaçları öğreme yolu ile bir takım olumsuz davranışlarımızı düzeltmeye çalışmışlardır,
Bilimsel anlamda Davranışçılık okulunun kurucusu John B. Watson'dur. Temel ilke uyarıcı-tepki modeli üzerine kurulmuştur. Davranışçılara göre, tüm davranışlarımız ister açık ister kapalı olsun, tamamı öğrenme yolu ile sonradan kazanılmıştır. Bu bakış açıları ile insanı sadece etki, tepki ikilemine sokan bu görüş çok eleştiri almıştır. Öğrenme ile ilgili bir çok konuyu açıklığa kavuşturmalarına rağmen, sadece etki tepki prensibi çerçevcesinde insan davranışlarını anlamak mümkün değildir. İnsan daha karmaşık, kopleks ve holistik bir ruh dünyasına sahiptir.
Davranışçılara göre kişi bir takım olumsuz davranışlar elde etmişse, bunların tamamını öğrenme yolu ile elde etmiştir. aynı öğrenme yolu ile de bu davranışşları düzeltmek mümkündür. Klasık şartlandrırma ile ilgili yeterli bilgiyi kitabımızın birinci cildinde verdiğimiz kanaatindeyim.
Operant şartlandırma daha farklı bir öğrenme teorisi getirmektedir. Organizmanın genitik tepkileri dışınrdaki davranışlarını incelemektedir. Olumlu pekiştirme, olumsuz pekiştirme temel kavramlarıdır. Operant şartlandırma, davranışın sonucuna göre oluşur. Organizma tarafından yapılan bir davranışın sonucunda kişi bundan ya hoşlanır, ya elem duyar veya nötr bir duyguya sahip olur.
Davranışın sonucunda olumlu ve haz duyumu elde edilirse; benzer davranış tekrar yapılmak istenir ve olumlu pekiştirme ortaya çıkar. Davranış sonucunda elem ortadan kaldırılıyorsa, tekrar bu elemle karşılaşmamak için kişi bu eyleme yine yönelir. Bu da olumsuz pekiştirmeyi sağlar.
Kişi davranışı sonucunda olumsuz bir duyguya yaşamak zorunda kalmışsa, bir daha o davranışı yapmamaya çalışır ve o davranıştan uzaklaşır.
Öğrenmelerimiz bireysel tecrübelerimiz ile başlar, aile içinde devam eder ve sonuçta toplumdaki bir çok grup tarafından belirlenir.
Davranışçı terapileri biz de hipnoterapide çok sık kullanmaktayız. Özellikle fobik davranışlarda ve cinsel problemlerde kullanmaktayız. Davranışın hem düşünce aşamasındaki abartıları veya problemleri hem de davranışı oluşturan diğer ögelerin (Sonuç, pekiştirmeler) oluşumuna müdahale edilebilmektedir. Hipnodrama vasıtasıyla bu fasid zincir kırılabilmekte ve yeni davranış örgüsüne kişi şartlandırılabilmektedir.
Davranışçı Tedavilerin Ortak Özelliklerini - Davranışçı tedaviler, bireyin kendisinin farkında olduğu ve başkaları tarafından gözlenebilir davranışlarıyla ilgilenir. Bilinçdışı dürtüler, kişilik özellikleri gibi hipotetik süreçlerin davranışçı tedavilerdeki yeri önemsizdir.
- Davranışçı tedavilerde bilimsel bir yaklaşım izlenir. Tedavinin amaçları ve yöntemi önceden belirlenmiştir. Tedavinin etkinliği ve sonuçları objektif olarak değerlendirilebilir.
- Davranışçı tedaviler şimdiki zamana odaklanır. Tedavi alan kişinin güncel sorunları ve bunları etkileyen faktörler üzerinde durulur. Bu yönüyle diğer tedavilerden oldukça farklıdır.
- Tedavi sırasında, davranışı sürdüren faktörlerle ilgili sürekli bir ölçme ve değerlendrirme yer alır. Böylelikle tedavi süreci içinde ve sonucunda ortaya çıkan davranışsal değişimler değerlendirilebilir.
- Davranışçı tedavilerin eğitici bir yönü vardır. Tedavi alan kişi, tedavi boyunca davranış değişikliklerinin ne şekilde ortaya çıktığının farkındadır. Bir öğrenme süreci yaşarr ve yeni beceriler kazanır. Dolayısıyla, ileride karşılaşacağı sorunlarla başetmede bu becerilerini tekrar kullanabilir.
- Davranışçı tedaviler, çoğunlukla tedavi alan kişinin günlük yaşamında ve özellekle sorunun yer aldığı ortamda uygulanır. Bu özelliği nedeniyle, tedavi alan kişi öğrendiklerini günlük yaşam ortamlarında çoğu zaman kendi başına uygulamak zorundadır. Dolayısıyla tedavi sorumluluğunun büyük bir bölümünü tedaviyi alan kişi üstlenir.
- Davranışçı tedaviler eyleme yöneliktir. Sorunların konuşulup tartışılmasından çok yeni davranışların eyleme dökülmesi önemlidir.
- Davranışçı tedavilerde kullanılan yöntemler, tedavinin amaçlarına ve tedavi alan kişinin ihtiyaçlarına göre seçilip düzenlenebilir ve gerketiğinde değiştirilebilir.
- Çoğu zaman tedavinin başında terapist ve tedaviyi alacak olan kişi arasında bir anlaşma yapılır. Bu anlaşma sırasında, tedavinin amaçları, bu amaçlara ulaşmak için uygulanacak yöntemler ve tedavi alacak kişinin yükümlülükleri açıkça belirlenir."
Hipnoterapide eklektik bir yaklaşımı tercih eden bir hipnoterapist için uygulayabileceği bir çok kombinasyonlar vardır. Bu kombinasyonlarda davranışçı terapiler vazgeçilmez bir yere ve öneme haizdir. Tedavi bölümlerinde yeri geldikçe bu konuya değinmek istiyorum.
KOGNİTİF PSİKOTERAPİLER
Kognitif kelimesi temelde düşünce proçesini ihtiva etmektedir. Davranış terapilerinin başlangıcında her şey yalın etki tepki prensibine göre şekillendirilirken, insan düşüncesi bir nevi ihmal edilmiştir. Gerçekte ise insanın eylemlerinin içeriğine bakıldığında çok değişik yapılanmalar görürüz. Etkilere karşı verilen tepkilerde insanların ruh dünyalarındaki duygulanımları çok önemlidir. Algıları, beklentileri, geçmiş yaşantıları, hatıraları, çevresel yargılamalar velhasıl düşünceyi oluşturan tüm iç dünya tepkinin şekillenmesinde çok önemlidir.
İşte etki ile tepki arasında iç dünyamızda şekillenen düşünce zincirinin oluşmasına müdahale etme ve sonucu etkileme kognitif psikoterapinin temelini oluşturmaktadır. Davranış terapilerine göre biraz daha insan modeline yaklaşılmış, insanı basit bir makine olmaktan dışarı çıkarmıştır. İnsanın düşünce zincirindeki tüm halkalar çeşitli boyutları ile incelenebilir ve tepkiyi oluşturan tüm faktörler incelenerek ortaya serilebilir.
Konuyu bilimsel olarak ilk inceleyen bilim adamı Beck ve ekibidir. Duygularımızın tepkilerimizi ne derece etkilediğini ortaya koymak bu kuramla mümkündür. Kognitif psikoterapiler, analitik psikoterapiler gibi bilinçdışı dürtüleri, rüyaları veya birtakım anlamlı motor davranışları (tikler, dil sürçmeleri v.b.) ele almazlar ve yaklaşım tarzlarında bir nevi bunları dışlarlar. Bu anlamda da analitik psikoterapilerden ayrılırlar.
Kognitif psikoterapilerde, kognisyonlar; "Dış ve iç dünyadan gelen uyaranları algı süreçlerine dönüştüren, bunları belirli bir düzen ve bütünlük içinde işleyen, değerlendiren (bir anlamda onları anlamlandıran), depolayan, yeniden belleğe çağırıp hatırlayan ve yeniden değerlendiren ruhsal süreçlerdir.
Bu tanımdan da nalaşılacağı gibi kognisyon bir üst kavramdır. İçeriğini dolduran süreçler de, kısaca özetlenirse, uyaranların düzenlenmesi, yapılanması ve değerlendirilmesidir. Söz konusu zihinsel işlemlerin gerçekleşmesi için işe karışan ruhsal süreçler şunlardır:Algılama, hatırlama, düşünme, dil, tutumlar (attitude), değer yargıları, beklentiler (antisipasyonlar) ve problem çözme stratejileri."
Kognitif psikotarepi yöntemini zaman zaman hipnoterapi uygulamalarımızda kullanmaktayız. Analitik bir incelemeye gerek duymadığımız veya temelde bilinçdışı analitik bir gerekçe düşünmediğimiz vakalarda kognitif psikoterapiyi başarılı bir şekilde kullanmaktayız.
Özellikle çarpık algılamaya bağlı olarak farklı ve hatalı savunma mekanizmaları geliştiren hastalrımızda hipnodrama yöntemi ile başarılı sonuçlar almakatayız. Büyük şehirlerin çok zalim olduğu, dişlileri arasında taşradan gelen insanları her zaman yok edip yuttuğu, herkesin zalim, üçkağıtçı ve dolandırıcı olduğu, kimseye güvenilmemesi gerektiği şeklinde yıllarca şartlandırmaya tabi tutulan genç veya kişi günün birinde büyük şehirde yaşamak zorunda kaldığında ne yapacaktır? Bu kişinin egosu iyi gelişmiş ve oluşan şartlara adaptasyon yeteneği güçlü ise bir takım zorlukları daha rahat atlatacaktır. Şayet egosu zayıf veya bağımlı bir kişilik sergiliyır veya şizoid bir yapısı varsa işler tamamen sarpa saracaktır. Kişi yoğun bir anksiyete çiresine giricek, çevre ile iyi ilişkiler içerisine giremeyecek, çevresindekilerin desteğini alamayacak ve bu güvensizlik duyguları içerisinde hastalıklı bir çok savunma düzeneği geliştirebilecektir. Sonuçta belki de ağır bir depresyona girerek kendini korumaya çalışacaktır.
Aynı şahıs yetiştirildiği ortamda büyük şehirlerin veya metropollerin fırsatlar ülkesini insana sunduğunu, bu fırsatları değerlendiren bireylerin çok başarılı olduğunu, insana yardımcı olan çeşitli kurum ve kuruluşların olduğunu aileden veya çevreden öğrenmiş ve buna şartlanmış olsaydı, çok değişik olumlu savunma düzenekleri geliştirebilecekti. Bu kişinin hayat anlayışı, çevreden beklentileri, olaylara karşı tepkisi, kişilerarasındaki ilişkileri de bu şartlanmaya göre değişecekti.
Yukardaki örneğimizde de görüldüğü gibi insanın düşünceleri çevreyi algılamada ve tepkisel eylemler geliştirmede çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu tip vakalarda kognitif terapilerin yapacağı çok şey vardır.
Hekim bu tip vakaları detaylı irdeleyerek hatalı düşüncenin ve yanlış şartalandırmanın kaynaklarını bulmalıdır. Bulduğu bu kaynaklardan yola çıkarak bir tedavi yeniden şartalandırma daha doğrusu gerçeği tekrardan gasterme ve öğretme yöntemini uygulamalıdır. Bu tip problemi olan bireylerin düşüncede meydana gelen hatalı öğretimleri hipnotik transta çözmek ve alternatif çözüm önerilerini yine hipnotik transta öğretmek mümkündür.
Bu eğitim ve öğretimde direk, inderek telkinler kullanılabildiği gibi hipnodrama uygulamaları ile beklenen davranış kalıpları kişiye öğretilebilir. Bu öğretimin normal kognitif psikoterapiden farkı, kısa sürede başarıya ulaşmasının yanında olası gelecek olayları hipnodrama vasıtası ile denemek, kişinin bunlara verdiği motor ve emosyonel cevabı o anda alabilmektir. Alınan bu cevaplar sayesinde kişinin öğrenmedeki ve dolayısıyla tedavideki başarısını objektif olarak o anda değerlendirmek mümkündür.
Kognitif Psikoterapinin kurucusu Beck'e göre depresyonda sık görülen kognitif çarpıtmalarla ilgili belli başlı konuları aşağıdaki şekilde incelemek mümkündür:
1. Kendine saygının azalması,
2. Kayıp duygusu,
3. Mahrum olma düşüncesi
4. Kendini eleştirme,
5. Kendini yerme ve suçlama,
6. Kendini uyarma ve kendine hükmetme,
7. İntihar düşünceleri.
Beck'e göre etki-tepki zinciri arasında oluşan düşüncedeki otomatik kognitif kalıplarda şunlardır.;
1. Keyfi çıkarım (arbitrary inference)
2. Seçici soyutlama (selective abstraction)
3. Aşırı genelleme (over-generalization)
4. Abartma ve küçümseme (magnification-minimization)
GEŞTALT TERAPİ
Herbirimiz notalar ile beste arasındaki farkı biliriz. Gestalt psikolojisi anlatılırken hep bu örnek verilir. Notaları tek tek ele aldığınızda hiç bir anlam ifade etmez. Ancak bu notaları birleştirdiğinizde çok farklı bir sonuca ulaşırsınız. Yani besteyle karşılaşırsınız. İşte parça ile bütün arasındaki ilişki de bu şekildir. Ruhsal fenomenolojide her bir olayı diğerinden bağımsız gibi algılamak ve gerçeği bu parçalarda aramak insanı yanıltır. Gerçek ruhsal fenomenlerin bütünlüğü içinde aranmalıdır.
Doğu kültüründe sıkça zikredilen "Körlerin fili tarifi" hikayesini hepimiz dinlemişizdir. Gestalt'çı psikolojinin temellerinin doğunun bu gizemli dünyasında bulmak mümkündür. Hikayeye göre günün birinde körleri bir araya toplarlar ve ortalarına bir fil bırakırlar. Körlerden filin nasıl bir hayvan olduğunu anlatması istenir. Körlerin file yaklaşırlar. Körlerden biri filin kuyruğunu, diğeri bacağını ve diğeri de kulağını tutar. Ardından fili tanamlamaya çalışırlar. Filin kuyruğunu tutan köre göre fil, kalın bir halat gibidir. Filin bacağını tutan köre göre fil, bir sütundan ibarettir. Filin kulağını tutan köregöre ise fil, büyük bir ağaç yaprağı gibidir.
Körler kendi algılamalarına göre fili tarif etmişlerdir. Burada iki kuram iç içe girmiştir. Körler hem geçmişlerindeki algılamalar ile bir eşleştirme yapmakta hem de ellerinin altındaki parçayı bütüne şamil kılmaktadırlar. Parça parça yaptıkları benzetmeler doğrudur. Ancak gerçeği ifade ve idrakten çok uzaktır. İşte insanlarda olayları, davranışları ve ruhsal süreçleri filler gibi algılamakta ve kıyasyapmaktadırlar. Sonuçta sadece parçada kalmakta ve bütünü görememektedirler.
Gestaltçı psikoloji anlayışını psikoterapiye aktaran bilim adamı Fritz Perls (1839-1970)'dir. Temelinde analitik bir eğitim almış olan Perls, yaptığı eleştirilerle ve yine bakış açıları ile Freudiyen çizgiden ayrılmış ve kendi ekolünü kurmuştur.
İnsana bütüncül bakış açısı nedeniyle varoluşçu bir yaklaşım tarzını sergilemektedir. Perls Freud'un temel görüşleri üzerine Gestaltçı psikolojiyi eklemiş ve yeni bir kombinasyon üretmiştir. Kişinin amacı ve mutluluğu temel dengeyi yani hemostazisi sağlamaktır. Hemostazıs hem fiziksel hem de ruhsal olarak sağlanmalıdır.
Perls'in kuramında yer alan önemli terimler vardır. Bunlar; organizmanın doğası, hemostazis, gerçeklik, içgüdüler, benlik, büyüme ve olgunlaşma, nevroz, anksiyete, psikoz gibi kavramlardır.
Perls'e göre Gestalt," Almanca bir kelimedir ve İngilizce de tam bir karşılığı yoktur.Gestalt bir örüntü (pattern) ve bir gruplaşmadır, bir şeyin yapılmış olduğu tek tek parçaların belirli bir şekilde organizasyonudur. Gestalt psikolojisinin temel varsayımı insan davranışının örüntü ya da bütünler halinde organize olduğudur. Yani doğa, birey tarafından bu terimler içinde yaşanır ve ancak tüm bu örüntü ve bütünlerin bir fonksiyonu olarak anlaşılabilir."
Perls'e göre kişi dengesini ararken, ya çevreyi kendine uydurur ya da kendini çevreye uydurur. ihtiyaçlar kişiden kişiye değişiklik arzeder. Davranışlarımız bu ihtiyaçlara göre planlanır ve yönlendirilir. "herhangibir anda organizma için başat olan ihtiyaç, şekil(figür) olurken, tüm diğer ihtiyaçlar o an için fon (back-graund9'a çekilir. O ihtiyaç giderildikten sonra bireyin gestaltı kapatılmış olur ve kişi başka işlere yönelir."
Gestalt psikoterapisinin temelinde bozulan dengelerin tesisi amaçlanmıştır. İnsan, ruhsal katmanlardan değil bir bütünden ibarettir. İnsanın egosu çeşitli zamanlarda engellemelere maruz kalır. Bu esnada büyümeye, gelişmeye ve olgunlaşmaya harcanması gereken enerji ya rol yapmaya veya nevrotik bir takım hatalı savunma mekanizmaların aharcanmaktadır. Tedaviden amaç kişiliğin her boyutu ile tanınması ve olumsuz ögelerin bu kişilikten dışlanmasıdır. Yadsıma veya izolasyon çare değil, olayların içeriği, sebeb sonuç zinciri ve enerjinin yeniden olumlu yapılanmaya harcanması sözkonusudur.
VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİLER
İnsan beyninin çalışma prensipleri ile ilgili son yıllarda ilginç çalışmalar var. Beyin yarım kürelerinin fonksiyonları üzerine araştırmalar yapan bilim adamları bir takım ciddi sonuçlara uluşmışlardır. Bu çalışmalara göre insan beyin yarım küreleri farklı fonksiyonlara sahiptir. Sağ beyin sentezci, hayalci, keşfeden, yaratan ve sanatçı özelliklere haiz iken, sol beyin analizci,parçacı, mantıklı düşünen, matematiksel bakan, determinal bağlara sıkı sıkıya bağlı ve dilin yapılanmasını sağlayan bölümdür.
Yukarıdaki cümlelerimin konu ile bağlantısı olmadığını düşünen okuyucular olabilir. Gestalt psikolojisini mikst beyin yapısının bir ürünü görüp diğer psikoloji ve terapilere bakacak olursak hep sol beyin fonksiyonları açısından insanları inceliyorlar gibi. Ancak varoluşçu psikoterapi yaklaşımı diğer tüm yöntemlerin karşısına farklı bir kimlikle çıkıyor ve hepsini reddediyor.
Prof. Dr. Özcan Köknel Varoluşçu Ruhbilim yaklaşımı hakkında güzel bir özet yaparak şunları söylemektedir."Varoluşçuluğu oluşturan düşünce akımları 19. yy. ortalarında başlamıştır. Gizemci düşünür Kierkegaard'ın (1813-1885) gizemsel düşüncelerinden yararlanan Heidegger (1889-1976), insanın kendi varlığının kendisi tarafından yaratıldığını ileri sürerek bu öğretiyi ortaya atmıştır.
Varoluşçuluk öğretisi, insanın kişisel anlamını değerlendirmesini, yaşama sürecinde kendi yolunu seçmesini, düşman ve amaçsız bir evrenin doğurduğu, kişiliğin yitirilmesi tehlikesine karşı, insanın kendi özgür istemiyle direnmesi gerektiğini savunur.
Gabriel Marcel7in (1889-1973) öncülüğünde Tanrıcı varoluşculuk; Jean Paul Sartre'in (1905-1980) öncülüğünde Tanrısız varoluşculuk adını alarak iki ayrı akım olarak kısa bir süre içinde gelişmiş ve yayılmıştır.
19. ve20. yy.'da, Varoluşçu Ruhbilime katkısı olan ilk ruhbilimci olarak Franz Brentano (1838-1917) gelir. Brentano, bilinç alanında ancak duyu organlarıyla algılanabilen süreçler üzerinde durarak, aynı zamanda görüngüye (fenomen) dayanan öğretiyi de kurmuştur.
Husserl (1859-1938) bu öğretiyi geliştirmiş, varoluşçu çözümlemeyi getirmiş ve Freud'un yapısal kuramını kabul ederek hastalara yaklaşımda kullanmıştır. Bunları, Ludwig Binswanger (1881-1966), Karl Jaspers, Eugen Minkowski, Medard Boss,Erwin Strauss, Antonia Wenkart izlemiştir. Bu bilim adamları varoluşçu öğretinin ruhbilim ve ruh hastalığının tedavisinde kullanılan yöntemler içinde yer alıp gelişmesine öncülük eden görüngücülük öğretisinin de kurucuları olmuşlardır.
Varoluşçuluk öğretsine göre, evrende kendi varlığını kendisi yaratan tek varlık insandır. İnsandan başka tüm varlıklar, varoluşlarından önce yapılmışlar, biçimlenmişler, nitelik kazanmışlardır. insan kendini nasıl yapar, varlar ve değerlendirirse insan odur. Yaşama anlam veren insanın kendisidir. İnsan kendini varladığı için özgür ve sorumlu olmak zorundadır. Bu sorumluluk nedeniyle bunalım, sıkıntı, kaygı duyar. Varolma sorumluluğundan doğan bu kaygı ve sıkıntı, insanın temel davranış ve eylem gücünü oluşturur.
Görüldüğü gibi, Varoluşçuluk, enesnel varlığı insana, insanı kişisel varlığa, kişisel varlığı da düşünceye bağlayarak idealizme varmaktadır."
Varoluşçulara göre insan davranışları doğadaki diğer fiziksel olaylar gibi değerlendirilemez, incelenemez, kategorilere ayrıştırılamaz. Aİnsan davranışları bu bağlamda açıklanamaz, ancak anlaşılabilir. İnsan davranışlarının anlaşılabilmesi için veya insanın bütüncül olarak anlaşılabilmesi için tüm yargılardan ve ön fikirlerden uzak olmak gerekir.
İnsan mekanik bir aygıt olmadığından onun davranışlarını bir takım gruplara ayırmak, sistematize etmek , şablonlaştırmak insanı anlamak değil , tam tersine onun anlaşılmasını zorlaştıran temel faktördür. Hele hele bir takım hastalık isimleri altında insanları birer kemiyet gibi değerlendirmek, bilgisayar proğramlarına kodlamak, sistematize etmek insana yapılacak en büyük ihanetlerden biridir.
İşte varoluşçu felsefeden yola çıkan bilim adamları insanı anlamak için toptan psikiyatriyi reddeden antipsikiyatri anlayışlarına da kaynaklık etmişlerdir. belki de insana insanca bir yaklaşım tarzını varoluşçu terapilerde bulmak mümkündür. İnsanın gerçekten insan olarak değerlendirildiği hasta ile hekimin eşit şartlarda gerçeği aradığı anlayış ve yaklaşım tarzı sadece varoluşçu tedavilerde mümkündür. Bu kadar müsamahalı ve geniş bir yaklaşım tarzını ihtiva etmesi nedeni ile uygulamada geniş bir yelpazenin varlığıda otamatikman ortaya çıkmaktadır.
Bu tedavi proğramında kişi hekimi ile eşit şartlar altında kendini anlamaya çalışır, patoloji olarak görülen bozuklukları anlamaya hayatını anlamlı kılmaya ve aktif bir üretkenliğe dönmeye çalışır.
Varoluşçu psikoterapistler arasından Victor Frankl'ın görüşlerine ve eklektik tarzına bakmakta yarar vardır. Ona göre;" Ego'yu tedavi etmek amacı ile O, eklektisizme yönelerek hipnoz, davranış tedavisi, ilaç tedavisi, ve gevşeme egzersizlerini bir arada kullanmaya kadar işi ileri götürmüştür. Buna kendi yarattığı Logoterapi adlı yöntemi de eklemiştir. Bu yöntemin temel hedefi hastada az ya da çok miktarda kaybolmuş olan egonun temel gücünü, yani iradeyi geliştirmektir. Frankl'a göre yaşamında artık anlam göremeyen bir kişi hastalanır, çünkü insan anlam yokluğunda varolamaz. Logoterapide anlama ve özneye saygı şu yönlerde ortaya çıkar. Varoluştaki kişisel amaç ve değerlerin keşfedilmesine engel oluşturan şeylerin analizi zorunlu olarak anlama çabasını ve öznelliğe saygıyı gerektirir. Ama logoterapi aynı zamanda iradeyi ve sorumluluk duygusunu uyandırmaya ve desteklemeye yönelik teknikleri de içerir"
Her hasta farklıdır. Semptomların ifadesinde kullanılan dil her hasta için farklıdır. Hastaların ifadeleri ancak kendi içsel ve dışsal dinamikleri ile birleştirildiğinde anlam kazanır. Hastanın ruhunu anlamadan yapılan yaklaşım tkarzları her zaman hatalıdır ve kişiyi yanlışsonuçlara götürür. Hastaya gerçekten yardımcı olmak istiyorsak tüm şahsi düşüncelerimizi bir tarfa bırakarak hasta gibi hissetme , onunla beraber düşünmek zorundayız. Hasta ile olan ilişkilerimizde , hastanın geçmişine kilitlenme deği , geçmişten günümüze intikal eden şu andaki sorunlara yoğunlaşmak gerekir. Geçmiş şu anda hastayı etkiliyorsa önemlidir.
Her hekim az veya çok varoluşçu bir yaklaşım tarzını benimsemek zorundadır. Hastaların kendi dünyalarında bağımsız ve özgür bir fert olduğunu kavrayamayan , insan olarak onlara gerçekten değer veremeyen hiç bir yaklaşım tarzının fazla yararlı olammayacağı kanatindeyim.
GRUP PSİKOTERAPİLERİ
Grup psikoterapisi ile hipnoterapinin ne alakası vardır diye sorabilirsiniz. Literatürde grup hipnozlarından bahsedilmesine rağmen, bir kaç çalışmam haricinde bugüne kadar ciddi bir grup hipnozu çalışması yapmadım. 1980 yıllarında bir grup enürezisli yurt öğrencisi üzerinde yaptığımız grup hipnozu , dolayısıyle grup psikoterapisini bu çalışmalarım arasında sayabilirim.
Konumuzun başında da belirttiğim gibi tedavilerde eklektik bir yaklaşım izlemekteyim. Bu anlamda bireysel hipnoterapi uyguladığım hastalarımdan uygun gördüklerimi grup terapisine de almaktayım. Uygun vaka seçiminde grup terapisinin çok yararlarını ve olumlu sonuçlarını mütalaa ettim. Bu çerçevede grup terapisinin, hipnoterapi ile yakından ilgisi bulunmaktadır.
Grup tedavilerinin tarihine baktığımızda, bilimsel anlamda ilk kez 1907 yılında Pratt tarafından veremli hastalara uygulandığını görüyoruz. Veremli hastalarla görüşme, onlardan bilgi alma ve onlara bir takım direktifleri verme olarak haftada iki kez uygulama yapan Pratt, hastalarından çok olumlu tepkiler almıştır. Daha sonraları bu yöntem yaygınlaşmış ve bir çok alana girmiştir. Sadece psikiyatri departmanlarını değil etkileşim grupları altında tüm ülkeleri sarmıştır. Alkolikler, şeker hastaları, dullar, sorunlu kadınlar, sigara bağımlıları, uyuşturucu bağımlıları bu tip gruplar oluşturmuş ve birbirlerine yardımcı olmaya çalışmışlardır.
Bu arada grup terapileri psikiyatri kliniklerinin vazgeçilmez araçları haline gelmiştir. özellikle bireysel psikoterapinin zaman ve hekim yönünden yetersiz kaldığı dönemlerde cankurtaran simidi özelliğini kazanmıştır. Özellikle 2. dünya harbinden sonra görülen asker ve sivillerin problemlerinde yaygın olarak kullanılmıştır.
Kendiliğinden başlayan bu çalışmalar, yavaş yavaş bilimsel incelemlere, kontrollü çalışmalara kadar uzanmış. Her psikoterapi okulu veya anlayışı kendine has bir grup terapi tekniği geliştirmiştir. Konuya birazda eleştirisel bir yaklaşım tarzı ile inceleyen meşhur grup terapi lideri irwing Yalom şunları açıklamaktadır."Serbest etkileşim özellikleri gösteren bir grup, bazı yapısal sınırlamalarla birlikte zamanla katılanların toplumsal bir mikrokosmosuna dönüşecektir. yeterli bir zaman verildiğinde her hasta kendisi olmaya çalışacaktır. Kişi grup üyeleriyle tıpkı kendi toplumsal ortamı içindeymişçesine ilişki kuracak, grupta alışageldiği kişiler arası evreni yeniden yaratacaktır. Başka bir deyimle, kişilerarası uyumsuz toplumsal davranışlarını grup içinde göstermeye başlayacaklardır;onlar açısından patolojilerinin tanımlanması gerekmektedir:Er veya geç bunu grup üyelerinin gözleri önüne sereceklerdir.
Bu kavramın grup terapisinde büyük önemi vardır ve grup terapisi yaklaşımının bütünün dayandığı bir temel oluşturur. Bu durum, her bir terapistin gruptaki olaylar hakkında algı ve yorumlarının ve tanımlama için kullandıkları dilin bağlı oldukları ekole göre değişmesine karşın klinisyenler tarafından geniş biçimde kabul görmektedir. Freudcular hastaları diğerleriyle ilişkileri çerçevesinde oral, sadistik veya mazohistik gereksinimlerini ortaya koyar tarzda görebilirler; nesne ilişkileri teorisyenleri bölünme (splitting), yansıtıcı özdeşim (projective identification), idealleştirme (idealization), ayna gibi yansıtma (mirroring), değersizleştirme (devaluation), üzerine odaklaşabilirler; davranışı düzeltmeye yönelik terapistler yönetme (conning) ve sömürücü davranışı (exploitative behavior) ön plana alabilir; bazı sosyal psikologlar egemenlik, etki etme veya dahil olmaya ilişkin türlü çabaları öncelikle gözönüne alabilir; Adlerciler daha fazla olarak telafi edici davranıştan söz açabilir ve doğum sırasını göz önüne almaları (en küçük kız kardeş, büyük erkek kardeş gibi) olasıdır; Karen Horney'i izleyenler enerjilerini tarafsız ve ilgisiz görünmeye harcayan ayrı ve boyun eğmiş kişiler ve diğerlerinin yanlışlarını kanıtlayarak kendi doğruluklarını doğrulamaya çalışan gururlu-kinci kişiler üzerine dikkatlerini yöneltebilrler."
Grup tedavilerinde tedavi edici etmenleri belirli başlıklar - Umut aşılama,
- Evrensellik,
- Bilgisel katkıda bulunma
- Özverili olma ve fedakarca davranma,
- Birincil aile özelliklerinin grupta tekrar yaşanması ve bunun tedavi edici özelliği,
- Toplumsallaştırıcı tekniklerin gelişimi,
- Taklitçi davranış,
- Karşılıklı öğrenme,
- Grup bağlılığı,
- Duygusal boşalım (Katarzis),
- Varoluş etmenleri.
Kişilerarası bir etkilenme ve öğrenme süreci olan grup terapisinde beklenen etkiler ve yararları - Kişilerarası ilişkilerin önemi;
- Tedavi edici coşkusal yaşantı ve tecrübe;
- Grubun bir toplumsal mikrokosmos olma niteliği.
Bu ilkeler mantıksal bir sıralamaya sokulduğu takdirde kişilerarası öğrenme mekanizmasının tedavi edici bir etmen olma niteliği daha açık olmaktadır. 1. Psikiyatrik semptomatoloji kişilar arası bozuk ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Psikoterapinin görevi çarpık olmayan, doyurucu kişilerarası ilişkilerin nasıl geliştirileceğinin öğrenilmesinde hastaya yardımcı olmaktır.
2. Kendi gelişimini sağlayan psikoterapi grubu katı yapısal kısıtlamalarla engellenmez, toplumsal bir mikrokosmosa, her bir hastanın toplumsal evrenin minyatür hale getirilmiş bir temsiline dönüşür.
3. Grup üyeleri karşılıklı onaylama ve iç gözlem yoluyla kendi kişiler arası davranışlarının çeşitli yönlerinin, kendi güçlerinin, sınırlarının, parataksik çarpıtmalarının ve diğer insanlara karşı istenmeyen tepkilere neden olan uyumsuz davranışlarının farkına varırlar. Geçmişte bir dizi yıkıcı ilişkisi olan ve bunların ardından reddedilmeyi yaşayan hasta bu yaşantıları diğerleri açısından yorumlamayı başaramamıştır. Başkalrının ondaki güvensizliği sezmeleri ve normal toplumsal ilişkilerde etiket koyarak davranmaları nedeniyle kişi hiçbir zaman neden reddedildiğini anlayamayacaktır. Bu nedenle, hasta hiçbir zaman davranışının sakıncalı yönlerini ayırt etmeyi ve kendinin neden kabul edilemez bir kişi olduğunu öğrenememiş olacaktır. Terapi grubu tam bir geri bildirim içinde destekleyici yönüyle böylesi bir ayırt etmeyi olanaklı kılmaktadır.
4. Düzenli bir kişilerarası ilişki dizisi oluşur:
a. Patolojinin ortaya konması (üye diğerinin davranışını ortaya kor)
b. Kişinin geribildirim ve iç gözlem yoluyla:
1. Davranış açısından daha iyi bir gözlemci olması
2. Davranışının etkilerini şu yönlerden değerlendirmesi
- Diğerlerinin duyguları
- Diğerlerinin kendisi hakkında kanıları;
- Kendi kendisi hakkında edindiği kanılar;
5. Bu zincirin bütünüyle farkına varan hasta, bunlardan kaynaklanan kişisel sorumluluğun da farkında olur. Her birey kendi kişiler arası ilişkiler dünyasının yaratıcısıdır.
6. Bu kişilerarası ilişkiler dünyasında kişisel sorumluluğu bütünüyle kabullenen birey ardından bu keşfin sonuçlarını yakalmaya başlayabilir: Bu dünyayı yaratan kişi, aynı zamanda onu değiştirebilen tek kişidir.
7. Bu bilinçlenmenin derinliği ve anlamlılığı sonuçlardan etkilenme derecesiyle doğru orantılıdır. Bir yaşantı ne denli gerçek ve ne denli coşkusalsa, etkisi o denli güçlüdür; ne kadar nesnelleştirilmiş ve düşünselleştirilmişse öğrenme açısından o kadar etkisizdir.
8. Bu bilnçlenmenin bir sonucu olarak hasta diğerleri ile ilişki de yeni yolları göze alarak aşamalı bir biçimde değişim geçirir. Değişimin gerçekleşmesi olasılığı şu koşulların bir işlevidir:
- Hastanın değişim güdülenimi ve uygulamakta olduğu davranış tarzının doğurduğu kişisel rahatsızlık ve doyumsuzluğun derecesi;
- Hastanın gruba ilgisi, yani grubu kabullenmenin hasta için ne derece önem taşıdığı;
- Hastanın karakter yapısının ve kişiler arası davranış biçiminin katılığı
9. Davranıştaki değişim iç gözlem ve diğer üyelerden kaynaklanan geribildirim yoluyla kişiler arası öğrenmede yeni bir dönüm noktası oluşturabilir. Bundan başka hasta şimdiye dek söz konusu davranışı engelleyen, korkulan bazı felaketlerin akıldışı olduğunu kavrar; bu yeni davranış ölüm, yıkım, terkedilme, alay edilme, yerin dibine geçme gibi felaketlere yol açmıştır.
10. Toplumsal mikrokosmos kavramı iki yönlüdür. Davranışın dış görünümü grupta belirgin hale geçmekle kalmaz, grupta öğrenilen davranış sonuçta hastanın toplumsal çevresine aktarılır ve grup dışındaki kişiler arası davranışlarında değişiklikler ortaya çıkar.
11. Uyumsal bir sarmal (adaptive spiral) aşamalı olarak önce grup içinde, sonra dışında harekete geçirilir. Kişiler arası çarpıklıklar azaldığından olumlu karşılığı bulunan ilişkileri biçimlendirme gücü artar. Toplumsal bunaltı azalır; diğerleri bu davranışa olumlu tepki verir ve hastaya karşı daha fazla onay ve kabul gösterir,bu durum benlik değerini daha da yükseltir ve değişimi daha da artırır. Sonuçta uyumsal sarmal profosyonel terapinin gerekmediği ölçüde özerklik ve yarar sağlar.
Bu aşamaların herbiri için terapistin sağlayacağı kolaylıklara ihtiyaç vardır. Terapistin farklı davranış grupları ortaya koyması gerekir: Özel geribildirimler sağlama, iç gözlemi destekleme, sorumluluk kavramını açiklama, risk almayı destekleme, felaket getirici sonuç fantezisini onaylamama, öğrenilenin aktarılmasının desteklenmesi ve benzerleri gibi."
Carl Rogers'e göre ideal bir terapist hasta ilişkisinde yaşanması gereken iletişim veya süreç şu şekilde olmalıdır:
"Hasta duygularını dışa vurmada giderek özgürleşir.
Gerçeği sınamaya başlar ve çevresiyle, kendisiyle, diğer kişilerle ve yaşantılarıyla ilgili duyguları ve algıları konusunda daha ayırt edici olur.
Yaşantıları ve kendine ilişkin kavramları arasındaki uygunsuzluğun giderek farkına varır. Önceden yadsıdığı veya bilinç alanında çarpıttığı duygularının da farkına varır.
Terapistin koşulsuz ve olumlu ilgisiyle giderek tehditsiz yaşayabilmeye kendine karşı koşulsuz ve olumlu bir ilgi duyabilmeye başlar.
Kendini giderek bir nesnenin veya yaşantının oluşmasında ve bir değer kazanmasında odak noktası olarak görmeye başlar.
kendisini başkalrının nasıl değerlendirdiği konusundaki algısından çok söz konusu algının kendi gelişimini olumlu biçimde etkilemesine göre eylemlerde bulunur."
Grup terapisinde tüm amaç hastanın kendisi ve çevresi ile olan barışıklılığını sağlamaktır. Bunu sağlarken her bireyde doğuştan mevcut olan bir takım mekanizmalrın önündeki engelleri kaldırmak hekimin görevidir. Hekim bu anlamda sadece bir yol gösterici bir rehber konmundadır. Zaman zaman telkin verivci, zaman zaman ikna edici, zaman zaman iyi bir dosttur.
Hekimin tedavideki hedefi aşağıdaki gerçekleri hastaya kabul ettirmektir.
1. Kendim için yarattığım dünyayı yalnızca ben değiştirebilirim.
2. Değişmekte bir tehlike yoktur.
3. Gerçekten istiyorsam değişmem gerekir.
4. Değişebilirim, güçlüyüm.
Grup terapileri, bireysel hipnoterapi ile birlikte yürütülebilir. Özellikle hipnodramalar sayesinde oluşturulmaya çalışılan yeni kişiliğin ilk sınama ve deneme laboratuvarı bu grup terapileri olabilir.
kaynak: Gerçeğin Dirilişine Kapı Hipnoz