Arama

Psikoloji ile ilgili Makaleler       - Sayfa 9

Güncelleme: 23 Temmuz 2018 Gösterim: 227.929 Cevap: 185
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
13 Temmuz 2009       Mesaj #81
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Hemodiyaliz Hastalarının Yaşamlarını Değerlendirmesi

Sponsorlu Bağlantılar
Dr. Margorit Rita KRESPI, Dr. Mike BONE, Dr. Rashid AHMAD, Breeda WORTHINGTON, Prof. Peter SALMON


GİRİŞ

Son dönem böbrek yetmezligi (SDBY) ve hemodiyaliz deneyimi sadece bedensel durumla ilintili degildir ve bir bütün olarak degerlendirilmesi gerekmektedir. SDYB'nin hastalarin yasamlari üzerindeki etkilerini anlamaya yönelik yapilan çalismalar hastalarin uyumu kavrami üzerinde yogunlasmistir. SDBY'de uyum kavrami genelde yasam kalitesi açisindan degerlendirilmistir. Bu ölçümler de uyumun ne olduguna iliskin önceden belirlenen görüsler üzerinden yapilmaktadir. Hastalarla derinligine yapilan görüsmeler sonucunda Hemodiyaliz Yasam Kalitesi Anketi (Haemodialysis Life Quality Questionnaire) (Churchill ve ark., 1991) ve Böbrek Bagimlisi için Bireysellesmis Yasam Kalitesi Anketi (Renal Dependent Individualized Quality of Life Questionnaire) Bradley, 1997) gibi alternatif ölçüm araçlari gelistirilmistir.

Bu ölçümler, her ne kadar uyum kavrami üzerine profesyonel bakis açisi ve kuramsal varsayimlar ile yönlendirilmis olsalar da, iki önemli görüs ve bulguyu bir noktada birlestiremezler. Bu görüslerden birincisine göre, bedensel bir hastaliga uyum, hastanin bulundugu duruma yükledigi kisisel ?anlamla? el ele gitmektedir (Shontz 1975). Yüklenen bu anlam ciddi ve tedavisi olmayan bir kanser türünde (Salmon ve ark. 1996) ya da baska kronik rahatsizliklarda (Sodergen ve Hyland 2000) bile olumlu etki yaratabilecek güçte algilanabilir. Ikinci görüste ise, uyumun sosyal yönünün, SDBY'nin ve tedavisinin sosyal etkinlikler ile rolleri etkileyip etkilememesi ve hastalarin sosyal destegi algilamalari baglaminda anlasildigi vurgulanmaktadir. Uyum her ne kadar insan iliskilerini iyilestirse de kanser hastalariyla yapilan çalismalar uyumun sosyal yönünün karmasik oldugunu göstermektedir (Sodergen ve Hyland 2000).

Bu bulgular, yasam kalitesi ölçeklerinin SDBY hastalarinin deneyimlerini yansitmakta yetersiz kaldigini göstermektedir. Bu nedenle, SDBY'nin hastalarin yasamlarina etkilerini incelemek gereklidir. Niteliksel yöntemler hastalarin hastaligin yasamlarina olan etkilerini kuramsal ve profesyonel varsayimlardan etkilenmeden, kendi bakis açilarindan anlasilmasi için yol göstericidir.

Niteliksel arastirmanin tanimlayici birkaç özelligi vardir. Birincisi, niteliksel analiz hastalik etkilerini hastanin bakis açisindan gerçek yasam baglaminda degerlendirir yani dogal olarak olusan olgulari inceler (Patton 1990; Henwood ve Pidgeon 1992; Orford 1995. Bu yüzden niteliksel analiz dogal izlemdir (natüralistlik) ve olgulari hastanin bakis açisindan ele almayi amaçlar. (Patton 1990; Henwood ve Pidgeon 1992; Orford 1995). Ikincisi, niteliksel yöntem tümevarimsaldir (Patton 1990); yani, niteliksel çalismalarda arastirmacilar önceden var olan kuramsal bilgi veya varsayimlar yoluyla veriyi degerlendirmezler. Bir olguyu derinlemesine incelerler ve veriler araciligi ile bir kuram olusturmaya çalisirlar (Patton 1990; Henwood ve Pidgeon 1992; Carr 1994; Orford 1995). Üçüncüsü, niteliksel arastirmada arastirmacilar olguyu tüm karmasikligi ve bakis açilari ile anlamaya ve betimlemeye çalisirlar; kendilerini katilimcinin yerine koyarak onun duygularini, sartlarini, deneyimlerini ve düsüncelerini anlamaya çalisirlar (Patton, 1990). Böylece niteliksel arastirma tarafsiz ve empatik bir arastirmadir. Tarafsizlik, arastirmacilarin bulgulara yaklasimina isaret ederken, empati arastirmacilarin katilimciya ilgiyle ve insancil yaklasimini ifade eder (Patton 1990). Sonuncusu ise, niteliksel arastirma veri toplamada olgunun daha iyi anlasilmasi baglaminda bütünsel bir yaklasim sergiler. Yani, çalisilan olgunun tüm yönleri hakkinda bilgi toplar ve dikkatleri kisiye özgü davranislar ile sosyal, kültürel ve politik etkenler üzerine çeker (Patton 1990).

Bazi arastirmalar niteliksel analizi sadece duygusal sorunlari betimlemek için degil hastaligin etkilerini ortaya koymak (Charmaz 1995; Gregory ve ark. 1998; Wright ve Kirby 1999) ve ayrica bedensel yabancilasma ile kisinin kendiyle ilgili olumsuz düsüncelerini anlamak içinde kullanir (Charmaz 1983; Charmaz 1995). Bu etkiler, kisinin kendini yeniden degerlendirmesini (Charmaz 1991), hastaligi yeni bir yasam süreci olarak tekrar tanimlamasini (Gregory ve ark. 1998) ve kendiyle ilgili daha olumlu deneyimler edinmesini saglar (Rittman ve ark. 1993). Bu bulgularin çogu SDBY hastalarini ve diger kronik fiziksel rahatsizliklari olan veya (Sürekli Ayaktan Periton Diyalizi dahil) çesitli diyaliz türleriyle tedavi gören hastalari içeren karisik örneklemlerden edinilmistir. Karisik örneklem kullaniminin verdigi karistirici bulgulari önlemek için çalismamizda hemodiyaliz hastalarinin SDBY'nin yasamlarina etkilerini incelemek için niteliksel arastirma yöntemlerine basvurulmustur.

YÖNTEMLER

Örneklem

Niteliksel araştırmalarda az sayıda insandan çok ayrıntılı ve zengin veriler toplandığından dolayı bulguların genellenmesi oldukça güçtür (Miller ve Crabtree 1992). Bundan dolayı da niteliksel çalışmalarda aktarılabilirlik (?transferability?) kavramı genellemenin yerini almıştır. Aktarılabilirlik, bir çalışmanın bulgularının edinilen bağlama benzer durumlarda kullanılabilmesidir (Henwood ve Pidgeon 1992).

Niteliksel araştırmalarda örneklem seçimi amaca yöneliktir. Amaca yönelik örneklem seçiminde, araştırmanın amacına yönelik konular üzerine ayrıntılı bilgi verebilecek katılımcılar seçilmektedir (Patton 1990). Bundan dolayı, çalışmamızın örneklemi hemodiyaliz hastalarının deneyimleri hakkında ayrıntılı bilgi sağlamaya yönelik olarak seçilmiştir (Patton 1990; Henwood ve Pidgeon 1992). Çalışmanın bulgularını diğer hemodiyaliz hastalarının durumuna aktarabilme amacıyla da amaca yönelik örneklem seçimlerinden tipik örneklem seçimi yöntemi kullanılmıştır (Henwood ve Pidgeon 1992; Banister ve ark. 1994). Bu örneklem seçim yönteminde gündemlerini hemodiyaliz hastalarının tipik özellikleri ile yansıtan ve tanımlayan kişiler seçilmektedir (Patton 1990). Hemodiyaliz hastalarının özellikleri ve gündemleri arasından en tipik olanları belirlemek ve tipik hemodiyaliz hastalarının seçimi konu hakkında bilgi sahibi anahtar kişilerle işbirliği yapılarak belirlenebilmektedir (Patton 1990). Tipik bir hemodiyaliz hastası, şeker hastalığı, yüksek tansiyon veya glomerülonefrit gibi yaygın bir nedenden ötürü SDBY teşhisi konarak kronik hemodiyaliz tedavisi uygulanan kişiledir. Hemşireler bu hastaları, üniversite eğitim hastanesinin hemodiyaliz servisinde ve ona bağlı çalışan dört birimde tedavi gören kişiler arasından saptarlar. Örneklem seçimi katılımcılardan yeni bilgi edinilmediği noktada sonlandırılmaktadır (Lincoln ve Guba 1985).

Tipik örneklem kullanımı yanında bulgularımızın aktarılabilirliğini sağlamak için yansıtıcı (reflexive) olmaya çalıştık: yaygın olan varsayımları veya önyargıları okuyucularla paylaşarak, katılımcıların açıklamalarıyla ve tekrarlanan fikirlerle iç içe olmanın belirli bir olgunun anlaşılmasını ne kadar değiştirdiğini tarif etmeye çalıştık (Stiles 1993; Banister ve ark. 1994).

Çalışmanın yapıldığı gün 20 hastanın yanına gidildi ve hastalıkları/tedavi üzerine görüşme yapılması için izin istendi. Yirmi hastadan 11'i hastaneden 5'i uydu merkezlerden toplam 16 hasta (11 kadın, 5 erkek) görüşme yapmayı kabul etti. Katılımcıların ortalama yaşı 57 (yaş aralığı: 23-77) idi. Hastalar ortalama 4 yıldır (6 ay ile 21 yıl arasında) hemodiyaliz almaktaydı. Beş uydu merkezinden ikisi orta sınıf yöre kentlerinde ve ikisi de şehir içinde yer almaktaydı. Hastalardan ikisi çalışmakta, altısı ev hanımı, biri işsiz ve yedisi emekliydi. Emeklilerden beşi malulen emekliydi. Hastalardan onu evli, dördü dul ve ikisi bekardı. İngilizce'yi yeterince anlamayan, ve hemodiyaliz tedavisine bağlı bunama ya da körlük gibi katılımını engelleyecek bedensel durumu olan hastalar çalışma dışında tutuldular.

Veri toplama

Niteliksel araştırmacılar farklı yaklaşımlarla görüşme yaparlar. Çalışmamızda görüşmeler genel görüşme yaklaşımına göre yürütülmüştür. Bu yaklaşıma göre, görüşme başlamadan önce bir takım konu başlıkları taslak halinde hazırlanır ve soruların soruluş sırası ve ifadesi görüşmenin akışına göre belirlenir (Patton 1990). Bu tür bir görüşme yaklaşımı görüşme protokolü hazırlanırken öngörülemeyen alanların daha iyi ortaya konmasını ve açıklanmasını sağlar.
Hastalarla bireysel olarak hemodiyaliz aldıkları sırada yaklaşık 60-90 dakika görüşülmüştür. Hastalıklarının başlangıcından sonra yaşamlarında ortaya çıkan değişiklikleri anlatmaları istenmiştir. Görüşmenin hızı ve konu başlıkların sıralaması hastaya göre belirlenmiştir. Görüşmeci (RK) kapalı uçlu sorulardan kaçınarak hastaların kendilerini olduğu gibi ifade etmelerini desteklemeye çalışmıştır. Görüşmeler sesli olarak kaydedilmiş ve ses kayıtları hasta isim kimlik bilgisi olmadan yazıya geçirilmiştir.

Veri analizi

Niteliksel çalışmalarda, amacına ve niteliksel veri analizine/yorumlamaya göre çeşitli teorik yaklaşımlar vardır (Patton, 1990; Elliott ve ark. 1999). Çalışmamızı ise medikal sosyoloji ve hemşirelik literatürüne katkıları olan (Miller ve Crabtree 1992) Yeniden Yapılandırma Kuramı (Grounded Theory) anlayışı şekillendirmiştir (Glaser ve Strauss 1967). Bu yaklaşımda amaç, katılımcılarının görüşlerinin önemli olduğu olgulardaki temel psikolojik süreçlerin anlaşılmasıyla ilgili bir kuramın oluşturulmasıdır (Patton 1990; Miller ve Crabtree 1992). Bu yaklaşım ayrıca tekrarlayan veri toplama döngüleri yoluyla olgunun anlaşılması, çoklu basamak süreciyle veri kodlanması ve karşılaştırmalı analiz gibi çeşitli veri analiz stratejilerini de açıkça ortaya koymaktadır (Glaser ve Strauss 1967; Strauss ve Corbin 1990; Yardley 1997).

Tematik analiz görüşmelerle paralel bir şekilde yürütülür. Analiz sırasında anonim görüşme transkriptleri konu üzerinde önceden ortaya konan bulgulardan bağımsız olarak verilerden ortaya çıkan eğilimler (?established conventions?) ışığında tümevarımsal yolla incelenir (Glaser ve Strauss 1967; Dey 1983; Patton 1990). Niteliksel çalışmalarda çalışma bulgularının tekrarlanması karar birliğine varma ile gerçekleştirilir. Çalışmamızda, karar birliğine varma sürecini literatürde belirtilen öneriler ışığında yürüttük (Elliot 1989; Guba ve Lincoln 1989): önce birinci yazar (RK) ve sonra ikinci yazar (PS) ayrı ayrı 10 görüşmenin yazılı metnini okudular. Görüşmeler iki yazar tarafından beraberce ve daha sonra diğer yazarlarla beraber periyodik olarak tartışıldı. Görüşmelerde tekrarlayan kalıplar belirlendi ve bu kalıplar yeni gelen görüşme verileriyle karşılaştırılıp gerekirse değiştirildi. Böylece her yeni gelen veri ile analiz geliştirildi (Barbour 2001; Salmon 2002).

Niteliksel araştırmalarda güvenirlik kavramı gözlem ya da görüşme yoluyla elde edilen verilerin güvenilirliğine işaret etmektedir ve bu bağlamda verilerin anlaşılabilirliğine katkıda bulunmaktadır (Stiles 1993). Verilerin güvenilirliğini analizlerden elde edilen temaların gösterilmesi için gerekli olan yeterli transkript matery alinin elde edilmesi ile sağlamaya çalıştık.
Geçerlik ise niteliksel çalışmalarda analizlerin güvenirliği (örneğin, analizlerin yorumlanmasının ve çıkarımların güvenirliği) ile ilintilidir (Stiles 1993). Çalışmamızda geçerliliği, tutarlılık ve kuramsal geçerlik kriterleri olarak ele aldık (Stiles, 1993). Tutarlılık yorumların anlaşılabilirliği, oluşturulan kategorilerin eldeki verilere ne kadar uyduğu, ve çalışılan olgu ile elde edilen kategorilerin ne ölçüde anlamlı şekilde örtüştüğü gibi konularla ilgilidir (Henwood ve Pidgeon 1992; Stiles 1993). Kuramsal geçerlik ise araştırmanın çıkarımlarının genel kuramsal görüşlerle ne kadar bağlantılı olduğudur. Bunun yanında, çalışmamızda verilerin ve çıkarımların uygulamaya ve araştırmaya katkısını gösteren katalitik geçerlik (catalytical validity) üzerinde de durulmuştur. Analiz sürecinde daha fazla değişim yaşanılmadığı ve tüm ilgili görüşmelerin analizlerle uzlaştığı noktada analizlerimize son verdik. Son analizin her bir kategorisi çeşitli hasta verileri tarafından tanımlanmaktadır. Bulgular kısmında italik olarak verilen örnekler, belirlenen kategorilerin içeriklerinin yaygınlığı ve ranjı hakkında fikir vermektedir.

BULGULAR

Hastaların hastalık sürecindeki ve tedavi sonrasındaki deneyimlerinin kötüye gitme ya da iyiye gitme olarak ayrıştırılması yeterli gelmemiştir ve büyük ihtimalle yazarların önceki görüşlerini yansıtmaktadır. Bu ayrıştırmanın aksine, çalışmada, hastaların anlattıkları kısıtlamalara karşı tavır veya değişimlerle ilgili hisler gibi hastaların hastalık ve tedavi sürecindeki diğer deneyimlerini vurgulamaktadır.

Hastaların yaşamı değerlendirmeleri üç genel başlık altında toplanabilir. Bunlar, kısıtlılıklara karşı tavır, bakım vericilerle ilgili hisler ve kişisel değişimlerdir.

Kısıtlılıklara karşı tavır

Kısıtlılıklarının farkına varmak hasta deneyiminin çok önemli bir sürecini oluşturmaktadır. Tüm hastalar kısıtlılıklarının oldukça farkında olduklarını bildirmişlerdir. Bu kısıtlıklar genelde SDBY ve tedavisinin yarattığı, nefes kesilmesi, halsizlik, yorgunluk, baş dönmesi gibi fiziksel zorluklara dayandırılmaktadır. Bununla beraber, hastaların bu zorluklar karşısındaki tavırları birbirinden farklı olabilmektedir. Çoğu daha önce yapabildikleri etkinlikleri yapamadıklarından söz etmektedirler: Eskiden aktif bir insandım, şimdi ise sadece çocukları okula bırakıp, okuldan alıp, eve getirmek bile beni nefes nefese bırakıyor. Özellikle birçok hasta bu zorluklarla baş etmede güçsüz kaldıklarını düşündüklerini belirtiyorlar: bununla savaşamazsın; bunun için enerjisi yok insanın.

Kısıtlılıklardan kaçınılamayacağına ilişkin düşüncelere sahip hastalar daha önce yapabildikleri etkinlikleri hatırlatacak ya da şu andaki kısıtlılıklarını gösterecek durumlardan kaçındıklarını belirtiyorlar: ?bir yerlere gidileceği durumlarda veya parti gecelerinde hiç bir şey yapmıyorum sadece içiyorum; yapamadığın için onları dans ederken ve şarkı söylerken görmek istemiyorsun?. Bu tür düşüncelerle birlikte, diyaliz merkezine yakın olmak zorunda kalmanın verdiği kısıtlamalar gibi dış etkenler suçlanabiliyor: ?Dünyada birçok yere seyahat ettim; ama şimdi edemiyorum çünkü olduğum yerden ayrılamıyorum?. Ya da, hastalar diğer kişilerin tavırlarını suçluyorlar: ?Noel gününde olan diyaliz günümü başkasının Pazar günkü diyaliz günü ile değiştirmek istedim. (Çalışanlar) buna izin vermediler. Halbuki Noelde çocuklarımın yanında olmak istemiştim. Çocuklarını buraya getirebilirsin, dediler. Ben de, çocuklarımın 5 saat boyunca burada oturmak istemediğini, eve gitmek istediklerini söyledim. Oynamak isteyecekleri tüm hediyeler evdeydi?.

Bununla beraber, hastalar kısıtlılık deneyiminden kaçmak için farklı yollar kullanmaktadırlar. Bunlardan biri kendini diğerleri ile karşılaştırmak: ?insanların durumu benimkinden daha kötü, bu olaya nasıl baktığınla ilgili?. Diğer yol ise yaşama farklı bir bakış açısından bakmaya çalışmak: ?iyi günlerin olması için kötü günler de geçirmek gerekir; buna dayanmak zorundasın?.
Birçok hasta zorluklarla baş etmede özellikle enerjilerini kısıtlı kullandıklarından söz ettiler: ?Daha önce yapabildiklerimi artık yapamıyorum. Biraz elektrik süpürgesi ile temizlik yapıyorum ama hemen dinleniyorum. Kendi bulaşığımı kendim yıkıyorum. Dinlenmek zorunda kalıyorum, her yaptığın işte oturmak, dinlenmek ve yavaştan almak durumunda kalıyorum. Kısa sürede yoruluyorum?. Baş etmek için yaptıkları başka yol da düzenli hemodiyaliz tedavisi için karmaşık özel ayarlamalar yapmak: ?her yıl yurt dışına giderdim, ama şimdi haftada 3 defa diyalize girmek için çok fazla ayarlamalar yapmak durumunda kalıyorum. Bunları yapmak zorundayım çünkü hanımıma da haksızlık oluyor?.

Bakım verenlere yönelik karmaşık hisler


Bakım verenlerle yaşadıkları deneyimler hastaların yaşamında çok önemli bir yer tutmaktadır. Bununla beraber, hastalar bakım verenleriyle ilgili birbiriyle zıt hislere sahip olabilirler. Hastalar bakım verenlerin destekleyici olduklarını ama onlarla aynı zamanda olumsuz deneyimler yaşadıklarını bildirmişlerdir. Hastalığın yaşamı kısıtladığı evrensel olarak bilinse de hastayı asıl üzen kendi başına bir iş yapamamaktan çok başkalarına muhtaç olmaktır: ?Eskiden sık sık araba kullanırdım, şimdi ise başkasına dayanmak zorundayım, araba süremiyorum. Hastaneden tek başıma geri gelemiyorum, hiç güvenli değil. Patron sen değilsin. Bunu kabullenmesi çok güç?. Birçok hasta bağımlılık duygusunu yaşasa da bunu farklı algılayabiliyorlar. Bazısı birine bağımlılığın hastalık yüzünden olduğunu ve sonucunda bakım verenlerden destek almaktan çok memnun olduğunu söylüyor: ?(kızım) hayatımı kurtarıyor, o tam bir melek. Geliyor ve benim için her şeyi yapıyor?. Diğerleri ise bağımlılığın hastalıktan değil bakım verenlerden kaynaklandığını belirtiyor: ?ev işinin büyük kısmını o (kocam) hallediyor, ama eğer bir şey yapmaya kalkışırsam deliye dönüyor. Senin çok iş yapmanı istemiyorum, senin şunu yapmanı istemiyorum, diyor. Benim her an dinlenmemi istiyor. Bunu öylece kabullendim. Tartışmaktansa tamam diyorum, aşağıya iniyorum ve bebekle oynuyorum.?

Bakım verenler ayrıca zorluk ve stres kaynağı olarak da tanımlanmışlardır. Bazı hastalar bakım verenlerinin kendilerine destek vermediğini, onları hayal kırıklığına uğrattıklarını veya kendilerine karşı duyarlı olmadıklarını ilettiler: ?(karım) bir gün oluyor benden nefret ediyor, başka gün ise beni seviyor. Üzülüyor ama senin hemşiren değilim diyor?. Destekleyici bakım vericilerin bile hastaların onların üzerinde bir yük olduğu duygusunu verdikleri belirtilmiştir: ?karım kızıyla birlikte iki haftalık izne çıkıyor. Ben de gitmek isterdim ama onun ayağına dolaşmak istemedim?. Hastalar bakım verenlere karşı suçluluk da duyabilirler: ?kocam işte olduğu zaman hemen hemen her şeyi annem yapıyor. Bu temmuz ayında kocam işten ayrıldı. Sana bakmak için işten ayrılmak zorundayım, dedi. Onunla tartışamadım çünkü anneme karşı suçlu hissediyorum kendimi. ? Kızımın da zor bir yaşamı var. Babası işte olduğu zaman o da birçok iş yapmak zorunda kalıyor. Bu açıdan zamanından çok daha erken olgunlaştı. ? Bir şekilde kendimi suçlu hissediyorum.?

Duygusal ve kişisel değişimler


Duygusal değişimler hastaların deneyimlerinin önemli bir parçasıdır. Hastaların, ?kendime güvenimi kaybettim, gelecekle ilgili korkularım var, ileriye baktığım zaman her şeyin daha da kötüleştiğini görebiliyorum,? gibi düşünceleri olabiliyor. Konsantrasyonda güçlük yaşadıklarını da bildiriyorlar. Bunun yanında kendilerini ?kızgın, kolay sinirlenen, bıkkın, aşırı duyarlı, hırçın, üzgün veya hatta depresif? olarak tanımlayabiliyorlar: ?sanki intihar edecekmiş gibi hissediyorsunuz. Ne yapmanız gerektiğini bilmiyorsunuz. Bazen oturuyorum ve aklıma birkaç hap almak geliyor. Kendimi çok yalnız hissediyorum.?

Olumsuz duygusal deneyimlerinin yanında, hastalar kişiliklerinde veya karakterlerinde olumsuz değişiklikler olduğundan bahsediyorlar. Bunlardan bir tanesi daha bencil biri haline gelmek: ?insanları dinlemiyorum. Kendi problemlerim hakkında konuşmak istiyorum. Diğerlerinin problemleriyle başa çıkacak enerjim yok. Zaten bana problemleri çok önemsiz geliyor?. Bir diğeri daha az anlayışılı biri olmak: ?Yaşam giderek daha zor geliyor, Kendinize yaptırmak zorunda olduğunuz şeyler, insulin, iğnenin batışı. Bunları sevmiyorum artık?. bunlarla yaşamak hiç hoş değil, ya da kendin için üzülmek.?

Bazıları ise karakterlerinde olumlu gelişmeler olduğundan bahsettiler. Daha düşünceli olduklarını belirttiler: diğer insanlara söylediklerime daha çok dikkat ediyorum; kimseyi incitmek istemiyorum; herkesi mutlu etmeye çalışıyorum; eşim ve duyguları hakkında daha düşünceliyim. Ya da, diğer insanları daha iyi anladıklarından bahsediyorlar: ?gerçekten kısıtlamalar yaşıyorum ve ilk defa benden farklı kısıtlamalar yaşayan insanlara karşı sempati duyuyorum. Onları çok daha iyi anlıyorum artık. Ve onlara kendimi daha yakın hissediyorum? Diyaliz yaşamımızın odak noktasında. Bizi birbirimize yakınlaştırıyor?.

TARTIŞMA

Bu çalışma hemodiyaliz hastalarının yaşamlarını nasıl değerlendirdiğini ayrıntılı ve sistematik bir şekilde ortaya koymaktadır. Bulgulardan bazıları daha önce literatürde belirtilen psikolojik süreçlerin pratikte nasıl işlediği hakkında bilgi vermektedir. Diğer bulgular ise daha önce bildirilen görüşlerle kolayca açıklanamamaktadır. Hastalar hastalıkla ve tedaviyle ilgili deneyimlerini, yaşadıkları kısıtlılıklar, bakım verenlerle ilgili hisleri, duygusal ve kişisel değişimleri üzerinden tanımlamaktadırlar.

Kısıtlılıklara karşı tavır

Hasta deneyiminin en temel bileşeni hastalıkla ilgili farkındalıklar ve hastalığın getirdiği kısıtlılıklardır. Bunlar hastaların kontrol algıları, kronik hastalığın yarattığı fiziksel hasarlar ve bunlar yaşamına getirdiği kısıtlılıklarla ilintilidir. Kısıtlanmışlık deneyimi ve önceki rollerin kaybedildiği hissi, ülseratif kolit ve romatoid arterit gibi diğer kronik rahatsızlıklarda (Wiener 1975; Kelly ve Field 1996; Kelly ve Dickinson 1997) ve SDBY'de (Gallo ve ark. 1992; Gregory ve ark. 1998; Kimmel 2002) görülmüştür. Bununla beraber, literatürde belirtilenden farklı olarak, çalışmamız, hastaların kısıtlılığa karşı olan tavırlarının çok farklı olabileceğini göstermektedir. Hasta deneyimi devamlılık arz etmektedir: bu deneyimin bir ucunda kısıtlılıklar kaçınılmaz sorun olarak tanımlanmaktadır. Diğer ucunda da kısıtlılıklarla (özel ayarlamalar yapma, yeni bir yaşam tarzı oluşturma veya yaşama bakışı değiştirme gibi) yöntemlerle başa çıkılabileceği belirtilmiştir. Daha önce yapabildiklerini hatırlatacak etkinliklerden kaçınma ve kısıtlamalardan dolayı dış etkenleri suçlama eğilimleri de görülmektedir. Hastaların kısıtlılıklarının farkında olmaları önemli bir deneyimdir; bu yüzden, kısıtlılıkları ile başa çıkma yollarının hastaların uyum sürecine önemli etkileri vardır.

Bakım verenlerle ilgili karmaşık hisler

Beklendiği gibi bakım verenler genelde hastaları destekleyici olarak tanımlanmışlardır, ama hastalar bakım verenlerle ilgili olumsuz deneyimleri olduğundan da bahsetmişlerdir. Bakım verenlerinin destek vermediğini, onları anlamadığını, onlara zorluk çıkardığını ve stres kaynağı olduğunu düşünen hastalar bakım vericilerine karşı gücenme, kızgınlık, hayal kırıklığı, ve suçluluk gibi duygular yaşamaktadırlar. Bu duyguları yaşayan hastalar, kendi kendine yetmek ve bakabilmek istemektedirler. Çoğu hasta bağımlılık duygusunu yaşasa da bazıları bağımlılığın hastalığın getirisi olduğunu bazıları ise bakım verenler tarafından kendilerine yansıtıldığını bildirmektedir. Kronik rahatsızlığı olan hastaların bakım verme güçlüklerini nasıl değerlendirdiği daha önce çalışılmıştır (Charmaz 1983). Bu çalışma ise önceden bildirilen bakım verenlerin olumlu veya olumsuz deneyimlerinin çok daha geniş bir kesitini vermektedir. Bakım verenler tarafından sağlanan sosyal desteğin olumlu tarafları olduğu gibi (Kimmel ve ark. 1995a; Elal ve Krespi 1999), diyaliz hastalarının uyumlarına ve tedaviyi sürdürmelerine olumsuz etkileri olduğu bildirilmiştir (Palmer ve ark. 1983; Boyer ve ark. 1990). Bu çalışmanın bulguları destekleyici ilişkilerin olumsuz yönlerine dikkat çekmektedir: bakım verenleri ile olumsuz deneyimler yaşadığını bildiren hastalar uyum sorunları yaşama riski altındadır. Bunun bir nedeni, SDBY'de hastaların duygusal iyilik halini ve tedaviye uyum sürecini etkileyen en önemli faktörlerden birinin bakım verenlerle olumlu yönde kurulan destekleyici ilişkilerin varlığıdır (Christensen ve ark. 1992; Kimmel ve ark. 1995b). Klinik danışmanların bu konular üzerine yoğunlaşması gerekmektedir.

Duygusal ve kişisel değişimler

Bu çalışmada hastalar duygusal sorunlar yaşadıklarını belirtmişlerdir. Daha önceki çalışmalarda, bu bulguya paralel olarak, diyaliz hastalarında anksiyete ve depresyon (Nichols ve Springford 1984; Kimmel ve ark. 1995b; Cukor ve ark. 2007), belirsizlik hissi (Gregory ve ark. 1998), üzgünlük, keder and kayıp hislerinin olduğu bildirilmiştir (Wright ve Kirby 1999). Bununla birlikte, önceki çalışmaların aksine, bu çalışmada, ek duygusal rahatsızlıklar yerine hastaların temel kişilik özelliklerinin daha kötüye gitmesinden kaynaklanan sorunlar yaşandığı gösterilmiştir.

Karakterdeki bazı değişimler olumlu olabilmektedir. Daha önce yapılan çalışmalar hemodiyaliz hastalarının kendilerini çok daha iyi anladıkları (Rittman ve ark. 1993) ve kronik hastalığı olan kişilerin iç dünyalarında olumlu değişikliklerin olduğunu göstermiştir (Herzlich 1973; Radley ve Green 1987). Bizim çalışmamızda ise hastaların daha çok sosyal farkındalık ve duyarlılık kazandıkları bulunmuştur. Hastalar, daha düşünceli olduklarını, diğer insanları daha iyi anladıklarını ve diğer insanlara daha yakınlaştıklarını bildirmişlerdir.

Hastaların karakterlerindeki olumlu değişimler SDBY'nin sadece kaybı berberinde getirmediğini ve daha önce kanser hastalarında (Taylor 1983; O'Connor ve ark. 1990; Salmon ve ark. 1996) ve diğer kronik rahatsızlığı olan hastalarda (Sodergren ve Hyland 2000) belirtildiği gibi diyaliz hastalarında da rahatsızlığa olumlu atıflarda bulunabildiğini göstermektedir. SDBY gibi kronik bir rahatsızlığın öznel anlamının önemli olduğu daha önce bildirilmiştir (McGee ve Bradley, 1994; Sharpe ve Curran 2006), ama bu çalışmanın bulguları SDBY'ye atfedilen anlamın hangi yollarla yapıldığını göstermektedir. SDBY'ye yapılan olumlu atıflar sağlıklı uyumun desteklenmesi için önemli bir mekanizmadır.

Bu çalışmanın yöntemi hemodiyaliz hastalarının yaşamlarını nasıl değerlendirdikleri hakkında ayrıntılı bilgi edinilmesini sağlamıştır. Bulgular, hastaların uyumunu sağlayan çeşitli deneyimlerini değerlendirme yolları olduğunu göstermiştir. Kısıtlılıklarla başa çıkmada yaşadıkları başarısızlık duygusu, bakım verenlerin stres ve zorluk kaynağı olduğu düşünceleri, hastalığın karakterlerini olumsuz etkilemeleri ve SDBY'ye olumlu anlam atfedememek klinisyenleri yakından ilgilendiren hasta değerlendirmeleridir. Klinisyenler bu niteliksel bulguları iyi uyum sürecini sağlamak için müdahalelerinde kullanabilirler ve bu bağlamda çalışmanın bulguları hemodiyaliz hastalarının kanıta dayalı hasta-merkezli bakım/müdahale modellerine katkı sağlamaktadır.

Genel olarak bu bulgular hemodiyaliz hastaları için yapılan klinik uygulamaların hedefini belirlemede niteliksel araştırma yöntemlerinin önemine dikkat çekmektedir. Bulgularımız tipik hemodiyaliz hastalarından elde edilmiştir ve bundan dolayı da bulgular sadece tipik hemodiyaliz hastalarına genelleştirilebilir. Sonraki niteliksel çalışmalarda bu bulguların diğer hemodiyaliz hastalarına veya SDBY hastalarına aktarılabilirliği sorgulanabilir. Klinik uygulamanın geliştirilmesi için klinisyenler sadece hastaların görüşlerinin ne olduğunu değil bu görüşlerin ne sıklıkla görüldüğünü de bilmek durumundalardır. Niteliksel çalışma ise genelleme yapılabilecek bilgi edinilememsi nedeniyle ileride yapılacak niceliksel çalışmalarda bu çalışmanın bulgularına dayanarak hazırlanacak olan bir anket ile hasta görüşlerinin ne kadar görüldüğü hakkında bilgi edinilebilir. Böylece kötü uyumun iyileştirilmesinde bu bulguların klinik açıdan ne kadar önemli yer tuttuğu belirlenebilir. Bu anketin geçerliği, çalışmada ortaya çıkan temaları ve SDBY'ye özgü duygusal stres ve uyum ölçümleriyle bakılmalıdır. Bunların yanında, çalışmanın bulguları diğer kültürel veya din gruplarına aktarılamazlar. Gelecek çalışmalar, bulguların farklı kültürel ve dini gruplardan gelen kişilere aktarılabilirliğini de inceleyebilir.

KAYNAKLAR

Banister P, Burman E, Parker I ve ark. (1994) Qualitative Methods in Psychology: A Research Guide. Buckingham: Open University Press.
Barbour R (2001) Checklists for improving rigour in qualitative research: a case of the tail wagging the dog. BMJ, 322: 1115-1117.
Boyer CB, Friend R, Chlouverakis G ve ark. (1990) Social support and demographic factors influencing compliance of hemodialysis patients. J Appl Soc Psychol, 20: 1902-1918.
Bradley C (1997) Design of a renal dependent individualized quality of life questionnaire. Adv Perit Dial, 13: 116-120.
Carr LT (1994) The strengths and weaknesses of quantitative and qualitative research: What method for nursing? J Adv Nursing, 20: 716-721.
Charmaz K (1995) The body, identity and self: adapting to impairment. Soc Quarterly, 36:657-680.
Charmaz K (1983) Loss of self: a fundamental form of suffering in the chronically ill. Soc Health Illness, 5: 169-195.
Charmaz K (1991) Good Days, Bad Days: The Self in Chronic Illness and Time. New Brunswick, NJ: Rutgers University Press.
Christensen AJ, Smith T W, Turner CW ve ark. (1992) Family support, physical impairment and adherence in hemodialysis: an investigation of main and buffering effects. J Behav Med, 15: 313-325.
Churchill DN, Wallace NE, Ludwin D ve ark. (1991) A comparison of evaluative indices of quality of life and cognitive function in hemodialysis patients. Controlled Clin Trials, 12: 159-167.
Cukor D, Coplan J, Brown C ve ark. (2007) Depression and anxiety in urban hemodialysis patients. Clin J ** Soc Nephrol, 2: 484-490.
Dey I (1983) Qualitative Data Analysis: A User-friendly Guide for Social Scientists. Guilford and King's Lynn: Biddles Ltd.
Elal G, Krespi M (1999) Life events, social support and depression among hemodialysis patients. J Community Appl Soc Psychol, 9: 23-33.
Elliott R, Fischer CT, Rennie DL ve ark. (1999) Evolving guidelines for publication of qualitative research studies in psychology and related fields. Br J Clin Psychol, 38: 215-229.
Elliot R (1989) Comprehensive process analysis: understanding the change process in significant therapy events. Entering the circle: hermeneutic investigation in psychology, Albany: State University of New York Press, p. 165-184.
Gallo **, Schultz VA, Breitmayer BJ ve ark. (1992) Description of the illness experience by adolescents with chronic renal disease. ANNA J, 19: 190-193.
Glaser BG, Strauss AL (1967) The Discovery of Grounded Theory: Strategies for Qualitative Research. New York: Aldine.
Gregory DM, Way CY, Hutchinson TA ve ark. (1998) Patients' perceptions of their experiences with ESRD and hemodialysis treatment. Qual Health Res, 8: 764-783.
Guba EG, Lincoln YS (1989) Fourth Generation Evaluation. Newbury Park (CA): Sage.
Henwood KL, Pidgeon NF (1992) Qualitative research and psychological theorizing. Br J Psychol, 83: 97-111.
Herzlich C (1973) Health and Illness: A Social Psychological Analysis. Academic Press.
Kelly MP, Dickinson H (1997) The narrative self in autobiographical accounts of illness. Sociol Rev, 45: 254-278.
Kelly MP, Field D (1996) Medical sociology, chronic illness and the body. Sociology of Health and Illness, 18: 241-257.
Kimmel PL (2002) Depression in patients with chronic renal disease: what we know and what we need to know. J Psychosom Res, 53:951-956.
Kimmel PL, Peterson RA, Weihs KL ve ark. (1995a) Aspects of quality of life in hemodialysis patients. J ** Soc Nephrol, 5: 1826-1834.
Kimmel PL, Peterson RA, Weihs KL ve ark. (1995b) Aspects of quality of life in hemodialysis patients. J ** Soc Nephrol, 6: 1418-1426.
Lincoln YS, Guba EG (1985) Naturalistic Inquiry. Newbury Park, CAage.
McGee HM, Bradley C (1994) Quality of life following renal failure: an introduction to the issues and challenges. Quality of life following renal failure: Psychosocial challenges accompanying high technology medicine, HM. McGee, C Bradley (Ed), Harwood: Chur., p. 1-13.
Miller WL, Crabtree BF (1992) Primary care research: a multimethod typology and qualitative road map. Doing Qualitative Research, BF Crabtree, WL Miller (Ed), Sage Publications, p 3-28.
Nichols KA, Springford V (1984) The psycho-social stressors associated with survival by dialysis. Behav Res Ther, 22: 63-74.
O'Connor AP, Wicker CA, Germino BB ve ark. (1990) Understanding the cancer patient's search for meaning. Cancer Nurs, 13: 167-175.
Orford J (1995) Qualitative research for applied psychologists. Clin Psychol Forum, January: 19-26.
Palmer S, Canzona L, Conley J ve ark. (1983) Vocational Adaptation of Patients on Home Dialysis: its Relationship to Personality, Activities and Support Received. J Psychosom Res, 27: 201-207.
Patton MQ (1990) Qualitative Evaluation and Research Methods, 2nd ed., Newbury Park. Sage.
Radley A, Green R (1987) Illness and adjustment: a methodology and conceptual framework. Soc Health Illness, 179-207.
Rittman M, Northsea C, Hausauer N ve ark. (1993) Living with renal failure. ANNA J, 20: 327-332.
Salmon P ( 2002) How do we recognise good research when we see it? Anarchism, Methodologism and the quantitative vs. qualitative debate. Psychologist, 16: 24-27.
Salmon P, Manzi F, Valori RM ve ark. (1996) Measuring the meaning of life for patients with incurable cancer: the Life Evaluation Questionnaire (LEQ). EJC, 32A:, 755-760.
Sharpe L, Curran L (2005) Understanding the process of adjustment to illness. Soc Sci Med, 5:1153-1166.
Shontz FC (1975) The Psychological Aspects of Physical Disease and Disability. New York: Macmillan.
Sodergren SC, Hyland ME (2000) What are the positive consequences of illness? Psychol Health, 15: 85-97.
Stiles WB (1993) Quality control in qualitative research. Clin Psychol Rev, 13: 593-618.
Strauss A, Corbin J (1990) Basics of Qualitative Research: Grounded Theory, Procedures and Techniques. Newbury Park, CA: Sage.
Taylor S (1983) Adjustment to threatening events: a theory of cognitive adaptation. ** Psychologist, 38: 1161-1173.
Wiener CL (1975) The burden of rheumatoid arthritis: tolerating uncertainty. Soc Sci Med, 9: 97-104.
Wright SJ, Kirby A (1999) Deconstructing conceptualisations of adjustment to chronic illness: a proposed integrative framework. J Health Psychol, 4: 261-274.
Yardley L (1997) Chapter 2: Introducing discursive methods. Material Discourses of Health and Illness, L Yardley (Ed), London: Routledge, p. 25-49.


_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
13 Temmuz 2009       Mesaj #82
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Çocuklar İçin Genel Amaçlı Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi Ölçeği (Kid-KINDL) Türkçe Sürümünün Psikometrik Özellikleri

Sponsorlu Bağlantılar

Dr. Erhan ESER, Dr. Hasan YÜKSEL, Hakan BAYDUR, Dr. Michael ERHART, Gül SAATLI, Dr. Beyhan CENGİZ ÖZYURT, Dr. Cemil ÖZCAN, Dr. Ulrike Ravens-SIEBERER

GİRİŞ

Genel olarak ?kalite?, iyiliğin bir derecesidir. Yaşam kalitesi, kişisel sağlık durumundan öte, kişisel iyilik halini de içine alan daha geniş bir kavramdır. Mendola ve Pelligrini yaşam kalitesini ?bireyin algıladığı bedensel kapasite sınırları içinde başardığı tatmin edici sosyal durum? (Bowling A. 1993) olarak tanımlarken, DSÖ yaşam kalitesini ?bireylerin içinde yaşadıkları kültür ve değerler sistemindeki kendi yaşam algıları? şeklinde tanımlamıştır. Basitçe yaşam kalitesi, belirli yaşam koşullarında bireysel tatmini etkileyen rahatsızlıkların bedensel, ruhsal ve sosyal etkilerine günlük yaşamda verilen bireysel yanıt olarak ifade edilebilir. Bu nedenle yaşam kalitesi ölçümü sağlık düzeyi ile ilgili ölçütlerden daha geniş kapsam ve kavrayışa sahiptir (Orley ve Kuyken 1993, Bowling A. 1993, The WHOQOL Group 1996).


Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi (SYK), hastanın kendi sağlığından hoşnutluğu ile ilgili öznel algısı olarak ifade edilir ve öznel algılar bireyin psikososyal durumu ile doğrudan ilgilidir. SYK yaklaşımı son yıllarda bedensel sağlık sorunlarının psikososyal sonuçlarını inceleyen bir yaklaşım olarak yetişkin ve çocuk Liyazon Psikiyatrisi alanında yaygın olarak kullanmaktadır.


Son yıllarda klinik ve sağlık ekonomisi çalışmalarında bir sonuç değişkeni olarak SYK değerlendirmelerinin rolü ve anlamı giderek artmaktadır (Ravens-Sieberer ve ark. 2006). Günümüzde tıbbi girişimlerin başarısının ölçümünde, salt hekim merkezli geleneksel ve nesnel klinik değerlendirme kriterleri ile yetinilmemeli, buna ek olarak hastaların algıladıkları sağlık durumu da bu değerlendirmede hesaba katılmalıdır. İzleme dayalı tıbbi müdahaleler ve rutin sağlık hizmetlerinde, üç tür sağlık sonucu (klinik, finansal ve hastaya merkezli sonuçlar) arasında, algılanan sağlık durumunu yansıtan hasta merkezli SYK sonuçlarının değerlendirilmesi önerilmektedir (Seid ve ark. 2000, Varni ve ark. 1999, Guyatt ve ark. 1997, Kozinetz ve ark. 1999, Bullinger ve ark. 2002). Yetişkin yaş grupları kadar olmasa da dünyada çocuk ve ergen yaş grubu için geliştirilmiş olan belirli sayıda genel amaçlı yaşam kalitesi ölçeği vardır. Bunlar, Çocuk-Ergen Sağlık ve Hastalık Profili [CHIP] (Starfield ve ark. 1993), Çocuk Sağlığı Anketi [CHQ] (Aitken ve ark. 2002), Çocuk Yaşam Kalitesi Anketi [CQOL] (Graham ve ark 19973) Exter Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi Ölçeği [EHRQL] (Eiser 2000), Pediatrik Yaşam Kalitesi Anketi [PEDSQL] (Varni ve ark. 2003), Sağlık Yararlanım İndeksi [HUI2 ve HUI3] (Feeny ve ark. 1996), Warwick Çocuk Sağlığı ve Morbidite Profili [WCHMP] (Spencer ve Coe 1996) ve yaşam kalitesi çocuk anketi [KINDL] (Ravens-Sieberer ve Bullinger 1998) dir. KINDL ölçeği çeşitli kronik hastalık yakınması olan [ventilatör bağımlısı çocuklar (Noyes 2007); diyabetli çocuklar (Gundlach ve ark 2006, de Wit ve ark. 2007); gelişim sorunları olan çocuklarda (Furusho ve ark. 2006)] çocukların bu hastalık veya sağaltımına bağlı olarak yaşamın hangi boyutlarından daha çok etkilendiklerini ortaya koymak amacıyla kullanılmaktadır. KINDL, dünyada son yıllarda giderek artan sayıda dile uyarlaması yapılmakta olan bir ölçektir (Wee ve ark. 2007, Serra-Sutton ve ark. 2006).


Günümüzde Türk çocukları için geçerli çok az sayıda SYK ölçekleri bulunmaktadır (Ozdogan ve ark. 2001, Yüksel ve ark. 2004, Memik NÇ ve ark. 2007). Bu durum Türk çocukları için geçerli ve güvenilir SYK ölçüm araçlarına artan gereksinimi göstermektedir. Bu makaleye konu olan genel amaçlı çocuk yaşam kalitesi ölçeği (KINDL) ülkemizde hastalıkların sağaltım başarılarının gösterilmesinde kullanılacak ilk ölçeklerden biridir.


KINDL ölçeğinin farklı yaş gruplarında kullanılan öz bildirime dayalı olarak düzenlenmiş üç sürümü vardır. Bunlar: 4-7 yaş çocuklar için Kiddy-KINDL (görüşmeci aracılığıyla uygulanan sürüm), 8-12 yaş çocuklar için Kid-KINDL ve 13-16 yaş ergenler için Kiddo-KINDL'dır. Bunlara Ek olarak küçük çocuklar (4-7 yaş) ve büyük çocuklar ile ergenlerin (8-16 yaş) yaşam kalitesinin dolaylı olarak aileleri tarafından değerlendirilebileceği iki ?ebeveyn formu? vardır (Bullinger 1994, Ravens-Sieberer ve Bullinger 1998).


Bu çalışmanın amacı Türk çocuklarında SYK değerlendirme aracı olarak Kid-KINDL'ın kültürel uyarlanmasının yapılması ve Türkçe sürümünün güvenilir, geçerli ve uygulanabilir olup olmadığının çözümlenmesidir.


YÖNTEMLER


Bu araştırma, metodolojik tipte bir geçerlilik-güvenilirlik çalışmasıdır.

Örneklem

Bu çalışmada iki ardışık grubun verisi kullanılmıştır. Büyük grup (BG, n=1918) Manisa kent merkezinde 8-12 yaş arası okul çocuklarında yürütülen kesitsel bir çalışmanın örneğidir. Tabakalı ve küme örnekleme yöntemleri bir arada kullanılarak 2232 çocuk örnekleme seçilmişlerdir. Araştırmaya 1918 çocuk katılmış ve katılım oranı %85.9 olarak gerçekleşmiştir. Katılanların yaş ortalaması 10.4±1.1; %54 erkek ve %46 kızdır. Yaklaşık olarak çocukların %18'i herhangi bir rahatsızlıklarının olduğunu bildirmiştir.

BG uygulamasından elde edilen bulguların analizi sonucu ölçeğin iki maddesinin sorunlu olduğu saptanmış, bu maddelerin yazımı Türkçe ifade açısından düzeltilerek elde edilen yeni ölçek daha sonra rasgele seçilen örnek bir küçük grup (KG n=84) üzerinde tekrar uygulanmıştır. KG'un yaş ortalaması 10.4±1.0; %50'si erkek, %50'si kızdır. KG'ta herhangi bir rahatsızlık varlığı bildirenlerin oranı %19'dur. Bulgular bu makale içinde her iki grup için ayrı ayrı verilmiştir.

Veri toplama araçları

KINDL (KINDer Lebensqualitätsfragebogen: Children Quality of Life-Questionnaire) çocuk ve ergenler için özel olarak geliştirilmiş genel amaçlı SYK ölçüm aracıdır. KINDL Almanca geliştirilmiş ve 14 dile çevrilmiştir (KINDL Home 2006). Yaşa özel sürümleri çocuk gelişimindeki yaşam kalitesinin boyutlarında gözlenen değişimi dikkate almaktadır. Çocukların yanıtladığı Kid-KINDL ve ergenlerin yanıtladığı Kiddo-KINDL anketleri beş noktalı sıralı yanıt seçeneği içeren 24 madde ve 6 boyuttan oluşmaktadır. Ölçeğin, bedensel iyilik, duygusal iyilik, öz saygı, aile, arkadaş ve okul (günlük faaliyetlerin yapıldığı okul ya da anaokulu/kreş) olmak üzere altı boyutu vardır. Her bir boyut 4 maddeden oluşmaktadır. Boyutlara ait puanlar bağımsız olarak hesaplanırken ayrıca bu altı boyutun bileşiminden oluşan toplam SYK puanı elde edilmektedir. 12 sorudan oluşan Kiddy-KINDL (4-7 yaş) sürümünde diğer sürümlerin aksine yalnızca toplam puan hesaplanmaktadır. KINDL hem klinik hem de klinik dışı alanda gerek sağlıklı çocuklarda gerekse süreğen hastalığı olan çocuklarda kullanılabilir. Kid-KINDL maddeleri 1'den (asla) 5'e (daima) doğru sıralanmış Likert tipi ölçüm ile ölçeklendirilmiştir. Sorunun yazım biçimine göre olumsuz yönelimli maddeler (1, 2, 3, 6, 7, 8, 15, 16, 20 ve 24. sorular) tersine çevrilerek puanlanmıştır. Her bir boyut için maddelere verilen puanların sayılması, 0-100 arasında ölçeklendirilecek şekilde dönüştürülmesi ve özetlenmesi ile puan hesabı yapılır. Yüksek puan iyi SYK'nin göstergesidir. Daha önce yapılan çalışmalarda KINDL'ın SYK ölçümünde geçerli ve güvenilir olduğu gösterilmiştir. İlk geçerlilik çalışmasında ölçeğin toplamı için Cronbach alfa değeri 0.95, benzer kavramları ölçen araçlar ile korelasyon katsayısı 0.70, test-tekrar test korelasyon katsayısı 0.80 olarak bulunmuştur (Ravens-Sieberer ve Bullinger 1998). Bir başka çalışmada test tekrar test için ölçeğin sınıf-içi korelasyon katsayısı 0.71-0.85 (p<0.01) arasındadır (Ravens-Sieberer 2002).

Araştırmada KINDL ölçeğine ek olarak çocukların sosyo-demografik özelliklerini içeren bir anket uygulanmıştır. Bu çalışma için çocuk ve aileleri ile İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve okul yönetimlerinden izin ve onay alınmıştır. BG verisi Nisan 2004'te, KG verisi Eylül 2004'te toplanmıştır.

İşlem

Kid-KINDL'ın uyarlanmasında uluslararası kabul gören yöntemlerde belirtilen adımlar izlenmiştir (Landgraf ve ark. 1998, Raat ve ark. 2002, Guillemin ve ark. 1993, Ware ve ark. 1995). Türkçeye uyarlanma süreci şu adımlardan oluşmaktadır:

1- İngilizceden Türkçeye birbirinden bağımsız iki ileri çeviri; 2- İki ileri çevirinin İngilizce'ye hakim bir hekim tarafından birleştirilmesi ve üzerinde uzlaşılan tek araç haline getirilmesi; 3- İkidilli (bilingual -Türkçe ve Almanca dillerini ana dil düzeyinde bilen) bir çevirmen tarafından birleştirilmiş ileri çevirinin ölçeğin orijinal dili olan Almancaya geri çevrilmesi; 4- Geri çevrilen ölçeğin (ölçeği geliştirenler tarafından) Almanca orijinali ile karşılaştırılması ve Türkçe sürüm üzerinde yürütülecek olan bilişsel-kavramsal sorgulamanın yapılabilmesi için gerekli olan hazırlığın ölçek geliştiricileri ve Türk çalışma grubu tarafından tartışılması; 5- Geliştiriciler ve Türk çalışma grubunun üzerinde uzlaştığı Türkçe sürümünün seçilmiş 10 okul çağı çocuğunun üzerinde bilişsel-kavramsal sorgulamasının yapılması. Bu sorgulamada madde yazımı ile ilgili her bir önerinin değerlendirilerek maddelerin Türkçe yazımında gerekli değişikliklerin yapılması ve KINDL Türkçe Pilot sürümlerinin oluşturulması; 6- Ölçeğin 8-12 yaş arası okul çocuklarını temsil eden 1918 çocuk üzerinde (BG) uygulanması; 7- Elde edilen verilerin çözümlenmesi; 8- Çözümlemede bulunan iki sorunlu maddenin (K504 ve K604) Türkçe yazımının pediatrist, pedagog ve çocukların önerileri doğrultusunda değiştirilmesi; 9- Yapılan değişiklik sonucu elde edilen yeni aracın rasgele seçilen 8-12 yaş arası okul çocuklarında (KG, n=84) uygulanması ve yeni madde analizlerinin yapılması; 10- Son güvenirlilik ve geçerlilik çözümlemesi.

Verilerin hem güvenirlilik hem de geçerlilik çözümlemesinde doğrulayıcı yaklaşım kullanılmıştır. Güvenilirlik analizleri ?çoklu-özellik/madde çözümleme programı, ÇÇP? (Multitrait/multi-item analysis program, MAP) kullanılarak değerlendirilmiş (Ware ve ark. 1997), geçerlilik analizlerinde SPSS 11.0 ve Doğrulayıcı Faktör Analizi için LISREL 8.54 (SSII 2003) paket programları kullanılmıştır.

Alanların iç tutarlılığını değerlendirmede Cronbach a, ortalama, standart sapma, taban ve tavan etkileri hesaplanmıştır. Güvenilirlik çözümlemesinde ayrıca örtüşmeye göre düzeltilmiş (corrected overlap) toplam-boyut puanı arası Pearson korelasyon katsayıları incelenmiştir.

Geçerlilik çözümlemesinde önceden bilinen gruplarda ölçümün geçerliliğinin belirlemek için bağımsız gruplarda t-testi uygulanmıştır. Bir başka deyiş ile ölçüm aracının ayırt edici geçerliliği alt gruplar arasındaki ortalama farklılığı ile test edilirken, farklılığın boyutu ?etkinin büyüklüğü, EB? (Effect Size, ES) istatistiği (Cohen 1988) ile sunulmuştur. Yapı geçerliliği için Doğrulayıcı Faktör Analizi kullanılmış, burada ?karşılaştırmalı uyum indeksi? (KUİ) (Comperative Fit Index, CFI) ve ?yaklaşıklık hataları kareleri ortalamasının karekökü? (YHKOK) (Root Mean Square Error of Approximation, RMSEA) parametreleri değerlendirilmiştir. KUİ 1.0 değerine ne kadar yakınsa hipotetik boyut yapısına uyumun o kadar iyi olduğu kabul edilmiştir. Beklenen yapıyı test edebilmedeki uyumu gösteren bir diğer ölçüt olarak YHKOK değerinin 0.08 kritik değerinden küçük olması kabul edilmiştir.

BULGULAR

Ölçeğin Türkçe'ye uyarlanması iki aşamada gerçekleştirilmiştir: Birinci aşama pilot sürümün hazırlanması aşaması, ikinci aşama ise pilot verilerin analizi sonrasıdır. Birinci aşama, yukarıdaki yöntem bölümünde beş adım ile belirtilen uyarlama sürecini içerir. 10 çocuk üzerinde birbirinden bağımsız olarak bilişsel sorgulama gerçekleştirilmiş ve Kid-KINDL Türkçe pilot sürümünün 4 maddesinde küçük değişiklikler yapılmasına karar verilmiştir. İkinci uyarlama aşamasında ?arkadaş? ve ?okul? boyutlarında yer alan iki maddenin tekrar yazılarak ölçeğin bütününün çocuklar üzerinde tekrar uygulanmasından elde edilen pilot veriler üzerinden çözümlenmesi ile gerçekleştirilmiştir. Bu değişiklikler ölçeğin orijinalini geliştiren merkez tarafından da onaylanmıştır.

Kid-KINDL anketinin genel yanıtlanma kalitesi iyidir. Sistematik redde herhangi bir maddede rastlanmamıştır. Yanıtlanmayan madde oranı sorular özelinde %0.4 (madde 17) ile %2.0 (madde 3) arasındadır. Diğer bir deyiş ile pozitif ve negatif olarak düzenlenmiş yanıtlar tutarlı bir şekilde doldurulmuştur. Kid-KINDL soruları için kullanılan sıklık analizi hem BG hem de KG'ta her bir boyut için %2.5'in altında taban etkisi olduğunu göstermektedir. Tavan etkisi ise aile ve arkadaş boyutları dışında kabul edilebilir düşüklükte bulunmuştur. Diğer taraftan düzeltilmiş sürümde (KG) özellikle okul boyutunda olmak üzere genelde azalan bir tavan etkisi vardır.

İç tutarlılık için kullanılan doğrulayıcı testte ölçeğin toplamı için 0.78 alfa katsayısı bulunmuştur. Alt boyutlar için alfa değeri özellikle arkadaş boyutu için düzeltilmiş sürümde (KG verisinde) oldukça iyi düzeyde geliştirilmiştir (0.50'nin üzerinde). Her bir boyutun toplam yaşam kalitesi ile örtüşmeye göre düzeltilmiş korelasyon katsayısı 0.33 ile 0.51 arasında değişmektedir (p<0.001) (Tablo 1).

Tablo 2'de araştırma grubunda (büyük ve küçük grupta) her bir boyut için madde ayırt edici geçerliliği bulguları sunulmuştur. Tüm boyutlarda %95'in üzerindeki (kendi boyutları ile yüksek korelasyonu gösterir) yüzdeler oldukça iyi bir göstergedir. Arkadaş ve Okul boyutları için iki maddede (K504 ve K604) yapılan değişiklik sonrası ayırt edicilik sırasıyla %60'dan %90'a ve %80'den %100'e çıkmıştır.

Geçerlilik çözümlemesi için doğrulayıcı faktör analizi hem BG hem de KG veri setine uygulanmış ve elde edilen bulgular oldukça uyumlu bir sonuç vermiştir. BG için aile boyutu dışında toplam ve tüm boyutlarda YHKOK değeri 0.08'in altında bulunmuştur. Toplam Yaşam Kalitesi yapı modeli için BG'da YHKOK değeri 0.077, KG'ta 0.059'dur (Tablo 3). KG'da Toplam Yaşam Kalitesi modeli için kurgulanan yapı geçerliliği DFA sonucu Grafik 1'de ayrıca gösterilmiştir.

Son çözümleme demografik ve sosyoekonomik düzeylere göre tanımlanmış alt gruplar arasında Kid-KINDL ölçeğinin ayırt edicilik niteliğinin sınanması ile yapılmış, bulgular Tablo 4'te sunulmuştur. Toplam ölçek puanı ve tüm boyutlardaki puanlar cinsiyet ve sosyoekonomik grupları anlamlı bir şekilde ayırt edebilmektedir. Erkek olmak; algılanan sağlık durumunun iyi olması; yüksek aile gelirine sahip olmak ve üst sosyal sınıftan olmak; annenin daha iyi eğitimli olması; okul dışında arta kalan boş zamanda herhangi bir işte çalışmamak ve okul başarısının yüksek olması, karşıtları ile karşılaştırıldığında, hem toplam yaşam kalitesi hem de alt boyutlarda anlamı düzeyde daha yüksek bulunmuştur. En yüksek Etki Büyüklüğü (Effect Size) ?sosyal sınıf? ve ?aile geliri? değişkenleri ile toplam yaşam kalitesi arasında bulunmuştur. Diğer taraftan üç boyut (bedensel iyilik, duygusal iyilik ve öz saygı boyutları) dikkate alındığında sosyal sınıfa ek olarak ?ortalama okul başarısı? en yüksek etki büyüklüğünü yaratmaktadır.

TARTIŞMA

Kid-KINDL'ın iç tutarlılığı genel olarak, grup düzeyindeki karşılaştırmalar için kabul edilebilir düzeydedir (Nunnally ve Bernstein 1994). Taban etkisi tüm boyutlar için düşük düzeyde iken tavan etkisi özellikle ?aile? ve ?arkadaş? boyutlarında belirgin düzeyde yüksek bulunmuştur. Tavan etkisi hem Kid-KINDL hem de Kiddo-KINDL Asya geçerlilik çalışmalarında da yüksektir. Özellikle Aile ve Arkadaş boyutları Asya KINDL geçerlilik çalışmasının her iki yaş sürümünde dikkate değer şekilde yüksek tavan etkisi göstermektedir (Wee ve ark. 2005, Wee ve ark. 2007). Oldukça yüksek düzeydeki tavan etkisi çocuklar için kullanılan bir başka Sağlıkla İlgili Yaşam Kalitesi (CHQ) ölçeğinin psikometrik özelliklerinin çözümlendiği Warschburger (2003) ve Raat'ın (2005) çalışmalarında da ?Aile? boyutu için benzer şekilde bulunmuştur (Warschburger ve ark. 2003, Raat ve ark. 2005). KG veri setinde hem Cronbach alfa değerinin artışı hem de tavan etkisinin düşüşü, örnek büyüklüğündeki farklılıktan da kaynaklanmış olabilir.

DFA sonucunda toplamda Kid-KINDL aile boyutu dışında KUİ ve YHKOK değerleri açısından iyi geçerlilik değerleri göstermiştir. Benzer şekilde bazı boyutlardaki uyumsuzluklar farklı çalışmalarda da gözlenmiştir. Örneğin, Kindl Norveç sürümünde uygulanan faktör analizinin sonucu okul boyutunun iki farklı yapı altında toplandığı, duygusal iyilik ile arkadaş boyutlarına ait maddelerin tek boyut altında birleştiği görülmektedir (Sølvi Helseth 2005). Kid-Kindl Singapur çalışmasında da açıklayıcı Faktör analizinde orijinal ölçeğin aksine 8 faktörlü bir çözümleme ortaya çıkmış, benzer kaymalar gözlenmiştir (Wee ve ark. 2007).

Kid-KINDL'ın tüm boyutları gruplar arasındaki farklılıkları mükemmel bir şekilde ayırt edebilmektedir. Boyut puanlarındaki cinsiyet farklılıkları diğer çalışmalardan elde edilen bulgular ile benzer şekilde erkeklerin lehinedir (Fernandez-Lopez ve ark. 2004, Rajmil ve ark. 2004). Erkeklerdeki bu avantajlı durum yetişkin SYK çalışmalarında da bu şekilde bulunmuştur (Bisegger ve ark. 2005, Klassen ve ark. 2004). Bu çalışmada bulunan cinsiyetler arasındaki farklılık hem biyolojik durum hem de sosyal çevrenin etkisi dolayısı ile okula başlama yaşındaki cinsiyetler arasındaki farklılık ve/veya eşitsizliğin bir göstergesi olabilir.

Aile boyutunda yüksek düzeyde tavan etkisi olmasına karşın belirli demografik ve sosyoekonomik özelliklerdeki farklılıkları ayırabilme niteliği yeterlidir.

?Bedensel iyilik? boyutunun SYK ölçeklerinde beklenen ayırt edicilik niteliği bireylerin bedensel yetersizliklerinin farklılığını belirleyebilmesidir. Kid-KINDL'ında ?bedensel iyilik? boyutunda bu niteliği gösterdiği görülmektedir. Bunun dışında en önemli bulgulardan birisi Kid-KINDL boyut puanlarının ?sosyal sınıf? ve ?aile geliri? değişkenlerine yüksek düzeyde duyarlı olduğunun gösterilmesidir (Etkinin Büyüklüğü değerlerinde görüldüğü gibi). SYK düzeylerinde keskin sosyoekonomik sınıf farklılıkları çok çeşitli yetişkin çalışmalarında olduğu gibi yapılan çocuk çalışmalarında da bildirilmiştir (Drukker ve ark. 2005, Spurrier ve ark. 2003, Mansour ve ark. 2003, Macintyre ve ark. 2003).

Diğer taraftan SYK ölçeğinin değerlendirmelerde sıklıkla kullanılan boyutlarının (bedensel iyilik, duygusal iyilik ve öz saygı) sosyal sınıf değişkenine ek olarak ?ortalama okul başarısı? değişkeninden de yüksek düzeyde etkilendiği görülmektedir. Bunun nedeni okul başarısının çocuklarında yaşam kalitesinin önemli bileşenlerinden olan ekonomik değişkenler ile birliktelik göstermesi olabilir.

Genel amaçlı SYK ölçeği KINDL'ın ergen sürümü olan Kiddo-KINDL (13-16 yaş) benzer madde ve boyut sayısına sahip bir ölçüm aracıdır. Kiddo-KINDL ile ilgili geçerlilik ve güvenirlilik bulguları anket yapısındaki farklılık, uygulanan grubun olası karıştırıcı etkisi nedeni ile bir başka geçerlilik çalışması olarak planlanmıştır.

SONUÇ

Kid-KINDL anketinin Türkçe sürümü okul sağlığı çalışmalarında okul çağı çocukları için uygun bir SYK aracı olarak kullanılabileceği gibi klinik uygulamalarda SYK'nin değerlendirilmesinde hastalığa özel anketler ile birlikte genel amaçlı bir ölçek olarak da uygulanabilir.

KAYNAKLAR

Aitken ME, Tilford JM, Barret K ve ark. (2002) Health status of children after admission for injury. Peds, 110(2):337-42.
Bisegger C, Cloetta B, von Rueden U ve ark. (2005) Health-related quality of life: gender differences in childhood and adolescence. Soz Praventivmed, 50 (5): 281-91.
Bowling A (1993) Measuring Health, A review of Quality of Life Measurement. Open University Pres, s. 1-23.
Bullinger M (1994) A questionnaire for health related quality of life assessment in children. Zeitschrift für Gesundheitspsychologie, 1:64-77.
Bullinger M, Schmidt S, Peterson C ve ark. (2002) Assessing quality of life of children with chronic health conditions and disabilities: a European approach. International Journal of Rehabilitation Research, 25(3):197-206.
Cohen J (1988) Statistical Power Analysis for the Behavioural Sciences. New York: Erlbaum.
de Wit M, Delemarre-van de Waal HA, Pouwer F ve ark. (2007) Monitoring health related quality of life in adolescents with diabetes: a review of measures. Arch Dis Child, 92(5):434-9.
Drukker M, Buka SL, Kaplan C ve ark. (2005) Social capital and young adolescents' perceived health in different sociocultural settings. Soc Sci Med, 61 (1): 185-98.
Eiser C, Vance YH, Seamark D ve ark. (2000) The development of a theoritically driven measure of quality of life for children aged 6-11 years. Child Health Care Development, 26:445-56.
Feeny DE, Furlong W, Boyle M ve ark. (1996) Health utilities index. İçinde B. Spilker (ed) Quality of Life and Pharmacoeconomics in Clinical Trials. Philadelphia: Lipincott-Raven Publishers, s. 239-252.
Fernandez-Lopez JA, Fernandez Fidalgo M, Cieza A ve ark. (2004) Measuring health-related quality of life in children and adolescents: preliminary validation and reliability of the Spanish version of the KINDL questionnaire. Aten Primaria, 33: 434-42.
Furusho J, Kubagawa T, Satoh H ve ark. (2006) Study of the kid-kINDL questionnaire scores for children with developmental disorders in normal classes and their parents. No To Hattatsu, 38(3):183-6.
Graham P, Stevenson J, Feeny D ve ark. (1997) A new measure for health related quality of life for children, preliminary findings. Psychol Health, 12(5): 655-65.
Guillemin F, Bombardier C, Beaton D ve ark. (1993) Cross-cultural adaptation of health related quality of life measures: Literature review and proposed guidelines. C Clin Epidemiol, 46(12): 1417-32.
Gundlach S, Wurz J, Schmutzer G ve ark. (2006) Health-related quality of life of siblings of children with type 1 diabetes mellitus. Dtsch Med Wochenschr, 19;131(20):1143-8.
Guyatt GH, Juniper EF, Griffith IE ve ark. (1997) Children and adult perceptions in childhood astma. Paediatrics, 99:165-168.
Helseth S, Lund T (2005) Assessing health-related quality of life in adolescents: some psychometric properties of the first Norwegian version of KINDL. Scand J Caring Sci, 19:102?109.
KINDL Languages, erişim tarihi 17 Ocak 2006.
Klassen AF, Miller A, Fine S ve ark. (2004) Health-related quality of life in children and adolescents who have a diagnosis of attention-deficit/hyperactivity disorder. Paediatrics, 114(5): 541-7.
Kozinetz CA, Warren RW, Berseth CL ve ark. (1999) Health status of children with special health care needs: Measurement issues and instruments. Clinical Paediatrics, 38(9): 525-33.
Landgraf JM, Maunsell E, Speechley KN ve ark. (1998) Canadian-French, German and UK versions of the child health questionnaire: Methodology and preliminary item scaling results: Qual Life Res, 7(5): 433-45.
Macintyre S, McKay L, Der G ve ark. (2003) Socio-economic position and health: what you observe depends on how you measure it. J Public Health Med, 25(4):288-94.
Mansour ME, Kotagal U, Rose B ve ark. (2003) Health-related quality of life in urban elementary schoolchildren. Paediatrics, 111(6 Pt 1):1372-81.
Noyes J (2007) Comparison of ventilator-dependent child reports of health-related quality of life with parent reports and normative populations. J Adv Nurs, 58(1):1-10.
Nunnally JC, Bernstein IR (1994) Psychometric Theory 3rd edition. McCraw-Hill, New York.
Orley J, Kuyken W (1993) Quality of Life Assessment: International Perspectives. Proceedings of The Jointmeeting Organized by the WHO and the Foundation IPSEN in Paris, s. 41-57.
Ozdogan H, Ruperto N, Kasapçopur O ve ark. (2001) The Turkish version of Childhood Assessment Questionnaire (CHAQ) and the Child Health Questionnaire (CHQ). Clin. Exp. Rheumatol, 19 (Suppl. 23):158-162.
Raat H, Bonsel GI, Esink-Bot MI ve ark. (2002) Reliability and validity of comprehensive health status measures in children. The child health questionnaire in relation to the health utilities index. J Clin Epidemiol, 55 (1): 67-76.
Raat H, Botterweck **, Landgraf JM ve ark. (2005) Reliability and validity of the short form of the child health questionnaire for parents (CHQ-PF28) in large random school based and general population samples. J Epidemiol Community Health, 59(1):75-82.
Rajmil L, Serra-Sutton V, Fernandez-Lopez JA ve ark. (2004) [The Spanish version of the German health-related quality of life questionnaire for children and adolescents: the Kindl] An Pediatr (Barc), 60:514-21.
Ravens-Sieberer U, Erhart M, Wille N ve ark. (2006) Generic Health-Related Quality-of-Life Assessment in Children and Adolescents Methodological Considerations. Pharmacoeconomics, 24(12):1199-1220.
Ravens-Sieberer U, Bullinger M (1998) Assessing health related quality of life in chronically ill children with the German KINDL: first psychometric and content analytical results. Quality of Life Research, 7(5):399-407.
Ravens-Sieberer U, Landgraf JM, Essink-Bot ML ve ark. (2002) Pediatric health profile measures: Does it make a difference? The example of the KINDL and CHQ-CF87. Abstract 9th Annual Conference of the International Society for Quality of Life Research October 30-November 2, 2002, Orlando, Florida (USA). Quality of Life Research, 11(7):647.
Seid M, Varni JW, Jacobs JR ve ark. (2000) Paediatric Health-related quality of life measurement technology: Intersections between science, managed care, and clinical care. Journal of Clinical Psychology in Medical Settings, 7(1):17-27.
Serra-Sutton V, Rajmil L, Berra S ve ark. (2006) Herdman M, Aymerich M, Ferrer M, Robitail S, Simeoni MC. Reliability and validity of the Spanish version of the health and quality-of-life questionnaire, the Vecu et Sante Percue de l'Adolescent (VSP-A) Aten Primaria, 15;37(4):203-8.
Spencer NJ, Coe C (1996) The development and validation of a measure of paret reported child health and morbidity, the Warwick Child health and Morbidity Profile. Child Care HEalth Dev, 22:367-379.
Spurrier NJ, Sawyer MG, Clark JJ ve ark. (2003) Socio-economic differentials in the health-related quality of life of Australian children: results of a national study. Aust N Z J Public Health, 27(1):27-33.
SSII Scientific Software International Inc. (2003) LISREL for Windows 8.54, Lincolnwood, IL, USA.
Starfield B, Bergner M, Ensminger M ve ark. (1993) Adolescent Health Ststus Measurement, development of the Child Helath Illness Profile, Pediatrics, 91(2):430-35.
The WHOQOL Group (1996) What Quality of Life. World Health Forum, 17:354-356.
Varni JW, Burnwinkle TM, Seid M ve ark. (2003) The PedsQol 4.0 as a pediatric population heallth measure, feasibility, reliability and validity. Amb. Peds, 3:329-341.
Varni JW, Seid M, Kurtin PS ve ark. (1999) Paediatric Helath-related quality of life measurement technology: A guide for health care decision makers. Journal of Clinical Outcomes Management, 6:33-40.
Ware JE, Harris WJ, Gandek B ve ark. (1997) MAP-R for Windows: Multitrait/Multi-item Analysis Program-Revised User's Guide. Boston, MA: Health Assessment Lab.
Ware JE, Keller SD, Gandek B ve ark. (1995) Evaluating translations of health status questionnaires. Methods from the IQOLA project. International Quality of Life Assessment. Int J Technol Assess Health Care, 11(3): 525-51.
Warschburger P, Landgraf JM, Petermann F ve ark. (2003) Health-related quality of life in children assessed by their parents: evaluation of the psychometric properties of the CHQ-PF50 in two German clinical samples. Qual Life Res, 12(3):291-301.
Wee HL, Ravens-Sieberer U, Erhart M ve ark. (2007) Factor structure of the Singapore English version of the KINDL® children quality of life questionnaire. Health and Quality of Life Outcomes, 19:5-4.
Wee HL, Lee WWR, Ravens-Sieberer U ve ark. (2005) Validation of the English version of the KINDL generic children's health-related quality of life instrument for an Asian population-results from a pilot test. Quality of Life Research, 14:1193?1200.
Yüksel H, Eser E, Çelik C ve ark. (2004) Çocukluk çağı için astım yaşam kalitesi ölçeğinin (PAQLQ) Türkçe çevirisinin güvenilirliği ve geçerliliği. 1. Sağlıkta Yaşam Kalitesi Sempozyumu Program ve Özet Kitabı, İzmir, s.77.


_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
13 Temmuz 2009       Mesaj #83
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Terapötik İttifakın Değerlendirilmesi: Terapötik İttifak Ölçeği'nin Güvenilirlik ve Geçerlik Çalışması

Psik. Gonca SOYGÜT, Psik. Sedat IŞIKLI

GİRİŞ


Terapötik İttifak Kavramının Gelişimi

Terapötik ittifak (therapeutic alliance), terapist ve hasta arasındaki ilişkinin doğasını açıklamak amacıyla, öncelikle psikoanalitik gelenekte, Zetzel (1956) tarafından kavramsallaştırılan bir olgu olarak dikkat çekmektedir. Bu açıdan, Zetzel'in, terapötik ilişkiyi, nesne ilişkileri kuramı çerçevesinde ele alarak terapötik ittifak kavramını geliştirmesi, psikanalitik psikoterapi tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmekte (Fine 1979, Kanzer 1975); terapist ve hasta arasında aktarım-dışı etkileşimlere odaklaşmak önemli bulunmaktadır (Greenson ve Wexler 1969). Psikoanalitik gelenek içindeki kavramsal tartışmalara yeni bir boyut katan terapötik ittifak kavramının izleri, daha sonraları diğer psikoterapötik yaklaşımlarda da kendini göstermektedir. Özellikle, Rogers'ın (1951) danışan merkezli yaklaşımıyla ön plana çıkan, terapist ve hasta arasındaki ilişkinin terapötik değişimde önemli bir bileşeni temsil ettiği görüşü, tüm yaklaşımlarda genel bir kabul görmeye başlamıştır. Aktarılan tarihsel sürecin bir yansıması olarak Bordin'nin (1979), psikodinamik yaklaşım kökenli terapötik ittifak nosyonunu, tüm yaklaşımları kapsayacak biçimde yeniden kavramsallaştırması alanda diğer bir önemli gelişme olarak dikkati çekmektedir. Bordin, terapötik ittifakı temelde bir ilişki bütünü olarak görmekle birlikte, bu olguyu teknik olarak üç yapının bileşimi olarak tanımlamaktadır. Birinci bileşen; terapist ve hasta arasında görevleri ya da belirli bir tekniğin uygulanması açısından yapılan bir anlaşmayı içermektedir. İkinci bileşen; tedavinin amaçlarında ya da öngörülen sonuçlarındaki anlaşmaya işaret etmektedir. Üçüncü bileşen ise terapist ve hasta arasındaki karşılıklı güven ve kabulü içeren duygulanımsal bağı kapsamaktadır.

Görüldüğü gibi Bordin'in önerdiği bu kuramlar-üstü bakış açısı, teknik ve yaklaşım farklılıklarından bağımsız olarak tüm terapötik süreçlerde kişilerarası ilişkiler faktörünü terapinin etkinliği açısından önemli bir noktaya oturtmaktadır. Bu açıdan, yeni dönem psikoterapi araştırmalarında ise, değişim sürecinin terapötik ittifakı oluşturan elementler olarak terapist ve hasta arasındaki ilişkiye odaklanılmıştır. Buradan hareketle, terapötik ittifakın terapi sürecinin en iyi yordayıcısı olabileceği bulgusu, psikoterapi araştırmalarında dönüm noktası olarak kabul edilmiştir (Hartley 1985, Horvath ve Greenberg 1989, Horvath ve Symonds 1991, Martin ve ark. 2000). Terapötik ittifak, yer aldığı psikoterapötik yaklaşımdan bağımsız temel nitelikte bütünleyici bir değişken olarak görülmeye başlanmıştır (Gaston 1990, Wolfe ve Goldfried 1988; Kiesler ve Watkins 1989, Muran ve ark.1994, Krupnick ve ark. 1996, Gaston ve ark. 1998, Castonguay ve ark. 1996, Kiesler 1996, Castonguay ve Beutler 2006).

Terapötik ittifakın değerlendirilmesi

Aktarılan kuramsal gelişmeler, terapötik ittifak kavramının değerlendirilmesini önemli hale getirmektedir. Buradan hareketle alanda çeşitli terapötik ittifak ölçeklerinin geliştirilerek yaygın bir biçimde kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Bu değerlendirme araçları arasında, California Psikoterapi İttifak Ölçeği (CPİÖ) (Marmar ve ark. 1989) Penn İttifak Derecelendirme Ölçeği, (PİDÖ) (Morgan ve ark. 1982), Venderbilt Terapötik İttifak Ölçeği (VTİÖ) (Hartley ve Strupp 1983, akt. Fenton ve ark. 2001), Terapötik İttifak Ölçeği (TİÖ) (terapist, gözlemci ve hasta formları) (Horvath ve Greenberg 1989) sayılabilir. Belirtilen ölçüm araçları arasında, CPİÖ ve TİÖ'nün, kısa süreli bilişsel davranışçı terapi sürecindeki yordama güçlerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada (Safran ve Wallner 1991), her iki ölçüm aracının (hasta formlarının) da değişimi yordayabildiği bildirilmektedir. Ayrıca, TİÖ ile karşılaştırıldığında, CPİÖ'nün etkinliğe ilişkin yordama düzeyinin biraz daha geniş bir spektrumda olduğu belirtilmektedir. Diğer taraftan, yukarıda belirtilen altı ittifak ölçeğinin yordama özelliklerini inceleyen benzer bir başka çalışmaya göre, terapist ve hasta formlarındaki görece daha düşük düzeyde örtüşmeler olmakla birlikte, oturumların dış gözlemci tarafından değerlendirildiği formlar açısından psikometrik özellikleri açısından birbirleri karşısında üstünlükleri olduğundan söz edilememektedir (Fenton ve ark. 2001). Belirtilen araçlardan sadece CALPAS Psikoterapi İşbirliği Ölçeği'nin Türkçe formu bulunmaktadır (Öztan 1995). Beş faktöre dayalı olan bu aracın iç tutarlığı Terapist Formu için 0.32 ile 0.85 arasında; hasta formu için 0.71 ile 0.89 arasında değişmektedir. Bizim çalışmamızda ise, ?Terapötik İttifak? olgusunun üç boyutlu kavramsallaştırılmasını temel alması nedeniyle, sözü edilen ittifak ölçekleri arasından, Horvath ve Greenberg (1989) tarafından geliştirilmiş olan TİÖ'nin Türk örneklem üzerindeki psikometrik özelliklerinin incelenmesi hedeflenmiştir. İzleyen bölümde aracın özgün formunun tanıtımı ve geliştirilmesi sürecine ilişkin bilgiler aktarılmaktadır.

Terapötik İttifak Ölçeği (TİÖ)

Bordin'in kuramlar-üstü kavramsallaştırmasına dayanan Terapötik İttifak Ölçeği (Working Alliance Invetory-WAI), Horvath ve Greenberg (1989) tarafından geliştirilmiştir. TİÖ'nin ön çalışmasında, güvenilirlik katsayılarının Hasta Formunun alt ölçekleri için 0.85 ile 0.88 arasında, Terapist Formu'nun alt ölçekleri için ise 0.68 ile 0.87 arasında değiştiği görülmüştür. Tüm ölçme aracının güvenilirlik puanları Cronbach'ın işlem yoluyla, Hasta Formu için 0.93, Terapist Formu için 0.87 olarak hesaplanmıştır. İkinci çalışmada, katılımcılar Geştalt'ın iki sandalye tekniğini temel alan zaman sınırlı terapi sürecine katılan 31 yetişkin hastadan oluşturulmuştur. Etkinliğinin çoklu boyutlarda değerlendirildiği çalışmanın sonuçlarına göre, TİÖ'nün Görev alt ölçeği ile hasta ve danışman sonuç ölçümleri arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Buna göre, ilişki katsayıları 0.55 ile 0.68 arasında değişmektedir. Üçüncü çalışma, birinci çalışmanın 25 terapist-hasta ikilisiyle tekrarlanması ve genişletilmesiyle yapılmıştır. Çalışmada yine farklı kuramsal yönelimlerden terapistler katılımcı olmuşlardır. Madde homojenliği indeksine göre güvenilirlik değeri amaçlar için 0.89, görevler ve bağlar için 0.92 olarak hesaplanmıştır. Ölçeğin tüm maddeleri üzerinden Cronbach Alfa 0.93 olarak gözlenmiştir. Yazarlar, diğer araştırma sonuçlarıyla paralel olarak, TİÖ'nin ölçtüğü ittifak ve etkililiği değerlendiren ölçümler arasındaki ilişkinin pozitif yönde anlamlı olduğunu bildirmektedirler. Gözden geçirilen çalışmalardan elde edilen veriler TİÖ'nin güvenilirliğinin kabul edilebilir düzeyde olduğunu göstermektedir (Horvath ve Greenberg 1989). Öte yandan, 1. ve 3. çalışmalarda TİÖ ile ilişkisel değişkenler ve terapi etkililiğine ilişkin değerlendirmeler arasında gözlenen ilişkiler, ölçeğin eş-zamanlı geçerliğine destek olarak yorumlanmıştır. Ayrıca, yazarlara göre, 1. ve 2. çalışmada yordayıcı değişkenler üzerinde yürütülen analiz bulguları da ölçeğin yordama geçerliğine kanıt olarak görülmüştür. TİÖ'ye ilişkin diğer bazı psikometrik çalışmalar arasında, Hatcher ve arkadaşlarının (1995) doğrulayıcı faktör analizi bulgularına göre, özgün formda önerilen üç faktör de, hem terapist hem de hasta formları için doğrulanmıştır. Bununla birlikte, Bilişsel Psikoterapi sürecindeki, araştırıcı faktör analizine göre, ölçeğin amaç ve görev alt faktörlerinin tek bir faktörde toplandığı diğer faktörün de Bağ/ilişki faktörü olarak oluştuğu görülerek iki faktörlü bir yapıdan söz edilmektedir (Andrusyana ve ark. 2001). Stiles ve arkadaşlarının (2002) çalışmasına göre, TİÖ ve Agnew İlişki Ölçeği arasında kuramsal açıdan beklenen yönde bir ilişki gözlenmesi TİÖ'nin eş-zamanlı geçerliğine bir destek olarak yorumlanmaktadır. TİÖ'nin kullanıldığı çalışmalarda, ölçeğin oldukça güçlü düzeyde güvenilirliği olduğu; ranjın 0.79 ile 0.97 arasında değiştiği bildirilmektedir (Hanson ve ark. 2002).

Görüldüğü gibi TİÖ'nin özgün formunun psikometrik özelliklerinin incelendiği çalışmalar oldukça kapsamlı düzeyde yürütülmüştür. Ayrıca belirtilen çalışmaların sonuçları, ölçeğin ittifak kavramını ve kavramın içerdiği üç alt boyutu, kabul edilebilir düzeylerde değerlendirebildiğine işaret etmektedir. Başka bir deyişle, ölçeğin, terapötik ittifak kavramsallaştırmasında, Bordin'in kuramlar-üstü bakış açısını yansıttığı gözlenmektedir. TİÖ'nin, geliştirilmesini izleyen dönemde psikoterapi sonuç ve süreç araştırmalarında en yaygın kullanılan ittifak ölçekleri arasında yer aldığı görülmektedir. Daha önce de vurgulandığı gibi bu ön çalışmadaki temel amaç, izleyen dönemde yürütülmesi planlanan bir dizi psikoterapi araştırması kapsamında, terapötik ittifak olgusunun değerlendirebileceği bir aracı Türkçe'ye uyarlamaktır. Ayrıca, TİÖ'nin süpervizyon ilişkilerinin değerlendirilmesi sürecinde de yararlanılabilen bir araç olabileceğine ilişkin gözlemler, ölçeğin uygulama alanı için katkılarının yaygın olabileceğini düşündürmektedir. Aktarılanlardan hareketle, var olan ölçüm araçları arasından TİÖ'nin, sözü edilen amaçlara uygun olduğu düşünüldüğünden, aracın Türk örneklem üzerindeki psikometrik özelliklerinin incelendiği incelenerek bir uyarlama çalışması yürütülmüştür.

YÖNTEMLER

Ön çalışma

a. Çeviri çalışması


TİÖ'nin Terapist ve Hasta Formu'nun klinik psikoloji alanında uzman üç doktora öğrencisi tarafından yapılan ön çevirisi, bu grubun da yer aldığı altı kişiden oluşan klinik psikoloji doktora öğrencileri grubu tarafından gözden geçirilmiştir. Belirtilen çalışmalar sonucu üzerinde uzlaşılan çevirinin son hali farklı kuramsal ard alana sahip alanda en az 15 yıllık deneyimi olan beş uzmandan oluşan yargıcı grubunun değerlendirmesine sunulmuştur. Yargıcılardan ölçeğin Türkçe ve özgün formları arasında çevirinin uygunluğu açısından değerlendirme yapmaları istenmiştir. Ayrıca, yargıcılara iletilen standart bir form aracılığı ile ölçeği dil kullanımı, anlaşılabilirlik açısından incelemeleri ve önerilerini iletmeleri istenmiştir. Belirtilen işlemle eş zamanlı olarak, TİÖ'nün Hasta Formu araştırma ekibi içinde yer alan terapistlerin yürüttükleri psikoterapi süreçlerine devam eden hastalara, kapalı zarf içinde uygulanarak, kendilerinden maddelerin anlaşılabilirliği konusunda geri bildirimde bulunmaları istenmiştir. Yargıcıların ve danışmanların önerileri doğrultusunda yapılan düzenlemeler sonucunda ölçek son halini almıştır.

b. Kapsam geçerliği


Ölçek maddeleri farklı kuramsal ardalana sahip (2 bilişsel-davranışçı, 2 psikodinamik psikoterapi ve 1 geştalt yaklaşımı) ve psikoterapi alanında en az 15 yıldır çalışan beş yargıcıya sunulmuş ve maddelerin terapötik ittifakın hangi boyutuna atıf yaptığı sorulmuştur. Yargıcılardan elde edilen verilere bakıldığında 27 madde konusunda tam uyuşmanın, 5 maddede %80, 2 maddede %60, bir maddede %40 ve bir maddede de %20 uyuşmanın olduğu gözlenmiştir.

Tüm ölçek maddeleri için yargıcılar arası uyuşmanın derecesini belirlemek amacıyla 5 yargıcıdan elde edilen veriler için Mutlak Uzlaşım Yöntemiyle Sınıf-içi Korelasyon Katsayısı (Intraclass Correlation Coefficient with Absolute Agreement definition) hesaplanmıştır. Yapılan analiz sonucunda yargıcılar arası uyuşma derecesinin kabul edilebilir düzeyin oldukça üzerinde olduğu gözlenmiştir (r=0.70, p<0.001).

Ana çalışma

a. Katılımcılar


Çalışmanın örneklemi iki alt gruptan oluşmaktadır. Hastalardan oluşan birinci gruba Ankara ve İstanbul'da çalışan 21 terapist aracılığıyla ulaşılmıştır. Bu grup çeşitli sorun alanları için yardım alan 63 kişiden oluşmaktadır. Örneklemin ikinci alt grubunu da 21 kişilik terapist grubu oluşturmaktadır. Hasta alt örneklemine ait sosyo-demografik değişkenlerin özeti Tablo 1'de, terapist alt örneklemine ait değişkenlerin özeti de Tablo 2'de verilmiştir.

b. Veri toplama araçları

Terapötik İttifak Ölçeği (TİÖ)


TİÖ'ne ilişki ayrıntılı bilgiler giriş bölümünde aktarıldığı için burada ölçeğin sadece yapısına ilişkin özellikler özetlenmiştir. Kendini bildirim türünde olan ve 36 maddeden oluşan ölçek Bordin'in (1979) terapi ittifakı tanımına dayanmakta; görev, amaç ve duygusal bağ olmak üzere üç boyuttan oluşmaktadır. Her bir boyut için puan alınabileceği gibi ölçek toplam puanı da elde edilebilmektedir. Her bir alt ölçek 7'li Likert tipi ölçeklemeye sahip 12 maddeden oluşmaktadır. Psikometrik çalışmalar ölçeğin geçerli ve güvenilir bir yapıya sahip olduğunu göstermiştir (Horvath ve Greenberg 1989, Horvath ve Symonds 1991). Ölçeğin Hasta Formu, Terapist Formu ve Gözlemci Formu olmak üzere üç değişik formu bulunmaktadır. Bu çalışmada, aşağıda ilk üç madde üzerinden örneği verilen, hasta (TİÖ-HF) ve terapist (TİÖ-TF) formları kullanılmıştır. Hasta ve Terapist Formlarındaki ifadeler aynıdır. Ölçekte bazı maddeler ters ifade edilmektedir; yeniden kodlama sonrasında puanın artması, terapötik ittifakın artığına ilişkin bir göstergedir. Ölçeğin Hasta ve Terapist Formu'na ilişkin örnek maddeler ve ölçekleme biçimi Tablo 3 ve Tablo 4'de verilmiştir.

Demografik bilgi formu


Katılımcıların sosyo-demografik bilgilerini elde edebilmek amacıyla araştırmacılar tarafından iki farklı biçimde bilgi formu düzenlenmiştir. Hastalara yönelik olan formda yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi gibi bilgilere yönelik anket maddelerinin yanı sıra aldıkları psikoterapi hizmetinin kalitesi ve bu hizmetin yararlılığına ilişkin beş madde bulunmaktadır. Söz konusu beş maddeye verilen yanıtlar ile TİÖ puanları arasındaki olası ilişkinin, ölçüt bağıntılı geçerlikle ilgili ek kanıt oluşturabileceği düşünülmüştür. Terapist formunda ise demografik bilgi sorgulamasının yanı sıra psikoterapi pratiğinde kendilerini en yakın buldukları kuramsal ardalana ilişkin soru maddeleri de yer almaktadır.

İşlem yolu

Asıl çalışmanın amacı gereği farklı kuramsal ardalana sahip resmi kurum ve özel merkezlerde çalışmakta olan 21 terapiste (Tablo 2) ölçekler ulaştırılarak kendilerinden yürütmekte oldukları herhangi bir psikoterapi sürecinin üçüncü oturumunu izleyen görüşmelerde, TİÖ'nün Terapist ve Hasta Formlarını uygulamaları istenmiştir. Formlar ilgili merkez koordinatörlerine kapalı zarflar içinde grup olarak ulaştırılıp, aynı şeklide geri alınmıştır. Dolayısıyla, terapist-hasta ikilileri formlar üzerinde yer alan kodlama sistemiyle belirlenerek terapist-hasta ikilisinin kimlik bilgilerinin gizliliği sağlanmıştır. Gizliliğe ve araştırmanın amacına ilişkin gerekli bilgileri formların ilk sayfasında aktarılmıştır. Terapistler, sözlü onamını aldıkları hastalarına formları yine kapalı zarf aracılığıyla uygulamışlardır. Formlar, tamamlanan oturumun arkasından, o oturum için doldurulmuştur. Buna göre her bir terapist 3 hastasıyla yürütmüş olduğu ilişkin 3 form değerlendirmiş; dolayısıyla analizler toplam 63 ikili üzerinde yürütülmüştür. Aktarılan uygulamalardan elde edilen verilere ilişkin analizler aşağıda sunulmuştur.

İstatistiksel analizler

İstatistiksel analizler bilgisayar ortamında SPSS 9.05 programının ilgili alt komutları kullanılarak yapılmıştır. Güvenilirlik analizleri için Cronbach alfa iç tutarlılık ve madde-toplam test korelasyon katsayıları hesaplanmıştır. Ölçeğin faktör yapısını belirlemek amacıyla varimax rotasyonu kullanılarak temel bileşenler analizi yürütülmüştür. Kapsam yargıcı uyuşma düzeyini belirlemede Mutlak Uzlaşım Yöntemiyle Sınıf-içi Korelasyon (Intraclass Correlation Coefficient with Absolute Agreement definition) analizi; ölçüt bağıntılı geçerlik için de Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon analizi kullanılmıştır.

BULGULAR

TİÖ'nün psikometrik özelliklerinin sınandığı mevcut çalışmanın bulguları iki kısımda aktarılmaktadır. İlk kısımda ölçeğin güvenilirliğine, ikinci kısımda ise geçerliğine ilişkin bulgular aktarılmıştır.

Güvenilirlik

İç tutarlılık


TİÖ-TF ve HF'nin güvenilirliği, başka bir ifadeyle ölçme hatasından arınık olma düzeylerini belirlemek amacıyla her iki formu oluşturan alt faktör maddelerinin ve tüm ölçek maddelerinin iç tutarlılık düzeyleri incelenmiştir. Bu amaçla, her iki form ve alt faktörler için Cronbach Alfa iç tutarlılık katsayıları hesaplanmıştır. Ayrıca, güvenilirliğin diğer bir kanıtı olarak kullanılan madde-toplam test korelasyon katsayıları da her bir madde için hesaplanmış, tüm sonuçlar Tablo 5'de verilmiştir.

Yapılan analiz sonucunda ölçeğin Hasta Formu için hesaplanan iç tutarlılık katsayısının 0.90 ve alt faktörler için 0.78, 0.81 ve 0.74 olduğu gözlenmiştir. Bu durum, ölçeğin yüksek bir iç tutarlılığa sahip olduğunu göstermektedir. Benzer bir biçimde, Terapist formu için hesaplanan katsayının 0.96 olduğu; alt faktörler için hesaplanan katsayıların da 0.83, 0.94 ve 0.87 olduğu, böylece ölçeğin yüksek bir iç tutarlılığa sahip olduğu gözlenmiştir. Her iki form için hesaplanan madde-toplam test korelasyon katsayıları da çoğunlukla 0.20 kesme noktasından yüksek olduğu için ölçeğin her iki formu için yüksek iç tutarlılığa sahip oldukları söylenebilir.

Yapı geçerliği

a. Faktör analizi

Ölçeğin yapı geçerliğini incelemek amacıyla TİÖ-HF'de yer alan maddelere varimax rotasyonu ile temel bileşenler analizi uygulanarak ölçeğin özgün faktör yapısını koruyup korumadığı araştırılmak istenmiştir. Yapılan analiz sonuçları Tablo 6'da özetlenmiştir.

Faktör analizi sonucun bakıldığında Duygulanımsal Bağ alt faktör maddelerinden 10'unun; Amaç alt faktör maddelerinden 10'unun ve Görev alt faktör maddelerinden 6'sının özgün yapılarını korudukları gözlenmiştir. Bir maddenin de (madde 1) hiçbir faktör altına yüklenemediği belirlenmiştir.

Ulaşılan faktör örüntülerinin özgün ölçekteki örüntüyle örtüşmesine bağlı olarak, özgün formda önerilen biçimine göre puanlanan alt ölçekler arasındaki korelasyon analizi sonuçları ise Tablo 7'de sunulmuştur. Tablodan izlenebileceği gibi tüm alt ölçekler arasındaki anlamlı korelasyonlar (r=.47-.93, p<.001), ölçeğin yapı geçerliğini destekleyici bir bulgu olarak yorumlanmıştır.

b. Ölçüt bağıntılı geçerlik

Yapı geçerliğine ilişkin ek incelemeler doğrultusunda, katılımcılara demografik bilgi formu aracılığıyla, halihazırda aldıkları danışmanlık hizmetinin kalitesine yönelik kimi sorularla ölçeğin alt faktörleri arasındaki korelasyonlar hesaplanmıştır. Tablo 8'de izlenebileceği gibi, iki katsayı dışında, diğer tüm katsayıların beklenen yönde ve anlamlıdır. Bu sonuç, ölçeğin yapı geçerliğini destekleyici ek bir bulgu olarak yorumlanmıştır.

TARTIŞMA

Aktarılan bulgular genel olarak değerlendirildiğinde, Terapötik İttifak Ölçeği'nin Türkçe formunun güvenilirlik ve geçerlik ölçütlerini, başlangıç aşamasında kabul edilebilir düzeyde karşıladığı görülmektedir.

Ölçeğin güvenilirliğine ilişkin incelemeler açısından, ölçek toplam puanı için elde edilen güvenilirlik katsayıları istatistiksel olarak anlamlıdır. Benzer bir biçimde hem hasta formu hem de terapist formu için alt faktör iç tutarlılık katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı düzeyde oldukları söylenebilir. Bu açıdan, ölçeğin güvenilirliği ile ilgili elde edilen bulgular, özgün form ile yürütülen çalışmaları (Horvath ve Greenberg 1989, Hanson ve ark. 2002) destekler nitelikte olup, ölçeğin kabul edilebilir düzeylerde güvenirliğine işaret etmektedir. Buna göre, ölçeğin Türkçe formunda maddelerin genel olarak birbiriyle tutarlı bir örüntü sergilediği görülmektedir. Ayrıca, özgün formda önerilen, Görev, Amaç ve Duygulanımsal Bağ alt ölçekleri temelinde de maddeler birbiriyle tutarlı bir örüntü göstermektedir. Bununla birlikte, ölçeğin hasta formunda sadece üç madde (11., 14., ve 36. maddeler) görece düşük katsayılar sergilemiştir. Bu durum örneklem sayısının yeterli olmamasıyla ilgili olabileceği gibi ilgili maddelerin yapıyı yeterince yansıtmadığı biçiminde de yorumlanabilir. İzleyen çalışmalarda, belirtilen maddelerin psikometrik özelliklerinin incelenmesi önemli görünmektedir.

Ölçeğin geçerliğine ilişkin kanıtlar değişik inceleme kaynaklarından gelmektedir. Ölçek maddelerinin alanda çalışan beş yargıcıya sunulması yoluyla sınanan kapsam geçerliği sonucu maddelerin üç alt faktöre yüklenmeleri, genel bir uyuşmanın varlığına işaret etmektedir. Elde edilen bu uyuşmanın istatistikî olarak da anlamlı bir düzeyde ve Horvath ve Greenberg (1989) tarafından özgün formda önerilen örüntüde olduğu gözlenmektedir. Bu çalışmadaki yargıcı profilinde, farklı psikoterapötik yaklaşımların temsil edildiği dikkate alınırsa, yargıcılar arasında gözlenen uyuşma, Bordin'in kuramlar üzeri bakış açısının, ölçeğin Türkçe formunda da temsil edildiğinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Ölçeğin yapı geçerliğine ilişkin en önemli kanıt yapılan faktör analizi yoluyla elde edilmiştir. Hasta formu için elde edilen verilerle yürütülen faktör analizi sonucuna göre, maddelerin önemli bir bölümünün faktör örüntüsünün TİÖ'nin özgün faktör yapısına yakınsadığı gözlenmiştir. Ek olarak her bir alt faktör için hesaplanan madde-toplam test korelasyon katsayılarına bakıldığında, 36 maddelik ölçeğin 33 maddesi için kabul edilebilir kesme noktası olan 0.20'nin üzerinde olması da bu savı desteklemektedir. Öte taraftan, farklı alt boyutlara dağılan bazı maddelere ilişkin gözlemler şöyle özetlenebilir: Ölçekte temsil edilen alt boyutların, Duygulanımsal Bağ ve Amaç alt faktörlerine ait maddelerden iki tanesi hariç diğer maddeler özgün faktör altında yüklenmiştir; Görev alt faktörüne ait maddelerin ise yarısı yine bu faktörde yüklenmiştir. Görev alt faktörüne ait iki maddenin Duygulanımsal Bağ alt faktörüne, iki maddenin de Amaç alt faktörüne yüklendikleri belirlenmiştir. Öte taraftan Amaç alt faktörüne ait üç maddenin Görev alt faktörüne yüklendikleri gözlenmiştir. Ölçekteki bazı maddelerin özgün faktörler yerine başka boyutlara yüklenmeleri analiz için kullanılan katılımcı sayısındaki yetersizlik bilgisi ışığında doğal karşılanmaktadır. Bilindiği gibi sağlıklı bir faktör analizi için madde başına en az 5 katılımcının bulunması gerekliliği vardır. Çalışmanın katılımcı sayısındaki kısıtlılığına rağmen kabul edilebilir bir sonuç elde edildiği düşünülmektedir.

Ölçeğin faktör yapısına ilişkin bazı çalışmalar, önerilen modelden farklı faktör örüntülerinden söz etmektedirler. Psikodinamik yönelimli bir süreçte, TİÖ'nün Terapist ve Hasta formlarının faktör örüntüsünün incelendiği bir çalışmada, Görev ve Amaç boyutunun tek bir boyut olarak birlikte yüklendikleri, Bağ faktörünün ise tek başına ayrışabildiği belirtilmektedir (Hatcher ve Barends 1996). Benzer biçimde, TİÖ-Kısa Formu'nun Gözlemci değerlendirmesinin Bilişsel Davranışçı bir terapi sürecinde incelendiği diğer bir çalışmada, Görev ve Amaç boyutunun tek bir boyut olarak birlikte yüklendikleri, Bağ faktörünün ise tek başına ayrışabildiği aktarılmaktadır (Andrusyna ve ark. 2001). Bu çalışmalar, TİÖ'nün, Bordin'in önerdiği kuramlar üzeri bakışı ve üçlü faktör yapısını her zaman yansıtmayabileceğine işaret etmektedir. Mevcut çalışmanın örneklemi farklı ardalana sahip terapistler tarafından takip edilen katılımcılardan oluştuğu için heterojen bir yapıya sahiptir. Bu nedenle, elde edilen sonuçların görece homojen örneklemlere sahip literatürdeki diğer çalışma sonuçlarıyla doğrudan karşılaştırılması uygun görünmemektedir. Bununla birlikte, özgün forma yakın düzeyde ulaşılan faktör örüntüsü, psikoterapötik yaklaşım çeşitliliğinin örneklemimizde temsil edilmesine bağlanabilir. Bu aşamada, örtüşmenin gözlenmediği bazı maddeler açısından bir yorum yapmak güç görünmektedir. Daha önce belirtildiği gibi, araştırmamızın deseni ve katılımcı özellikleri diğer çalışmalardan farklılık gösterdiği için bu durum uyarlama çalışmamızın doğasıyla ilgili yorumlanabilir. Diğer taraftan, yine bu tür çalışmaların doğasıyla ilişkili olarak, bir kültürde geliştirilmiş psikolojik ölçme aracının başka bir kültüre uyarlama çalışmasında tüm yapının benzeşik çıkmaması, yani ölçek yapısında kısmi sapmanın olması beklenen bir durumdur. Bu noktada, terapötik ittifak olgusunun, tüm psikoterapötik süreçler açısından evrensel bir yapı olduğunu düşünmekteyiz. Bununla birlikte, bu evrensel yapının farklı terapötik yaklaşımlar ve kültürlerdeki doğurgularının ve örüntülerinin farklılıklar gösterebileceğini de beklemekteyiz. Bununla birlikte, Türkiye'de konuya ilişkin yeterli görgül veriler olmaması nedeniyle, faktör örüntüsünde görülen kısmi farklılıkları, kültüre özgü bir durum olarak yorumlamayı erken bulmaktayız. Öte yandan çalışmamızın sınırlılıklarından biri olarak, faktör analizinin yürütülmesi için yeterli sayıda katılımcı olmadığından ölçeğin Terapist Formu için faktör analizi yapılmamıştır. Bu noktada belirtmek isteriz ki, TİÖ'nün özgün Terapist Formu, Hasta Formu'nun paralel biçimi olarak tasarlanmıştır. Ulaşılan literatür açısından, ölçeğin özgün formuyla ilgili daha önce yapılan çalışmaların hiçbirinde Terapist Formunun psikometrik özelliklerinin sınanmadığı görülmektedir. Başka bir deyişle, özgün form için de, Hasta Formu için elde edilen faktör yapılarının Terapist Formu için de geçerliği genel kabul görmektedir. Sonuç olarak, ölçeğin faktör yapısıyla ve faktörleri oluşturan maddelerin madde-toplam test korelasyon katsayıları ile ilgili elde edilen bulgular TİÖ'nün özgün faktör yapısının korunabileceğini ve ülkemizdeki çalışmalarda özgün biçimiyle kullanılabileceğini düşündürmektedir.

TİÖ'nün ölçüt bağıntılı geçerliğinin de incelenmesi amacıyla katılımcılara demografik bilgi formunda sorulan beş maddeye verilen yanıtlar aracılığıyla, halihazırda aldıkları danışmanlık hizmetinin kalitesine yönelik kimi sorularla ölçeğin alt faktörleri arasındaki korelâsyonlar hesaplanmıştır. Kuşkusuz, söz konusu değerlendirme, herhangi başka bir ittifak ölçeği ile olan bir karşılaştırma kadar güçlü bir geçerlik kanıtı olarak düşünülmemektedir. Bu açıdan, adı geçen forma ilişkin derecelendirmeler ile TİÖ arasındaki ilişki katsayılarının anlamlı ve beklendik yönde olması ölçüt bağıntılı geçerliğe işaret eden ek bir kanıt olarak değerlendirilebilir.

Çalışmanın sınırlılıkları genel olarak değerlendirildiğinde, katılımcılar açısından az sayıda hasta ve terapiste ulaşılabilmiş olması önemli bir sınırlılık olarak değerlendirilmektedir. Bir diğer sınırlılık ise, psikolojik boyutların kendini bildirim tarzı araçlarla ölçülmeye çalışılmasından doğabilecek yanlılıklardır. Ayrıca, çalışmanın psikometrik niteliği gereği, belirli sayıda veriye ulaşılabilirlik açısından, veri toplama sürecinde, laboratuvar ortamı dışında, doğal psikoterapi süreçlerine ilişkin bilgilere ulaşılmıştır. Bu nedenle, laboratuvar ortamının kontrol edilebilirlik avantajı mevcut çalışmada sınırlı düzeyde kalmaktadır. Diğer taraftan, çalışmamızın en önemli sınırlılığının yordama geçerliğinin incelenememiş olmasıdır. Giriş bölümünden hatırlanacağı gibi, terapötik ittifak, terapötik değişim sürecinde, etkililiği en iyi yordayan değişken olarak yorumlanmaktadır. Dolayısıyla, ölçeğin doğası gereği, Türkçe formunun yordama geçerliğinin gelecekteki çalışmalarda incelenmesi gerekmektedir. Bu açıdan, psikoterapi süreç ve sonuç araştırmaları çerçevesinde yürütmekte olduğumuz bir dizi çalışma kapsamında, üçüncü oturumdan itibaren, TİÖ uygulamaları başlatılmıştır. Bu aşamada, örneklemin sınırlı düzeyde olması nedeniyle, ölçeğin yordama geçerliğine ilişkin analizlerin yürütülmesi uygun olmamıştır. Dolayısıyla, çalışmamızda sunulan bulguların değinilen sınırlıklar temelinde değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Çalışmamız temelinde, Türkçeye uyarlaması yapılan ve kuramlar üstü bir yapıyı yansıtmayı hedefleyen TİÖ'nin psikoterapi araştırmalarında kullanılabilir araçlardan biri olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, çalışmamız ölçeğin psikometrik özelliklerine ilişkin bir başlangıçtır. Ölçeğin Türkiye'deki uygulamalarda kullanımını incelemek amacıyla yürütülecek ileri psikometrik incelemelere gereksinim vardır. İzleyen dönemdeki çalışmalarda yordama geçerliğine kanıt oluşturabilecek, sürece bağlı uzun-erimli psikometrik incelemelere devam edilmelidir. Diğer taraftan, terapi sürecindeki ittifakın etkililik açısından kritik önemine işaret eden gözlemler, ileride yapılacak çalışmalar için birçok heyecan verici soruyu da beraberinde getirmektedir. Bu açıdan, terapötik değişimin temelinin ?ne? olduğu sorusu terapötik ittifak temelinde psikoterapi araştırmacılarını uzun bir süre daha meşgul etmeye devam edecek gibi görünmektedir.

KAYNAKLAR

Anrdrusyna T, Tang T, DeRubeis R ve ark. (2001) The factor structure of the working alliance inventory in cognitive behavioral therapy. J Psychother Pract & Res, 10: 173-178.
Bordin E (1979) The generalizability of the concept of the working alliance. Psychother, 16: 252-260.
Castonguay L, Beutler L (2006) Principles of therapeutic change: a task force on participants, relationships, and techniques factors. J Clin Psychol, 62: 631?638.
Castonguay L, Goldfried MR, Wiser S ve ark. (1996) Predicting the effect of cognitive therapy for depresion: a study of unique and common factors. J Consult & Clin Psychol, 64: 497-504.
Crits-Christoph P, Connolly M (1999) Alliance and technique in short-term dynamic therapy. Clin Psychol Rev, 19: 687-704.
Fenton L, Cecero J, Nich C ve ark. (2001) Perspective is everything: the predictive validity of six working alliance instruments. J Psychother Pract & Res, 10: 262-268.
Fine R (1979) A History of Psychoanalysis. New York: Columbia University Press.
Gaston L (1990) The concept of the alliance and its role in pschotherapy: theoretical and emprical cosiderations. Psychother, 27: 143-153.
Gaston L, Thompson L, Gallagher D ve ark. (1998) Alliance technique, and their interactions in predicting outcome of behavioral, cognitive, and brief dynamic therapy. Psychother Res, 8: 190-209.
Greenson R, Wexler M (1969) The non-transference relationship in the psychoanalytic situation. Int J Psychoanal, 50: 27-39.
Hanson WE, Curry KT, Bandalos DL ve ark. (2002) Reliability generalization of working alliance inventory scale scores. EPM, 62: 659-673.
Hartley D (1985) Research on the therapeutic alliance in psychotherapy. American
Psychiatric Association (Ed.) Psychiatric Update (Vol. 4 pp.532-549). Washington, DC: American Psychiatric Association.
Hatcher R, Barends A (1996) Patients view of the alliance in psychotherapy: exploratory factor analysis of three alliance measures. J Consult & Clin Psychol, 64: 1326-1336.
Hatcher R, Barends A, Hansel G ve ark. (1995) Patients' and therapists' shared and unique views of the therapeutic alliance: An investigation using confirmatory factor analysis in a nested design. J Consult & Clin Psychol, 63: 636-643.
Horvath A, Greenberg L (1989) Development and validation of the working alliance and outcome in psychotherapy: A meta-analysis. J Counsel Psychol, 38: 139-149.
Horvath A, Symonds B (1991) Relation between working alliance and outcome in psychotherapy: A meta-analysis. J Counsel Psychol, 38: 139-149.
Kanzer M (1975) The therapeutic and working alliances. Int J Psychoanal Psychother, 4: 48-73.
Kiesler D (1996) Contemporary interpersonal theory and research. New York: Wiley.
Kiesler D, Watkins L (1989) Interpersonal complementarity and the therapeutic alliance: A study of relationship in psychotherapy. Psychother, 26: 183-194.
Krupnick J, Sotsky S, Simmens S ve ark. (1996) The role of the therapeutic alliance in psychotherapy and pharmacotherapy outcome: findings in the National Institiute of Mental Health Treatment of Depression Colloaborative Research Program. J Consult & Clin Psychol, 64: 532-539.
Marmar C, Weiss D, Gaston L ve ark. (1989) Towards the validation of the California Therapeutic Alliance Rating System. Psychol Ass, 1: 46-52.
Martin DJ, Graske JP, Davis MK ve ark. (2000) Relation of the therapeutic alliance with outcome and other variables: A meta-analytic review. J Consult & Clin Psychol, 68: 438?450.
Morgan R, Luborsky L, Crits-Christoph P ve ark. (1982) Predicting the outcomes of psychotherapy by the Penn Helping Alliance Rating method. Arch Gen Psychiat, 39: 397?402.
Muran C, Segal Z, Samstag L ve ark. (1994). Patient preteratment interpersonal porblems and therapeutic alliance in short-term cognitive therapy. J Consult & Clin Psychol, 62: 185-190.
Öztan N (1995) Terapist ile hasta arasındaki terapötik ilişkinin farklı boyutlarda incelenmesi (Basılmamış Doktora Tezi) A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara.
Rogers C (1951) Client-Centered Therapy. Boston: Houghton Mifflin.
Safran JD, Wallner L (1991) The relative predictive validity of two therapeutic alliance measures in cognitive therapy. Psychol Ass, 3: 188-195.
Stiles A, Davis B (2002) Convergent Validity of the Agnew relationship measure and working alliance inventory. Psychol Ass, 14: 209-220.
Wolfe B, Goldfried M (1988) Research on psychotherapy integration. J Consult & Clin Psychol, 56: 448-451.
Zetzel E (1956) Current concepts of the tranference. Int J Psychoanal, 37: 369-376.


_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Temmuz 2009       Mesaj #84
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocuklarda Metilfenidatın Çeşitli Görsel Dikkat Bileşenleri Üzerine Etkisi

Dr. İbrahim DURUKAN, Dr. Tümer TÜRKBAY, Dr. Ayhan CÖNGÖLOĞLU


GİRİŞ

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) okul çağı çocuklarının %3-7'sini etkileyen yaygın gözlenen bir nörogelişimsel bozukluktur (APA 2000). DEHB'de çeldirici uyaranlar arasından amaçlanan uyaranın ayırt edilmesinin söz konusu olduğu seçici dikkat, sürekli dikkat ve görsel-uzaysal dikkat bileşenlerin işlevlerinde yetersizlikler ve güçlükler gözlenmektedir (Brodeur ve Pond 2001, Kılıç ve ark. 2007, Njiokiktjien ve Verschoor 1998).

Dikkat işlemleri farklı beyin bölgelerinin aralarında karşılıklı yoğun bağlantılar oluşturduğu sinir ağları sistemi tarafından yürütülmektedir. Dikkatin sürdürülmesinden ve görsel-uzaysal dikkati denetleyen düzeneklerden sağ yarıkürenin sorumlu olduğu ileri sürülmektedir (Posner ve Petersen 1990, Stefanatos ve Wasserstein 2001, Coull ve ark. 1998). Buna dayalı olarak DEHB'deki bu belirtilerin sağ yarıküre işlev bozukluğundan kaynaklandığına işaret edilmektedir (Brumback ve Staton 1982, Rueckert ve Grafman 1996).

Psikostimulanlar DEHB tedavisinde sık olarak kullanılmaktadır ve metilfenidat (MF) psikostimulanlar içinde en sık reçete edilendir (Safer ve ark. 1996). Psikostimulanların DEHB'nin temel belirtilerini düzeltmedeki kısa ve uzun süreli etkinliği kontrollü çalışmalar ile gösterilmiştir (Jadad ve ark. 1999, Amerikan Pediatri Akademisi 2001, Gillberg ve ark. 1997, MTA Cooperative Group 1999). MF'nin DEHB'deki beyin sağ yarıküre bölgelerindeki azalmış aktivasyonu normale döndürdüğüne yönelik kanıtlar vardır (Vaidya ve ark. 1998, Castellanos ve Tannock 2002, Lee ve ark. 2005).

Bu çalışmada sağ yarıküre sorumluluğunda olduğu ileri sürülen seçici dikkat, sürdürülen dikkat ve görsel-uzaysal dikkati değerlendiren nöropsikolojik testler kullanılarak DEHB olan çocuklarda MF'nin bu dikkat bileşenlerinin performansı üzerine olan etkileri incelenmiştir.

YÖNTEMLER

Örneklem

Bu çalışma GATA Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı polikliniğine Mart 2005-Mart 2006 tarihleri arasında dikkatsizlik, aşırı hareketlilik ve dürtüsellik yakınmaları nedeniyle ardışık başvuran, gerekli psikiyatrik muayene ve psikometrik incelemeler yapıldıktan sonra DSM-IV tanı ölçütlerine göre DEHB tanısı konan, ilköğretime devam eden, 7-12 yaş grubu, 32'si erkek, 11'i kız olmak üzere toplam 43 olgu ile yapılmıştır. Çalışmaya alınan olguların hepsi metilfenidat tedavisi alıyorlardı. Çalışmaya katılım ölçütleri olarak; 7-12 yaşları arasında ve en az ilkokul 1'nci sınıfında olması, okumayı ilkokul birinci sınıfın ilk döneminde öğrenmiş olması ve karşıt olma-karşı gelme bozukluğu hariç başka bir ek bozukluğun olmaması kabul edilmiştir. İşitme ve görme ile ilgili belirgin bir duyusal kusurunun olduğu ve herhangi tıbbi (epilepsi, serebral palsi vb.) ve psikiyatrik bozukluğun (yaygın gelişimsel bozukluk, şizofreni vb.) olduğu olgular çalışmaya alınmamıştır.

Araştırma süreci

DSM-IV tanı ölçütlerine göre yapılandırılmış klinik görüşme formu ile DEHB tanısı konan çocukların aileleri ile çalışmayı yürütecek kişi tarafından araştırma konusunda bilgilendirme ve onay alma görüşmesi yapılmıştır. Ardından, araştırmacı tarafından MINI ile yapılandırılmış klinik görüşme yapılarak olası ek psikiyatrik tanılar dışlanmıştır.

Çalışmaya katılım ölçütlerine uyan ve psikometrik inceleme testleri yapılmış olan DEHB olan çocuklara, seçici dikkat, sürdürülen dikkat ve görsel-uzaysal dikkati değerlendiren nöropsikolojik testlerin birinci uygulaması en az 24 saattir metilfenidat almadıkları bir zaman diliminde uygulandı. Test ögelerini hatırlama etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak, ikinci uygulamada birinci uygulamanın üzerinden en az üç ayın geçmiş olması koşulu arandı. Yukarıda belirtilen nöropsikolojik testler bu çocuklara metilfenidat (0.5 mg/kg) aldıktan ortalama 1-1.5 saat sonrasında aynı inceleme sırası gözetilerek uygulandı.

Veri toplama araçları

Araştırmada DEHB'yi değerlendirmek amacıyla Çocuk ve Ergenlerde Davranış Bozuklukları için DSM-IV'e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği (Anne-Baba ve Öğretmen Formu), seçici dikkat ve sürekli dikkati değerlendirmek için İşaretleme Testi ve görsel-uzaysal dikkati değerlendirmek için Çizgi Yönünü Belirleme Testi (ÇYBT), ek tanıları dışlamak amacıyla MINI Yapılandırılmış Klinik Görüşme Formu kullanılmıştır.

Sosyodemografik Veri Toplama Formu: Bu formda çocuğun gelişimsel öyküsü, okuma yazmayı öğrenme zamanı, ders başarısı, arkadaş ilişkileri ve ailesel özellikler sorgulanmıştır.

Mini Uluslararası Nöropsikiyatrik Görüşme Formu: MINI (Mini International Neuropsychiatric Intervention) Sheehan ve arkadaşları (1998) tarafından psikiyatrik bozuklukların değerlendirilmesi için, DSM-IV ve ICD-10 tanı ölçütlerine uygun olarak hazırlanmış ve Engeler (2004) tarafından Türkçe'ye uyarlanmıştır. SCID-P ve CIDI'ye karşı geçerliği onaylanmış, uygulaması yaklaşık olarak 20 dakika süren bir yapılandırılmış klinik görüşme formudur. Anne-babaya yönelik MINI-Çocuk (ebeveyn) formu ve çocuğa yönelik MINI-Çocuk formu olup çalışmamızda ebeveyn formu kullanılmıştır.

Çocuk ve Ergenlerde Davranış Bozuklukları için DSM-IV'e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği (Anne-Baba ve Öğretmen Formu): Bu ölçek DSM-IV tanı ölçütlerine dayalı olarak yıkıcı davranış bozukluklarının taranması için Turgay (1995) tarafından geliştirilmiş ve Ercan ve arkadaşları (2001) tarafından Türkiye'de geçerlik ve güvenilirliği gösterilmiştir. Bu ölçek çocuğun ailesi ve öğretmenleri tarafından doldurulmaktadır. Ölçeğin birinci bölümdeki ilk 9 maddesi dikkatsizlik, ikinci 9 maddesi aşırı hareketlilik-dürtüsellik ve ikinci bölümdeki 8 maddesi karşıt olma-karşı gelme bozukluğu ile ilgilidir.

İşaretleme Testi: Sağ yarıküre, özellikle parietal bölge ile ilgili görsel tarama, sürekli dikkat, tepki hızı ve görsel-uzaysal algılama gibi bilişsel işlevleri ölçmektedir. Weintraub ve Mesulam tarafından geliştirilmiştir (Mesulam 1985). İşaretleme Testi Türk formu, BİLNOT bataryası ile ülkemize kazandırılan testlerden biridir (Karakaş ve ark. 2004). İşaretleme Testinin Türk toplumu çocuk yaş grubunda güvenilirlik çalışması yapılmıştır (Kılıç ve ark. 2002). Testin güvenilirlik katsayılarının işaretlenen hedef sayısı, atlanan hedef sayısı, işaretlenen yanlış uyarıcı sayısı ve taramanın süresi puanları için .45 ile .83 arasında değiştiği ve tüm katsayıların anlamlı olduğu belirlenmiştir (Kılıç ve ark. 2002). Hedef saptama ve işaretlemeye dayanan İşaretleme Testi Türk formu A4 boyutundaki kağıtlar üzerinde düzenlenmiş dört alt testten oluşmaktadır. Bu testlerde iki boyut önemlidir; uyarıcı malzemenin niteliği (çeşitli harfler veya şekiller) ve malzemenin düzenleniş (düzenli veya düzensiz) biçimidir. Düzenli alt testlerde uyarıcıların satır ve sütunlara dağılımı belli bir sıra izlemektedir. Düzensiz alt testlerde ise uyaranlar belli bir düzen olmaksızın, kağıt üzerinde gelişigüzel olarak dağılmaktadır. Ancak, tüm alt testlerde, hedef uyaranların kağıttaki yeri aynıdır.

Çizgi Yönünü Belirleme Testi (ÇYBT): Benton ve arkadaşları (1978) tarafından geliştirilmiştir. ÇYBT'nin doğru mekansal konumlamayı değerlendirerek genelde görsel- uzaysal algılamayı ölçtüğü kabul edilmektedir. Görsel-uzaysal algının iki öğesi vardır. Bunlar yönelim ve görselleştirmedir. ÇYBT'nin kullanıldığı çeşitli araştırmalarda, testin görsel-uzaysal algılamayı geçerli biçimde ölçmekte olduğu ve bu doğrultuda da sağ yarıküre, özellikle sağ parietal alan faaliyetiyle ilgili olduğu ortaya konmuştur (Riccio ve Hynd 1992). ÇYBT'nin ülkemizde geçerlik ve güvenilirlik çalışmaları (Kurt ve Karakaş 2000, Karakaş 2004) yapılmıştır. Bu test her biri 3.8 cm uzunluğunda 1'den 11'e kadar numaralandırılmış ve merkez esas alınarak çizilen çizgiler demetinden oluşmaktadır. Her maddede aynı uzunluktaki iki çizginin hangi sayıya karşılık geldiğinin bulunması istenmektedir.

Edinburg Lateralizasyon Testi: Oldfield (1971) tarafından geliştirilen ölçekte on farklı etkinlikte, deneklerin hangi ellerini, hangi sıklıkla kullandıkları sorulmaktadır. Her zaman belirli bir görevde aynı elini kullananlara 10 puan, sıklıkla aynı eli, bazen diğer eli kullananlara 5 puan verilerek hangi elini yüzde kaç kullandığı hesaplanmıştır. Bu 10 işlemin hepsinde her zaman sağ elini kullanan kişi ?% 100 sağ elini kullanan? olarak değerlendirilmiştir.

İstatiksel değerlendirme

İlacın test parametreleri üzerine etkilerini değerlendirmek için Paired-Samples T testi ve Wilcoxon Signed Ranks testi kullanıldı. Nonparametrik verilerin karşılaştırılmasında Pearson Ki-kare testi uygulanmıştır. Testlerde istatistiksel anlamlılık düzeyi 0.05 olarak alınmıştır.

BULGULAR

Örneklemdeki 43 olgunun %74.4'ü (n=32) erkek, %25.6'sı (n=11) kız olup erkek/kız oranı 2.9'du. Olguların yaş ortalaması 9.23 ± 1.28 (yaş aralığı 7-12) yıldı. Olgulardan 38 tanesi sağ elini kullanırken 5 tanesi sol elini kullanmaktaydı.

Olgular DEHB alt tiplerine göre incelendiğinde %16.3'ü (n=7) dikkat eksikliği belirgin tip, %9.3'ü (n=4) aşırı hareketlilik ve dürtüsellik belirgin tip ve %74.4'ü (n=32) ise bileşik tipti. Aile ve öğretmen tarafından doldurulan Çocuk ve Ergenlerde Davranış Bozuklukları İçin DSM-IV'e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği puanları birbiri ile uyumlu bulundu (p>0.05).

Kılıç ve arkadaşları (2002) tarafından yapılan İşaretleme Testinin 6-11 yaş grubunda standardizasyon çalışmasında ülkemiz için saptanan değerler ile çalışmamızdaki DEHB örnekleminin verileri Tablo 1'de birlikte sunulmuştur. Çalışmamızdaki DEHB olgularında, standardizasyon örneklemindeki sağlıklı bireylere oranla işaretlenen hedef sayısının daha az, yanlış işaretlenen hedef sayılarının ve toplam hata miktarlarının daha fazla, tamamlama sürelerinin ise daha uzun olduğu gözlenmektedir (Tablo 1).

Düzenli Harf İşaretleme Testinde ilaçsız oturum ile karşılaştırıldığında MF verilimi sonrasında işaretlenen harf sayısının arttığı, atlanan harf sayısının azaldığı, toplam hata sayılarının azaldığı (p<0.01) ve toplam sürenin kısaldığı (p<0.05) bulundu. Düzensiz Harf İşaretleme Testinde ilaçsız oturum ile karşılaştırıldığında MF verilimi sonrasında işaretlenen harf sayısının arttığı, atlanan harf sayısının azaldığı, toplam hata sayılarının azaldığı (p<0.01) ve toplam sürenin kısaldığı (p<0.05) bulundu (Paired-Samples T test ile) (Tablo 1).

Düzenli Şekil İşaretleme Testinde ilaçsız oturum ile karşılaştırıldığında MF verilimi sonrasında atlanan şekil ve toplam hata sayılarının azaldığı bulundu (p<0.01). Düzensiz Şekil İşaretleme Testinde ilaçsız oturum ile karşılaştırıldığında MF verilimi sonrasında atlanan şekil ve toplam hata sayılarının azaldığı, ayrıca toplam sürenin kısaldığı bulundu (p<0.01) (Paired-Samples T test ile) (Tablo 1).

Olguların İşaretleme Testini nasıl taradıkları karşılaştırıldığında; düzenli harfleri ve düzenli şekilleri İşaretleme Testinde MF verilimi sonrası sistematik örgütlemenin anlamlı düzeyde daha fazla olduğu saptandı (sırasıyla p=0.002 ve p=0.039, Ki-kare testi ile) (Tablo 2).

MF verilimi sonrasında, ÇYBT uygulamasında ?doğru konumu bilme? sayısı ilaçsız uygulamaya oranla anlamlı derecede daha yüksekti (p=0.000, Paired-Samples T test ile) (Tablo 3).


TARTIŞMA

Birçok çalışmada DEHB olgularında seçici dikkati ve çeldirici uyaranları ketlemeyi incelemek için uygulanan İşaretleme Testinde hedef atlamanın ve yanlış işaretlemenin sık olduğu saptanmıştır (Aman ve Turbott 1986, Voeller ve Heilman 1988, Byrne ve ark. 1998, Kılıç ve ark. 2007). Sürekli dikkat işlevini de değerlendirebilen İşaretleme Testinin tamamlama süreleri açısından DEHB olan çocukların, normal kontrol grubuna oranla daha düşük performans gösterdikleri bulunmuştur (Mirsky ve ark. 1999). Bunlara ek olarak bazı çalışmalarda DEHB grubunun normal kontrol grubuna oranla anlamlı olarak sistematik olmayan tarzda tarama eğiliminde oldukları gözlenmiştir (Seidman ve ark. 1997, Kılıç 2002). Çalışmamızda ilaçsız uygulanan İşaretleme Testinde saptanan ortalama işaretlenen hedef sayısı Kılıç ve arkadaşlarının (2002) ülkemizde yaptıkları çocuklara yönelik standardizasyon çalışmasındaki elde edilen değerlerden daha düşük, testi tamamlama sürelerinin ise daha uzun olduğu bulunmuştur. Bu sonuçlar DEHB olgularının dikkati vermede ve sürdürmede güçlükler yaşadıklarını ve zamanı verimli kullanamadıklarını göstermektedir.

MF'nin seçici ve sürekli dikkat üzerine etkileri ile ilgili çelişen araştırma bulguları vardır. van der Meere ve arkadaşları (1999) yaptıkları çalışmada MF'nin dikkatin seçicilik ve süreklilik bileşenleri üzerine etkili olmadığını ileri sürmüşlerdir. Buna karşın, Byrne ve arkadaşları (1998) ile Musten ve arkadaşlarının (1997) yaptıkları çalışmalarda okul öncesi DEHB olgularında stimulan tedavi ile İşaretleme Testi performansında artış ve atlama hatalarının anlamlı düzeyde azaldığı bulunmuştur. Brodeur ve Pond (2001) ise MF sonrasında seçici dikkat performansının arttığını ve çeldirici etkilerin azaldığını saptamışlar ve bunların dürtüsellikteki azalmayla ilişkili olduğunu ileri sürmüşlerdir. Çalışmamızda MF uygulaması sonrasında İşaretleme Testinin çoğu alttestinde işaretlenen hedef sayısı artmış, atlanan hedef sayısı ve hata sayısı azalmış, testi tamamlama süreleri kısalmış ve bazı alt testlerinde taramanın sistematik örgütlenmesi artmıştır.

Njiokiktjien ve Verschoor (1998) DEHB olan çocuklar arasında görsel-uzaysal işlevlerde bozukluğun %60 gibi yüksek oranlarda olduğunu belirtmektedir. Bunu destekler şekilde Garcia-Sanchez ve arkadaşları (1997) DEHB olan olgularda sağlıklı kontrollere oranla görsel-uzaysal, görsel algısal ve görsel yapılandırma işlevlerinde daha kötü performans gösterdiklerini saptamışlardır. Bu araştırmacılar, daha çok posterior sağ yarıküre bozukluğuna atfedilen bu işlevlerde Benton Çizgi Yönünü Belirleme Testinin bunu yüksek düzeyde ayırtedici güce sahip olduğunu belirtmişlerdir. MF'nin DEHB olgularında görsel-uzaysal işlemeyi iyileştirdiği ileri sürülmektedir (Elliott ve ark. 1997, Bedard ve ark. 2004). Çalışmamızda da MF uygulaması sonrasında, doğru mekansal konumlamayı ve algılamayı değerlendiren ÇYBT uygulamasında görsel olarak ?doğru konumu bilme? sayısının artmış olması, görsel-uzaysal algılama ve yapılandırmada MF'nin olumlu etkisinin olduğunu düşündürmektedir.

Birçok çalışmada dikkat için sağ yarıkürenin baskın olduğu vurgulanmakta ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun patogenezinde sağ yarıküre işlev bozukluğu olduğu ileri sürülmektedir (Brumback ve Staton 1982, Rueckert ve Grafman 1996). Metilfenidatın sağ prefrontal kortekste azalmış etkinlik düzeyini normalleştirdiğine yönelik bulgular (Vaidya ve ark. 1998, Castellanos ve Tannock 2002, Lee ve ark. 2005) sık olmasına karşın, Campbell ve arkadaşları (1996) DEHB olan çocuklar ile yaptığı plasebo kontrollü çalışmada MF'nin sağ yarıküre işlemlemesini yavaşlattığını ileri sürmüşlerdir. Çalışmamızda DEHB olan çocuklarda nöropsikolojik testler ile sağ yarıküre işlevlerinden seçici dikkat, dikkati sürdürme ve görsel-uzaysal algılama MF uygulaması öncesi ve sonrasında değerlendirilmiştir. Sağ yarıküre işlevlerini değerlendiren nöropsikolojik testlerin çoğunda MF ile performansın artması, MF'nin sağ yarıküre işlevselliğini artırdığını düşündürmektedir.

Çalışmamızda olguların dörtte üçü DEHB'nun bileşik alt tipidir. Bu nedenle çalışmanın sonuçları dikkat eksikliği belirgin ve aşırı hareketlilik-dürtüsellik belirgin alt tipler için genellenemez. Çalışmanın sonuçları sadece görsel dikkat ile ilişkilidir, işitsel dikkat gibi diğer dikkat modalitelerini kapsamamaktadır. Ayrıca, olguların bilişsel ve zihinsel düzeylerinin psikometrik olarak incelenmemesi çalışmanın kıstlılığıdır.

Sonuç olarak, çalışmamızın bulguları MF'nin DEHB olan çocuklarda görsel dikkat bileşenlerinden seçici dikkat, sürdürülen dikkat ve görsel-uzaysal dikkat işlevselliğini artırdığını düşündürmektedir. MF'nin klinik etkinliğini değerlendirmede nöropsikolojik testlerin kullanılması yararlı olacaktır.

KAYNAKLAR

Aman MG, Turbott SH (1986) Incidental learning, distraction, and sustained attention in hyperactive and control subjects. J Abnorm Child Psychol, 143:441-455.
American Academy of Pediatrics (2001) Clinical practice guideline: treatment of the school-aged child with attention-deficit/hyperactivity disorder. Pediatrics, 108:1033-1044.
American Psychiatric Association (2000) Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, 4th edition, text revision (DSM-IV-TR). Washington, DC: American Psychiatric Association.
Bedard AC, Martinussen R, Ickowicz A ve ark. (2004) Methylphenidate improves visual-spatial memory in children with attention-deficit/hyperactivity disorder. J ** Acad Child Adolesc Psychiatry, 43:260-268.
Brodeur DA, Pond M (2001) The development of selective attention in children with attention deficit hyperactivity disorder. J Abnorm Child Psychol, 29:229-239.
Brumback RA, Staton RD (1982) An hypothesis regarding the commonality of right-hemisphere involvement in learning disability, attentional disorder, and childhood major depressive disorder. Percept Mot Skills, 55:1091-1097.
Byrne JM, Bawden HN, DeWolfe NA ve ark. (1998) Clinical assessment of psychopharmacological treatment of preschoolers with ADHD. J Clin Exp Neuropsychol, 20:613-627.
Campbell L, Malone MA, Kershner JR ve ark. (1996) Methylphenidate slows right hemisphere processing in children with attention-deficit/hyperactivity disorder. J Child Adolesc Psychopharmacol, 6:229-239.
Castellanos FX, Tannock R (2002) Neuroscience of attention-deficit/hyperactivity disorder: the search for endophenotypes. Nat Rev Neurosci, 3:617-628.
Coull JT, Frackowiak RSJ, Frith CD ve ark. (1998) Monitoring for target objects: activation of right frontal and parietal cortices with increasing time on task. Neuropsychologia, 36:1325-1334.
Elliott R, Sahakian BJ, Matthews K ve ark. (1997) Effects of methylphenidate on spatial working memory and planning in healthy young adults. Psychopharmacology, 131:196?206.
Engeler A (2004) M.I.N.I. Araçları Türkçe Uyarlama 5.0.0., GSK, İstanbul.
Ercan ES, Amado S, Somer O ve ark. (2001) Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Yıkıcı Davranım Bozuklukları İçin Bir Test Bataryası Geliştirme Çabası. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 8:132-144.
Garcia-Sanchez C, Estevez-Gonzalez A, Suarez-Romero E ve ark. (1997) Right hemisphere dysfunction in subjects with attention-deficit disorder with and without hyperactivity. J Child Neurol, 12:107-115.
Gillberg C, Melander H, von Knorring AL ve ark. (1997) Long-term stimulant treatment of children with attention-deficit hyperactivity disorder symptoms. A randomized, double-blind, placebo-controlled trial. Arch Gen Psychiatry, 54: 857-864.
Jadad AR, Booker L, Gauld M ve ark. (1999) The treatment of attention deficit hyperactivity disorder: an annotated bibliography and critical appraisal of published systematic reviews and metaanalyses. Can J Psychiatry, 44: 1025-1035.
Karakaş S (2004) BİLNOT Batarayası El Kitabı: Nöropsikolojik Testler İçin Araştırma ve Geliştirme Çalışmaları. Dizayn Ofset, Ankara.
Kılıç BG, Irak M, İlden Koçkar A ve ark. (2002) İşaretleme Testi Türk Formunun 6-11 yaş grubu çocuklarda standardizasyonu çalışması. Klinik Psikiyatri Dergisi, 5: 213-228.
Kılıç BG, Şener Ş, İlden Koçkar A ve ark. (2007) Multicomponent Attention Deficits in Attention Deficit Hyperactivity Disorder. Psychiatry Clin Neurosci, 61:142-148.
Kurt M, Karakaş S (2000) Sağ serebral hemisferin bilişsel işlevlerine duyarlı üç nöropsikolojik testin özellikleri ve aralarındaki ilişkiler. 3P Dergisi, 8:251-265.
Lee JS, Kim BN, Kang E ve ark. (2005) Regional cerebral blood flow in children with attention deficit hyperactivity disorder comparison before and after methylphenidate treatment. Hum Brain Mapp, 24:157-164.
Mesulam MM. Principles of Behavioral Neurology. FA Davis Company, Philadelphia, 1985.
Mirsky AF, Pascualvaca DM, Duncan CC ve ark. (1999) A model of attention and its relation to ADHD. MRDD Res Rev, 5:178-191.
MTA Cooperative Group (1999) A 14-month randomized clinical trial of treatment strategies for attention-deficit/hyperactivity disorder. Arch Gen Psychiatry, 56: 1073-1086.
Musten LM, Firestone P, Pisterman S ve ark. (1997) Effects of metylphenidate on preschool children with ADHD: cognitive and behavioral functions. J ** Acad Child Adolesc Psychiatry, 36:1407-1415.
Njiokiktjien CH, Verschoor CA (1998) Attention deficits in children with low performance IQ: arguments for right hemisphere dysfunction. Fiziol Cheloveka, 24:16-22.
Oldfield RC (1971) The assessment and analysis of handedness: The Edinburgh Inventory. Neuropsychologia, 9:97-113.
Posner MI, Petersen SE (1990) The attention system of the human brain. Annu Rev Neurosci, 13: 25-42.
Riccio CA, Hynd GW (1992) The validity of Benton's Judgement of Line Orientation Test. J Psychoed Assessment, 10:210-218.
Rueckert L, Grafman J (1996) Sustained attention deficit in patients with right frontal lesions. Neuropsychologia, 34:953-963.
Safer DJ, Zito JM, Fine EM ve ark. (1996) Increased methylphenidate usage for attention deficit disorder in the 1990s. Pediatrics, 98:1084-1088.
Seidman LJ, Biederman J, Faraone SV ve ark. (1997) Toward defining a neuropsychology of attention deficit-hyperactivity disorder: performance of children and adolescents from a large clinically referred sample. J Consult Clin Psychol, 65:150-160.
Sheehan DV, Lecrubier Y, Sheehan KH ve ark. (1998) The Mini-International Neuropsychiatric Interview (M.I.N.I.): the development and validation of a structured diagnostic psychiatric interview for DSM-IV and ICD-10. J Clin Psychiatry, 59 Suppl 20:22-33.
Stefanatos GA, Wasserstein J (2001) Attention deficit/hyperactivity disorder as a right hemisphere syndrome. ANAS, 931: 172-195.
Turgay A (1995) Çocuk ve Ergenlerde Davranım Bozuklukları için DSM-IV'e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği (yayınlanmamış ölçek). Integrative Therapy Institute Toronto, Kanada.
Vaidya CJ, Austin G, Kirkorian G ve ark. (1998) Selective effects of methylphenidate in attention deficit hyperactivity disorder: a functional magnetic resonance study. Proc Natl Acad Sci USA, 95:14494-14499.
van der Meere J, Gunning B, Stemerdink N ve ark. (1999) The effect of methylphenidate and clonidine on response inhibition and state regulation in children with ADHD. J Child Psychol Psychiatry, 40:291-298.
Voeller KK, Heilman KM (1988) Attention deficit disorder in children: a neglect syndrome? Neurology, 38:806-808.

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Temmuz 2009       Mesaj #85
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Antisosyal Kişilik Bozukluğu Olan Erkek Bireylerde Subjektif Uyku Kalitesinin Saldırganlık İle İlişkisi

Dr. Ümit Başar SEMİZ, Dr. Ayhan ALGÜL, Dr. Cengiz BAŞOĞLU, Dr. Mehmet Alpay ATEŞ, Dr. Servet EBRİNÇ, Dr. Mesut ÇETİN, Dr. Cengiz GÜNEŞ, Dr. Hüseyin GÜNAY


GİRİŞ

Uyku ile ilgili yaklaşık 80 farklı bozukluk tanımlanmakta ve bu bozukluklar birincil veya ikincil bozukluklar olarak sınıflandırılmaktadır. Nitelik ve nicelik bakımından normal uykunun döngüsünü, süresini, kalitesini bozan ve klinik görünüme yansıyan uyku bozuklukları, çoğunlukla psikiyatrik bozukluklarla birliktelik göstermektedir. Psikiyatrik bozukluklarda uyku süresinde kısalma, uykuya dalma süresinde artma, sık uyanma ve derin uykuya geçememe gibi subjektif uyku yakınmaları hastalar tarafından çok sık olarak ifade edilmekte ve bu belirtiler polisomnografi (PSG) incelemelerinde de gösterilmektedir (Benca ve ark. 1992, Levy ve ark. 1988, Keshavan ve ark. 1998, Gann ve ark. 2001).

Kişilik bozuklukları ve uyku ile ilgili bugüne dek az sayıda çalışma yapılmıştır. Bilgilerimize göre, ülkemizde de bu konuyu inceleyen bir çalışma yoktur. Bununla birlikte, son yıllarda kişilik bozukluğu olan bireylerin uyku yapısına yönelik ilgi giderek artmaktadır. Yapılan çalışmaların daha çok sınır kişilik bozukluğu (SKB) üzerinde yoğunlaştığı dikkati çekmektedir. Bu çalışmalarda, subjektif uyku kalitesinin bozulduğu, toplam uyku süresinin, REM latansının ve özellikle 4. evrede belirgin olmak üzere non-REM uykusunun daha kısa olduğu, gece boyunca daha sık uyandıkları ve PSG sonuçlarının da bu yakınmalarla uyumlu olduğu bildirilmiştir (Asaad ve ark. 2002, Benson ve ark. 1990, Battaglia ve ark. 1993). Antisosyal kişilik bozukluğu (AKB) olgularında uyku ile ilgili sorunları değerlendiren çok az çalışma vardır. Lindberg ve arkadaşlarının (2004) yakın zamanda yaptıkları bir çalışmada, birçok defa şiddet içerikli suç işleyen AKB olgularında, uyku yapısındaki anormalliğin çocukluk çağı dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile ilişkili olduğu ileri sürülmüştür. Aynı ekibin başka bir çalışmasında (Lindberg ve ark. 2006), cinayet işleyen kadın AKB olguları sağlıklı kontrollerle karşılaştırılmış, kadınlardaki şiddetli saldırganlığın uyku yapısındaki değişiklilerle ilişkili olduğu ve uyku biyolojisi ile şiddet içeren dürtüsel davranışlar arasındaki ilişkinin her iki cinsiyette benzer olduğu bildirilmiştir.

Sözlü, fiziksel ya da dolaylı olarak kendisine ya da bir başkasına zarar vermeyi amaçlayan herhangi bir hareket olarak tanımlanan saldırganlık (Eron 1982), birçok psikiyatrik bozuklukta görülen bir belirti olmakla birlikte (Moeller ve ark. 2001), başta AKB olmak üzere, kişilik bozukluklarında daha sıktır (Eronen ve ark. 1996, Goodman ve ark. 2000). Bu nedenle, AKB olan bireylerin sıklıkla suç işlemeleri ve cezaevlerinde AKB yaygınlığının yüksek olması beklenen bir durumdur (Amerikan Psikiyatri Birliği 1994). Araştırmalarda erkek hükümlülerin %50-80'inde AKB olduğu bildirilmiştir (Hare 2003, Fazel ve Danesh 2002). Saldırganlık, olumsuz toplumsal ve sosyal sonuçları yanında, sağlık hizmetlerine de önemli bir yük getirmektedir (Scott ve ark. 2001). Gerek farmakolojik tedavilerin, gerekse davranışçı tedavilerin saldırganlığın tedavisinde yeterince etkili olamaması, bu sorunun ekonomik ve sosyal yükünü önemli oranda artırmaktadır (Malone ve ark. 2000).

Son yıllarda uyku bozuklukları ile davranım sorunları arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışma sayısı giderek artmaktadır. Hem klinik hem de hayvan çalışmalarında uykusuzluğun saldırganlık ve dürtüsellikte artışa yol açtığı bildirilmiştir. Sıçanlarda yapılan bir çalışmada, uykusuzluğun saldırganlık ve savunma amaçlı savaşma davranışını arttırdığı gözlenmiştir (De Paula ve Hoshino 2002). Benzer şekilde, başlangıçta uysal olan hayvanların uykusuz bırakıldıktan sonra daha huzursuz ve saldırgan oldukları bildirilmiştir (Marks ve Wayner 2005). Schubert (1977), saldırganlık ve uyku dönemlerinin süresi ve sıklığı arasında ilişki olduğunu rapor etmiştir. Bir gece uykusuz bırakılan sağlıklı bireylerde, huzursuzluk ve duygusal oynaklık gözlendiği (Roth ve ark. 1976) ve saldırganlık düzeyinde artış olduğu ileri sürmüştür (Cutler ve Cohen 1979). Çocuk ve ergenlerde yapılan çalışmalarda da, saldırganlığın uyku yoksunluğu ile ilişkili olduğu (Chervin ve ark. 2003), uyku bozukluğunun tedavi edilmesi ile davranım sorunlarında iyileşme olduğu bildirilmiştir (Ali ve ark. 1996, Dahl ve ark. 1991).

Uyku ve saldırgan davranış arasında güçlü bir ilişki olduğunu gösteren çok sayıda kanıt olmasına rağmen, AKB olgularında subjektif uyku kalitesi ile saldırganlık düzeyi arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalar oldukça sınırlıdır. Ayrıca, uyku bozukluklarıyla ilgili çalışmalarda, bugüne dek subjektif yakınmaları değerlendiren geçerli ölçeklere yeterince yer verilmediği dikkati çekmektedir. Uyku çalışmalarında PSG altın standart olarak kabul görse de, ekipman, maliyet ve ilk gece etkisi gibi dezavantajları mevcuttur. Uyku bozukluklarını değerlendirmek amacıyla geliştirilen ölçeklerin, objektif ölçümlerle benzer sonuçlar verdiği ve yüksek oranda güvenilir oldukları gösterilmiştir (Harvey ve ark. 2003). Araştırmacılar uyku kalitesinin yapısal özelliklerle ilişkili subjektif bir ölçü olduğunu ve PSG ile ölçülemeyen faktörleri de kapsayabileceğini ileri sürmektedirler (Engdahl ve ark. 2000). Ayrıca, PSG yalnızca çalışma yapılan geceyi değerlendirirken, Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) geçmiş bir aylık uyku kalitesini yansıtmaktadır. Bu çalışmanın amacı, AKB olgularında özbildirime dayalı ölçekler ile subjektif uyku kalitesi ve saldırganlık düzeylerini saptayarak sağlıklı kontrollerle karşılaştırmak ve saldırganlık düzeyi ile uyku kalitesi arasındaki ilişkiyi incelemektir.

YÖNTEMLER


Denekler

Mart 2006-Mart 2007 dönemleri arasında, uyumsuzluk ya da suç davranışları (kavga, üste saygısızlık, disiplin kurallarına uymama, hırsızlık, vb.) sebebiyle psikiyatrik muayene için sevk edilen veya kendine zarar verme ve sürekli çevresiyle çatışma yaşama gibi şikayetlerle kendi isteğiyle muayene için GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri polikliniğine başvuran rütbesiz askerlerden, ?antisosyal belirti tarama formu' ve klinik görüşme sonucu AKB tanısı alan 176 erkek çalışmaya alındı. İki olgu eğitim ve dil sorunları nedeniyle çalışma formlarını dolduramadığı için, bir tanesi de katılmayı reddettiği için çalışma dışında bırakıldı. Çalışmaya katılan denekler SCID II'nin (Spitzer ve ark. 1985) Türkçe uyarlaması (Sorias ve ark. 1990, Coşkunol ve ark. 1994) ile değerlendirilerek DSM III-R ölçütlerine göre AKB tanısı doğrulandı. AKB dışındaki diğer eksen II tanılarını alan 12 denek çalışmadan çıkarıldı. Ayrıca deneklere SCID-I'in (First ve ark. 1997) Türkçe uyarlaması (Çorapçıoğlu ve ark. 1999) uygulanarak uykuyu olumsuz etkileme olasılığı bulunan eksen I bozukluğu olan (özellikle majör depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, organik ruhsal bozukluk ve her türlü psikotik bozukluklar) 36 denek çalışma dışı bırakıldı. Madde kötüye kullanımı ve dürtü kontrol bozukluğu eş tanıları AKB olgularında çok sık bulunduğundan, çalışmadan çıkarılma nedeni olarak sayılmadı. Tüm deneklerde alkol ve/veya madde kullanımı öyküsü vardı, ancak değerlendirme sırasında tüm denekler en az iki aydır madde veya herhangi bir psikotrop ilaç kullanmamışlardı. Böylece çalışmaya alınma ölçütlerini karşılayan 125 olgu çalışma grubunu oluşturdu. Kontrol grubu olarak, askerlik hizmetine yeni başlayan ve rutin olarak ilk değerlendirme için GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri Kliniği bünyesindeki Rehberlik ve Danışmanlık Merkezine gönderilen askerlerden, yaş ve medeni durum bakımından benzer, klinik görüşme sonrası herhangi bir somatik, psikiyatrik ve nörolojik hastalık öyküsü bulunmayan 125 sağlıklı denek alındı.

Tüm anket ve testler tutarlılığı korumak amacıyla aynı araştırmacı tarafından (ÜBS) ve katılımcı ismi belirtilmeden uygulandı. Çalışmanın kapsam ve amacı açıklandıktan sonra bütün deneklerin yazılı izinleri alındı.

Araçlar

Çalışmaya alınan tüm deneklere bir sosyodemografik anket formunun ardından araştırmada kullanılan diğer ölçekler verildi:

Saldırganlık Ölçeği (SÖ): Buss-Durkee Düşmanlık Ölçeğinin (1957) güncellenmiş formudur. Buss ve Warren (2000) tarafından öfke ve saldırganlığı değerlendirmek için geliştirilmiş, beşli Likert tipi yanıtlar içeren ve beş alt ölçekten oluşan 34 maddelik bir testtir. Alt ölçekler fiziksel saldırganlık, sözel saldırganlık, öfke, düşmanlık ve dolaylı saldırganlığı değerlendirir. Ölçeğin kesme noktası bulunmamaktadır. Bununla birlikte elde edilen toplam puana göre saldırganlığın derecesi belirlenir (≤29: çok düşük, 30-39: düşük, 40-44: düşük-orta, 45-55: orta, 56-59: yüksek-orta, 60-69: yüksek ve ≥70: çok yüksek). Toplam puan yüksek ise alt ölçek puanlarının incelenmesi gerekir. Ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenirlik çalışması Can (2002) tarafından yapılmıştır. İç tutarlılığı yüksek derecede güvenilir olup, Cronbach alfa katsayısı =0.95 olarak bulunmuştur. Test-tekrar test bağıntısı r=0.482-0.760 olup, alt ölçekler açısından fiziksel saldırganlıkta r=0.847, sözel saldırganlıkta r=0.696, öfkede r=0.746, düşmanlıkta r=0.810, dolaylı saldırganlıkta r=0.857, toplam saldırganlıkta r=0.857 olarak tespit edilmiştir.

Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ): Buysse ve arkadaşları (1989) tarafından geliştirilen ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Ağargün ve arkadaşları (1996) tarafından yapılmıştır. PUKİ, geçmiş bir aylık sürede uyku kalitesini ve bozukluğunu değerlendiren, 19 maddelik bir özbildirim ölçeğidir. Testin her maddesi eşit olarak 0-3 arasında puanlanır. Ölçek subjektif uyku kalitesi, uyku latansı, uyku süresi, alışılmış uyku etkinliği, uyku bozuklukları, uyku ilacı kullanımı ve gündüz işlevsellik kaybını değerlendiren 7 alt ölçekten oluşur. Alt ölçeklerinin toplanması ile 0-21 arasında değişen toplam PUKİ puanı elde edilir. Toplam PUKİ puanının beşten büyük olması %89.6 duyarlılık ve %86.5 özgünlük ile bireyin uyku kalitesinin yetersiz olduğuna işaret etmekte ve yukarıda belirtilen en az iki alanda ciddi ya da üç alanda orta derecede bozulma olduğunu gösterir.

Verilerin analizi

Veriler yüzde değer veya ortalama ± standart sapma şeklinde ifade edilmiştir. Gruplara ait değişkenler arasındaki farklar, sürekli değişkenler için Student t testi, kesikli değişkenler için ki-kare testi kullanılarak hesaplanmıştır. Bağıntı analizleri için ise Pearson bağıntı testi kullanılmıştır. Bütün analizler SPSS 10.0 istatistik paket programı kullanılarak yapılmış ve anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak alınmıştır.

BULGULAR

Deneklere ait sosyodemografik özellikler Tablo 1'de gösterilmiştir. AKB olgularının yaş ortalaması 22.0±2.4 (aralık: 18-30 yıl) olup, yaklaşık üçte ikisi (%65, N=81) bekardı. Grubun eğitim düzeyi 5.5±2.6 yıldı, %60'ı (N=75) düşük gelir düzeyine sahipti ve %56'sı (N=70) herhangi bir işte çalışmadığını bildirmişti. AKB ve kontrol grupları arasında yaş ve medeni durum bakımından fark bulunmazken, kontrol grubuna kıyasla AKB grubunda eğitim, çalışma ve gelir düzeyleri anlamlı olarak düşüktü.

AKB ve kontrol grubu subjektif uyku yakınmaları açısından karşılaştırıldığında, PUKİ toplam puanı, AKB olgularında (12.5±4.5) sağlıklı kontrollere (6.8±2.7) kıyasla anlamlı derecede yüksekti (t=12.0, p<0.001). AKB grubunun %81.6'sında (N=102), kontrol grubunun ise %38.4'ünde (N=48) PUKİ toplam puanları yetersiz uyku kalitesine işaret edecek şekilde 5'in üzerinde bulundu. Gruplar alt ölçekler bazında incelendiğinde, AKB grubunun kontrol grubuna göre düşük subjektif uyku kalitesine (t=5.2, p<0.001), uzamış uykuya dalma süresine (t=6.8, p<0.001), azalmış uyku süresine (t=7.1, p<0.001), daha düşük alışılmış uyku etkinliğine (t=4.4, p<0.001), daha fazla uyku bozukluğuna (t=9.2, p<0.001), artmış uyku ilacı kullanımına (t=13.0, p<0.001) ve daha fazla gündüz işlevsellik kaybına (t=5.6, p<0.001) sahip oldukları gözlendi (Tablo 2).

Tablo 2 aynı zamanda, SÖ toplam ve alt ölçek puanlarına ait ortalama değerleri vermektedir. SÖ toplam puanının AKB grubunda kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde yüksek olduğu bulundu (t=18.1, p<0.001). Yine AKB grubunun SÖ'ye ait 5 alt ölçekte de kontrol grubundan daha yüksek puanlar aldığı saptandı: Fiziksel saldırganlık (t=19.4, p<0.001), sözel saldırganlık (t=11.1, p<0.001), öfke (t=13.2, p<0.001), düşmanlık (t=18.5, p<0.001) ve dolaylı saldırganlık (t=10.3, p<0.001).

AKB grubunda uyku kalitesinin yetersiz olduğunu belirtenler (yetersiz uyuyanlar: YU; PUKİ toplam puanı >5; N=102) ile uyku sorunu yaşamadığını bildirenler (verimli uyuyanlar: VU; PUKİ toplam puanı ≤5; N=23) SÖ puanları bakımından karşılaştırıldığında, SÖ toplam puanı YU grubunda VU grubuna kıyasla anlamlı derecede yüksekti (t=3.8, p<0.001). YU grubunun, SÖ alt ölçeklerinin çoğunda VU grubundan daha yüksek puanlar aldığı saptandı: Fiziksel saldırganlık (t=4.6, p<0.001), sözel saldırganlık (t=2.6, p=0.01), öfke (t=4.3, p<0.001) ve düşmanlık (t=2.7, p=0.01). Dolaylı saldırganlık alt ölçeğinde ise iki grup arasında anlamlı farklılık bulunmadı (Tablo 3).

Tablo 4, AKB olgularında PUKİ ile SÖ ilişkisini gösteren Pearson bağıntı katsayılarını göstermektedir. Her iki ölçeğin toplam puanları incelendiğinde subjektif uyku yakınmaları ile saldırganlık arasında anlamlı bir pozitif bağıntı (r=0.597, p<0.001) olduğu ortaya kondu. Dahası, alt ölçek puanları arasındaki ilişkiye bakıldığında, her iki ölçek arasında karşılıklı tüm alt ölçeklerde pozitif bağıntı olduğu bulundu.

TARTIŞMA

Bu çalışmadan iki ana sonuç elde edilmiştir. Birincisi, AKB tanısı alan erkek bireylerdeki subjektif uyku kalitesi ve saldırganlık düzeyleri ile ilgilidir. Saldırganlık düzeyinin AKB olgularında sağlıklı kontrollerden yüksek bulunması beklenen bir durum iken, subjektif uyku yakınmalarının sağlıklı bireylerden belirgin olarak fazla olması bu çalışmanın önemli bir bulgusudur. Çalışmaya katılan AKB olguları, uykuya dalmakta güçlük yaşadıklarını, uyku sürelerinin az ve etkinliğinin düşük olduğunu, uykularının genel olarak bozuk olduğunu, uyku ilacı kullanma ihtiyaçlarının ve gündüz işlevsellik kaybının fazla olduğunu bildirmişlerdir. Çalışmamızın bulguları, antisosyal bireylerde uykunun hem objektif hem de subjektif parametrelerinin bozulduğunu bildiren önceki çalışmalar (Lindberg ve ark. 2003a, Lindberg ve ark. 2003b) ile uyumludur. Lindberg ve arkadaşlarının (2003a) uyku kalitesini PSG ile değerlendiren bir araştırmasında, AKB tanısı olanların gece boyunca daha sık uyanıklık dönemleri yaşadıkları, buna bağlı olarak uyku etkinliğinin düşük olduğu ve özellikle 4. dönemde olmak üzere non-REM uykusunun arttığı bildirilmiştir. Aynı çalışmada orijinal adı ?Basic Nordic Sleep Questionnaire' olan anket ile değerlendirilen subjektif uyku kalitesinde de bozulma olduğu, antisosyallerin normal kontrollere göre uykuya dalmada güçlük çekme, gece boyunca daha sık uyanma ve sabahları daha çok uykulu hissetme yakınmaları bildirdikleri ifade edilmiştir. Ayrıca, çocukluk döneminde davranım bozukluğu öyküsü olan ve testosteron düzeyi yüksek bulunan AKB olgularında evre 4 süresi ile delta ve teta aktivitesinin daha yüksek olduğu bildirilmiştir (Lindberg ve ark. 2003b).

Çalışmamızın ikinci ve daha dikkat çekici bulgusu, AKB tanısı alan deneklerde uyku sorunları ve saldırganlık düzeyinin ileri derecede ilişkili olduğunun saptanmasıdır. Uyku bozukluğunun derecesi, saldırganlık şiddeti ile paralellik göstermektedir. Antisosyal bireylerde yetersiz uyku ile özellikle doğrudan saldırganlık arasında bağıntı bulunması dikkat çekicidir. Bu sonuçlar, saldırganlık ve uyku bozukluğu arasında ilişki olduğunu ileri süren önceki çalışmaları (Ireland ve Culpin 2006, Lindberg ve ark. 2003a, Lindberg ve ark. 2003b) destekler niteliktedir. Yakın dönemde, suç işleyen bireylerde uyku sorunlarını ve saldırganlığı subjektif testlerle değerlendiren bir çalışmada (Ireland ve Culpin 2006), uyku miktarı ve kalitesinin saldırganlık düzeyi ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada yazarlar, saldırganlık testinde özellikle düşmanlık alt ölçeği puanındaki artışın, uyku kalitesinde bozulma ve uyku miktarındaki azalmanın öngörülmesinde değerli olduğunu belirtmişlerdir. Ireland ve Culpin'in çalışmasında, denekler hapishanede bulunan genç ve ergenlerden oluşmaktadır ve deneklerin işlemiş oldukları suçlar belirtilmesine karşın, kişilik bazında tanısal değerlendirme yapılmamıştır. Lindberg ve arkadaşlarının çalışmasında (2003b), saldırgan davranışları olan AKB tanısı almış denekler incelenmiş ve uyku yapısı, PSG ve aktigrafi ile değerlendirilmiş, ancak deneklerin saldırganlık düzeyleri belirlenmemiştir. Çalışmamız, hem deneklerin tümünün AKB tanısı alması, hem de saldırganlık düzeylerinin değerlendirilmiş olması açısından farklılık oluşturmaktadır.

Antisosyal ve saldırgan davranış ile uykunun biyolojik temellerini araştıran incelemeler, saldırgan davranış ve uykunun düzenlenmesinde birçok ortak mekanizma ortaya koymuşlardır (Lewis 1991, Gatzke-Kopp ve ark. 2001). Lindberg ve arkadaşları (2005), cinayet işleyen AKB olgularının uyanıklık EEG'lerinde alfa aktivitesinde azalma ve oksipital loblarda delta ve teta aktivitesinde artma olduğunu, bu bireylerin gündüz normal uyanıklık halini sürdürmedeki zorluklarının, non-REM dönemindeki sorun ile ilişkili olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Uyku ve uyanıklık döngüsünde, merkezi sinir sisteminde bulunan birçok ajan rol oynamakla birlikte, serotonerjik sistemin en önemli nörotransmitter olduğu ileri sürülmüştür (Portas ve ark. 2000, Adrien 2002). Ağargün ve arkadaşları (1997) depresyonda intihar davranışı ile uyku kalitesindeki bozulma arasında ilişki bulunduğunu ve serotoninin bu ilişkide anahtar rol oynadığını ileri sürmüşlerdir. Prefrontal korteksin (PFK), hem öfke ve şiddet davranışının düzenlenmesinde (Halasz ve ark. 2006), hem de uyanıklığın sürdürülmesinde (Dahl 1997) anahtar rol oynadığı ve AKB ile PFK'deki yapısal ve fonksiyonel anormallikler arasında da ilişki bulunduğu belirtilmektedir (Halasz ve ark. 2006).

Çalışmamızda AKB olan bireylerde saldırganlık düzeyi ile uyku bozukluğu arasında saptanan ilişki, bu kişilerin beyin işlevlerindeki ortak bir bozukluğa bağlı olabilir ve diğer sosyal ve psikolojik etkenlerle birlikte uyku bozukluğu, bu kişilerin günlük yaşamlarındaki saldırgan davranışlara katkıda bulunabilir (Lindberg ve ark. 2003b). Bu bulgular ışığında, uyku bozukluğunun tedavi edilmesine paralel olarak, saldırgan davranışlarda da düzelme olabileceği ileri sürülebilir (Haynes ve ark. 2006). Bununla birlikte, bugünkü bilgilerimizle uyku ve saldırganlık arasında doğrudan bir ilişki olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu ilişkinin ortaya konabilmesi için konuyla ilgili daha ileri çalışmalara gerek vardır.

Bu çalışmada, uyku bozukluğunun subjektif olarak değerlendirilmiş olması çalışmanın en önemli kısıtlılığıdır. Uyku bozukluğu yalnızca özbildirim ölçeği ile değerlendirildiğinde, deneklerin önceki aydaki uykuları ile ilgili sorunları hatırlamakta güçlük çekmesi veya yanıtların tutarsız olması, sonuçları etkileyebilir. Aktigrafi veya PSG gibi objektif yöntemlerle farklı sonuçlar elde edilebilir. Örneğin depresyonu olmayan SKB olgularında, PUKİ gibi subjektif uyku kalitesi ölçümleri uyku süresinde ve etkinliğinde azalma, uyku kalitesinde bozulma, uykunun dinlendirici etkisinde azalma, akşama doğru yorgunluk ve duygudurumda çökkünlük gibi sorunları gösterirken, elektrofizyolojik ölçümler ile yalnızca REM uykusunda depresyona benzeyen anormallikler saptandığı bildirilmiştir (Philipsen ve ark. 2005). Bununla birlikte subjektif testlerin objektif ölçümlerle benzer sonuçlar verdiği çalışmalar da mevcuttur (Harvey ve ark. 2003). Nitekim, Lindberg ve arkadaşları (2003a) AKB olgularında subjektif uyku kalitesinin kontrollere göre bozuk olduğunu, bu bireylerin özellikle uykuya dalmada daha fazla zorlandığını, gece boyunca daha fazla uyandıklarını ve gündüz daha fazla uykulu hissettiklerini bildirmiştir. Aynı çalışmada, aktigrafi ile yapılan uyku incelemesi bulgularında da, AKB olanların uyku süresi kontrollerle aynı olmakla birlikte, bu bireylerin kontrollerden yaklaşık 40 dakika daha geç uykuya daldıkları bildirilmiştir. Bu çalışmada PSG sonuçları ise, AKB olan deneklerin kontrollere oranla gece boyunca daha sık uyandıklarını, buna bağlı olarak uyku etkinliklerinin daha düşük olduğunu ve derin uyku olarak adlandırılan yavaş dalga uykusunun, dönem 2'de ve özellikle en derin uyku dönemi olarak bilinen dönem 4'de belirgin olarak arttığını göstermiştir. Asaad ve arkadaşları da (2002), SKB olanlarda hem PSG ile yapılan ölçümlerde hem de subjektif değerlendirmelerde uyku kalitesinin kontrollere göre bozuk olduğunu bildirmişlerdir.

Çalışmada uyku üzerine olumsuz etkisi olabilen eksen I eş tanıları dışlamak istediğimiz halde, AKB olanlarda alkol ve madde kullanımı yaygın olduğundan (Robins 1998) bunu sağlamak mümkün olmamıştır. Alkol bağımlılığı olan bireylerde, uykuya dalmada gecikme ve uykunun sürdürülmesinde güçlük olduğu, evre 1 uykusunun arttığı, derin uykunun azaldığı ve REM uykusunda anormallik olduğu bildirilmiştir (Gann ve ark. 2001, Williams ve Rundell 1981, Gillin ve ark. 1990). Mossberg ve arkadaşları (1985), alkol bırakıldıktan 4-8 hafta sonra uyku bozukluğunun düzeldiğini ileri sürmüşlerdir. Bir çalışmada ise, alkol bağımlılığı olanların alkolü tamamen bıraktıktan 1-2 yıl sonra uyku kayıtlarının kısmen normale döndüğü, fakat evre 4 uykusundaki azalmanın devam ettiği belirtilmiştir (Adamson ve Burdick 1973). Çalışmamızda deneklerin tümünde alkol veya madde kullanım öyküsü vardır. Ancak deneklerin hepsi çalışma sırasında askerlik hizmetindedir ve en az iki aydır alkol veya madde almamışlardır. Bununla birlikte subjektif uyku yakınmalarına alkol veya madde kullanımının devam eden etkileri de katkıda bulunmuş olabilir. Çalışmamızın önemli bir eksikliği de kesitsel bir çalışma olmasıdır. Uyku ve saldırganlık arasındaki ilişkinin belirlenmesinde daha kesin sonuçlar elde edebilmek için, yapılacak bir takip çalışmasının sonuçları daha değerli olabilir.

Sonuç olarak bu çalışma, AKB tanısı alan bireylerde uyku bozukluğu ve saldırganlık arasındaki ilişkiyi kanıtlamaya çalışan çalışmalara bir ölçüde katkı sağlamaktadır. Bu konuda daha kapsamlı ve objektif ölçümlerin de yapıldığı ileri çalışmalara gereksinim vardır. Saldırgan davranışı olan kişilerin önemli bir bölümünü oluşturan AKB olgularında saldırganlığın nedenlerinin anlaşılması, bu konuda daha etkili tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesini sağlayabilir.

KAYNAKLAR

Adamson J, Burdick JA (1973) Sleep of dry alcoholics. Arch Gen Psychiatry, 28:146-149.
Adrien J (2002) Neurobiological bases for the relation between sleep and depression. Sleep Med Rev, 6:341-351.
Ağargün MY, Kara H, Solmaz M ve ark. (1997) Subjective sleep quality and suicidality in patients with major depression. J Psychiatr Res, 31:377-381.
Ağargün MY, Kara H, Anlar O ve ark. (1996) Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi'nin Geçerliği ve Güvenirliği. Turk Psikiyatri Derg, 7:107-111.
Ali NJ, Pitson D, Stradling JR ve ark. (1996) Sleep disordered breathing effects of adenotonsillectomy on behaviour and psychological functioning. Eur J Pediatr, 155: 56-62.
Amerikan Psikiyatri Birliği: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskı (DSM-IV), Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 1994'ten, çeviri editörü Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1998.
Asaad T, Okasha T, Okasha A ve ark. (2002) Sleep EEG findings in ICD-10 borderline personality disorder in Egypt. J Affect Disord, 71: 11-18.
Balkin TJ, Braun AR, Wesensten NJ ve ark. (2002) The process of awakening: a PET study of regional brain activity patterns mediating the reestablishment of alertness and conciousness. Brain, 125: 2308-2319.
Battaglia M, Ferini-Strambi L, Smirne S ve ark. (1993) Ambulatory polysomnography of never-depressed borderline subjects: a high-risk approach to rapid eye movement latency. Biol Psychiatry, 33: 326-334.
Benca RM, Obermeyer WH, Thisted RA ve ark. (1992) Sleep and psychiatric disorders. A meta-analysis. Arch Gen Psychiatry, 49:651-668.
Benson KL, King R, Gordon D ve ark. (1990) Sleep patterns in borderline personality disorder. J Affect Disord, 18: 267-273.
Buss AH, Durkee A (1957) An inventory for assessing different kinds of hostility. J Consult Psychol, 21:343-9.
Buss AH, Warren WL (2000) Aggression Questionnaire-Manuel. Western Psychological Services, 1-53.
Buysse DJ, Reynolds CF, Monk TH ve ark. (1989) The Pittsburgh Sleep Quality Index: a new instrument for psychiatric practice and research. Psychiatry Res, 28:193-213.
Can S. ?Aggression Questionnare? Adlı Ölçeğin Türk Populasyonunda Geçerlilik ve Güvenilirlik Çalışması. Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi, İstanbul 2002.
Chervin RD, Dillon JE, Archbold KH ve ark. (2003) Conduct problems and symptoms of sleep disorders in children. J ** Acad Child Adolesc Psychiatry, 42: 201?208.
Coccaro EF, Kavoussi RJ, Trestrnan RL ve ark. (1997) Serotonin function in human subjects: intercorrelations among central 5HT indices and aggressiveness. Psychiatry Res, 73: 1-14.
Çorapçıoğlu A, Aydemir Ö, Yıldız M ve ark. (1999) DSM-IV Eksen I Bozuklukları (SCID-I) için Yapılandırılmış Klinik Görüşme, Klinik Versiyon. Hekimler Yayın Birliği, Ankara.
Coşkunol H, Bağdiken İ, Sorias S ve ark. (1994) SCID-II (Türkçe versiyonu) görüşmesinin kişilik bozukluklarındaki güvenilirliği. Türk Psikoloji Dergisi, 9: 26-29.
Cutler N, Cohen H (1979) The effect of one night's sleep loss on mood and memory in normal subjects. Compr Psychiatry, 20: 61-66.
Dahl RE, Pelham WE, Wierson M ve ark. (1991) The role of sleep disturbances in attention deficit disorder symptoms a case study. J Pediatr Psychol, 16: 229-239.
Dahl RE (1997) The regulation of sleep and arousal: Development and psychopathology. Dev Psychopathol, 8: 3-27.
De Paula HM, Hoshino K (2002) Correlation between the fighting rates of REM sleep-deprived rats and susceptibility to the 'wild running' of audiogenic seizures. Brain Res, 926: 80-85.
Engdahl BE, Eberly RE, Hurwitz TD ve ark. (2000) Sleep in a community sample of elderly war veterans with and without posttraumatic stress disorder. Biol Psychiatry, 47: 520-525.
Eron LD (1982) Parent-child interaction, television violence, and aggression of children. ** Psychol, 37:197-211.
Eronen M, Hakola P, Tiihonen J ve ark. (1996) Mental disorders and homicidal behavior in Finland. Arch Gen Psychiatry, 53: 497-501.
Fazel S, Danesh J (2002) Serious mental disorders is 23 000 prisoners: a systematic review of 62 surveys. Lancet, 359: 545-550.
First MB, Spitzer RL, Gibbon M ve ark. (1997) Structured Clinical Interview for DSM-IV Clinical Version (SCID-I/CV). Washington D.C: American Psychiatric Press.
Gann H, Feige B, Hohagen F ve ark. (2001) Sleep and the cholinergic rapid eye movement sleep induction test in patients with primary alcohol dependence. Biol Psychiatry, 50:383-390.
Gatzke-Kopp LM, Raine A, Buchsbaum M ve ark. (2001) Temporal lobe deficits in murderers. J Neuropsychiatry Clin Neurosci, 13: 486-491.
Gillin JC, Smith TL, Irwin M ve ark. (1990) Short REM latency in primary alcoholic patients with secondary depression. ** J Psychiatry, 147:106-109.
Goodman M, New A (2000) Impulsive aggression in borderline personality disorder. Curr Psychiatry Rep, 2: 56-61.
Halasz J, Toth M, Kallo I ve ark. (2006) The activation of prefrontal cortical neurons in aggression-A double labeling study. Behav Brain Res, 175-:166-75.
Hare RD (2003) Manual for the hare psychopathy checklist, 2nd edn,revised. Toronto, ON: Multi-Health Systems.
Harvey AG, Jones C, Schmidt DA ve ark. (2003) Sleep and posttraumatic stress disorder: a review. Clin Psychol Rev, 23:377-407.
Haynes PL, Bootzin RR (2006) Sleep and aggression in substance abusing adolescents results from an integrative, behavioral sleep treatment pilot program. Sleep, 29: 512-520.
Ireland JL, Culpin V (2006) The relationship between sleeping problems and aggression, anger, and impulsivity in a population of juvenile and young offenders. J Adolesc Health, 38:649-655.
Keshavan MS, Reynolds CF, Miewald JM ve ark. (1998) Delta sleep deficits in schizophrenia: Evidence from automated analyses of sleep data. Arch Gen Psychiatry, 55:443-448.
Levy AB, Dixon KN, Schmidt H ve ark. (1998) Sleep architecture in anorexia nervosa and bulimia. Biol Psychiatry, 23:99-101.
Lewis CE (1991) Neurochemical mechanisms of chronic antisocial behavior (psychopathy). A literature review. J Nerv Ment Dis, 179:720-7.
Lindberg N, Tani P, Appelberg B ve ark. (2003a) Sleep among habitually violent offenders with antisocial personality disorder. Neuropsychobiology, 47:198-205.
Lindberg N, Tani P, Appelberg B ve ark. (2003b) Human impulsive aggression: a sleep research perspective. J Psychiatr Res, 37:313-324.
Lindberg N, Tani P, Porkka-Heiskanen T ve ark. (2004) ADHD and sleep in homicidal men with antisocial personality disorder.Neuropsychobiology, 50:41-7.
Lindberg N, Tani P, Sailas E ve ark. (2006) Sleep architecture in homicidal women with antisocial personality disorder-apreliminary study. Psychiatry Res, 145:67-73.
Lindberg N, Tani P, Virkkunen M ve ark. (2005) Quantitative electroencephalographic measures in homicidal men with antisocial personality disorder. Psychiatry Res, 136: 7-15.
Malone RP, Delaney MA, Luebbert JF ve ark. (2000) A double-blind placebo-controlled study of lithium in hospitalized aggressive children and adolescents with conduct disorder. Arch Gen Psychiatry, 57: 649-654.
Marks CA, Wayner MJ (2005) Effects of sleep disruption on rat dentate granule cell LTP in vivo, Brain Res Bull, 66:114-119.
Moeller FG, Barratt ES, Dougherty DM ve ark. (2001) Psychiatric aspects of impulsivity. ** J Psychiatry, 158: 1783-1793.
Mossberg D, Liljeberg P, Borg S ve ark. (1985) Clinical conditions in alcoholic during long-term abstinence: A descriptive longitudinal treatment study. Alcohol, 2: 551-553.
Philipsen A, Feige B, Al-Shajlawi A ve ark. (2005) Increased delta power and discrepancies in objective and subjective sleep measurements in borderline personality disorder. J Psychiatr Res, 39: 489-498.
Portas CM, Bjorvatn B, Ursin R ve ark. (2000) Serotonin and the sleep/wake cycle: special emphasis on microdialysis studies. Prog Neurobiol, 60:13-35.
Robins LN (1998) The intimate connection between antisocial personality and substance use. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol, 33: 393-399.
Roth T, Kramer M, Lutz T ve ark. (1976) The effects of sleep deprivation on mood, Psychiatr J Univ Ott, 1: 136-139.
Schubert FC (1977) Personality traits and polygraphic sleep parameters. Waking Sleeping, 1:165-170.
Scott S, Knapp M, Henderson J ve ark. (2001) Financial cost of social exclusion: follow-up study of antisocial children into adulthood. BMJ, 323: 191-196.
Sorias S, Saygılı R, Elbi H ve ark. (1990) DSM-III-R yapılandırılmış klinik görüşmesi. Türkçe versiyonu. SCID-II kişilik bozuklukları formu. Bornova, Ege Üniversitesi Basımevi.
Spitzer RL, Williams J (1985) Structured clinical interview for DSM-III-R personality disorders (SCID II). New York Biometrics Research Department, New York State Psychiatric Institute.
Virkkunen M, Eggert M, Rawlings R ve ark. (1996) A prospective follow-up study of alcoholic violent offenders and fire setters. Arch Gen Psychiatry, 53: 523-529.
Williams HL, Rundell OH (1981) Altered sleep physiology in chronic alcoholics: Reversal with abstinence. Alcohol Clin Exp Res, 5:318-325.

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Temmuz 2009       Mesaj #86
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Lise Öğrencisi Ergenlerde Depresyonun Yaygınlığı ve İlişkili Olduğu Etmenler

Dr. Mehmet ESKİN, Psik. Kamil ERTEKİN, Dr. Hacer HARLAK, Dr. Çiğdem DEREBOY

GİRİŞ

Latince büyümek, kıllanmak (adolescere) anlamına gelen ergenlik dönemi biyolojik, psikolojik ve sosyal değişimin hızlandığı ve birbirleri ile yoğun etkileşim içine girdiği bir yaşam evresidir (Hamburg ve Takanishi, 1989). Bu dönemde, genç hem sosyal dünyada kendine yer edinmeye çalışmakta hem de kendisiyle ilgili kişisel plan ve hedeflerini oluşturmaya ve gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Çocukluğa kıyasla uyum sağlanması gereken değişim alanları ve hızı artınca, ergenlikte ruh sağlığı sorunları olan kişi sayısı da artmaktadır (Kim 2003). Günümüzde geçmişe göre de daha fazla ergenin ruh sağlığı sorunu yaşadığı bildirilmektedir (Collishaw ve ark. 2004).

Depresyon ergenlik döneminin en önemli ruh sağlığı sorunudur (Dopheide 2006; Hamrin ve Pachler 2005; Petersen ve ark. 1993; Whiting 1981). Bu dönemde depresyonun görülme sıklığının %5 ile %20 arasında değiştiği bildirilmektedir (Lewinsohn ve ark. 2000; Melnyk ve ark. 2003; Saluja ve ark. 2004). Çocukluk döneminde daha az görülmesine karşın, depresyonun ergenlikle birlikte görülme sıklığı belirgin bir biçimde artmaktadır. Depresyonun yaşam boyu görülme sıklığı çocukluk döneminde %3'ten az olduğu halde ergenlik döneminde bu oran %14'e ulaşmaktadır (Lewinsohn ve ark. 1998). Bu dönemde görülen depresyonun yetişkinliktekine benzer sonuçları olmaktadır. Depresyon, ergen için hem yeti yitimine sebep olmakta hem de intihar davranışı için bir risk etmeni oluşturmaktadır (Gröholt ve ark. 2000; Liu ve Tein 2005; Sourander ve ark. 2001; Eskin ve ark. 2007).

Ergenlik dönemi depresyonu ülkemiz gençleri arasında da yaygındır (Çuhadaroğlu ve Sonuvar 1992). Bir çalışmada Eskin (2000) lise öğrencilerinden oluşan örneklemin %60,5'inin Genel Sağlık Anketinde (GSA-12) vaka kesim noktası üzerinde bir puan aldığını bulmuştur. Bu, öğrencilerin yüzde 60'ının ruh sağlığı sorununun varlığına işaret edebilecek bir puan aldığını göstermektedir. Başka bir çalışmada Bilal (2005) GSA?12 üzerinde ortalamanın bir standart sapma üzerinde puan alan lise öğrencilerine tanı koydurucu yapılandırılmış bir görüşme olan SCID?I uygulamış ve bir tanı konanlardan %70,9'unun majör depresyonu olduğunu bulmuştur. Bu bakımdan ergenlik dönemi, depresyonun gelişimsel bir psikopatoloji olarak anlaşılması, sağaltımı ve önlenmesi için yapılabilecek girişim stratejilerinin oluşturulması açısından önemlidir.
İlgili alanyazın (literatür) incelendiğinde, ergenlik döneminde depresyonun bazı demografik, ailesel ve okulla ilgili özelliklerle ilişkili olduğu görülmektedir. Görgül çalışmalar, kızlar arasında depresyonun erkeklerden daha yaygın olduğunu (Allgood-Merten ve ark. 1990; Nolen-Hoeksama and Girgus 1994) ve ebeveyn ölümü veya ayrılığı (Denton ve Kampfe 1994), aile üyelerinde psikiyatrik bir rahatsızlığın olması (Denton ve Kampfe 1994; Kaslow ve ark. 1994; Williamson ve ark. 1995), istismar ve ihmale maruz kalma, ebeveyn desteğine daha fazla gereksinim duyma (Meadows ve ark. 2006), okul başarısızlığı ve düşük not ortalaması (Undheim ve Sund 2005) ile ilişkili olduğunu bildirmektedir.

Ergenin bazı bilişsel ve davranışsal özellikleri depresyon ile ilişkilidir. Ergenlik depresyonuyla ilişkili olan özelliklerden biri benlik saygısıdır. Benlik saygısı yüksek ergenlerde depresyon olasılığının daha düşük olduğu gösterilmiştir (Burwell ve Shirk 2006; Guillon ve ark. 2003; Lewinsohn ve ark. 1997). Ergenlikteki baş etme becerilerinden biri sorun çözme ise diğeri atılganlıktır. Yetersiz sorun çözme beceri düzeyi depresyon ve intihar davranışının ortaya çıkmasında ve sürmesinde önemlidir (Nezu ve ark. 1986; Nezu ve Ronan 1988; Marx ve ark. 1992; Priester ve Clum 1993; Pollock ve Williams 2004; Speckens ve Hawton 2005). Sorun çözme yaklaşımı, ergenlik ve genç yetişkinlik dönemindeki duygusal sorunların önlenmesi ve sağaltımında önemli bir yol olarak görülmektedir (Heppner ve ark. 1984; Spence ve ark. 2003). Çocukluktan sonra ergen için akranların ve dış dünyanın önemi artmakta, hatta yaşamsal değere ulaşmaktadır. İlişkiyi başlatıp sürdürebilme ve akranların olumsuz etkilerini sınırlayabilme becerileri ergenin ruhsal gelişimi üzerinde etkilidir. Ergenlerde atılganlık becerisi eksikliği hem depresyon (Chan 1993) hem de intihar davranışı için (Eskin 1995; 1996) önemli bir risk etmenidir.

Ergen ve çocuklar, ruh sağlığı sorunlarının göreli olarak az incelendiği ve bu tür sorunların ele alınabileceği hizmet sunumunun hem nicelik hem de nitelik bakımından yeterli olmadığı bir nüfus kesimini oluşturmaktadır. Ergenler arasındaki ruhsal sorunların yaygınlığı ve ilişkili olduğu etmenlerin incelenerek ortaya konması sözü edilen gruba verilebilecek ruh sağlığı hizmetlerinin hem planlaması hem de sunulması için önemlidir. Önemli bir ruh sağlığı sorunu olmasına rağmen, ülkemizdeki ergenlik çağı depresyonu ile ilgili çalışmaların sayısı yetersizdir. Sözü edilen gerekçeler göz önüne alınarak tasarlanan bu çalışma, ergenlik dönemi lise öğrencileri arasında depresyonun yaygınlığının ve ilişkili olduğu etmenlerin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.

YÖNTEMLER

Katılımcılar

Çalışmaya Aydın il merkezindeki, biri Anadolu ikisi ise Genel, üç lisede eğitim görmekte olan 367'si kız 438'i erkek toplam 805 öğrenci katılmıştır. Okulların merkezi konumları ve yüksek öğrenci sayıları nedeniyle ilin sosyoekonomik çeşitliliğini temsil yeteneği olduğu araştırıcılar tarafından varsayılmıştır. Üniversite giriş sınavının önemli bir stres kaynağı olduğu düşünülerek bu etkiyi dışlamak için çalışma sadece lise birinci sınıf öğrencileri ile yürütülmüştür.

Katılımcıların yaş aralığı 13-18, ortalaması 14,8 (ss=0.7) dir. Beş öğrenci (%0,6) annesinin, 21 (%2,6) öğrenci de babalarının yaşamadığını bildirmiştir. Ortalama kardeş sayısı 1,5 (ss = 1,1) ti. Babaların eğitim düzeyi annelerinkinden daha yüksektir (baba = 10,2 yıl, ss = 3,9; anne = 8,4 yıl, ss = 4,1, t = 15,4, sd = 803, p < 0,0001). Katılımcıların %82,1'i ailelerinin gelirini orta, %9,6'sı yüksek ve %8,3'ü de düşük görmektedir.

Araçlar


Genel bilgiler formu: Bu formda katılımcılara cinsiyet, yaş, anne-babalarının sağ olup olmadığı, eğitim düzeyleri, medeni durumları, kardeş sayısı, ailelerinin geliri gibi sosyodemografik özellikler, ilk öğretim not ortalamaları ile ilgili sorularla birlikte ve ?Dini inancınız nasıldır?? şeklinde bir soru yöneltilmiş, bu sorunun yanıtı ?Hiç yok (1)? ile ?Çok fazla (7) arasında değişen Likert ölçeği üzerinde alınmıştır.

Çocuk Depresyon Envanteri (ÇDE): Kovacs (1981) tarafından çocukluk depresyonunun şiddetini belirlemek için geliştirilmiş, her madde de son iki haftanın değerlendirildiği 0'dan 2'ye değer alan üç cümlenin bulunduğu, 27 maddelik bir ölçektir. Puanlar 0?54 arasındadır. Yüksek puan depresyonun şiddetini göstermektedir. Türkçe'ye Öy (1991) uyarlamıştır.

Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ASDÖ): Procidano ve Heller (1983) tarafından kişinin arkadaşları (ASDÖ-ark.) ve ailesinden (ASDÖ-ail.) aldığını düşündüğü sosyal desteği gösteren evet-hayır şeklinde yanıtlanan, 20'şer maddelik iki alt ölçek biçiminde geliştirilmiştir. Puanlar 0?20 arasındadır. Yüksek puan daha fazla algılanan sosyal desteği göstermektedir. Türkçe'ye Eskin (1993) uyarlamıştır.

Sorun Çözme Envanteri (SÇE): Heppner ve Petersen (1982) tarafından geliştirilmiş sorun çözme becerilerini 6'lı Likert tipi ölçek üzerinde değerlendiren, 32 maddelik bir ölçektir. Puanlar 32-192 arasındadır. Yüksek puan kişinin sorun çözme becerilerine güvenmediğini göstermektedir. Türkçe'ye Şahin ve arkadaşları (1993) uyarlamıştır.

Rosenberg Öz-Saygı Ölçeği: Ölçek 5 olumlu 5 olumsuz ifade içeren 4'lü Likert tipi bir ölçek üzerinde yanıtlanan 10 maddeden oluşmaktadır (Rosenberg 1965). Puanlar 0?40 arasındadır. Yüksek puanlar yüksek öz-saygıyı göstermektedir. Türkçe'ye Çuhadaroğlu (1985) uyarlamıştır.

Kişiler Arası Davranış Ölçeği (KADÖ) (Scale for Interpersonal Behavior, SIB): Elli maddeden oluşan KADÖ kişilerin ne sıklıkta her maddede betimlenen durumdaki gibi davrandıklarını 5'li Likert tipi bir ölçek üzerinde değerlendiren çok boyutlu bir atılganlık ölçeğidir (Arrindell ve van der Ende 1985). Maddelerin 46'sı ile dört atılganlık boyut puanları, tümüyle de toplam atılganlık puanı hesaplanmaktadır. Toplam puanlar 50?250 arasındadır. Yüksek puanlar yüksek atılganlık düzeyini belirtmektedir. Çalışmada toplam atılganlık puanları kullanılmıştır. Türkçe'ye Eskin (1993) uyarlamıştır.

İşlem Yolu

Aydın İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nden alınan iznin ardından ölçekler rehber öğretmenler aracılığı ile gönüllü olan katılımcı öğrencilere ulaştırılmış, doldurulan ölçekler tekrar araştırmacılara teslim edilmiştir. Uygulamanın başında katılımcılara kimlik bilgileri yazmamaları hem sözel hem de yazılı olarak belirtilmiştir.

İstatistiksel Çözümleme

İstatistiksel çözümleme SPSS 9.0 ile gerçekleştirilmiştir. Kategorik değişkenler için ki-kare, sürekli değişkenler için ise t-testi kullanılmıştır. Çalışmada ele alınan 15 değişkenin depresyonu olma (ÇDE'de 19 ve üzerinde puan alma = depresyonu var = 1, almama =depresyonu yok = 0 olarak kodlandı) ile ikili düzeyde ilişkili olup olmadığı nokta-çift serili (rpb) veya fi (Æ) bağıntı katsayısı yöntemi kullanılarak kız ve erkekler için ayrı ayrı hesaplanmıştır. Depresyonu olup olmama ile anne-baba ölümü arasındaki bağıntı katsayıları fi, diğerleri nokta-çift serili bağıntı katsayısı yöntemi ile hesaplanmıştır. Daha sonra 0.10 ve üstü anlamlılık düzeyinde ikili bağıntı katsayısına sahip değişkenlerin yordayıcı, depresyonu olup olmamanın yordanan değişken olarak alındığı kız ve erkekler için ikişer adet lojistik regresyon analizi yapılmıştır. Lojistik regresyon analizleri, öz-saygı ve sorun çözmenin kavramsal olarak birbiriyle örtüşebileceği düşüncesiyle benlik-saygısı puanları dışta tutularak yinelenmiştir.

BULGULAR

Katılımcıların %17,5'i (n=141) ÇDE'nin kesme noktası olan 19 ve üzerinde puan almıştır. Bu puanı alan erkeklerin oranı %15,3 (n = 56) iken, kız öğrencilerin oranı %19,4 (n = 85) tür. Kız ve erkekler arasındaki bu farkın istatistiksel olarak sınır düzeyde anlamlı olduğu bulunmuştur (c2 = 2,40, p < 0,10). Kızların (ort. = 12,07; SS = 6,72) ve erkeklerin (ort. = 10,77, SS = 7,08) arasındaki ortalama ÇDE puan farkının istatistiksel anlamlılık düzeyinde olduğu bulunmuştur (t(803) = 2,68, p < 0,01).

Depresyonu olmanın belirleyicilerini araştırmadan önce, çalışma kapsamında ele alınan toplam 15 değişkenden hangilerinin ÇDE'de kesim noktası ve üzerinde bir puan alma ile istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde ilişkili olduğu belirlenmiştir. Bu ilişkiler Tablo 1'de verilmektedir. Sonuçlar, her iki cinsiyette 15 değişkenden 11'inin depresyonlu olma ile 0,10 ve üzeri bir anlamlılık düzeyinde ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır

Çocuk Depresyon Envanterinde kesme noktası ve üzerinde bir puan almayı ne tür değişkenlerin yordadığını belirlemek için yapılan lojistik regresyon analizi sonuçları Tablo 2'de verilmektedir. Buna göre düşük öz-saygı, düşük not ortalaması ve zayıf arkadaş desteği erkek öğrencilerin ÇDE'de depresyon olarak kabul edilebilecek bir puan almalarının yordayıcıları olarak belirlenmiştir. Düşük öz-saygı, düşük baba eğitimi ve zayıf arkadaş desteği ise kız öğrencilerin ÇDE'de depresyon olarak kabul edilebilecek bir puan almalarının yordayıcılarıdır.

Öz-saygı puanlarının dışlandığı ikinci regresyon analizi sonuçları Tablo 3'te verilmektedir. Buna göre düşük not ortalaması, zayıf arkadaş ve aile desteği ile düşük sorun çözme beceri düzeyleri erkeklerin depresyonunun yordayıcıları olarak saptanmıştır. Düşük aile ve arkadaş desteği, düşük baba eğitimi ve düşük problem çözme beceri düzeyleri kız öğrencilerin ÇDE'de depresyonlu sayılabilecek bir puan almalarının yordayıcısı olarak ortaya çıkmıştır.

TARTIŞMA

Araştırmada elde edilen bulgular çalışmaya katılan öğrencilerin yaklaşık %18'ine (n = 141) depresyon tanısı konabileceğine işaret etmektedir. Bu çalışmaya katılan öğrencilerin %18'inin depresyonlu sayılabilecek bir puan alması, ergenler arasında depresyonun yaygınlığını araştıran diğer çalışmaların bulgularıyla uyumludur. Ergenler arasında depresyonun görülme sıklığı ile ilgili yapılan çalışmalar sözü edilen yaş grubunda depresyonun yaygınlığının %5 ile %20 arasında değiştiğini bildirmektedir (Lewinsohn ve ark. 2000; Melnyk ve ark. 2003; Saluja ve ark., 2004).

Depresyon açısından yaşam evreleri arasında cinsiyete göre farklılık görülmektedir. Ergenlik öncesi kız ve erkek çocuklar arasında depresyon bakımından bir fark gözlenmezken (Garber ve Horowitz 2002), ergenlikle birlikte, depresyon kızlar arasında erkeklerden daha fazla görülmeye başlanmaktadır (Nolen-Hoeksema ve Girgus 1994). Bu çalışmada da beklendiği gibi hem ÇDE'de depresyonun varlığına işaret eden bir puan alan kızların oranı erkeklerden daha fazladır hem de ÇDE puan ortalamaları anlamlı bir şekilde yüksektir. Çalışmada gözlemlenen cinsiyet farklılıkları konu ile ilgili araştırma bulgularıyla örtüşmektedir (Lewinsohn ve Essau 2002; Nolen-Hoeksema 2002).

Gelişimsel psikopatoloji bakış açısı, herhangi bir hastalığın veya uyumsuzluğun ortaya çıkmasında risk ve dayanıklılık etmenleri ile koruyucu etmenlerin zaman içinde ve birtakım biyolojik parametrelere göre etkileşimlerinin önemli olduğunu belirtmektedir (Shirk ve ark. 2000; Wenar 1994). Çalışmada ergenlik depresyonunu hangi etmenlerin bağımsız bir biçimde yordayabildiğini araştırmak için yapılan lojistik regresyon analizleri, bu yaş grubu depresyonunun belirleyicileri hakkında hem genel hem de cinsiyete özgü önemli bilgiler sağlamıştır.

Alanyazınla uyumlu olarak (Burwell ve Shirk 2006; Guillon ve ark. 2003; Lewinsohn ve ark. 1997) bu çalışmada da düşük benlik-saygısı yüksek depresyon puanını yordayan en güçlü etmendir. Hem kız hem erkek öğrenciler için ÇDE'de kesme noktası üzerinde puan alanların öz-saygı puanları kesme noktası altında puan alanlarınkinden daha düşük bulunmuştur.

Ergenlik döneminin en belirgin özelliklerinden biri, arkadaş grubunun öneminin artmış olmasıdır (Muus 1982). Ergenin arkadaşlarıyla kurduğu ilişkilerden algıladığı desteğin miktarı onun depresyona yakalanıp yakalanmamasında etkili olabilir. Sonuçlar bu düşünceyi desteklemektedir. Hem kız hem de erkekler için arkadaşlarından algıladıkları sosyal desteğin azlığı yüksek bir depresyon puanı almalarıyla ilişkili bulunmuştur. Bu bulgu, ergenlik dönemi depresyonunda akranlarla kurulan ilişkilerdeki olumsuzluğun bir risk etmeni olduğunu gösteren çalışmaların bulgularıyla benzerdir (Afifi ve ark. 2006; Allen ve ark. 2006; Prinstein ve ark. 2005). Akran grubunun ergenlik dönemiyle birlikte önem kazanmasına karşın genç için aile önemini yitirmiş sayılmaz (Muus 1982). Aile bu dönem çocuğu için hala temel güven kaynağıdır. Bu nedenle, ailesiyle kurduğu ilişkilerin niteliksel özelliklerin ergenin psikolojik durumu üzerinde etkili olması beklenir. Bulgular bu görüşü doğrular niteliktedir. Katılımcıların ailelerinden algıladıkları sosyal desteğin az olmasının depresyonlarını yordamakta oluşu, ebeveyn sosyal desteğinin her iki cinsiyetin ruh sağlığı için de önemli olduğunu gösteren Meadows ve arkadaşlarının (2006) bulgularıyla paraleldir.

Ergenlikte, birey biyolojik, psikolojik ve sosyal alanlarda ortaya çıkan değişim ve gelişimlerin yarattığı yeni sorunlarla ve sıkıntılarla uğraşmak zorundadır. Önemli olan yaşanan sorun ve sıkıntılar değil, bunlarla baş edebilecek, onları çözebilecek kişisel kaynağın var olup olmamasıdır. Bu, dayanıklılık olarak ifade edilen, kişinin baş edebilme gücüdür (Klohnen 1996; Masten 2001). Bir baş etme kaynağı olan sorun çözme beceri düzeyinin depresyon ve intihar gibi ruhsal sorunlar yaşanıp yaşanmayacağını belirlediği bildirilmektedir (Chang 2002; Heppner ve ark. 1984; Priester ve Clum 1993; Speckens ve Hawton 2005; Spence ve ark. 2003; Eskin ve ark. 2007). Bu çalışmada da yetersiz sorun çözme beceri düzeyleri, katılımcıların depresyonunu bağımsız bir biçimde yordayan bir etmen olarak bulunmuştur.

Ebeveyn eğitimi çocuk ve ergenler için önemli bir ailesel demografik özelliktir. Ülkemizde ilkokul öğrencileriyle yapılan çalışmalar (Hortaçsu 1994; Hortaçsu 1995) anne-baba eğitiminin çocuğun davranışsal, sosyal, duygusal özellikleri ile akademik durumları üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Araştırma bulguları düşük baba eğitim düzeyinin kızlardaki depresyonla ilişkili olduğunu göstermiştir. Buna göre düşük eğitim düzeyine sahip babaların kızlarının depresyon puanlarının yüksek olma olasılıkları daha yüksektir. Toplumumuzun aile yapısında çocuklara ne kadar özerklik sağlanacağı ile ilgili konularda çoğunlukla babalar söz sahibidir. Yine toplumumuzun geleneksel değerleri içinde, kız çocuklara erkek çocuklardan daha az özerklik tanındığı bilinen bir gerçektir. Özerklik ihtiyacının arttığı bir dönemde düşük eğitim seviyesine sahip babalar, kız çocuklarının bu gereksinmelerinin karşılanmasını engelliyor olabilir. Bu da düşük eğitim seviyesine sahip babaların kız çocuklarının daha fazla depresyon yaşamasına yol açıyor olabilir.

Lise öğrencisi ergen için akademik başarı durumu önemlidir. Akademik başarısızlığın genci ruhsal açıdan iki şekilde etkileyebileceği bildirilmektedir (Undheim ve Sund 2005). İlkinde, başarısızlık genci kendine belirlemiş olduğu kişisel gelişim ve öğrenme hedeflerine ulaşmasını engellediği için olumsuz etkiler. İkincisinde, ebeveynlerin koyduğu standartlara ulaşamamanın yarattığı hayal kırıklığı genci olumsuz etkiler. Türk toplumunda akademik başarısızlığın yol açacağı düşünülen olaylar, her karne döneminde hem resmi kurumları hem de aileleri korkutmaktadır. Bir başarısızlık durumunda bazı gençler sahte karne düzenlemekten kendini öldürmeye kadar uzanan bir yelpazedeki olumsuz davranışları sergileyebilmektedirler. Bu bağlamda akademik başarısızlığın öğrencileri ruhsal olarak olumsuz etkileyeceğini öngörebiliriz. Lewinsohn ve arkadaşları (1994) ile Roeser ve arkadaşlarının (1998) bulgularıyla aynı doğrultuda, bu araştırmadan elde edilen sonuçlar da düşük not ortalamasının hem kız hem de erkek öğrencilerin depresyon puanlarının yüksek olmasıyla ilişkili olduğu bulunmuş fakat düşük not ortalamasının sadece erkek öğrencilerin depresyon puanlarının yüksek olmasını yordadığı bulunmuştur. Toplumumuzda başarının erkek cinsiyet rolü kapsamında daha fazla vurgulanması veya erkek öğrencilerin gerçekte kız öğrencilerden daha fazla akademik başarısızlık yaşıyor olması bu bulguyla bağlantılı olabilir.

Özetle, bu çalışmadan elde edilen sonuçlar lise öğrencisi ergenler arasında depresyonun yaygın olabileceğine işaret etmektedir. Bulgular kendine güveni az, sosyal ilişkileri zayıf ve yetersiz problem çözme beceri düzeyine sahip ergenlerin ve akademik başarı sorunları yaşayan erkek ve eğitim seviyesi düşük babası olan kızların depresyon açısından risk altında olduğuna işaret etmektedir. Bu yaş grubu ile psikiyatrik çalışma sırasında sözü edilen hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir. Fakat bu araştırmadan elde edilen bulgular ele alınırken bir takım sınırlılıklarının olduğu göz önüne alınmalıdır. İlk olarak, çalışmanın bağıntısal olması neden sonuç ilişkisi kurulmasını zorlaştırmaktadır. Örneğin depresyon ile öz-saygı, sorun çözme beceri düzeyi, sosyal destek arasındaki ilişkiler anlamlı bulunmasına rağmen nedensellik olarak yorumlanamaz. Çünkü düşük öz-saygı, yetersiz sorun çözme beceri düzeyi ve düşük sosyal destek depresyona neden olabileceği gibi depresyondayken kişi bu özelliklerini yetersiz olarak değerlendirebilir. Kesitsel bir çalışma olduğu göz önünde bulundurularak nedensellikle ilgili yargılarda bulunabilmek için boylamsal bir çalışma tasarımına gereksinim olduğu hatırlanmalıdır. İkinci olarak, araştırmanın örneklemi sadece Aydın il merkezindeki üç lisede öğrenim gören birinci sınıf öğrencileridir. Bu nedenle, bulguların lise 2, 3 ve 4. sınıflarda okuyan, ülkenin diğer yerlerindeki ve öğrenci olmayan ergenlere genellenmesi zordur. Üçüncü olarak, depresyonu olma bu araştırmada BDE'nin kesme noktası olan 19 ve üzerinde bir puan olarak tanımlanmıştır. Bunun bir klinik tanı olmadığı ve depresyonu olmanın dışındaki bir takım nedenlerle bazı gençlerin bu düzeyde bir puan almış olabileceği unutulmamalıdır.

KAYNAKLAR

Afifi M, Al Riyami A, Morsi M ve ark. (2006) Depressive symptoms among high school adolescents in Oman. East Mediterr Health J, 2: 126-137.
Allen JP, Porter MR, McFarland FC ve ark. (2006) Leaders and followers in adolescent close friendships: susceptibility to peer influence as a predictor of risky behavior, friendship instability, and depression. Dev Psychopathol, 18: 155-172.
Allgood-Merten B, Lewinsohn PM, Hops H ve ark. (1990) Sex differences and adolescent depression. J Abnorm Psychol, 99: 55-63.
Arrindell WA & van der Ende J (1985) Cross-sample invariance of the structure self-reported distress and difficulty in assertiveness. Advan Behav Res Ther, 7:205-243.
Bilal F (2005) Ergenlerde Çevresel Risk Etmenleri ve Psikopatoloji, Yayınlanmamış Yük. Lis. Tezi, ADÜ Sağlık Bil. Enst.
Burwell RA, Shirk SR (2006) Self processes in adolescent depression: The role of self-worth contingencies. J Res Adolescence, 16: 479?490.
Chan DW (1993) Components of assertiveness: Their relationships with assertive rights and depressed mood among Chinese college students in Hong Kong, Beh Res Ther, 31: 529?238.
Chang EC (2002) Predicting suicide ideation in an adolescent population: Examining the role of social problem solving as a moderator and a mediator. Pers Indiv Differ, 32: 1279?1291.
Collishaw S, Maughan B, Goodman R ve ark. (2004) Time trends in adolescent mental health. J Child Psychol Psyc, 45: 1350?1362.
Çuhadaroğlu F (1985) Gençlerde benlik saygısı ile ilgili bir araştırma. XXI. Ulusal Psikiyatri ve Nöroloji Bilimleri Kongresi, Mersin.
Çuhadaroğlu F, Sonuvar B (1992) Adolesanlarda depresyon. NöroPsikiyatri Arşivi. 29: 145?150.
Denton RE, Kampfe CM (1994) The relationship between family variables and adolescent substance abuse: a literature review. Adolescence, 29: 475?495.
Dopheide JA (2006) Recognizing and treating depression in children and adolescents. ** J Health Syst Pharm, 63: 233-243.
Eskin M (1993) Reliability of the Turkish version of the Perceived Social Support from Friends and Family Scales, Scale for Interpersonal Behavior, and the Suicide Probability Scale. J Clin Psychol, 49: 515?522.
Eskin M (1995) Suicidal Behavior as related to social support and assertiveness among Swedish and Turkish high school students: A cross-cultural investigation. J Clin Psychol, 51: 158-172.
Eskin M (1996) Cross-cultural gender differences in the psychosocial correlates of current adolescent suicidal ideation. J Gender Culture Health, 1: 189?205.
Eskin M (2000) Ergen ruh sağlığı sorunları ve intihar davranışıyla ilişkileri. Klinik Psikiyatri Dergisi, 3: 228?234.
Eskin M, Ertekin K, Dereboy C ve ark. (2007) Risk factors for and protective factors against adolescent suicidal behavior in Turkey. Crisis: The Journal of Crisis Intervention and Suicide Prevention, 28: 131?139.
Garber J, Horowitz JL (2002) Depression in children. In IH Gotlib, CL Hammen (Eds.) Handbook of Depression (s.510?540). New York: Guilford.
Gröholt B, Ekeberg O, Wichstrom L ve ark. (2000) Young suicide attempters: a comparison between a clinical and an epidemiological sample. J ** Acad Child Adolesc Psychiatry, 39: 868-875.
Guillon MS, Crocq MA, Bailey PE ve ark. (2003) The relationship between self-esteem and psychiatric disorders in adolescents. Eur Psychiat, 18: 59?62.
Hamburg DA, Takanishi R (1989) Preparing for life. The critical transition of adolescence. ** Psychol, 44: 825-827.
Hamrin V, Pachler MC (2005) Child and adolescent depression: review of the latest evidence-based treatments. J Psychosoc Nurs, 43: 54?63.
Heppner PP, Neal GW, Larson LM ve ark. (1984) Problem-solving training as prevention with college students. Pers Guid J, 62: 514?519.
Heppner PP, Petersen CH (1982) The development and implications of a personal problem solving inventory. J Couns Psychol, 29: 66?75.
Hortaçsu N (1994) Parents' Education Level, Popularity, Individual Cognition, and Academic Performans: An Investigation with Turkish Children. J Genet Psychol, 155: 179?189.
Hortaçsu N (1995) Parents' Education Levels', Parents' Beliefs, and Child Outcomes. J Genet Psychol, 156: 373?383.
Kaslow NJ, Deering CG, Racusin GR ve ark. (1994) Depressed children and their families. Clin Psychol Rev, 14: 39?59.
Kim YH (2003) Correlation of mental health problems with psychological constructs in adolescence: final results from a 2-year study. Int J Nurs Stud, 40: 115-124.
Klohnen E (1996) Conceptual Analysis and Measurement of the Construct of Ego-Resiliency. J Pers Soc Psychol, 70: 1067?1079.
Kovacs M (1981) Rating scales to assess depression in school aged children. Acta Paedopsychiatr, 46: 305?315.
Lewinsohn PM, Rohde P, Seeley JR ve ark. (1998) Major depressive disorder in older adolescents: prevalence, risk factors, and clinical implications. Clin Psychol Rev, 18: 765-794.
Lewinsohn PM, Rohde P, Seeley JR ve ark. (2000) Natural course of adolescent major depressive disorder in a community sample: predictors of recurrence in young adults. ** J Psychiat, 157: 1584-1591.
Lewinsohn PM, Essau CA (2002) Depression in adolescents. In I. Gotlib & C. Hammen (eds.), Handbook of depression. New York: Guilford Press.
Lewinsohn PM, Gotlib IH, Seeley JR ve ark. (1997) Depression-related psychosocial variables: Are they specific to depression in adolescents? J Abnorm Psychol, 106: 365?375.
Lewinsohn PM, Roberts RE, Seeley JR ve ark. (1994) Adolescent psychopathology: II. Psychosocial risk factors for depression. J Abnorm Psychol, 103: 302?315.
Liu X, Tein JY (2005) Life events, psychopathology, and suicidal behavior in Chinese adolescents. J Affect Disor, 86: 195?203.
Marx EM, Williams JM, Claridge GC ve ark. (1992) Depression and social problem solving. J Abnorm Psychol, 101: 78?86.
Masten AS (2001) Ordinary magic. Resilience processes in gevelopment. ** Psychol, 56: 227?238.
Meadows SO, Brown JS, Elder GH ve ark. (2006) Depressive symptoms, stress, and support: Gendered trajectories from adolescence to young adulthood. J Youth Adolescence, 35: 93?103.
Melnyk BM, Brown HE, Jones DC ve ark. (2003) Improving the mental/psychosocial health of US children and adolescents: outcomes and implementation strategies from the national KySS Summit. J Pediatr Health Care, 17: 1?24.
Muus R (1982) Theories of Adolescence, New York: Random House.
Nezu **, Ronan GF (1988) Stressful life events, problem solving, and depressive symptoms: A prospective analysis. J Couns Psychol, 35: 134-138.
Nezu **, Nezu CM, Saraydarian L ve ark. (1986) Social problem solving as a moderating variable between negative life stress and depressive symptoms. Cognitive Ther Res, 10: 489?498.
Nolen-Hoeksema S, Girgus JS (1994) The emergence of gender differences in depression during adolescence. Psychol Bull, 115: 424?443.
Nolen-Hoeksema S (2002) Gender differences in depression. In I.H. Gotlib & C.L. Hammen (Eds.), Handbook of Depression (pp. 492?509). NY: Guilford.
Öy B (1991) Çocuklar için depresyon ölçeği: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. Türk Psikiyatr Derg, 2: 132?137.
Petersen AC, Compas BE, Brooks-Gunn J ve ark. (1993) Depression in adolescence. ** Psychol, 48: 155?68.
Pollock LR, Williams MG (2004) Problem solving in suicide attemepters. Psychol Med, 34: 163?167.
Priester MJ, Clum GA (1993) Perceived problem solving ability as a predictor of depression, hopelessness, and suicide ideation in a college population. J Consult Clin Psychol, 40: 79?85.
Prinstein MJ, Borelli JL, Cheah CS ve ark. (2005) Adolescent girls' interpersonal vulnerability to depressive symptoms: a longitudinal examination of reassurance-seeking and peer relationships. J Abnorm Psychol, 114: 676?688.
Procidano ME, Heller K (1983) Measures of Perceived Social Support From Friends and From Family: Three Validation Studies. ** J Commun Psychol, 11: 1?24.
Roeser RW, Eccles JS, Sameroff AJ ve ark. (1998) Academic and emotional functioning in early adolescence: Longitudinal relations, patterns, and prediction by experience in middle school. Dev Psychopathol, 10: 321?352.
Rosenberg M (1965) Society and the Adolescent Self-Image. Princeton University Press: New Jersey.
Saluja G, Iachan R, Scheidt PC ve ark. (2004) Prevalence of and risk factors for depressive symptoms among young adolescents. Arch Pediatr Adolesc Med, 158: 760?765.
Shirk S, Talmi A, Olds D ve ark. (2000) A developmental psychopathology perspective on child and adolescent treatment policy. Dev Psychopathol, 12: 835?855.
Sourander A, Helstela L, Haavisto A ve ark. (2001) Suicidal thoughts and attempts among adolescents: a longitudinal 8-year follow-up study. J Affect Disord, 63: 59?66.
Speckens AEM, Hawton K (2005) Social problem-solving in adolescents with suicidal behaviour: a systematic review. Suicide and Life-Threat, 35: 365?387.
Spence S, Sheffield J, Donovan C ve ark. (2003) Preventing adolescent depression: An evaluation of the problem solving for life program. J Consult Clin Psych, 71: 3?13.
Şahin N, Şahin NH, Heppner PP ve ark. (1993) Psychometric properties of the Problem Solving Inventory in a group of Turkish university students. Cognit Ther Res, 17: 379?396.
Undheim **, Sund ** (2005) School factors and the emergence of depressive symptoms among young Norwegian adolescents. Eur Child Adoles Psy, 14: 446?453.
Wenar C (1994) Developmental Psychopathology: From Infancy through Adolescence (3rd Edition). New York: McGraw-Hill, Inc.
Whiting S (1981) The problem of depression in adolescence. Adolescence, 16: 67?89.
Williamson DE, Ryan ND, Birmaher B ve ark. (1995) A case-control family history study of depression in adolescents. J American Acad Child Psy, 34: 1596?607.



_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Temmuz 2009       Mesaj #87
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Klinik Psikiyatri Araştırmalarında Maddi Çıkar Çatışması: Bir Gözden Geçirme

Dr. Halis ULAŞ, Dr. İ. Tolga BİNBAY, Dr. Köksal ALPTEKİN

İlaç endüstrisi ile ilgili pazar araştırmaları yapan Kıtalararası Pazarlama Hizmetleri (Intercontinental Marketing Services-IMS) şirketinin sağlık verilerine göre ilaç endüstrisinin toplam ilaç satışlarından elde ettiği toplam gelir her geçen yıl artmaktadır. Toplam gelir 2005 yılı itibariyle bir önceki yıla oranla % 7 artış göstererek 602 milyar dolara ulaşmıştır. Dünyada ilaç satışlarından elde edilen gelirin bölgesel dağılımına bakıldığında; Kuzey Amerika 265,7 milyar dolarlık payla birinci sırada yer alırken, Avrupa 169,5 milyar dolarlık gelirle ikinci sırada, Japonya da 60,3 milyar dolarlık payla üçüncü sırada yer almaktadır (Van Amum 2006). İlaç endüstrisi, toplam gelirinin ve kâr oranlarının artışını devam ettirebilmek için gelirinin önemli bir bölümünü araştırma-geliştirme çalışmalarına ayırmaktadır. Bu oran, toplam ilaç satışından elde edilen gelirin yaklaşık %15'idir (Bushfield 2003).

İlaç endüstrisinin araştırmalara ayırdığı bütçe, 1980 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) Bayh-Dole adı ile bilinen PL 96?517 sayılı ?Patent ve Ticari Marka Yasası?nın çıkarılmasıyla artmaya başlamıştır. İlaç firmalarının 1980 yılında araştırmalara ayırdıkları bütçe toplam 1,5 milyar dolar iken, 2001 yılında bu bütçe 22 milyar dolara çıkmıştır. Patent politikasında değişiklik sağlayan bu yasa ile üniversite laboratuarlarında geliştirilen teknolojinin özel sektöre transferi hızlandırılmıştır. Böylece hem endüstri destekli akademik araştırma sayısı artmıştır hem de araştırmacıların endüstri destekli projelerin içerisinde yer alması teşvik edilmiştir. Yasal düzenleme, akademi ile endüstrinin işbirliğinin artmasını sağlamıştır (Warner ve Gluck 2003, Angell 2000, Rubin 2005). 1981 yılında en az 1 akademik araştırmacının içerisinde olduğu endüstri destekli makalelerin, toplam makalelere oranı %21,6 iken, bu oran 1995 yılında ikiye katlanarak %40,8'e ulaşmıştır. Biyomedikal araştırmalar değerlendirildiğinde bu artışın 4 kat olduğu belirtilmektedir (Rampton ve Stauber 2002).

Karşılaştırmalı ilaç tedavisi çalışmalarının finansmanının % 89?98 oranında ilaç firmaları tarafından sağlandığı tahmin edilmektedir ve sonuçların çalışmayı destekleyen firmanın ilacı lehine saptandığı belirtilmektedir (Safer 2002).

Tıbbın farklı alanlarında, klinik araştırmaların finansmanı ve sonuçları arasındaki ilişkiyi araştıran birçok çalışma yapılmıştır (Davidson 1986, Djulbegovic ve ark. 2000, Als-Nielsen ve ark. 2003). Patent yasasının devreye girmesinden hemen sonraki yıllarda yapılan ve farklı tıp alanlarında yürütülmüş 117 kontrollü klinik çalışmanın sonuçlarının finansman kaynağına göre karşılaştırıldığı bir gözden geçirmede, ilaç endüstrisi desteği ile araştırma sonuçlarının olumlu yönde olması arasında anlamlı ilişki olduğu saptanmıştır (Davidson 1986). İzleyen yıllarda yayınlanan gözden geçirmelerde ise ilaç endüstrisi destekli araştırmalarda destekleyici firma lehine sonuçların arttığı saptanmıştır. Djulbegovic ve arkadaşları (2000) multipl miyelom tedavisi ile ilişkili 136 rasgele desene sahip araştırmayı finans kaynağına göre karşılaştırdıkları gözden geçirmede, endüstri desteği olmayan çalışmalara göre ilaç endüstrisi desteği olan çalışmalarda yeni tedaviler lehine olumlu sonuç bildirme eğilimi olduğunu saptamışlardır. Als-Nielsen ve arkadaşlarının (2003) rasgele desene sahip 167 ilaç araştırmasını değerlendirdikleri çalışmada ise ilaç endüstrisi destekli çalışmalarda bulguların yanlı yorumlanmasına bağlı daha fazla olumlu sonuç bildirildiğini saptanmıştır.

İlaç endüstrisinin araştırma projelerine ayırdığı bütçenin ve araştırmacıların da bu projelere katılımının artışıyla birlikte çalışma sonuçlarında yanlılık ve çıkar çatışması kavramı ortaya çıkmıştır. Çıkar çatışması (conflict of interest) kavramı üzerine ortaklaşılmış bir tanım bulunmamaktadır. Ancak en yalın tanımı ile çıkar çatışması, araştırmacıların maddi ya da maddi olmayan kişisel çıkarlarının araştırmanın deseninin oluşturulması, yürütülmesi ve yayınlanmasını belirgin olarak etkilemesi olarak tanımlanmaktadır (Warner ve Gluck 2003).

Çıkar çatışmasına daha geniş bir kavram olarak bakıldığında çatışmanın çözümünü belirleyen şey, çatışan tarafların kimler olduğundan çok, üzerinde çatışma yaşanan şeyin niteliği olmaktadır. Bu nedenle çıkar çatışması, yarışan çıkarlardan (competing interests) farklılık göstermektedir. Yarışan çıkarlar, bir kişi ya da kurumun, farklı kişi(ler) veya kurum(lar) ile olan maddi, kişisel ya da akademik rekabet ilişkileri nedeniyle, yanlılığa yol açsın ya da açmasın, bir araştırmayı uygunsuz olarak etkileme olasılığı durumu olarak belirtilmektedir. Tanımlanan ilişkilerin bir araştırmada yanlılığa neden olması ise çıkar çatışması olarak tanımlanmaktadır (Gupta ve Choudhury 2003).

Çatışan çıkarlar (conflicting interests) ise daha geniş kapsama sahip bir kavramdır. Çıkar çatışmalarının yanı sıra bir kişinin kurumsal yetkilerini kendisi ya da başkası lehine kullanması ve tarafsızlığın ortadan kalkması da çatışmaya neden olan çıkarlar arasında yer almaktadır (Healy 2002).

Araştırmalarda maddi çıkar çatışmasının etkisinin ortaya çıkmasında i) klinisyenin ya da araştırmacının ilaç firmasının çalışanı, hissedarı ya da yönetim kurulu üyesi olması, ii) araştırmacının firmaya sürekli ya da ara sıra danışmanlık vermesi, iii) araştırmacının firmanın resmi konuşmacısı olması, iv) araştırmacının firmadan düzenli ücret ya da onursal ücret (honorarium) alması, v) araştırmacının destekleyici firmanın klinik araştırmacısı olması, vi) araştırmacının firmadan çalışma için destek alması, vii) araştırmacının firmaya maddi açıdan borçlu olması gibi nedenlerin rol oynadığı belirtilmektedir (Fava 2007).

Son yıllarda, ilaç endüstrisi ile tıp bilimi arasındaki ilişki bir tek psikiyatride değil tıbbın birçok alanında daha fazla dikkat çekmektedir ve bilimsel ilkelerle çatışan birçok çıkar ilişkisi, tedavi için kullanılan ilaçlarla ya da hastalıkların etiyolojik etkenleriyle ilgili bilgilere dair şüphelerin oluşmasına neden olmaktadır (Hardell ve ark. 2007). Nitekim yakın zamanlarda, ilaç endüstrisi desteği olmadan ABD ve İngiltere'de gerçekleştirilen büyük ölçekli iki klinik psikiyatri çalışmasının sonuçları (Lieberman ve ark. 2005, Jones ve ark. 2006) ilaç endüstrisi destekli çalışmalardaki yanlılık kaynaklarıyla ilgili soruları yeniden gündeme getirmiştir. Çünkü her iki çalışmada da ikinci kuşak antipsikotiklerin şizofreni hastalarındaki etkinliği, yan etkisi ve hastaların yaşam kalitesi üzerindeki etkisi birinci kuşak antipsikotikleri temsil eden bir ilaç karşısında aynı etkinlik düzeyinde sonuçlar vermiştir. Bu bulgular, ilaç endüstrisi destekli çalışmalarda birçok kez tekrarlanan ve ikinci kuşak antipsikotikler lehine olan bulguların güvenilirliğine şüphe ile yaklaşılmasına neden olmuştur ve çalışmanın finansman kaynağının sonuçlara olan etkisi konusundaki ilgiyi artırmıştır (Haddad ve Dursun 2006, Lieberman 2007).

Bu gözden geçirmede, maddi çıkar çatışmasının ilaç endüstrisi destekli psikiyatri araştırmalarına etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

KAYNAKLAR

AAMC Task Force on Financial Conflicts of Interest in Clinical Research (2003) Protecting subjects, preserving trust, promoting progress I: Policy and guidelines for the oversight of individual financial interests in human subjects research. Acad Med, 78: 225?236.
Ahmer S, Arya P, Anderson D ve ark. (2005) Conflict of interest in psychiatry. Psychiatr Bull, 29: 302-304.
Akşit B, Arda B (2003) Ideas of editors of medical journals on publication ethics. Journal of Ankara Medical School, 25: 1-6.
Als-Nielsen B, Chen W, Gluud C ve ark. (2003) Association of funding and conclusions in randomized drug trials: A reflection of treatment effect or adverse events? JAMA, 290: 921?928.
Amerikan Psikiyatri Birliği Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayım Elkitabı, Dördüncü baskı (DSM IV), Köroğlu E. (çeviren), Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1994.
Angell M (2000) Is academic medicine for sale? N Engl J Med, 342: 1516-1518.
Blumenthal D, Campbell EG, Anderson MS ve ark. (1997) Withholding research results in academic life science: evidence from a national survey of faculty. JAMA, 277: 1224-1228.
Bondolfi G, Dufour H, Patris M ve ark. (1998) Risperidone versus clozapine in treatment resistant chronic schizophrenia. ** J Psychiatry, 155: 499?504.
Bushfield J (2003) The pharmaceutical industry: Globalization and the pharmaceutical industry revisited. Intenational Journal of Health Services, 33: 581-605.
Chouinard G, Jones B, Remington G ve ark. (1993) A Canadian multi-center placebo-controlled study of fixed doses of risperidone and halperidol in the treatment of chronic schizophrenic patients. J Clin Psychopharmacol, 13: 25?40.
Choundry NK, Stelfox HK, Allan D ve ark. (2002) Relationships between authors of clinical practice guidelines and the pharmaceutical industry. JAMA, 287: 612?617.
Cosgrove L, Krimsky S, Vijayaraghvan M ve ark. (2006) Financial ties between DSM-IV panel members and the pharmaceutical industry. Psychother Psychosom, 75: 154?160.
Council on Scientific Affairs (1990) Conflicts of interest in medical center/industry research relationships. JAMA, 263: 2790?2793.
Çekin MD, Yazıcı S (2000) Bir sözde-bilim olarak ilaç araştırmaları. Toplum ve Hekim, 19: 110?116.
Davidoff F, DeAngelis CD, Drazen JM ve ark. (2001) Sponsorship, authorship, and accountability. JAMA, 286:1232?1234.
Davidson RA (1986) Source of funding and outcome of clinical trials. J Gen Intern Med, 1: 155?158.
Djulbegovic B, Lacevic M, Cantor A ve ark. (2000) The uncertainty principle and industry sponsored research. Lancet, 356: 635?638.
Fava GA (2007) Financial conflicts of interest in psychiatry. World Psychiatry, 6: 19?24.
Flanagin A, Carey LA, Fontanarosa PB ve ark. (1998) Prevalence of articles with honorary authors and ghost authors in peer-reviewed medical journals. JAMA, 280: 222?224.
Fontanarosa PN, Flanagin A, de Angelis CD ve ark. (2005) Reporting conflicts of interest, financial aspects of research, and role of sponsors in funded studies. JAMA, 294: 110?111.
Freemantle N, Anderson I, Young P ve ark. (2000) Predictive value of pharmacological activity for the relative efficacy ofantidepressant drugs: Metaregression analysis. Br J Psychiatry, 177: 292?302.
Gøtzsche PC, Hrobjartsson A, Johansen HK ve ark. (2007) Ghost authorship in industry initiated randomised trials. PLoS Med, 4: 47?51.
Gupta P, Choudhury P (2003) Declaring competing interests. Indian Pediatrics, 2003;40: 3-6.
Haddad PM, Dursun S (2006) Selecting antipsychotics in schizophrenia: lessons from CATIE. J Psychopharmacol, 20: 332?334.
Hardell L, Walker MJ, Walhjalt B ve ark. (2007) Secret ties to industry and conflicting interests in cancer research. ** J Ind Med, 50: 227?233.
Healy DI (2002) Conflicting interests in Toronto: Anatomy of a controversy at the interface of academia and industry. Perspect Biol Med, 45: 250?263.
Heres S, Davis J, Maino K ve ark. (2006) Why olanzapine beats risperidone, risperidone beats quetiapine, and quetiapine beats olanzapine: An exploratory analysis of head-to-head comparison studies of second-generation antipsychotics. ** J Psychiatry, 163: 185?194.
Huston P, Moher D (1996) Redundancy, disaggregation, and the integrity of medical research. The Lancet, 347: 1024?1026.
Huth EJ (1986) Irreponsible authorship and wasteful publication. Ann Intern Med, 104: 257?259.
Joan Bushfield (2003) The pharmaceutical industry: Globalization and the pharmaceutical industry revisited. Intenational Journal of Health Services, 33:581?605.
Jones PB, Barnes TRE, Davies L ve ark. (2006) Randomized controlled trial of the effect on quality of life of second- vs first-generation antipsychotic drugs in schizophrenia: Cost utility of the latest antipsychotic drugs in schizophrenia study (CUtLASS 1). Arch Gen Psychiatry, 63: 1079?1087.
Kelly RE Jr, Cohen LJ, Semple RJ ve ark. (2006) Relationship between drug company funding and outcomes of clinical psychiatric research. Psychol Med, 36: 1647?1656.
Kessler DA (1992) Addressing the problem of misleading advertising. Ann Intern Med, 116: 950?951.
Krimsky S, Rothenberg LS, Stott P ve ark. (1998) Scientific journals and their authors' financial interests: a pilot study. Psychother Psychosom, 67: 194?201.
Lapierre YD, Nair NP, Chouinard G ve ark. (1990) A controlled dose-ranging study of remoxipride and haloperidol in schizophrenia-a Canadian multicentre trial. Acta Psychiatr Scand, 82(Suppl 358): s72?s76.
Lieberman JA, Stroup TS, McEvoy JP ve ark. (2005) Effectiveness of antipsychotic drugs in patients with chronic schizophrenia. N Engl J Med, 353: 1209?1223.
Lieberman JA (2007) Effectiveness of antipsychotic drugs in patients with chronic schizophrenia: efficacy, safety and cost outcomes of CATIE and other trials. J Clin Psychiatry, 68: e04.
Marder SR (1999) Newer antipsychotics in treatment-resistant schizophrenia. Biol Psychiatry, 45: 383?384.
Melander H, Rastad JA, Meijer G ve ark. (2003) Evidence b(i) ased medicine-selective reporting from studies sponsored by pharmaceutical industry: review of studies in new drug applications. BMJ, 326: 1171?1173.
Miller AL, Hall CS, Buchanan RW ve ark. (2004) The Texas Medication Algorithm Project antipsychotic algorithm for schizophrenia: 2003 update. J Clin Psychiatry, 65: 500?508.
Moncrieff J (2003) Clozapine v. conventional antipsychotic drugs for treatment-resistant schizophrenia: a re-examination. Br J Psychiatry, 183: 161?166.
Montaner JS, O'Shaughnessy MV, Schechter MT ve ark. (2001) Industry-sponsored clinical research: a double-edged sword. Lancet, 358: 1893?1895.
Montgomery JH, Byerly M, Carmody T ve ark. (2004) An analysis of the effect of funding source in randomized clinical trials of second generation antipsychotics for the treatment of schizophrenia. Control Clin Trials, 25: 598?612.
Mowatt G, Shirran L, Grimshaw JM ve ark. (2002) Prevalence of honorary and ghost authorship in cochrane reviews. JAMA, 287: 2769?2771.
Nierenberg AA (2007) A counter proposal to manage financial conflicts of interest in academic psychiatry. World Psychiatry, 6: 34?36.
Patris M, Agussol P, Alby JM ve ark. (1990) A double-blind multicentre comparison of remoxipride, at two dose levels, and haloperidol. Acta Psychiatr Scand, 82(Suppl 358): s78?s82.
Perlis RH, Perlis CS, Wu Y ve ark. (2005) Industry sponsorship and financial conflict of interest in the reporting of clinical trials in psychiatry. ** J Psychiatry, 162: 1957?1960.
Purdon SE, Jones BD, Stip E ve ark. (2000) Neuropsychological change in early phase schizophrenia during 12 months of treatment with olanzapine, risperidone, or haloperidol. Arch Gen Psychiatry, 57: 249?258.
Rampton S, Stauber J (2002) Research funding, conflict of interest, and the meta-methodology of public relations. Public Health Rep, 117: 331?339.
Rennie D (1997) Thyroid storm. JAMA, 277: 1238?1243.
Rubin EH (2005) The complexities of individual financial conflicts of interest. Neuropsychopharmacology, 30: 1?6.
Safer DJ (2002) Design and reporting modifications in industry-sponsored comparative psychopharmacology trials. J Nerv Ment Dis, 190: 583?592.
Sechter D, Peuskens J, Fleurot O ve ark. (2002) Amisulpride vs. risperidone in chronic schizophrenia: results of a 6-month double-blind study. Neuropsychopharmacology, 27: 1071?1081.
Simpson GM, Lindenmeyer JP (1997) Extrapyramidal symptoms in patients treated with risperidone. J Clin Psychopharmacol, 17: 194?201.
Tohen M (2007) Conflicts of interest and the credibility of psychiatric research. World Psychiatry, 6: 33?34.
Van Amum P (2006) Global pharmaceutical market shows moderate growth. Pharmaceutical Technology, 30: 32.
Warner TD, Gluck JP (2003) What do we really know about conflicts of interest in biomedical research. Psychopharmacology, 171: 36?46.

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Temmuz 2009       Mesaj #88
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Otistik Çocukların Ana Babalarında Frontal Loba Özgü Nörobilişsel Özellikler

Dr. Burak BAYKARA, Dr. Özlem GENCER, Dr. Zeynep İLKİN, Dr. Süha MİRAL

GİRİŞ

DSM-IV tanı sistemine göre Yaygın Gelişimsel Bozukluklar (YGB) kümesinde yer alan Otistik Bozukluk (OB), sosyal ve iletişim alanlarının gelişiminde gecikme ve sapmalarla kendini göstermektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği 1994). OB'nin genetik zeminli nörodavranışsal bir sendrom olduğu, ancak kökeninde çok nedenliliğin yattığı ve kendi içinde homojen bir grup olmadığı kabul edilmektedir (Bailey ve ark. 1998). OB'li çocukların birinci derece yakınlarında yapılan aile çalışmalarında, aile bireylerinin %25'inde otizme benzeyen belirtiler görülmektedir. Sosyal beceri, iletişim ve tekrarlayan basmakalıp davranış örüntüleri alanlarında görülen bu belirtiler kümesi ?geniş otizm fenotipi? olarak adlandırılmaktadır (Bolton ve ark. 1994, Volkmar ve Klin 2000). Bu geniş otizm fenotipinin aileyi ve toplumu ne oranda etkilediği henüz tam olarak bilinememektedir (Klin ve ark. 2002; Micali ve ark. 2004). Yayınlarda OB'nin toplum içinde görülme sıklığının yıllar içinde arttığının bildirilmesi, geniş otizm fenotipinin aileyi ve toplumu sanılandan daha fazla etkilediğini düşündürmektedir (Bryson 1997). Geniş otizm fenotipinde sosyal beceri ve sözel iletişim alanlarında yetersizliklerin yanında, bilişsel alanda ve yürütücü işlev alanlarında da bozulmaların olabileceği öne sürülmektedir. Ancak bilişsel ve yürütücü işlev alanlarındaki farklılıkların sınırları tam olarak açıklanamamaktadır (Bailey ve ark. 1998). Otistik bireylerin erkek akrabalarında kızlara göre, kardeşlerinde de ana babalara göre otistik fenotipin daha fazla etkili olduğu ve geniş otizm fenotipinin nörobilişsel görünümünün cinsiyetler arasında farklılık gösterebileceği belirtilmektedir (Bailey ve ark. 1998). Bunlara ek olarak, şiddetli belirtiler gösteren otistikler ile hafif belirtiler gösteren otistiklerin etiyolojilerinin de farklı olabileceği öne sürülmektedir (Beglinger ve Smith 2001, Griffith ve ark. 1999). Otistik bireyin bozukluğunun şiddeti ne kadar fazla ise, diğer aile bireylerinde otistik fenotipin görülme olasılığı o denli yüksektir (Bailey ve ark. 1998).

OB'deki çekirdek belirtileri tanımlamak için, yakın zamanda bir takım kuramlar öne sürülmüştür. Bu kuramların içinde en öne çıkan ?yürütücü işlev (Yİ)? yetersizliğidir. Yürütücü işlevler, bir amacı gerçekleştirmek için örgütlenmiş çalışma belleği, uygun olmayan uyaranı durdurabilme veya erteleyebilme, bilişsel esneklik, araştırma ve planlanma yöntemleri oluşturabilme gibi becerileri kapsamaktadır (Gazzaniga ve ark. 1998). Yürütücü işlevler, esas olarak prefrontal korteks özellikle de dorsolateral prefrontal korteks tarafından gerçekleştirilmektedir (Goussé ve ark. 2002, Klin ve ark. 2002). Hem otistik bireylerde (Hughes ve ark. 1994, McEvoy ve ark. 1993, Ozonoff ve ark. 1991, Ozonoff ve ark. 1994) hem de bu bireylerin akrabalarında (Goussé ve ark. 2002) Yİ yetersizlikleri gösterilmekle birlikte; Yİ yetersizliği OB'de merkezi bir rol oynamamaktadır (Griffith ve ark. 1999, Klin ve ark. 2002).

OB'lilerin yakınlarında en çok etkilendiği düşünülen yürütücü işlevler planlama, esneklik, kurulum değiştirme (set-shifting) görevleridir (Klin ve ark. 2002). Otizmdeki yürütücü işlev yetersizliğinin çekirdek belirtiler üzerine etkileri araştırıldığında, yaratıcı oyunun yokluğu ve tekrarlayan-basmakalıp davranışlarla daha fazla ilişkili olduğu öne sürülmektedir (McEvoy ve ark. 1993). Ancak yürütücü işlev yetersizliğinin yalnızca tekrarlayan basmakalıp davranışlar ile açıklanamadığı, sosyal işlevsellik ve iletişim alanları ile de ilişkili olduğu bilinmektedir (Goussé ve ark. 2002). Ayrıca Yİ yetersizlikleri ile birlikte zihin kuramı, paylaşılmış dikkat gibi diğer bilişsel alanlardaki sorunlar da birbirleriyle oldukça bağlantılı görülmektedir (Griffith ve ark. 1999).

Bu çalışmada otistik bireylerin ana babalarının frontal lob ile ilgili bilişsel becerilerinin araştırılması amaçlandı. Bu amaçla otistik bireylerin normal zekaya sahip ana babalarının Yİ, dikkat, inhibisyon, zeka profili açılarından kontrol grubu ile karşılaştırılarak farklı bir özellik gösterip göstermedikleri; araştırma ve kontrol grubu, anneler ve babalar olarak ayrı ayrı değerlendirilerek incelendi. Ayrıca şiddetli belirti gösteren ve hafif-orta derecede belirti gösteren otistik bireylerin ana babaları ile Down Sendromlu (DS) bireylerin ana babaları arasında Yİ, dikkat, inhibisyon ve zeka işlevleri açısından farklılıkların olup olmadığı da araştırıldı.

YÖNTEMLER

Bu çalışmada araştırma grubunu otistik çocukların ana babaları oluştururken, kontrol grubunu Down Sendromlu çocukların ana babaları oluşturmaktadır. Hem araştırma hem de kontrol grubunu oluşturan ailelerdeki otistik ve Down Sendromlu çocukların tümü özel eğitimden yararlanmaktadır.

Örneklem

Araştırma grubu


Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalında (ÇEPAD) izlenmekte olan 4-18 yaş aralığındaki DSM-IV tanı ölçütlerine göre OB tanısı almış 241 çocuğun dosya kayıtlarına ulaşılmıştır. Seçilen ailelere telefon ile ulaşılmıştır. Telefonda anne veya babaya çalışma hakkında bilgi verilmiştir. 37 aile, telefon görüşmesi ardından çalışmaya katılmayı kabul etmiştir. Değerlendirmeler sırasında da 5 aile çeşitli nedenlerden ötürü çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışma dışı bırakılan ailelerin ikisinde, anne ve babanın Wechsler Yetişkin Zeka Testi (Wechsler adult intelligent scale?WAIS) değerlendirilmesi sonucunda tüm zeka bölümü (ZB) puanlarının 70'in altında olduğu görülmüştür. Bir ailede de görüşmeye gelen babanın biyolojik ebeveyn olmadığı öğrenilmiştir. Dördüncü ailede otistik çocuğun tekrar değerlendirilmesi sonucunda DSM-IV ölçütlerine göre OB'yi karşılamadığı görülmüştür. Son ailede ise OB tanısı alan çocuğun 4 yaşında iken kalp yetmezliği nedeniyle öldüğü öğrenilmiş ve OB'nin tanısal geçerliliği açısından kuşkuya düşüldüğü için söz konusu ana baba çalışmadan çıkarılmıştır. Araştırma grubunda 32 anne ve 32 baba toplam 64 kişi çalışmaya katılmıştır.

Araştırma grubunun çalışmaya dahil edilmesinde otistik bireyin, otizmin etiyolojik nedeni olabilecek herhangi bir nörolojik bozukluğa sahip olmaması koşulu aranmıştır. Hem araştırma hem de kontrol grubunda ana babaların çalışmaya dahil edilmesi için gereken diğer ölçütler: (1) Ana babanın en az ilkokul mezunu olmaları, (2) Yaş aralıklarının 25?55 arasında olması, (3) Ana babanın WAIS'den toplam zeka puanı olarak en az 70 puan almaları, (4) Ana babanın DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme Formu'nda (SCID-I: Structured clinical interview for DSM-IV axis I disorders, clinical version) (SCID-I klinik versiyon) (Çorapçıoğlu ve ark. 1999) major depresif epizod, manik epizod ve psikotik bozukluk ölçütlerini karşılamamış olmaları, (5) Ana babanın öz geçmişinde bilişsel işlevleri olumsuz olarak etkileyebilecek hastalık ve travma öyküsü bulunmaması gerekmektedir.

Kontrol grubu


Kontrol grubu olarak DS'li çocuğa sahip ana babaların seçilmesinin iki nedeni vardır: (1) DS'li çocuğa sahip ana babalarda sosyal ilişki güçlükleri, iletişim beceri yetersizlikleri ve stereotipik davranım sıklığı açısından genetik olarak artmış bir risk tanımlanmaması (Piven ve ark. 1997, Piven ve Palmer 1997), (2) Zihinsel özürlü çocuk yetiştirmenin her iki grup ana babalar üzerinde benzer coşkusal ve sosyal etkilerinin olduğunun düşünülmesidir (Goussé ve ark. 2002).

DS'li çocukların belirlenebilmesi için, özel eğitim hizmeti veren kurumların kayıtlı olduğu Özel Özel Eğitim Merkezi Derneği (ÖZEK) ve Down Sendromlular Yardımlaşma Derneği (DOSEYAD) ile bağlantı kuruldu. Çalışma hakkında bilgi verildi. DOSEYAD, ÖZEK ve ÇEPAD'a kayıtlı, 4-18 yaş aralığında DS'li çocuğa sahip 112 ailenin kayıtlarına ulaşıldı. Kontrol grubu ile araştırma grubu yaş ve eğitim yılı olarak gruplanarak eşleştirildi. Yaş grupları 25-40 ve 41-55 olarak belirlenirken; eğitim yılı 5-8 yıl (ortaokul mezunu), 9-12 yıl (lise mezunu) ve 13 yıl üstü (lise üstü) olarak gruplandı. DS'li çocukların ailelerine telefonla ulaşılarak, çalışma hakkında bilgi verildi. 39 aile telefonda çalışmaya katılmayı kabul etti. Telefonda çalışmayı kabul eden 6 aile sonraki görüşmede bu kararından vazgeçtiğini bildirdi. Çalışmaya katılmayı kabul eden ailelerden üçü değerlendirmeler sonrasında çalışma dışı bırakıldı. Bunun nedeni, üç ailede yer alan ana babanın WAIS'de 70'in altında ZB puanı almalarıydı. Sonuç olarak DS'li çocuğa sahip 30 anne ve 30 baba, toplam 60 ana baba kontrol grubu olarak çalışmaya alındı.

Veri toplama araçları

Çalışmaya katılmayı kabul eden ana babalar eş zamanlı olarak iki görüşmeci tarafından ÇEPAD polikliniğinde değerlendirildi. Çocuğun ve ailenin sosyo-demografik özellikleri, oluşturulmuş anket formu ile araştırmacı tarafından kaydedildi. Otistik çocuğun belirtilerinin şiddeti Çocukluk Otizmi Derecelendirme Ölçeği (Childhood Autism Rating Scale-CARS) ile belirlendi. Uzman psikolog, ana babalara WAIS uyguladı. WAIS'den 70 toplam puan elde eden bireylere, sırayla SCID-I, Wisconsin Kart Eşleştirme Testi (WCST), Stroop Testi yapıldı.

Çocukluk Otizmi Derecelendirme Ölçeği (Childhood Autism Rating Scale-CARS)

CARS, 15 maddeden oluşan, davranışların gözlemlenmesine dayanan, üniteler arasında ara değerlerin olduğu, 1-4 arası 7 puanlık likert tipi bir ölçektir. Çocukların, diğer insanlarla ilişkileri, beden kullanımı, değişikliğe uyumları, sözlü iletişim becerileri profesyoneller tarafından değerlendirilir. Bir puan normal davranışları tanımlarken, dört puan anormal uygunsuz davranışları tanımlamaktadır. CARS'da 38 ve üstünde puan alanlar şiddetli belirtiler gösteren otistik grubu, 38 puanın altında alanlar hafif-orta belirtiler gösteren otistik grubu oluşturmaktadır (Schopler ve ark. 1980). CARS'ın Türkçe geçerlilik, güvenilirlik çalışması bulunmamakla birlikte, Türkiye'de otizmle ilgili daha önce yapılan araştırmalarda kullanılmıştır (Aşan ve ark. 2006).

Wechsler Yetişkin Zeka Testi (Wechsler Adult Intelligent Scale-WAIS)

WAIS, 1955 yılında David Weschsler tarafından oluşturulmuştur (Wechsler 1955). 16 yaş ve üstü için kullanılmaktadır. Bireysel olarak uygulanan bir zeka testidir. Sözel ve performans becerilerini ölçen 11 adet alt testten oluşmaktadır. Bu 11 alt testin 6'sı sözel becerileri, 5 tanesi ise performans becerilerini ölçmektedir. WAIS'in Türkiye'de kullanılan formunda kelime dağarcığı alt testi kültürel olarak standardize edilemediği için bu alt test kullanılmamaktadır. Sözel zeka bölümü (ZB) hesaplanırken, sözcük dağarcığı bölümü puanına da gereksinim olduğu için diğer sözel alt testlerin puan ortalaması hesaplanır ve bu ortalama puan, sözcük dağarcığı alt test puanı olarak kabul edilir (Şahin 1996). Ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılmış olmasına karşın Türkiye normları bulunmamaktadır. WAIS'in Türkçe çevirisi 1972 yılında Epir ve İskit tarafından gerçekleştirilmiştir (Epir ve İskit 1972).

DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme Formu
(SCID-I: Structured Clinical Interview for DSM-IV Axis I Disorders, Clinical Version)

DSM-IV eksen I bozukluklarını tanılandırmak için oluşturulmuş, yarı-yapılandırılmış bir klinik görüşme ölçeğidir. First ve arkadaşları (1997) tarafından geliştirilmiştir. Ölçek kullanım kılavuzu, puanlama cetveli ve uygulama kitapçığından oluşmaktadır. Cevaplar ?yok?, ?var?, ?yetersiz? olarak değerlendirilmekte, kodlar ve ek bilgilerle görüşmeci tanıya yönlendirilmektedir. SCID-I'in Türkiye için uyarlama ve güvenirlik çalışmaları Çorapçıoğlu ve arkadaşları tarafından yapılmıştır (Çorapçıoğlu ve ark. 1999).

Wisconsin Kart Eşleme Testi (Wisconsin Card Sorting Test?WCST)


Berg tarafından soyutlama ve bilişsel esnekliği ölçme amacı ile 1948 yılında geliştirilmiştir (Berg 1948). Heaton (1981) adlı araştırmacı tarafından uygulama ve ölçme teknikleri açısından standardize edilmiştir. WCST'de başarılı olabilmek için birçok farklı bilişsel yeteneğin katılımı gereklidir. WCST sırasında birey soyutlama yetisi, bilişsel esneklik, seçici dikkat, kurulum oluşturabilme yeteneği, çalışma belleği gibi birçok bilişsel özelliği kullanmaktadır (Ozonoff 1995). Ancak WCST de kullanılan ölçme ve değerlendirme sistemi ayrı ayrı bu becerileri değerlendiremez (Ozonoff ve ark. 1994, Ozonoff 1995). WCST, nörolojik ve psikiyatrik hasta populasyonunda frontal lob işlevlerini değerlendirmede etkili bir nöropsikolojik araçtır (Heaton 1981). Frontal lob hasarlı bireylerde WCST'de perseverasyon değişkenlerine verilen cevap sayıları anlamlı derecede artmıştır (Howieson ve Lezak 1992, Lishman 1998).
Otizm çalışmalarında yürütücü işlevleri değerlendirmede en sık kullanılan test WCST'dir (Ozonoff 1995). WCST'in Türkiye'de standardizasyonu Karakaş ve Başar (1996) tarafından yapılmıştır.

Stroop testi

1935 yılında Stroop tarafından geliştirilmiştir (Stroop 1935). Stroop testi bilgi işleme hızını (information processing) ve otomatik süreçlerin bozucu etkisine karşı koyabilme yeteneğini ölçmektedir. MacLeod'a göre (1992) Stroop testleri dikkat ölçümleri için altın standarttır.
Frontal lobun orbitofrontal korteks işlevleri bozulduğunda genel olarak ortaya disinhibisyon çıkmaktadır. Disinhibisyonda dikkat, ilişkili uyaranlara yoğunlaştırılamamakta, uygun olmayan uyaranlar bastırılamamaktadır. Orbitofrontal korteks işlevlerini belirlemede Stroop testi kullanılmaktadır (Gazzaniga ve ark. 1998, Karakaş ve Kafadar 1999, Ozonoff ve ark. 1991). Türkçe standardizasyonu Karakaş ve arkadaşları (1996) tarafından gerçekleştirilmiştir.

İstatistiksel değerlendirme

İstatistiksel analizler SPSS 11.0 bilgisayar paket programı kullanılarak gerçekleştirildi. Sürekli değişkenlerin karşılaştırılmasında t-testi, Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testi; kategorik değişkenlerin karşılaştırılmasında ki-kare testi uygulanmıştır. Anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edilmiştir.

BULGULAR


Çalışmanın araştırma grubunda 64 ana baba, kontrol grubunda da 60 ana baba bulunmaktaydı. Her iki grupta yer alan ana babaların yaşları ve eğitim yılları Tablo 1 ve 2'de gösterilmiştir. Araştırma ve kontrol grubu ana babalar arasında yaş ve eğitim yılı ortalamaları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı. Araştırma grubunda yer alan 18 anne (%56) ev hanımı, 14 anne (%44) ise meslek sahibiydi. Kontrol grubunda yer alan 18 anne (%60) ev hanımıydı. Kontrol grubundaki annelerin 12'sinin (%40) ise bir mesleği vardı. Araştırma grubunda yer alan annelerin mesleksel özellikleri ile kontrol grubunda yer alan annelerin mesleksel özellikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Araştırma grubunda yer alan 29 baba (%91) çalışmaktaydı. Babaların üçü (%9) ise emekliydi. Kontrol grubunda yer alan babaların 25'i (%83) halen çalışmaktayken; geri kalan 5 baba (%17) emekliye ayrılmıştı. Araştırma ve kontrol grubunda yer alan babalar arasında mesleksel özellikler açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.

Otistik çocukların 25'i (% 78.1) erkek, 7'si (% 21.9) kız; DS'li çocukların 22'si (% 73.3) erkek, 8'i (&.7) kızdı. İki grup arasında cinsiyet açısından istatistiksel farklılık saptanmadı. Araştırma grubunda yer alan ailelerin çocuklarının yaş ortalaması 10.40±4.18 olarak belirlenirken, kontrol grubunda yer alan ailelerin çocuklarının yaş ortalamaları 8.51±4.17 olarak bulundu. İki grup arasında fark istatistiksel olarak anlamlı düzeyde değildi. Araştırma grubu ve kontrol grubunda yer alan çocukların kardeş sayıları ortalamaları sırasıyla 2.12±0.79 ve 2.34±0.85 idi. İki grup arasında kardeş sayıları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi. Otistik çocuklar belirtilerinin şiddeti açısından değerlendirildiğinde, çocukların 19'unda (% 59.4) CARS'a göre şiddetli, 13'ünde (%40.6) hafif-orta derecede otistik belirtiler olduğu saptandı. Hafif düzeyde otistik belirtileri olanların (CARS<38) CARS puan ortalaması 33.92±2.46 olarak belirlenirken; şiddetli düzeyde otistik belirtileri olanların (CARS≥38) puan ortalaması 50.84±6.68 idi.

Araştırma ve kontrol grubu annelerinin WCST sonuçları Tablo 1'de gösterildi. WCST alt testlerinden perseveratif yanıt (t=-2.28, p=0.026) ve perseveratif hata (t=-2.21, p=0.030) ortalamalarında araştırma ve kontrol grubu anneleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görüldü. OB'li çocuk sahibi annelerde perseveratif yanıt sayısı ve perseveratif hata sayısı ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük bulundu. WCST sonuçlarında araştırma ve kontrol grubu babaları arasında ise, istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı (Tablo 2).

Araştırma ve kontrol grubunda Stroop testi 1. bölüm, 2. bölüm ve 3. bölüm tamamlama süreleri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Araştırma ve kontrol grubu arasında, 3. bölüm ile 2. bölüm tamamlanma süre farklarının ortalaması açısından da istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu (Tablo 1 ve 2).

WAIS sözel, performans ve toplam ZB puanları açısından araştırma ve kontrol grubu birbiriyle karşılaştırıldığında, hem anneler hem de babalarda istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (Tablo 1 ve 2).

Araştırma grubu, CARS puanlarına göre hafif düzeyde otistik belirtileri olan çocukların ana babaları ve şiddetli düzeyde otistik belirtileri olan çocukların ana babaları olmak üzere iki alt gruba bölünüp, kontrol grubuyla karşılaştırıldı (Tablo 3 ve 4). Şiddetli ve hafif-orta derecede otistik belirtileri olan OB'li çocukların ana babaları ile kontrol grubu karşılaştırıldı. Bunun sonucunda üç grup arasında istatistiksel olarak görülen anlamlı farklılık yalnızca WAIS sözel ZB alt testlerinden sayı dizisi (digit span) alt testinde ve babalar arasında saptandı (ki kare=7.16, p=0.028) (Tablo 4). Bonferroni düzeltmesi uygulaması sonucunda, sayı dizisi alt testinde şiddetli derecede otistik belirtileri olan OB'li çocukların babaları üç grup içinde en başarılı grubu oluşturdu. İkinci sırada hafif-orta derecede otistik belirtileri olan OB'li çocukların babaları gelirken; en düşük başarı da DS'li çocuk sahibi olan kontrol grubu babalarda gözlendi. İstatistiksel olarak anlamlı farklılık yalnızca şiddetli derecede otistik belirtileri olan OB'li çocukların babaları ile kontrol grubu babalarının sözel ZB, sayı dizisi alt testinde bulundu (z=- 2.36, p=0,019).

TARTIŞMA

Bu çalışmada otistik bireylerin ana babaları kontrol grubu ile karşılaştırıldığında bazı bilişsel alanlarda daha iyi performans göstermişlerdir. Ancak bu bilişsel farklılıklar hem frontal loba ilişkin net bir profil sergilememekte, hem de otizme ait özgün bir özellik ortaya koymamaktadır. WCST'de yürütücü işlev yetersizliği en duyarlı olarak perseverasyonun ölçülmesi ile elde edilir (Heaton 1981, Ozonoff 1995). Araştırmamızda otistik bireylerin annelerinde kontrol grubuna göre WCST'de perseveratif yanıt ve perseveratif hata sayıları ortalamasının istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulunması, otistik bireylerin annelerinin bilişsel esneklik yetenekleri açısından daha başarılı sonuçlar sergilediklerini göstermektedir. Bu bulgu, otistik bireylerin yürütücü işlev performanslarında bozulmalar olduğunu (Benetto ve ark. 1996, McEvoy ve ark. 1993, Rumsey 1985, Ozonoff ve ark. 1991, Pennington ve Ozonoff 1996; Hughes ve ark. 1997) ve yürütücü işlev yetersizliğinin geniş otizm fenotipinin bir parçası olabileceğini belirten araştırmacıların görüşlerini desteklememektedir (Hughes ve ark. 1999). Ancak söz konusu bulgumuz, otistik bozukluktaki farklı gelişimsel süreçlerin belirgin bilişsel avantajlara yol açabileceği görüşünü savunan diğer araştırmacıların (Baron-Cohen ve Belmonte 2005) savları ile uyum göstermektedir. Baron-Cohen ve Belmonte'ye (2005) göre otizm her ne kadar eksiklik sendromu ise de, otistik bireyler bazı bilişsel alanlarda üstünlük sergileyebilmektedirler. Yine aynı araştırmacılara göre bu durum otizmdeki empati-düzenleme teorisi (empathizing-systemizing theory) ile açıklanmaktadır. Bu teoride otistik bireyler sosyal, iletişimsel ve diğer bireylerin zihin durumlarını anlayabilme becerisinden oluşan empati alanında eksiklik gösterirken; beceri adacıkları (islets of ability), sistem takıntısı (obsessions with systems) ve tekrarlayıcı davranış (repetetive behaviour) biçimlerinden oluşan düzenleme alanında ya herhangi bir bozulma göstermezler ya da üstün işlevsellik sergilerler. Otistik çocukların annelerinin yürütücü işlev alanında daha iyi performans göstermeleri, düzenleme işlevlerine ait bir ölçüm yapmadığımız için otizmde söz konusu düzenleme alanına ait bir avantaja işaret etmemekle birlikte, bilişsel işlevlerin bir alanında farklılığı göstermesi açısından önem taşıyabilecektir. Ancak bu konuya açıklık getirebilmek için otistik bireylerin aile üyelerinde düzenleme alanına ait daha kapsamlı ölçüm tekniklerinin kullanıldığı çalışmalara gereksinim vardır.

Otistik bireylerin annelerinde görülen bilişsel esneklikteki bu daha iyi performans babalarda gözlenmemiştir. Bu durum otistik bireylerin anne ve babalarında Yİ becerileri açısından cinsiyetler arasında farklılık olabileceğini düşündürmekle birlikte; böyle bir farklılığın varlığından söz edebilmek için, ileride düzenlenecek çalışmalarda otizmde frontal loba ait nörobilişsel işlevlerin cinsiyetle ilişkisinin araştırılması gerekmektedir.

Çalışmamızda, dikkat ve inhibisyon yeteneğini ölçen Stroop testinde otistik bireylerin anne ve babaları ile kontrol grubu anne ve babaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gözlenmemesi; otizmde, Yİ'nin farklı, dikkat ve inhibisyon becerilerinin farklı düzeylerde etkilendiği varsayımını desteklemektedir. Yapılan çalışmalarda da otistik çocuk ve gençlere uygulanan Stroop testinde bozulma bulunmamıştır (Ozonoff ve Jensen 1999, Russel ve ark. 1999). Çalışmamızda otistik bireylerin anne ve babalarında da dikkat ve inhibisyon becerilerinde herhangi bir bozulma saptanmamıştır.

Her ne kadar, hem WCST hem de Stroop testi frontal lob işlevlerini ölçse de; WCST özellikle dorsolateral prefrontal korteks işlevini gösterirken, Stroop testi özellikle orbitofrontal korteks işlevlerine duyarlıdır. (Karakaş ve Kafadar 1999, Pennington ve Ozonoff 1996). Stroop testi ile değerlendirilen dikkat ve inhibisyon becerileri, Yİ'lerle oldukça yakından ilişkilidir (Ozonoff ve Jensen 1999). Bu çalışmada WCST ve Stroop testi sonuçları arasındaki farklılıklar, otistik bireylerin ana babalarında frontal lobun, özellikle orbitofrontal korteks ile dorsolateral prefrontal korteks arasında işlevsellik açısından farklılıklar olabileceğini düşündürmektedir. Çalışmamızda WCST'de kontroller ve otistiklerin anneleri arasında fark bulunurken, Stroop testi sonuçlarında gruplar arasında fark bulmamamız; Carper & Courchesne'nin (2005) otistik bireylerde frontal korteksin dorsolateral konveksitesinde belirgin büyüme gözlenirken, orbital korteksin belirgin olarak etkilenmediğini belirten çalışmaları ile uyum göstermektedir. Bir başka deyişle otizmde frontal lobun iki ayrı bölgesi farklı etkilenme göstermektedir. Carper & Courchesne'nin (2005)'nin araştırmasında otistik bireylerde yapısal olarak gözlenen bu farklılık, bizim çalışmamızda otistik çocukların annelerinin frontal loba ait nörobilişsel işlevlerinde gözlenmiştir. Frontal loba ilişkin gözlenen bu nörobilişsel farklılığın geniş otizm fenotipi ile olan ilişkisini belirleyebilmede, ailelerin geniş otizm fenotipi açısından sosyal beceri ve sözel iletişim alanlarının da değerlendirildiği çalışmalara gereksinim duyulmaktadır.

Çalışmamızda kısa süreli bellek ve dikkat becerisi konusunda duyarlı olan sözel ZB sayı dizisi alt testinde, şiddetli düzeyde otistik belirtileri olan otistik bireylerin babaları hafif-orta düzeyde otistik belirtileri olan otistiklerin ve kontrol grubunun babalarına göre anlamlı derecede daha iyi performans göstermişlerdir. Bunun yanında ileri derecede otistik belirtileri olan otistik bireylerin anneleri görsel-motor algı ve dikkat becerilerine duyarlı olan WAIS performans ZB alt testlerinden resim düzenleme alt testinde istatistiksel olarak anlamlı düzeye yakın yüksek puanlar almışlardır. Yazında geniş otizm fenotipinde patognomik bir Wechsler Zeka Testi profilinin olmadığı vurgulanmaktadır (Siegel ve ark. 1996). Ayrıca Wechsler Zeka testlerinin otizmde altta yatan genetik yatkınlığı göstermede yetersiz kaldığı da belirtilmektedir (Bailey ve ark. 1998, Palmer 1997). Çalışmamız sonuçlarında WAIS alt testlerinde görülen izole avantajların toplam zeka puanlarına yansımadığının görülmesi, WAIS'in gruplar arasındaki olası farklılıkları göstermede yeterli olmadığını düşündürmekle birlikte; otistik bireylerin ana babalarında WAIS'de görülen söz konusu izole avantajlar, bu bireylerde farklı bir bilişsel yapının ve organizasyonun ipuçları olabileceğini akla getirmektedir.

Çalışmamızda otistik bireylerin anneleri WCST'de ve babaları WAIS alt testlerinde yüksek performans göstermişlerdir. Ancak bu durum otizme özgü genel bir görünümü yansıtmamaktadır. Hughes ve arkadaşlarının (1997) yürütücü işlevleri değerlendirdiği çalışmalarında da otizme özgü bir genelleme gösterilemezken, bizim çalışmamamızdan farklı olarak otistik bireylerin ana babalarında Yİ yetersizlikleri saptamışlardır. Bu araştırmacılar, otistik bireylerin ailelerinde Yİ yetersizliğine sahip bir alt grubun bulunabileceğini, fakat tüm anne ve babalarda Yİ yetersizliğinden söz edilemeyeceğini öne sürmüşlerdir (Hughes ve ark. 1997). Yukarıda söz edilen araştırmadan farklı olarak bizim çalışmamamızda hem annelerde hem de babalarda Yİ yetersizlikleri gösterilememiştir. Ancak otizme özgü genel bir görünümü yansıtmamakla birlikte, annelerde WCST'de gözlenen farklılık, otistik bireylerin annelerinde yürütücü işlev becerileri yönünden daha iyi performans gösteren bir alt grubun olabileceğini akla getirmektedir. Böyle bir alt grubun olup olmadığını belirlemek için ileride düzenlenecek çalışmalarda farklı yürütücü işlev alanlarının daha fazla örneklem sayısı ile değerlendirilmesi gerekmektedir.

Çalışmamızda diğer YGB gruplarının çalışma dışı bırakılması, yalnızca otistik bireylerin ana babalarının çalışmaya katılması ve ana babaların ayrı ayrı istatistiksel olarak değerlendirilmeleri sonuçların duyarlılığını ve genellenebilirliğini arttırmaktadır. Ancak buna rağmen otistik bireylerin ana babalarında belirgin bir bilişsel biçim ortaya çıkmamıştır. Bu durumu açıklayacak nedenlerden ilki uygulanan testlerle ilgili olabilir. Uygulanan testlerin ölçtüğü veriler karmaşık ve elementer olmayan öğelerdir (Ozonoff ve ark. 1993, Ozonoff 1995). Özellikle Yİ test sonuçlarına algılama, dikkat, bellek gibi birçok bilişsel bileşen etki etmektedir. Bu nedenle testlerin duyarlılığı düşüktür (Hill 2004, Ozonoff 1995, Ozonoff ve ark. 1993). Çalışma sonuçlarında otistik bireylerin ana babalarında belirli bir bilişsel profilin bulunamamasının bir diğer nedeni ise, OB'nin birbiriyle etkileşen çok sayıda genin katılımıyla ortaya çıkan bir bozukluk olması olabilir. Her bir bireyde hastalığa neden olan genler ve bu genlerin birbiriyle etkileşim düzeyleri farklıdır. Bu nedenle otizme ve geniş otizm fenotipine özgü bir bilişsel profil bulabilmek oldukça güçleşmektedir (Bailey ve ark. 1998, Lauritsen ve Ewald 2001, Maestrini ve ark. 1998, Spence 2001).

Örneklemimiz üçüncü basamak sağlık kuruluşuna başvuranlardan oluşmaktadır. Üçüncü basamak sağlık kuruluşuna başvuran grubun tüm populasyonu temsil gücüyle ilgili kuşkular söz konusu olabilir. Ancak otizm gibi daha nadir görülen bozukluklarda, bu tür klinik grupların seçilmesinde sakınca bulunmamaktadır (Fombonne ve ark. 1997).

Bunun yanında görüşmeciler olguların tanıları ve çalışmanın hipotezleri konusunda kör değillerdi. Ancak çalışmada kullanılan testler standardize testlerden oluşmakta idi. Bu nedenle de ölçümlerde yan tutma olasılığı riski düşük olmaktadır.

Bu çalışmanın bir diğer kısıtlılığı, otistik çocukların annelerinde yürütücü işlevlerde görülen yüksek puanlar ve babalarında WAIS alt testlerinde elde edilen izole bir takım becerilerin ne kadarının otistik bir çocukla yaşama sonucunda ortaya çıkan uyumsal bir özellik olduğunun açıklanamamasıdır. Her ne kadar yazınla uyumlu olarak zihinsel gelişim sorunları olan çocuk yetiştirmenin her iki gruptaki ana babalarda benzer iletişimsel ve uyumsal sorunlara neden olabileceği düşünülerek (Goussé ve ark. 2002), kontrol grubu olarak DS'li çocukların ana babaları seçilmiş olsa da, otizm daha ciddi sosyal ve iletişimsel güçlükleri beraberinde getirmektedir. Bu konudaki güncel çalışmalarda ana babalarda görülen sosyal ve bilişsel farklılıkları açıklamada, bu çocuklarla beraber yaşamak zorunda olma ile ilgili nedensel bir atıfa rastlanmamış olunsa da, bundan sonra yapılacak çalışmalarda çevresel etkenlerin rolünün göz önünde bulundurulması yazına önemli katkılar sağlayacaktır.

Sonuç olarak bu çalışmada özgün bir nörobilişsel özellik gösterilememesine rağmen, otistik bireylerin ana babalarında frontal bölgeyle ilişkili bazı bilişsel işlevlerde izole üstünlükler saptanmıştır. Her ne kadar bu çalışmada geniş otizm fenotipi ile ilişkili sosyal beceri ve sözel iletişim alanları değerlendirilmemiş olsa da, söz konusu izole bilişsel avantajların ?geniş otizm fenotipi? açısında da bazı ipuçları oluşturabileceği düşünülebilir. İleride düzenlenecek çalışmalarda otistik bireylerin ana babalarında görülen bilişsel özelliklerin ve bunların nörobiyolojik temellerinin yanısıra bu özelliklerin geniş otizm fenotipiyle ilişkisinin araştırılması önem taşımaktadır.

KAYNAKLAR

Amerikan Psikiyatri Birliği (1994) Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, dördüncü baskı (DSM-IV) (Çev. ed.: E Köroğlu) Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1995.
Aşan İF, Türe S, Gökçay A ve ark. (2006) Tuberous sclerosis complex and autism. J Neurol Sci (Turk), 23(4): 312-317.
Bailey A, Palferman S, Heavey L ve ark. (1998) Autism: The phenotype in relatives. J Autism Dev Disord, 28(5): 369-392.
Beglinger LJ, Smith TH (2001) A review of subtyping in autism and proposed dimensional classification model. J Autism Dev Disord, 31(4):411-422.
Benetto L, Pennington BF, Rogers SJ (1996) Intact and impaired memory functions in autism. Child Dev, 67:1816-1835.
Berg EA (1948) A simple objective technique for measuring flexibility in thinking. J Gen Psychol, 39:15-22.
Bolton P, MacDonald H, Pickles A ve ark. (1994) A case-control family history study of autism. J Child Psychol Psychiat, 35(5):877-900.
Bryson SE (1997) Epidemiology of autism: Overview and issues outstanding. Handbook of Autism and Pervasive Developmental Disorders, 2. baskı, DJ Cohen, FR Volkmar (Ed), John Wiley& Sons, s.41-46.
Carper RA, Courchesne E (2005) Localized enlargement of the frontal cortex in early autism. Biol Psychiatry, 57:126-133.
Çorapçıoğlu A, Aydemir Ö, Yıldız M ve ark. (1999) DSM-IV eksen I bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşme SCID-I, klinik versiyon. Hekimler yayın birliği, Ankara, 1999.
Epir S, İskit Ü (1972) Wechsler yetişkinler zeka ölçeği Türkçe çevirisinin ön analizi ve üniversite danışmanlık merkezlerindeki uygulama potansiyeli. Hacettepe Sosyal Ve Beşeri Bilimler Dergisi, 4(2): 198-205.
First MB, Spitzer RL, Gibbon M ve ark. (1997) Structured clinical interview for DSM-IV Axis I disorders (SCID-I), clinical version. American Psychiatric Press Inc., Washington DC, London, 1997.
Fombonne E, Bolton P, Prior J ve ark. (1997) A family study of autism: Cognitive patterns and levels in parents and siblings. J Child Psychol Psychiat, 38: 667-683.
Gazzaniga MS, Ivry RB, Mangun GR ve ark. (1998) Executive functions and frontal lobes. Cognitive neuroscience (biology of the mind), New York W. W. Norton & Co, s.423-464.
Griffith EM, Pennington BF, Wehner EA ve ark. (1999) Executive functions in young children with autism. Child Dev, 70(4):817-832.
Goussé V, Plumet MH, Chabane N ve ark. (2002) Fringe phenotypes in autism: a review of clinical, biochemical and cognitive studies. Eur Psychiatry, 17:120-128.
Heaton RK (1981) A manual for the Wisconsin Card Sorting Test. Florida Psychological Assessment Resources Inc., 1981.
Howieson DB, Lezak MD (1992) The neuropsychological evaluation. Clinical assessment. Neuropsychiatry, 2. baskı, SC Yudofsky, RE Hales (Ed), Washington DC American Psychiatric Press.
Hughes C, Russell J, Robbins TW ve ark. (1994) Evidence for central executive dysfunction in autism. Neuropsychologia, 32:477-492.
Hughes C, Leboyer M, Bouvard M ve ark. (1997) Executice functions in parents of children with autism. Psychol Med, 27:209-220.
Hughes C, Plumet MH, Leboyer M ve ark. (1999) Towards a cognitive phenotype for autism: Increased prevalence of executive dysfunction and superior spatial span amongst siblings of children with autism. J Child Psychol Psychiat, 40(5):705-718.
Karakaş S, Eski R, Başar E ve ark. (1996) Türk kültürü için standardizasyonu yapılmış nöropsikolojik testler topluluğu: BİLNOT Bataryası, 32. Ulusal Nöroloji Kongresi Kitabı, İstanbul Ufuk Matbaası, s. 43-70.
Karakaş S, Kafadar H (1999) Şizofrenideki bilişsel süreçlerin değerlendirilmesinde nöropsikolojik testler: Bellek ve Dikkatin ölçülmesi. Şizofreni dizisi, 4:132-152.
Klin A, Jones W, Schultz R ve ark. (2002) Defining and quantifying the social phenotype in autism. ** J Psychiatry, 159:895-908.
Lauritsen MB, Ewald H (2001) The genetics of autism. Acta Psychiatr Scand, 103:411-427.
Lishman WA (1998) Symptoms and syndromes with regional affiliations. Organic psychiatry, psychological consequences of cerebral disorders, 3. baskı, Oxford Blackwell publication.
MacLeod CM (1992) The Stroop task: The ?gold standart? of attentional measures. J Exp Psychol, 121(1):12-14.
Maestrini E, Marlow AJ, Weeks DE ve ark. (1998) Molecular genetic investigations of autism. J Autism Dev Disord, 28:427-437.
McEvoy RE, Rogers SJ, Pennington BF ve ark. (1993) Executive function and social communication deficits in young autistic children. J Child Psychol Psychiat, 34(4):563-578.
Micali N, Chakrabarti S, Fombonne E ve ark. (2004) The Broad Autism phenotype findings from an epidemiological survey. Autism, 8(1): 21-37.
Ozonoff S, Pennington BF, Rogers SJ ve ark. (1991) Executive function deficits in high-functioning autistic individuals: Relationship to theory of mind. J Child Psychol Psychiat, 32(7):1081-1105.
Ozonoff S, Rogers SJ, Farnham JM ve ark. (1993) Can standard measures identify subclinical markers of autism? J Autism Dev Disord, 23(3):429-441.
Ozonoff S, Strayer DL, McMahon M ve ark. (1994) Executive function abilities in autism and Tourette Syndrome: an information processing approach. J Child Psychol Psychiat, 35:1015-1032.
Ozonoff S (1995) Reliability and validity of the Wisconsin Card Sorting Test in studies of autism. Neuropsychology, 9:491-500.
Ozonoff S, Jensen J (1999) Brief report: Specific executive function profiles in three neurodevelopmental disorders. J Autism Dev Disord, 29(2):171-177.
Pennington BF, Ozonoff S (1996) Executive functions and developmental psychopathology. J Child Psychol Psychiat, 37(1):51-87.
Piven J, Palmer P, Jacobi D ve ark. (1997) Broader autism phenotype: Evidence from a family history study of multiple-incidence autism families. ** J Psychiatry, 154(2):185-190.
Piven J, Palmer P (1997) Cognitive deficits in parents from multiple-incidence autism families. J Child Psychol Psychiat, 38:1011-10.
Rumsey JM (1985) Conceptual problem-solving in highly verbal, nonretarded autistic men. J Autism Dev Disord, 15:23-36.
Schopler E, Reichler RJ, De Vellis RF ve ark. (1980) Toward objective classificationof childhood autism: Childhood Autism Rating Scale (CARS). J Autism Dev Disord, 10(1):91-103.
Siegel DJ, Minshew NJ, Goldstein G ve ark. (1996) Wechsler IQ profiles in diagnosis of high-functioning autism. J Autism Dev Disord, 26(4):389-406.
Spence MA (2001) The genetics of autism. Current opinion in psychiatry, 13:561-565.
Stroop JR (1935) Studies of interference in serial verbal reactions. J Exp Psychol, 18:643-662.
Şahin A (1996) Bir grup üniversite öğrencisinde nöropsikolojik testlerle zeka testi arasındaki ilişkilerin incelenmesi. Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara.
Volkmar F, Klin A (2000) Pervasive developmental disorders. Kaplan and Sadocks comprehensive textbook of psychiatry, 7. baskı Sadock BJ, Sadock VA (Ed). Philadelphia Lippincott Williams and Wilkins, s. 2659?2678.
Wechsler D (1955) Wechsler adult intelligence scale manual. New York The psychological corporation.

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Temmuz 2009       Mesaj #89
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Kurum Bakımındaki Çocuk ve Ergenlerde Davranış ve Duygusal Sorunların Epidemiyolojisi; Ulusal Örneklemde Karşılaştırmalı Bir Araştırma

Dr. Zeynep ŞİMŞEK, Psik. Neşe EROL, Dr. Didem ÖZTOP, Dr. Özlem ÖZER ÖZCAN

GİRİŞ

Çocukluk dönemi önemli gelişimsel dönemlerden biridir. Çocukların fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan sağlıklı olarak gelişmeleri için, anne-baba ya da çocuğa bakan kişi ile çocuk arasındaki karşılıklı sevgi bağının kurulmasının önemi yüzyıllardan beri bilinmektedir. Ancak yoksulluk, aile içi sorunlar, anne babada bedensel, ruhsal ya da zihinsel yetersizlikler, annenin ya da babanın ölümü, ihmal ya da istismar, ergen evlilikleri ya da evlilik dışı doğumlar sonucu terkler gibi pek çok nedenle anne-babalık görevleri yetersiz kalabilmekte ve çocuk korunmasız hale gelebilmektedir. Bu durumda çocuklar devlet tarafından koruma altına alınarak farklı bakım modellerinde büyütülmektedir (Koşar 1992, Erol 2004, Erol ve ark. 2005).

Koruma altına alınan çocuklara yönelik geliştirilen bakım modelleri, ülkeden ülkeye, o ülkenin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısına bağlı olarak değişim göstermektedir. Yaygın olarak başlatılan ilk bakım modeli ?çocuk yuvası?, ?yetiştirme yurdu? gibi isimlerle anılan, pek çok çocuğun bir arada bulunduğu kurum bakımıdır. Günümüzde Avrupa, Avustralya ve Kuzey Amerika'da büyük ve kalabalık bakım evlerinin kapatıldığı bilinmektedir. Buna karşın özellikle üçüncü dünya ülkeleri başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerde çocuk yuvaları ya da yetiştirme yurtları gibi kurumsal modellerin halen yaygınlığını koruduğu bildirilmektedir (Koşar 1992, Ekşi 2004). Türkiye'de 2005 yılı sonu itibariyle 95 çocuk yuvası ve 107 yetiştirme yurdu olmak üzere 202 kurumun aktif hizmet verdiği, bu kurumlarda yaklaşık 20.000 çocuğun bakıldığı, korunma ihtiyacı olan çocukların %92'sinin kurumlarda, %4'ünün koruyucu aile yanında, diğerlerinin de evlat edinme hizmetlerinden yararlandığı bildirilmektedir (SHÇEK 2005).

Konu ile ilgili kaynaklar incelendiğinde, yaklaşık 65 yıldır kurum bakımı altındaki çocukların fiziksel ve psikososyal sağlıklarına yönelik araştırmaların yapıldığı görülmektedir. Çalışmalar, kurum bakımında büyüyen çocukların aile yanında büyüyen çocuklara göre daha fazla saldırgan davranışlar, depresyon, anksiyete, hiperaktivite gibi duygusal ve davranışsal sorunlar gösterdiğini ortaya koymaktadır (Tizard ve Hodges 1978, McCann ve ark. 1996, Voria ve ark. 1998, Wolff ve Fesseha 1999, Roy ve ark. 2000, Rushton ve Minnis 2002, Maclean 2003, Yörükoğlu 2003, Ellis ve ark. 2004, Şimşek 2004, The St. Petersburg-USA Orphanage Research Team 2005, Erol ve ark. 2005, Üstüner ve ark. 2005). Yurtdışı ve sınırlı sayıdaki yurtiçi araştırmalar kurum bakımının özellikle küçük yaş çocuklarında olumsuz etkilerine ilişkin önemli bulgular vermektedir. Ancak çocuk ve ergenlere yönelik olarak çoklu bilgi kaynaklarından elde edilen bulgular doğrultusunda sorunların görülme sıklığı, hizmet ihtiyacı, risk ve koruyucu faktörler açısından yapılan çalışmalar sınırlıdır.

Bu çalışmanın amaçları; 1- kurum bakımında yaşayan 6-18 yaşları arasındaki çocukların duygusal ve davranışsal sorunlarının görülme sıklığını bakım verenlerden, öğretmenlerden ve çocuklardan elde edilen bulgulara göre saptamak, 2- kurum bakımındaki çocukların duygusal ve davranışsal sorunlarını ailesi yanında yaşayan çocukların sorun davranışlarıyla karşılaştırmak, 3- kurum bakımındaki çocukların duygusal ve davranışsal sorunlarıyla ilişkili koruyucu ve risk faktörlerini belirlemek, ve 4- ruh sağlığı hizmet ihtiyacını saptamaktır.

YÖNTEMLER

Kesitsel tipteki bu epidemiyolojik araştırmada %95 güven düzeyinde olasılıklı küme örnekleme yöntemiyle 720 çocuğa ulaşılması hedeflenmiştir. Ulaşılması hedeflenen çocuk sayısı çocuk yuvası ve yetiştirme yurdu nüfusuna oranlanarak, 425 ?6-11' yaş grubu ve 300 ?12-18' yaş grubu çocuğa ulaşılması planlanmıştır. Toplam 202 kurum içerisinden rastgele örnekleme yöntemiyle 12 çocuk yuvası ve yetiştirme yurdu seçilerek, her kurumda bakılan çocuk sayısına oranlı olarak ulaşılması hedeflenen çocuk sayıları hesaplanmıştır. Her bir kurumda rasgele örnekleme yöntemiyle 12-60 arasında çocuk hakkında bilgi toplanması planlanmıştır. Araştırmada ulaşılması planlanan 720 çocuktan 674 çocuk hakkında bilgi toplanmıştır. Uygulanan ölçeklere göre bilgi kaynaklarından elde edilen yanıtlama oranları, bakım verenlerde %94, öğretmenlerde %87.9, gençlerde ise %89.1'dir.

Çalışmada karşılaştırma grubu olarak, aynı ölçme araçlarının uygulandığı, tabakalı, çok aşamalı, kümeli, olasılık örneklemesi yöntemiyle yapılan, 4488 çocuk hakkında anneden, 2340 öğretmenden ve 2206 gençten bilgi toplanan Türkiye Ruh Sağlığı Profili Araştırması verisi kullanılmıştır (Erol ve Şimşek 2000). Yanıtlama oranları sırasıyla, %83.9, %87.7, %79'dur (Erol ve Şimsek 1998; Ulusoy 1998).

Kurum bakımındaki çocukların %51.3'ü kız, %48.7'si erkek, toplum örneğindeki çocukların %49.8'i kız, %50.2'si erkektir. Kurum bakımındaki çocukların yaş ortalaması 11.3±3.1, toplum örneğindeki çocukların ise 11.5±3.3'dür. Kurum bakımında büyüyen ve aile yanında büyüyen çocukların cinsiyet ve yaş dağılımları arasında anlamlı fark saptanmamıştır (P> .05).

Araştırma için Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurul onayı alındıktan sonra, seçilen kurumlarda çalışma yapabilmek için Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun izni alınmıştır.

Ölçme araçları

Sosyo-Demografik Bilgi Formu: Bu form, çocuğa ve aileye ait koruyucu ve risk faktörlerine yönelik soruların yer aldığı, bilgilerin dayanağını çocukların dosyalarının oluşturduğu ve kurumdaki sosyal hizmet uzmanı, psikolog ya da çocuk gelişim uzmanı tarafından doldurulan bir formdur. Formda yaş, cinsiyet, kurum bakımına alınma yaşı ve nedeni, kurum bakımına alınmadan önce yaşadığı yer, kurum değiştirme sıklığı, aynı kurumda kardeş varlığı, anne babanın hayatta olma durumu, çocuk ve yakınlarının görüşme durumu gibi yordayıcı faktörler yer almıştır.

Çocuk ve Gençler için Davranış Değerlendirme Ölçeği (CBCL/6-18): Ölçek 6-18 yaş grubu çocuk ve gençlerin sorun davranışlarını anne-babalarından yada onlara bakım verenlerden elde edilen bilgiler doğrultusunda değerlendirmektedir (Achenbach 1991a, Achenbach ve Rescorla 2001). Ölçek 113 problem maddesinden oluşmaktadır. Sorun davranışlar son 6 ayda görülme sıklık derecesine göre 0, 1 ve 2 olarak derecelendirilir ve maddeler çeşitli alt ölçekler içinde gruplandırılır. Ölçekten ?içe yönelim? ve ?dışa yönelim? olarak iki ayrı davranış belirti puanı elde edilmektedir. İçe yönelim grubunu ?anksiyete/depresyon, sosyal içe dönüklük/depresyon ve somatik yakınmalar?, dışa yönelim grubunu ise ?kurallara karşı gelme ve saldırgan davranışlar? alt testlerinin toplamı oluşturmaktadır. Ayrıca, her iki gruba da girmeyen ?sosyal sorunlar, düşünce sorunları ve dikkat sorunları? alt testleri yer almaktadır. Ölçeğin tümünden ?toplam problem? puanı elde edilmektedir. Ölçeğin ayrıca çocuğun aktivite, sosyallik, okul durumunu değerlendiren yeterlik bölümü bulunmaktadır. Ölçeğin test-tekrar test güvenirliği, toplam problemde .84, iç tutarlılığı .88 olarak bulunmuştur (Erol ve ark. 1995). Doğrulayıcı faktör analizi kullanılarak yapılan geçerlik çalışmasında, maddelerin %99'unun ölçülmesi amaçlanan belirtileri anlamlı (p<.01), pozitif ve tatmin edici düzeyde ölçtüğünü göstermiştir (Erol ve Şimşek, 2000, Dümenci ve ark. 2004).

Öğretmen Bilgi Formu (TRF/6-18): 6-18 yaş grubu öğrencilerin okula uyumunu ve sorun davranışlarını öğretmenlerden elde edilen bilgiler doğrultusunda standart bir biçimde değerlendiren bir ölçektir (Achenbach 1991b, Achenbach ve Rescorla 2001). Ölçek, CBCL/6-18 ile paralellik göstermektedir. Ölçekte ayrıca çocukların öğrenme, mutlu olma, çalışma durumunu değerlendiren yeterlik bölümü bulunmaktadır. Klinik ve normal örneklem kullanılarak yapılan doğrulayıcı faktör analizi sonuçlarına göre ölçeğin sekiz faktör yapısına uygun olduğu saptanmıştır (RMSEA=.07). Ölçeğin test-tekrar test güvenirliği .88, iç tutarlılığı .87 olarak bulunmuştur (Erol ve Şimşek 2000).

Gençler İçin Kendini Değerlendirme Ölçeği (YSR/11-18): Ölçek, 11-18 yaşları arasındaki gençlerin sorun davranışlarını kendi verdikleri bilgiler doğrultusunda standart biçimde değerlendirmektedir (Achenbach, 1991c; Achenbach ve Rescorla 2001). Ölçekte gencin aktivite, sosyallik ve akademik başarısını değerlendiren yeterlik bölümü yer almaktadır. Ölçek, CBCL/6-18 ve Öğretmen Bilgi Formu ile paralellik göstermekte, 89 problem maddesi her üç ölçekte de ortaktır. Ölçeğin test-tekrar-test güvenirliği .82, iç tutarlılığı .89 olarak bulunmuştur Klinik ve normal örneklem kullanılarak yapılan doğrulayıcı faktör analizi sonuçlarına göre ölçeğin sekiz faktör yapısına uygun olduğu saptanmıştır (RMSEA=.04) (Erol ve Şimşek 2000).

Ergenlere, bakım verenlerin yaklaşımını, kendi problem çözme becerilerini ve düşünme biçimlerini belirlemeyi amaçlayan bazı sorular sorulmuştur. Bakım verenlerin yaklaşımı, ?bu kurumda çalışanlar ihtiyacın olduğunda sana destek olurlar mı? ve ?bu kurumda senin üzüntü ve sevinçlerini paylaşan bir personel/meslek elemanı' var mı? şeklinde iki soruyla değerlendirilmiştir. Ergenin problem çözme becerisi, ?karşılaştığım sorunlara farklı çözümler bulabilirim', ?sorunlarımı adım adım çözmeye çalışırım', ?sorunu çözemediğim zaman bana yardımcı olacak biriyle konuşur, tekrar denerim' şeklindeki maddelere ?evet-hayır- yanıtları alınmaya çalışılarak belirlenmiştir. Düşünme biçimi ise, ?herşey varacağı yere varır, ben bir şey yapamam, elimden bir şey gelmez', ?olanlar karşısında kaderim buymuş diye düşünürüm' ya da ?mücadeleyi sonuna kadar sürdürürüm' şeklindeki sorularla değerlendirilmiştir.
Öğretmen bilgi formuna ?damgalama' ile ilgili, ?bu öğrenciniz sınıf arkadaşları tarafından dışlanır mı?', ?yuvada büyümesiyle ilgili dalga geçilir mi?, ?diğer çocukların aileleri bu çocuklardan yakınır mı?', ?genelde öğretmenlerin tavrı nasıldır?', ?çalışan personelin tavrı nasıldır?', ?okul yönetiminin bu çocukların okula kabulü ile ilgili yaklaşımı nasıldır?' şeklinde altı soru sorulmuştur.

Ergenlerin düşünme biçimi, bakım verenin niteliği, problem çözme becerisi ve damgalama ile ilgili sorular, daha önce yapılan benzer çalışmalarda kullanılan ve bizim de ergenler ve öğretmenlerle yaptığımız odak grup görüşmelerinde sıklıkla belirtilen sorunlardan yola çıkılarak oluşturulmuştur.

İstatistiksel işlem

Veri girişi ve analizi ?SPSS 10.0? istatistik programı kullanılarak yapılmıştır. Veri kontrolü yapıldıktan sonra, karşılaştırma grubu olarak kullanılan Türkiye Ruh Sağlığı Araştırmasında CBCL, TRF ve YSR'nin 1991 formunun kullanılması, bu çalışmada ise 2001 formunun kullanılması nedeniyle toplam 113 maddeden değişikliğe uğrayan 6 madde analizlerden çıkarılmıştır. Ayrıca analizler içe yönelim, dışa yönelim genel sendrom grubuna girmeyen sosyal sorunlar, düşünce sorunları ve dikkat sorunları ile toplam problem puanı üzerinden yapılmıştır.

Sorun davranışların görülme sıklığını saptamak için alt testlerde 98. persentile karşılık gelen ham puanlar, içe yönelim, dışa yönelim ve toplam problem puanında ise 90. persentile karşılık gelen ham puanlar kesme noktası olarak kabul edilerek sorunların görülme sıklığı saptanmıştır (Achenbach ve Rescorla 2001). Kurum bakımının sorun davranışlara mutlak etkisini göstermek için ayrıca tahmini rölatif risk (TRR) ve güven aralıkları da (GA) hesaplanmıştır. Analizlerde %95 güven düzeyi temel alınmıştır.

CBCL, YSR ve TRF'den elde edilen puanların, kendi ailesi yanında ve yuva/yurtta büyümeye göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemek için; iki ortalama arasındaki farkı analiz etmede t testi, üç ve daha fazla ortalama için varyans analizi (çoklu karşılaştırma yöntemi Tukey), bağımsız değişkenlere göre görülme sıklıkları arasında farkı belirlemede ki-kare testi ve sürekli değişkenler arasındaki ilişkiyi test etmede pearson korelasyon testi kullanılmıştır. Yapılan tekli analizlerde anlamlı farklılık gösteren bağımsız değişkenlerin her bir ölçek için Toplam Probleme birlikte etkisini ve her bir değişkenin bağımsız etkisini görebilmek için çoklu regresyon modeli uygulanmıştır. Her ölçek için ayrı ayrı uygulanan çoklu regresyon analizlerinde modellerin uygunluğu Durbin-Watson analizi ile anlamlı doğrusal modeller olup olmadıkları F analizi ile değerlendirilmiştir (Aksakoğlu 2001).

BULGULAR

Araştırmaya katılan toplam 674 çocuğun cinsiyete, yaşa ve kurum bakımına ilişkin özellikleri Tablo 1'de gösterilmiştir. Çocukların cinsiyet ve yaş dağılımları benzerdir. Yaklaşık yarısının 6 ve yukarı yaşlarda kurum bakımına verildiği, ancak her beş çocuktan birinin 3 yaş ve altında kuruma verildiği saptanmıştır. Çocukların çoğunluğu aile birliğinin bozulması nedeniyle kuruma bırakılmış olup, yaklaşık %70'inin annesi, babası ya da her ikisi de hayattadır.

İçe yönelim, dışa yönelim ve toplam problem

Tablo 2 izlendiğinde, anneler/bakım verenler içe yönelim sorunlarını kurum bakımında büyüyen çocuklarda ailesi yanında büyüyenlere göre daha az, dışa yönelim ve toplam problemi sırasıyla 3.7 ve 2.3 kat oranında anlamlı olarak yüksek bildirmişlerdir (p<0.05). Cinsiyet ve yaş gruplarına göre incelendiğinde, İçe Yönelim sorunları kurum bakımındaki kızlarda ve küçük yaş erkeklerde, aile yanında büyüyenlerde ise 12 yaş ve üstü kızlarda diğer gruplara göre anlamlı olarak yüksektir (p<0.05). Dışa yönelim ve toplam problem kurumda ve ailede küçük yaş erkeklerde anlamlı olarak yüksek bildirilmiştir (p<0.05).

Öğretmenlerden elde edilen puanlar analiz edildiğinde, öğretmenler içe yönelim, dışa yönelim ve toplam problemi kurumda büyüyenlerde anlamlı olarak yüksek bildirmişlerdir (Tablo 3). Cinsiyet ve yaş grupları açısından, öğretmenler içe yönelim sorunlarının yuvada büyük kızlarda, dışa yönelim sorunlarının ve toplam problemin küçük erkek çocuklarda anlamlı olarak daha fazla olduğunu, ailesiyle yaşayan çocuklarda ise içe yönelimin tüm yaş grubu kızlarda, dışa yönelim ve toplam problemin erkeklerde kızlara oranla anlamlı olarak yüksek görüldüğünü bildirmişlerdir (p<0.05).

Kurumda büyüyen ergenler diğer bilgi kaynaklarına göre sorunların görülme sıklığını yaklaşık 2-4 kat daha yüksek bildirmişlerdir (p<0.05). Ergenlere göre sorun davranışların görülme sıklığı yaş ve cinsiyete göre hem kurumda hem de ailesinin yanında büyüyenlerde benzerdir (p>0.05).

Sosyal sorunlar, düşünce sorunları ve dikkat sorunları

Tablo 3'de izlendiği gibi, anneler/bakım verenler, öğretmenler ve ergenler sosyal sorunları, düşünce sorunlarını ve dikkat sorunlarını kurum bakımında anlamlı olarak yüksek bildirmişlerdir (p<0.05). Kurum bakımında büyüyen çocuklarda anneler/bakım verenler ve ergenler dikkat sorunlarını, öğretmenler ise düşünce sorunlarını daha yüksek bildirmişlerdir. Toplum örneğinde bilgi kaynaklarına göre her üç alt testin görülme sıklığı benzerlik göstermektedir.

Cinsiyet ve yaşa göre analiz edildiğinde, anneler/bakım verenlere göre, sosyal sorunlar toplum örneğinde küçük yaş erkeklerde (%5) büyük yaş grubuna göre anlamlı farklılık gösterirken (p<0.05), kurum bakımındaki çocuklarda yaş ve cinsiyete göre farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Düşünce sorunları alt testi açısından kurum bakımında ve toplum örneğinde yaş ve cinsiyet farkı saptanmamıştır (p>0.05). Dikkat sorunları alt testinde ise, kurum bakımındaki çocuklarda yaş ve cinsiyete göre farklılık bulunmazken, ailesi yanında büyüyen erkeklerde kızlara göre dikkat sorunları anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.05).

Öğretmenlerden elde edilen veriye göre, sosyal sorunlar ve dikkat sorunlarında kurum bakımındaki çocuklarda yaş ve cinsiyet farkı saptanmamıştır (p>0.05). Toplum örneğinde ise, dikkat sorunları erkeklerde kızlara göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.05). Düşünce sorunlarının sıklığı ise her iki gruptada küçük yaş erkeklere daha yüksektir (p<0.05).
Ergenlerden elde edilen veri analizlerinde ise her üç alt ölçekte de yaş ve cinsiyet farkı saptanmamıştır (p>0.05).

Sorun davranışlarla ilişkili koruyucu ve risk faktörleri


Tablo 4'de CBCL, TRF ve YSR'den elde edilen toplam problem problemini açıklayan değişkenlerle ilgili çoklu regresyon analizi özet sonuçları verilmiştir. Tekli analizlerde, CBCL toplam problem puanıyla çocuğun yaşı, cinsiyeti, çocuğun küçük yaşta kuruma alınması, kuruma alınma nedeninin istismar olması, bu kuruma gelmeden önce başka bir kurumda yaşaması, çocuğun tekrarlayan bir hastalığının varlığı, iki ve daha fazla sayıda kurum değiştirmesi, yeterlik durumu, aile ya da yakınlarıyla ilişkinin sürekliliği, çocuğun etkinliklere katılması ile toplam problem puanı arasında anlamlı ilişki saptanmıştır (P<0.05).

Tablo 4'de görüldüğü gibi, çoklu regresyon analizi sonucunda belirtilen değişkenlerin CBCL'den elde edilen toplam problemdeki değişimin %23'ünü açıkladığı, küçük yaşta kuruma alınmanın, iki ya da daha fazla sayıda kurum değiştirmenin, istismar nedeniyle koruma altına alınmanın, tekrarlayan tıbbi sorunların sorun davranışları arttırdığı, çocuğun yeterlik düzeyinin yüksek olmasının ise sorun davranışları azalttığı saptanmıştır (P<0.05).

Öğretmenlere uygulanan TRF ölçeğinden elde edilen toplam problem puanıyla tekli analizlerde, çocuğun yaşı, cinsiyeti, kurum bakımına alınma nedeni, kurum bakımına alınma yaşı, kurum değişikliği sayısı, yeterlik durumu, ailenin hayatta olma durumu, aileyle/akrabalarla düzenli ilişki, okul-kurum arasındaki etkileşim, çocuğun okul etkinliklere katılımı ve arkadaşları/aileler tarafından damgalanma ve toplam problem arasında anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.05). Bu değişkenlerin toplam problemdeki değişimin %73'ünü açıkladığı belirlenmiştir. Bu modele göre, küçük yaşta olma, kurum bakımına küçük yaşta alınma, istismar ve ihmal nedeniyle kurum bakımına alınma ve damgalamanın tek başlarına sorun davranışları etkileyen ve ortalama 3-38 puan arasında arttıran risk faktörleri olduğu saptanmıştır (p<0.05). Modelde koruyucu faktörler olarak, çocuk-aile/akraba/yakınları arasında düzenli iletişimin olması, okul-kurum ilişkisinin olması, çocuğun okul etkinliklerine katılması, bakım verenin destekleyici yaklaşımı ve yeterlik düzeyinin yüksekliğinin sorun davranış puanını ortalama 4.1?20.8 arasında azaltan faktörler olduğu saptanmıştır (p<0.05).

Ergenlere uygulanan YSR toplam problemi ile bağımsız değişkenler arasında ilişki olup olmadığı analiz edilmiştir. Tekli analizler sonucunda yaş, bakım verenin özelliği, ergenin kaderci anlayışı, problem çözme becerisi, akademik başarısı, sosyal ilişkileri, sigara ve alkol kullanma durumu ile toplam problem arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.05). Toplam problem ile anlamlı ilişkide bulunan değişkenler çoklu regresyon analizi modeli ile test edilmiş, bu değişkenlerin toplam problem puanındaki değişimin yaklaşık %33'ünü açıkladığı saptanmıştır (Tablo 4). Bakım verenlerin destekleyici yaklaşımı ve ergenin problem çözme becerisinin sorun davranışları 4-6 puan arasında düşürdüğü, dolayısıyla koruyucu faktörler olduğu, kaderci düşünme şeklinin ve madde kullanımının sorun davranış puanını 13-15 puan arttırdığı ve önemli risk faktörleri olduğu saptanmıştır (p<0.05).

Ruh sağlığı hizmet ihtiyacı


Kurum bakımı altındaki çocukların ruh sağlığı hizmet ihtiyacını belirlemek için, sosyo-demografik bilgi formuna çocuğun herhangi bir ruhsal tedavi görüp görmediğini belirlemek üzere bir soru eklenmiştir. Buna göre toplam 674 çocuktan %2.4'ünün ruh sağlığı hizmetinden yararlandığı saptanmıştır. Şekil 1'de de izlendiği gibi, klinik düzeyde sorun davranış görülme sıklığı bilgi kaynaklarına göre farklılık göstermekle birlikte (%18.3-%47) çalışmada çocukların sadece %2.4'ünün ruh sağlığı hizmetinden yararlandığı saptanmıştır.

TARTIŞMA

Ülkemizde kurumlarda büyüyen çocukları temsil eden bir örnekte, ailesinin yanında büyüyen çocuklarla karşılaştırmalı olarak yürütülen bu araştırmanın sonuçları daha önce yapılan çalışmalara benzer şekilde kurum bakımının 6-18 yaşları arasındaki çocukların duygusal ve davranışsal gelişimini olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir (Fisher ve ark. 1997,Vorria ve ark. 1998, Rutter ve ark. 1999, Roy ve ark. 2000, Maclean 2003). Bu çalışmanın önemi, Türkiye'de çocuk yuva ve yurtlarının niteliğinin iyileştirilmeye çalışılmasına rağmen, bu bakım türünün halen çocukların gelişiminde olumsuz yönde önemli etkiye sahip olduğunu, çocuk ruh sağlığının korunmasında kurum bakımı kapsamında neler yapılabileceğini ve ruh sağlığı hizmet ihtiyacını ortaya koyması açısından önemlidir.

Sorun davranışların görülme sıklığı

Araştırmada sorun davranışların görülme sıklığı bakım verenlerden, öğretmenlerden ve ergenlerin kendilerinden alınan bilgiler doğrultusunda saptanmıştır. Çoklu bilgi kaynaklarına göre toplam problemin görülme sıklığı kurum bakımında %18.3 ile %47 arasında, ailesi yanında büyüyenlerde ise %9 ile %11 arasında olduğu, kurum bakımının toplam problemin görülme sıklığını ortalama 2.1 ile 4.6 kat arasında arttırdığı saptanmıştır. CBCL kullanılarak yapılan çalışmalarda kurum bakımında sorun davranışların görülme sıklığı yaklaşık %20-78 arasında bildirilmektedir (Burns ve ark. 2004).

Anksiyete, depresyon ve somatik sorunlardan oluşan içe yönelim sorunlarının görülme sıklığı kurum bakımındaki çocuklarda %6.2 ile %40.1 arasında değişirken, ailesi yanında büyüyen çocuklarda %8.9 ile %11.5 arasında olduğu saptanmıştır. Saldırgan davranışlar ve kurallara karşı gelme alt testlerinden oluşan dışa yönelim sorunlarının görülme sıklığı, kurumda %21.4-41.9, aile yanında %6.9-10.9 arasında bildirilmiştir. Bu bulgulara dayalı olarak, kurum bakımının bakım verenler dışında içe yönelim sorunlarını 1.7-3.4 kat arasında yükselttiği, dışa yönelim sorunlarını ise farklı bilgi kaynakları 2.5-3.9 kat arttırdığını bildirmişlerdir.

Kurum bakımındaki ve toplum örneğindeki ergenler içe yönelim ve dışa yönelim sorunlarının sıklığını benzer şekilde bildirmişlerdir. Ancak, bakım verenler ve öğretmenler dışa yönelim sorunlarının kurum bakımındaki çocuklarda daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir. Yurt dışında yapılan çalışmalarda da bizim bulgumuza benzer şekilde, kurum bakımında büyüyen çocuklarda dışa yönelim sorunlarının içe yönelim sorunlarına göre daha fazla görüldüğü bildirilmiştir. Bu durumun nedeni olarak, çocuğun küçük yaşta ailesinden ayrılmasının bağlanma sorunlarına neden olması ve bağlanma sorunlarının da dışa yönelim sorunlarını arttırdığı yönündedir (Keil ve Price 2006).

Bu çalışmada dışa yönelim, içe yönelim yanı sıra sosyal sorunlar, düşünce sorunları ve dikkat sorunlarının görülme sıklığı ve risk oranları belirlenmeye çalışılmıştır. Bakım verenler, öğretmenler ve ergenlerin bildirimlerine göre kurum bakımının sosyal sorunları ortalama 2.5 ile 4 kat, düşünce sorunlarını ortalama 2.6 ile 8.9 kat, dikkat sorunlarını ise 3.7 ile 13.1 kat arasında arttırdığı saptanmıştır. Bu bulgu, kurum bakımının içe yönelim ve dışa yönelim sorunlarına karşın dikkat ve düşünce sorunları için daha büyük bir risk faktörü olduğunu göstermektedir. Farklı ülkelerde toplum örneğinde dikkat sorunlarının görülme sıklığı %2-16 arasında bildirilmektedir (Gidwani ve ark. 2006). Profesyonellerin içe yönelim ve dışa yönelim sorunları yanı sıra özellikle ergenlerde düşünce sorunları ve dikkat sorunlarına önem vermeleri gerekmektedir. İlgili kaynaklarda çoğunlukla hiperaktivite ve dikkat eksikliği üzerinde durulmaktadır (Rushton ve Minnis 2002).

Sorun davranışlarla ilişkili koruyucu ve risk faktörleri

Çocuk ruh sağlığı alanında koruyucu faktörler üç düzeyde tanımlanmaktadır (Garmezy 1985). Bunlar genel olarak, bilişsel yetenekler, başa çıkma davranışları, aileden bir erişkinin çocukla olumlu etkileşimi ve ihmal ve istismarın olmayışıdır. (Werner ve Smith 1982, Rutter 1990, Masten ve Coatsworth 1998). Bizim çalışmamızda, yurt dışı çalışmalarda da saptandığı gibi, çocuğun aile, akraba ya da yakınlarından biriyle sürekli iletişimi ve yeterlik düzeyinin yüksek olması psikopatoloji riskini azaltmaktadır (Werner ve Smith 1982, Rutter 1990, Masten ve Coatsworth 1998).

Kurum bakımında çocuk ruh sağlığıyla ilişkili bir diğer faktör okul-yuva/yurt işbirliğinin olması ve çocuğun okul aktivitelerine katılımıdır. Yapılan çalışmalarda sınıf öğretmenleriyle kurum personelinin işbirliğinin sorun davranışları azalttığı bildirilmektedir. Bu çalışmalarda özellikle sorunların erken dönemde fark edilmesinin ve uygun desteğin verilmesinin psikopatoloji riskini azalttığı gösterilmiştir (Jackson 1994).

Önceki çalışmalarla uyumlu olarak, ergenlerden elde edilen bilgilere göre, bakım verenlerin niteliği sorun davranışlar için önemli bir açıklayıcı faktördür (Zeanah 2000, Ellis ve ark. 2004). Çocuk ve bakım veren arasında güvene dayalı, destekleyici, süreklilik gösteren sıcak, sevgi dolu ve tutarlı bir ilişkinin olması ruh sağlığını koruyan önde gelen faktörlerdir. Bu nedenle, bakım verenlerin eğitimi önleyici müdahaleler arasında önemli bir adım olarak tanımlanmaktadır. Bunun yanı sıra, özellikle ergenler için problem çözme becerilerinin arttırılması sorun davranışlarla güçlü ilişkisi bulunan bir diğer koruyucu faktördür.

Her üç bilgi kaynağından elde edilen bulgulara göre, çocuğun kuruma alınma yaşının küçük olması, daha önce başka bir kurumda yaşaması, çocuğun 2 ya da daha fazla kurum değiştirmesi, çocuğun tekrarlayan bir fiziksel hastalığının olması duygusal ve davranışsal sorunları artıran önemli zorlayıcılar olarak saptanmıştır. Belirtilen faktörler diğer araştırmalarla da benzerlik göstermektedir (Ames 1997, Beckett ve ark. 2002, Fisher ve ark. 1997, Marcovitch ve ark. 1997). Avrupa Birliği'nin, Dünya Sağlık Örgütü ve İngiltere'de bulunan Birmingham Üniversitesi işbirliğiyle 2002/2003 yılları arasında yürütülen ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu 33 ülkeyi kapsayan Daphne Programı kapsamında, yaklaşık 23.099 3 yaş ve altı çocuğa yuvalarda bakım verildiği saptanmıştır. Çalışma sonunda, yıllardır yapılan araştırmalarda da ortaya konulduğu gibi, 3 yaş ve altında olan hiçbir çocuğun ona bire bir bakımveren bir kişi olmadan yuvada kalmaması gereği üzerinde durulmaktadır. Acil durumlarda 3 aydan fazla olmamak koşulu ile yüksek-nitelikli yuvaların kullanılabileceği vurgulanmıştır (Brown ve ark. 2005).

Çalışmada saptanan bir diğer risk faktörü damgalamadır. Damgalama, bireyin sosyal statüsünü, sosyal ilişkilerini bozan, kendine güven duygusunu azaltan, yalnızlık, umutsuzluk ve psikolojik belirtileri arttıran bir durumdur (Rosen ve ark. 2000, Ritsher ve ark. 2003). Bizim çalışmamızda da önceki çalışmalarda olduğu gibi, çocuğun okul arkadaşları ve sosyal çevresinden dışlanmasının duygusal ve davranışsal sorunları arttıran önemli bir faktör olduğu görülmüştür (Link ve Phelan 2001). Kurum bakımı altında yaşayan çocuklarımız toplumsal yargılamalarla karşı karşıya kalmaktadır. ?Yuvalılar ayağa kalksın?, ?yuvalıların servisi geldi' gibi yaşanan bu ayrımcı tutumlar çocukları çok incitmektedir. Haklı olarak yuva ve yurt çocuğu olduğunu okuldaki, dersanedeki öğretmenine, arkadaşlarına söylemekten kaçınan çocuklarımız bulunmaktadır. Bireyselliklerin yok edilmesi, çocukların güçlü yanlarına odaklanmak yerine kurumda büyümesinin ön plana çıkartılması onları örselemektedir. Üstelik ne yazık ki kuruluş personeli iş yükü fazlalığından dolayı çocukların veli toplantılarına katılamamakta ve çocuklar kendilerini sahipsiz hissetmektedirler. Çocuklar hem toplumsal değer yargılarımızla tek başlarına başetmek durumunda kalmakta hem de bireysel güçlüklerini yaşamaktadırlar. Toplumu ?yuva/yurt personelini, okulları, anne babaları ve tüm kesimi bu gibi konularda duyarlı hale getirebilmek çok önemlidir.

Çocuğun yoksulluk ve aile parçalanması gibi nedenlerle koruma altına alınması kurum bakımı sürecinde daha az olumsuzluk yaratan bir durum olarak belirlenmiştir. Oysa çocuk ihmali ve istismarı bu çalışmada da bir kez daha ortaya konulduğu gibi ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyen önemli bir risk faktörüdür. Yurt dışı çalışmalarda da çocuğa yönelik istismarın fiziksel, duygusal, davranışsal ve bilişsel fonksiyonları etkilediği ortaya konmuştur (Cicchetti ve Toth 2000, De Bellis 2001, Manly ve ark. 2001).

Çalışmamızda ergenler için saptanan bir diğer risk faktörü kaderci düşüncedir. Kadercilik, diğer bir deyişle kişininin kendi yaşamında bir dış gücün etkili olduğu inancı ile kendi gücünün yok sayılmasıdır. Kaderci düşünce yaklaşımı ile ruhsal sorunlar arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalarda, kaderciliğin ergen ruh sağlığı için bir risk oluşturduğu bildirilmiştir (Roberts ve ark. 2000). Bu sonuç, çocuk ve gençlerimize sorun çözme, sorunlarla başetme ve sosyal beceri geliştirme konularında destek olunması gereğini ortaya koymuştur. Çalışmada son olarak sigara ve alkol kullanmanın daha önce yapılan çalışmalarla uyumlu olarak çocuk ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyen bir risk olduğu belirlenmiştir (Crowley ve Riggs 1995).

Ruh sağlığı hizmet ihtiyacı

Bu çalışmada toplam 674 çocuktan bakım verenler, öğretmenler ve gençlerden elde edilen bilgilere göre %18 ile %40 arasındaki çocuğun klinik düzeyde sorun davranışı olduğu bildirilirken, çocuklardan yalnızca %2.4'ünün ruh sağlığı hizmeti aldığı saptanmıştır. Burns ve arkadaşları (2004) tarafından yapılan çalışmada da sorun davranış sıklığı %47.9 olarak saptanmış ve ruh sağlığı hizmeti alanların %11.7 olduğu belirlenmiştir. Belirtilen çalışmada ruh sağlığı hizmeti almaya engel olan durumların; yetersiz kaynak, çalışanların iş yükü nedeniyle farkındalıklarının düşüklüğü ve sosyal hizmet alanında çalışanların ruh sağlığı eğitiminin yetersizliği sonucu olgu saptama becerilerinin düşük olması şeklinde belirtilmiştir (Burns ve ark. 2004). Ülkemizde Erol (2004) ve Aktaş (2004) tarafından yapılan çalışmalarda da sosyal hizmet kuruluşlarında iş yükü, profesyonel personel yetersizliği, çocuk ruh sağlığı konusunda eğitimlerin yetersiz olması ve meslek elemanlarının bürokratik işlerle uğraşmaktan mesleki fonksiyonlarını yerine getiremedikleri belirtilmiştir.

SONUÇ

Bu çalışmanın sonuçları kurum bakımındaki çocukların ruh sağlığının korunması ve geliştirilmesine yönelik önemli ipuçları vermektedir. Ancak kadercilik, damgalama, bakım verenlerin niteliği ve problem çözme becerisine yönelik ölçeklerin kullanılmaması, bu değişkenlerin sadece odak grup görüşmelerinden ve benzer çalışmalarda kullanılan sorularla belirlenmeye çalışılması araştırmanın önemli bir sınırlılığıdır. Belirtilen konularda ayrıntılı çalışmaların yapılması bu alandaki literatüre katkıda bulunacaktır.

Araştırmanın kesitsel nitelikte epidemiyolojik bir çalışma olması nedeniyle, sorun davranışların görülme sıklığını, ilişkili koruyucu ve risk faktörleri ile ruh sağlığı hizmet ihtiyacını vermektedir. Toplum örneği ile karşılaştırmalı yapılan bu çalışma kurum bakımındaki çocuk ve gençlerin çocuk ruh sağlığı açısından önemli bir risk grubu oluşturduğunu göstermektedir. Risk ve koruyucu faktörlerin belirlenmesi, sosyal hizmet alanında çalışanların aileye, okula ve çevreye yönelik hangi çalışmaları yapmaları konusunda bilgi vermektedir. Çocuk refahı alanında, çocuklar için güvenli, onları koruyan kollayan bir çevre oluşturmak için, çocukların haklarını koruyucu, kanıta dayalı, gelişimsel dönemlere duyarlı müdahale programlarının geliştirilmesi gerekmektedir. Erken tanı ve tedavi için fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan taramaların yapılması, çocuğun ihtiyaçlarının değerlendirilmesi ve izlemi önemlidir. Bulgular, müdahalelerin disiplinlerarası yaklaşımla, hizmetler arasında koordinasyon sağlanarak aile, akraba, bakım verenleri kapsayıcı nitelikte olmasını, sosyal beceri eğitimi, problem çözme becerisi, yeterli destek, yeterliliği arttırıcı programların yapılmasını, damgalamayı azaltmaya yönelik çabaların gerekliliğini göstermektedir. Ülkemizde, yoksulluk, göç, işsizlik, aile parçalanması, fiziksel ve ruhsal hastalıklar, ihmal ve istismar gibi pek çok nedene bağlı olarak her yıl korunmaya muhtaç çocuk sayısı artmaktadır. Halen yaygın olan hizmet sunum sistemi açısından durum değerlendirildiğinde de, hizmetlerin çoğunlukla sorun ortaya çıktıktan sonra verilmeye çalışıldığı, sorunu önlemeye yönelik hizmetlerin etkinliğinin, ulaşılabilirliğinin ve kapsamının yetersiz olduğu bilinmektedir. Oysa gerek ulusal gerekse uluslar arası bağlayıcı nitelikteki yasa ve sözleşmelerde ve sahip olunan politikalarda önceliğin koruyucu hizmetlere yönelik olması gerektiği belirtilmektedir.

Önleyici/koruyucu çalışmalar arasında; sağlıklı evlilik birlikteliğinin kurulması, evliliği sağlıklı sürdürmenin sağlanması, ailelerin çocuk yetiştirme sorumluluk ve bilincinin yükseltilmesi, ergen gebeliklerin önlenmesi, risk altındaki ailelerin erken dönemde saptanması ve gerekli desteğin verilmesi gibi sıklıkla benimsenen yaklaşımlar yer almaktadır (Şimşek 2001).

Bu çalışma ile aile-çocuk birlikteliği sağlanamadığı durumlarda, koruyucu aile, evlat edinme, akraba koruması, aile tipi hizmet modelleri gibi çocuğun aile ortamında büyümesini sağlayıcı hizmetlerin gerekliliği ortaya konmaktadır. Toplum olarak hepimizin çocukların ve ergenlerin sesi olabilme ve onların haklarına sahip çıkma sorumluluğumuz vardır. Ayrıca çocuk ve ergenleri koruma görevimiz vardır. Son zamanlarda çocukların sesleri medya aracılığı ile duyulmaya başlamıştır. Kurum bakımında yetişen her çocuk ve gencimiz sorunlu değildir. Önemli olan hangi koruyucu etkenlerin onları koruduğunu ortaya koyabilmektir. Bu konudaki bilimsel araştırmalar, sorunların objektif, yansız, çoklu bilgi kaynaklarından elde edilerek, koruyucu ve risk faktörlerini ortaya koyarak ve alternatif çözüm ve yaklaşımlar üreterek ele alınmasını sağlayacaktır.

KAYNAKLAR

AchenbachTM (1991a) Manual for the Child Behavior Checklist/4?18 and 1991 Profile. University of Vermont, Department of Psychiatry. Burlington, VT.
Achenbach TM (1991b) Manual for The Teacher's Report Form and 1991 Profile. University of Vermont, Department of Psychiatry, Burlington VT.
Achenbach TM (1991c) Manual for The Youth Self-Report and 1991 Profile. University of Vermont, Department of Psychiatry, Burlington VT.
Achenbach TM, Rescorla LA (2001) Manual for the ASEBA school-age forms & profiles. Burlington, VT: University of Vermont, Research Center for Children, Youth, and Families.
Aksakoğlu G (2001) Sağlıkta Araştırma Teknikleri ve Analiz yöntemleri. Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir.
Aktaş ** (2004) ?Türkiye'de korunmaya muhtaç çocuklar ve çalışan personel?. Koruma Altındaki Çocuklar Prof. Dr. Mualla Öztürk Anısına XVII. Sempozyum Sunuları ? 23-25 Şubat 2004 (Yayına hazırlayan Runa Uslu). Ankara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Yayınları, Yayın no: IX. Ankara Üniversitesi Basımevi, 159?193.
Ames EW (1997) Development of Romanian Orphanage children adopted to Canada. Final report to the Human Resources Development Office, Ottowa, Canada.
Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Ulusal Eylem Planı. (shcek@gov.tr). Erişim Tarihi: 08.08.2005.
Beckett C, Bredenkamp D, Castle J ve ark. (2002) Behavior problems associated with institutional deprivation: A study of children adopted from Romania. J Dev Behav Pediatr, 23: 297?303.
Brown KD, Giachtitsis CH, Johnson R ve ark. (2005) European Commission Daphne Programme in collaboration with the World Health Organization Regional Office for Europe & The University of Birmingham, UK (2005) Mapping the number and characteristics of children under three in institutions across Europe at risk of harm. Birmingham, UK.
Burns BJ, Phillips SD, Wagner HR ve ark. (2004) Mental health need and access to mental health services by youths involved with child welfare: A national survey.J ** Acad Child Adolescent Psychiatry, 43 Msn Note: 960?970.
Cicchetti D, Toth S (2000) Developmental processes in maltreated children. In. D. Hansen (Ed.), Nebraska Symposium on Motivation, vol. 46, 1998: Motivation & Child Maltreatment (pp. 85-160). Lincoln, NE: University of Nebraska Pres.
Crowley TJ, Riggs PD (1995), Adolescent substance use disorder with conduct disorder and comorbid conditions. NIDA Res Monogr, 156: 49-111.
De Bellis M (2001) Developmental traumatology: The psychobiological development of maltreated children and its implications for research, treatment, and policy. Dev Psychopathol, 13: 539?564.
Dümenci L, Erol N, Achenbach TM, Simsek Z (2004) Measurement structure of the Turkish translation of the Child Behavior Checklist using confirmatory factor analytic approaches to validation of syndromal constructs. J Abnorm Child Psychol, 32(3): 337?342.
Ellis BH, Fisher PA, Zaharie S (2004) Predictors of disruptive behavior, developmental delays, anxiety, and affective symptomatology among institutionally reared romanian children. J ** Acad Child Adolescent Psychiatry, 43(10):1283?1292.
Ekşi A (2004) Koruma altında çocuklar; Dünyada beş kıtanın çeşitli ülkelerinden örnekler- Koruma Altındaki Çocuklar-Şubat 2004 (Yayına hazırlayan Runa Uslu). Ankara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Yayınları, Yayın no: IX. Ankara Üniversitesi Basımevi, 9?24.
Erol N, Arslan BL, Akçakın M (1995) The adaptation and standardization of the Child Behavior Checklist among 6-18 Year-Old Turkish Children. In J Sergeant (ed.), Eunethydis: European Approaches to Hyperkinetic Disoreder. Zurich: Fotoratar. 97?113.
Erol N, Şimsek Z (1998) Çocuk ve Gençlerde Ruh Sağlığı: Yeterlik Alanları, Davranış ve Duygusal Sorunların Dağılımı. In N. Erol, C. Kılıç, M Ulusoy, M Keçeçi, Z Şimsek (eds). Türkiye Ruh Sağlığı Profili Raporu, T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Eksen Tanıtım Ltd. Şti. Ankara: 25?75.
Erol N, Şimsek Z (2000) Mental Health of Turkish Children: Behavioral and Emotional Problems Reported by Parents, Teachers and Adolescents. International Perspectives on Child and Adolescent Mental Health, N. Singh, JP Leung, AN Singh (Ed), Elsevier Science Ltd; 223?247.
Erol N (2004) Yuva, Yetiştirme Yurtları Sorunun mu Yoksa Çözümün mü Parçası? Koruma Altındaki Çocuklar; Prof. Dr. Mualla Öztürk Anısına XVII. Sempozyum Sunuları ? 23?25 Şubat 2004 (Yayına hazırlayan Runa Uslu). Ankara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Yayınları, Yayın no: IX. Ankara Üniversitesi Basımevi; 33?140.
Erol N, Şimşek Z, Üstüner S (2005) Çiçekli Dünyamda Elimi Yalnız Bırakma; Dünyada ve Türkiye'de Çocuk Koruma Sistemleri; Kurum Bakımı, Koruyucu Aile ve Evlat Edinme. Ümit Matbaacılık. Ankara.
Fisher L, Ames EW, Chisholm K ve ark. (1997) Problems reported by parents of Romanian orphans adopted to British Columbia. Int J Behav Dev, 20: 67?83.
Garmezy N (1985) Stres-resistant children: The search of protective factors. In J. E. Stevenson, Recent research in developmental psychopathology (pp:213-233). Tarrytown, NY: Pergamon Press.
Gidwani PP, Opitz GM, Perin JM (2006) Mother's view on hyperactivity: A cross-cultural perspective. Dev Behav Pediatr, 27 (2): 121?126.
Jackson S (1994) Education on residential child care. Oxford Review of Education, 20 (3): 267?279.
Keil V, Price JM (2006) Externalizing behavior disorders in child welfare settings: Definition, prevalence, and implications for assessment and treatments. Child Youth Serv Rev, 28: 761?779.
Koşar N (1992) Sosyal Hizmetlerde Aile ve Çocuk Refahı Alanı. Yargıçoğlu Matbaası, Ankara.
Link BG, Phelan JC (2001) Conceptualizing stigma. Annu Rev Sociol, 27: 363-385.
MacLean K (2003) The impact of institutionalization on child development. Dev Psychopathol, 5: 853?884.
McCann JB, James A, Wilson S, Dunn G (1996) Prevalence of psychiatric disorders in young people in the care system. British Med J, 313: 1529?1530.
Manly J, Kim J, Rogosch F (2001) Dimensions of child maltreatment and children's adjustment: Contributions of developmental timing and subtype. Dev Psychopathol, 13: 759-782.
Masten A, Coatsworth JD (1998) The developmental of competence in favorable and unfavorable environments: Lessons from research on successful children. American Psychol, 53(2): 205?220.
Marcovitch S, Goldberg S, Gold A ve ark. (1997) Determinants of behavioral problems in Romanian children adopted to Ontario. Inter J Behav Dev, 20: 17?31.
Ritsher JB, Otilingam PG, Grajales M (2003) Internalized stigma of mental illness: Psychometric properties of a new measure. Pychiatry Res, 121: 31-49.
Roberts RE, Roberts CR, Chen IG (2000) Fatalism and risk of adolescent depression. Psychiatry, 63 (3): 239-252.
Rosen A, Walter G, Casey D ve ark. (2000) Combating psychiatric stigma: An overview of contemporary initiatives. Aust Psychiatry, 8: 19-26.
Roy P, Rutter M, Pickles A (2000) Institutional care: Risk from family background or pattern of rearing? J Child Psychology Psychiatry, 41 (2):139-149.
Rushton A, Minnis H (2002) Residential and foster family care. Child and Adolescent Pschiatry, 4. baskı, M Rutter, E Taylor (Ed.): 359-369.
Rutter M (1990) Psychosocial resilience and protective mechanisms. Risk and protective factors in the developmental of psychopathology, J Rolf, AS Masten, D Cicchetti, KH Nuechterlein, S Weintraub (Ed). Newyork, NY: Cambridge University Press, s. 651-682.
Rutter M, Anderson-Wood L, Beckett C ve ark. (1999) Quasi-autistic patterns following severe early global privation. J Child Psychology Psychiatry, 40 (4): 537?549.
Şimşek Z (2001) Çocuk Hakları açısından temel sağlık hizmetlerine yaklaşım ve sosyal hizmet?, Sosyal Hizmette Yeni Yaklaşımlar ve Sorun Alanları: Prof. Dr. Nihal Turan'a Armağan, Ankara; 69-80.
Şimşek Z (2004) ?Kurum bakımı ve çocuk ruh sağlığı: Kurum bakımı altındaki çocukların sorun davranışlarını yordayan faktörler?. Sosyal Hizmet Sempozyumu 2004: Türkiye'de Sosyal Hizmet Uygulamaları, İhtiyaç ve Sorunlar?. 4-6 Kasım 2004, Alanya. Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmetler Bölümü, Bildiri Özetleri, 49.
Tizard B, Hodges J (1978) The effect of early institutional rearing on the development of eight-year- old children. J Child Psychology Psychiatry, 19: 99?118.
The St. Petersburg-USA Orphanage Research Team (2005) Characteristics of children, caregivers, and orphanages for young children in St. Petersburg, Russian Federation. J Appl Dev Psychology, 26: 477?506.
Ulusoy M (1998) Türkiye Ruh Sağlığı Profili: Örnekleme planı ve hanehalkı anketi ile ilgili sonuçlar. In N. Erol, C. Kılıç, M Ulusoy, M Keçeçi, Z Şimsek (eds). Türkiye Ruh Sağlığı Profili Raporu, T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Eksen Tanıtım Ltd.Şti., Ankara, 25?77.
Üstüner S, Erol N, Şimşek Z (2005) Koruyucu aile bakımı altındaki çocukların davranış ve duygusal sorunları. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 12 (3): 130?140.
Vorria P, Rutter M, Pickles A ve ark. (1998) A comparative study of Greek children in long term group care and in two-parent families: I. Social, Emotional, and Behavioral differences. J Child Psychology Psychiatry, 36(4): 1633?644.
Werner E, Smith R (1982) Vulnerable but invincible: A longitudinal study of resilient children and youth. New York: Adams, Bannister, and Cox.
Wolff PH, Fesseha G (1999) The orphans of Eritrea: A Five-year follow-up study. J Child Psychol Psyc, 40: 1231?1237.
Yörükoğlu A (2003) Koruma altındaki çocuklar ve hakları. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 10(3): 148-150.
Zeanah CH (2000) Disturbances of attachment in young children adopted from institutions. J Dev Behav Pediatr, 15: 215?220.
2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu (Kabul tarihi: 24/5/1983).

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
14 Temmuz 2009       Mesaj #90
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Çocuklarda Bilgi İşlemedeki Üst İşlemlerin Yaşa Bağlı Değişimi

Psik Uzm. Kizbes YALÇIN, Psik. Prof. Sirel KARAKAŞ


GİRİŞ

Bilişsel psikolojinin çalışma alanında etkili bir bilişsel sistem, şema ve kurulumları koruyabilmeli, gerektiğinde değiştirip düzenleyebilmeli, onları yeniden oluşturabilmeli, bozucu etkilere karşı koyabilmeli, belleği tarayabilmeli, bellek izlerinin üstünde çalışabilmeli, planlar yapabilmelidir (Karakaş ve Karakaş 2000, Pennington ve Ozonoff 1996, Welsh ve Pennington 1988). İnsan bilgi işlemesinde sürdürülen bu işlemler bütününe nöropsikoloji biliminde ?yönetici işlevler' denilmektedir. Yönetici işlevler; kavramsallaştırma, perseverasyon (yineleme), kurulumu sürdürmede başarısızlık ve öğrenme gibi soyutlama yeteneğine ilişkin alt yetenek alanlarını içerir (Heaton 1981, Lezak 1995, Spreen ve Strauss 1991).

Bilişsel-deneysel psikoloji yazınında geliştirilmiş olan üst-biliş ?meta-cognition?, yönetici işlevlerdekine benzer olarak, kişinin kendi zihnindeki olay ve işlevlerin farkında olmasını, bunları amaçlı biçimde yönlendirebilmesini sağlar (Crick 2000, Dienes ve Perner 1999). Üst-bilişte hedef-düzey işlemi başlatır ve sonlandırır. Üst-düzey, sistemin tepesinde durur ve hedef-düzeydeki işleyişi izler. İzleme ?bilmeyi bilmek?i sağlar. Bilinçlilik ayrıca, ?bildiğini bilme?yi de içermektedir. Üst-biliş, hem ?geriye-dönük? izlemeyi hem de ?ileriye dönük izleme?yi sağlar (Nelson ve Narens 1990). Üst-biliş, bilişsel psikoloji kapsamında yapılan çalışmaların büyük çoğunda, bir biliş türü olan belleği içermektedir. Klasik bellek işleyişinde tanıma ve hatırlama ile ilişkili olan geriye dönük izlemeden farklı olarak ileriye dönük izleme süreçlerinden biri olan Bilme hissi ?BH; feeling of knowing: FOK? o anda hatırlanamayan maddelerin, daha ileride yapılacak olan bir hatırlama testinde ne derecede bilinebileceği veya hatırlanabileceği ile ilgilidir.

Piaget'nin Bilişsel Gelişim Kuramındaki aşamalardan soyut işlemler döneminde esneklik ve soyutluk, zihinsel olarak hipotez test etme, seçenekleri düşünerek akıl yürütme ve problem çözme yer almaktadır (Gander ve Gardiner 1998, Ergenç 2001). Bu dönem özelliklerinden biri de düşünmek için düşünme özelliğidir (Aydın 1997).

Soyut işlemler döneminde görülen özellikler, yönetici işlevler ve üst-biliş özellikleri arasında da yer almaktadır. Zihinsel gelişimin bir noktasında, ki bu nokta Piaget'ye göre ergenlik olmaktadır, işlemler üzerinde zihinsel işlemler gerçekleştirmek olanaklı hale gelir. Bilişsel sistemde yaşla birlikte görülen gelişime benzer şekilde üst-bilişte de gelişim söz konusudur; birey büyüyüp geliştikçe üst-bilişin etkinliği artar (Koriat 1993).

Çocuklarda yapılan kısıtlı sayıdaki çalışmalar BH performansının çocukluktan ergenliğe doğru gittikçe arttığını göstermiştir (Zabrucky ve Ratner 1986). Buna karşın Butterfield ve arkadaşları (1988); Lockl ve Schneider (2002) da BH kararlarının doğruluğunun gelişimsel bir eğime sahip olmadığını öne sürmüştür.

Hooper ve arkadaşları (1985) genel akıcı zeka ile; Taylor (1998) ise çalışma belleği ile soyut işlemler performansı arasında bir ilişki olduğunu belirtmiştir. Shute ve Huertas (1990), soyut işlemler dönemi ile yönetici işlevler arasında yüksek bir ilişki olduğunu belirtmişlerdir.

Bir bellek performansı sırasında potansiyel olarak iki tür cevap olabilir: hatırlama veya hatırlayamama. Yani bilme (B+) veya bilememe (B-). Kişinin kendi bellek performansı hakkındaki değerlendirmesi, yani üst-bellek performansı da üç cevap olasılığını içermektedir. Geçmişe İlişkin üst-bilişte ?Tepkinin Gerçek Doğruluk Durumu' kişinin bellek performansının doğru veya yanlış olma durumlarını içerirken, ?Tepkinin Doğruluğuna İlişkin Kişisel Değerlendirme Durumu' kişinin bellek performansı konusundaki bilginin doğruluk derecesi testinde verdiği tepki durumlarını içermektedir.

Böylece ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Kişi, doğru olarak hatırladığı tepkinin doğruluğundan eminse bildiğini biliyor: B+ B+(1); emin değilse bildiğini bilmiyor: B+ B-(1), gerçekte doğru tepki verip, bilgisi hakkında değerlendirme yapamıyorsa, Bildiğini değerlendiremeyip doğru tepki veriyordur: B+ B0(1). Kişi, yanlış hatırladığı tepkinin doğruluğundan eminse, bilmediğini bilmiyor: B- B-(1); tepkinin doğruluğundan emin değilse bilmediğini biliyor: B- B+(1), gerçekte yanlış tepki verip, bilgisi hakkında değerlendirme yapamıyorsa, Bildiğini değerlendiremeyip yanlış tepki veriyordur: B- B0(1).

Tablo 2'de ise geleceğe yönelik üst-biliş ele alınmaktadır. Bir bellek performansı sırasında potansiyel olarak yine iki tür cevap olabilir: Tanıma veya tanıyamama yani bilme (B+) veya bilememe (B-). Kişinin kendi tepkisi hakkındaki bilme hissi değerlendirmesi, yani tanınacak olan bilgi hakkındaki üst-bellek performansı, yine üç cevap olasılığını içerir: Bunlardan ilk ikisi, tepkinin doğru veya yanlış olacağına ilişkin karardır. Üçüncüsü, bilginin değerlendirilememesidir. Böylece bu cevap olasılıklarının oluşturduğu koşul birleşimleri 2 x 3'lük bir matris oluşturmaktadır. Buna göre ?Tepkinin Gerçek Doğruluk Durumu' kişinin tanıma performansının doğru veya yanlış olma durumlarını içerirken, ?Tepki Hakkındaki Bilme Hissi Değerlendirmesi' kişinin tanıma performansı konusundaki bilme hissi testinde verdiği tepki durumlarını içermektedir.

Böylece ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Kişi, yüksek bilme hissi derecesi belirtip ÖT'de doğru tepki verdiyse Bilebileceğini Biliyor: B+B+(2); düşük bilme hissi derecesi belirtip ÖT'de yanlış tepki verdiyse Bilemeyeceğini Biliyor: B-B+(2); bilme hissi hakkında değerlendirme yapamayıp ÖT'de doğru tepki verdiyse, Bilebileceğini değerlendiremeyip doğru tepki veriyordur: B+B0(2). Kişi, düşük bilme hissi derecesi belirtip ÖT'de doğru tepki verdiyse Bileceğini Bilmiyor: B+B-(2); yüksek bilme hissi derecesi belirtip ÖT'de yanlış tepki verdiyse Bilemeyeceğini Bilmiyor: B-B-(2); bilme hissi hakkında değerlendirme yapamayıp ÖT'de yanlış tepki verdiyse, Bilebileceğini değerlendiremeyip yanlış tepki veriyordur: B-B0(2) (Karakaş ve ark. 2003, Bekçi ve Karakaş 2006).

Yazın, çocuklarda bilgi işlemenin üst işlemlerinden üst-biliş, yönetici işlevler ve bilişsel gelişimi birlikte ele alan bir çalışmayı içermemektedir. Üst-bilişin alt türlerine ilişkin özgün sistematizasyonun önemli bir bölümü daha önce yetişkinlerde çalışılmış (Karakaş ve ark. 2003, Bekçi ve Karakaş 2006), ancak bunun çocuklardaki gelişimi incelenmemiştir. Bu çalışmanın amacı, bilişin üst sistemlerinin çocuklardaki durumunu ve gelişimini, belirtilen özgün sistematizasyon içinde incelemek, söz konusu bilgi işleme türleri ile yönetici işlevler ve Piaget dönemlerinin ilişkililik durumunu ortaya koymaktır.

YÖNTEMLER

Katılımcılar

Araştırmaya 2.-8. sınıfa giden 8-14 (90-172 ay) yaş grubundan 42 kız, 42 erkek olmak üzere toplam 84 katılımcı katılmıştır. Bunlar Ankara'nın Mamak ve Çankaya ilçelerindeki Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı ilköğretim okullarına devam eden öğrenciler arasından seçilmiştir. Bu grupta aşırı puanlara sahip katılımcılar elenmiş, böylece örneklem 80 çocuktan (39 kız, 41 erkek) oluşmuştur. Katılımcıların devam ettikleri sınıflara dağılımı şöyle olmuştur. İkinci sınıfta 11 kişi (% 13.8), 3. sınıfta 9 kişi (% 11.3), 4., 5., 6., 7. sınıfta 12'şer kişi (% 15) 8. sınıfta 12 kişi (% 15). Katılımcıların sosyoekonomik düzeyleri devam ettikleri okullarının bulunduğu mahallelerin gelişmişlik kodları ile belirlenmiştir (DİE 2000). Üst SED'de 27 kişi (% 33.8), orta SED'de 26 kişi (% 32.5), alt SED'de 27 kişi (% 33.8) bulunmuştur.

Araştırmaya katılanlar herhangi bir psikiyatrik, nörolojik, görme, işitme ve konuşma bozukluğu olmayan ve bilişsel yetileri etkileyen ilaç kullanmayan öğrenciler arasından seçilmiştir. Sınıf öğretmenleri ile görüşülerek belirtilen bozukluklara sahip olmayan ve bulunduğu sınıfta ortalama başarıya sahip olan öğrenciler araştırmaya dahil edilmiştir.

ARAÇ-GEREÇ ve İLGİLİ UYGULAMALAR

Wisconsin Kart Eşleme Testi (WCST)

WCST, davranışın doğruluğu konusunda verilen geri-bildirimden yararlanarak sınıflama ilkesini çıkarma, uyarıcının bir yönüne seçici olarak dikkat edebilme, geçerli olduğu sürece bu ilkeyi kullanma, yanlış davranışa yol açtığında bu ilkeden vazgeçebilmeyi içerir (Karakaş ve Başar 1993, King ve Snow 1981, Pendleton ve Heaton 1982).

Stroop Testi TBAG Formu

Stroop Testi, algısal kurulumu, değişen istekler doğrultusunda ve bir ?bozucu etki' altında değiştirebilme kolaylığını; alışılmış bir davranış örüntüsünü bastırabilme ve olağan olmayan bir davranışı yapabilme yeteneğini ortaya koyar (Spreen ve Strauss 1991).

Raven Standart Progresif Matrisler Testi (RSPM)

RSPM, sözel olmayan analitik akıl yürütme, çalışma belleği, analitik irdeleme, problem çözme, düzenli düşünme, soyutlama ile zihinsel faaliyet hızını, yani yönetici işlevlerin bir kısmını ölçmektedir (Karakaş 2004).

Mantıklı Düşünme Testi (MDT)


Mantıklı Düşünme Testi ?The Logical Thinking Test? Burney (1974) tarafından geliştirilmiş Piaget ve arkadaşlarının orijinal sorularına dayanılarak oluşturulmuştur. Bireyin kendi kendine yanıtlayabileceği kağıt-kalem testidir. Testten elde edilen toplam puandan bilişsel gelişim düzeyi yordanmaktadır (Ardaç 1984).

Üst-Biliş Görevleri

Kelime Listesi Görevi ve Bilginin Doğruluk Derecesi Testi (BDD): Çalışmada kelime çiftlerinden oluşan bir liste kullanılmıştır (Bekçi 2004). Kelime çiftleri katılımcıya görsel olarak 2 sn. hızında sunulmuştur. Öğrenme aşamasından sonra katılımcıya ilk kelimeler sözel olarak verilmiş, kendisinden ikinci kelimeyi söylemesi istenmiştir. Katılımcıdan hatırladığı her bir kelimeye ilişkin BDD'yi 5 basamaklı Likert türü ölçek üzerinden değerlendirip sözel olarak belirtmesi istenmiştir.

Bilme Hissi Testi (BHT): Hatırlanamayan kelimelerle ilgili, kelime listesindeki her bir kelime çiftinden ilkinin yer aldığı A5 büyüklüğündeki kağıtlar katılımcıya sunulmuştur. Katılımcıdan hatırlayamadığı her kelime için bilme hissi değerlendirmesi yapması ve tepkisini 5 basamaklı Likert türü ölçek üzerinden değerlendirip sözel olarak belirtmesi istenmiştir.

Ölçüt Testi (ÖT): Yazın doğrultusunda (Tekcan ve Aktürk 2001) Kelime Listesindeki her kelime çiftindeki ikinci kelimeyi içeren çoktan seçmeli tanıma testi yani ölçüt testi (ÖT) uygulanmıştır. Seçenekler doğru kelime ile üç çeldiriciden oluşmuştur.

Tüm katılımcılara yukarıda belirtilen testlerle birlikte Sağlıklı Çocuk Örneklemler İçin Bilgi Toplama Formu (Karakaş 2004) uygulanmıştır.

İşlemler

Araştırmada kullanılan testler standart yönergelerine uygun olarak, aynı uygulamacı tarafından bireysel olarak üç ayrı oturumda uygulanmıştır. Bir oturumda RSPM ve MDT; diğer oturumda WCST; bir diğerinde ise Stroop Testi TBAG Formu, Kelime Listesi Görevi, BHT ve ÖT, sunuş sıraları dengelenerek uygulanmıştır. Oturumların sırası da tam dengeleme yöntemi uyarınca belirlenmiştir.

Soyut işlemler döneminin 11-12 yaşlarında başladığı göz önünde tutularak, analizler 11 yaş altındaki ve üzerindeki çocuklar için ayrı yürütülmüştür. 1. Grupta yaşları 90-132 ay (100.85±13.10;8-11 yaş) arasında olan 40 (17 kız, 23 erkek), 2. Grupta yaşları 132-172 ay (152.70±12.13;11-14 yaş) arasında olan 40 (22 kız 18 erkek) çocuk yer almıştır. Gruplardaki cinsiyet farkı, çalışmada yer alan tüm test puanları için Bağımsız Gruplar İçin T Test analizi ile değerlendirilmiş; cinsiyet farkının istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görülmüştür.

Test puanlarını değerlendirmede, istatistiksel analiz olarak, çok değişkenli varyans analizi (multivariate analysis of variance: MANOVA), Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon Tekniği ve Temel Bileşenler Analizi uygulanmıştır.

BULGULAR

Tablo 3'de görüldüğü gibi yaşla birlikte bilişsel gelişimi değerlendirmede kullanılan testlerden bazılarından alınan puanların arttığı, testleri tamamlamada kullanılan sürenin ise azaldığı görülmüştür.

Tablo 4'de görüldüğü gibi kızların tanıma performanslarının erkeklerden daha iyi olduğu, erkeklerin ise daha az hata yapıp kendi performansları hakkında daha iyi değerlendirme yaptıkları görülmüştür.

Sosyoekonomik düzeylerin test puanları üzerindeki etkisine bakıldığında, orta SED'in alt ve üst SED'e göre daha iyi performans ortaya koyduğu görülmüştür (Tablo 5).

Yaş ile Test Puanları Arasındaki İlişkiler. Yaş ile B+ B+(1) (r= .30, p<.01), B-B- (1) (r= -.30, p<.01), B-B- (2) (r= -.26, p<.05) anlamlı olarak ilişkili bulunmuştur. Yaş ile KL'de fonetik, semantik benzerliğe sahip olup doğru hatırlanan kelime sayısı, doğru hatırlanan toplam kelime sayısı pozitif yönde anlamlı olarak ilişkili bulunmuştur.

Yaş ile WCST 3 (r= .33, p<.01), WCST 4 (r= .47, p<.01), WCST 10 (r= .36, p<.01), WCST 11 (r= .42, p<.01) arasında pozitif yönde; WCST 1 (r= -.38, p<.01), WCST 2 (r= -.46, p<.01), WCST 5 (r= -.39, p<.01), WCST 6 (r= -.40, p<.01), WCST 8 (r= -.39, p<.01) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmüştür. Stroop Testi TBAG Formu 1. Bölüm süre (r= -.54, p<.01), 2. Bölüm süre (r= -.34, p<.01), 3. Bölüm süre (r= -.49, p<.01), 4. Bölüm süre (r= -.59, p<.01), 5. Bölüm süre (r= -.50, p<.01) ile yaş negatif yönde anlamlı ilişki göstermiştir. Stroop Testi TBAG Formu 5. Bölüm hata (r =-.23, p<.05), 5. Bölüm düzeltme sayısı (r =-.23, p<.05) ile yaş arasında negatif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur.

Yaş ile RSPM A (r =.39, p< .01), RSPM B (r =.50, p< .01), RSPM C (r =.40, p< .01), RSPM D (r =.55, p< .01), RSPM E (r =.49, p< .01) pozitif yönde; RSPM Süre (r =-.79, p< .01) ile negatif yönde anlamlı ilişki göstermiştir.

Yaş ile MDT puanları (r= .47, p<.01) arasında anlamlı ilişki bulunmuştur.
Yönetici İşlevler ile Üst-Biliş Görevleri arasındaki ilişkiler. WCST 4 ile B-B-(1) arasında, WCST 7 ile B-B0(1) arasında, WCST 5 ve WCST 8 ile B+B0(1) arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. WCST 1, WCST 2 (r= -.24, p<.05), WCST 4 (r= .23, p<.05) ile B+B0(2) puanları arasında anlamlı ilişki olduğu görülmüştür. WCST 1, WCST 2, WCST 4, WCST 7, WCST 9, WCST 11 puanları ile KL'de doğru ve yanlış hatırlanan kelimeler arasında düşük düzeyde anlamlı ilişkiler bulunmuştur.
Stroop Testi TBAG Formu'nun 1.-5. Bölüm süre ve hata puanları ile hatırlanan bilgi hakkındaki üst-biliş puanları ve KL'de hatırlanan doğru ve yanlış kelimeler arasında seçici ilişkiler olduğu görülmüştür. Stroop Testi 2. Bölüm süre (r = .24, p<.05) ile B-B+(2); 4. Bölüm hata (r = .26, p<.05) ile B-B0(2); 4. Bölüm düzeltme ile (r = .24, p<.05) B-B0(2) puanları arasında anlamlı ilişki olduğu görülmüştür. ÖT'de tanıma puanlarının bazıları ile Stroop Testi puanları arasında düşük düzeyde anlamlı ilişkiler olduğu görülmüştür.

RSPM ile Üst-Biliş Görevleri arasındaki ilişkiler. RSPM A (r =.29, p< .05), RSPM B (r= 41, p<.01), RSPM C (r =.35, p< .01), RSPM D (r =.36, p< .01), RSPM E (r =.41, p< .01) ile B+ B+(1) arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Benzer şekilde RSPM süre puanı dışındaki RSPM alt testleri ile B-B-(1) ve KL'deki doğru ve yanlış hatırlanan kelimeler arasında da anlamlı ilişkiler bulunmuştur.

RSPM A (r =-.25, p< .05), RSPM B (r =-.28, p< .05), RSPM C (r = -.43, p< .01), RSPM D (r = -.24, p< .05) ile B-B-(2) arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. RSPM B (r =.26, p<.05), RSPM C (r =.33, p<.01), RSPM D (r =.24, p<.05), RSPM E (r =.26, p<.05) ile ÖT'de doğru tanınan kelime sayısı arasında anlamlı ilişki saptanmıştır.

Bilişsel Gelişim ile Üst-Biliş Görevleri arasındaki ilişkiler. MDT ile B+ B+(1) (r =.23, p< .05), hatırlanan doğru ve yanlış kelimeler arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur.

Faktör yapıları

On bir yaşından küçük çocukların bulunduğu grupta özdeğeri 4'ten büyük 6 faktör örüntüde yer almış, bunlar toplam varyansın % 63.24'ünü açıklamıştır. Elde edilen faktör örüntüsünde WCST 7 ve WCST 9 dışındaki WCST puanları ve B-B+(2) puanları toplam varyansın % 15.82'sini açıklayan ilk faktör altında yer almıştır. İkinci faktöre, KL'de doğru ve yanlış hatırlanan fonetik, semantik ve toplam kelime sayısı, B+B+(1), B-B-(1) puanları, WCST 7 ve RSPM C puanları yer almıştır. Üçüncü faktörde, Stroop Testi 2. Bölüm hata ve düzeltme sayısı puanları, hatırlanan ve tanınacak olan bilgi hakkındaki üst biliş bileşenlerinden ve KL'de hatırlama ve ÖT'de tanıma performansı puanlarından bazılarının yer aldığı görülmektedir. Dördüncü faktörde ise, Stroop Testi puanlarından bazılarının, RSPM A dışındaki RSPM puanlarının, BH, MDT ve KL'de doğru ve yanlış hatırlanan ilgisiz kelimelerin yer aldığı görülmektedir. 5. faktörde, Stroop Testi puanlarından bazıları, B+B-(1), KL'de doğru ve yanlış hatırlanan semantik kelimeler ve WCST 9 yer almaktadır. Altıncı faktörde, bazı Stroop Testi puanları, B-B+(1), B-B0(1) puanlarının yer aldığı görülmektedir.

On bir yaşından büyük çocukların bulunduğu grupta özdeğeri 4'ten büyük, toplam varyansın % 62.56'sını açıklayan 6 faktör yer almıştır. Elde edilen faktör örüntüsünde Stroop Testi 1. bölüm süre puanı, RSPM A dışındaki RSPM puanları, MDT, B+ B+(1), KL'de doğru ve yanlış hatırlanan tüm puanların yüklendiği görülmüştür. İkinci faktörde, WCST 9 ve WCST 12 dışındaki WCST puanları, B-B0(2) puanları yer almaktadır. Üçüncü faktörde, B-B-(1), B-B0(1), B+B-(2), ÖT'de doğru ve yanlış tanınan fonetik, ilgisiz ve toplam kelime sayılarının yer aldığı görülmüştür. Dördüncü faktörde, Stroop Testi 2., 3., 4., 5. bölüm süre, 3. ve 4. bölüm hata ve 3. bölüm düzeltme sayısı, RSPM Süre ve B-B+(2) puanları yer almıştır. Altıncı faktörde, Stroop Testi 1. ve 2. bölüm düzeltme sayısı, B+B0(1), KL'de semantik özellikteki doğru ve yanlış hatırlanan kelimelerin yer aldığı görülmüştür.

On bir yaşından küçük ve büyük çocukların elde ettikleri puanlardan elde edilen faktör yapıları incelendiğinde, 2. Grup için elde edilen faktör yapısının yetişkinlerde elde edilen örüntüye benzediği görülmektedir.

TARTIŞMA

Çocuklarda BH performansında yaşa bağlı performans farklılıklarının olduğunu belirten çalışmalar vardır. Bu çalışmada, yaşın BH puanları üzerinde anlamlı etkiye sahip olmadığı görülmüştür; çalışma BH performansında gelişim etkisi olmadığını belirten çalışmaları destekler niteliktedir (Butterfield ve ark. 1988, Lockl ve Schneider 2002). İleriye ve geriye yönelik üst-biliş birleşimleri hesaplandığında, yaşla birlikte bildiğini bilmenin arttığı, bilemeyeceğini bilememenin azaldığı görülmüştür. Bu bulguların yazınla uyumlu olduğu, üst-bilişin etkinliğinin bireyin gelişimiyle birlikte arttığı görülmüştür (Koriat 1993).

Yönetici işlev testlerinden, WCST performansının, çocuklarda 11 yaşından itibaren yetişkinlerin profiline benzemeye başladığı görülmüştür (Yalçın ve Karakaş 2007). Bu çalışmada da yönetici işlevlerde 11 yaşla birlikte artış olduğu görülmektedir.

Çocuklarda Stroop etkisinin çalışıldığı araştırmalarda, 7 yaştan 18 yaşa kadar bozucu etkide azalma olduğu (Comalli ve ark. 1962, MacLeod 1991) belirtilmiştir. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar bu bulgularla uyumludur. Jorgenson ve arkadaşları (1981) çocuklarda Stroop Testi performansında cinsiyet farklılığı gözlemlemiştir. Bu çalışmada, kızların erkeklere göre daha fazla hata ve düzeltme yaptıkları görülmüştür.

Cesur (1997)'un üniversite öğrencileri ile yaptığı çalışmada, yaşla MDT puanları arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanmamıştır. Bu çalışmada yaş arttıkça bilişsel gelişim düzeyinin de arttığı görülmüştür. Buna göre, çocukluktan ergenliğe doğru bilişsel gelişimde ilerlemenin olduğu; üniversite çağı olan genç yetişkinlikte ise bilişsel gelişim açısından belirli bir sabitliğin yakalandığı düşünülebilir.

İlgili yazın incelendiğinde bu çalışmada kullanılan testlerin hepsinin bir arada kullanıldığı çalışmanın olmadığı görülmüştür. Bu doğrultuda, üst-biliş, yönetici işlevler, bilişsel gelişim ve zihinsel faaliyet hızının yazın bağlamında birarada ele alınarak değerlendirilmesi mümkün olmamıştır.

Bu çalışmada bilişsel gelişim ile üst-biliş puanları arasında yüksek ve anlamlı ilişkilere rastlanmamıştır. Elde edilen bu sonuçlar, üst-biliş ile bilişsel gelişim arasında belirtilen paralelliği destekler nitelikte değildir (Koriat 1993).

Irak (2004), üniversite öğrencileri ile yaptığı çalışmasında üst-biliş ve yönetici işlevler kavramının benzer süreçler olabileceğini ortaya koymuştur. Bu çalışmada, üst-biliş ile yönetici işlevler arasında düşük ve az sayıda anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Bu sonuçlar, çocuklarda üst-biliş ve yönetici işlevlerin benzer süreçler olmadığını düşündürmektedir.

Bu çalışmada yönetici işlev testleri ile bilişsel gelişim puanları arasında anlamlı ilişkiler olduğu görülmüştür. Elde edilen bu sonuçlar, bilişsel gelişim ile yönetici işlev düzeyleri arasında belirtilen ilişkiyi destekler niteliktedir (Emick ve Welsh 2005).

Bu çalışmada yer alan 8-14 yaş aralığındaki çocukların ortaya koydukları bilişsel performans göz önünde bulundurulduğunda, yaş arttıkça bildiğini bilme düzeyinin arttığı, bilmediğini bilmeme düzeyinin azaldığı, hatırlanan doğru kelime sayısının arttığı görülmüştür. Yaşla birlikte bilemeyeceğini bilememenin ve doğru tanınan semantik kelime sayısının azaldığı görülmüştür. Bu çalışmada yer alan çocukların üst-bilişte geriye dönük izleme performanslarının ileriye dönük izleme performanslarından daha iyi düzeyde oldukları görülmüştür. Buna göre çocuklar, bilişsel gelişim sürecinde neyi bilip neyi bilemediklerini; neyi bilip neyi bilemeyeceklerinden daha iyi bilmektedirler.

On bir yaşından itibaren, çocukların, perseveratif (yineleyici) tepki ve yineleyici hata sayısının azaldığı, alışılagelen bir davranış örüntüsünü bastırabilip, olağan olmayan bir davranışı yapabilme yeteneği kazandıkları; yönetici işlevlerde etkinliğin arttığı görülmektedir.

On bir yaşla birlikte çocuklarda, sözel olmayan akıl yürütme, soyutlama, zihinsel faaliyet hızında işlevsellik artmakta; anlama, kazanılmış bilgiyi kullanma, yeni bilgi üretme, gerçekleştirilen görevlerde süre daha etkin kullanılmaktadır. On bir yaşla birlikte, bilimsel düşünce yapısı kazanmaya başlayabilmektedirler. Böylece hipotezler oluşturabilmekte, olası çözümleri sistematik bir şekilde değerlendirebilmekte ve çözüme ulaşabilmektedirler.

Sağlık alanında çocuğun bilişsel işlevlerinin değerlendirilmesi, psikiyatrik ve nörolojik durum incelemesinin bir bölümüdür. Etkili bir değerlendirme yapmak için mümkün olduğu kadar değerlendirilen çocuğun zihninin nasıl çalıştığını bilmek, tanı ve tedavi alanlarında kolaylık sağlar. Bu çalışmanın örneklemini oluşturan çocuklardan elde edilen veriler, kliniğe psikiyatrik, nörolojik v.b. nedenlerle başvuran çocukların bilişsel performanslarının değerlendirilmesinde ?normal? değer sağlaması açısından kritik önem taşımaktadır. Çünkü ?anormal? çocuğun bilişsel süreçlerinin ne olduğunun bilinmesi için öncelikle ?normal? çocuğun bilişsel süreçlerinin anlaşılması esastır.

Eğitim alanında çocuğun bilişsel süreçlerinin yaş dönemlerine özgü olarak bilinmesi, öğretilmeye çalışılan konuların içeriği, öğretme biçimi ve hedeflerinin ne olması gerektiği konusunda yol göstericidir. Bu çalışmadan hareketle, soyut işlemler döneminde anlaşılabilecek terim ve konular, 11 yaş ve sonrasında devam edilen sınıflarda takip edilen müfredatta yer almalıdır.
Hukuk alanında, bu çalışmanın çocuğun tanıklığına başvurma, farik-mümeyyizlik (doğruyu yanlışı ayırtedebilme becerisine sahip olma) gibi konulara katkısının olduğu düşünülmektedir. Buna göre, 11 yaşından büyük çocuklardan alınan bilgilerin 11 yaşından küçük olan çocuklara göre daha güvenilir olduğu düşünülmektedir.

Bu çalışmanın örneklemini 8-14 yaş aralığındaki çocuklar oluşturmuştur. Daha sonraki çalışma örneklemlerinin 14 yaş ve üzeri yaşları kapsaması, üst-biliş, yönetici işlevler, bilişsel gelişim ve genel yeteneğin gelişim sürecinin nasıl bir yol izlediğinin ortaya konulması açısından faydalı olacağı düşünülmektedir. Aynı şekilde, ilerideki daha ayrıntılı çalışmalarda durumluk-süreklik kaygı, depresyon ve zeka düzeyi konusunda da bilgi alınmasının yararlı olabileceği düşünülmektedir.

KAYNAKLAR

Ardaç D (1984) The Relationship Between Science Achievement And Logical Reasoning Abilities Among Seventh Grade Students. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bogaziçi Üniversitesi, İstanbul.
Aydın B (1997) Çocuk ve Ergen Psikolojisi, İstanbul M. Ü. Vakfı Yayınları.
Bekçi B (2004) Üst Bellek Türleriyle Beyin Elektriksel Tepkilerinin İlişkisi. Doktora Tez Önerisi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Bekçi B, Karakaş S (2006) Metacognition and executive functions: related or different concepts? 13th World Congress of Psychophysiology. The Olympics of the Brain. International Journal of Psychophysiology, 61: 343.
Burney GM (1974) The Construction and Validation of An Objective Formal Reasoning Instrument. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Northern Colorado Üniversitesi.
Butterfield EC, Nelson TO, Peck V (1988) Developmental aspects of the feeling of knowing. Developmental Psychology, 24: 654- 663.
Cesur S (1997) The Relationship Between Cognitive and Moral Development. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Bogaziçi Üniversitesi, İstanbul.
Comalli PE, Wapner S, Werner H (1962) Interference effects of stroop colour-word test in childhood, adulthood, and aging. Journal of General Psychology, 100: 47?53.
Crick F (2000) Şaşırtan Varsayım (Çev. Sabit Say). TÜBİTAK Yayınları, Ankara,
Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) (2000) Ankara ili Mamak ve Çankaya İlçelerinin Mahallelerine Ait Gelişmişlik Düzeyleri Bilgileri, Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü.
Dienes Z, Perner J (1999) A Theory of Implicit and Explicit Knowledge. Cambridge: Cambridge University Pr.
Emick J, Welsh M (2005) Association between formal operational thought and executive function as measured by the tower of hanoi-revised. Learning and Individual Differences. 15: 177?188.
Ergenç H (2001) Piaget ve Türk Çocuklarında Korunum Kavramlarının Gelişimi. Yayına Hazır Kitap, İstanbul.
Gander MJ, Gardiner HW (1998) Çocuk ve Ergen Gelişimi (Çev. B Onur). İmge Yayıncılık, Ankara, 2004.
Heaton RK (1981) Wisconsin Card Sorting Test Manual. Odessa (F.L.): Psychological Assessment Resources.
Hooper FH, Hooper JO, Colbert TK (1985) Personality and memory correlates of intellectual functioning in adulthood: piagetian and psychometric assessments. Human Development, 28: 101?107.
Irak M (2004) İnsanda Dikkatlilik, Üst-Biliş Performansı ve Bellek Türlerinin Oluşturduğu İlişkiler Örüntüsünün İncelenmesi. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Jorgenson CB, Davis J, Wilbon P ve ark. (1981) Hemispheric asymmetries in the processing of stroop stimuli: an examination on age and sex differences. International Journal of Neuroscience, 21: 171-174.
Karakaş S, Başar E (1993) Nöropsikolojik Değerlendirme Araçlarının Standardizasyonu, Nöropsikolojik Ölçümlerin Elektrofizyolojik Ölçümlerle İlişkisi. Proje No: TÜBİTAK-TBAG 17-2.
Karakaş S, Karakaş HM (2000) Yönetici işlevlerin ayrıştırılmasında multidisipliner yaklaşım: bilişsel psikolojiden nöroradyolojiye. Klinik Psikiyatri, 3: 215-227.
Karakaş S, Irak M, Bekçi B (2003) Sağlıklı İnsanda Bilgi İşleme Süreçleri: Biliş ve Üst-Biliş. Beyin ve Nöropsikoloji: Temel ve Klinik Bilimler, S Karakaş, C İrkeç, N Yüksel (Ed). Ankara, Çizgi Tıp Yay.
Karakaş S (2004) BİLNOT Bataryası El Kitabı: Nöropsikolojik Testler İçin Araştırma ve Geliştirme Çalışmaları. Ankara, Dizayn Ofset.
King MC, Snow WG (1981) Problem solving task performance in brain damaged subjects. Journal Clinical Psychology, 37: 400-404.
Koriat A (1993) How do we know that we know? the accessibility account of feeling of knowing. Psychological Review, 50: 609-639.
Lezak MD (1995) Neoropsychological Assessment (3.ed.). New York: Oxford Univ. Pr. Lockl K, Schneider W (2002) Developmental trends in children's feeling-of-knowing judgements. International Journal of Behavioral Development, 26: 327-333.
Macleod CM (1991) Half a century of research on the stroop effect: an integrative review. Psychological Bulletin, 109:162-203.
Nelson TO, Narens L (1990) Metamemory: a theoretical framework and new findings. The Psychology of Learning and Motivation: Advances In Research and Theory, 2. baskı, GH Bower (Ed.), San Diego: Academic Pres. S. 125-173.
Pendleton MG, Heaton RK (1982) A comparison of the wisconsin card sorting test and the category test. Journal of Clinical Psychology, 38: 392-396.
Pennington BF, Ozonoff S (1996) Executive functions and developmental psychopathology. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 37: 51-87.
Shute GE, Huertas V (1990) Developmental variability in frontal lobe function. Developmental Neuropsychology, 6: 1-12.
Spreen O, Strauss E (1991) A Compendium of Neuropsychological Tests: Administration, Norms and Commentary. New York: Oxford Univ. Pres.
Taylor CS (1998) Differences in formal reasoning in terms of frontal lobe functioning. Dissertation Abstracts International, 58: 5674.
Tekcan Aİ, Aktürk M (2001) Are you sure you forgot? feeling of knowing in directed forgetting. Journal of Experimental Psychology, 27: 1487-1490.
Welsh MC, Pennington BF (1988) Assessing frontal lobe function in children: views from developmental psychology. Developmental Neuropsychology, 4: 199-230.
Yalçın K, Karakaş S (2007) Wisconsin Kart Eşleme Testi Performansında Gelişimin Niceliksel ve Niteliksel Etkileri, Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 14: 24-32.
Zabrucky K, Ratner HH (1986) Children's comprehension monitoring and recall of inconsistent stories. Child Development, 57: 1401?1418.


Benzer Konular

12 Ağustos 2018 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
24 Ekim 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
18 Şubat 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap
10 Ağustos 2017 / Misafir Cevaplanmış