Arama

Erkek Sağlığı -Erkek Bakımı

Güncelleme: 1 Temmuz 2016 Gösterim: 119.032 Cevap: 58
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
18 Haziran 2006       Mesaj #1
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime

Testis Kanseri



Sponsorlu Bağlantılar
Testis kanserleri 15-35 yaş erkekler arasında en sık görülen kanser tiplerinden biridir.Erkeklerde görülen kanserlerin %1 ini oluşturur.Her yıl 100.000 kişiden 3 ünde testis tümörü saptanır. 20-40 yaşları arasında ise bu oran 100.000 de 6 ya çıkar. Kafkasyalı erkeklerde görülme sıklığı diğer erkeklere oranla daha fazladır. Olguların yaklaşık % 95 inde tümör doğrudan sperm üreten dokudan kaynaklanır.
Eskiden tedavisi oldukça zor olan ve olduça tehlikeli olarak nitelendirilen testis kanserlerinde günümüzdeki gelişmelerle erken teşhis konulduğu takdirde olduça yüz güldürücü sonuçlar alınmakta ve yaşam oranı % 95 lere çıkmaktadır.

Belirtiler:

Ad:  testis tümörü.jpg
Gösterim: 3130
Boyut:  55.4 KB

* Herhangi bir testiste kitle veya büyüme
* Skrotumda ağırlık duygusu
* Karında veya karında ağrı
* Skrotumda sıvı birikmesi
* Testislerin birinde veya skrotumda ağrı
* Seyrek olarak human chronic gonadotropin (HCG) artışına bağlı olarak göğüslerde büyüme ve hassasiyet.

Unutmayın bu belirtilere başka birçok hastalık ta sebep olabilir. Eğer bu belirtiler 2 haftadan uzun sürerse mutlaka bir doktora görünün. Bu belirtilerin gerçek sebebini size ancak doktorunuz söyleyebilir.

Sebepler:


Testis kanserlerinin sebepleri bilinmemektedir. İnmemiş testisi olanlarda hastalığa yakalanma riski çok daha fazladır. İnmemiş testis daha sonra cerrahi yöntemlerle indirilse bile bu risk devam etmektedir.

Tanı:


Erken tanı kanserin tedavi edilebilme şansını arttırdığı için çok önemlidir. Tüm genç erkekler ayda bir kez kendikendine testis muayenesi yapmalıdırlar. Bu testis kanserinin erken tanısı için en önemli unsurdur. Muayenede şüpheli bir durum görülürse mutlaka doktor kontrolune gereksinim vardır.

Doktor tanı için kanda marker olarak adlandırılan beta-HCG ve alfafötoprotein testlerini isteyecektir. Bazı tip kanserlerde bu marker ler yükselmeyebilir. Doktorunuz ilk olarak sizden ultrasound yaptırmanızı isteyecektir. Nadiren biyopsi gerekebilir.

Tedavi:


Kanserin tipine ( seminom, nonseminom) ve evresine göre değişik tedavi yöntemleri mevcuttur.Seminomlar sperm üreten hücrelerden kaynaklanırlar ve testis kanserlerinin yaklaşık % 50 sini oluştururlar. Nonseminomlar ise teratokarsinom, embriyokarsinom vs. farklı tip tümörlerden oluşur. Ayrıca hastanın yaşı ve genel sağlık durumu da tedavi yönteminin seçilmesinde etkili olmaktadır. Uygulanan 4 çeşit tedavi vardır:

Cerrahi Tedavi:

( radikal inguinal orşiektomi) Bütün testis ve çevre dokusu cerrahi olarak çıkarılır. Karın bölgesşndeki lenf düğümleri de birlikte çıkarılır. Bir testisi alınmış kişilerin diğer testisinde de % 2-5 oranında kanser gelişme rski vardır.

Radyasyon Tedavisi:

Seminomlar radyoterapiye oldukça duyarlıdır. Nonseminomlar ise duyarlı değillerdir.

İlaç Tedavisi (Kemoterapi):

Genellikle nonseminomlarda cerrahi tedaviden sonra en az yan etkisi olan ilaçlar seçilerek ( cisplatin, etoposide vs.) kemoterapi yapılır.

Kemik İliği Nakli:

Bu tedavi şekli henüz araştırılma aşamasındadır. Hastadan alınan kemik iliği kanser hücrelerini öldürücü bir ilaçla işleme tabi tutulur ve dondurulur. Dondurulmuş ilik daha sonra venlerden iğne ile vücuda verilir.

Tedavi sonrası yaşam:


Çoğu erkek bir testisinin alınması ile kısır kalacaklarını veya cinsel aktivitelerinin yok olacağını sanır. Ancak bu yanlıştır. Alınan testisin yerine skrotum içine konulan ve normal testis görünümü veren protez testis takılabilir.

Lenf bezlerinin alınması penisin sertleşmesini veya orgazmı olumsuz etkilemez ancak kısırlığa sebep olabilir. Bu bazen ilaçlarla düzeltilebilir.

Radyoterapi de spermleri öldürücü etki gösterebilir. Genellikle tedaviden birkaç ay sonra düzelme görülür ancak yinede tedaviden önce önlem olarak sperm bankasında sperm dondurulması önerilebilir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 11:05
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Haziran 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Prostat Kanseri



Sponsorlu Bağlantılar
Erkek üreme sisteminin önemli bir üyesi olan prostatta görülen malign (kötü huylu)değişikliklerdir.Erkeklerde en sık görülen kanser tiplerindendir. Amerika'da her 5 erkekten birinde görüldüğü tespit edilmiştir.Yine Amerika'da her yıl 200.000 yeni hasta ve 38.000 ölüm saptanmaktadır.
Genellikle 50 yaş üstünde görülür ancak seyrekte olsa gençler de de görülme olasılığı vardır.

Prostat mesanenin altında, rektumun önünde yerleşmiş ceviz büyüklüğünde bir bezdir.
Prostat ejekulasyon esnasında spermin dışarı atılması için gerekli akışkan sıvının ve enzimlerin 1/3 ünü salgılar. Ejakulatın içinde yer alan sperm testislerde yapılır, vas deferens adı verilen tüpler tarafından taşınır. Bu esnada prostattan bu katkı maddelerini alır ve penise ulaşarak dışarı atılır. Prostatın arkasında ki seminal kabarcıklar bu akışkanın yapıldığı yerdir. Prostata direkt teması ve yakınlığından dolayı kanser bu seminal kabrcıkları ve prostatı saran kapsülü de etkileyebilir. Bu durumda ameliyat kanseri yok etmek açısından pek faydalı olamayabilir. Rektuma olan komşuluğundan dolayı Rektal muayene prostat hakkında fikir verebilen iyi bir muayene usuludur.

Nedenleri:


Prostat kanserinin sebebi henüz bilinmemektedir. Ancak bazı faktörlerin kansere yakalanma riskini arttırdığı bilinmektedir.

Birinci faktör ailede prostat kanseri hikayesinin bulunmasıdır.Babasında veya kardeşinde prostat kanseri bulunan bir kişinin kansere yakalanma riski iki katartmaktadır.
Yaşlı kişiler daha büyük risk altındadırlar.Prostat kanseri tanısı konmuş kişilerin 3/4 ü 65 yaş ve üzerindedir.
Afrikalı-Amerikalılarda daha sık görüldüğü söylenmektedir.
Prostat kanseri ile erkeklik hormonu arasında bir ilişki olduğu sanılmaktadır.Kısırlaştırılmış erkeklerde prostat kanserinin görülmemesi buna delil olarak gösterilmektedir.

Östrojen hormonu (kadınlık hormonu) kan seviyelerinin yükseldiği ağır karaciğer hastalıklarında prostat kanseri riski azalmaktadır.

Çevresel faktörler riskin artmasında rol oynar. Asyalı lar prostat kanseri riski açısından daha şanslıdırlar. Japon erkeklerinde prostat kanseri görülme riski Amerikalı'lardan yaklaşık 40 kez daha azdır. Ancak ilginç olan konu Amerika'ya göç etmiş Asyalılarda riskin arttığı görülmüştür. Bu da çevre ve beslenme faktörlerinin önemini göstermektedir.

Belirtiler:


Prostat kanseri genellikle ileri aşamalarına kadar bulgu vermez. İyi bir doktor muayenesi ve Prostate Specific Antigen (PSA) adı verilen bir kan tahlili ile genellikle bulgu vermeden önce erken evrelerde tanısı konulabilir.

İleri evrelerde ise prostat bezinin büyümesine bağlı idrar yapamama, idrar veyasemen sıvsında kan görülmesi gibi bulgular verebilir. Ayıca ağrı ve empotansgibi bulgular da verebilir.

Hastalığı önlemenin kesin yolları bilinmemekle birlikte sağlıklı yaşam içingerekli genel kuralları ( egzersiz ve düşük yağlı diyet) uygulamak yararlı olabilir.

Tanı:


Prostat muayenesi rektal tuşe ile yapılır. Rektumdan yapılan muayenede prostat kenarları düzensiz ve noduler olarak ele gelir.

Prostate Specific Antigen (PSA) testinin bulunmasi ile prostat kanseri tanisinda yeni bir çag açilmistir. Bu test ile kanser henüz bulgu vermedigi çok erken asamalarda dahi taninabilmektedir.

Prostate Specific Antigen (PSA) prostat bezi tarafindan yapilan ve semen sivisinin yapisinda olan küçük bir protein molekülüdür. Bu molekül normalde kanda ya hiç bulunmaz veya çok düsük seviyelerde bulunur. Ancak prostat kanserlerinde PSA nin kan düzeyleri çok yükselir. Bazı kanser dışı durumlarda da PSA da yükselmeler görülürse de bunlar küçük düzeylerde ve geçici yükselmelerdir. Bu durumları ayırt edebilmek için PSA dayükselme saptayan doktor tekrar test isteyebilir. 4-10 ng/ml arasında çıkan ortadüzeydeki PSA seviyeleri üroloji konsultasyonu gerektirir. 10 ng/ml üzerindekiseviyelerde ise ürolojist tarafından biopsi konusunda değerlendirilmelidir.

Prostat Kanserlerinin % 5-10 kadarında PSA yükselmeyebilir. Bu sebeple rektal muayene ve PSA tanıda tamamlayıcı rol oynar. Sadece biri yeterli olamaz.Bu yöntemlerden herhangi birinde prostat kanseri şüphesi olursa Ürolog Doktorunuz biopsi isteyebilir. Biopside ultrason eşliğinde rektumdan prostata bir cins iğne ile girilerek mikroskop ta incelenmek üzere parça alınır. Kanser tanısı konulursa kanserin ilerleme derecesi Gleason Score ile evrelendirilir.Bu skala doktorunuzu hastalığın gidişi, tedavisive ne kadar yayıldığı hakkında bilgilendirir. 10 en yüksek evredir ve hastalığın kötü olduğunu gösterir.PSA düzeyindeki yüksekliklerde hastalığın evresi hakkında fikir verebilir. Genellikle 6 ve üstü Gleason scoru ve 20-30 ng/ml PSA seviyesi kanserin prostat bezi dışınada yayıldığını gösterir.

Kanser aynı zamanda klinik evrelemeye de tabi tutulur. Klinik evrelemede çeşitli yöntemler kullanılır.

En çok kullanılan T1-T4 evrelemesinde:

Ad:  prostat kanseri.jpg
Gösterim: 1395
Boyut:  37.9 KB

* T1-T2 de kanser prostat bezinde sınırlı kalmıştır.
* T3 de yakın dokulara da metastaz (yayılım)yapmıştır.
* T4 de ise uzak organlara da yayılım vardır.

Eski ancak hala kullanılanbir sistem de ise:


* Evre A ve B de kanser prostat bezinde sınırlı kalmıştır.
* EvreC de yakın dokulara da metastaz (yayılım) yapmıştır.
* Evre D de ise kemik gibi uzak organlara da metastaz yapmıştır.

Doktor bunlardan başka uzak metastazları da araştırmak için kemik taramaları,röntgen, MR, BT gibi tetkikler isteyebilir.

Tedavi:


Tedavide hastanın yaşı, kanserin ilerleme düzeyi, hastanın genel sağlık durumu, gibi çeşitli etmenler göz önünde tutulur.

Radyasyon Tedavisi (Dışarıdan Işın Tedavisi):

Sadece prostatta sınırlı kalmışkanserlerde ameliyat ve radyasyon tedavisi eşit iyileşme sağlar. Son 20 yıldır geliştirilen radyoterapi tetkikleri komplikasyonları en aza indirmiştir.Genellikle iki ay boyunca günlük dozlarda radyasyon verilir ve iyi tolere edilir.Anestezi ve hastanede yatmayı gerektirmez.Ağrı hissedilmez. Herbir tedavi sadecebirkaç dakika sürer. Tedaviden sonra hastalar günlük aktivitelerine devam edebilirler.

Radikal Prostatektomi:

Prostat ve bağlı seminal kabarcıklar beraberce ameliyatla alınırlar.Bir kaç gün hastanede yatmayı gerektirir. Genel veya Lokal anestezi ile yapılır. Ameliyat sonrasında bir miktar sonda taşımak gerekebilir.Radikal Prostatektomi de amaç kanserli dokunun tamamını alabilmektir. Eğer bu başarılabilirse o zaman başka tedaviye gerek duyulmaz. Ancak bazen açıldıktan sonra kanserli dokunun prostat dışında lenf bezlerine veya çevre dokulara da genişlemiş olduğu görülebilir. Böyle durumlarda kanserli dokunun tamamı alınamaz ve ameliyat sonrası radyasyon tedavisine ihtiyaç duyulabilir.

Radyasyon Tedavisi (Brachytherapy):

Dışarıdan verilen radyasyon tedavisi de radikal prostatektomi de hastalarda ereksiyon yeteneğini sınırlarlar. Bunu engellemek için Brachytherapy adı verilen bir radyasyon tedavisi yöntemi kullanılır. Karın içine leğen kemiğinin dibine, rektumun önüne, testislerin gerisine konan metal kateterler ile radyoaktif madde öldürülmek istenen kanserli dokuya verilir.Böylece çevre dokulara verilecek ışın dozu azaltılarak ereksiyonu sağlayacaksinir ve damarlarda daha az hasar neden olunur.Çok sık uygulanan bir tedaviseçeneği değildir.

Hormon Tedavisi:

Kanser prostat dışına da yayılmışsa genellikle hormonal tedaviuygulanır. Hormon tedavisinin hedefi testislerden erkeklik hormonu salınımını baskılamaktır. Çoğu zaman erkeklik hormonunun baskılanması ile prostat kanserindekigelişme durdurulabilir. Bu tedavinin en kolay ve en hızlı yolu testislerin alınmasıdır. (kastrasyon, kısırlaştırma) Ancak genellikle günlük ağızdan alınan ilaçlar yada aylık veya 3 aylık enjektabl ilaçlar bu tedavide terch edilir.

Evrelere Göre Tedavi:


* Evre T1 ve T2 de(veya Ave B de) radyasyon tedavisi veya ameliyatla (radikal prostatektomi) tedavi aynı etkiyi gösterirler. Hastalığın bu aşamasında tedaviye hastanın durumuna göre ve olası yan etkileri göz önüne alınarak karar verilir.Bir ürolog ve radyasyon onkolojisti ile görüşülmelidir.
* Evre T3 veya C de sadece ameliyatla tedavi yeterli değildir. Çünkü kanser prostat dışına da yayılmıştır ve ameliyattan sonra radyasyon tedavisi de gerekecektir.Radyasyon tedavisi kalan mikroskobik kalıntıları da öldürecektir.Birçok doktor bu evrede olası komplikasyonları önlemek için çok daha erken dönemlerde radyasyon tedavisine başlama taraftarıdır. Hatta bu aşamada yakalanan kanserlerin pek yüz güldürücü olmayan gidişini engelleyebilmek için radyasyon tedavisi ile birlikte hormontedavisi uygulamakta giderek daha çok kullanılan bir yöntemdir.
* Evre T4 veya D de kanser kemiklere yayılmıştır (metastaz)Tedavi semptomlarıhafifletmek ve kanseri geçici olarak geriletmeye yönelik olarak yapılır. Kemik metastazlarının tedavisinde ameliyat veya radyasyon tedavisi gerekebilir.

Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 11:16
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Haziran 2006       Mesaj #3
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

Böbrek Taşı



Böbrekler bel kemiğinin iki yanında, kaburgaların hemen altında yer alan, yumruk büyüklüğünde, fasulyeye benzeyen bir çift organdır. Başlıca işlevleri kanın fazla suyunu ve artık maddelerini süzmektir.
Bu maddeler idrar şeklinde ureter denilen kanallarla böbrekten mesane (sidik torbası ) na aktarılır ve buradan da uretra yolu ile dışarıya atılır.
Böbrekler aynı zamanda 3 önemli hormonu da üretirler. Bunlar kemiklerde kırmızı kan hücrelerinin üretimini harekete geçiren eritropoetin; kan basıncını düzenleyen renin ve sağlıklı kemikleşme için gerekli olan D vitamini

Böbrek Taşı Nedir:


Henüz tamamen anlaşılamamış bazı sebeplerle normal idrarın içeriğinde bulunan özellikle ürik asit ve kalsiyum gibi maddeler kristalleşerek böbrek içinde taş olarak adlandırılan yapıları oluştururlar. Tıbbi adı Nefrolitiazis dir. Oluşan bu taşlar golf topu kadar büyük olabileceği gibi kum tanesi kadar küçükte olabilirler. Düzgün yuvarlak, sivri, asimetrik vs. çeşitli şekillerde olabilirler. Çoğu taş sarı-kahverengi renklerdedir. Ancak kimyasal bileşimine göre bronz rengi, altuni veya siyah renkli taşlar da olabilir.Bazı taşlar hiç belirti vermeden böbrekte kalabilirler. Bazıları ise ureterler, mesane ve uretra boyunca yer değiştirirler ve idrarla dışarı atılabilirler. Küçük olan taşlar herhangi bir belirti vermeden veya çok az bir rahatsızlıkla dışarı atılabilirken daha büyük olan taşlar çok şiddetli ağrılara sebep olabilirler.Bazende idrar geçişini önleyebilen tehlikeli tıkanıklıklar oluşturabilirler.

Görülme Sıklığı:


Oldukça sık görülen bir hastalıktır. Erkeklerin % 10-15 i, kadınların ise ortalama % 5 inde görülür.İlk olarak genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkar. Özellikle erkeklerde bir kez taş oluşmuş erkeklerin 2/3 ünde ortalama 9 yıl içinde taş tekrarlamaktadır.
Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 20:04
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Haziran 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Andropoz


Ad:  andropoz.jpg
Gösterim: 1314
Boyut:  62.5 KB

Gerçekte erkeklerde bu dönemde belirgin bir hormonal değişim olmaz, ancak 50'li yaşlardan itibaren yaşa bağlı değişimler ve buna bağlı performans azalmaları ortaya çıkar. Yaşa bağlı değişimler şunlardır;

* Testislerde küçülme ve sertleşme ( testosteron azalmaz )
* Ereksiyonda güçlük, olduğunda uzama
* Yavaş ve güçsüz meni çıkarma

Bu değişimleri etkileyen en önemli faktörler ise şöyle sıralanabilir ;

* Vücut değişimleri, kas gücünde azalma, çabuk yorulma
* Kalp-damar hastalıkları
* Solunum sistemi hastalıkları
* Şeker hastalığı
* Dejeneratif eklem hastalıkları
* Prostat hastalıkları, operasyonlar
* Kullanılan bazı ilaçlar ( tansiyon, depresyon vb.)
* Alkol, sigara
* Başarısızlık korkusu
* Cinsel ilişki sırasında ölme korkusu
* Monotonluk
* Beklentilerin azalması
* Toplumun yaşlı cinselliğini yok farz etmesi
* Kendine ait bir mekana sahip olamama
* Sosyo-ekonomik güçlükler

Hanımlarda olduğu gibi hormon tedavisine gerek yoktur çünkü üretim azalmamıştır. Ancak genel sağlık sorunlarının yanında özellikle damar hastalıklarına bağlı olarak gelişen sertleşme problemi ve prostat büyümesine bağlı idrar sıkıntıları nedeniyle düzenli hekim kontrolleri gereklidir.

Eğer sertleşme olamıyorsa, günümüzde çok çeşitli ve güvenli penil protezler (mutluluk çubuğu) basit operasyonlar ile uygulanabilmektedir.

Prostat büyümesi önemlidir çünkü idrar yolunu tıkayarak çok rahatsız eder. Bu durumda kolay ancak dikkatle gerçekleştirilen operasyonlar başarı ile yapılmaktadır. Bu operasyonlardan sonra sertleşme biraz güçleşmekte, meni çıkarma işlevi son bulmaktadır.
Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 11:21
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
20 Haziran 2006       Mesaj #5
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

BASUR



Erkeklerde en çok görülen hastalıklardan olan basur beslenme ve sağlık önlemleriyle denetim altında tutulabilen, ama çoğu kez cerrahi çözüm gerektiren yaygın bir hastalıktır.

Basur, makat civarındaki toplar damarların genişlemesi sonucu meydana gelen hastalıktır. Toplar damarlardaki bu genişleme şişlik, kaşıntı, ağrı ve kanamaya neden olabilir. Basur gelişimi normal olmamakla birlikte, insanların çoğunda zaman zaman basur gelişmektedir. Uzun süreli oturmak zorunda olma, kabızlık, besinlerimizdeki bazı maddeler basur gelişimine neden olabilmektedir.

Basura neden olabilecek yiyecekler arasında en sık rastlanılanları: güçlü baharatlar (özellikle kırmızı biber ve hardal), kafeinli ve kafeinsiz kahve ve alkoldür. Sık sık basur gelişenlerin bu yiyeceklerden ve sigaradan uzak durmaları gerekir.

BELİRTİLERİ


1)En sık görülen belirti,tuvalet kağıdında kırmızı parlak rekli veya tuvalette kan damlası görmektir.Tıkanmış hemoroidlerde pıhtı bulunur ve ağrılıdır.
2)yanma
3)Anüste(makatta) rahatsızlık
4)Kaşıntı

SEBEPLERİ


1)Ailesel yatkınlık
2)Kabızlık, uzun süren ishal
3)Kabızlığa neden olan veya artıran sebepler
4)Posasız gıda(meyve sebzenin az tüketildiği) gıdalarla beslenme alışkanlığı
5)Aşırı terleme, az su içme
6)Dışkılama zamanının ertelenmesi
7)Seyahatler
8)Karın içi basınç artışına yol açan etkenler (gebelik)
9)Acılı ve baharatlı gıdaların fazla tüketilmesi
10)Aşırı alkol tüketimi
11)tuvalet ihtiyacını ertelemek
12)Yaşlılık

TEDAVİ


Basurla için en iyi tedavi yöntemi binlerce yıldır kullanılan oturma banyolarıdır. Uygun büyüklükte bir leğenin içerisine yanmayacağınız ve sizi rahatsız etmeyecek kadar sıcaklıkta su doldurun, günde 3-4 kez 15 dakika kadar oturun.Tuvaletten sonra kesinlikle kuru tuvalet kağıdı ile temizlik yapmayın. Kuru tuvalet kağıtları buradaki genişlemiş damarlara hasar verir ve basuru ilerletir. Bunun yerine tuvalet kağıdını ıslatıp o şekilde temizlenin. Veya bu amaçla üretilmiş ıslak kağıt mendiller kullanın.

10 BASİT TAVSİYE:


Çok su içiniz: Gün de en az 1.5 ila 2 litre.
Dengeli besleniniz: Lif, tahıl, kepek ekmeği, meyva ve sebze açısından zengin gıdalar alınız.
Jimnastik, yürüme ve yüzme gibi düzenli egzersizler yapınız. Bisiklet ve ata binme gibi bazı sporlardan kaçınız.
Tuvalete, her gün belirli bir saatte gidiniz, ( örneğin uyandığınızda bir bardak su içtikten sonra )
Sıcak yerlerde çok uzun süre kalmayınız.
Lokal tahribata ( baharatlı yemekler, alkol ) ya da bağırsak hareketliliğine ( kahve, çay ) neden olabilecek gıdalardan kaçınınız.
Lokal kişisel temizliğinize özen gösteriniz, ancak uzun süreli kullanımda, tahriş ( dar iç çamaşırlar ve sıkı giyisiler v.b.) edebilecek ürünlere dikkat ediniz.
Ağır yükleri taşımaktan kaçınmaya çalışınız.
Dar giyisiler giymekten kaçınınız.

Semptomlar devam ederse ( örneğin tuvalet kağıdında kan, anal rahatsızlık, akıntı genel cerrahi polikiliğine başvurunuz

KOMPLİKASYONLAR (sebep olduğu kötü şeyler)


Kanama, basurun en sık görülen komplikasyonudur.Basurun kanama dışında birçok başka komplikasyonu da vardır. Bunların en önemlisi çok kolay iltihaplanmalarıdır. Genişlemiş toplardamarlarda iltihap (flebit) oluşumu çok yaygındır, îltihaplanan basur memeleri gerginleşir, şişer, genişler, çok ağrı verir ve yalancı dışkılama hissidir.
Dışkılamayla ağrı daha da artar aynca ateş yükselebilir. Böyle ağrılı bir basur nöbetinin gelişimi iki yol izleyebilir. Birincisi iltihabın bir hafta içinde kaybolması ve belli bir aradan sonra sürecin yeniden başlamasıdır,Basur kanamaları az miktarda da olsa uzun sürmesi ve yinelemesi nedeniyle kansızlığa yol açabilir. Sık sık basurla birlikte görülen bir sorun da makatta çatlakların oluşmasıdır.

CERRAHİ TEDAVİ


Tıbbi tedaviye ve alınan sağlık önlemlerine karşın hastalık ilerler komplikasyonlar ortaya çıkarsa. cerrahi girişimde bulunmak gerekir. Kriyoşirürji (soğuk ya da dondurma cerrahisi). Sıvı azot ya da azot protoksitle dondurucu etki sağlayan bir aygıt kullamlarak basur memelerini çıkarmayı sağlayan bir yöntemdir.Hastanede yatmayı gerektirmeyen. ağrısız bir cerrahi girişim olduğundan hastalar tarafindan çok istenir. Ama kriyoşirürji ancak fazla büyümemiş, iltihaplanmamış, iyi görülebilen ve bağırsak duvarına ince bir sapla bağlı olan basur memelerine uygulanabilir; dolayısıyla kullanım alanı sınırlıdır.
Aynca yaygın kanının tersine bazı olumsuz sonuçlar doğurduğu da bilinmektedir. Dondurucu aygıtla cerrahi girişim sonrasında hasta birkaç gün ishal biçiminde dışkı çıkarır. Bu tedavi yönteminde basur memeleri önce şişer ve kızarır altıncı güne doğru meme çevresindeki doku siyahlaşarak kangren olur ve 14 güne doğru tutunduğu dokudan ayrılarak düşer.

Hemoroidektomi (geleneksel basur ameliyatı).

Tıbbi tedaviyle başanlı sonuç alınamaz ve ağn, yanma, kanama gibi yakınmalar ağırlaşarak sürerse. hastanın durumu da kriyoşirürji için uygun değilse, artık geleneksel bir cerrahi girişim yöntemi olan hemoroidektomiye başvurmak zorunlu olur. Ameliyat sonrası dönem ağrılı ve zordur; kriyoşirürjiden farklı olarak hastanede yatmayı ve birkaç gün yatakta dinlenmeyi gerektirir. Bununla birlikte olgulann önemli bir bölümünde tek etkili ve güvenilir tedavi yöntemidir
Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 20:38
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
20 Haziran 2006       Mesaj #6
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

Sivilce



Ergenlik ile birlikte, erkeklik hormonu testosteronun artmasına bağlı olarak, yüz, göğüs, omuzlar ve sırtta ortaya çıkan sivilcelerdir. Nadiren kol ve ensede de olabilirler. Görülmesi normaldir, ama fazla olması tedaviyi gerektirir. İleri yaşlarda kendiliğinden kaybolurlar. Bazen 35-40 yaşına kadar yıllarca devam edebilir. Tek sakıncası, çok büyük olanları iyileşirken geride iz (skatris) bırakabilirler.

Nedeni

; kıl folliküllerinde (diplerinde) artmış yağ salgılanmasına bağlı olarak yağ bezlerinin ağızlarının tıkanması ve geride yağ salgısının (sebum) birikmesidir. Başlangıçta cilt yüzeyinde siyah-kahverengi noktalar şeklinde belirirler (komedon). Bunlar dışarı doğru sivilce şeklinde büyümeye başlarlar. Zamanla daha da büyürler ve üzerlerine bakterilerin de eklenmesi ile iltihaplanma, kızarıklık ortaya çıkar (follikülit). Bazen açılarak içeriği boşalır, üzeri kabuk bağlayabilir. İyileştikten sonra geride iz bırakabilirlerde.

Önlemek için;

baharatlı yiyecekler, çikolata, kuruyemiş, kolalı içecekler, çok yağlı besinler, deniz mahsülleri ve fazla alkolden kaçınılması önerilir. Ancak diyetin fazla önemli olmadığı da söylenmektedir.
Kabız kalmamaya ve stresden uzak durmaya çalışılmalıdır.
Esas önemli olan, sivilcelerin elle patlatılmamalarıdır. Eğer gerekiyorsa, büyümüş olanları doktor tarafından usulüne göre açılır ve tedavi edilir. Aksi takdirde geride önemli iz kalabilir.

Tedavide prensip;

uzun süre ve muntazam şekilde tedavinin sürdürülmesidir. Deriyi kavlatarak yağ bezi ağızları açık tutulmaya çalışılır. Bu amaçla içerisinde salisilik asit, rezorsin, retinoik asit (A vitamini), kükürt gibi keratolitik maddeler içeren losyan ve pomadlar kullanılır. Ancak bu preparatların çoğunun geceleri kullanılıp, mukoza ile temas etmemeleri gerekir. Gündüzleri ise antibiyotikli pomadlar kullanılır.
Sadece yüzeyel uygulamalar ile iyileşmeyen olgularda tetrasiklin grubu başta olmak üzere, eritromisin, kloramfenikol ve klindamisin gibi antibiyotikler ağızdan uzun süreli verilir.
Uzun süreli antibiyotik kullanımının karaciğer ve kan tablosu üzerine yan etkileri ve florayı bozmalarından dolayı doktor kontrolünde kullanılması uygun olur.

Bir diğer husus ise, akne ile karışabilecek başka rahatsızlıkların da olabileceğidir. Bu nedenle dikkatli olunması gerekir.
Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 20:40
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #7
kambis - avatarı
Ziyaretçi

YENİDEN GENÇLEŞME



‘Anti-Aging’, Türkçe karşılığı ile ‘Yeniden Gençleşme’; yaşlanmayı geciktirici ya da durdurucu terapileri ve tedavileri içeren bir yöntem.
Anti-aging yönteminde; vücudun ihtiyaç duyduğu ilaçlar ve tüketilmesi gereken gıdalar belirlenerek, sağlıklı yaşam için yol çiziliyor. Amerika’da oldukça yaygın olan bu terapi yöntemi şimdilerde ülkemizde de bazı tıp merkezlerinde uygulanmaya başlandı. Anti-aging terapileri; yaşlanmayı yavaşlatma amacı ile yapılan tedavileri, estetik cerrahiyi ve fizik tedavileri içeriyor.
Bugüne kadar yaşlanmayı yavaşlatan tek ispatlanmış metod kalori kısıtlaması. Yapılan birçok araştımanın ortak sonucu olarak çıkan ‘az kalori ile hayatı devam ettirme’ tekniği hala en güvenilir yöntem olmayı sürdürüyor. Bu metodla ilgili çalışmalar da halen fareler ve maymunlar üzerinde deneniyor.

Anti-Aging ile ilgili olarak aşağıda anlatılan terapilerin hiçbiri henüz yaşlanmayı geciktirip geciktirmediği konusunda net sonuçlar içermiyor. Yapılan araştırmalar ve yayınlanan bildiriler kısmen onaylansa bile, terapinin tamamiyle bir bütün olarak araştırıldığı bir çalışma bulunmuyor; fakat tıp çevrelerinden, amacının oldukça mantıklı olduğuna dair destek alıyor. Bu terapilerin en önemli özelliği, ‘amacı’. Gençlik dönemlerimizdeki gibi vücut mekanizmamızı güçlü kılmayı amaçlayan Anti-Aging terapisi yıllar sonra oldukça gelişmiş bir bilim olarak bizlere sunulabilir. Dünyada ve Türkiye’de tıp çevrelerinde Anti-Aging terapi yöntemi, iki uzun dönemli program olarak anlatılıyor. Bu programlardan biri ‘tekrar gençleştirme projesi’ diğeri ise ‘hayat boyu projesi’ olarak sunuluyor.

Anti-Aging terapisinin amaçları:


Hafıza ve kavrama yeteneğini güçlendirmek
Uyku problemini en aza indirmek
Enerji harcama seviyesini yükseltmek, kişinin zinde ve sağlıklı hissetmesini sağlamak
Vücuttaki yağ kitlesini azaltıp kas kütlesini güçlendirmek
Cinsel gücün yeniden kazanılmasını sağlamak
Vücut hatlarını güzelleştirmek
Vücut kan akımını düzenleyip şeker ve kolesterolü sabit tutmak
Kemik gücünü artırmak
İmmün sistem yani bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlamak
Yaşlılık ile zayıflayan cildi toparlamak elastikiyetini artırmak,
Anti-Aging terapi yönteminin amaçları arasında bulunuyor.
Anti-aging terapisi kapsamında tepeden tırnağa muayene ile kişinin ihtiyaçları tespit ediliyor.
Vücudun eksiklerini tamamlamaya yönelik 4 ana program olan; Hormon bilimi, estetik güzellik, kondisyon ve fiziksel aktivite, diyet programları ayarlanıyor.

Anti Aging terapi yöntemlerinde en önemli noktalardan birini; vücutta var olan ancak zamanla azalan hormonların eski seviyelerine ulaşmalarını sağlamak oluşturuyor. Peki bu hormonlar ya da vitaminler neler ve vücutta ne işe yarıyorlar?

İNSAN BÜYÜME HORMONU


İmmün sistemin korumasına yardımcı oluyor. Genç kas gücünü inşa ediyor. Ergenlik dönemlerinde en yüksek seviyelerde bulunan bu hormonun, vücuttaki miktarı yaşlanma ile azalıyor. Büyüme hormonu seviyesinin korunmasının, kadın ve erkeklerde yaşlanmayı durduracağı belirtiliyor ve iğne ile uygulama yapılabileceği açıklanıyor. Kuzey Dakota’da büyüme hormonu enjekte edilen farelerin çok daha fazla yaşadıkları ortaya çıktı. Fakat bu çalışma bitirilemedi; çünkü üniversitede kısıtlı miktarda bulunan büyüme hormonu tükendi. Şu anda birçok farmakoloji firması büyüme hormonu salgılamasını artıran ilaçlar üretmeye başladılar.

DHEA


DHEA hem kadında hem de erkekte yaşlanma başladıkça seviyesi düşen bir hormondur. Birçok araştırma sonucu DHEA’nın sinir sistemi, immün sistem, stres bozuklukları, kanser ve kardiyovasküler hastalıklara karşı koruyucu olduğu ortaya çıktı. San Diego’daki California üniversitesi 6 ay boyunca kadın ve erkek deneklere her gün 50 ml DHEA vererek, deneklerin fiziksel ve psikolojik olarak iyileştiklerini ve kas güçlerinin arttığını açıkladılar.

MELATONİN


Melatonin beynin hemen alt bölümünde üretilen bir hormondur. Antioksidant olup her gece üretilir ve vücudun uykuya dalmasına neden olur. Yorgunluktan korunmayı sağlar ve anti kanserojen etkilerinin olduğu ortaya çıkarılmış bir hormondur. İtalya’da hayvanlar üzerinde yapılan bir çalışmada; genç hayvanlardan yaşlı hayvanlara verilen melatonin sayesinde yaşlı hayvanların ömrünün uzadığı görülmüştür.

ALC


Aminoasit gibi enerjiyi uyaran bir bileşimdir. Kalp kaslarını güçlendirir. Hem normal yaşlanan bireylerde hem de Alzheimer hastalarında kavramayı günçlendirdiği açıklanmıştır. ALC mitokondirial fonksiyonu çeşitli şekillerde geliştirdiği için yaşlanmayı yavaşlattığı ortaya çıkmıştır. Mitokondria hücrelerin güç kaynağıdır. Burada bütün hayati süreç için enerji üretilir. Bilim adamları mitokondrial fonksiyonun düşmesinin yaşlanmaya neden olduğunu savunuyorlar.

CO ENZİM Q10


Kardiyovasküler sistemi koruyucu, enerji verici ve kanseri önleyici bir bileşimdir. Biliz Nokow tarafından yapılan bir çalışmada Co enzim Q10 iğnesiyle farelerin ömrü %50 oranında uzatılmıştır. Ucla Sağlık Merkezi’nde yine farelerin maksimum ömrü yüksek Co enzim Q10 dozları sayesinde uzatılmıştır. Her iki çalışmada da Co enzim Q10 verilen farelerin ileriki yaşlarında iyi ve sağlıklı göründükleri açıklanmıştır.

ALFA LİPOİC ACİD


Alfa lipoic asit, lipoic asit diye de bilinir. Antioksidanttır. Bilim adamlarına göre alfa lipoic asit yaşlanmayı azaltan etkenlerden biridir. Alfa lipoic asit kanda glukozun zararını azaltıp yaşlanma sürecini uzattığı söylenmiştir. Diyabetli hastalarda oldukça iyi sonuçlar alındığı gözlenmiştir. Halen fareler üzerinde deneyler yapılmaktadır.

SİSTEİN VE PROSİSTEİN


Sistein protein sentezinde kullanılan bir sülfir aminoasittir. Romanya’da yapılan yeni bir çalışmada sistein’nin laboratuvar çalışmalarında yaşamı uzattığı belirlenmiştir. Prosistein ise sisteinin değişik bir şeklidir ve daha güvenli olduğuna inanılır. Hem sistein hem prosistein insanın her hücresinde bulunmaktadır ve antitoksidant olan blu sentezinde rol olır. Glutathon yaşlandıkça miktarı düşer ve proteinlerin doğru yapılanmasına neden olur.

LYCOPENE


Lycopene, carotenoit denilen bitki pigment ailesinin bir üyesidir. 600 den fazla değişik karotenoid vardır. Licopene ve karoten bunların arasında en önemli olanlardır. Bunlar yaprak, domates ve diğer bitkilere açık rengini veren pigmentlerdir. Lycopene bunların arasında yaşlanmayı önleyici görevinde en önemli maddedir. Lycopen seviyesi yaş ilerlerledikçe düşer. Lycopenin farelerdeki değişik kanser türlerine de iyi geldiği bilinmektedir.

VİTAMİN E


Vitamin E, selenyumun antioksidant aktivitesine yardımcı olan bir maddedir. Selenyumla birlikte bağışıklık fonkiyonunun artmasını sağlar. Vitamin E hem erkekte hem de kadında kalp krizi riskini azalttır, birçok kanser türüne karşı vücudumuzu koruduğu araştırmalar ile desteklenmiştir.

VİTAMİN B5


1958 de biyokimyacı Roger J Williams ve Richard Pelton dişi, erkek farelere çok miktarda B5 vitamini vererek bir araştırma başlatmışlardır. Araştırmanın sonucunda farelerin diğer farelere oranla %19 daha fazla uzadıkları ortaya çıkmıştır. Yüksek dozda B5 vitamini verilen fareler soğuk suya atıldıklarında diğer hayvanlara oranla iki kat daha fazla yaşadılar.

VİTAMİN B6


Nasa da yapılan bir araştırmada vitamin B6 ile beslenen farelerin ömürlerinde %11 artış kaydedildi. Birçok yaşam sürecinde önemli bir rol oynayan Vitamin B6, aminoasitlerin metabolizması için gereklidir. Kalp krizi ve inme için koruyucu bir etmendir.

SELENYUM


Birçok araştırma sonucunda, selenyumun birçok kanser çeşidine iyi geldiği ve hatta kanser tedavisinde etkili olabileceği ortaya çıkmıştır. Fakat yaşlanmamak için hergün selenyum alan bir kişinin selenyum miktarını, toksik yan etkilerinden korunmak için, düşük tutması gerekir.

HYDERGİNE


Hem erkeklerde hem kadınlarda hafızayı ve öğrenmeyi artırdığı bilinmektedir. Hydergine beyne kan akışını arttırır dolayısıyla beyne giden oksijen miktarı artar. Beyin hücreleri beslenir ve yenilenir, beyin hücrelerindeki serbest radikallerin zararı en aza indirgenir. Beyindeki ATP düzeyini arttırarak beyindeki enerji üreten glukozun kullanımını artırır.

PİRACETAM


Beyin nöronlarındaki öğrenme ve hafıza reseptörlerinin duyarlılığını artıran ve aminoasit olan GABA nın bir türevidir. Hayvanlarda ve insanlarda yapılan çalışmalara göre ‘piracetam’ın hafızayı güçlendirdiği, dikkat ve konsatrasyonu artırdığı görülmüştür. Piracetam zekayı artırmada, yaratıcılığı ve bilgiyi işleme yeteneğini kullanmada yardımcıdır. Piracetam’ın, beyinin alanlarını ve beynin içindeki elektriksel aktiveteyi ayarlayarak, beynin sağlıklı kalmasını düzenlediği görülmüştür.

DEPRENYL


Deprenyl; Parkinson ve Alzheimer hastalıklarının olumsuz etkilerini en aza indirir. Uzun süreli kullanımı ile ilgili kesin deneysel bilgiler yoktur. Deprenyl’in en önemli özelliği yaşlanmayı yavaşlatmasıdır. Çünkü beyin nöronlarını nörotoksinlerden korur, antioksidan enzimlerin seviyelerini artırıp, dopamin azaltıcı enzimlerin seviyesini düşürür. Yapılan deneylerde farelerin ömrünün uzadığı görülmüştür.
Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 20:46
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #8
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

ERKEKLERDE KISIRLIK NEDENLERİ



Çocukları olmayan çiftlerin yaklaşık %30-50’sinde problem erkekten kaynaklanır. Erkekteki kısırlık nedenleri başlıca iki ana grupta toplanır.
1. Spermin sayı ve kalitesini etkileyen üretim bozuklukları.
2. Spermi dışarıya taşıyan kanallardaki tıkanıklıklar.
Erkekteki bu problemlerin nedeni, %30-40 olguda açıklanamaz. Sperm kalite ve sayısındaki bozuklukların nedeni bulunamadığında birtakım deneysel ilaç tedavileri uygulanır. Ancak, bu tedavilerin herhangi bir etkinliği olmadığı gösterilmiştir. Mikroenjeksiyon tekniğinin 1992 yılından itibaren uygulanmaya başlanması erkek kısırlığının tedavisinde bir dönüm noktası olup, bu teknik ile şiddetli erkek kısırlığı durumlarında bile yüksek gebelik oranları elde edilmektedir.

1.SPERM ÜRETİMİ BOZUKLUKLARI


Erkek kısırlık olgularında spermin üretim ve olgunlaşma bozuklukları en çok rastlanılan sorundur. Üretim bozukluğu sperm sayısı ile ilgili olabileceği gibi kadın yumurtasının döllenmesini engelleyen sperm hareketlerinin zayıflığı veya sperm şekillerinin (Morfoloji) anormalliği ile de ilgili olabilir.
Erkeğin sperminin normal kabul edilebilmesi için sayısının en az 20 milyon/ml, hareketli sperm oranının %30 ve yapısal olarak normal sperm oranının %4’ün üzerinde olması gereklir. Sperm değerlerinin yukarıda belirtilenin altında olması halinde doğal yollardan gebelik elde edilmesinde belirgin zorluklar yaşanmaya başlanmaktadır. Birçok faktör spermiogenezi (sperm hücrelerinin üretimi ve olgunlaşması) olumsuz yönde etkileyebilir.

İltihabi hastalıklar


Bazı bakteri ve virüsler erkekte yumurtalık iltihabına sebep olur. Yumurtalıklarından iltihabi bir hastalık geçiren erkeklerin yaklaşık %25’inde kısırlık problemi oluşturur.


Hormon bozuklukları


Erkeklik hormonu olan testesteron hormonunun üretimini kontrol eden hormonlarda bozukluk olması durumu.

Çevresel problemler


Kanser tedavisi için kullanılan ışın ve ilaçlar sperm üretimini bozabilir.


2.YAPISAL BOZUKLUKLAR


Spermin üretim yeri olan testislerden dışarı çıkmasını engelleyen tam veya kısmi tıkanıklıklar kısırlık nedeni olabilir. Bu tıkanıklıklar doğuştan olabileceği gibi sonradan geçirilmiş bir enfeksiyona bağlı da olabilir. Testlerden geçirilmiş bir cerrahi müdahale de tıkanıklığa sebep olabilir.

NEDENİ AÇIKLANAMAYAN KISIRLIK


Günümüzde tıbbın olanakları ile ortaya konulamayan kısırlık durumlarında nedeni açıklanamamış kısırlık (idiopatik infertilite) söz konusu olur. Testler ile ortaya çıkarılamayan sperm enfeksiyon bozuklukları, yumurtanın çatlaması ve tüpler içindeki hareketinde bazı bozuklukların varlığı öne sürülen varsayımlar arasındadır.

Nedeni açıklanamamış kısırlık olgularında rol oynayan psikolojik etkenlerin varlığı tam olarak belli değil. Stresin kadın üreme sistemi ve hormon dengesi üzerinde olumsuz etkiler yapabileceği biliniyor. Ancak burada sebep-sonuç ilişkisi belli değil. Yani kısırlık nedeniyle mi stres olmakta, yoksa stres nedeniyle mi kısırlık olmakta.
Stresin ortadan kalkma durumunda doğal yollardan gebeliklerin oluştuğu bildiriliyor.
Özellikle kısırlık tedavilerine cevap alınamayan çiftlerde bazen tedavinin kesildiği ve çifte dinlenme şansı verildiği aylarda kendiliğinden gebelik olabilmekte.
Nedeni açıklanamamış kısırlık terimi günümüzdeki tanı yöntemlerinin sınırını gösteriyor. Tanı yöntemlerindeki ilerlemelerle birlikte bu gruba sokulan çift sayısı da azalacak.
Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 20:54
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
8 Temmuz 2006       Mesaj #9
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

Prostat iltihabının (prostatit)



Akut ve kronik bakteriel prostatit, prostat bezine enfekte idrarın prostat kanalları boyunca taşınması ile oluşur.Bakteriel prostatit bulaşıcı değildir ve cinsel yolla geçen bir hastalık olarak düşünülmemelidir.
Bazı tıbbi müdahaleler , özelliklede idrar kateteri takma işlemi bakteriel prostatit riskini artırır.
Kronik bakteri kaynaklı olmayan prostatitlerde de prostat bezinde benzer iltihabi durumlar oluşur. Fakat buradaki nedenler sıklıkla tipik idrar yolu enfeksiyonlarında görülen etkenlerden farklıdır.Buna yol açan organizmalar sıklıkla klamidya ve mycoplazma denilen organizmalardır.Bunların bazıları cinsel ilişkiyle geçebilir.
Prostatodynia durumunda ise prostatın mikrop kapmasıyla ilgisi yoktur.Problem sıklıkla prostat bezini çevreleyen sinir ve kaslarla ilgilidir.

Prostatitin neden olduğu yakınmalar nelerdir?
Ani gelişen bakteri kaynaklı prostatititde,şikayetler ani ve şiddetli başlar.Ateş,titreme,idrarda şiddetli yanma ve mesaneyi ( İdrar kesesi ) boşaltmada yetersizlik sık görülen problemlerdir.

Kronik bakteri kaynaklı prostatititde şikayetler benzer ancak daha az şiddetlidir.Bu şikayetler idrarda yanma,sık idrara çıkma,testislerde, perinede(makat bölgesinde), sırtta ağrılar ve ağrılı ejakulasyondur.( İdrar ve sperm atılımı )

Kronik bakteri dışı kaynaklı prostatitte sık ve ağrılı idrar yapma,ağrılı ejakulasyon ve perine-mesane-testis ve peniste ağrı-rahatsızlık olur.
Prostatodynia şikayetleri zorlu ve ağrılı ejakulasyon,zorlu ve ağrılı idrar yapma,perinede ağrıdır.Bu şikayetler kronik nonbakteriel prostatit şikayetlerinden ayrılamaz.

Prostatit bir hastayı nasıl etkileyecektir?
Prostatit hem hasta hem de doktor için zor bir durumdur.Hastanın yaşam kalitesini ciddi olarak etkiler.Prostatitin doğru tanısı zordur ve hastalık kür olmayabilir.Bununla birlikte prostatit tedavi edilebilir bir hastalık olup uygun tedavi ile önemli yakınmalar büyük oranda düzelir.

Prostatitle ilgili önemli noktalar nelerdir?
Doğru tanı tedavi için ana faktördür.
Prostatit herzaman kür olmayabilir ancak kontrol altında tutulabilir.
Şikayetler geçse bile tedavi izlenmelidir.
Prostatitli hastalar gelişen prostat kanseri için daha yüksek bir risk içermezler.
Normal cinsel aktivitenin kesilmesine gerek yoktur.(akut safha hariç)
Prostatitli kişi normal hayatını sürdürebilir.
Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 20:49
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
9 Temmuz 2006       Mesaj #10
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye

Ani Sertleşme



Sabahları erkek cinsel organının kendiliğinden sertleşmesi. Özellikle sıhhatli erkekler arasında sık sık görülen bu sertleşmeye bilimsel olarak «su sertleşmesi» halk arasında ise «sabah sırığı« adı verilir. Dolu idrar torbasının baskısı ve idrar borusunun cinsel sinirleri uyarması sonucu omurilikteki gerilim refleksinin eyleme geçtiği kabul edilmektedir. Bunun kanıtı da sabah sertleşmesinin idrar yapıldıktan sonra hemen ya da yavaş yavaş yok olmasıdır.

İdrar baskısı teorisine karşı çıkan psikologlar gündür, yani uyanıkken idrar torbasının dolması ve idrarı tutma sonucu peniste sertleşme olması gerektiğini fakat böyle bir şey olmadığına göre sabah sertleşmesinde yalnızca mekanik olayların değil bir takım psikolojik etkenlerin de söz konusu olduğunu ileri sürmektedirler. Psikanalitik rüya araştırmalarına göre önce idrar torbasının uyarması sonucu bazı erotik rüyalar görülmeye başlar ve ancak buna bağlı olarak sertleşme ortaya çıkar.

Psikanalizci O. Rank ise idrar zoru analizlerine dayanarak idrar zorlamasının büyük bir çoğunlukla cinsel rüyalara bağlı olarak oluştuğunu ortaya koymuştur ve bunu rüya görenin tıpkı bebeklik yıllarında olduğu gibi idrarını tutmaktan cinsel bir haz duyduğu görüşüne dayanarak ileri sürmüştür. Magnus Hirschfeld «Kadının ve Erkeğin Cinsel Sapıklıkları» adlı yapıtında (1913) tam yedi çocuk döllemiş olan evli bir homoseksüelden söz etmektedir. Normal zamanlarda cinsel bakımdan güçsüz olan bu erkek sabah sertleşmesi sırasında cinsel birleşimde bulunabilmekteydi. O halde bu çocuklar hayatlarını, babalarının cinsel gücü- ne değil sidik torbasına borçludurlar.

Bu teoriye karşı çıkan Viyanalı psikanalizci Wilhelm Stekel, «rüya görülebilmesi için bir takım baskıların ortadan kalkması gerekir. Oysa uykunun ilk saatlerinde görülen rüyalar —tıpkı bir ikaz gibi rüyayı bozan— kısıtlamalar bakımından oldukça zengindir. Ancak sabaha doğru bu baskılar ilk etkilerini yitirirler. Hirschfeld'in bu hastası da gündüzleri toplumun içinde ve baskıların sürekli etkisi altında bulunduğu için ancak sabahlan cinsel birleşimde bulunabiliyor» demektedir.

40 ilâ 50 yaşları arasındaki erkeklerde sabah sertleşmesi seyrek görülmeye başlar, fakat bu kendilerini iyi ayarlı yan erkekler için bir cinsel güçsüzlük işareti değildir. Sabah sertleşmeleri sinir ve kan damarcıklarının cinsel uyarıya karşı halen daha duyarlı olduklarını gösteren bir kanıttır. Ama bunun için herşeyden önce gövde ve ruhun dinlenmiş, sinirlerin sakin, türlü baskıların da ortadan kalkmış,olması gerekir.

Fakat eğer penis sabah vaadettiğini akşam gerçekleştiremezse bu artık her şeyin bittiğini göstermez. Çünkü damarların tam olarak dolamaması, gövdesel bir eksiklik ya da bilinçaltında saklı kalmış ruhsal bir baskı her zaman söz konusu olabilecek engellerdir. Stekel bu son durum için sabah sertleşmesinin doğrudan doğruya bir işaret olduğunu ve erkeğin sabaha karşı gündüz kendisine yasak edilen şeyleri düşlediğini ama uykusunda bile baskılara yenilerek hayalini gerçekleştiremeden uyandığını ileri sürmektedir..

Ani sertleşme sorunu genellikle psikolojik sorunlar yaşayan erkeklerde görülür. Negatif ruhsal durum bu tür sorunlar yaşanılmasına neden olur.
Bu tür sorunları olan hastalar uyurken veya sabah kalktiklarinda sertlesme gorulur. erektil ani fonksiyon bozukluğu yaşamalarına neden olan nedenler:

- İşten veya evden dolayı stress ve endişeler
- Düşük seks performansından korkulması
- Evlilik problemleri
- Depresyon
- Cinsel tercih seçiminde heteroseksüel, biseksüel ve homoseksüellik seçimine karar verememek.

BPH


Kansorejen bir durum değildir. Kansere dönüşmez. Büyümüş prostatlar için kullanılır.Daha çok erkeğin yaşlanmasına bağlıdır. Büyüklüğe ve büyüme şekline göre idrar yakınmaları meydana getirir.Bunlara Prostatizm yakınmaları denilir ve bazen Prostat Kanseri yakınmaları ile karışır. 60 yaş üzerindeki erkeklerin %50 sinde,70 ve 80 yaşlardaki erkeklerin ise % 90 ında görülür.40 yaştan önce nadir görülür. BPH prostat kanserinden çok daha sık görülür.


Erektil Fonksiyon Bozukluğu


Profesyonel terapi:

Erektil fonksiyon bozukluğu yaşayan hastaların genellikle fiziksel ve psikolojik nedenlerle birlikte görübildiğinden uzman psikolog ya da psikiyatristle görüşerek endişeyi azaltabilir. Terapiler genellikle diğer tedavilerli birlikte doktorun denetiminde yapılır.

Hormonlu ilaçlar:

Testesterone denen erkeklik hormonunun düşüklüğünden prolaktin fazlalığı ve fazla östrojenden kaynaklanan Erektil fonksiyon vakaları çok azdır. Bu problem yine hormon düşüücü ilaçlarla tedavi edilir.
İğne tedavisi FDA tarafindan onaylanmış igne ile yapılan iki ilaç vardır. Ağrısız ve acısız sayılabilecek enjektörle verilen ilaç sertleşmeyi sağlar.

Üreter içi Terapi:

Yeni sayılabilecek bir tedavi şeklidir. küçük ilaçlı bir küçük topçuğun penis ucundan üretere sokulmasıdır. Üreter tarafından tamamen abzorbe edilen ilaç penisteki ereksiyon odacıklarına gider. Bu da kan damarlarının gevşemesine ve penisin ereksiyon olmasına neden olur.

Penis Protezi:

Penisin iki tarafına ameliyatla sert çubuk konur. Çubuklar istenen derecede sertlik verir. Bu implantlar iki sekildedir: şişirilebilen ve yarı sert çubuklar.Bu metod diğer metodlar gözönüne alınmadan ve denenmeden tavsiye edilmemektedir.

Ameliyatla Tedavi:

Pelvik yöresine veya penise ameliyat, kaza vs neticesinde bölgeye kan akışı bloke olmuşsa tercih edilir.
Son düzenleyen perlina; 1 Temmuz 2016 12:02

Benzer Konular

24 Temmuz 2014 / AriThmetiCs Taslak Konular
14 Şubat 2012 / HerHangiBiri Sağlıklı Yaşam
24 Temmuz 2014 / Misafir Taslak Konular
22 Ağustos 2013 / Misafir Sağlıklı Yaşam