Arama

Ebeveynler ve Çocuklar - Sayfa 6

Güncelleme: 24 Ekim 2016 Gösterim: 173.332 Cevap: 202
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
2 Nisan 2006       Mesaj #51
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
ANNE VE ÇOCUK

Sponsorlu Bağlantılar
1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı. Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz
2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz
3 yaşınızdayken size özenle yemekler hazırladı Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz
4 yaşınızdayken elinize rengarenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz
5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz
6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda "GİTMİYCEEEEEEM" diye ağlayarak teşekkür ettiniz
7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz
9 yaşınızdayken size piyano öğretmeni buldu. Notaları bir gün bile çalışmayarak teşekkür ettiniz
10 yaşınızdayken doğum günü partilerinden dans derslerine kadar her yere sizi arabayla götürdü. Arabadan fırlayıp giderken arkanıza bile bakmayarak teşekkür ettiniz
11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü. "Sen bizimle oturma" diyerek teşekkür ettiniz
12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz
15 yaşınızdayken sizi yurtdışında yaz kampına gönderdi. Tek satir mektup yazmayarak teşekkür ettiniz
17 yaşınızdayken erkek arkadaşınızla partiye gitmenize izin verdi. Bir telefon bile etmeden sabaha karşı eve dönerek teşekkür ettiniz.
19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı,sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı. Arkadaşlarınız alay etmesin diye kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz
21 yaşınızdayken iş hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi "Ben senin gibi olmayacağım" diyerek teşekkür ettiniz
22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde size gururla sarıldı. Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz
24 yaşınızdayken uzun suredir çıktığınız çocukla tanışmak istedi "Zamanını ben bilirim" diye tersleyerek teşekkür ettiniz
25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı,sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz
30 yaşınızdayken bebek bakimi hakkında size akil vermek istedi. "Artık bu ilkel yöntemleri bırak"diyerek teşekkür ettiniz
40 yaşınızdayken sizi arayıp bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı "Anne işim başımdan aşkın"diyerek teşekkür ettiniz
50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu. Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz
Derken bir gün..... o öldü. O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi düştü....




ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #52
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yaşamın En Zorlu Geçiti: Ergenlik

Sponsorlu Bağlantılar
Her dört gençten biri ergenlik döneminde okul başarısızlığı, yaralanma ve ölüm tehlikesiyle karşılaşıyor. Uzmanlar, alkol sigara ve madde kullanımının bu dönemde başladığını belirtiyorlar.

Yaşamın en sağlıklı ancak en sorunlu dönemi olan ergenlikte araştırmalara göre her dört gençten biri okul başarısızlığı, yaralanma ve ölüm tehlikesi ile karşılaşıyor. Dört gençten biri ise sağlık koşullarının olumsuzluğu yüzünden ideal büyüme olanağından yoksun kalıyor. Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olarak adlandırılan ergenlik kızlar için 8-13, erkeklerde ise 9.5-13 yaşları arasında başlıyor.

Acıbadem Hastanesi Pediatri Bölüm Başkanı Dr. Ümit Şen şişmanlık, kalp dolaşım hastalıkları, akciğer kanseri gibi erişkin çağda ortaya çıkan hastalıkların yüzde 65’inin bu dönemdeki davranış ve alışkanlıklarla geliştiğine dikkat çekti. Dr. Ümit Şen, “Bu dönemde madde kullanımı, mental hastalıklar, okulda başarısızlık ve okuldan ayrılma, suç işleme, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve adolesan gebelikler en önemli risk faktörlerini oluşturuyor” diyor.
Türkiye’de yetişkinlerin birçoğunda içki, sigara içmek gibi anormal davranışların yaygın biçimde görüldüğünü hatırlatan Dr. Ümit Şen, “Araştırmalar sigara içen erişkinlerin yüzde 50’sinin 18 yaşından önce sigaraya başladığını gösteriyor. Türkiye’de gençler sigara ve alkol kullanımını sosyalleşme olarak görüyor. Ailelerinde ve yakın çevrelerindeki insanlar alkollü araç kullanıyorlar. Onlar da bu kötü örnekleri benimseyebiliyor” dedi.

Psikolojik Sorunlar
Çocuk Genç ve Aile Psikoterapisti Mehmet Zararsızoğlu ise ergenlik dönemindeki gencin yaşadığı psikolojik sorunları, hızlı büyümeyle ruhsal gelişmenin orantılı olmamasından kaynaklanan ruhsal çatışmaları gündeme getirdi. Psikolog Mehmet Zararsızoğlu, “Kişilik ve ruhsal bozuklukların en çok yaşandığı dönemlerden biri de ergenliktir. Bu dönemde korkaklık, ümitsizlik, hassaslık, dışlanma, özgüven eksikliği, protestocu tutumdan başıboşluk ve bakımsızlığa kadar uzanan sorunlar görülebiliyor” dedi.
Kuvvetli otorite çatışmalarına da değinen Psikolog Mehmet Zararsızoğlu, evden kaçmalarda bunun önemli rol oynadığını belirterek “Aile içinde olumsuzlukların arttığı dönemlerde gerçeklerden kaçma eğilimi ve sürekli bir mutluluk duygusu arayışı ile gençler alkol ve uyuşturucuya yönelebiliyor” diye ekledi. Psikolog Mehmet Zararsızoğlu, ailelerin bu dönemde gençleri iyi dinlemelerini ve sağlıklı bir iletişim modeli oluşturmalarını önererek “Sorunlar çözülemiyorsa bir uzmandan yardım almaktan çekinmeyin” dedi.

Omurga Problemleri
Ergenlik dönemindeki hızlı büyümeye bağlı olarak omurga, kalça ve dizlerde gözlenen sorunlarla ilgili bilgi veren Acıbadem Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Osman Güven ise aileleri uyararak 30 saniyelik bir muayene ile bu sorunların saptanabileceğini vurguladı. Hızlı büyümenin gözlendiği 10-15 yaş döneminde omurganın yana eğilmesiyle gelişen skolyozun her 10 kişiden birinde görüldüğünü belirten Prof. Dr. Osman Güven, şöyle konuştu:
“Özellikle kız çocuklarında büyüyen göğüslerini saklama amacıyla duruş bozukluğu görüyoruz. Bunun sonucunda da kifoz adını verdiğimiz kamburluk gelişebiliyor. Osteokondroz adını verdiğimiz hastalık ise kalça, diz, ayak çevresi büyüme merkezlerinin geçici olarak zorlanması sonucu ağrılarla ortaya çıkıyor. Eklem ve kemik bozukluğuna neden olabiliyor. Şişman çocuklarda ise kalçadaki büyüme kıkırdağında kayma görülebiliyor.”

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #53
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
spacerspacerpasifvekayitsiz1spacerPasif ve kayıtsız ebeveynler

Pasif ve kayıtsız ebeveyn, çocuğun davranışları karşısında "ilgisiz ve kayıtsız" davranışlar sergileyen anne babadır. Onlar için çocuğun varlığı ve yokluğu belli değildir. Bu gruba giren anne babalar hoş görü ile boş vermeyi birbirine karıştırmaktadırlar.
Anne baba çocuğa karşı çocuğun kendisini rahatsız hissedecek kadar kayıtsız kalabilmektedir. Çocuğu ihmal eden anne baba zorunlu olduğu zamanlarda, çocukla yüzeysel bir ilişki kurabilmektedir.

Dengesizlik söz konusu
Çocuk anne babayı rahatsız etmediği müddetçe, görünürde çocukla ilgili pek bir problem yoktur. Eğer çocuk anne babayı rahatsız eder ve onların yollarına çıkıp engel teşkil ederse, anne baba çocuğa karşı düşmanca bir tutum ve tavır takınır. Çocuğu düşman kuvvet ilan ederler. Daha sonra ise çocuğa karşı yine kayıtsız tutum sergilerler. Anne babaların kişilik yapıları değişkendir. Rahat, sessiz, vurdumduymaz pasif oldukları gibi saldırgan da olabilirler.

Düşüncelerin kaynağı
Bazı anne babalarsa çocuğa karşı kayıtsız kalmanın ona ilgi ve sevgi vermemenin doğru olduğunu düşünmektedirler. Niçin böyle düşünürler? İhtimaller: "Çocuk şımarabilir. Yarın öbür gün anneyi anne babayı da baba olarak bilmez. Evde anne babanın otoritesi sarsılır. Doğru anne baba tavrı böyle olmalıdır. Çünkü benim annem de babam da bize böyle davranırdı..." gibi hiçbir bilimsel gerekçesi olmayan düşünceler nedeniyle istemelerine rağmen çocukları ile yakın ilişki kurmaktan kaçınırlar.

Hatanın geç telafisi
Yıllar sonra yaptıkları hatanın farkına varırlar ve bu hatayı telafi edebilmek için "Oğlumla/Kızımla yaşayamadım, bari bunları torunlarımla yaşayayım" düşüncesiyle torunlarına karşı aşırı sevgi gösterisinde bulunurlar. Torunlarının sevgilerini kazanmak için rüşvet verirler. Çocuklarının koydukları kurallarda hafif delikler açarlar ve torunlar için sığınılacak bir liman gibi olurlar. Ama tüm bu telafi çalışmaları çocukların geçmişte alamadıkları sevgiyi onlara geri vermez.

Gerekçeleri nedir
Kayıtsız, pasif ve ilgisiz anne babaların tutumlarının çeşitli nedenleri vardır. Kısaca bu nedenler şunlar olabilir:
Çalışma hayatının yoğun temposu nedeniyle anne babalarda oluşan aşırı yorgunluk ve çocuklara ayırabilecek zamanın çok sınırlı olması, ayrılan zamanın da etkin kullanılmayışı, çocuk bakımını annenin dışındaki büyükanne veya büyükbabanın üstlenmesi, evde bakıcının bulunması ve bunların çocuğu anne babayla paylaşmak istememeleri, çocuğun her işinin bu kişiler tarafından yapılıyor olması, çocukla paylaşımın az olması, çocuktan uzak yaşanılıyor olması, anne baba olmak için fiziksel, ruhsal ve bedensel açıdan hazır bulunuşluk seviyesinde bulunulmaması, anne babanın aralarında ki problemlerle çok fazla haşır neşir olmaları ve bu problem yumağında çocuğu yok saymaları, çok fazla çocuğa sahip olunduğu için gerekli ilginin gösterilmemesi gibi daha bir çok nedenler sayılabilir. Ama hangisi çocuğunuzu kaybetmeniz için yeterli neden olabilir?

Çocuklardaki ihmal edilmişlik
Kayıtsız, ilgisiz ve pasif anne baba tutumuna maruz kalan çocuklar kendilerine yöneltilen düşmanlıktan daha çok ilgisizliğe karşı savaşmaktadırlar. İhmal edilmiş bir kimse olarak, ana babanın ilgisini çekmek için çoğu zaman kötü davranışlar sergilerler. Çünkü uslu duran, problem çıkarmayan çocukla çoğunlukla kimse ilgilenmez. "Ağlamayan bebeğe meme verilmez" denilir. Bundan çıkardığımız sonuç şu ki:
"Çocuk doymak istiyorsa ağlamalıdır." "Anne babamın ilgisini çekmek istiyorsam yaramazlık yapmalıyım. Uslu durduğumda benimle ilgilenmiyorlar. Küçük de olsa yaramazlık yapınca evde ilgi noktası ben oluyorum" düşüncesi çocukta yerleşir.
Çocuğun ceza alması dahi kısa bir müddet için var olduğunu hissettirdiği için, ceza ödül durumuna geçmektedir.

Neler yapmalısınız?
Çocuklar agresif, saldırgan ve suça yönelik davranışlar gösterebilirler. Çünkü anne baba çocuğun olumlu değil de olumsuz davranışları pekiştirilmektedir. Oysa çocuk uslu durduğunda söylememiz gereken küçük sözler vardır."
Aferin oğluma/kızıma bak nasıl da uslu uslu kendi başına oynuyor. Kimseyi rahatsız etmiyor." Şeklinde davranışlar çocukta pekiştirilmiş olsa emin olun bir müddet sonra çocuğunuzun davranışları olumlu yönde değişecektir.
Davranışı değiştirmek istiyorsanız önce olumlu olanları pekiştirin çocukla iyi bir iletişim kurduktan sonra çocuğun olumsuz davranışlarına yönelin. Önce kolaylıkla düzeltebileceğiniz davranışlardan başlayın. İlerleme kaydettikçe çocuğa manevi ödüller vermeyi unutmayın. İlgisiz bir ailede büyüyen çocuğun tek amacı birazcık şefkat alabilmek dikkat çekmek ve varlığını ispatlayabilmektir.
Daha ileriki yıllarda ev ortamında bulamadığı ilgi ve sevgiyi dışarıda arayacaktır. Ufak da olsa sevgi mesajını farklı yorumlayacak ve sığınılacak bir liman arayacaktır. Çocuk büyüdükçe aile ile çatışmaları artacak, aileden intikam alma yolarını arayacaktır. Yaşı ilerledikçe aileden uzaklaşacaktır. Anne babanın ilgiye bakıma muhtaç olduğu zamanlarda onların yanında olmayacaktır. Çünkü kendisinin ilgiye sevgiye ihtiyacı olduğu zamanlarda anne baba tarafından bu ilgi ve sevgi ondan esirgenmiştir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #54
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUKLAR NEDEN EVDEN KAÇAR?





EVDEN KAÇAN çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda, zihinsel özürlüleri hariç, hemen hepsinin aileleriyle sorunları olduğu görülmektedir. Ailede şiddetli geçimsizlik, işsizlik, fakirlik, dayak, eğitimsizlik gibi olumsuzluklar, öncelikle çocukları etkilemektedir. Çocuklar sıcak aile ortamından, sevgiden, ilgiden ve şefkâtten mahrum olarak büyümektedirler. Bu çocuklar kendi ayakları üzerinde duracak yaşa geldikleri zaman sıkıcı aile ortamından, dayaktan, kötü muameleden ve sefaletten kurtulma hayalleri kurarlar. İlk fırsatta ellerine biraz para geçince—bu para genellikle evden çaldıkları paradır—iyi bir iş bulmak, ses veya sinema sanatçısı olmak, kısa yoldan şöhrete kavuşmak ümidiyle evden kaçarlar.
Bazı çocuklar, ailenin maddî durumu iyi olduğu halde, anne ve babanın sevgisini denemek için evden kaçarlar. Ancak fazla uzağa gitmeyi göze alamazlar. Genellikle evin bodrumuna, bir akraba veya arkadaş evine sığınır; kısa zamanda geri dönerler. Anne babanın affedemeyeceği bir suç işlediklerinde, karneleri zayıf geldiğinde, dayak korkusuyla eve gelmeyip geceyi sokakta geçiren çocuklar da vardır.
Eğer sık sık evden kaçan bir çocuğunuz varsa, bir yerlerde yanlış yapıyorsunuz demektir. Yaptığınız yanlışların farkında olmadığınız için çocuğunuzun evden kaçmasına engel olamıyorsunuz. Bu durumda bir çocuk psikiyatrından veya uzman bir psikologdan yardım almanız gerekir. Psikiyatr, çocuk ve aile üzerinde yaptığı araştırma sonunda yanlış tutum ve davranışlarınızı ortaya çıkaracak, çocuğa nasıl davranmanız gerektiğini anlatacak, bir süre bunları denemenizi ve sonuçlarını gelip anlatmanızı isteyecek, deneme sonunda yeni tavsiyelerde bulunacaktır.
Sebepleri bilindiği taktirde evden kaçma probleminin çözümü kolaylaşır. Evden kaçan çocuğun terapisi, yukarıda açıkladığımız gibi, anne babanın tutumunu değiştirmeye ve aile ortamını yaşanır hale getirmeye yönelik olacaktır.

Evden Kaçmayı Önleyici Yaklaşımlar

Psikolojide ve koruyucu hekimlikte esas olan hastalık ortaya çıkmadan önce hastalığa yol açan sebepleri ortadan kaldırmaktır. Bu prensibi evden kaçma olayına uygulayacak olursak, amaç çocuk evden kaçtıktan sonra onu eve bağlama çareleri aramak değil, evden kaçmasına yol açan tutum ve davranışlardan kaçınmak olmalıdır.
Aile içinde kendisini mutlu ve değerli hisseden bir çocuk evden kaçmayı düşünmez. Çocuğumuzu eğitirken onun kendisini mutlu ve değerli hissetmesi için anne baba olarak üzerimize düşen sorumlulukları şöyle özetleyebiliriz:
• Çocuğun ruhsal ve sosyal gelişimi için sevgi, ilgi ve güven duygusu çok önemlidir. Maddî ihtiyaçların yerine getirilmesi çocuğun kendisini mutlu hissetmesine yetmez. Evet, aile için fakirlik gerçekten zor bir sınavdır. Ancak çocuğun ruhsal ihtiyacı olan sevgi ve ilgi, maddî imkânla ilgili değildir. Nice fakir aileler vardır ki çocuklarını sevgi ve ilgi ile büyütmekte, maddî imkânsızlıklara rağmen onları okutmaya ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadır. Çocuklar bu sıcak aile ortamında kendilerini mutlu hissetmekte, evden kaçmayı akıllarından bile geçirmemektedir. Yine öyle aileler vardır ki geniş maddî imkânlarına rağmen, anne baba sorumluluğunu yerine getirmez, çocuklarından ruhsal ihtiyaçları olan sevgiyi ve ilgiyi esirger, onlara zaman ayırmazlar. Bu anne babalar, çocukların maddî ihtiyaçlarını karşılamakla ve yatılı özel okullarda okutmakla görevlerini yaptıklarını zannediyorlar. Yanıldıklarını anladıkları zaman iş işten geçmiş oluyor. Zira çocuklar anne babalarından bulamadıkları sevgi ve ilgiyi arkadaş çevresinden, eğlence dünyasından veya uyuşturucudan sağlamaya çalışır, aileden gittikçe uzaklaşırlar.
•Çocuklar küçük yaşlardan itibaren anne babalarına duygularını, düşüncelerini, sevinçlerini, hayallerini, korkularını, endişelerini ve sıkıntılarını çekinmeden açabilmelidir. Onları yargılamadan, suçlamadan dinlemeli, kendimizi çocukların yerine koyarak anlamaya çalışmalıyız. Böyle yaptığımız zaman çekinmeden bize her türlü sıkıntılarını açacak, bizim şefkatli kollarımızda kendilerini güçlü hissedeceklerdir.
• Her konuda çocuklarımıza karşı adil ve tutarlı olmalıyız. Koyduğumuz kurallar onların bağımsızlık çabalarını engelleyici, uygulaması zor kurallar olmamalıdır. Onlara aile içinde yapabileceği basit işler vererek öz güvenlerini güçlendirmeliyiz. Aileyi ilgilendiren ortak kararlarda onlara da söz vermeli, kendilerini değerli hissetmelerini sağlamalıyız. Yetenek ve becerileri konusunda gerçekçi olmalı, onlardan yapamayacakları şeyler istememeliyiz.
• Çocukların bizi taklit ederek kişilik kazandıklarını unutmayalım. Çalışkanlıkta, dürüstlükte, yardımlaşmada, iş bölümünde onlara iyi örnek olmalıyız. Bizleri izleyerek başarının tembellikten ve kolaycılıktan değil; çok çalışmaktan, sabırdan ve dürüstlükten geçtiğini öğreneceklerdir.
• Çalarak, yolsuzluk yaparak, görevini kötüye kullanarak zengin olan insanların toplum tarafından saygı görmediğini, haram yoldan servet yapanların sonlarının kötü bittiğini örnekler vererek anlatmalıyız. Çocuklar bu örneklerden lüks içinde yaşayarak değil, sıcak aile ortamında karşılıklı sevgi ve saygı içersinde insanca yaşayarak mutlu olunacağı sonucunu çıkaracaklardır.
• Gazete haberlerinden ve televizyon programlarından faydalanarak kolay yoldan şarkıcı ve artist olmak için evden kaçan gençleri bekleyen tehlikeler konusunda çocuklarımızı bilgilendirmeliyiz. Böylece evden kaçarak, kolay yoldan sanatçı olunamayacağını öğreneceklerdir.
• Dayak ve baskı ancak cahil anne babaların başvurduğu eğitim araçlarıdır. Disiplin dayak ve baskı ile değil, kurallarla sağlanır. Çocuklarımız kuralları çiğnediğinde karşılıklı konuşarak ve onların da fikirlerini alarak çözüm üretmeliyiz.
• Özellikle ergenliğe geçiş sürecinde çocuklarımıza karşı sabırlı ve hoşgörülü olmalı, onların yeni bir kimlik ve bağımsız kişilik kazanma çabalarını anlayışla karşılamalıyız. Çocuklarımız bu fırtınalı ve zor dönemi bizim yardımımız, anlayışlı ve sabırlı davranmamız sonucunda atlatabileceklerdir. Evden kaçmaların çoğu ergenlik dönemine rastlaması tesadüf değildir.
• Evde adam yerine konan, görüşleri ve duyguları önemsenen, kendisine ait bir odası ve eşyaları olan, boş zamanında müzik ve sporla ilgilenen, ailesi ile birlikte sinema, tiyatro, düğün, nişan gibi sosyal etkinliklere katılan çocuklar ve gençler alternatif heyecanlar arama ihtiyacı duymayacaklardır. Çocuğun hayatında arkadaşın önemi büyüktür. “Ya kötü arkadaş seçerse” endişesi ile çocuklarımızın arkadaş seçimine müdahale etmek doğru değildir. Evinde mutlu olan çocuklar kötü arkadaş seçmezler. Yani hiçbir çocuk kötü arkadaş kurbanı olmaz. Çünkü çocuklar arkadaş seçerken ailelerinden aldıkları eğitim ve terbiyeye uygun arkadaşlar arar ve bulur. Çocuk çeteleri üzerinde yapılan araştırmalar, çeteye mensup çocukların hemen hepsinin aileleriyle problemleri olduğunu göstermektedir.
• Çocuklarımız arasında ayırım yapmamaya, onları birbiriyle ve başka çocuklarla kıyaslamamaya, kardeş kıskançlığına yol açacak davranışlardan kaçınmaya özen göstermeliyiz. Kardeşleriyle ve başkalarıyla kıyaslanan çocuklarda, onlara yetişemediği ve onlar gibi olamadığı için kıskançlık ve düşmanlık duyguları açığa çıkar. Onlar yüzünden ailede istenmediğini, sevilmediğini ve değer verilmediğini düşünür.
• Çocuk ailede bulamadığı yakınlığı arkadaş çevresinde arar, grup içersinde yer edinmek için kolayca grup liderinin güdümüne girer. Liderden aldığı güç ve telkin ile anne ve babasına karşı gelir. Anne baba da onu uslandırmak ve itaate zorlamak için dayağa başvurur. O genç için aile ocağı önemini yitirir ve sıkı bir yer olur. Kendi hayatını yaşamak için evi terkeder.

• Çocuklar anne babayı kavga ederken gördükleri zaman, ailenin bir gün dağılacağından korkar, geleceğe ait ümitlerini yitirirler. Eşler mümkün mertebe çocukların yanında tartışmamalı, birbirine ağır sözler söylememeli, boşama ile tehdit etmemelidir.
Mutsuzluk kadar mutluluk da bulaşıcıdır. Mutlu çocuklar ancak mutlu ailelerde yetişir. Sevgi, saygı, şefkât, yardımlaşma ve iş birliği gibi sosyal değerler ancak anne ve babadan görerek ve yaşayarak kazanılır.
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #55
melish - avatarı
Ziyaretçi
1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı;
Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.

2 yaşınızdayken size yürümeyi oğretti;
Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.

3 yaşınızdayken size özenle yemekler hazırladı;
Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.

4 yaşınızdayken elinize rengârenk kalemler tutuşturdu;
Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.

5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi;
Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.

6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü;
Sokaklarda "gitmiycem" diye ağlayarak teşekkür ettiniz.

7 yaşınızdayken size bir top hediye etti;
Komşunun camını kırarak teşekkür ettiniz.

9 yaşınızdayken size piano öğretmeni buldu;
Notaları bir gün bile çalışmayarak teşekkür ettiniz.

10 yaşınızdayken doğumgünü partilerinden, dans derslerine kadar her yere sizi arabayla götürdü;
Arabadan firlayıp giderken arkanıza bile bakmayarak
teşekkür ettiniz.

11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü;
"Sen bizimle oturma" diyerek teşekkür ettiniz.

12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi;
O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.

15 yaşınızdayken sizi yurtdışında yaz kampına gönderdi;
Tek satır mektup yazmayarak teşekkür ettiniz.

17 yaşınızdayken erkek arkadaşınızla partiye gitmenize izin verdi;
Bir telefon bile etmeden sabaha karşı eve dönerek teşekkür ettiniz.

19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı,
sizi arabayla kampüse götürdü ve eşyalarınızı taşıdı;
Arkadaşlarınız alay etmesin diye
kampüs kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.

21 yaşınızdayken iş hayatı ve kariyerinizle ilgili
size fikir vermek istedi;
"Ben senin gibi olmayacağım"diyerek teşekkür ettiniz.

22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde size gururla sarıldı;
Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.

24 yaşınızdayken uzun süredir çıktığınız çocukla tanışmak istedi;
"Zamanını ben bilirim" diye tersleyerek teşekkür ettiniz.

25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı,
sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı;
Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.

30 yaşınızdayken bebek bakımı hakkında size akıl vermek istedi;
"Artık bu ilkel yöntemleri bırak" diyerek teşekkür ettiniz.

40 yaşınızdayken sizi arayıp bir akrabanızın doğumgününü hatırlattı;
"Anne işim başimdan aşkın" diyerek teşekkür ettiniz.

50 yaşınızdayken o, çok hastalandı, hafta sonunda
onu görmeye gittiginizde mutlu oldu;
Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek
teşekkür ettiniz

Derken bir gün... O, öldü...
O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa,
o anda kalbinize bir yıldırım gibi düştü...


EĞER HÃLÂ SİZİNLEYSE,

ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA ÇOK SEVİN...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #56
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aile içinde yaşanan şiddet, geniş bir tanımlamayla bireylerin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelendirilmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziksel veya herhangi bir şekildeki hareket, davranış veya muamele olarak ele alınabilir. Şiddet dövme, yaralama, sakat bırakma, cinsel saldırı, tecavüz, ensest, öldürme şeklinde olabildiği gibi sözlü, duygusal ve zihinsel olarak da görülebilmektedir. Kısaca şiddet, fiziksel, cinsel veya psikolojik olarak yaşanabilir.


Aile içi şiddet herhangi bir birey tarafından diğer bir bireye uygulanabilmektedir. En yaygın şekli kocanın karısına ve ebeveynlerin çocuklarına yönelttiği şiddettir. Üçüncü bir grup olarak da yaşlılar şiddete maruz kalabilmektedir.


Aile içinde fiziksel şiddete maruz kalan kadın, bunu şikayet konusu yapmadan, bazı ailevi sorunlardan yakınmaktadır: Kocanın alkolik oluşu, sorumsuzluğu, başka kadınlarla ilişkisi, ilgisizliği, aralarındaki iletişimsizlik vb. sorunlar bunların başında gelir ve özellikle organik bir nedene bağlanamayan bedensel yakınmalar dikkati çeker. Baş ağrısı, aşırı duyarlılık, çarpıntı, göğüs ağrısı, mide ve bağırsakla ilgili yakınmalar, karın-bel ağrıları, alerjik sorunlar, astım, uykusuzluk, sıkıntı ve bazı bedensel hastalıkları taklit eden belirtiler başlıcalarıdır. Depresyon da bu konuda sık rastlanan bir tablodur.


Şiddete maruz kalan kadın birtakım psikolojik ve fizyolojik sorunlar yaşar. Genelde sessizlik, üzüntü, bazen öfke hali, tedirginlik, ajitasyon, ağlama, uykusuzluk, gerginlik, kabus görme, güçsüzlük, yorgunluk, halsizlik, enerjiden yoksunluk ümitsizlik, kendisini değersiz bulma, suçluluk, utanç duyma gibi birtakım tepkilere rastlanmaktadır. Ancak, intihar girişimleri, depresyon, alkolizm, vücuduna zarar veren türden davranışlara kadar varan durumlar söz konusu olabilmektedir.

Kadına uygulanan şiddetten çocukların da olumsuz yönde etkilenecekleri unutulmaması gereken önemli bir husustur.


Eşlerini döven erkeklere psikolojik danışma veya psikoterapi yardımı veren merkezlerde yapılan gözlemler, eşini döven erkeğin, etrafına sosyal ilişkilerinde yeterli, çevresi ile iyi ilişkiler kurabilen kişiler olarak görünmekle birlikte, içinde yıkıcı istekleri olan, içtepilerini denetleyemeyen, sık sık öfke patlamaları gösteren kimseler olduklarını ortaya koymaktadır.

Eşleri ile ilişkilerinde yaşadığı çatışmaları dayak yolu ile çözmeye çalışan erkekler, çocuğuna ağır bedensel cezalar veren babalar, sosyal ve kişisel yetersizliklerini ve engellenmiş duygularını, kendilerinden zayıf kimselere fiziksel güç gösterisi ile giderme yolunu seçmektedirler. Bunlar gerçek duygularını anlamakta ve tanımlamakta güçlük çekmekte ve sorumluluğu eşlerine, çocuklarına yüklemektedirler.

Toplumda konuşulması yasak olan, aile-içi cinsel saldırı sorununun da çok ender görülen bir psikolojik rahatsızlıktan kaynaklanan bir sorun olmadığı, son günlerde kitle iletişim araçlarına yansıyan örneklerden anlaşılmaktadır. Kadının, kocası tarafından, izni dışında cinsel birleşmeye zorlanması ise, geçmişte sorun olarak görülmeyen, ancak insan hakları kavramlarının gelişmesi ile cinsel istismar olarak şikayet konusu olmaya başlayan bir durumdur.

Çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren ilk karşılaştığı toplumsallaşma kurumu ailedir. Ebeveyn-çocuk ilişkilerinde, ebeveynin çocuğa ilişkin bakım ve eğitimini içeren ana baba davranışları ve çocuğu bu davranışlara ilişkin algısı toplumsallaşma sürecinin temelidir. Yapılan araştırmalar, ailedeki şiddet, disiplin biçimi ve ceza yöntemleri ile çocuk suçluluğu arasında anlamlı bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Yine çocuk suçluluğuna ilişkin yapılan araştırmalarda, aile ve suçluluk arasındaki ilişki bir çok etmene ayrılarak ele alınmıştır. Bunlar ‘’parçalanmış aile’’ “çatışan yani şiddet yaşayan aile”, “ihmalkar aile” ve “suçluluk davranışı barındıran aile”dir. Bu tür özellikler gösteren ailelerde yaşayan çocukların potansiyel suçlu olarak yetiştiğine ilişkin görüşler öne sürülmektedir.

Ebeveynlerin çocuklarına uyguladıkları kötü muamele “ihmal” ve “istismar” olarak iki grupta toplanmaktadır. Çocukta ihmal veya istismar sonucu ortaya çıkan örselenme durumu, her zaman gözle görülebilecek kadar açık olmayabilir veya örselenmenin etkisi daha uzun zaman içinde ortaya çıkabilir. Sevgisiz ve baskıcı ortamlarda yetiştirilen çocuklarda sürekli kaygı, kendine ve geleceğe güvensizlik, düşük özsaygı gibi kişilik özellikleri gözlenmektedir. Şiddete maruz kalan, şiddeti yaşayan veya şiddete şahit olan çocukların psiko-sosyal gelişimleri önemli ölçüde olumsuz olarak etkilenmektedir. Ayrıca bu çocuklar yetişkin olduklarında da birer şiddet uygulayıcısı olarak toplumda yer alacakları unutulmaması gereken bir konudur.

Çocukların aile içinde gördükleri şiddet, cinsel/fiziksel istismar çocukları sokak yaşamına itebilmektedir ve her türlü tehlikesine rağmen sokak, çocuklar için cazip hale gelebilmektedir. Şu ya da bu şekilde sokakta yaşamaya başlayan çocuklar, ortamın gereği olarak şiddete ve cinsel/fiziksel istismara maruz kalmakta uyuşturucuyla tanışıp çeşitli suçlara itilebilmektedir.


B. TÜRKİYE’DE AİLE İÇİ ŞİDDET


Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, aile içinde ve toplumsal alanda şiddetin sebep ve sonuçlarının belirlenmesi amacıyla Türkiye genelini kapsayan iki ayrı sosyal araştırma yaptırmıştır.
Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı tarafından yaptırılan Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları (1994) araştırmasıyla Türkiye'de kent ve kır ayrımında aile içi şiddetin sebep ve sonuçlarının yaygınlığının, düzeyinin, görülme biçim ve sıklığının, şiddete uğrayanlarla şiddet uygulayanların şiddet kavramından ne anladıklarının ortaya konulması amaçlanmıştır. Araştırmada eşe karşı fiziksel şiddet, sözlü ve davranışsal şiddet ve çocuklara yönelik fiziksel şiddet olmak üzere üç konudaki şiddet yaygınlığı ölçülmeye çalışılmıştır.
Araştırma sonuçlarına göre, fiziksel şiddete ailelerin yüzde 34'ünde, sözlü şiddete ise yüzde 53'ünde rastlanmaktadır. Çocuklara yönelik fiziksel şiddete rastlanma oranı da yüzde 46'dir. Anne babaların geçmişteki dayak deneyimi (%70) şiddeti bugüne taşımaktadır. Dayağın şiddetinden ve sıklığından çok varlığının önem taşıdığı görülmektedir. Aile büyüdükçe şiddet artmaktadır. Özellikle kayınvalide ile anlaşmazlıklardan doğan sorunlar eşler arasında da çatışmaya yol açmaktadır. Hamilelik döneminde de fiziksel ve sözlü şiddetin sürdüğü, sıklığının da azalmadığı anlaşılmaktadır. Ailelerde cinsel şiddet ve tacize rastlanma oranı yüzde 9'dur. Şiddete maruz kalanların yüzde 80'i yapacak fazla bir şey olmadığına inanmaktadırlar. Eşlerden birinin alkol kullanıyor olması aile içi şiddeti artırmaktadır. Eşlerin daha iyi eğitim görmüş olması ise aile içindeki şiddeti azaltmaktadır.

Araştırmanın genel bulgularından biri de şiddetin kuşaktan kuşağa sorun çözme biçimi olarak aktarılması ve yaşam pratikleri içerisinde bunun pekiştirilmesi ile şiddet davranışının hem devamının hem de alanının genişlemesinin sağlandığıdır.

Yine Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı tarafından yaptırılan Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet (1997) konulu araştırma ile aile içindeki ve toplumsal yaşam alanındaki bazı değişkenlerle bireylerin şiddet içeren davranışları ve şiddet eğilimleri arasında bir ilişkinin olup olmadığının, eğer varsa ilişkilerin nicelik ve niteliklerinin araştırılması amaçlanmıştır.

Araştırmanın bulgularına bakıldığında şiddet ölçeğinden alınan puanlara göre katılanların yüzde 35’inde şiddet eğilimi 40 puanın, yüzde 2’sinde 60 puanın üzerinde bulunmuştur. Kadınların aldığı puanlar erkeklere göre belirgin biçimde daha düşüktür. 15-22 yaş grubunda belirgin biçimde yükselen şiddet ölçeği puanları, şiddet gösterme eğilimleri açısından gençlerin en önemli risk grubunu oluşturduklarını göstermektedir.

Kadınların yüzde 10'u eşlerinden sık sık (%3.6) ve ara sıra (%6.5) dayak yediklerini bildirirlerken yüzde 12’si eşleri tarafından sık sık ve ara sıra hakarete uğradıklarını, erkeklerin ise yüzde 2'sinin sık sık, yüzde 1.2'sinin ara sıra eşleri tarafından dövüldüklerini söylemişlerdir. Eşin hakaretine uğrama oranının kadınlarda iki misli fazla olduğu ama yaşla birlikte değişmediği saptanmıştır. 14 yaşından büyük kişilerin karı-koca ilişkilerindeki gerginleşme nedenleri arasında en çok yer verdikleri durumlar, "eşin evle ilgilenmemesi" (%66.2), "eşin saygısız tavır ve davranışları" (%56.6), "eşin kötü alışkanlıkları" (%56.5) olarak sıralanmaktadır. Bu değerlendirmeler, bir bakıma gerçek hayatın yansımaları olduklarından aile içi gerilimlerin nedenlerini araştırmaya ve bu gerilimleri azaltmaya yönelik girişimlerin hangi konular üzerinde yoğunlaşması gerektiği konusunda bir fikir vermektedir.

Çocuklu ailelerin çocuklarının yaramazlıkları için uyguladıkları yöntemler arasında "açıklama ve ikna etme" çok yüksek oranlarla ilk sırada yer almakta, onu "azarlama, utandırma", "cezalandırma ve yoksun bırakma" ve "korkutma" izlemektedir. Evde çocukların hiç dövülmediğini söyleyen aileler yüzde 55 oranındadır; çocuklarını ayda birden fazla ve çok şiddetli dövdüklerini söyleyenler yüzde 3, yılda 1-10 arası çok şiddetli dövdüklerini söyleyenler yüzde 1.5 oranındadır. Ailelerin yüzde 40'ı ise çocuklarını hafif şiddette dövdüklerini belirtmektedirler. Evde çocukları dövmeyi daha çok annelerin üstlendiği görülmektedir.

Şiddete maruz kalınan bir çocukluk yaşamak, sonraki yaşamda ailede ve toplumsal alanda bir şiddet uygulayıcısı olma ihtimalini artırmaktadır ve büyük olasılıkla tüm bu alanlardaki şiddet zincirinin temel ve başlatıcı halkasını oluşturmaktadır. Bu açıdan Türkiye'deki şiddet eğilimlerini düşürmenin yolu, çocuk eğitiminde şiddeti bir yöntem olarak kullanmaktan kaçınmaktır.

Ailenin yapısal özelliklerinden olan birey sayısının 7'ye kadar artması şiddet ölçeğinden alınan puanları da artırmaktadır. Birey sayısı 7'yi aştığında şiddet ölçeği puanları gerilemektedir.
Aile içi dayanışma ile akrabalarla görüşme ve yardımlaşma oranları azaldıkça, şiddet ölçeği puanları yükselmektedir.

Alkol kullanımı ile şiddet arasında da açık bir ilişki görülmektedir.

Bireylerin eğitim düzeylerindeki artışa bağlı olarak, şiddet eğilimleri azalmaktadır. Aynı şekilde gelecekle ilgili beklentilerdeki olumluluk düzeyine bağlı olarak da şiddet eğilimleri azalmaktadır.

Siyasal sistemle ilişkileri kötü olan bireylerin şiddet eğilimleri ile siyasal sistemle ilişkileri iyi olan bireylerin şiddet eğilimleri arasındaki farklılaşmalar anlamlı bulunmuştur.

Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı’nın Türkiye’de Televizyon ve Aile Araştırması (1995) sonuçlarına göre yetişkinlerin yüzde 35’i televizyon programları arasında kendilerini en çok rahatsız eden programların “cinselliği ön plana çıkaran erotik yapımlar” olduğunu belirtmiş; ikinci sırayı reklamlar (%24.8) alırken yayınlardaki şiddet unsurundan rahatsız olanların oranı yüzde 4.4’tür. Kadınlar, televizyonda şiddet unsuru içeren programlardan ve genel olarak yayınların çocuk üzerindeki etkisinden daha fazla şikayetçi olmaktadırlar.

Yine bu araştırma sonuçlarına göre, yetişkinler, çocuklarının nasıl televizyon izlediklerine ilişkin fazla bir bilgiye sahip değiller ve çocuklarının hangi kanalı/programı ne zaman seyredeceklerine karışmamaktadır. Bu durum iller, ebeveynlerin cinsiyeti ve ailelerin gelir durumlarına göre değişmemektedir. Çocukların yüzde 82 oranında televizyon izlemekle ilgili kararları kendilerinin verdiği, yüzde 31’inin gece saat 22’ye kadar ekran başında kalabildikleri tespit edilmiştir. Kısacası Türk ailesi içinde çocuklar televizyon izleme açısından özgürdürler.

Araştırmadan edinilen bulgular ışığında Türkiye’de televizyondaki şiddetin çocuklara denetimsiz bir biçimde izletildiği ve çocukların şiddet unsuru içeren programlara direkt olarak ulaştığı anlaşılmaktadır. Bu durumun çocukların psikolojik gelişimlerini olumsuz yönde etkileyeceğini söyleyebiliriz.

Araştırmalardan elde edilen bulgular ve değişen toplum şartlarının etkileri dikkate alınarak ailenin bütünlüğü ve devamı için tehdit unsuru olan, aile içindeki şiddeti önlemek amaciyla 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un hazırlanarak çıkarılması sağlanmıştır.
Ailenin Korunmasına Dair Kanun hükümlerine göre, “Türk Medeni Kanunu’nda öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi halinde Sulh Hukuk Hakimi re’sen meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak, Kanunda sayılan tedbirlerden bir ya da bir kaçına veya uygun göreceği benzeri başkaca tedbirlere hükmedebilir.” Kanunda zikredilen tedbirler şunlardır:

a) Kusurlu eşin diğer eşe veya çocuklara veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması,

b) Kusurlu eşin müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer eşe ve varsa çocuklara tahsis ile diğer eş ve çocukların oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması,

c) Kusurlu eşin diğer eşin, çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi,

d) Kusurlu eşin diğer eşi, çocukları veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerini iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesi,
e) Kusurlu eşin varsa silah ve benzeri araçlarını zabıtaya teslim etmesi,

f) Kusurlu eşin alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak konuta gelmemesi veya ortak konutta bu maddeleri kullanmaması.

Yukarıda zikredilen tedbirlerin tatbiki maksadıyla öngörülen süre altı ayı geçemez ve kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedileceği hususu kusurlu eşe ihtar olunur. Hakim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde bulundurarak nafakasına hükmeder.

Mahkemece alınan koruma kararının bir örneği, mahkemece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunur. Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararının uygulanmasını zabıta marifetiyle izler. Koruma kararına uyulmaması halinde zabıta mağdurların şikayet dilekçesi vermesine gerek kalmadan re’sen soruşturma yaparak evrakı kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirir. Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açar. Bu davanın duruşması yer ve zaman kaydına bakılmaksızın 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerine göre yapılır. Fiili başka bir suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eşe ayrıca üç aydan altı aya kadar hapis cezası hükmolunur.




C. ÖNERİLER

1.Aile içi şiddete maruz kalan eşlerin şikayetlerini değerlendirecek kuruluşların yaygınlaştırılarak, işlevlerinin uzman personel tarafından yürütülmesinin sağlanması gerekmektedir (Aile Danışma Merkezleri).


2.Ailede şiddet uğrayan ve şiddet uygulayan eşlere uygulanmak üzere özel yardım programları düzenlenmeli, psikolojik danışma veya psikoterapi yardımı veren merkezler oluşturulmalıdır. Şiddet uygulayan kişilere uygulanacak psikolojik tedavi ile, bu kişilerin benliklerini anlamalarına, duygularını tanımlamalarına, içtepilerini ve davranışlarını kontrol etmelerine yardımcı olunması amaçlanmalıdır (Sığınma Evleri ve Rehabilitasyon Merkezleri).


3.Evlilik öncesi çiftlerin yardım almaları ile ilgili olarak Evlilik ve Evlilik Danışmanlığı Hizmetlerinin uygun bir biçimde kurumsallaşması ve ülke ölçeğinde yaygınlaştırılması gerekmektedir. Aile birliğinin korunması, aile bireyleri arasında karşılıklı saygıya dayalı ilişkilerin sürmesine ve aile ile ilgili şiddet dahil birçok sorunun çözümüne yardımcı olması bakımından bu tür kuruluşlar önemlidir.


4.Ailelere çocuk eğitimi ve çocuk yetiştirme ile ilgili yöntemlerin verildiği Ana-Baba Okulu Programlarının yaygınlaştırılması ve şiddetin şiddeti beslediği düşüncesinden hareketle bu programlarda çocuk yetiştirmede ceza ve şiddet uygulamalarını ortadan kaldıracak yeni eğitim yöntemleri ile ailelerin bilinçlendirilmeleri gerekmektedir.


5.Kitle iletişim araçlarında aile içi şiddetin doğal ve görmezlikten gelinir bir durum olmadığının anlatılması, fiziksel, cinsel ve duygusal şiddetin yasalar çerçevesinde suç olduğunun net olarak ortaya konması gerekmektedir. Bunu yaparken şiddetin bütün ailelerde görülmeyebileceği, barışçı ve hoşgörülü ailelerin olduğu olumlu modeller gösterilerek anlatılmalı ve böylece şiddetin meşrulaşması önlenmelidir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #57
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çocuklarımıza, Nimete Saygıyı Nasıl Öğretebiliriz?



MÜSLÜMAN anne babalar olarak yemeğe başlarken “Bismillah”, bitirince “Elhamdülillah” deriz; çocuklarımıza da öğretiriz. Eğer bu kelimelerin ne anlama geldiğini ve niçin söylediğimizi anlayacakları bir dille açıklamazsak, çocuklar bu kelimeleri duygusal zekalarıyla kavramaz, teğet bir dille söylemiş olurlar.

Çocuklarımızın bu kelimeleri duygusal zekalarıyla kavramaları için şöyle bir açıklama yapılabilir:
“Çarşıdan bir yiyecek aldığımız zaman karşılığında satıcısına para ödüyoruz. Halbuki o yiyeceklerin gerçek sahibi satıcılar değildir, Allah’tır. Acaba o yiyeceklerin hakiki sahibi olan Allah verdiği bu nimetlere karşılık bizden ne istiyor? Nimetlerin gerçek sahibi olan Allah, bizden üç şey istiyor: Zikir, şükür ve fikir. Yemeye başlarken “Bismillah” (Allah’ım Senin adınla başlıyorum) dememiz zikirdir. Yedikten sonra “Elhamdülillah” (Allah’ım verdiğin bu nimetler için sana teşekkür ederim) dememiz şükürdür. Yerken bu nimetleri Allah’ın yarattığını, rahmetiyle binlerce canlı türünü yiyeceksiz bırakmadığını düşünmek fikirdir.”
Çoğu evlerimizde çocuklara Bismillah ve Elhamdülillah (zikir ve şükür) demeyi öğretiyoruz, fakat aynı hassasiyeti fikir konusunda göstermiyoruz. Böylece Allah’ın bizden istediği üç şeyden ikisini yani zikri ve şükrü yerine getirmiş oluyoruz. Ancak yerken bu nimetin bize nasıl ulaştığını pek düşünmüyoruz ve çocuklarımızla bunu konuşmuyoruz. O zaman Allah’ın bizden istediği üçüncü şeyi yani fikri yerine getirmemiş oluyoruz. Fikir eksik olduğu için nimetin kıymetini takdir etmiyor, gereken saygıyı göstermiyoruz. Eğer nimete saygımız olsaydı, her gün tonlarca yemek artığı ve ekmek çöpe atılır mıydı?
Seneler önce akrabam olan genç bir bayanı çöpe ekmek atarken görünce şöyle demiştim: “Ekmek nimettir. Neden çöpe atıyorsun? Nimete saygın yok mu?” Genç bayan, “Ne yapayım, eşim ve çocuklar bayat ekmek yemiyor,” diyerek kendisini savunmuş; nimete saygısı olduğunu göstermek için de ekmeği öpüp alnına götürdükten sonra çöp kutusuna atmıştı. Genç bayanın ekmeğe gösterdiği saygı teğet bir saygıydı, gerçek saygı değildi. Bismillah ve Elhamdülillah diyerek nimete şükretmek kadar, nimete saygı göstermek ve israf etmemek de ailede yaşanarak kazanılan bir alışkanlıktır. Annesinin yemek artıklarını ve bayatlamış ekmeği çöpe attığını gören bir kız çocuğu ileride anne olduğu zaman aynı şeyi yapacak; bunun nimete karşı bir saygısızlık ve israf olduğunu düşünmeyecektir.

Yeyiniz İçiniz Fakat İsraf Etmeyiniz
Amerika’da master yaptığım yıllarda, çalıştığım üniversitenin yemek salonu açık büfe şeklindeydi. Öğrenciler ve hocalar dilediği yemekten, salatadan, meyveden veya tatlıdan dilediği kadar alabiliyordu. Yemekhanenin giriş kapısında “Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz” anlamına gelen şu yazı vardı: “Take what you need. Eat what you take.” (Yiyeceğin kadar al, aldığını da ye.)
Bir gün aynı masada yemek yediğimiz Çinli bir arkadaşı, tabağında kalan son pirinç tanesini almaya çalışırken görünce dayanamadım; denemek için dedim ki: “Bir pirinç tanesi için neden bu kadar uğraşıyorsun? Bırak tabakta kalsın.” Çinli arkadaşın verdiği cevap çok düşündürücüydü: “Her Çinli bir pirinç tanesi israf etse, Çin nüfusuyla çarp bakalım kaç ton pirinç yapar? Biz kalabalık bir ülkeyiz, israf etme lüksümüz yoktur.” Yine denemek için dedim ki: “Şu anda Çin’de değil, Amerika’dasın. Tabağında bırakacağın pirinç tanesi Çin’i değil, Amerika’yı zarara uğratacaktır.” Güldü. “Amerika’yı bu şekilde zarara uğratmak onurlu bir davranış olmaz,” dedi.
Çinli arkadaşı bu onurlu davranışından dolayı tebrik ettim. Bir Müslüman olarak düşüncesini paylaştığımı söyledim. Rabbimizin bu konudaki, “Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri sevmez” buyruğunu açıkladım. Çok hoşuna gitti. Tam o sırada, Ürdünlü bir arkadaş tabağındaki yemek artıklarını çöp sepetine boşalttı. Bunu gören Çinli arkadaş Ürdünlüyü göstererek: “O Müslüman değil mi?” dedi.
O kadar üzüldüm ki, ne diyeceğimi bilemedim. “Dur, bunu kendisine soralım,” dedim. Ürdünlü arkadaşa seslendim. Çinli ile aramızda “nimete saygı ve israf” konusunda geçen konuşmaları aktardıktan sonra dedim ki: “Arkadaş seni yemek artıklarını çöpe dökerken görünce, ‘O Müslüman değil mi? Neden israf ediyor?’ diye sordu. Ben de bunu kendisine soralım dedim.”
Ürdünlü arkadaş Çinliye döndü. Kendinden emin bir şekilde: “Ben kendi ülkemde israf etmem. Amerika’yı sevmiyorum. Burada, ne kadar çok israf edersem Amerika’yı o kadar zarara uğratmış olurum,” dedi. Çinli: “Bu düşüncen onurlu bir düşünce değil,” dedi. Doğru söze ne denir?

Bu Yiyecek Bize Nereden ve Nasıl Geliyor?
Okul öncesi çocuklarımıza oyunla nimetin kıymetini anlatabilir, duygusal ve zihinsel yönden israf etmeyecek bir hassasiyet kazandırabiliriz. Oyunun adı: “Bu bize nereden ve nasıl geliyor?” olsun. Oyuna temel gıdamız olduğu halde en çok israf edilen ekmekten başlayabiliriz. Oyun için birkaç buğday tanesi ve bir kaşık un gerekecektir. Aynı oyunu başka günlerde sebze ve meyve türü yiyecekler için oynayabiliriz.
Bütün aile üyeleri sofra başında toplandığı için yemek saatleri sohbet için iyi bir fırsattır. Özellikle akşam yemekleri sohbet için oldukça uygundur. Bismillah diyerek yemeğe başladıktan sonra anne veya baba (tercihen anne) çocuğa: “Yemeğini yerken benimle bir oyun oynamak ister misin?” diyerek dikkatini çeker. Oyun çocukların en sevdiği işlerden biri olduğu için kabul edecektir. Anne eline aldığı bir dilim ekmeği çocuğa göstererek: “Söyle bakalım bu ekmek bize nereden ve nasıl geliyor?” diye oyunu başlatır. Çocuğun aklına gelen ilk cevap bakkal veya fırın olacaktır. Anne: “Oraya nereden geliyor?” diyerek oyunu devam ettirir. Birkaç buğday tanesini gösterir. “Ekmeğin temel maddesi bu gördüğün buğday taneleridir,” der ve sorar: “Buğday nereden geliyor?” Çocuğa ip uçları vererek oyunu yönlendirir ve şu sonuca varılmasını sağlar: “Buğday taneleri çiftçi tarafından toprağa ekilir. Toprak olmadan buğday taneleri filiz verip büyüyemez, başak veremez. Buğday tanesini de toprağı da yaratan Allah’tır. Çiftçinin görevi sadece buğdayı toprağa ekmektir. Ondan sonra elinden bir şey gelmez. Toprağa ekilen buğday tanesinin büyümesi için su (yağmur) gerekir, ısı ve ışık (güneş) gerekir, hava gerekir. Yağmuru, güneşi ve havayı yaratan Allah’tır. Buğday taneleri toprakla beslenerek büyür, başak verir. Bir başakta 20-30 adet buğday vardır.

Çiftçi buğday başaklarını toplar, harmana getirir. Buğday tanelerini başaktan ayırır, çuvallara doldurur. Çuvalları değirmene götürür. Değirmende buğdaylar öğütülür, un haline getirilir. Un çuvallara doldurulur. Çuvallardaki unlar fırınlara götürülür. Fırıncı bir kazana un doldurulur. Üzerine su döker. İyice yoğurarak hamur yapar. Hamuru küçük parçalara ayırarak içinde ateş yanan fırına koyar. Fırında pişen hamurlar ekmek olur. Fırıncı pişen ekmeklerin bir kısmını raflara dizer, bir kısmını bakkala satar. Biz de gider, en yakın bakkaldan veya fırından ihtiyacımız kadar ekmek alırız.
Oyundan çıkarılacak ders: Ekmeği çöpe attığımız zaman başta buğdayı yaratan Allah’a, sonra ekmek oluncaya kadar emeği geçen çiftçiye, değirmenciye, fırıncıya ve ekmeği satın almamız için gereken parayı kazanan babamıza saygısızlık yapmış oluruz.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #58
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Çocuğunuzun Gelişimi Yaşıyla Orantılı Mı?

Acıbadem Hastanesi Kadıköy Pedagoji polikliniğinde 0-16 yaş arası çocukların zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimleri takip ediliyor. 0-6 yaş arası çocukların dil, sosyal ve motor gelişimleri testlerle değerlendiriliyor, gerekli görüldüğünde gecikme olan alanlara yönelik programlar hazırlanıyor.

Çocuğun okuldaki başarısızlığı, dikkat kaybı, uyum zorluğu, davranış sorunları, öğrenmeyle ilgili sorunlar, aile içindeki iletişim sorunları ne yazık ki genellikle yeterince önemsenmiyor. Çocukların fiziksel gelişimleri, doğdukları günden başlayarak dikkatli bir biçimde takip edilebiliyor. Ancak duygusal, sosyal ve zihinsel gelişmelerinin takibinde aynı özen ne yazık ki gösterilemiyor.

Acıbadem Hastanesi Pedagoji uzmanı Ayşegül Salgın, çocukların duygusal, sosyal ve zihinsel gelişimlerinin ancak başa çıkılamayan bir problem ortaya çıktığında önemsendiğine ve değerlendirildiğine dikkat çekiyor ve ekliyor: “Oysa, bir çocuk ancak tüm alanlarda uygun gelişim gösteriyorsa sağlıklı kabul edilebilir.”



Ergenlikte sorunlar artıyor

Çocuklar ve gençler ailelerin farkına varmadığı önemli sorunlar yaşayabiliyor. Özellikle yaşamın en zor geçiti olarak tarif edilen ergenlik çağında, sorunlar daha da artıyor. Bu sorunların bir kısmının çocuk veya ergen tarafından çözülebilirken, bazı sorunların çözümü için bir yetişkinin yardımı, desteği, rehberliği gerektiğini belirten pedagog Ayşegül Salgın şöyle konuşuyor:
“Bu kişi genellikle anne veya babadır. Ancak bazı sorunlar ve durumlar profesyonel yardım ve müdahale gerektirebilir. Böyle durumlarda uygun tanı ve tedavi için zamanında harekete geçmek sorunun çözümünü kolaylaştırabilir. Hastanemiz Pedagoji polikliniğinde 0-16 yaş arası çocukların zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimleri takip edilmektedir. 0-6 yaş arası çocukların dil, sosyal ve motor gelişimleri testlerle değerlendirilmekte, gerekli görüldüğünde gecikme olan alanlara yönelik programlar hazırlanmakta ve uygulanmaktadır.
Okul dönemindeki çocukların zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimleri değerlendirilmekte, başarısızlık ve uyum problemlerinin nedenleri ortaya çıkarılarak çözüm için aile ve çocukla çalışılmaktadır.”


Uzman desteği ne zaman alınmalı?

Peki bir pedagoji uzmanına ne zaman başvurulması gerekiyor? Ailelerin bu konuda dikkate alması gereken birçok kriter var. Eğer çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimleri buna uygunluk göstermiyorsa bir pedagoji uzmanına başvurulması öneriliyor.

Pedagog Ayşegül Salgın, bu sorunları şöyle sıralıyor:

“-Çocuğunuzun gelişiminin yaşına uygun olup olmadığı konusunda
değerlendirmeye ihtiyaç duyuyorsanız,

-Çocuğunuzun duygusal, sosyal ve zihinsel gelişimiyle ilgili değerlendirme ve desteğe ihtiyaç duyuyorsanız,

-Çocuğunuzun davranış sorunları varsa,

-Çocuğunuz zihinsel yetersizlik nedeniyle desteğe (özel eğitim) ihtiyaç duyuyorsa,

-Çocuğunuzun okulda kapasitesini yeterince kullanamadığını düşünüyorsanız,

-Çocuğunuz okulda başarısızlık, uyum zorlukları yaşıyorsa,

-Çocuğunuz dikkat eksikliği veya dağınıklığı yaşıyorsa,

-Çocuğunuz çevresiyle iletişimde güçlük yaşıyorsa,

-Çocuğunuzla iletişim kurmakta, disiplin sağlamakta güçlükler yaşıyorsanız bir uzmana başvurmanız gerekiyor.”



ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
3 Nisan 2006       Mesaj #59
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Büyüdükçe çocuğun sorunları da artıyor. Bunlardan biri de yemek seçmeye başlamak. Ama olaya zamanında el koyarak bunun üstesinden gelmeye çalışabilirsiniz.

Çocuklar emeklemeye başladıkları zamanlarda, çok sevimli olmakla beraber, çevrelerindekilere karşı olan ilgileri ve artık hareket yetilerinin artmış olması yavaş yavaş ufak birer canavara da dönüşmeye başlarlar. Üstelik tek bu olsa gene iyi. Yemek seçmeye de başlarlar. Yaşına göre "Yemiiiiiceeem" gibi medeni tepkilerin yanı sıra, bol tükürüklü daha ilkel tepkilerle de karşılaşabilirsiniz. Ama çaresiz değilsiniz. İşte bizim önerilerimiz:
  • Günde en az bir kez onunla birlikte yemek yiyin. Bu çağlarda çocuklar, yemek kadar sosyalleşmekten de hoşlanırlar.
  • Hem emekleme çağında, hem de daha ileriki yaşlarda çocuklar mutfak işinden çok ketif alırlar. Buna kendi yaptıklarını yemek de dahildir. Bu nedenle mutfakta sizle birlikte bir şeyler hazırlamasına izin verin.
  • Evde ne kadar az abur cubur olursa, çocuklar da bunları o denli az tüketmiş olurlar.
  • Bazı şeyleri kendi tabağındayken yememekte direnirken, sizin tabağınızdakilerden yemek isteyebilir. Bu, onu yeni lezzetlerle tanıştırmanın iyi bir yoludur.
  • Çocuğunuzun sorunu sebzelerleyse, sebzeleri saklamanın türlü yolu var: Bolonez sosun içine karıştıracağınız rendelenmiş havuç, pizza üzerine koyacağınız ince ince kıyılmış ıspanak, peynirli makarnanın içine koyacağınız rendelenmiş kabak gibi. Örnekleri çoğaltmak elinizde.
  • Küçük porsiyonlar halinde verin. Bir bakmışsınız iki dakika sonra biraz daha istemek için geri gelmiş.
  • Emekleme çağındaki çocukların genel tercihi kendilerine verilen yumuşak, lapayı andıran, ezilmiş sebze ve etlerden çok, çubuk halinde olanlardır. Bu nedenle havuç, salatalık gibi besinleri ince ince kesip verebilirsiniz.
  • Bebekler parmaklarını ve yedikleri şeyleri yemeklere batırmaya bayılırlar. Mesela meyvaları yoğurda batırıp yemelerine izin verebilirsiniz.
  • Alışverişe beraber çıkın. Meyva ve sebzeleri onun seçmesine izin veren. Bunu yapan çocuğun, kendi seçtiğini yemesi de büyük olasılıktır.
  • Ödün verin. Önemli olan çocuğunuzun ne yediği değil, ihtiyacı olan besleyenleri almış olmasıdır. Eğer potakaldan hoşlanmıyorsa kiviyi yeneyebilirsiniz. Ya da etten hoşlanmıyorsa, peynir, yumurta, balık gibi diğer protein kaynaklarına başvurabilirsiniz.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #60
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çocuklarda kekemelik

Ali Çankırılı

KEKEMELİK 7 YAŞINDAN ÖNCE, çoğunlukla 3-5 yaşları arasında ortaya çıkan bir konuşma bozukluğudur. Kekemeliğe altını ıslatma, tırnak yeme, kardeş kıskançlığı, uyku ve yeme bozukluğu, parmak emme gibi davranış bozukluklarından biri veya birkaçı da eşlik ediyorsa gırtlak, ses telleri, ağız ve dil gibi konuşma organlarındaki fiziksel bir bozukluktan kaynaklanmadığı anlaşılır. Bu organlarda konuşmaya engel bir bozukluk olması durumunda çocuk zaten baştan itibaren konuşma güçlüğü çekecektir. Üç yaşından önce görülen kekelemeler konuşma bozukluğu olarak değerlendirilmez. İki-üç yaşları arasında düşünce, konuşmadan daha hızlıdır. Çocuk düşünme hızında konuşmak isterken kelime bulmakta zorlanır ve kekeler. Anne babalar bu durumu normal karşılamalı, çocuğu düzgün konuşmaya zorlamamalıdır.
Gerçek kekemelik, çocuk belli bir yaşa kadar düzgün konuşurken yavaş yavaş ya da birden bire ortaya çıkan kekemeliktir. Önceleri belli hecelerde daha sonra kelimelerde takılmaya başlar. İlk heceleri çıkarmakta zorlanır, sıkılır, kızarır, el-kol, kaş-göz veya baş hareketleri yapar. Kekemelik çocuktan çocuğa farklılıklar gösterir. Bazı çocuklar belli kelimelerde, bazıları da ilk kelimede takılır. Kekemelik genellikle:
• Sessiz harfle başlayan uzun kelimelerde,
• Kelimenin ya da hecenin başındaki “h” harfinde,
• Sessiz harften, sesli harfe geçişlerde görülmektedir.
Kekemeliğin artış gösterdiği bazı özel durumlar da vardır:
• Çocuk aşırı baskı, heyecan ve sıkıntı altında iken,
• Telefonda konuşurken,
• Yabancı veya önemli bir kişi ile konuşurken,
• Kalabalığın karşısında konuşurken,
• Uykusuz veya yorgun iken sık kekeler.
Bazı çocuklar odasında tek başına şarkı söylerken, telefonda arkadaşıyla konuşurken veya kitap okurken kekelemezler.

Kekemelikte Anne Baba
Tutumunun Etkisi

Kekemelik vakaları incelendiğinde, bu çocukların genellikle baskıcı, katı kuralcı, aşırı titiz ve mükemmeliyetçi bir aileden geldikleri görülmektedir. Bu anne babaların, çocuklardan beklentileri çok yüksektir. Çocukları devamlı denetim ve takip altında tutarlar. En küçük bir yanlışında ikaz eder, düzeltmesini isterler. Kibar ve düzgün konuşmasına aşırı önem verirler. “Efendim”siz “lütfen”siz konuşturmazlar. Çocuk kaba bir kelime söylediğinde özür dilemek zorunda kalır. Yanlışlarından dolayı sık eleştiri ve uyarı alır. Başka çocuklarla kıyaslanır.
Kendisinden yaşının üstünde bir tertip düzen ve düzgün konuşma beklenen çocuk nerede, ne zaman, neyi, nasıl söyleyeceğini iyice düşünmek ve tartmak zorunda kalır. Yanlış bir şey söylemekten korkar. Bu korku duraksamasına ve iç çatışması yaşamasına yol açar. Kekemelik, bu iç çatışmanın dile yansımasından başka bir şey değildir. Çocuk kekelemeye başladığı zaman işi daha da zorlaşır. Alay konusu olur. Her an kekeleyeceği korkusu ile konuşmaktan çekinir. Kendine olan güvenini kaybeder, sosyal gelişimi aksar. Aile tutumunu değiştirmediği sürece çocuğun bu kısır döngüden kurtulması çok zordur.
Üzerine gidilmediği ve aşırı önemsenmediği zaman 3-4 yaşlarında ortaya çıkan kekemeliklerin çoğu kendiliğinden geçer. Aşırı titiz anne babalar, erken davranıp psikolojik yardım aldığı ve tutumunu değiştirdiği zaman kekemelik kısa zamanda düzelir. Hangi kekemeliğin ne kadar sürede geçeceğini önceden kestirmek zordur. Çocuğun, ailenin ve kekemeliğin hikâyesinin (ne zaman ortaya çıktığının) incelenmesi gerekir.

Kekemeliği
Tetikleyen Olaylar

Kekemeliğin hikayesi incelendiğinde bazen karşımıza çocuğun hayatına âniden giren yangın, sel, deprem, tüp patlaması, trafik kazası, kanlı bir kavgaya şahit olması, köpek ısırması, ameliyat geçirmesi, aile üyelerinden birinin ölmesi, boşanma nedeniyle anne ve babadan ayrılması gibi travmaya yol açan bir korku çıkabilmektedir. Anne babanın çocuğun gözü önünde kavga etmesi, birbirlerini boşamakla veya öldürmekle tehdit etmesi de korkuya yol açabilir. Bu durumda profesyonel terapi ile çocuğu korkusu ile yüzleştirmek, korkuyu yenmesi için cesaretlendirmek gerekir. Bu arada korkuyu besleyen depresyonu azaltmak için yatıştırıcı ilaç verilebilir.
Çocuğun kişisel terapiye alınması kekemeliği yenmesine yetmez. Ailenin de terapiye alınması, çocuğa karşı nasıl davranmaları gerektiğinin anlatılması gerekir. Terapiden iyi sonuç alınması için çocukla yakın ilişkide olan kimselerin de bilgilendirilmesi ve yardımcı olmaları istenmelidir.
Aile terapisinde, anne babalardan aşağıdaki durumlara dikkat etmeleri istenir:
• Aşırı baskıcı, kuralcı ve mükemmeliyetçi tutumlardan vazgeçilmelidir.
• Çocuk kardeşleriyle ve başkalarıyla kıyaslanmamalıdır.
• Özgüvenini güçlendirmek için olumlu davranışları övülmeli, küçük sorumluluklar vererek başarısı onaylanmalıdır.
• Başkalarının yanında azarlanmamalı, küçük düşürülmemelidir.
• Heyecanlandığı durumlarda dikkatini başka tarafa çekerek sakinleşmesi sağlanmalıdır.
• Başkalarının yanında kekemeliğinden söz edilmemelidir.
• Çocuğu dinlerken göz temasından kaçınmalı, sabırsız ve sinirli davranmamalıdır.
• Çocuk konuşurken konuşması düzeltilmemelidir.
• Kekelediği zaman alay edilmemeli, küçük düşürücü sözlerden kaçınmalıdır.
• Konuşması taklit edilmemeli, başkalarının da taklit etmesine izin vermemelidir.
Bazı anne babalar, psikoloğun bu tavsiyelerini yerine getirmeye çalışırken farkında olmadan bir başka aşırılığa düşerler. Çocuğu hiç üzmemeye, her isteğini yerine getirmeye, her yaramazlığına katlanmaya çalışırlar. Üzerinden her türlü disiplinin kalktığını gören çocuk kısa zamanda bu durumdan faydalanmayı öğrenir. Kaprisleri, istekleri ve yaramazlıklarıyla anne babayı bunaltır. Terapiden amaç, adaletli ve mantıklı bir disiplinden vazgeçmeden çocuk üzerinde kekemeliğe yol açan aşırı baskıları ve korkuları gidermek, sevildiğini hissettirmek ve kendine güvenmesini sağlamaktır.

Benzer Konular

7 Temmuz 2012 / asla_asla_deme Taslak Konular
24 Mayıs 2009 / barış Tıp Bilimleri
13 Şubat 2012 / AeraCura Taslak Konular