Arama

Sosyoloji (Genel Bilgi) - Sayfa 3

Güncelleme: 4 Nisan 2013 Gösterim: 123.933 Cevap: 53
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #21
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
SOSYAL GRUP ÇEŞİTLERİ
1 - Grup Üyelerinin Sayısına Göre
Sponsorlu Bağlantılar

a) Büyük Grup: Üye sayısı çok olan, ilişki ve etkileşimleri daha sınırlı ve resmi olan gruplardır. İkincil ilişkiler hakimdir. Şehir gibi gruplardır.

b) Küçük Grup: Üye sayısı sınırlırdır ve ilişkiler yüzyüze (birincil)dir. Köy,aile

2 - Grubun Süresine Göre:

a) Geçici Gruplar: Belli bir iş yapmak veya belli bir amacı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen kişilerden oluşur. Bunun için kısa ömürlü ve geçicidirler. Mevsimlik işçi, izciler grubu.

b) Sürekli Gruplar: Genellikle grup üyelerinin ömürlerinden daha uzundur. Millet,aile, köy, şehir, gruplar

3 - Bireyin Gruba Katılışına Göre:

a) Resmi Gruplar: Yetkili organlarca oluşturulmuş ve önceden belirlenmiş yasa, tüzük, yönetmelik gibi hukuk kurallarına göre düzenlenmiş gruplardır.
Milli eğitim de çalışan grup.

b) Resmi Olmayan Gruplar: Kanun ve yönetmelikler yerine grup üyeleri tarafından geliştirilen kurallara göre var olan gruptur. Genellikle küçük gruplardır. Aile, arkadaş grupları, imece (bir örgütte kendiliğinden doğmuş yardımlaşma şekli), klik-hizip (bir örgüt düşünce ve davranış bakımından ayrılık gösteren küçük gruplaşma) gibi...

4- Bireyin Gruba Katılışına Göre

a) Bireyin Kendi İradesiyle Katıldığı Grup:
Gruba girip çıkmanın serbest olduğu gruplardır. Arkadaşlık, klup, demek grupları

b) Bireyin İrade Dışı Katıldığı Grup:
Bireyin doğal yolla katıldığı gruptur aile millet, kastlara bireyler doğal yolla katılırlar.
Türk veya Fransız olmak kişinin ömrü boyu devam eder.

5 - Sosyal İlişki Tiplerine Göre:

a) Birincil Gruplar: Üyeleri arasında birincil (yüzyüze, samimi) ilişkilerin olduğu gruptur. Aile, arkadaşlık, komşuluk, komşuluk

b) İkincil Gruplar: Üyeler arasında ikincil ilişki bulunan, bulunan, bu ilişkilerin yasa, yönetmeliklerle belirlendiği gruplardır. Üyeler arsındaki ilişkilerde çıkar duygusu egemendir. Dernekler, sendikalar, siyasi gruplar gibi...

6. Ferdinan Tönnies’in Grup Sınıflaması

a. Cemaat: Zaman içerisinde yavaş yavaş meydana gelen, bireyleri arasında duygu ve düşünce birliği olan insan topluluğudur. Irk, etnik köken ve kültür bakımından farklılaşmış kişilerden meydana gelirler.

Cemaat üyeleri arasında sıcak, samimi,yürekten, duygusal ilişkiler vardır. Aile, akrabalık, klan gibi kana bağlı; komşuluğa dayanan köy gibi yere bağlı, düşünce ve duygu benzerliğine dayalı topluluklar cemaate örnek verilebilir.

b. Cemiyet : Irk, etnik köken, sosyo ekonomik statü ve kültürce farklılaşmış topluluklardır. Cemiyetler kişisel olmayan, soğuk, rasyonel ve özgür ilişkiler üzerine kuruludur. Sanayi ve ticaret işletmeleri, baskı grupları, şehirler gibi örnekler....

Cemaat-Cemiyet Özellikleri
Cemaat (Topluluk)
Cemiyet (Toplum)
- Ortak irade
- Üyelerin kişiliği yok
- Toplum çıkarları
- İnan
- Din
- Töre, adet
- Doğal dayanışma
- Ortak mülkiyet
-Bireysel irade
Var
Birey çıkarları
İdeoloji
Kamuoyu
Moda, geçici arzular
Sözleşmeli dayanışma
Bireysel mülkiyet


Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #22
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Bilim Olarak Sosyoloji

Sponsorlu Bağlantılar
Sosyolojinin gelişimi, toplumsal olayların da doğa bilimlerinin kulandığı yöntemlerle incelenebileceği temel düşüncesine bağlıdır. Comte'un başlangıçta kullandığı "toplumsal fizik" adının olsun, toplumsal olayları "birer nesne gibi" ele almak gerektiğini söyleyen Durkheim'in formülünün olsun, kökeninde bu yatar. O dönemde sosyolojinin, doğa bilimleri gibi, olayları olduğu gibi betimleyebildiği ve böylece, "değer yargıları" yerine, "gerçek yargıları" geliştirebildiği oranda bir bilim olduğuna inanılmaktaydı. Bu tutum, gerçek bir düşünsel devrim oluşturmuştur. Daha önceleri, birkaç ender olağan dışı kişi bir yana bırakılırsa 'Aristo, Makyavel, Jean Bodin ve özellikle Montesquieu) toplumsal olgular, esas olarak felsefi ve ahlaki açıdan incelenmekteydi. Toplumun ne olduğu değil de, insan doğasına ve insan yaşantısının amacına, v.d. ilişkin dinsel ve fizik ötesi birtakım inançlara göre toplumun ne olması gerektiği tanımlanmaya calışılmakta yani değer yargılarına varılmaktaydı. İnsan ve toplumun, "birer nesne gibi" bilimsel şekilde incelenebileceği düşüncesi bile, kutsal şeylere karşı bir saygısızlık olarak görülmekteydi.
Gerçekten de toplum bilimi düşüncesi ile insan özgürlüğü arasında mutlak bir çelişki olduğu kabul edilmekteydi. Bilim kavramı o zamanlar, kesin bir gerekirciliğe (determinizm) dayandırılmıştı. Buna göre bir A öncülü her zaman bir B sonucu verecekti ve zaten bilimsel yasa da ikisi arasındaki bu bağlantıda ifadesini bulacaktı. Bu, B'nin kaçınılmaz şekilde A'yı izlemesini engelleyecek herhangi bir gücün araya girmeyeceğini varsaymaktadır. Bu anlamda sosyolojik yasa kavramı, insanın özgür olmadığını kabul eder. Özgürlük kavramı, geleneksel gerekerciliğe karşıdır. Özgür olmak, kendi kendini, hiç değilse kısmen belirleme olanağına sahip olmak yani bütünüyle dışardan belirlenmiş olmamak demektir. O halde geçen yüzyılın bilim adamları, toplum bilimlerinin varlığını olanaklı kılmak için tümüyle aldatıcı saydıkları insan özgürlüğünü yadsıma yolunu seçmekteydiler. Bu şekilde bitmez tükenmez birtakım felsefi tartışmalara girişilmekteydi. Bugün bunlar aşılmıştır.
Artık gerekircilik bundan çok farklı bir biçimde, istatistik bir gerekircilik olarak anlaşılmaktadır. Bu, özgürlük kavramını yadsımaz; yalnızca, somut koşulların olası sonuçlarını ifade eder ki özgürlük, bu koşullar içerisinde kullanılabilir. Parislilerin % 60'ının 15 Ağustos'ta başkenti boşalttıklarını söylemek Parislilerin herbirinin o gün kentte kalmak ya da uzaklaşmak özgürlüğünü sınırlamamaktadır. Bu istatistik gözlem yalnızca, toplumsal alışkınlıkların Parislileri 15 Ağustos'ta Paris'ten kaçmaya zorladığını ve insan istemlerinin içerisinde belirlendiği toplu koşullarda bir değişme olmadığı takdirde % 60'ının bu daha yüksek eğilime karşı çıkmak yerine onu izlemeyi seçme olasılığının daha yüksek olduğunu söylemektedir. istatistik gerekircilik, olasılık terimleriyle toplu davranışları ifade ettiğinden, bu toplulukları oluşturan bireylerin belli özgürlüklere sahip olduklarını göz önünde bulundurmaktadır.
İstatistik gerekircilik ilkin, toplum bilimlerine temel olmuştur, sonradan fizik bilimlere de az çok yayılmıştır. Artık burada da A unsurunun mutlak bir B unsurunun ortaya çıkmasına yol açtığı söylenilmemekte, A'nın ardında B'nin görülme olasılığının şu ya da bu kadar olduğu söylenilmektedir. Çoğu durumda bu olasılık oldukça yüksektir ve karşıt olasılık hemen hemen yok gibidir. Yine de atom düzeyinde durum biraz farklılık gösterir. Şöyle ki, burada bi A faktörünün ardından, her biri de bir hayli yüksek olasılıkla (B, C, D, E) gibi birçok hipotezin gerçekleşmesi mümkündür. Böylece bugün XIX. y.y. sonuna göre, fizik ve toplum bilimleri karşılaştırmasına değin görüşler tersine dönmüştür. Eskiden, toplum bilimleri, o zaman mutlak kabul edilen fizik gerekirciliğin bulunduğu varsayılarak, fizik bilimlere göre düzelenmekteydi. Bugün ise fizik gerekirciliğin toplum bilimlerinin örneğini verdiği istatistik gerekircilik görüntüsüne uygun biçimde göreceli (relatif) olduğu kabul edilmektedir


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #23
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Grup Dışındaki Topluluklar:
A. Kalabalık (Yığın) : Aralarında fiziki yakınlık bulunmalarına rağmen,karşılıklı ilişkiler, birleştirici, bütünleştirici bağlan bulunmayan veya yüzeysel ilişki ve geçici bir süre için birbirine bağlanan insan birimleridir.

Rastlantı sonucu oluşurlar. Durakta otobüs bekleyenler, yangını seyredenler.

- Kalabalıklar (sıradan kalabalık.

- İzleyiciler (dinleyici, seyirciler)
- Gösteri Toplu

- Etkin kalabalıklar


B. Sosyal Kategori : Ortak niteliklere sahip olan, fakat aralarında hiçbir ilişki
olmayan kişilerin oluşturduğu bir bütündür. Örneğin, öğrenciler, taksi şoförleri,
memurlar, yaşlılar.

Kategori Şekilleri

1. Kitle : Ortak sosyal niteliklere sahip olan insanların oluşturduğu, (fiziksel yakınlıkları bulunmayan) kategoridir.
Aynı gazeteyi okuyanlar, aynı futbol takımını tutanlar.


2. Sosyal Sınıf : Aynı hayat tarzına sahip, gelir, eğitim-öğretim, kültür ve meslek gibi çeşitli özellikler bakımından birbirine benzeyen insanların oluşturdukları kategoridir. Örneğin, işçi, işveren, köylü.

3. Azınlık : Bir topluma egemen olanların yararlandığı haklardan (belirgin farkları nedeniyle) yararlanamayan insanların oluşturduğu bir kategoridir. Batıdaki Türkler


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #24
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Sosyolog Behice Boran

Behice Boran (1 Mayıs, 1910 - 7 Ekim, 1987) Sosyolog ve sosyalist siyasetçi
1 Mayıs 1910’da Bursa’da doğan Boran, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ni bitirdikten sonra ABD’ye gitti. Michigan Üniversitesi’nde sosyoloji doktorasını tamamladıktan sonra 1939’da yurda döndü ve AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne doçent olarak atandı.

Öğretim üyeliği yıllarında (1939-1948) çıkardığı Yurt ve Dünya, Adımlar dergilerinde sınıflar arası akışkanlık, işçi, köylü ve gençlik sorunları, demokrasi ve hümanizm konularında yazılar kaleme aldı.

1946’da Nevzat Hatko ile evlenen Boran 1948’de siyasal görüşleri yüzünden Pertev Naili Boratav ve Niyazi Berkes ile birlikte üniversiteden uzaklaştırıldı. 1950’de kurucuları arasında yer aldığı Barışseverler Cemiyeti’nin ilk genel başkanı seçildi. Cemiyet, Menderes hükümetinin Kore’ye asker göndermesini kınayan bir bildiri yayımlayınca kapatıldı ve Boran 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. 1953’te Türkiye Komünist Partisi (TKP) davasıyla ilgili görülerek tutuklanmasına karşın, kanıt yetersizliğinden salıverildi. 1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. Birinci Büyük Kongre’de (1964) MYK’ya seçildi. 1965 genek seçimlerinde TBMM’ye Urfa milletvekili olarak giren Boran, SSCB’nin Çekoslovakya’nın işgalinden (Ağustos 1968) sonra, Genel Başkan Mehmet Ali Aybar ile görüş ayrılığına düşen grubun içinde yer aldı. Aybar ve arkadaşlarının partiden ayrılmalarının ardından, Dördüncü Büyük Kongre’de genel başkanlığa getirildi (1970). 12 Mart 1971 Muhtırasını izleyen günlerde tutuklandı; TİP, Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı, Boran 15 yıla mahkûm oldu. 1974 genel affından yararlanılarak salıverildi. 1975’te ikinci kez kurulan TİP’in genel başkanlığına getirildi. 12 Eylül Darbesinde (1980) kısa bir süre evinde gözetim altında tutulan ve Kasım 1980’de sağlık sorunu nedeniyle yurtdışına çıkan Boran 1981’de yurttaşlıktan çıkarıldı. 12 Eylül’de kapatılan Türkiye İşçi Partisi’nin son genel başkanı, siyasetçi ve sosyolog Behice Boran (Hatko) 7 Ekim’de 1987'de Brüksel’de öldü.

Ölümünden birkaç saat önce Türkiye Komünist Partisi (TBKP) adını aldığını kamuoyuna duyurdu. Cenazesi Türkiye’ye getirilen Boran, TBMM ve İstanbul’da düzenlenen törenlerin ardından 18 Ekim’de İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verildi.

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #25
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
NASIL BİR TOPLUM NASIL BİR SOSYOLOJİ


Konusu toplum olan bir bilim hakkında söz söyleyebilmek için hem bilimsel donanım açısından donanımlı hem de iyi bir gözlemci olmak gerekir. Ancak içerisinde yaşadığımız toplum konusunda herkesin ortalama da olsa bir fikri düşüncesi vardır en azından ikili sohbetlerimizde ne olacak memleketin hali cinsinden soru cümleleriyle hem kendi fikrimiz beyan ederiz hem de başkalarının düşüncelerini de öğrenme yoluna gideriz .Topluma önyargısız bakabilmek şüphesiz oldukça zordur çünkü hepimiz bu toplumun birer bireyiyiz. Einstein "Ne hazin bir çağda yaşıyoruz bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç"derken bizim önyargılarımızın yaşadığımız çağı algılayışımızda ne büyük engeller çıkarttığını da gözler önüne sermekteydi...

Bilgi çağının bütün ihtişamıyla yaşanmakta olduğu günümüzde , bilginin işlevinde önemli değişiklikler oldu. Bu çağda Bilgi bir performans artırma aracı olarak kullanılmaya başlandı , bilginin gerekliliği ve paylaşımı bir yana , ne işe yarar ? sorusu bilgi için daha çok sorulan bir soruya karşılık gelmekte. Yaşanılan çağ bilgi sınırlarını da değiştirdi bilmek için daha çok maddi güçler, istek, ilgi yeterli olmaya başlamıştır. Bu da yaş cinsiyet gibi faktörlerin bilme üzerindeki etkisini azaltmıştır. Bilme özgürlüğündeki sınırsızlık diğer toplumsal değerlerin de erozyona uğramasına sebep olmuştur. Bilginin içeriğindeki değişiklikler bilgi sahibi kişinin mütevazı olmasını ortadan kaldırdığı gibi bilenin ayrıcalıklı konumunu pekiştirmiş ancak bilginin aktarılması ve el değiştirerek daha çok kişi tarafından bilinir hale gelmesinin karşılığı para olmaya başlamıştır.

Toplumbilimin şüphesiz tüm bu değişmelere kayıtsız kalması düşünülemez . Çünkü toplumbilim durağan değişmez kalıpları olan bir bilme edimi değildir. Toplumsal değişme toplumbilimin olaylara bakışını ve öngörüsünü de değiştirmektedir. Zaten toplumbilimin amacı toplumu islah etme değildir olmamalıdır toplumsal dönüşümlerde rotanın şaşırılmaması açısından yol gösterici bir işlevi olmalıdır toplumbilimin....

İçinde yaşadığımız kent de tüm bu toplumsal dönüşümlerden payını almaktadır Nerede yaşarsak yaşayalım bir mekan olarak kent de kimliğimizin bir parçasıdır. Kent Sosyolojisinin anlaşılmasına yardımcı olması gerekli konulardan biri de "İnsanların neden birbirlerini gördükleri ancak duymadıkları" sorusuna yanıt aramak olmalıdır. Sorunlarını ve yaşamı gören ancak onları duymayan anlamayan onların üzerine eğilmeyen insan Işıklı camlara da bakmaktadır, komşu kavgalarına da, yoldan geçen araçlara da futbol oyununa da ... Bilgi çağı söylemek istediklerini elbette görüntülerle pekiştirmektedir . Söz tüm bu sanallaşma eğiliminden en çok zarar gören iletilerden biridir.

Topu topu 500-1000 kelime ile konuşan uzun konuşmayı sevmeyen selamlaşmalarında bile işaret dilini kullanmayı yeğleyen bir toplum görüntüsüne gelinmektedir yavaş yavaş ... Tüm bunlara insan yaşamında önemli denge unsurlarından olan etik-estetik dengenin estetik lehine bozulması da eklenirse komşularını tanımayan, sadece kendi sorunlarıyla uğraşıp onları da çözemeyen insan bir üst yabancılaşmayı yaşamaya başlamıştır. Nurdan Gürbilek "Vitrinde Yaşamak "adlı eserinde "İnsanın dünyayla olan ilişkisinin aslen bir seyretme ilişkisine dönüşmesi" fikrini reklamcılığın etkisinin artmasıyla pekiştirir ve der ki "Reklamcılık tüm yaşantımızı vitrine çevirdi"

Tüm bu yaşananlar "Hayat denen seyirlik oyun" ifadesini güçlendirir .Daha çok makyaj ve daha çok maske, daha çok takı gerçekleri saklamaz sadece üzerlerini geçici sürelerle örter . Ayrıca tüm bunlar doğruyu "sade"ce seyretmemize bile izin vermez . Şimdi "sade"yi yaşamak öylesine zorlaşmıştır ki mutlaka "biri bizi gözetliyor "dur. Toplumun bireyler üzerinde kurduğu değişeceksin ! ve onlar gibi olacaksın hem de hemen şimdi zorlaması bizi televizyonda gördüğümüz insanlar gibi giyinmeye onlar gibi düşünmeye ve onlar gibi yaşamaya zorlamaktadır. Toplumun farklı olana ne ihtiyacı ne de hoşgörüsü kalmamıştır.

Sosyologların değişen toplumsal değersizlikler enflasyonu içerisinde gördüklerini ve geleceğe yönelik saptamalarını tüm toplumu aktarma Bilgiyi paylaşma zorunlulukları ortaya çıkmaktadır. Kentte ve yaşadığımız tüm mekanlarda bu aslında mümkündür. Toplumbilimciler örnek insanlar olmak zorunda değildirler ancak en azından İnsan ! olmak zorundadırlar .yani sıradanlaşmamalı bayağılaşmamalıdırlar.



arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #26
arwen - avatarı
Ziyaretçi
TOPLUMSAL DEĞİŞME ANLAYIŞI


Son yıllarda Anglosakson toplumsal bilimlerinin önde gelen kişisi olan Parsons,kuramını,klasik ekonomistlerin rasyonellik ilkesine,pozitivistlerin determinist biyoloji kanunlarına ve idealistlerin kültürel değerlerine dayanarak kurmuştur.Parsons bu üç modelin de gerçeğin bir kısmını yansıttığına ve bu nedenle uzlaştırılmaları gerektiğine inanır.
Amerikan sosyolojisinin anlaşılması en zor kişisi diye ün yapmış olan Parsons’un çalışmalarını anlayabilmek için önce onun terminolojisini bilmek gerekir.Toplumsal yapı,toplumsal sistem ve aktör onun en çok kullandığı terimlerdir.
Parsons toplumsal bir pozisyon ve dolayısıyla bir rol sahibi olan kişiye aktör diyor.Toplumsal sistemi ise Parsons’a göre aktörler arasındaki etkileşim süreçlerinin sistemidir. Yapı, Parsons’a göre birimlerin nispeten istikrarlı bir kalıp gösteren ilişkileridir. Toplumsal sistemin birimi aktör olduğuna göre de, toplumsal yapı aktörlerin toplumsal ilişkilerinin kalıplaşmış sistemidir.
“Sosyolojiyi çok iyi bilmek sosyolojik kavramları iyi bilmekle olasıdır” anlayışından hareketle Parsons’ı da anlayabilmek Parsons’ın kullandığı temel kavramları iyi bilmemiz gerekmektedir. Bu yüzden öncelikle Parsons’ın kullandığı temel kavramları açıklayalım:

Eylem: Parsons’a göre eylem , tek tek bireylerin oluşturduğu bir birliktelik durumunda ortaya çıkan bir süreçtir.İnsan eylemi , evrensel insan toplumları, dil çevresinde odaklaşan sembolik sistemler yönünden kültüreldir. Tüm eylem insanların eylemidir.
Aktör:Parsons’a göre aktör toplumsal bir pozisyon ve dolayısıyla rol sahibi olan bireydir.Aktör sosyal bir varlıktır,toplum tarafından belirlenen rolleri yerine getirmekle yükümlüdür.
Statü-rolMsn Confusedtatü-rol aktörün sosyal sistem içinde diğer aktörlere göre pozisyonunu belirler.Aktörün içinde bulunduğu pozisyon statüsüne göre belirlenir.”Rol”aktörün diğerleriyle ilişkisinde yaptıklarının sosyal sistem için işlevsel önemi bağlamında görülmesidir.
Sosyal davranış: Parsons’a göre sosyal davranış sosyal sistemin en temel birimidir,aktör ve diğer aktörler arasındaki etkileşim işleminin kısımlarından biridir.
Sosyal yapı:Parsons’a göre sosyal yapı, aktörlerin sosyal etkileşimlerinin kalıplaşmış sistemidir,davranışı yönlendiren karşılıklı ilişkili roller,birliktelikler,normlar ve değerlerin bir kümesidir.
Sistem: Parsons’a göre sistem aynı tip eylem içinde birleşmiş karşılıklı ilişkili birimlerin kümesidir.Sistem,öğeleri ve dış çevreden istenen görevleri yapmak ve karşılaştığı gerilimlerle uğraşmak için işlemler kümesine ve iç yapıya sahiptir.

Bu terimlere dayalı olarak, Parsons’ın çalışmaları şu esaslar üzerine kurulmuştur.
1-Amaç olarak tek bir kuram peşinde koşar. 2- Parsons’a göre uygun bir genel sosyoloji kuramı, bir eylem kuramı olmak zorundadır. Yani kuramın temel mekanizmasını, belli amaçlar, değerler ve normatif standartlar çerçevesinde davranarak, kendilerini belli durumlara ayarlayan aktörler meydana getirir. 3-Anlamlı bir eylem kuramı, gönüllülük esasına dayanmalıdır. 4-Gönüllülük esasına dayalı bir eylem kuramı, fikirlere ideallere amaçlara ve normatif standartlara, değişkenler olarak bakar.
Parsons’a göre karmaşık örgütsel ilişkilerin çeşitli düzeylerinde yeni sistemler ortaya çıkar. Bunlar, kendilerini meydana getiren parçaların ya da öğelerin işleyişlerine bakılarak anlaşılamazlar ve kuram içinde nedensel ilişki sahibi değişkenler olarak ele alınmalıdırlar.
Parsons’ın değişme modeli farklılaşma fikrine dayanır. Farklılaşma, toplumdaki yeri iyi-tanımlanan bir birimin veya alt sistemin daha geniş bir sistem için hem yapı ve hem de işlevsel önem bakımından farklı birimlere bölünmesi sürecidir. Farklılaşma süreci içersinde çeşitli fonksiyonlar kendi yapısal birimlerine sahip olurlar. Örneğin, bir zamanlar aile içersinde yerine getirilen üretim ve sosyalizasyon süreçleri artık fabrikalarda ya da okullarda yerine getirilmektedir. Bu farklılaşma Parsons’a göre, aynı zamanda yeniden bir bütünleşme gerekliliği ortaya koyar. Bu ise köprü görevi yapan kurumlar aracılığıyla çeşitli fonksiyonları yerine getiren toplumsal üniteler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir normatif sistemin varlığını gerektirir.

Parsons’ın Toplum Modeli:
Parsons’ın bu farklılaşmaya dayanan yapısal-fonksiyonel çözümlemesini daha iyi anlayabilmemiz için onun toplum modelini sosyal, kültürel ve kişilik sistemleri açısından ele almamız gerekir. Parsons, bir toplumda 3 sistem tanımlar: 1-Kişilik sistemi ,2-Sosyal sistem,3-Kültürel sistem.
“1-Kişilik Sistemi: Parsons’a göre her birey (aktör) hedefe yöneliktir, belli güdüler ve kültür tarafından belirlenen gereksinimleri vardır. Birey benliğini (ego) bütünleştirmek ve hazlarını yükseltmek için güdülenir. Parsons’a göre, kişilik aksiyon teorisi içinde incelendiği zaman her bireyin güdüsel ve değer yönelimli (value-oriented) bir birleşme yoluyla aksiyon içinde kendi durumuna yöneldiği görülür.
2-Sosyal Sistem: Parsons’a göre, sosyal sistem bireylerin aksiyonundan oluşmuştur. Sosyal sitemi oluşturan aksiyonlar, aynı zamanda bireysel aktörlerin kişilik sistemlerini oluşturan aksiyonlardır. Bu bağlamda aktörlerin çoğunluğunun etkileşiminin bir sistemi olan sosyal sistem genellikle kurumsallaşmış değer sistemine göre karakterize edilir. Bu yüzden sosyal sistemlerin ilk fonksiyonel zorunluluğu, sistemlerin kurumsallaşması ve değer sistemlerinin bütünlüğünü korumaktır. Yine sosyal sistem, aktörlerin gereksinimlerinin önemli bir kısmını karşılamak zorundadır. Ve aynı zamanda sosyal sisten varlığını sürdürmek için diğer sistemlerden zorunlu olarak destek almak zorundadır.
3-Kültürel Sistem: Parsons kültürel sistemi, kendi diğer sistemlerini tanımlarken yaptığı gibi, diğer aksiyon sistemleriyle olan ilişkisine göre tanımlar. Bundan dolayı kültür, sosyal sistem içindeki kurumsallaşmış örüntüleri (institutionalized patterns), kişilik sisteminin içselleşmiş yönlerini ve objelerin aktörlere yönelimini içeren sembollerin düzenlenmiş ve bir sistemi olarak Parsons tarafından ele alınır.” (1)
Parsons,yukarıda bahsettiği üç sistemi birbirleri için vazgeçilmez nitelikte bulur.Busistemleri meydana getiren ‘eylem’e gelince, bu, özel bir “stimuli”ye yapılan ad hoc tepkilerden değil,aktörün bir durum içinde çeşitli konularla ilgili olarak geliştirdiği beklentiler sistemine göre yaptığı tepkilerden meydana gelir.
Parsons,üç toplumsal sistem belirler:Grup,örgüt ve toplum.Grup ve örgüt,toplum için temel fonksiyonları yerine getirmekle kalmaz,aynı zamanda topluma benzer şekilde örgütlenmişlerdir.Bütün bu toplumsal sistemlerin bir değer sistemi, bir uyum mekanizması, işleyiş kuralları ve bütünleştirici bir mekanizması vardır.
“Parsons’ın evrimci toplum kuramının hedefi sistemlerin kendi çevrelerini kontrol etme yeteneklerinin artmasına doğrudur.Toplumların işlevsel ön gerekliliklerin kuramsal bir çözümlenmesi ve arkeolojik, antropolojik ve tarihsel bulguların incelenmesiyle Parsons evrimsel gelişmede kontrolü mümkün kılan önemli atılımları belirlemiştir.Bunlardan biride çevreyi kontrol etmek için gerekli en uygun olan becerili liderlerin ortaya çıkmasını sağlayan, eşitsizlikleri tanıyan tabaklaşma sisteminin doğmasıdır.” (2)
“Parsons, aktörlerin toplumsal eylemlerinin toplumsal kurumlar tarafından belirlendiğini söyler.Toplumsal kurumlar,yada kurumsal kalıplar, belli bir toplumda hangi toplumsal eylemlerin yada toplumsal ilişkilerin meşru yada beklenen eylem ve ilişkiler olduğunu belirler.Buradaki meşruluk terimi, bir yaptırımı kapsar ve belli bir eylemin yapılmasının hiç olmazsa kuvvetli bir şekilde eleştirileceğini belirler.Bir başka deyişle toplumsal kurumlar (din,ahlak,ekonomi gibi), bireylerin belli toplumsal kişiliklerinde sahip oldukları rollerin yerine getirilmesini düzenler.” (3)

Kuramsal olarak Parsons yapıların değiştiğini kabul etmektedir. Parsons değişim olasılığına karşı bir ilgi duymaktadır. Bir toplum, uzmanlaşmış sistemlerden ve bunların alt sistemlerinden oluşur, her birisinin diğeriyle ve toplumsal sistemin kendisinin dışında kalan çevrelerle (yani, kültürel sistem ve kişilik sistemi) sınır alışverişi vardır.
Parsons’a göre her toplum varlığını sürdürmek, hedeflerine ulaşmak, uyumlu olmak ve bütünleşmek için karşılaştığı problemlere çözümler bulmak zorundadır.Toplumda bu çözümler dört kurumsal yapı veya kurumsal alt sistemle sağlanabilir.Şimdi bu alt sistemleri kısaca açıklayalım:


a-Ekonomi:(Uyumu sağlamak için)

Parsons’a göre ekonomi, toplumun üyelerince gereksinim duyulan maddi kaynakları üreten ve dağıtan bir kurumdur.Toplumun fonksiyonel zorunluluklarından uyuma hizmet eder.
b-Politika:(Hedeflere ulaşma)
Parsons’a göre politika, toplumun ortak hedeflerini seçmek ve bu hedeflere ulaşmak için toplumun üyelerini güdüleme hizmet eder.
c-Akrabalık:(Örüntü sürdürme)
Parsons’a göre akrabalık sosyal etkileşimin kabul edilen ve beklenen örüntülerini sürdürme işlevine hizmet eder.Sosyalleştirme mekanizması yoluyla bireyler arası gerilimi denetleme işlevini yüklenmiştir.
d-Topluluk ve örgütlenmiş dinMsn SadBütünleşme)
Parsons’cı anlamda topluluk ve örgütlenmiş din, eğitim ve kitle iletişim gibi kültürel kurumlar sosyal sistemin bütünleşme işlevine hizmet ederler.
e-Kültür:
Parsons’a göre kültür, sosyal etkileşimin kabul edilen ve beklenen örüntülerini sürdürme fonksiyonuna hizmet eder.
Parsons, gerek daha önce belirttiğimiz farklılaşma modeli ile, gerekse daha sonra kavramsal gelişimini incelemeye çalıştığımız kişilik sistemi özellikleri ile toplumsal değişmeyi bir denge içersinde basitten karmaşığa doğru giden bir toplumun normal bir evrimi olarak görür. Fonksiyonların bölünmesi sonunda ortaya çıkan bütünleşme ihtiyacı Parsons’un kişilik sistemleri ve toplumsal sistemler kadar, kültürel sistemlere de önem verdiğini göstermektedir.Bir diğer deyişle toplumsal sistemde fonksiyonların ayrımı sonunda meydana gelen yapısal farklılaşma kültürel sistemlerin yardımıyla bütünleşmeye gidecektir.

Eleştiriler:


Parsons kuramsal kavramsal düzeyini işlevselciliğin toplumsal düzen probleminde odaklaşan konsensüs yaklaşımına göre geliştirmiştir.Teorik incelemeler toplumların dayanıklı, durağan, birleştirici, bütünleşmiş tümler, kültürel ve sosyal-yapısal düzenlemelerde farklılaşmış tümler olarak görülebildiği varsayımına dayanır.
C.Wright Mills Parsons’ın teorisini çok soyut düzeyde ortaya koymasına “soyutlanmış empirisizm” diyor ve böyle genel ve soyut düşünme bir düzeyini seçmenin gözlem yapmada yararlı olmayacağını iddia eder.Zaten Parsons’a 1950’lerde yöneltilen düşmanca tavır en sert ifadesini C.Wright Mills’te bulmuştur.C.W.Mills’e göre; Parsons’ın esrinin %50’si laf salatası, %40’ı sosyoloji el kitabı, geriye kalan %10’u ise tutucu bir ideolojiden ibarettir.
Parsons’a gelen en sert eleştirilerden biride Ralph Dahrendorf ‘dandır.Dahrendorf’a göre Parsons’ın teorisi bir ütopya gibidir.Çünkü değişme dinamiği yoktur. Ona göre Parsons iki şey yapmıştır: Toplumsal dengeyi vurgulamış ve sürekli normlara önem vermiştir.Toplum nasıl sürekli kılınır ve bu sürekliliği sağlamak için normlar nasıl değerlendirilir? Sorularını açıklamıştır. Fakat bir toplumsal süreç, hem düzen hem de değişmeden oluşur. Sosyolojik bir teorinin hem toplumsal düzeni hem de toplumsal değişmeyi açıklayabilecek yeterlilikte olması gerekir
“Sosyal düzen nasıl mümkün olur”.konusuyla ilgilenen ve sosyal düzeni sosyal sistemin önemli kısımlarından biri olarak gören Parsons’ın, genellikle son derecede karışık ve bu yüzdende anlaşılması gereken zor olan kuramı, yapısal-işlevsel çözümlemenin genel niteliği olan denge kuramıyla belirlendiği için, toplusal değişmeyi yeterince açıklayamaz .
E.Kongar’a göre Weber ve Durkheim’in temel kavramlarını yabancı bir terminaloji icat ederek uzlaştırmaya ve bir genel kuram bulmaya çalışan Parsons, Freud’un temel yaklaşımından da etkilenerek, kişilik üzerinde odaklaşır. Böylesi bir yaklaşım doğal olarak, karışıklığa ve çeşitli çıkmazlara yol açar.
Yapılan tüm bu eleştirilere karşın Parsons’ın çalışmaları ve oluşturduğu teorisi, çağdaş sosyoloji teorileri arasında önemini hala kaybetmiş değildir, hatta giderekte önem kazanmaktadır.Özellikle günümüz Amerikan sosyolojisinin emprik çalışmalar içinde adete boğulmaya başlaması ve teoriden uzaklaşması bu önemi artıran en büyük etkendir.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #27
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Sosyolog Emile Durkheim



Emile Durkheim


Emile Durkheim, ( 15 Nisan1858 - 15 Kasım1917); Yahudi kökenli Fransızsosyolog, Modern Sosyolojinin kurucularından sayılmaktadır.
[değiştir]

Hayatı ve Düşüncesi

15 Nisan1858 yılında Epinal-Loren'de dünyaya geldi. Felsefe öğretmenliği yaptı. 1885 de Almanya'da bulundu Fransa'ya dönüşte yayımladığı makaleler ilgi topladı. 1887Bordeaux Üniversitesi'nde ders vermeye başladı. 1902 de SorbonneEdebiyat Fakültesi'nde çalışmalarını sürdürdü. 1906 da Buisson'un ölümü üzerine SorbonneEğitimbilimProfesörlüğüne getirildi.
Durkheim toplumbilimi kendi olgularını kendi ön dayanaklarıyla işleyen bir bilim durumuna getirdi. Auguste Comte'un fiziği, Herbert Spencer'in biyolojiyi örnek alıp inceledikleri toplumsal olaylar ona göre yalnız kendi türünden olaylarla açıklanabilir, "toplumsal olay" bireye bağlı ve bireyle başlayıp biten bir süreç değildir. Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona katılır. Her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmaz bir zorunluktur. Çünkü toplumsal olaylar; genel zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen din, ekonomi, hukuk, ahlâk, siyaset, bilim ve sanat türünden olaylardır. Durkheim bireyi bireyselliği toplum içinde tümüyle eritmez. İnsanın kendine özgü bireyliğini ve topluma özgü toplumsallığını saptar. İnsan genel doğruları hazırca, tartışıp araştırmadan toplumdan alır. Bu doğrular: bireyin, kendisi, başkaları, insanlar arası ilişkiler, doğa, evren olguları üzerine yargılarına temel dayanak olur. Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir bileşimdir. Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte gelişip evrimleşir.
Durkheim bilgi anlayışında toplumun görüşünü örnek alır. Bilgide en genel kavramlar tek tek şeylerin tümünden bağımsız olmayıp tersine onlara uygulanabilen, topluma ilişkin kavramlar olduklarından en geçerli kavramlardır. Bunların mutlak, öncesiz sonrasızca doğru ve kesin kavramlar oldukları da söylenemez. Bilginin temel taşları olan genel kavramlar toplumla birlikte zaman ve uzam bağlamında değişip gelişen kavramlardır.

Din sosyolojisi ile ciddi olarak ilgilenen Durkheim'in eserlerinin bir kısmı Türkçe'ye çevrilmiştir. Comte'un takipçisidir. Cemiyeti, Tanrı yerine koymuştur.
15 Kasım1917'de Paris'te ölmüştür.




Başlıca eserleri
  • De la division du travail social, 1893 (İçtimaî Taksim-i Amalo, 1923)
  • Règles de la méthode sociologique, 1895 (Sosyolojik yöntemin kuralları, 1985)
  • Le Suicide, 1897 (İntihar, 1987)
  • Les Formes élémentaires de la vie religieuse, 1915 (Din hayatının ilkel biçimleri, 2005)
Türkiye'de yayımlanmış diğer eserleri
  • Ahlaksal terbiye - 1938
  • Ahlak ve hukuk kaideleri hakkında dersler - 1947
  • Meslek ahlakı - 1949, 1962
  • Ceza evriminin iki kanunu, 1966
  • Dini Hayatın İlkel Biçimleri, 2005Ataç yayınları
Son düzenleyen Safi; 23 Aralık 2015 01:32
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Nisan 2006       Mesaj #28
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Hüsamettin Arslan




Sosyolog (Toplumbilimci) , Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi (12 Ocak1956 - ...)


Özgeçmiş

12 Ocak1956 tarihinde Ordu - Mesudiye'de doğdu. 1979 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal İdari ve Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezun oldu. 1979 - 1981 yılları arasında aynı fakültede yüksek lisans yaptı ve "Ondokuzuncu Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğun'da Sanayileşme Girişimleri" konulu bir yüksek lisans tezi hazırladı.

Doktorasını 1986 - 1991 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nde yaptı ve doktora bittikten sonra yayınlamış bulunduğu "Epistemik Cemaat / Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi" (Paradigma Yayınevi, İstanbul 1992) adlı bir doktora tezi hazırladı.

Çalışmakta olduğu Sosyoloji alt bilim dalı Genel Sosyoloji ve Metodolojidir. Çalışmaları ; Bilgi Sosyolojisi, Bilim Sosyolojisi, Sosyal Bilimlerde Yöntem ve Hermeneutik alanlarında yoğunlaşmıştır.

Çeşitli dergilerde bilgi , bilimsel bilgi ve bilim üzerine makaleleri ve yabanñı dillerden yaptığı sosyoloji kitapları çevirileri yayınlanmıştır.
Halen Uludağ ÜniversitesiSosyoloji Bölümü'nde profesördür.
Son düzenleyen Safi; 23 Aralık 2015 01:32
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
10 Nisan 2006       Mesaj #29
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Immanuel Wallerstein

Bir sosyolog olan Immanuel Wallerstein 1930'da New York'da doğmuştur. Wallerstein, Afrika'da sömürgeciliğin etkileri üzerine araştırmalar yapmış, kapitalizmin tarihi üzerine geniş incelemelerde bulunmuştur. Halen "Fernand Braudel Ekonomik Araştırma Merkezi"nin direktörlüğünü yapmaktadır.



Teorileri

Wallerstein "Dünya sistemi teorisini" yarattı. Wallerstein'e göre 16. yüzyıldan beri uluslararası işbölümü ile karakterize edilen bir dünya sisteminde yaşıyoruz.
Temel tezlerinden biri şu şekilde özetlenebilir: 1945'ten beri dünya sisteminin başı çeken hegemonik gücü olan Amerika Birleşik Devletleri gerilemektedir. 11 Eylül ve sonrasındaki olaylar bunun en son ve en belirgin kanıtıdır.


İçinde yaşadığımız dünya sisteminin hızla temel bir değişime doğru gittiğini ve tercih ve seçimlerimize, insan iradesine hiç olmadığı kadar açık hale geldiğini savunan Wallerstein ne yapabileceğimiz konusunda şunları söylüyor: "Hepimizin üçlü bir görevi olduğu yolundaki görüşüme bağlı kalıyorum: Gerçekliği eleştirel ve ayık bir kafayla analiz etmekle ilgili entelektüel görev; bugün öncelik vermemiz gereken değerlerin neler olduğuna karar vermekle ilgili ahlaki görev ve dünyanın, kapitalist dünya sistemimizin şu anki kaotik yapısal krizinden çıkıp, mevcut sistemden gözle görülür ölçüde daha kötü değil de, gözle görülür ölçüde daha iyi olacak farklı bir dünya sistemine geçmesi olasılığına hemen nasıl katkıda bulunabileceğimize karar vermekle ilgili siyasi görev."

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
11 Nisan 2006       Mesaj #30
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
İÇEBAKIŞÇI TOPLUM BİLİM

Can KÜÇÜKALİ

Her disiplinde olduğu gibi sosyolojide de toplumsal olguları ve toplumun genel işleyişini anlayabilmek için çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Her biri tutarlılaştırılmaya çalışılarak oluşturulan bu görüşler aslında birer yöntem olarak karşımıza çıkarlar.
Bu yöntemlerle hedeflenen, toplumsal ilişkilerin kökenlerini bulmak ve eğer mümkünse girift ilişki tiplerini açıklamaktır. Bu noktada toplumbilim de siyaset, ruhbilim, tarih ve felsefe gibi disiplinlerden beslenir ve bunların da yardımıyla çözümlemeler yapmaya çalışır.

Toplumbilimin özellikle ruhbilimle ilişkisi oldukça tartışmalı ve kimi zaman da çok da net olmayan bir ilişkidir. Özellikle sosyal psikoloji, psikolojizm, mikrososyoloji gibi dal ve akımların ortaya çıkmasıyla beraber iki disiplinin zaten çok da net olmayan ilişkileri daha da karmaşık bir hal almaktadır. Bilim dünyasında bu tip akımların tam olarak hangi alanlarla ilgilendikleri ve kimlere hizmet ettikleri ile siyasal statükoya katkıları, ayrı bir araştırma ve tartışma konusudur. Eğer kendimizi konuya sadece bilimsel açıdan bakma noktasında sınırlayacak olursak, toplumbilimin incelediği toplumsal örüntülerin kaynağını salt psikolojide arayan 'içebakışçı toplumbilimin' sakıncalarından özetle bahsetmemiz yeterli olacaktır.
Tekil olarak insanı düşündüğümüzde çeşitli tutum ve tavırlardan bahsetmek mümkündür. Kişi, geçmişinden bugüne elde ettiği birikimlerle olayları algılayarak onlara karşı hareket ve düşünce planları geliştirir. Ama bu noktada kullandığımız birikim sözcüğünü fazlaca önemsemek gerekir, çünkü bu sözcük dış etkilere, kısacası dış kaynaklı bir şekillendirmeye işaret etmektedir. Yani, tekil olarak bakıldığında orijinal bir tablo oluşturan insan, bu tabloyu ortaya çıkaran etkenler açısından bakıldığında bir ürün ve hatta bir tip olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte toplumca şekillendirilen bir ürün olarak bakıldığında (ki bu aslında birinci aşama olduğu için önceliklidir) karşımıza çıkan insanın, kendisini şekillendiren tüm yapılardan ve tüm ilişkilerden bağımsız olarak kendi 'öz' amaçları uğruna toplumsal ilişkileri şekillendirdiğini söylemek, toplum-insan ilişkisini insan merkezli ama çarpık bir şekilde analiz etmektir.
Analize bir kez bu noktadan başlandığında, ortaya gerçekçi olmayan metafizik varsayımlar çıkması olasıdır. Bu yanılgılara örnek olarak aşırı derecede 'iradeci' yaklaşımları göstermek mümkündür. İşte içebakışçı toplumbilim de kaynağını bu yanılgıdan alan yaklaşımlardan biridir. Buradaki tutum, toplumsal olayları, insanların kişisel/ruhsal erekleri ve buna bağlı davranışlarıyla, kısacası 'ruh halleriyle' açıklama eğilimidir. Bu, iki açıdan incelendiğinde yanlış ya da en iyi ihtimalle ek*****r. Bunlardan birincisi, bu yaklaşımın hiçbir şekilde bilimsel bir yönteme dayandırılamayacağıdır. Toplumsal ilişkilerin insanların içsel istek ve eğilimlerine bağlı olduğunu düşünmek ilk bakışta mantıklı ve doğru görünse de, insanların içsel yaşantılarını nelerin şekillendirdiği ve tekil insanın toplumsal yapıların işleyişine etki oranı göz önüne alındığında, bu yaklaşımın sağlıksızlığı ortaya çıkmaktadır.
Açıkçası günümüzde insanların içsel yaşantıları ve düşünce kalıpları da dahil olmak üzere tüm faaliyetleri, toplumsal sistemlerin bizzat kendileri tarafından şekillendirilip kontrol edilirler. Ne yazık ki özgün insanı ararken kanıt göstermeye çalıştığımız veriler bile katışıksız değildir. Elbette insan sınırlı da olsa halen bazı kontrol mekanizmalarında söz sahibidir fakat bu mekanizmaların kimi zaman ana mekanizmanın bir yan unsuru (onunla çelişmeyecek biçimde), kimi zaman da sınırlı ve gözetimli bir özgürlük alanı olduğunu görmek, kişi olarak insan ve topluluk olarak insanı ayırt etme açısından yararlı olacaktır. Her nasıl ki insanı 'gizemli ve üstün bir potansiyel' olarak hayal etmek bilimsel değilse, toplumsal dinamikleri 'metafizik' ve 'stabil' bir güç olarak kabul etmek de bilimsel olmayacaktır. Bu noktada toplumu yönlendiren ve şekillendiren çarkı, yine bu toplumun içindeki alt-üst yapı ilişkilerini inceleyerek anlamaya çalışmak daha yerinde bir çaba olacaktır.
Son düzenleyen GusinapsE; 17 Nisan 2006 00:30

Benzer Konular

26 Şubat 2017 / Misafir Coğrafya
8 Mart 2018 / Misafir Biyoloji
31 Ağustos 2012 / Misafir Coğrafya
15 Kasım 2016 / _Yağmur_ Zooloji
4 Mart 2015 / Misafir Cevaplanmış