Arama

Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son Haberler - Sayfa 13

Güncelleme: 28 Kasım 2016 Gösterim: 230.847 Cevap: 327
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
10 Nisan 2008       Mesaj #121
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
sp
Bilim kanseri alt edebilecek mi?
Sponsorlu Bağlantılar


Dünyada milyonlarca insan kanserle mücadele ediyor. Kimi bu mücadeleyi kazanıyor, kimiyse başaramıyor. Peki hangi kanser türü, hangi şartlarda iyileşebiliyor? Tıp dünyasında kanserle ilgili yaşanan gelişmeler neler? 1-7 Nisan Kanser Haftası nedeniyle, çağın en yaygın hastalıklarından kanseri mercek altına aldık. En yaygın kanser türleriyle ilgili gelişmeleri araştırdık
sp


İnsanlığı ciddi şekilde tehdit eden hastalıkların başında gelen kanser, tüm dünyada milyonların canını yakıyor. Ama tıp bu illetle yarışırcasına, her geçen gün gelişiyor Yeni tedavi yöntemleri, en azından belli türdeki kanserlerde, özellikle de erken teşhisle hayat kurtarıyor. 1-7 Nisan Kanser Haftası nedeniyle sık görülen ve bazılarının tedaviyle 'yenilebildiği' kanser türlerinin uzmanlarına kulak verdik.

Kanser nedir?
İlkokuldan beri öğrendiğimiz gibi, insan vücudunu oluşturan en küçük yapı taşına hücre deniyor. Sağlıklı hücreler vücut büyümesini, aynı zamanda da hasarlı hücrelerin tamirini yapıyorlar. Normal hücrelerin büyüme yeteneği sınırlı. Bazen büyümedeki bu sınırlama yeteneği kayboluyor ve sınırsız büyüyüp çoğalan hücreler topluluğu oluşuyor. Oluşan bu kontrolsüz hücreler topluluğuna da 'tümör' deniyor. Tümörler; iyi huylu ve kötü huylu olmak üzere ikiye ayrılıyor. İyi huylu, yani kanser olmayan tümörler; vücuda yayılmıyor, yaşamı nadiren tehdit ediyor, ameliyatla alındıkları zaman genelde tekrarlamıyorlar. Kötü huylu kanser hücreleri içeren tümörler ise tüm vücuda yayılma eğilimi gösteriyor. Hayatı tehdit eden bu tümörlerde ölüm oranı yükseliyor. Ve işte bu duruma, dünyada milyonlarca insanın yakalandığı hastalık olan 'kanser' deniyor. Kanserin oluşmasında, vücut direncinin düşmesi büyük önem taşıyor. Stres, hormonlu gıdalar, sigara, hava kirliliği, bazı teknolojik ürünler, bilgisayar ışınları gibi onlarca neden de vücut direncini düşüren etkenler arasında gösteriliyor.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 24 Aralık 2008 23:24
drzombie - avatarı
drzombie
Ziyaretçi
10 Nisan 2008       Mesaj #122
drzombie - avatarı
Ziyaretçi
KEKEMELİK TARİH OLUYOR
Kekemelik, tedavi edilmezse birçok psikiyatrik hastalığı da beraberinde getiriyor. Uzman konuşma terapisti Leyla Arslan, "Herkesin konuşması, birbirinden parmak izi kadar farklıdır. Bu yüzden kişilere göre tedavi yöntemi seçerek, başarılı sonuçlar alınabilir" diyor.
Sponsorlu Bağlantılar

Konuşmanın akıcılığındaki ritim bozuklukluğu olarak tanımlanan kekemelik, en sık 3-4 yaşlarında görülüyor. Çocukların yaşadığı sinirsel gerilim sonucu ortaya çıkan hastalık, tedavi edilmediğinde insanların sosyal ortamdan uzaklaşmasına neden oluyor. Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi'nden Uzman Konuşma Terapisti Leyla Arslan, "Kekemeliğin çok çeşitli belirtileri vardır. Çocuklarda çoğunlukla, hece tekrarları yapma, ünlü seslerle başlayan kelimeleri uzatarak konuşma, kelimeler arasında beklemeler, yavaş konuşma, konuşurken ayağını yere vurma, boynunu ileri geri hareket ettirme, ağzı aşırı açma, el hareketleri ya da kafa hareketleri yardımıyla konuşma şeklinde görülür" diye konuştu.

KLİNİK TEDAVİSİ ŞART
Konuşma bozuklukların hem fiziksel hem de psikolojik yönden incelenmesi gerektiğini vurgulayan Arslan, "Klinik yaklaşımla, kekemeliğin nedenleri araştırıldığı zaman psikiyatrik bir tanı konuluyor" diye konuştu. Konuşmanın akıcılığını bozan nedenlerin birbirinden farklı olduğunun unutulmaması gerektiğini kaydeden Arslan, "Klinik uygulamasında konuşma akıcılığını kazandırılır. Çoğu kez ikincil olarak başka bir sorunu ya da durumda çözülür. O yüzdendir ki kekemeliğin tedavisinde çok çeşitli ve değişik tedavi yöntemleri gelişmiştir" şeklinde konuştu.

AKICI KONUŞABİLİRSİNİZ
Hastalığın tedavi edileceğinin unutulmaması gerektiğini kaydeden Arslan, bu tür rahatsızlığı olanların mutlaka doktora gitmesi gerektiğini belirterek, "Yıllarca hayali kurduğunuz şekilde akıcı konuşmanın mümkün olduğunu unutmayın. Bu sizin elinizde, yeter ki tedaviye başlayın" dedi.

DEPRESYON KONUŞMAYI ETKİLİYOR
Depresyon, farklı kişileri farklı biçimlerde etkiler. Genelde kendilerine güvenleri yoktur. Kederli ve olumsuz düşüncelerle dolu olurlar. Konsantre olmakta ve karar vermekte zorlanırlar. Unutkanlık, huzursuzluk, sabırsızlık, enerji azlığı en sık görülen belirtilerdir. Bu ruh durumunun konuşmayı etkilememesi mümkün değildir. O yüzden bazı konuşma bozukluklarında sözcükler arasında beklemeler, güvensiz ses tonu depresyonun iz düşümü gibidir.

TEKRARLAYAN DAVRANIŞLAR
Bu tanıyı almış kişilerde genellikle sinirlilik ve hafif bir felaket duygusu ortaya çıkmakta ve kendisini rahatlatmak için bazı davranışları tekrar tekrar yapmaktadır. Tekrarlayan davranışlar tutarlılık gösterdiği için güven verir. Duygularda olan bu durum düşünce düzeyinde de konuşma düzeyinde de görülür ve kelime tekrarları, hece tekrarları sürer gider. Problem sorumluluğu alabilecek bir başka kişinin varlığı durumunda ortadan kalkar. Bu kişiler de seanslarda terapistle konuşurken, arkadaşları onunla birlikte konuşurken rahattırlar, yalnız konuşurken tekrarlar artar.

ANKSiYETE BOZUKLUKLARI
Bu tanıyı almış olan bireylerde konuşma ve davranışlara bir korku duygusu eşlik eder. Birey bazı ortamlarda ve aşırı stres altında hızlanır, tonlama yapamaz ve nefesi düzgün kullanamadığı için konuşmanın akışını kontrol edemez. Kendi kendine normal konuşurken, bazı kişilerin yanında, otorite olan kişiyle, karşı cinsle, kalabalık ortamda, alışverişte, lokantada, dolmuşa para verirken, aşırı terlemeyle birlikte artar. Bu nedenle, mümkün olduğu kadar konuşmamayı seçer
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
14 Nisan 2008       Mesaj #123
nünü - avatarı
Ziyaretçi
kemikilik
DONÖR OLMAK İÇİN ŞİMDİLİK BİR FORM DOLDURMAK YETERLİ
AŞAĞIDAKİ ADRESTEN FORMA ULAŞABİLİRSİNİZ:
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
14 Nisan 2008       Mesaj #124
nünü - avatarı
Ziyaretçi
TÜRKLER ÜRETİYOR...


Ortadoğu Teknik Üniversite'li (ODTÜ) biyomateryal araştırmacıları, zarar görmüş kemik ve kıkırdak dokuların kök hücre ile tedavi edilmesine imkan tanıyan Avrupa Birliği (AB) destekli projelerinde önemli ilerleme kaydettiler. Yeni yöntemde, zarar görmüş kemik ve kıkırdak dokuların hemen yanındaki sağlıklı dokulardan alınan kök hücreler laboratuvar ortamında çoğaltılarak dokuya naklediliyor. ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vasıf Hasırcı, 3 yıl önce başlatılan AB destekli projede alınan sonuçlarla Avrupa'da ve dünyada insan yaşam kalitesini yükseltmede önemli aşamalar kaydedileceğini söyledi. Projenin yürütücüsünün Portekiz'den olduğunu bildiren Hasırcı, 'Bu projede yer almamız kemik ve kıkırdak doku mühendisliği konusunda Avrupa'daki 20 mükemmeliyet merkezinden biri olduğumuzu gösteriyor. Projenin ODTÜ'lü ortakları olarak epey yol aldık. Kemik ve kıkırdak dışında kalp, sinir, damar, yapay deri ve kornea üzerinde de çalışıyoruz' dedi.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 24 Aralık 2008 23:24
drzombie - avatarı
drzombie
Ziyaretçi
15 Nisan 2008       Mesaj #125
drzombie - avatarı
Ziyaretçi
FAZLA NİŞASTA TÜKETİMİ KARACİĞERE ZARARLI!!

İSTANBUL - ABD’li bilimadamları karaciğerin yağlanmasının daha ciddi hastalıkların habercisi olabileceği konusunda uyardı. Boston’da yapılan araştırmaya göre, nişastanın karaciğerde depolanması insan vücudunda uzun süre şikayet yaratmıyor. Ancak zamanla karaciğerin iflas etmesine kadar varabiliyor.
Fareleleri 6 ay yüksek nişasta içeren gıdalarla besleyen bilimadamları, kilosunda değişiklik olmayan farelerin nişasta diyetinden ötürü kanlarında ve karaciğerlerindeki yağ oranın olması gerekenin iki katına ulaştığını tespit etti.
Araştırmayı yürüten heyetin başkanlığını yapan Doktor David Ludwig, farelerin üzerinde yapılan deneylerden elde edilen sonuçların insanlarda, hatta karaciğer yağlanmasının daha sık görülmeye başlandığı çocuklarda da geçerli olduğunu söylüyor.

Vücüdun aldığı gıdayı hangi hızla enerjiye çevirdiğini gösteren glisemik endeks, en yüksek beyaz ekmek, patates cipsi, pirinç ve mısırgevreği gibi işlenmiş gıdalarda görülüyor. İşlenmemiş meyveler, fındık, fıstık, baklagiller, tahıllar, makarna, yağsız süt, haşlanmış havuç, çavdar veya tahıl ihtiva eden ekmek gibi besinler de glisemik endeksi düşük gıdalar arasında yer alıyor.
Sessiz ilerleyen hastalığın uzun vadede tehlikeli olabileceğine işaret eden uzmanlar, önlem alınmadığı takdirde günümüzdeki çocukların beslenme alışkanlıklarının gelecekte büyük bir trajediye yol açabileceği konusunda uyarıyor.
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
19 Nisan 2008       Mesaj #126
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Küçücük mıknatıslar kanseri yenecek

İngiliz araştırmacılar kanser tedavisinde genlerin yolunu şaşırmasını önleme deneyinde başarılı oldu


19/04/2008


REUTERS
- LONDRA - Fareler üzerinde küçük mıknatıslar kullanılarak denenen yeni gen tedavisi yöntemi umut veriyor. Gen terapisinde izlenen temel yöntem, hasarlı genlerin başka bölgelere taşınması. Bu yöntemde sorun, genlerin vücudun doğru yerlerine hareket etmesini sağlamak. Genleri taşımak için virüslerin kullanılması gibi çeşitli yöntemler kullanılsa da yan etkiler nedeniyle vazgeçildi. İngiliz araştırmacılar bu sorunu çözmüş olabilir. Sheffield Üniversitesi'nden Claire Lewis ve ekibi, farelerle yaptıkları araştırmada manyetik nanopartiküllerin monositlere (beyaz kan hücrelerine) eklenmesi sonucunda elde edilen bileşimi damardan kan dolaşım sistemine zerk etti. Uzmanlar manyetik güç sayesinde dışarıdan kullandıkları mıknatısla bu bileşimin vücutta dolaşımını kontrol edebildi. Yöntem insanlarda henüz denenmedi ve testler sadece farelerin deri altında bulunan tümörleri tedavi etmekte kullanıldı. Uzmanlar asıl amacın karaciğer gibi vücudun içindeki dokularda oluşan tümörleri tedavi etmek olduğunu söylüyor.

nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
22 Nisan 2008       Mesaj #127
nünü - avatarı
Ziyaretçi
İngiltere'de 100'den fazla öksürük ilacına yasak! Sağlık bakanlığı tetikte
AA İngiltere, aralarında Benylin ve Calpol gibi çok satan ilaçların da bulunduğu iki yaşın altındaki çocuklara verilen 100'den fazla öksürük ve soğuk algınlığı ilacını yan etkileri nedeniyle piyasadan çekme kararı aldı.

Sağlık Bakanlığı, bazı ülkelerde toplatılmasına karar verilen soğuk algınlığı ve öksürük ilaçlarının Bakanlık bünyesindeki Bilimsel İlaç Güvenliği Kurulu'nda görüşüldüğünü, bunların 2 yaş altı çocuklarda kullanımının uygun bulunmadığı hususundaki bilimsel sonuçların ilgili kurum ve kuruluşlara iletildiğini bildirdi.

Sağlık Bakanlığı, bugün bazı basın yayın organlarında yer alan "Soğuk algınlığı ve öksürük ilaçlarının toplatılması" haberleri üzerine yazılı bir açıklama yaptı.


Açıklamada şöyle denildi: "Bahse konu ilaçlar, Bakanlığımız bünyesindeki Bilimsel İlaç Güvenliği Kurulu'nda 12 Ocak 2008 tarihinde görüşülmüş, 2 yaş altı çocuklarda kullanımının uygun bulunmadığı hususundaki bilimsel sonuçlar, ilgili kurum ve kuruluşlara yine aynı tarihte bildirilmiştir." Açıklamada, konuyla ilgili bilimsel çalışmaların dünya ile eş zamanlı olarak Bilimsel İlaç Güvenliği Kurulu'nda sürdürüldüğü de belirtildi.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
23 Nisan 2008       Mesaj #128
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Tekrar ve monoton işler yapılırken, beynin hata yapmadan yaklaşık 30 saniye önce dinlenmeye geçtiği ortaya çıktı.

Norveç'teki Bergen Üniversitesinden Tom Eichele, "Beynin biraz molaya ihtiyacı olduğunu söylediği ve sizin o anda hiçbir şey yapamadığınız böyle bir durum söz konusu" dedi.

Araştırmanın başındaki Eichele, beynin bilgiyi alamadığı ya da verimli çalışamadığı o anda kanın beynin dinlenme modunda daha aktif olan kısmına hücum ettiğini söyledi.

Eichele, bu durumun bir hata yapılmadan 30 saniye kadar önce başladığını, dolayısıyla, örneğin hava trafik kontrol kulesi görevlilerinin konsantrasyonunu ve dikkatini artırmak için bir uyarı sistemi geliştirmenin mümkün olabileceğini söyledi.

"Bu tür kararlar alması gerekenlerin başına koyulmak üzere bir alet geliştirilebileceğini" söyleyen Eichele, "Sinyali ölçebilir ve kullanıcıyı, beyninin o anda aldığı kararların iyi olmayacağı bir durumda olduğu yolunda bilgilendirebiliriz" diye konuştu.

Aletin prototipinin geliştirilmekte olduğu ve 10-15 yıla kadar piyasaya sürülebileceği kaydedildi. Araştırma, Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin (PNAS) dergisinde yayımlanıyor.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
23 Nisan 2008       Mesaj #129
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Çimlenmiş patatesteki ''solanin'' adlı toksin maddenin gıda zehirlenmelerine neden olabileceği bildirildi.

Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Diyetisyen Doç. Dr. Nurten Budak, havaların ısındığı bu günlerde, kış aylarında stoklanan patates ve soğanların, uygun nem ve ışık bulunca çimlenmeye başladıklarını belirtti.

Patateste çimlenmeyle ortaya çıkan yeşilimsi tabakanın insan sağlığı için son derece zararlı olduğunu bildiren Budak, şu bilgileri verdi:

"Bu yeşillenmeyle birlikte 'Solanin' adı verilen toksin madde ortaya çıkarır. Solanin içeren patatesin tüketilmesi de besin zehirlenmesine neden olur. Solanin adlı toksininin neden olduğu besin zehirlenmesi, patates tüketiminden birkaç saat sonra kendisini göstermeye başlar.

Bu durumda baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı ile ishal gibi belirtiler görülebilir. Zehirlenen kişi en yakın sağlık kuruluşuna götürülmeli."

germapotsaPatatesin, hangi ortamda saklanırsa saklansın, çok uzun süre bekletildiği zaman yapısı gereği çimlendiğine dikkati çeken Doç. Dr. Budak, özellikle havaların ısındığı bu mevsimde, patates için uygun saklama ortamları bulmanın zorlaştığını kaydetti.

Çimlenmenin neden olduğu sorunların önlenmesi için patatesin saklama süresinin kısa tutulması gerektiğini vurgulayan Budak, "Patates ne kadar soğuk, nemsiz ve ışıksız ortamda kalırsa o kadar süre çimlenmeden kalabilir, ancak yapısı gereği bir süre sonra çimlenmeye başlar.

Şartlar ne olursa olsun patates bahar aylarında çimlenmeye başlar. Her şeye rağmen çimlenen patates tüketilecekse, patatesin mutlaka çimlenen bölümleri ve yeşilimsi tabaka iyice kesilmeli, soyulan patatesten dikkatlice ayrılmalıdır" diye konuştu.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
1 Mayıs 2008       Mesaj #130
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son Haberler
Kansere karşı 'keten tohumu'
Uluslararası Gıda, Beslenme ve Kanser Sempozyumu'nda, 'Keten Tohumunun Anti-Karsinojenik Etkisi' konulu bir bildiri sunuldu.

18 Nisan 2008 Cuma 12:47
Ege Üniversitesi (EÜ) İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu tarafından düzenlenen Uluslararası Gıda, Beslenme ve Kanser Sempozyumu'nda, 'Keten Tohumunun Anti-Karsinojenik Etkisi' konulu bir bildiri sunuldu.

Bildiriyi sunan İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Nazan Tuna Oran, çalışmaların keten tohumunun kolon, prostat, meme kanseri gibi bazı kanserlerin risklerini azaltma yönünde koruyucu bir yararı olduğunu gösterdiğini söyledi.
Bütün kanserlerin yüzde 30-40'ının sadece diyete ve yaşam tarzına dikkat edilerek önlenebileceğini belirten Yrd. Doç. Dr. Oran, 'Beslenme rejimi kurallara uygun şekilde sürdürüldüğü takdirde meme ve prostat kanserlerinin gelişiminde en az yüzde 60-70, akciğer kanserinde yüzde 40-50, diğer kanserlerde de benzer oranlarda azalma sözkonusu olabilmektedir.' dedi.

Keten tohumunun lignan, lif ve omega 3 yağ asitleri yönünden zengin olduğunu kaydeden Oran, 'Omega 3'ün, kanın pıhtılaşmasını önleme ve ödemi azaltma gibi birçok yararı vardır. Bununla birlikte çalışmalar, bazı kanser türlerinin büyümesini önlediğini de göstermiştir. Keten tohumunun kişiyi hayatı boyunca bazı kanser türlerinden koruması ve tedavi konusunda bir rolü olduğunu ilişkin araştırmalar devam etmektedir.' şeklinde konuştu.

Benzer Konular

4 Aralık 2016 / gokhan404 Akademik
12 Ekim 2014 / Misafir Sanat
2 Şubat 2016 / byseus Sosyal Ağlar
27 Ekim 2015 / _EKSELANS_ Sosyal Ağlar
12 Haziran 2015 / _EKSELANS_ Arşive Kaldırılan Konular