Arama

Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son Haberler - Sayfa 23

Güncelleme: 28 Kasım 2016 Gösterim: 230.834 Cevap: 327
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
25 Mart 2010       Mesaj #221
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Meme kanserinde 'tasarruf' savaşı mı?

Sponsorlu Bağlantılar
meme kanseri 25310 ic 0823 334


Göğüs kanseri hastalarında metastazı engelleyen ilacın kullanım süresi Sağlık Bakanlığı'nın genelgesiyle yeniden dokuz haftaya indirildi. 'İlacı 30 bin meme kanseri hastasının en az dörtte biri kullanmalı' diyen uzmanlar tepkili.

Meme kanseri olan hastaların, metastazı engelleyen ‘Trastuzumab’ etken maddeli ilacın, Danıştay kararıyla 52 haftaya çıkarılan kullanım süresi, Sağlık Bakanlığı genelgesiyle yine dokuz haftayla sınırlandırıldı.

Endikasyon dışı ilaç başvuru kılavuzundan da çıkarılarak doktorların istekte bulunması da yasaklanan ilacın, her yıl yeni tanı alan 30 bin meme kanserli hastadan en az dörtte birinin kullanması gerektiğini belirten onkoloji uzmanı Prof. Dr. Rüçhan Uslu, “Tasarruf diye hastaların hayatıyla oynanıyor. Metastaz halinde ilaç daha uzun süre kullanılıyor, faturası iki yönlü ağır oluyor. ABD ve Avrupa’da ilacın bir yıllık kullanımı standart. Biz de tasarruf nedeniyle kullanımı kısıtlanıyor” dedi.

Sınıf öğretmeni Mevlüde Özdemir’e 2007 yılı Haziran’da meme kanseri teşhisi konuldu; sağ göğsü ve 18 lenf bezi alındı. Üç çocuk annesi 51 yaşındaki Mevlüde Özdemir’e, yüksek riskli meme kanseri nedeniyle kemoterapiye başlandı.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Sağlık Kurulu, Mevlüde Özdemir’in tedavisinin, ‘Trastuzumab’ adlı ilaçla bir yıl sürdürülmesine karar verdi. Ancak Sağlık Bakanlığı’nın ‘kısıtlama’ genelgesiyle bu etken maddeli ilacı göğüs kanserli hastaların en fazla dokuz hafta kullanabildiği, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) da ancak dokuz haftalık dozu ödediği ortaya çıktı.

Eşi için doktorlarının bir yıl boyunca üç haftada bir kür almasını istediği ilacı öğretmen maaşıyla karşılamasının mümkün olmadığını belirten Türk Eğitim Sen Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri Sami Özdemir, yargıya başvurdu. Üç haftada bir, üç kutu kullanılarak yapılan kür yaklaşık 4 bin, yıllık 60 bin liraya mal olurken, Sami Özdemir hem eşi hem de binlerce göğüs kanseri hasta için hukuk mücadelesi başlattı. 2008 Şubat ayında Danıştay’da açılan dava sonucu Sağlık Bakanlığı ‘Trastuzumab’ etken maddeli kanser ilacıyla ilgili ‘dokuz haftalık’ süre kısıtlamasını 52 haftaya çıkardı, kullanımda devamlılık için ‘kalp sağlığı’nı şart koştu. SGK ilacın 52 haftalık kullanım bedelini ödemeye başladı. Ancak bu uygulamanın 2010 Ocak itibarıyla yeni bir genelgeyle son bulduğu ortaya çıktı. counthighlightashx?t1269547942259&ampids28709824844100240292870982496510020929

(ekolay)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
30 Mart 2010       Mesaj #222
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Hipermetroba anında veda!

Sponsorlu Bağlantılar

Göz kusurlarının tedavisinde lazer cerrahisinin yeni yöntemlerinden "Intra-cor Presbiyopi" yöntemiyle yakını görme kusurları 15 saniyelik bir operasyonla düzeltiliyor.

Aralarında Türk doktorların da bulunduğu bir ekip tarafından geliştirilen "Intra-cor Presbiyopi" yöntemi, uluslararası oftalmoloji (görme yolları
hastalıkları ve cerrahisi) dünyası tarafından son 20 yılın en önemli buluşları arasında sayılıyor.

Yöntemin uygulayıcılarından Acıbadem Göz Hastanesi Medikal Direktörü Doç. Dr. Bozkurt Şener, korneanın ara tabakasına küçük bir müdahaleden oluşan yöntemin uzağı görme problemi gibi yan etkilere yol açmadan operasyondan sonra 1–2 saat içerisinde hastanın yakın görüşünü düzelttiğini kaydetti.

"Bu yöntem, diğer tüm yöntemlerden farklı olarak 15 saniye gibi kısa bir zamanda yakını görememe kusurunu ortadan kaldırıyor" diyen Doç. Dr. Şener, uzun yıllar üzerinde çalışılan yaşa bağlı yakını görme kusurunun (presbiyopi)
tedavisinde başarı oranı en yüksek tedavinin "Intra-Cor Presbiyopi" olduğunu
vurguladı.

Doç. Dr. Şener, yöntemin uygulandığı cihazın modifiye edilmiş son haliyle hata riskinin çok azaldığını ve 40'lı yaşlardan itibaren pek çok kişinin yaşadığı yakını görememe sorununu tamamen ortadan kaldırdığını belirtti.

"Korneanın iç tabakasına işlem yapmak" anlamına gelen Intra-cor tedavisinde diğer yöntemlerin aksine korneanın dış tabakasına kesi, flap kaldırma ya da tıraşlama gibi müdahaleler yapılmadığı için hastanın ağrı ya da enfeksiyon
gibi yan etkileri yaşamadığını belirten Şener, yöntemin ayrıca hastanın multifokal (uzağı ve yakını gösteren) lens takılmış gibi uzağı ve yakını aynı anda net görmesini sağladığını da vurguladı.

Doç. Dr. Şener, intra-cor tedavisinin, çizme tekniği ile bugünkü femtosecond (göze dokunmadan kesi yapabilen) tekniğin bir karışımı olduğunu
belirterek, yöntemin ayrıntılarını şöyle anlattı:
"Gözün tam ortasına, yani merkezine hava kabarcıklarıyla 5 tane ince çizik yapılıyor. Bu çizikler gözle görülemeyecek ince çizgiler haline geldikten sonra, aralarına gözün kendi sıvısı doluyor. Arasına sıvı giren çizikler
sayesinde, gözün iç basıncı gözün yüzeyini hafif şekilde yukarı itiyor ve bombeleştiriyor. Göz yüzeyinin yukarı kalkmasıyla da 2 derecelik bir yakın düzeltme elde ediliyor. Göze yapılan bu müdahaleyle kendiliğinden oluşan bombelerin kalıcı olmasından dolayı yakın görme problemi bir daha yaşanmıyor."

Doç. Dr. Şener, "Intra-cor presbiyopi" uygulanmaya başlandığından bu
yana önemli sonuçlar elde ettiklerini de ifade ederek, "Presbiyobi gibi bu zamana kadar lazer cerrahisini bu kadar heyecanlandıran ve başarı oranı bu kadar yüksek bir yöntem yoktu. Yalnızca Femtosecond lazer cihazıyla yapılan bu yöntem,
korneanın ara tabakalarına uygulanıyor. Kornea dıştan kesilmediği için dokunun zamanla kendisini iyileştirmesi söz konusu olmuyor. Doku kendini iyileştirmediği için de eski haline dönme riski yok. Böylece yakını görememe problemi ileri
dönemlerde tekrar etmeden kalıcı olarak ortadan kalkıyor" diye konuştu.

Tüm lazer teknikleri içerisinde göze en az müdahalenin bu teknikle yapıldığını ifade eden Şener, yöntemin daha önce lazer tedavisi olmuş kişilere de uygulanabileceğini aktardı.

Doç. Dr. Şener, "Intra-cor Presbiyopi kornea içi bir uygulama olduğu için daha önce katarakt ameliyatı olmuş kişilerde de başarıyla
gerçekleştiriliyor. 15 saniyede damla anestezi ile yapılan uygulama için sadece korneanın çok ince olmaması gerekiyor. Herhangi bir yan etkisi olmayan ve acı vermeyen yöntemle yakını göremeyen hastalar operasyonun ertesi günü net bir
şekilde görmeye başlıyor" dedi.

Doç. Dr. Bozkurt Şener, bu yeni uygulamanın göz tedavisinde bir çığır açtığını ve çok önemli bir gelişme olduğunu da sözlerine ekledi. counthighlightashx?t1269945809826&ampids28709825427100128292870982522810065729287098254301002552928709825442100506292870982532610313429

(ekolay)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
after - avatarı
after
Ziyaretçi
10 Haziran 2010       Mesaj #223
after - avatarı
Ziyaretçi
İsveçli bilim insanları, kalp krizinden ölümleri üçte iki oranında azaltma iddiasındaki aşıyı tanıttı. Karolinska Enstitüsü’nce yapılan araştırma sonucunda üretilen ve şimdilik yalnızda fareler üzerinde denenen aşı, insanlar üzerindeki testlerde de olumlu sonuç verirse, 3 ile 5 yıl içerisinde kullanılabilir hale gelecek.

T hücrelerini durduracak

Aşının özelliği, vücuda yüklenen kötü kolesterolü etkisiz hale getirmesi. Bağışıklık sistemimiz, vücuttaki kötü kolesterolü tespit ettiği anda, bir savunma mekanizması olarak T hücreleri göreve koşuyor ve bu şekilde, bu kolesterolün kana karışmasına engel olmaya çalışıyor. Ancak T hücrelerinin ciddi bir olası yan etkisi var: Kalbe kan pompalanmasını engellemek suretiyle kalp krizine sebep olmak. İsveçli bilim insanları da, işte bu nedenle, kötü kolesterole doğrudan saldıran ve onu yok eden bu aşıyı geliştirdiler. Aşı yapıldığı anda bağışıklık sistemimiz, kötü kolesterol tehlikesinin ortadan kalktığını algılayıp, kalp krizine neden olabilecek T hücrelerini görevlendirmiyor ve böylece de ölümcül rahatsızlık önlenmiş oluyor.
RuffRyders - avatarı
RuffRyders
Kayıtlı Üye
29 Ocak 2011       Mesaj #224
RuffRyders - avatarı
Kayıtlı Üye
Kanser yayan gen gözaltında
Bilimciler, kanserin vücutta yayılmasına yardımcı olan ‘saldırgan' bir geni tanımladılar.

110125kansergenhlarge76

Doğu Anglia Üniversitesi’nden araştırmacılar, bu geni bloke edecek doğru ilacın kullanımının, kanserin yayılma süreci olan metastaz aktivitesini engelleyerek bir çok kanser hastalığını önleyebileceğini düşünüyorlar.

WWP2 adlı gen, kanser hücreleri içinde bulunan enzimatik bağlayıcı bir ajan konumunda. Normalde vücutta bulunan ve kanser hücrelerinin yayılımını engelleyen doğal proteinlere saldırarak onları etkisiz hale getiriyor.

Laboratuvar şartlarında yürütülen deneylerde, WWP2’nin bloke edilmesi halinde, doğal yapılı baskılayıcı proteinlerin sayısı adeta bir patlama halinde artmış ve kanser hücrelerini baskı altına alarak yayılmasını önlemiş.

Çalışma ekibinin başındaki Andrew Chantry, yeni yaklaşımın kanser tedavisi açısından son derece önemli bir potansiyele sahip olduğunu vurguluyor, “şu an aşmamız gereken basamak, kanser hücrelerinin içine girerek bu saldırgan geni devre dışı bırakacak bir ilacın geliştirilmesi. Bu oldukça güç fakat gerçekleştirilmesi de imkansız olmayan bir aşama.”

Chantry, önümüzdeki 10 yıl içinde büyük ihtimalle bu tip bir ilacın geliştirilebileceğini ve bu durumda, kemoterapi ve radyoterapi gibi geleneksel tedavi yöntemlerinin, kanserin yayılmasından endişe duyulmaksızın ana tümörler üzerinde kullanılabileceğinin altını çiziyor. Ekip şu sıralar başka bilimcilerle ortaklaşa bir şekilde, geni bloke edebilecek bir ilacın geliştirilmesi üzerinde çalışıyor.

Kaynak: Ntvmsnbc Tıp
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
RuffRyders - avatarı
RuffRyders
Kayıtlı Üye
31 Ocak 2011       Mesaj #225
RuffRyders - avatarı
Kayıtlı Üye
Tasarruf ampulleri sağlık riski mi yaratıyor?
110131cevreampulgirishl
Enerji tasarrufu sağlayan ampullerin gece kullanılması halinde bazı kanser türlerine karşı direnci zayıflatabildiği iddia edildi.

Daily Telegraph gazetesindeki habere göre, İsrail'deki Hayfa Üniversitesinden biyoloji Profesörü Abraham Haim, mavimsi ışık yayan bu tür ampullerin vücudun melatonin hormonu üretimini bozduğunu ifade etti.

Melatonin hormonunun bazı meme ve prostat kanseri türlerine karşı koruma sağladığı düşünülüyor.

Söz konusu hormonun gece daha fazla salgılandığı ancak bu ampullerin gece yatak odasında yakıldığında hormon üretimini bastırdığı belirtildi.

Gece vardiyasında çalışan kadınların meme kanserine daha fazla yakalandığını gösteren araştırmadan sonra, gece ışığa maruz kalmakla meme kanseri arasındaki muhtemel bağlantı 10 yıldan fazla süredir biliniyordu.

Prof. Haim, ekibiyle yaptığı araştırmanın, gece yarısı yatak odalarında kullanılan ışığın seviyesiyle meme kanseri riski arasında daha güçlü bağlantı bulduğunu söyledi.

Chronobiology International dergisinde yayınlanan araştırmada, gece lambası yanarken uyuyan kadınlarda meme kanseri görülme riskinin, karanlıkta uyuyanlara oranla yüzde 22 daha fazla olduğu belirtildi. Bilimciler bunun bir nedeninin de insanların uyurken enerji tasarrufu sağlayan lambalar kullanmaları olduğunu kaydettiler.

Bilim insanları, mavimsi, kısa dalga uzunluğuna sahip ampullerin akşam iki saat kullanılmasının sarı ışık kullanılmasına oranla melatonin üretimini daha fazla bastırdığını belirleyen bir başka araştırmaya da atıf yaptılar.

Mavimsi ışığın ayrıca insanı daha tetikte tuttuğu ve vücut ısısıyla kalp atışını artırdığına dikkat çekiliyor. Prof. Haim, bunun sebebinin tasarruflu ampullerin yaydığı ışığın gün ışığına daha fazla benzemesi olduğunu düşünüyor.

Prof. Abraham Haim, kendisinin de evinde "ışık kirliliği"ne neden olmakla suçladığı tasarruflu ampul kullanmaya son verdiğini söyledi. Prof. Haim, insanların tasarruflu olduğu için evlerinde daha fazla ışık yaktıklarına da işaret etti.

Kaynak: Ntvmsnbc Tıp
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
1 Şubat 2011       Mesaj #226
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Uzaydaki astronotlara gerektiğinde ameliyat yapılabilmesi için geliştirilen ''Da Vinci'' robotu, Ankara'da Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde de hizmet vermeye başladı.

DaVinci Robothmedium

ANKARA - NASA ve ABD Savunma Bakanlığının ortak projesi olarak geliştirilen ''Da Vinci'' robotu, artık başta üroloji olmak üzere, jinekoloji, genel cerrahi, kalp damar cerrahisi, kulak burun boğaz ve çocuk cerrahisinde de kullanılıyor.

Robotun tanıtımı ve kullanım alanlarına ilişkin, üniversitede basın toplantısı düzenlendi. Toplantıya, GÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Peyami Cinaz, GÜ Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Turgut Tali, GÜ Üroloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hasan Biri, Doç. Dr. Lütfi Tunç'un yanı sıra çok sayıda öğretim üyesi katıldı. GÜ Hastanesi'nde Da Vinci robotu eğitimi alan Doç. Dr. Tunç, cihaz hakkında bilgi verdi.
Üniversite hastaneleri içinde Ankara'da ilk kez GÜ'de hastaların hizmetine gireceğini ifade eden Tunç, hekimin hastanın iç organlarını üç boyutlu olarak görebildiği ve robotu kumanda edebildiği bir konsolda oturarak ameliyatı gerçekleştirebildiğini söyledi.

Robotun, çok yönlü ve hassas hareketlere sahip parçaları sayesinde en kuytu bölgelerde bile işlem yapılabildiğini ifade eden Tunç, Da Vinci ile operasyonda el titremesinin önüne geçilebildiğini, üç boyutlu görüntü ile daha ince işlem yapılabildiğini ve robotun kolları 360 derece dönebildiği için operasyona kolaylık sağladığını belirtti.

Tunç, robotun ürolojide prostat, mesane ve böbrek kanserlerinde, böbrek çıkışındaki darlıklarda kullanıldığını ifade ederek, ''Dünyada yüzde 46 oranında üroloji alanında, yüzde 24 oranında kadın doğum alanında ve yüzde 20 oranında da genel cerrahide, bunların dışında da çocuk ile kalp ve damar cerrahisinde kullanılıyor'' diye konuştu.

DAHA AZ KANAMA OLUYOR

Prof. Dr. İbrahim Bozkırlı da Da Vinci ile yapılan operasyonlarda, hastadaki kesinin diğer cerrahi operasyonlara oranla çok az olduğunu belirterek, bunun daha az ağrıya neden olduğunu ve yaranın çok kısa süre içinde iyileşme gösterdiğini söyledi.


Da Vinci'nin kanama riskini de azalttığını ifade eden Bozkırlı, operasyonda hastaya kan verme ihtiyacının da ortadan kalktığını belirtti. Bozkırlı, kan verilmediği için komplikasyon riskinin de azaldığını vurguladı. Tekniğin bir diğer avantajının da operasyonda diğer tekniklere göre sinirlerin çok daha fazla korunabildiğini belirten Bozkırlı, ''Erkekliği koruyucu sinirler, Da Vinci de çok yakından yapıldığından korunabiliyor. Oysa, açık cerrahide sinirler daha fazla zarar görebiliyor'' dedi.

Bozkırlı, bu teknikle yapılan operasyonlar sonrasında hastalarda idrar kaçırma riskinin de ortadan kalktığını söyledi.

SGK'NIN ÖDEME KAPSAMINDA DEĞİL

Dav Vinci ile yapılan operasyonun geri ödeme kapsamında bulunmadığını da belirten Bozkırlı, şunları kaydetti:


''Bu teknik, Türkiye'de yeni yerleşiyor. Hastanelerde kullanımı yaygınlaştıkça, inanıyorum ki SGK da vatandaşın konforunu göz önünde tutarak geri ödeme kapsamına alacaktır.
Bu biraz, pahalı bir sistem. Hasta başı maliyeti yaklaşık 5 bin dolar civarında tutuyor. Operasyonun sarf malzemesi olan bu tutarı, vatandaş cebinden ödeyecek. Eğer, bu ücreti devlet ödemezse, biz de bu ameliyatı belli bir süre sonra, elimizde sözleşmeyle alınmış hasta sayısı arttığında kullanamayız.''

Dav Vinci robotu ile yapılan ameliyatlar hastada komplikasyon riskini azaltırken ve daha fazla konfor sağlarken kimi uzmanlar da bu tekniğin üniversite hastalarında öğretilmesi ve uygulanması gereken bir gereklilik olduğunu ancak bu ameliyatların yapılabilmesi için açık ya da kapalı cerrahi yöntemi olarak isimlendirilen alternatif tekniklerin de bulunduğunun altını çizdi.

EKSTRA MADDİ YÜK GETİRMEYEN TEKNİKLER DE VAR

Uzmanlar ise hastaya konfor sağlayan Da Vinci'nin geri ödeme kapsamına alınmasının devlete büyük bir maddi yük getirebileceğine dikkati çekerek, maddi gücü olan vatandaşın ''lüks ama avantajlı'' olarak tanımlanan hizmetten faydalanmasının uygun olduğu değerlendirmesinde bulundu. Birçok şeker hastasının kulladığı ve bir zorunluluk olan, aynı zamanda alternatifi de bulunmayan şeker ölçüm çubuklarının geri ödeme listesinde bulunmamasına karşın, oldukça pahalı olan bu cihazın sarf malzeme tutarının 6-7 bin liraya mal olmasının çok ciddi bir rakam olduğunu vurguluyorlar.


Cihazda kullanılan kimi aletlerin de bir süre sonra değiştirilmesi gerektiğinin altını çizen uzmanlar, bunun faydalı, avantajlı, konforlu olduğu kadar alternatifi bulunan ve devlete ekstra maddi yük getirmeyen tekniklerin de bulunduğunun göz ardı edilmemesi gerektiğini ifade ediyorlar.

Toplantının ardından, basın mensuplarına da robot kullandırılarak, işlemin kolaylıkları gösterildi.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
RuffRyders - avatarı
RuffRyders
Kayıtlı Üye
2 Şubat 2011       Mesaj #227
RuffRyders - avatarı
Kayıtlı Üye
Zebra balığı kalp hastaları için umut
Independent gazetesi, Ganj nehrinde yaşayan ve hemen her akvaryumda bulunan zebra balığının kalp hastalıklarının tedavisi için umut olabileceğini ve kalp nakli ameliyatlarınının ortadan kalkabileceğini yazdı.

110201zebrafish545802ah
LONDRA - Akvaryumunuzdaki sıradan balık amansız kalp hastalıklarının çözümü olabilir. Bilim adamları zebra balığının kalp kasını yenileme yeteneğinden ilham alarak üretilecek yeni ilaç ve tedaviler sayesinde bir gün insan kalbinin de kendini yenileyebileceğine inanıyor.

Araştırmacılar şimdiden balığın zarar görmüş kalp kasını yenilemesinde kritik rol oynayan küçük bir protein keşfetti. Zebra balığı bir hafta içinde kaybettiği kalp kasının yüzde 20'sini yenileyebiliyor.

Bu araştırmanın hayati önem taşıdığını söyleyen kalp uzmanları, eğer başarılırsa rejenerasyonun kalp nakillerine güçlü bir alternatif oluşturarak binlerce hasta için umut olabileceğini düşünüyor.

İngiltere'deki kalp araştırmalarının en büyük destekleyicisi olan İngiliz kalp vakfı BHF, bu araştırmanın da içinde olduğu rejenerasyon tıbbı çalışmaları için 50 milyon sterlinlik bütçe ayırdı.

Hem zebra balığı hem de insan omurgalı ve kalpleri benzer karakteristik özelliklere sahip ancak insan kalbi 4 odacıktan oluşurken zebra balığında sadece iki odacık var. Buna rağmen araştırmacılar balıkta yenilenmeyi sağlayan etkenlerin insanda da benzer bir şekilde tetiklenebileceğini umuyorlar.

Kaynak: Ntvmsnbc Tıp
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
3 Şubat 2011       Mesaj #228
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Hamileler perma yaptırmasın

Uzmanlar, bebek bekleyen anne adaylarının, ilaç kullanımına dikkat etmeleri, bu süreçte saç boyası ve perma gibi işlemlerden kaçınmaları uyarısında bulunuyor.

NAMC4B0LE20GC39CZEL205555hamilelikhmedium

ANKARA - Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde anne adaylarını bilgilendirmek için düzenlenen ''Gebelikte İlaç Kullanımı'' konulu toplantıda uzmanlar gebelikte alınan ilaçların bebeğe geçme yolları, bu dönemde ilaç kullanımının sınıflandırılması, yanlış ilaç kullanımının zararları, hangi ilacın ne zaman kullanılması gerektiği konularında bilgiler verildi.

Hastane başhekimi Doç. Dr. Ümit Göktolga, ''gebelikte ilaç kullanılmamalı'' ya da ''her ilaç kullanılabilir'' gibi genellemelerin yanlışlığına işaret etti. Hekim kontrolünde, uygun dozda kullanılabilecek ilaçlar bulunduğunu bildiren Göktolga, ''Gebeliğin her dönemi ilaç kullanımı açısından ayrı özelliklere sahiptir. Bunlar içerisinde ilk üç ay (1.Trimaster) en önemli olan dönemdir'' dedi.

Op. Dr. Ömer Lütfi Tapısız da, gebelikte ilaç kullanırken çok dikkat edilmesi gerektiğini ifade etti. Özellikle gebeliğin ilk ayında ilaç kullanımında ''ya hep ya hiç'' kuralının geçerli olduğunu vurgulayan Tapısız, ''Yani bir aylık bir gebe ilaç kullandığında ya bebeğe hiçbir zarar vermez, ya da düşüğe neden olur. Türkiye'de gebelik sırasında ilaç kullanım oranı çok yüksek. Gebelik sırasında reçeteli ya da reçetesiz ilaç kullanma oranı yüzde 90 düzeyinde'' şeklinde konuştu. Gebelikte ilaç kullanımı nedeniyle ya da kimyasallara maruz kalınmasının bebekte oluşabilecek anomalilerin önlenmesi için doktor onayı olmadan ilaç alınmaması uyarısında bulunan Tapısız, ''Oluşabilecek anomaliler çocuğun hayatı boyunca taşıyacağı olağan dışı bedensel ve zihinsel gelişim bozukluklarını içerebilir. Anne adayının bu anormalliklerin sorumlusu olmaması gerekir'' dedi.

SAÇ BOYALARINA DİKKAT
Op. Dr. Şadıman Altınbaş ise anne adaylarının ağrı kesicileri kullanırken çok dikkat etmeleri gerektiğini bildirdi. Ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçların hekime danışılmadan alınmamasını öneren Altınbaş, ''Eğer ağrı kesici kullanılması gerekiyorsa parasetamol içerikli ilaçlar tercih edilmeli'' tavsiyesini dile getirdi.


masali saclar 6825standard

Gebelikte gerekli durumlarda antibiyotik kullanılabileceğini, ancak bunun dozunu ve süresini hekimin belirlemesi gerektiğini vurgulayan Altınbaş, diğer kimyasallarla ilgili de şunlara dikkati çekti:


''Anne adayları gebeliğin ilk üç ayında bitkisel içerikli de olsa kesinlikle saç boyası kullanmamalı, saç düzeltme ve perma gibi işlemleri yaptırmamalıdırlar. İlk üç aydan sonraki dönemde bitkisel içerikli saç boyaları kullanılabilir. Kozmetik kullanımında hiçbir yöntem kesin güvenilir değildir.''

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
RuffRyders - avatarı
RuffRyders
Kayıtlı Üye
7 Şubat 2011       Mesaj #229
RuffRyders - avatarı
Kayıtlı Üye
11 günde kalp hücresi
Daha önce bu süre 30-40 gün süren kalp hücresi üretme süresi Dr. Cem Efe ve ekibi tarafından 11 güne indirildi.

110206cemefewidec364274

Doktor Cem Efe, ekibiyle 11 gün içinde fare deri hücrelerinden kalp hücresi elde etmeyi başardı. Daha önce bu süre 30-40 gün sürüyordu. Efe ve ekibinin geliştirdiği bu yöntem sayesinde ileride insanlar için kalp, beyin ya da pankreas hücresi elde edilebilir.

Hürriyet'in aktardığı habere göre ABD’nin San Diego kentinde bulunan Scripps Research Enstitüsü’nde Dr. Cem Efe tarafından yapılan araştırma, farelerden alınan sıradan deri hücrelerinin kültür tabaklarında 11 gün zarfında kendiliğinden atan kalp hücreleri haline dönüştürülebileceğini gösterdi.

Prof. Dr. Sheng Ding’in laboratuvarında 3 yılda tamamlanan projenin baş araştırmacısı ve yazarı bu ülkede master ve doktora eğitimi yapan Cem Efe. İlk defa 2006 yılında Japonya’da uzmanlar erişkin fare hücrelerinin yeniden kök hücrelere dönüştürülebildiğini göstermişti ve bu şekilde geliştirilen kök hücrelerden de zahmetli ve uzun bir metodla kalp hücresi elde edilebiliyordu.

KALP, BEYİN, İÇ ORGAN YAPILABİLECEK
Ancak, Doktor Efe’nin geliştirdiği yeni yöntemle kök hücreye dönüştürme basamağı tamamen atlanarak 30-40 gün yerine 11 günde işlevsel kalp hücreleri elde edilebildi. Bundan daha da önemlisi, Ding laboratuvarında Doktor Cem Efe’nin önderliğinde halen yapılmakta olan araştırmalar bu metodla sadece kalp değil, beyin ya da çeşitli iç organ hücrelerinin de yapılabileceğini işaret etmekte.

Doktor Efe’nin geliştirdiği yöntem şu şekilde özetleniyor: Japonların geliştirdiği yöntemde yetişkin fare hücrelere dört gen ilave edilerek bunlar pluripotansiyel (iPS), yani başka hücrelere değişme potansiyeli bulunan kök hücre haline getiriliyordu. Ancak bu epey bir süre alıyordu. Yeni yöntemde aynı genleri yetişkin deri fibroblast hücrelerine enjekte ediyor. Birkaç gün sonra ise iPS aşamasına gelmeden genlerin faaliyeti durduruluyor. Biyokimyasal müdahale ile bunların kalp hücresine dönüşmesi sağlanıyor. Bu sayede aşılanan hücrelerin yüzde 90’ı 11 gün sonra kendiliğinden atan kalp hücresi haline geliyor.

PARKİNSON İÇİN DE UMUT OLABİLİR
Bundan sonraki basamağın, aynı yöntemin insan hücrelerine adapte edilmesi olacağını söyleyen Doktor Efe, “Halen üzerinde çalışılan bu adaptasyon, kalp ve sinir sistemi gibi çok sınırlı onarım ve yenilenme kapasitesine sahip insan organlarına hücre transferi yapılabilmesi için şart. Zamanla, kolayca elde edilebilen bir deri örneğinden insanın kendi sağlıklı kalp, beyin ya da pankreas hücrelerini nakil amacıyla üretmek mümkün olabilir” dedi. Bu yöntemden geliştirilebilecek bir tedavi metodunun Alzheimer, Parkinson ve kalp hastalıklarında kullanıbileceği belirtiliyor.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
RuffRyders - avatarı
RuffRyders
Kayıtlı Üye
10 Şubat 2011       Mesaj #230
RuffRyders - avatarı
Kayıtlı Üye
Körlüğün 'faili' belli oldu
Körlüğe yol açan başlıca hastalıklardan biri olan makula dejenerasyonunun kaynağı, uluslararası bir ekibin yaptığı çalışmalar sonunda bulundu.

gzwidec0122918

Yaşa bağlı makula dejenerasyonu her yıl milyonlarca kişinin görüşünü kaybetmesine yol açıyor ve tedavisi bulunmuyor.

Nature dergisinde yayınlanan anlaşmaya göre, uzmanlar bu gibi vakalarda DICER1 adlı bir enzimin salgılanmadığını farketti. Hastalığa da bunun yol açtığı düşünülüyor.

Hastalığın nedeninin bulunması, tedavisinin geliştirilebilmesi yolunda önemli bir adım olarak görülüyor. Makula (sarı nokta) retinanın ortasında yer alan ışığın odaklandığı; dolayısıyla da keskin görmeden sorumlu bir alan.

Sarı nokta harabiyeti (Makula dejenerasyonu) 50 yaşın üzerindeki her 50 kişiden birini etkiliyor; bu oran 85 yaş üzerindekilerde beşte bire yükseliyor. Hastalık ilerledikçe görüş azalıyor; okumak, araç kullanmak, televizyon izlemek, insanları tanımak güçleşiyor.

Hastalığın kesin nedeni bilinmiyor, ancak sigara kullanımı, yüksek tansiyon ve kalıtsal nedenler risk faktörleri arasında sayılıyor.

Uzmanlar hastalığın "kuru formu"nu çekenlerde, DICER1'in başkalarına göre daha az aktif olduğunu belirledi. Farelerde bu enzimin salgılanması genetik olarak durdurulduğunda, retina hücreleri harap oldu. DICER1'in ayrıca Alu RNA denilen küçük genetik maddeleri yok ettiği belirlendi.

DICER1 olmayınca Alu RNA maddeleri birikiyor ve bir tür zehir etkisi yaparak retina tabakasını öldürüyor. Kentucky Üniversitesi'nden Profesör Jayakrishna Ambati, BBC'ye açıklamasında "Bu çalışma pek çok yeni kapı açıyor" dedi.

Uzmanlar şimdi, DICER1 düzeylerini yükseltecek ya da Alu RNA oluşumunu önleyecek çözümler geliştirmeye çalışacak.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.

Benzer Konular

4 Aralık 2016 / gokhan404 Akademik
12 Ekim 2014 / Misafir Sanat
2 Şubat 2016 / byseus Sosyal Ağlar
27 Ekim 2015 / _EKSELANS_ Sosyal Ağlar
12 Haziran 2015 / _EKSELANS_ Arşive Kaldırılan Konular