Arama

Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son Haberler - Sayfa 17

Güncelleme: 28 Kasım 2016 Gösterim: 231.323 Cevap: 327
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
6 Aralık 2008       Mesaj #161
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Zeki erkeklerin spermleri daha kaliteli

Sponsorlu Bağlantılar

Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son Haberler


İngiltere'de yapılan bir araştırma, zeka seviyesi hemcinslerine göre daha yüksek olan erkeklerin spermlerinin "daha fazla ve hareketli" olduğunu ortaya koydu.

Psikiyatri Enstitüsünden bir grup araştırmacının farklı bölgelerde görev yapan eski Amerikan askerlerinin verileri üzerinde yaptığı araştırmada, zeka testlerinde daha yüksek puan alan askerlerin daha fazla sayıda ve daha hareketli spermleri olduğu belirlendi.

ZEKA DA GENLERLE İLGİLİ

Sonuçları "Intelligence" dergisinde yayımlanan araştırma, "zekayı belirleyen genlerin başka biyolojik etkilerinin de olabileceği" savını güçlendiriyor. Zekayı azaltan küçük mutasyonların, sperm kalitesi gibi diğer biyolojik özellikleri de etkileyebileceği belirtiliyor.

Bilim adamları, bir insanın yaşam tarzının zeka ile sağlık arasındaki ilişkide daha etkili olduğunu düşünüyordu. Yani zekası yüksek bir kişinin sigara içmeyeceği ya da daha az içeceği ve daha fazla egzersiz yapacağı, bu tercihlerin de zihinsel performansı etkileyeceği varsayılıyordu.

SADECE ALKOL VE SİGARA DEĞİL

Farklı karakter özellikleri taşıyan erkeklerin incelendiği son araştırma, zeka ile sperm kalitesi arasındaki ilişkinin sadece alkol ya da sigara kullanımı gibi "kötü" alışkanlıklarla açıklanamayacağını ortaya koydu.

Zeka testi uygulanan ve meni örnekleri alınan 425 erkek üzerinde yapılan araştırmada, yaş ve yaşam tarzından bağımsız olarak, zeka seviyesi ile sperm kalitesini belirleyen üç özellik (sayı, yoğunluk ve hareket kabiliyeti) arasında bağlantı olduğu belirlendi.

Araştırmayı yöneten Dr. Rosalind Arden, bu verilerin "Play doh ile oynamayı Platon'a tercih eden erkeklerin spermlerinin kesinlikle düşük olacağı anlamına gelmediğini, buldukları korelasyonun sınırda olduğunu" kaydetti.

Arden, araştırma sonuçlarının zekayla ve fiziksel sağlıkla ilgili farklı ölçütlerin kullanıldığı başka verilerle karşılaştırılması gerektiğini söyledi.

Sheffield Üniversitesinde fertilite uzmanı olan Dr. Allan Pacey ise bu araştırmada zeka ile sperm kalitesi arasında saptanan ilişkinin oranlarının düşük olduğunu, bu nedenle zekanın erkeklerin "üreme" kabiliyetleri üzerinde büyük etkisi olduğunun söylenemeyeceğini savundu.


Kaynak

HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
8 Aralık 2008       Mesaj #162
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Erkeklerin soyu tükeniyor!


Sponsorlu Bağlantılar
gp 340766
spacer


Çevre kirliliğinin, hem insanlarda hem de vahşi doğada erkekleri zayıf cins haline getirdiği bildirildi.

İngiliz Independent gazetesinde yayımlanan bir rapora göre, günümüzde yaygın biçimde kullanılan kimyasallar, insanlar dahil olmak üzere balıktan memelilere kadar omurgalıların her türünde erkekleri feminenleştirdi, üreme organlarıyla dölleme kabiliyetlerine zarar verdi.

Raporun yazarı, kimyasalların sağlık üzerindeki etkilerini incelemekten sorumlu eski hükümet danışmanı Gwynne Lyons, araştırmanın, erkeklerin temel özelliklerinin tehdit altında olduğunu gösterdiğini belirtti.

Rapor, vahşi doğa ve insanların son yıllarda 100 binden fazla yeni kimyasala maruz kaldığını, Avrupa Komisyonu'nun bunların yüzde 99'unun gerektiğince düzenlenmediğini kabul ettiğini ve bu kimyasalların yüzde 85'i ile ilgili doğru güvenlik bilgisinin dahi verilmediğini ortaya koydu.

Raporda, bu kimyasalların çoğunun, hormonlara zarar verdiklerinden "endokrin bölücüleri" olarak tanımlandığı, gıda ambalajı, kozmetikler, bebek pudraları, mobilya ve elektrikli eşyalar gibi birçok ürünün bu tür kimyasalları içerdiği kaydedildi.

CHEMTrust vakfı tarafından yayımlanan ve dünya çapında 250'den fazla bilimsel araştırmanın kullanıldığı raporda, temelde vahşi yaşama odaklanıldığı ve kimyasalların, kutup ayılarından, okyanusların derinliklerinde yaşayan balinalar, yükseklerde uçan şahin ve kartallara kadar türler üzerindeki etkilerinin tespit edildiği bildirildi.

Raporda, "Omurgalı hayvanların (kılçıklı balıklar, hem karada hem suda yaşayanlar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler dahil olmak üzere) her temel sınıfındaki erkek türleri, çevredeki kimyasallardan etkilenmiş. Birçok omurgalı türünün erkeklerinde feminenleşme şu anda yaygın bir hadise" sonucuna varıldı.

RAPORDA KULLANILAN ARAŞTIRMALARIN SONUÇLARI

Raporun hazırlanmasında kullanılan bazı araştırmaların sonuçları şöyle sıralanıyor:

"Japonya'da, Benin'de ve Afrika'da tatlı su balıklarıyla Kuzey Denizi, Akdeniz, Osaka Körfezi ve ABD'nin batı sahilindeki Puget Sound'da tuzlu su balıklarının erkeklerinde feminen etkiler gözlendi.

ABD'nin Florida eyaletinde tarım ilacına maruz kalan erkek timsahlarda daha düşük testosteron ve daha yüksek ostrojen sevileri tespit edildi. Bu hayvanların, testislerinde anormallik, üremelerinde başarısızlık ve daha küçük penislere sahip oldukları saptandı.

Vahşi hayatın 400'den fazla kimyasalla kirlendiği Florida ve Great Lakes çevresinde yine bir kaplumbağa cinsinin erkeklerinde dişil özellikler görüldü.

Alaska'da erkek Sitka geyiklerinin üçte ikisinin inmemiş testislere sahip olduğu, Montana'da aynı oranda beyaz tüylü geyiğin genital anormalliklere sahip olduğu ortaya çıktı.

Güney Afrika'da söz konusu kimyasallara yüksek düzeyde maruz kalan, bu ülkeye mahsus iri bir geyik türünün erkeklerinin testislerinin zarar gördüğü, yine çok kirlenen doğa alanında bir fare türünün erkeklerinin neredeyse hiç sperm üretmediği tespit edildi.

Dünyanın bir ucunda Kuzey Kutbunda hermafrodit kutup ayılarına rastlanırken, yine Florida'da az sayıda, soyu tükenme tehlikesi olan panterlerin anormal spermlere sahip oldukları görüldü.

Bir başka araştırma, çevre kirliliği olan bölgelerde yaşayan su samurlarının daha küçük testislere, poliklorlu bifenillere (PCB) maruz kalan vizonların daha kısa penislere sahip olduklarını ortaya koydu.

New York'taki Rochester Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırma, plastiklerde kullanılan bir tür kimyasala yüksek düzeyde maruz kalan annelerin erkek çocuklarının daha küçük penis ve inmemiş testise sahip olma olasılığının daha yüksek olduğunu gösterdi. Bu çocukların anüs ve genital bölgelerindeki aralığın daha kısa, bunun da feminenliğin klasik bir işareti olduğu belirtildi.

Yine Rotterdam'daki Erasmus Üniversitesi'nin bir araştırması, poliklorlu bifenillere maruz kalan annelerin erkek çocuklarının büyürken bebekler ve çay setleriyle oynamak istediklerini gösterdi.

Kanada, Rusya ve İtalya'da bu tür kimyasallarla yoğun biçimde kirlenen bölgelerde yaşayan topluluklarda erkeklerden iki kat fazla kız çocuğu doğduğu gözlendi."



HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
10 Aralık 2008       Mesaj #163
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Kanser 2010 yılında en öldürücü hastalık olacak


gp 341855


Kanserin 2010 yılında kalp rahatsızlıklarını geçerek dünyada en ölümcül hastalık olacağı bildirildi.

Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu tarafından hazırlanan bir raporda, kanser vakaları ve ölümlerindeki artış eğiliminin sürmesi durumunda 2030 yılında kanser vakaları ve ölümlerindeki artışın şimdikinin iki katını aşacağı belirtildi.

Gelişmekte olan ülkelerde sigara kullanımının artmasının bu büyük değişimde etkili olduğu bildirilen raporda, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde sigara içenlerin sayısının dünyada sigara içenlerinin yüzde 40'ını oluşturduğuna işaret edildi.

Kanseri daha iyi teşhis etme ve bulaşıcı hastalık vakalarının azalmasının, kanserin en öldürücü hastalık sıralamasında birinci sıraya oturmasının en önemli nedeni olduğu ifade edilen raporda, kanser vakalarının dünyada istikrarlı olarak arttığı ve bu yılın sonunda 12 milyona yükselmesinin beklendiği kaydedildi. DSÖ, bu yıl kanserden ölenlerin sayısının ise 7 milyonu bulacağını bildirdi.

Raporda, Çin, Hindistan ve Rusya'daki daha yüksek oranlarla birlikte, kanser vakaları ve ölümlerinde her yıl yüzde 1'lik artışın, 2030 yılında kanser vakalarını 27 milyona, ölümlerini ise 17 milyona çıkaracağı kaydedildi.


HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
11 Aralık 2008       Mesaj #164
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
ALS hastalarına iyi haber


als4544


Yapılan araştırmalar bir protein sayesinde yaşam süresinin uzatılabileceğini ortaya koydu.

Amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığına yakalananların yaşam süresinin, bir protein sayesinde uzayabileceği bildirildi.

ABD'deki Wisconsin Üniversitesi'nden bilimadamlarının yaptığı araştırma, ''Nrf2'' adı verilen proteini artırarak, tedavisi olmayan ALS hastalığına yakalananların yaşam süresinin uzayabileceğini ve hastalığın başlangıcının ertelenebileceğini gösterdi.

Araştırmacılardan Jeffrey Johnson, ''Nrf2'' proteininin etkin hale geldiğinde, sinir sistemini etkileyen hastalıkların gelişimine bağlı hücreleri koruyan başka yüzlerce proteini kontrol ettiğini belirtti.

Johnson, aynı mekanizmayı değerlendiren bazı deneylerin beyinle ilgili Alzheimer, Parkinson ve Huntington gibi hastalıklarda önemli sonuçlar verdiğini ifade etti.

Araştırma, ''Journal of Neuroscience'' dergisinde yayımlandı.

İlk kez 1874 yılında tanımlanan ALS, merkezi sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı adı verilen bölgede motor sinir hücrelerinin (nöronlar) kaybı nedeniyle gelişiyor. Bu hücrelerin kaybı kaslarda düşüklük ve erimeye yol açıyor. Yavaş yavaş ilerleyip hastayı solunum, yutma güçlüğü ve kas güçsüzlüğüyle yatağa düşürüyor. Zihinsel işlevler ve bellek ise bozulmuyor. Hastalığın ileri evrelerinde felç geçiriliyor.

Omurilikte kasları besleyen yan (lateral) taraftaki sinirlerin zarar görmesiyle kasların beslenememesi ve katılaşması olan ALS ABD'de, kırdığı rekorlar nedeniyle ''demir at'' olarak bilinen, ancak kariyeri bu hastalık nedeniyle sona eren Amerikalı beyzbol oyuncusu Lou Gehrig'in adıyla anılıyor. Bazı Avrupa ülkelerinde ALS, motor sinir hastalığı (MHS) ya da Charcot hastalığı olarak da geçiyor.

Ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking'in de yakalandığı ALS hastalığının görülme sıklığı 100 binde 1-3.


HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
11 Aralık 2008       Mesaj #165
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
MR ile MS’i yıllar önce tespit etmek mümkün olabilir

Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son Haberler


Manyetik Rezonans Görüntüleme’yle (MR) beyni tarayarak, Multipl Skleroz (MS) hastalığının belirtilerini hastalık ortaya çıkmadan uzun yıllar önce tespit etmenin mümkün olabileceği bildirildi.

ABD’nin Kaliforniya Üniversitesi’nden Dr. Darin Okuda, San Francisco kentinde baş ağrısı, migren gibi çeşitli sağlık sorunları nedeniyle beyin taramaları yapılmış 44 hasta üzerinde çalıştıklarını belirterek, bu kişilerden üçte birinde 5 yıl içinde MS hastalığının belirtilerinin ortaya çıktığını söyledi. blank
Okuda, 44 hastanın tamamında MS olan kişilerde görülen anormallikler olduğunu, MS’in gelişip gelişmediğini görmek için takip etmeye devam ettikleri bu hastaların yüzde 30’unda ortalama 5.4 yıl içinde MS belirtilerinin geliştiğini ifade etti.

Okuda, kendi bulgularına rağmen, beyin anormallikleri olan insanlarda MS’e yakalanma riskinin ne olduğunu anlamak için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini vurguladı.

Beyin ve omurilik hastalığı olan MS, beynin görme, konuşma, yürüme gibi fonksiyonlar üzerindeki denetim yeteneğini bozuyor.

Dünyada 2.5 milyon kişinin MS hastalığından etkilendiği bildiriliyor.


HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
12 Aralık 2008       Mesaj #166
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye'nin ''ilik bankası'' hesabı


Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son Haberler


Türkiye, organ, doku ve hücre nakillerini tek elde toplamak için düğmeye basıyor.
Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son HaberlerOrgan, doku ve hücre nakillerini tek elde toplamak için düğmeye basan Türkiye, yıllık beş milyar dolar tasarruf sağlayacak. Mevcut ulusal organ nakli bilgi bankasına ek olarak, ulusal doku bilgi bankası ile ulusal kordon kanı bankası TÜRK-KÖK projesiyle 2009'da hayata geçirilecek.

En önemli hedef ise 40 bin böbrek hastasının diyaliz masrafları ile yüzde 90'ı çocuk olan 4 bin civarında kemik iliği hastasının sağlık giderlerini ortadan kaldırmak olacak. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Sencar Tepe, "Sadece bir kemik iliği hastası için yurtdışındaki merkezlere bir milyon YTL harcayabiliyoruz. Uygun organ ve ilikler bulunamadığı için sürekli bu harcamalar yapılıyor. Uygulama hayata geçtiğinde Türkiye kendi nakillerinin yanı sıra yurtdışına da nakil verecek duruma gelecek." açıklamasını yaptı. Türkiye'de şu anda kemik iliğinde donör sayısı 10 bini geçmiyor. Projeyle donör sayısı önce 300 bine, sonra da 1 milyona çıkarılacak. Ayrıca doğum yapan annelerin kordon kanları uygun şartlarda saklanacak. Bu bankaların tek çatı altında toplanmasının aynı zamanda AB uyum sürecinde 28. faslın kapanış kriteri olduğunu belirten Sencar Tepe, "Projeye organ nakillerini de katarsak, hem diyalizden kurtulmak hem de kanser hastalarının daha erken bir dönemde kemik iliği nakli olduğunu düşünürsek yıllık beş milyar dolar tasarruf sağlayacağız." açıklamasını yaptı.

TÜRK-KÖK'ün merkezi Ankara Onkoloji Hastanesi'nin kolej binası olacak. 2009 itibarıyla buraya idari kadro atamaları yapılacak. İlk başta 10 milyon Euro kaynak aktarılacak merkez için AB fonlarından yararlanılacak. Daha sonra da bankaların oluşturulması için 'doku tipleme laboratuvarların' ihalesine çıkılacak. Bütün bunlar gerçekleştikten sonra Türkiye genelinde verici bulmak için ciddi bir kampanya başlatılacak. Bu noktada Kızılay'ın kan merkezleri ile doğum hastanelerinden yardım alınacak. İleride nakil gerektiren bir durum meydana geldiğinde bu bankalarda kayıtlı vericiler ile alıcılar bir araya getirilecek. Tüm masraflar TÜRK-KÖK tarafından karşılanacak. Tedavi Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Sencar Tepe, hedeflerinin yılda en az 50 bin yeni verici adayını bu bankaya ilave etmek olduğunu söyledi. Bunu 300 bine, daha sonra da bir milyona çıkarmak ise nihai hedef olarak gösteriliyor. Bütün bunlar gerçekleştikten sonra Türkiye sadece kendi hastaları için değil Asya, Afrika ve Ortadoğu'ya hizmet veren en büyük 'doku bilgi bankası' haline gelecek. Türkiye'de yaklaşık 40 bin diyaliz hastası var. Uygun böbrek bulunamadığı için bu hastalara yıllık 25 bin dolara yakın masraf yapılıyor. Tüm hastaları düşündüğünüzde bu rakam yıllık bir milyar doları buluyor.

HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
13 Aralık 2008       Mesaj #167
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Karbonhidrat rejimi hafıza kaybına yol açabiliyor


gp 343301
spacer


Zayıflamak için rejim yapılırken karbonhidratlar bakımından zengin besinlerden kısmanın hafıza kaybına yol açabildiği belirlendi.

Daily Mail gazetesinin haberine göre, Boston'daki Tufts Üniversitesinde yapılan bir araştırmada, rejim yaparken karbonhidratlı besinlerden kaçınanlar, yapılan hafıza testlerinde, rejim sırasında bir miktar makarna, ekmek ve patates yemelerine izin verilenlere göre daha kötü durumda çıktı.

Karbonhidratların beyin için çok önemli bir enerji kaynağı olduğunu hatırlatan bilim adamları, Atkins türü rejimlerin yapılmaya başlanmasından sadece bir hafta sonra zihni performansın düştüğünü belirttiler.

Araştırmanın başkanı Holly Taylor, moda olan düşük karbonhidratlı veya karbonhidratsız rejimlerin düşünce ve idrak üzerinde çok güçlü olumsuz etkisi bulunduğunun yapılan bu araştırmayla görüldüğünü söyledi.

Araştırma, 22 ile 55 yaş arasındaki kadınlar arasında yapıldı. Araştırmaya katılanlardan bir kısmı düşük kalori, bir kısmı ise düşük karbonhidrat rejimine girdi.

Bir hafta sonra yapılan hafıza testlerinde, düşük karbonhidrat rejimine girenlerin düşük kalori rejimine girenlerden daha kötü performans gösterdikleri belirlendi.

Düşük karbonhidratlı rejimlerin en ünlüsü, un, şeker, patates gibi karbonhidratlı besinleri yasaklayan, protein ve yağa ise izin veren tartışmalı Atkins rejimi.

HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
14 Aralık 2008       Mesaj #168
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Kaynana, kadını hasta ediyor


gp 343910
spacer


Kayınvalideyle birlikte aynı çatı altında yaşamanın kadınların sağlığını olumsuz etkilediği bildirildi.

Bilim adamlarına göre, geniş ailede yaşayan kadınların ciddi kalp hastalıklarına yakalanma riski diğer kadınlara göre 3 kat daha fazla.

Daily Mail gazetesinin haberine göre, bilim adamları evde hem bir kız evlat hem anne hem de eş rollerinin stresiyle yaşamanın, tansiyonun yükselmesine ve hatta şeker hastalığına yol açarak kalp sorunlarının kapısını açtığını belirttiler.

Japon bilim adamları, aile hayatının sağlık üzerindeki etkisini anlamak için sağlıklı orta yaştaki 91 bin kadın ve erkek üzerinde 14 yıl süren araştırma yaptı.

1990-2004 yılları arasında araştırma kapsamındakilerden 671'inde koroner damar hastalıkları görüldü. 339 kişi kalp hastalığından ölürken 6255'i diğer sebeplerden hayatını kaybetti.

Araştırma sonucunda, geniş ailede yaşayan kadınların kalp hastalığına yakalanma riskinin sadece eşiyle yaşayanlara oranla 3 kat fazla olduğu belirlendi. Araştırmaya göre, çocuklarla yaşamak da çocuksuz yaşayanlara oranla bu riski iki kat artırıyor.

Halk sağlığı uzmanı Prof. Hiroyasu İso, geniş ailede yaşamanın kadını kalp hastalığına yatkınlığı artıran sigara, içki gibi alışkanlıklardan uzak tuttuğunun düşünüldüğünü hatırlatarak, ancak "çeşitli aile rollerini üstlenmekten kaynaklanan stresin" kadının bu hastalıklara karşı hassasiyetini önemli ölçüde artırdığını söyledi.


HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
15 Aralık 2008       Mesaj #169
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Ergenliği etkileyen hormon bulundu


johnmayer02


Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Kemal Topaloğlu başkanlığındaki bir heyet ve Cambridge Üniversitesi’nden bilim adamları, ergenliği düzenleyen hormonu buldu.

Çukurova Üniversitesi’nde (ÇÜ) 2004’den beri sürdürdüğü çalışmayla hormon genini bulan ekibin başkanı Prof. Dr. Ali Kemal Topaloğlu, yaptığı açıklamada, ergenlik döneminin bir kişinin yaşamında dönüm noktası olduğunu ancak, bu döneme bazı kız ya da erkeklerin çok erken, bazılarının ise çok geç girebildiklerini ifade etti. blank

İnsanda ve diğer memelilerde ergenlik sürecinin nasıl başladığının günümüz biliminde halen yanıtı olmayan sorulardan biri olduğunu belirten Prof. Dr. Topaloğlu, “2005 yılında Science Dergisi’nde ‘Ergenlik sürecini ne başlatıyor’ sorusu günümüz biliminin bütün alanlarında yanıtı olmayan 125 sorudan birisi olarak lanse edilmiştir. Bu buluş, bu sorunun yanıtına ulaşmada önemli bir basamak oldu” dedi.

Ergenlik dönemine geç ya da çok erken girmenin kişide biyolojik ve psikolojik bir takım sorunlar yaratabildiğine işaret eden Topaloğlu, “Bu nedenle polikliniklerimize başvuran hastaların öykülerinden yola çıkarak gerçekleştirdiğimiz uzun soluklu bu araştırma, genlerden gelen gelişim bozukluğuyla ilgili farmakologların bir ilaç üzerinde çalışmasına da zemin hazırlamış oldu” dedi.

Araştırmasının ilk bölümünü Cambridge Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğini belirten Topaloğlu, şunları söyledi:
“Bu buluş, Nature Genetics adlı dergide Çukurova ve Cambridge üniversiteleri ortak adresli olarak yayınlandı. Bilindiği kadarıyla, genellikle yeni keşfedilen genlerin yayınlandığı Genetik ve Moleküler Biyoloji alanında en yüksek etki değerine sahip olan bu saygın bilim dergisinde ilk kez Türk bilim insanları ve Türk üniversitesi adresli olarak bir makale yayınlandı. Bu buluşun, bir Türk bilimadamından çok bir Türk Üniversitesi adresli yayınlanması beni daha çok mutlu etti.”

Prof. Dr. Topaloğlu, Cambridge Üniversitesi’nde başlattığı çalışmaya daha sonra TÜBİTAK ve Çukurova Üniversitesi bilimsel araştırmalar fonundan destek sağlandığını kaydetti.

BULUŞ

Prof. Dr. A. Kemal Topaloğlu ve arkadaşları tarafından yapılan araştırmaya göre, insan beyninde ergenlik sürecinin başlatılmasında rol alan bir sinyal sistemi ve bu sistemde yer alan iki genin rolleri ilk kez ortaya çıkarıldı. Bu ileti sisteminin adı neurokinin sinyal sistemi ve burada rol alan genlerin adı TAC3 ve TCR3. TAC3, neurokinin B adlı bir beyin hormonunu ve TACR3 ise bunun alıcısını (reseptörünü, NK3R) kotluyor. Bu iki genden biri bozuk olduğunda insanlar ergenlik sürecine giremiyor, kendi cinslerine ait fiziksel ve cinsel özelliklere sahip olamıyorlar ve ileride ancak çok özel tedavi yöntemleriyle çocuk sahibi olma şansına sahip olabiliyorlar. Bu hastalığa hipogonadotropik hipogonadizm deniyor.

Araştırmada, bu hastalığı olan kişilerde, söz konusu genlerde bozukluklar (mutasyonlar) saptandı.

Cambridge Üniversitesi’nden Dr. Stephen O’Rahilly ve Dr. Robert K. Semple ve arkadaşları ile yapılan işbirliği çerçevesinde bu mutasyonların kotlandıkları proteinlerin fonksiyonlarını bozduğu deneysel olarak da doğrulandı.


HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
17 Aralık 2008       Mesaj #170
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Sigara Kalın Bağırsak Kanseri Riskini Artırıyor


sigara20yasak


Yeni bir araştırmada, sigara içmenin diğer birçok kanser türü gibi kalın bağırsak kanseri riskini de artırdığı ortaya kondu.

Milano’daki Avrupa Onkoloji Enstitüsü’nde görevli bilim adamlarının araştırmasında, sürekli sigara içenlerin hiç sigara içmeyenlere göre kalın bağırsak kanserine yakalanma riskinin yüzde 18 daha fazla olduğu kaydedildi.

Sigara içmekle kolon kanseri arasında ilk kez açık bir bağlantının ortaya konduğu bu çalışmada, sigara tiryakilerinin bu hastalıktan ölme riskinin hiç sigara içmeyenlere göre yüzde 25 daha fazla olduğu bildirildi.

Çalışmayı yürüten bilim adamlarından Edoardo Botteri, sigara içmekle akciğer ve diğer kanser türleri, kalp hastalıkları, solunum rahatsızlıkları arasında uzun süredir bağlantı kurulduğuna dikkati çekerek, bugüne kadar sigaranın kalın bağırsak kanserine etkisinin açık olarak ortaya konmadığını belirtti.

Botteri, sigara içmekle kalın bağırsak, yani kolon ve rektum kanseri arasındaki bağlantının daha önceleri tutarsız olduğunu ifade ederek, bu hastalıkla sigara arasında bağlantı olduğuna ilk kez emin olunması açısından yeni bulguların önemli olduğunu kaydetti.

Araştırmada, kalın bağırsak kanseri olan 40 bin kadın ve erkekle, sağlıklı 100 bin kişinin verilerinin bulunduğu 121 çalışmanın değerlendirildiği bildirildi.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, bağırsak kanseri en sık görülen kanser türlerinden biri ve kanserden ölüm vakalarında üçüncü sırada yer alıyor.

Kalın bağırsak kanserinde diğer risk faktörleri de ailede hastalık hikayesinin bulunması, bağırsak rahatsızlıkları, obezite, yetersiz fiziksel faaliyet, yağdan, kırmızı ve işlenmiş etten zengin beslenme biçimi olarak sıralanıyor.



Benzer Konular

4 Aralık 2016 / gokhan404 Akademik
12 Ekim 2014 / Misafir Sanat
2 Şubat 2016 / byseus Sosyal Ağlar
27 Ekim 2015 / _EKSELANS_ Sosyal Ağlar
12 Haziran 2015 / _EKSELANS_ Arşive Kaldırılan Konular