Ziyaretçi
Nane Likörü
(İkinci Bölüm)
‘Ağla dedim demesine de, hıçkıra hıçkıra ağla demedim. Böyle ağlanmaz ki, yüreğimi darmadağın ettin!’
‘Nasıl ağlanır? Ağlarken hıçkırma da demedin ama’ diyorum gülümseyerek.
‘Allah’ım ya!’ diyor sinirli sinirli.
Ağlamak: Bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra, gürleye gürleye veya sessizce ne fark eder ki? Ağlamak işte! Kırgınlığın, kızgınlığın, yenilmişliğin, öfkenin, acının, sevincin bedensel tepkimesi...Yüreğim öylesi darmadağın ki...
‘Gözüme vurdu, geçer birazdan.’ diyorum.
‘ Biraz da çenene vursa ve artık anlatsan.’
‘Önce yüreğime vurdu sonra gözüme, bekle sırayla bunlar, en son çeneme vuracak. ’ diyorum.
‘Sırası mı olur bunların yahu!’
‘Olur tabii.’
‘Peki o zaman, gözüne de vurduğuna göre, sıra çenende.’
‘Ben artık o senin tanıdığın, sevgisine sahip çıkan kadın değilim; tükendim.’ diyor ve susuyorum
‘Susma, devam et.’
‘Şarap içmek istiyorum.’ diyorum, ‘şarap, dil çözermiş ya .’
Gülmeye başlıyor katılırcasına.
‘Olur, içelim.’ diyor
Ey , sabrına hayran olduğum canım dostum... diye düşünüyorum içimden.
Bir yudum alıyorum şaraptan, ‘İşte, tıpkı bu ilk yuduma benziyor aşk.’ diyorum , elimdeki şarap kadehini masaya bırakırken
‘Nasıl yani?’
‘ Boğazın hafif yanıyor ve ardından damağında değişik bir tat kalıyor ya, aşkta böyle bir şey.’
‘Damakta kalan tat güzel mi kötü mü peki?’ diye soruyor.
‘Kişiden kişiye değişiyor, değişmeyen tek şey diğer tatlara benzememesi’ diyorum.
‘Sen de bıraktığı damak tadı nasıl?’
‘Çok güzel, ama sonraki yudumlarda sıradanlaşıyor su içer gibi içiyorsun ve sonunda kuvvetle ihtimal sarhoş oluyorsun hatta kendini tanıyamıyorsun. Ben artık kendimi tanıyamıyorum anlıyor musun?’
‘Aşk sarhoşluğu bu olsa gerek.’
‘Hayır, acı sarhoşluğu! Aşk ivmesini acıya bırakırsa, dengeler alt-üst oluyor. Sevdiğine seveceğine bin pişman oluyorsun. Sevdiğime seveceğime bin pişmanım inan bana.’
Sevdiğine seveceğine bin pişman olmak...Evet, son zamanlardaki içimdeki tek kırıntı bu Ne tuhaf! Oysa güneş, onun gözlerinin bakışıyla doğardı gözlerime. Yağmur bulutlarına el sallardık gecelerde, rüzgara şarkılar emanet ederdik dağ yamaçlarından bağıra bağıra...Yağan kar tanelerinin karşısına geçip birer sigara yakar ; sohbet sefaları yapardık iki kişilik dünyamızda. Kelimelerimiz, sevda cümlelerimize çelmeler takmazdı, kolayca ve bir çırpıda, aşkın en duru zaman aralığından, kadifeden yumuşak çıkardı hislerimiz dudaklarımızdan. Kırmazdık birbirimizi ve kırılmazdık birbirimize. Şimdi, sevdiğime seveceğime bin pişmanım!
‘Farkında değilsin ama hala aşkına sahip çıkıyorsun, en azından şaraptan aldığın ilk yudumun güzel tadını inkar etmiyorsun...’
‘İnkar başka, pişmanlık başka’ diyorum sessizce.
‘Doğru söylüyorsun, sahiplenmek de bu işte’ diyor.
‘Biliyor musun bir dönem inkar da etmedim değil hani.’ diyorum bu kez sesimi yükselterek.
‘O inkar ettiği için inkar etmişsindir; seni tanıyorum onun ‘duygu inkarını’ kaldıramadığın içindir .’
‘Kaldıramadım evet, fazlasıyla esnek davrandım zaten. Doğru tahmin.’ diyorum göz kırparak.
‘Tahmin doğru, peki hislerin ne durumda, Halâ seviyorsun onu değil mi?’
‘ Çok eskiden, anneannelerimizin döneminde, üst üste yatakların yorganların yığıldığı yüklükler vardı bir odanın köşesinde hatırlar mısın, o yüklüğün orta yerinden bir yorganı çekersen diğerleri de üzerine yıkılır ya işte öyle bir yığınağın içinde, hareketsiz can çekişiyor hislerim. Oysa, üç beş yorganın, yatağın üzerine yıkılmasıyla can çekişir mi insan?’
‘Bir kaşık suda da boğulunmaz ona bakılırsa,ama boğulanlar olmuştur.’ diyor ciddi bir ifadeyle.
‘Sevgiye dair bitkisel hayattayım ve pişmanım.’
‘Onu halâ seviyorsun Binnur.’
‘Ve bu ne kadar onursuzca değil mi?’diye bölüyorum cümlesini.
‘Haksızlık ediyorsun kendine. Kızıyorum ama!Hayatım boyunca gördüğüm en onurlu kadınsın sen.’
‘Onurlu olsaydım, gözümün önünde cilveleştiği kadına bir iki laf ederdim, o kadın ki...Neyse!’
‘O kadın evet artık söylesene, kızsana gıyabında da olsa, küfür etsene! O kadın senin o adamı nasıl sevdiğini bilen, seni en iyi tanıyan kadın değil miydi! İhaneti yalnızca sevdiğin adamdan mı gördün sanıyorsun asıl ihaneti kadından gördün! Yüzüne okkalı bir çift laf etmeden döndün geldin!’
‘En doğrusunu yaptım. Yok saydım onu yetmez mi. Geceleri başımı yastığa koyup düşündüğümde, yanılmış olduğumu düşünmek istedim. Gözlerimle gördüklerimi yalanlamak istedim, olmadı! Aşamıyorum, unutamıyorum işte. Kahretsin!’
(İkinci Bölüm)
Sponsorlu Bağlantılar
‘Ağla dedim demesine de, hıçkıra hıçkıra ağla demedim. Böyle ağlanmaz ki, yüreğimi darmadağın ettin!’
‘Nasıl ağlanır? Ağlarken hıçkırma da demedin ama’ diyorum gülümseyerek.
‘Allah’ım ya!’ diyor sinirli sinirli.
Ağlamak: Bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra, gürleye gürleye veya sessizce ne fark eder ki? Ağlamak işte! Kırgınlığın, kızgınlığın, yenilmişliğin, öfkenin, acının, sevincin bedensel tepkimesi...Yüreğim öylesi darmadağın ki...
‘Gözüme vurdu, geçer birazdan.’ diyorum.
‘ Biraz da çenene vursa ve artık anlatsan.’
‘Önce yüreğime vurdu sonra gözüme, bekle sırayla bunlar, en son çeneme vuracak. ’ diyorum.
‘Sırası mı olur bunların yahu!’
‘Olur tabii.’
‘Peki o zaman, gözüne de vurduğuna göre, sıra çenende.’
‘Ben artık o senin tanıdığın, sevgisine sahip çıkan kadın değilim; tükendim.’ diyor ve susuyorum
‘Susma, devam et.’
‘Şarap içmek istiyorum.’ diyorum, ‘şarap, dil çözermiş ya .’
Gülmeye başlıyor katılırcasına.
‘Olur, içelim.’ diyor
Ey , sabrına hayran olduğum canım dostum... diye düşünüyorum içimden.
Bir yudum alıyorum şaraptan, ‘İşte, tıpkı bu ilk yuduma benziyor aşk.’ diyorum , elimdeki şarap kadehini masaya bırakırken
‘Nasıl yani?’
‘ Boğazın hafif yanıyor ve ardından damağında değişik bir tat kalıyor ya, aşkta böyle bir şey.’
‘Damakta kalan tat güzel mi kötü mü peki?’ diye soruyor.
‘Kişiden kişiye değişiyor, değişmeyen tek şey diğer tatlara benzememesi’ diyorum.
‘Sen de bıraktığı damak tadı nasıl?’
‘Çok güzel, ama sonraki yudumlarda sıradanlaşıyor su içer gibi içiyorsun ve sonunda kuvvetle ihtimal sarhoş oluyorsun hatta kendini tanıyamıyorsun. Ben artık kendimi tanıyamıyorum anlıyor musun?’
‘Aşk sarhoşluğu bu olsa gerek.’
‘Hayır, acı sarhoşluğu! Aşk ivmesini acıya bırakırsa, dengeler alt-üst oluyor. Sevdiğine seveceğine bin pişman oluyorsun. Sevdiğime seveceğime bin pişmanım inan bana.’
Sevdiğine seveceğine bin pişman olmak...Evet, son zamanlardaki içimdeki tek kırıntı bu Ne tuhaf! Oysa güneş, onun gözlerinin bakışıyla doğardı gözlerime. Yağmur bulutlarına el sallardık gecelerde, rüzgara şarkılar emanet ederdik dağ yamaçlarından bağıra bağıra...Yağan kar tanelerinin karşısına geçip birer sigara yakar ; sohbet sefaları yapardık iki kişilik dünyamızda. Kelimelerimiz, sevda cümlelerimize çelmeler takmazdı, kolayca ve bir çırpıda, aşkın en duru zaman aralığından, kadifeden yumuşak çıkardı hislerimiz dudaklarımızdan. Kırmazdık birbirimizi ve kırılmazdık birbirimize. Şimdi, sevdiğime seveceğime bin pişmanım!
‘Farkında değilsin ama hala aşkına sahip çıkıyorsun, en azından şaraptan aldığın ilk yudumun güzel tadını inkar etmiyorsun...’
‘İnkar başka, pişmanlık başka’ diyorum sessizce.
‘Doğru söylüyorsun, sahiplenmek de bu işte’ diyor.
‘Biliyor musun bir dönem inkar da etmedim değil hani.’ diyorum bu kez sesimi yükselterek.
‘O inkar ettiği için inkar etmişsindir; seni tanıyorum onun ‘duygu inkarını’ kaldıramadığın içindir .’
‘Kaldıramadım evet, fazlasıyla esnek davrandım zaten. Doğru tahmin.’ diyorum göz kırparak.
‘Tahmin doğru, peki hislerin ne durumda, Halâ seviyorsun onu değil mi?’
‘ Çok eskiden, anneannelerimizin döneminde, üst üste yatakların yorganların yığıldığı yüklükler vardı bir odanın köşesinde hatırlar mısın, o yüklüğün orta yerinden bir yorganı çekersen diğerleri de üzerine yıkılır ya işte öyle bir yığınağın içinde, hareketsiz can çekişiyor hislerim. Oysa, üç beş yorganın, yatağın üzerine yıkılmasıyla can çekişir mi insan?’
‘Bir kaşık suda da boğulunmaz ona bakılırsa,ama boğulanlar olmuştur.’ diyor ciddi bir ifadeyle.
‘Sevgiye dair bitkisel hayattayım ve pişmanım.’
‘Onu halâ seviyorsun Binnur.’
‘Ve bu ne kadar onursuzca değil mi?’diye bölüyorum cümlesini.
‘Haksızlık ediyorsun kendine. Kızıyorum ama!Hayatım boyunca gördüğüm en onurlu kadınsın sen.’
‘Onurlu olsaydım, gözümün önünde cilveleştiği kadına bir iki laf ederdim, o kadın ki...Neyse!’
‘O kadın evet artık söylesene, kızsana gıyabında da olsa, küfür etsene! O kadın senin o adamı nasıl sevdiğini bilen, seni en iyi tanıyan kadın değil miydi! İhaneti yalnızca sevdiğin adamdan mı gördün sanıyorsun asıl ihaneti kadından gördün! Yüzüne okkalı bir çift laf etmeden döndün geldin!’
‘En doğrusunu yaptım. Yok saydım onu yetmez mi. Geceleri başımı yastığa koyup düşündüğümde, yanılmış olduğumu düşünmek istedim. Gözlerimle gördüklerimi yalanlamak istedim, olmadı! Aşamıyorum, unutamıyorum işte. Kahretsin!’