Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 150

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 495.806 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #1491
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
:::::::::KARŞILIKSIZ SEVMEK:::::::::::
Yasli bir bey, sabah erken evinden çikmis, yolda ilerlerken, bir bisikletlinin kendisine çarpmasi ile yere yuvarlanmis ve hafif yaralanmis. Sokaktan geçenler yasli beyi hemen en yakin saglik birimine ulastirmislar. Hemsireler, adamcagizin yarasina pansuman yapmislar, ama 'biraz Beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kirik veya çatlak olup olmadigini İnceleyeceklerini' söylemisler. Yasli bey huzursuzlanmis, 'acelesi oldugunu istemedigini' söylemis.Hemsireler merakla acelesinin sebebini sormus. Adamcagiz da, 'karim huzur evinde kaliyor her sabah onunla kahvalti etmeye giderim, geç kalmak istemiyorum' demis.
Sponsorlu Bağlantılar

'Karinizin, siz gecikince merak edecegini düsünüyorsunuz herhalde' Demis hemsire. Adam üzgün bir ifade ile 'ne yazik ki karim Alzheimer hastasi ve benim kim oldugumu bilmiyor'
demis. Hemsireler hayretle 'madem sizin kim oldugunuzu bilmiyor neden hergün onunla kahvalti yapmak için kosusturuyorsunuz' demisler.

Adam buruk bir sesle 'ama ben onun kim oldugunu biliyorum' demis.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #1492
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Martıların Sevgisi

Sponsorlu Bağlantılar



Zamanın birinde kral kızı ve birde garip bir çoban yaşarmış. çoban kralın
kızına deliler gibi aşıkmış ne mutlu ki kralın kızıda çobana karşı boş
değilmiş ama kral bu aşka kesinlikle izin vermiyormuş her seferinde çobanı
dövdürüyormuş çobanda aşkını kalbine gömerek uzak diyarlara bir adaya gitmiş
adada ondan ve martılardan başka kimsecikler yokmuş çoban orda kala kala
artık martıların dilinden de anlamaya başlamış çobanın tek sırdaşı martılar
olmuş çoban martılara mektup vererek prensese götürmesini istiyormuş her
seferinde de güzelce götürüp geliyormuşlar.bir gün martının ağzında mektubu
görmüş kral ve kendinden utanmış demiş ki kendi kendine martıların bile
şahitlik yaptığı bu aşka ben neden izin vermiyorum diye sonra martının
ağzına bir mektup sıkıştırıp çobana götürmesini istemiş martılar mutlu
prenses mutlu kral mutlu ama çobanın hiçbir şeyden haberi yok martı mutlu
mutlu çıkmış yola mektup ağzındaymış sevincini arkadaşlarıyla paylaşmak
isterken heyecandan ağzını açmış ve mektup derin sularda kaybolmuş başlamış
martılar mektubu aramaya hep beraber çoban neden benim yanıma gelmiyorlar
artık martılarda benden bıktı diyerek kendini uçurumdan yere doğru bırakmış
ve kayalıklara çarparak parçalanmış ve ölmüş.işte sevgili okurlar martılar
o zamandan beri o mektubu ararlarmış hep denizlerde o mektubu bulunca o büyük
o ölümsüz aşkın geri döneceğine inanıyorlarmış.

Cigdemcan - avatarı
Cigdemcan
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #1493
Cigdemcan - avatarı
Ziyaretçi
Papatyanın Aşkı

Koskoca bir bahçede
Demetler içinde bir papatya.
Aşık olmuş, yanmış, tutuşmuş
Ak sakallı bahçıvana...
Bir ümit bekliyormuş.
Yüzlerce çiçeğin arasından
Onunla, sadece onunla
Saatlerce ilgilenmesini.
Buz gibi suyunu
Sadece ona döksün istiyormuş...
Sadece ona değsin makası,
Sadece ona gülsün dudakları.
Kıskanıyormuş bahçıvanı
Kırmızı güllerden,
Sarı lalelerden,
Mor menekşelerden.
Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş,
Bembeyaz yapraklarını...

Bir gün,
Aşkı öyle büyümüş ki,
Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.
Eğilivermiş boynu.
Toprağa bakıyormuş artık.
Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş
Ayaklarını görüyormuş.
Bunada sükür diyormus.
Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.
Zaman akıp gidiyormuş.
Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.
Ne var sanki boynumu kaldırsa
Bi kerecik daha görsem yüzünü diyormuş.
Yanıp tutuşuyormuş...

Ve işte bir gün..
Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.
İncecik bedenini ellerinin arasına almış.
Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş
Bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.
Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.
Hâlâ göremiyormuş onu,
Ama bedeni kurtulmuş.
Uzun bir müddet sonra,
Bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye.
Gelen giden yokmuş...

Kahrından ölecekmiş papatya.
Ama işte bir sabah,
Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.
Derin bir oh çekmiş.
Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.
Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş.
Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş.
Başka birisiymiş.
Adamın elinde bir de makas varmış.
Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru
Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.
Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış.
Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış...
Ama gövden seni taşımıyor demiş.
Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış
Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış.

Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini,
O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış.
Bir de o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş,
Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini.
O, her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş.
Belki, ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş,
Ama onu aslında hep sevmiş.
Papatya anlamış artık.
Sevgi; emek istermiş...
Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini,
Teşekkür etmiş ona içinden..
Son yaprağı da kuruduğunda,
Biliyormuş artık...
Gerçek sevginin, söylemeden,
Yaşamadan ve asla kavuşmadan
Varolabileceğini...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #1494
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Mavi Gözler



İlk doğduğu günden beri herkes onun gözlerine bakar, ‘ne güzel gözleri var’ derdi. Gerçekten de güzel bir kız çocuğuydu. Mavi gözleri, altın sarısı saçları ve sevimliliği gittiği her yerde herkesin dikkatini çekerdi. Her seferinde herkes onun mavi gözlerine imrenir, mavi gözlerle ilgili övücü sözler söylerlerdi. Annesi onu dizine yatırır, ‘mavi gözlüm’ diye severdi.
Günler geçtikçe kız mavi gözlerinin bir ayrıcalık olduğunu; güzelliğinin, kendisi ile ilgilenilmesinin sırrının mavi gözleri olduğunu keşfetti. Henüz üç-dört yaşlarında idi. Her arkadaşının göz rengine bir kusur buldu. Gözleri maviden başka olanlarla dalga geçiyor, onların gözlerini alaya alıyor ve en kötüsü gözlerinin maviliği ile büyükleniyordu.
Annesi çalışan bir kadındı, işe gittiğinde onu kreşe bırakıyordu. Çocuk anne sıcaklığını duyamamanın ezikliği ile sürekli ağlıyordu. Bakıcıları ne kadar iyi de olsalar annenin yerini tutamıyorlardı tabiî.
Günlerden bir gün yine annesi onu kreşe bırakıp işe gitti. Çocuk arkasından ağlamaya başladı. Bir türlü susmak bilmiyordu. Diğer çocuklar ve bakıcılar bundan rahatsız oluyordu. Bakıcılardan biri küçük kızın mavi gözlerinden dolayı kaprise girdiğini, onlarla övündüğünü biliyordu. Ağlayan kızın yanına geldi ve ona, ‘tatlım, eğer ağlarsan mavi gözlerin kahverengi olur’ dedi.
Dakikalardır ağlayan kız bir anda susuverdi. Bakıcının gözlerine bir daha baktı. Arkadaşlarının gözlerine bir daha baktı. Ayrıcalıklı olmanın mavi göz olduğunu yeniden hatırladı. Bakıcıya emin olmak için sordu:
- Gerçekten ağlarsam mavi gözlerim kahverengi mi olur?
- Evet, hem de sonsuza kadar.
Mavi gözlü kız ne zaman ağlamaya kalksa ona hep, ‘mavi gözlerinin kahverengi olacağı’ hatırlatıldı. Bu durumu annesine söylediklerinde annesi de bir kahkaha attı. Çocuk evde ağlamak istediğinde annesi, ‘ağlarsan mavi gözlerin kahverengi olur’ dedi.
Kısa bir zaman sonra bu durum çocukta bir saplantı oldu. Ve mavi gözlerini kaybetmemek için yıllarca ağlamadı. O ağlamadığı için herkes mutlu idi. Kreşteki bakıcılar o ağlamadığı için daha fazla kahkaha atmaya zaman buluyorlardı. Annesi o ağlamadığı için evdeki işlerini kolay yapıyor, makyajına daha fazla zaman ayırıyordu.

Yıllar geçip gitti, kız büyüdü, serpildi, mavi gözleri, sarı saçları ile güzel bir kız oldu. Artık yirmi yaşlarına gelmişti. O mavi gözlerinden, sarı saçlarından dolayı bütün gözler her zaman olduğu gibi ondaydı. Annesi onun bu güzelliği ile gurur duyuyordu.
Bir bahar sabahı uyandıklarında mavi gözlü kızın annesinin hasta olduğu anlaşıldı. Doktor doktor gezdirdiler, derdine bir türlü çare bulamadılar. Gitmedikleri doktor kalmadı. Kadın mavi gözlü kızının gözleri önünde eriyordu. Ama mavi gözlü kız annesinin bu durumuna üzülmesine rağmen gözlerinden bir damla yaş gelmiyordu.
Birgün mavi gözlü kızın babası bir komşularının tavsiyesi ile ermiş bir adama götürdü hasta kadını. Ermiş, kadına bakınca ‘bu derdin sadece bir çaresi var’ dedi. ‘Üç gün üç damla göz yaşı içecek. Dördüncü gün ayağa kalkacak’ dedi. Herkes sevindi. ‘Bundan kolay ne var’ dediler. ‘Birimiz ağlarız içiririz göz yaşımızı’ dediler. Ermiş, ‘kolay gibi görünüyor ama o kadar kolay değil, bu göz yaşı mavi gözlü olan kendi kızının gözyaşı olacak’ dedi.
Eve geldiklerinde mavi gözlü kızın gözyaşını istediler. Annesini çok seven mavi gözlü kız onu kurtarmak için ağlamak istedi günlerce, aylarca ama gözünden bir damla yaş gelmedi. Mavi gözlerini kaybetmemek için yıllardır ağlamamıştı. Bu sebepten ağlamayı unutmuştu.
Mavi gözlü kız bir türlü ağlayamıyor, günler geçtikçe annesi gözlerinin önünde eriyip gidiyordu. Topu topu üç damla yaş çıkaracaktı gözünden. Ama olmuyordu.

Bir gün günbatımında kadın kızını yanına çağırdı. Kızının dizine kafasını koydu. Açık pencereden batan güneşi görebiliyordu. Bir ‘ah’ çekti. ‘Ben ölürsem üzülme kızım. Suçlusu sen değilsin. Ben senin gözyaşlarını kurutarak kendi ölümümü kendim hazırladım. Ben öldükten sonra birgün ağlamanı dilerim’ dedi.
Kız annesinin bu sözlerinden o kadar duygulandı ki gözleri dolmuştu. Her an ağlayıp, annesini kurtarabilirdi. Biraz daha zorladı kendisini ve gözlerinden bir damla yaş süzülerek yanaklarından akmaya başladı. Yanaklarından süzülen damlalar annesinin dudaklarına düştüğünde dizinde soğuk bir bedenin varlığını hissetti sonra. Mavi gök yüzünü siyah bir örtü kaplamış, artık gün batmıştı.

TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #1495
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Hikaye'nin Adı
:
Şanssız


Murat kendisini dünyanın en şanssızlarından biri olarak görüyordu. Ne zaman bir kızı sevse ya da bir kız onu sevse her zaman bir talihsizlik olur ve o ilişki hiçbir zaman olmazdı. Her zaman “Neden ben?” diye kendine sorar cevabını ise asla bulamazdı. Yaş 21 olmuştu ama bütün maceraları başlamadan hüzünle bitmişti ve tek bir kızla bile çıkamamıştı. Vardı bir terslik ama neydi bilemiyordu.Sorun kendisindemiydi ; kendisine göre değildi.yakışıklıydı bir kere esprili bir yapısı da vardı , kızlarla iletişimi de iyiydi ama ne zaman ki onlara duygusal anlamda yaklaşsa hep bir şeyler ters gidiyordu. Olmuyordu açıkçası. Ne zaman ki kızlar ona açılsa bu sefer de heyecandan ne yapacağını bilemiyordu afallıyordu. Bunun sonucunda da gene olmuyordu yani.


Gene bir kızı sevmişti. Bu sefer açılacaktı kıza. Ne olursa olsun açılacaktı. Kendisi açılamazsa bile başkasını araya koyup açılacaktı. Bu kızı gerçekten seviyordu. Aşık olmuştu kendince. Aşık olduğuna kesin karar vermişti. O kızı ne zaman görse heyecandan elleri titriyor , kalp atışları hızlanıyordu.Ne zaman ki onunla konuşsa konuşmakta zorlanıyor hatta bazen kekelediği bile oluyordu. Evet gerçekten aşıktı bu kıza . İlk defa gerçekten aşık olmuştu bir kıza.


Kızın ahım şahım bir güzelliği yoktu. Kahve gözlü , siyah saçlı normal bir kızdı işte. Nedense ona aşık olmuştu. Sanırım kızın konuşmasından etkilenmişti ya da hareketlerinden ya da her ikisinden. İlk defa bir kızın onu sevdiğini hissediyordu. Kesin kız onu sevdiğini söylemiyordu ona. Bu yüzden kendisinin söylemesi gerekiyordu. Bir şekilde söylemeliydi ama nasıl. Kızın adı Yeşim’di bu arada. Aynı sürücü kursuna gidiyorlardı. Orada tanışmışlardı zaten. Orada aşık olmuştu kıza ve orada ilan edecekti aşkını kıza ve o gün bugündü. Söyleyecekti kıza kurs çıkışı aşkını.


Kıza kurs bitiminde özel bir şeyler konuşmak istediğini söyledi kız da kabul etti. Daha da heyecanlanmıştı şimdi. Nasıl söyleyecekti acaba. Bu duruma kadar gelmişti ama bitirebilecek miydi? Yoksa evvelden olduğu gibi kötü mü bitecekti ? Bütün bu düşünceleri attı kafasından , rahatlatmalıydı kafasını temizlemeliydi düşüncelerden sadece kıza odaklanmalıydı ona olan aşkına.


Kurs bitmişti. Kız ona “Bana anlatacağın önemli şey nedir?” diye sorduğunda heyecandan dilini yutacaktı. Konuşmaya başladı.


-Ben şey…


-Evet sen.


-Yani nasıl diyeceğim bilemiyorum.


-Neyi diyeceksin ki?


-Kızabilirsin ama.


-Söyleyeceğin şeyi çabuk söyleyebilir misin acelem var çıkmam gerekiyor.


-Sen ve ben…


-Evet.


...


-Ben çıkıyorum söyleyeceğin şeyi daha sonra söylersin. Görüşmek üzere iyi akşamlar.


-İyi akşamlar.


Gene olmuştu işte dili tutulmuştu. Gerçekten de dünyanın en şanssızlarından birisiydi. Aşkını söyleyememişti işte kıza. Ama kesin söyleyecekti kıza ama kesinlikle kendisi değil başkasının aracılığıyla söyleyecekti. Çünkü kendisi söylese gene batıracaktı işi biliyordu. Sonra sevdiği kız Yeşim’in annesinin kuaförünün yardımısı olduğu aklına geldi. Tabi ya o yüzden başlamışlardı kursa indirim yapılır diye. En iyisi annesini araya katmaktı başka çaresi yoktu. 21 yaşında olmasına rğmen öyle bir şey yapmanın utancını falan hiçe saydı. Bütün bahtsızlığını üstünden atmanın vakti gelmişti. Annesiyle konuştu açtı derdini konuştukça konuştu.


Annesi kabul etti tabi. Oğlu bir kız sevmişti ve ona açılamıyordu. Oğluna yardım etmek onun en doğal hakkıydı. Annesi oğlu için gitti kuaföre kızla konuştu. Kız annesine “Keşke benimle yüz yüze konuşsaydı” demişti ama kabul de emişti. Annesine yarın oğlunu arayacağını ve onunla o gün buluşacağını söyledi. Annesi oğluna bunu söylediğinde Murat’ın ne kadar sevindiğini annesine nasıl sarıldığını anlatmak kelimlerle ifade edilemez. O günü sabırsızlıkla bekledi. Bir gündü ama sanki yıllar geçmiş gibi gelmişti ona. O gün kızın aramasını bekledi. Saatler ilerliyordu ama kız aramıyordu. Artık ne yapacağını bilemez duruma gelmişti Murat. Kızın işyerini bile aramak ancak akşam 8:00 gibi aklına geldi. Kızın işyerini aradı oranın sahibi kızın o gün işyerine gelmediğini söyledi hatta kızın evini aramışlar evdekiler de kızın işyerine gittiğini söylemişlerdi. Murat şok üstüne şok yaşıyordu. Ne olmuştu anlayamamıştı. Bütün bunlar bir kabus olmalıydı. Nerede hata yapmıştı bütün bu olanlar ne demekti bilemiyordu. O gün sabaha kadar yatamamıştı. Sabah olmuştu ve Murat o günü gezmekle geçirmeye karar vermişti. Böylelikle bütün olanları unutabileceğini umuyordu. İşe de yaramıştı biraz da olsa. Öğleden sonra cep telefonu çaldı. Arayan annesiydi.


-Oğlum hani senin çıkmak istediğin kız var ya hani dün çıkacaktın.


-Evet anne.


-O kız başkasına kaçmış


-Pekala anne görüşürüz.


Sesi çıkmıyordu sadece düşünüyordu. Düşündüğü şey ise gerçekten de dünyanın en şanssızlarından biri oluşuydu.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #1496
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra "Bu
yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım
bulabilecek misiniz" dedi...
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma
dokundu... Döndüm... Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi, bana
gülümseyerek bakıyordu...
"Ben Rose" dedi.. "Benim adım Rose, yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem
tanıştık seni kucaklayabilir miyim?.." Güldüm... "Tabii" dedim...
"Hadi sarıl bana..."
Öyle sımsıkı sarıldı ki...
"Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin" diye şaka
yaptım.. Minik bir kahkaha ile yanıtladı:

"Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk
doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım..."

Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş
olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep
kantinde lafladık... Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu
dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum.

Sömestr boyunca Rose kampüsün ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı
çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer
öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu.
Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu....

Sömestr sonunda, Futbol Balosuna davet ettik Rose'u... Konuşma yapması
için... Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok...

Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman
yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden
düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış
mikrofona doğru eğildi...

"Ne kadar beceriksizim, değil mi?... Özür dilerim... Buraya gelmeden önce
heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu
görüyorsunuz... Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya
koymam mümkün değil... Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları
söyleyeyim, olur mu?..."

Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına
başladı:

"Yaşlandığımız için eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz...
Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç
kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı
vardır... Hergün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak... Bir rüyanız
olmalı mutlak... Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz. Etrafımızda
dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok...

Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır... Eğer 19
yaşındaysanız ve bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey üretmeden bir yıl
sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz... Ben 87
yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbirşey yapmadan, hiçbirşey
üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş
yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç
yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak birşeyler yapmak,
üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir.

Asla pişman olmayın... Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil,
yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü... Ölümden korkan insanlar, pişman
olanlardır... Pişman olmaktan korktukları için hiçbirşey
yapmayanlardır..."

Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi
içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi...

Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü. Cenaze
törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.

"Yapabileceğimiz herşeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem
de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu...

Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders
olmalıydı:


"Çok Geç Diye Bir Zaman Yoktur"
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #1497
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Mavi Gül



Yıllarımı duygusallıktan uzak ve bağlanmaktan korkan erkeklere aşık olarak tükettim. Evlenmek istiyordum. Radikal bir değişikliğe gitmem gerektiğinin farkındaydım.
Bir gün dua etmeye karar verdim. "Tanrım, doğru birini nasıl bulacağımı bilmiyorum. Yalvarırım, kutsal sevgilimi benim için sen seç ve ikimizi de bu birlikteliğe hazırla. Ve Tanrım, onu benim için seni seçtiğini anlayabilmem için de bana mavi bir gülle gelmesini sağla."
Beş ay boyunca kutsal sevgilimin bana o gün geleceği umuduyla yaşadım. Hep o günün doğru gün olduğunu düşündüm. Her gün kontrolü elimden biraz daha bıraktım ve beni seven Tanrıya kendimi biraz daha açtım. Her gün etrafta mavi bir gül aradım.
Beni kullandığını düşündüğüm son erkek arkadaşımı terkettikten on iki gün sonra Alan Cohen'in konuşma yaptığı bir iletişim ağının yemeğine gittim. Cohen,insanları etkimiz altına alabilme gücümüzden söz etti. Bu beni öyle etkiledi ki, katılımcıları bu tür egzersiz yapmaya davet ettiğinde hiç düşünmeden atladım. O anda yüzden fazla insan partner bulmak için birbirine karıştı.
Herkes sessizdi. Genç ve mavi gözlü bir adam karşımda durdu. Elele tutuştuk ve birbirimizin gözlerine bakmaya başladık. Egzersiz gereğince, "Beni etkin altına alabilir misin ?" diye sordum. Birkaç dakika boyunca koşulsuzca bana sevgi verdi. Sonra o bana "Beni etkin altına alabilir misin ?" diye sordu ve bende ona sevgimi verdim. Birbirimize başka hiç bir şey söylemedik.
Egzersiz bitti ve yerlerimize oturduk. Şaşkınlık içindeydim. Birkaç dakika sonra genç adam yanıma geldi ve kendini tanıttı. Adının David Rose (Rose Türkçe'de gül anlamına geliyor) olduğunu söyledi. O anda tanrımın bana mavi gözlü gülümü gönderdiğini anladım
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
16 Eylül 2006       Mesaj #1498
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Hikaye'nin Adı
:
Uçan Balonlar



Adamın hastalığına çare bulamayan doktorlardan biri, kendisine Evliya denilen bir ihtiyarin adresini vermiş. Söylenenlere göre en ağır hastalar o zatın duasıyla iyileşebiliyormuş. İhtiyar adam verilen adresi çaresizlik içinde cebine atıp doktorun yanından ayrıldığında, sokağın kösesinde simit satan 6-7 yaşlarındaki bir çocuğa rastladı. Çocuk son derece masum gözlerle kendisine bakıyor ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu.

Adam o yaştaki çocukların tamamen günahsız olduğunu düşünerek yoluna devam ederken, aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski t-shortün de bir E harfi yazılıydı. Ve bu E mutlaka evliyanın E si olmalıydı. Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra;

- Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler. İyileşmem için bana dua eder misin ?

Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu. Kafasını olur der gibi sallarken;

- Bende sık sık hastalanıyorum. Ama dedem, Allah'a inananların ölünce yıldızlara uçtuklarını ve orada cenneti seyrettiklerini söylüyor. Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan.

Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken;

- Deden çok doğru söylemiş. Ama ben yine de yardım istiyorum senden.

Çocuk duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu gösteren;

- Size dua edeceğim. Ama eğer iyileşirseniz, bana 10 tane balon alacaksınız, tamam mı ?

Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığına hükmetmişti. Mahcubiyetten kızaran yanaklarını elleriyle örtmeye çalışırken;

- Uçan balon almanıza gerek yok. Normalinden 10 tane istemiştim. Msn Happy)

Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre hastalıktan kurtulması halinde 6 ay sonraki Ramazan Bayramı'nda çocukla buluşacak ve her hangi bir sebeple gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı.

Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kağıda yazdıktan sonra, başını okşayarak onunla vedalaştı.

Aradan soğuk bir kış geçip Ramazan a ulaşıldığında, adamın hastalığından eser bile kalmamıştı. Hayata tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü iple çekerek randevu yerine gitti. Küçüklerin cıvıl cıvıl kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler, çocuğu tanımıyordu. Adam onu biraz ilerdeki bakkala sorduğunda, dükkan sahibi;

- Ciğerleri hastaydı yavrucağın, geçen hafta aniden ölüverdi.

Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü. Ve koşar adımlarla orayı terk ederken, önüne çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp;

- Su an uçan balonlardan 10 tane istiyorum. Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine.

Adam satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini birbirine düğümledikten sonra, onları besmeleyle gökyüzüne bıraktı. Bayram yerindeki herkes gibi baloncuda şaşkındı;

- Ne yaptığınızı anlayamadım, neden bıraktınız onları öyle ?

Adam, nazlı nazlı yükselmekte olan balonlaro buğulu gözlerle takip ederken;

- Onları bekleyen küçücük bir dostum var, diye mırıldandı.Hem de evliya gibi bir dost. Balonları adresine postaladım sadece. Msn Happy))
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Eylül 2006       Mesaj #1499
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SEVGİLİSİNİN DUYGUSUZ OLDUĞUNDAN YAKINANLARA BİR HİKAYE
Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti.
Yanmanın nedeni aksam yedikleri değil,uyanır uyanmaz bugün
yapacaklarının aklına gelmesiydi.
Bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti.
Aslında bunu yapmakta geç bile kalmıştı.
Bitmeli dedi içinden,her gün bu tatsız uyanış bitmeli.’
Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden sekile giriyordu.
Süratle giyinerek dışarı çıktı.
Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, simdi de bekletmemeliydi.
İstanbul, soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yasıyordu.
Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi; ’Bulutlar bizim yasayacaklarımızı biliyor. onlar bile ağlıyor halimize...’
BULUSMA VAKTI...
Artık Kadıköy iskelesindeydi. Birkaç dakikalık beklemeden sonra
karsıdan kız arkadaşının geldiğini gördü.
Simdi midesindeki ağrı daha da artmıştı. Beşiktaş’a geçtiler. Yolculuk sırasında hiç konuşmadılar.
Genç kız,sevgilisinin bu durgunluğuna anlam verememişti.
Nereden bilecekti bugün ayrılık çanlarının çalacağını...
Beşiktaş’a geldiklerinde bir cafe de
oturdular.
Genç kız anlamıştı sevgilisinin kendisine bir şey söylemek istediğini.
’Bana bir şey mi söylemek istiyorsun’ diye sordu. Genç ad*** gözlerini
kaçırarak ’Evet’ dedi.
Genç kız heyecanlanmıştı, biraz da sinirlenerek ’Söylesene, ne diye
bekliyorsun’ dedi.
Genç adam içini çektikten sonra ’Sence biz nereye kadar gideceğiz?’
diye sordu.
Genç kız, ’Bunu sorma gereğini niye duydun?’ diye yanıt verdi.
Genç adam söze başladı...
’’Birkaç ay önce aksam 23:00 civarında sana telefon açıp senin için yazdığım şiiri okumak istemiştim.
Sen bana ’Sırası mi simdi canim yaa, isin gücün yok mu?’ demiştin.
Biliyor musun o an nakavt olan bir ***sör gibi
hissettim kendimi.
Özür dileyip telefonu kapatmıştım.
Daha sonra da bu şiiri benden hiç istememiştin.
Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen
de gelmiş, Meralin ’Sen şanslısın, sevgilin sana bakar’ sözüne ’İşim
yok da sana mi bakacağım, annen baksın’ demiştin.
Hatırladın mı?’’
DUYGUSALLIGI SEVMEM...
Genç kız, ’Biliyorsun ben duygusallığı sevmiyorum.
Hem hasta bakici gibi göründüğümü de kimse söyleyemez’ diye
yanıtladı. Genç adam güldü, ’Evet canim haklisin.
Zaten olmak istesen de bu kalbi taşıdığın sürece hasta bakici, hemşire
falan olamazsın.
’ Genç adam devam etti... ’Bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel
sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin? Hiç...
Hatta günün hiçbir saatinde çekmedin.
Duygusallığı sevmeyebilirsin.
Ama sen seni seven insanları da mutlu etmeyi sevmiyorsun.
Halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi
seviyorum.
Seni tanıdığımdan beri her sabah, her aks*** her gece yani seni andığım her saat tatlı bir mesajım vardı senin için
biliyor musun? Seninle ben AKLA KARA gibiyiz.
’ Genç kız anlamıştı, ’Yani ne istiyorsun benden sair olmamı mı?
’ Genç adam tekrar gülümsedi içinden.
Dün gece verdiği ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşündü.
’Hayır’ dedi, ’Sair olmanı istemiyorum.

Olamazsın da...
BIZ AYRILMALIYIZ.
Ayrılırsak ikimiz için de en hayırlısı olacak.’ Genç kız şaşırmıştı,
’Neden ama? Ben seni seviyorum. Senin de beni sevdiğini sanıyordum.’
Genç adam iç çekerek ’Hayır canim, sen beni sevdiğini sanıyorsun.
Eğer beni sevseydin simdi başka şeyler konuşuyor olurduk’ dedi.
Genç kızın gözleri yaşarmıştı. Genç adam cebinden çıkarttığı mendili
uzattı, genç kız gözyaşlarını silerek
’Sen bilirsin, umarım beni bir başkası için bırakmıyorsundur...’ dedi.
Genç adam ’Nasıl böyle bir şey düşünürsün, senden başka kimse olmadı ve
uzun zaman da olacağını sanmıyorum’ yanıtını verdi.
Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları masada Artık iki
yabancıydılar.
Birkaç dakika sessizce oturduktan sonra Genç kız, ’Kalkalım istersen’
dedi.
Genç adam ’Ben biraz daha burada kalmak istiyorum, istersen sen
kalkabilirsin’ diye yanıtladı.
Genç kız ’Tamam o zaman sana mutluluklar dilerim’ diyerek elini uzattı.
Genç kızın sesi ve eli titriyordu. Genç ad***
’İstersen arkadaş kalabiliriz’ dedi ve birbirlerine son kez sarıldılar.
’BEN DOGRU YAPTIM..."
Genç adam doğru yaptığına inanıyordu.
Eve döndüğünde yürümekten bitap bir haldeydi.
Odasına girdi.
Gece bitmek bilmiyordu.
Sabah erken kalkıp ise gidecekti, uyumalıydı.
Birkaç saat sonra uykuya dalmayı başardı.
Sabah 7’de saatin ziliyle uyandı.
Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 cevapsız arama vardı.
Yorgun olduğu için Duymamıştı telefonun sesini. Aramalar ve mesaj
sevgilisindendi. Heyecanla mesajı
açtı, şunlar yazıyordu:
SADECE ONLARI SEVMEYI SEVDIM,
HEPSINI ONLARSIZ YASADIM DA,
BIR SENI SENSIZ YASAYAMIYORUM,
BU ASKI TEK KALPTE TASIYAMIYORUM,
SANA YEMIN GÜZEL GÖZLÜM,
BIR TEK SENI SEVDIM,
VE SENI SEVEREK ÖLECEGIM,
ELVEDA BIRTANEM...


Genç adam şaşırmıştı.
Onu tanıdığı günden beri ilk defa şiir alıyordu ve üstelik sabahın
besinde yazmıştı.
Heyecanla onu aradı, telefonu Yabancı bir ses açtı.
Genç adam ’’Nalan’ la görüşebilir miyim?’’Dedi.
Ama karşısındaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra hem de...
’Ben onun annesiyim yavrum, kızım bu sabah intihar etti.
Gece sabaha kadar birilerini arayıp durdu.
Sabah odasının ışığını sönmemiş görünce girdim. Yavrum kendini
asmıştı....’
YIGILIP KALDI...
Genç adam beyninden vurulmuşa döndü.
Bir gün önceki mide ağrısının İki katini çekiyordu simdi.
Olduğu yerde yığılıp kaldı...
Birkaç ay sonra iki doktor konuşuyordu hastanede.
Doktorlardan biri diğerine karsıdaki hastanın durumunu soruyordu.
Doktor yanıt verdi...’Haaa o mu? Üç ay önce
getirdiler. Kendisi yüzünden bir kız intihar etmiş.
O günden sonra cep telefonunu elinden hiç bırakmamış.
Devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor.
Geçenlerde merak ettim.
O uyurken gönderdiği numarayı aradım.
Numara 3 ay önce iptal edilmiş.
Gelen mesajlarda bir şiir var.
Bu adam duygusal mi bilmem ama benim anladığım Kadarıyla
şiiri yazan çok duygusal biriymiş...
"ÇEVRENIZDEKİ İNSANLARIN NE HİSSETTİĞİ YA DA NE DÜŞÜNDÜĞÜN DEN O KADAR
EMİN OLMAYIN, BAZEN BİR KALBİN, İÇİNDE NELER SAKLADIĞINI ÖĞRENDİĞİNİZDE
HERSEY İÇİN ÇOK GEÇ OLABİLİR..."

__________________
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
17 Eylül 2006       Mesaj #1500
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Mavi Gül & Söğüt


Bir dunya yaratalim once..Gokyuzunun masmavi yerinse yemyesil oldugu, kumlarin tassiz oldugu.
Bir tepe olsun duslerdeki gibi.Yemyesil olsun bu tepe..Bu tepenin ustunsde gunesin aydinlattigi bir ev varmis.
Sevgi evi diyorlarmis bu eve..Dunyanin merkeziymis burasi.Kimileri cok yakinmis bu eve kimileri cok uzak.Kimileri hayatinda
bir kez bile ugramamislar bu eve..Evin etrafini sevgiyle acmaya calisan cicekler ve büyümeye calisan agaclarla
doluymus.Iste bu masalda o binlerce cicekten ve agactan sadece ikisinin bitmeyen hikayesini anlaticam..Iste o bahcede mavi bir gul varmis..O kadar parlak o kadar ilgi cekiciymiski yanindaki cicekler ona bayilirmis.Asik olanlar bile varmis.Bu kadar ilgi mavi gulu cok mutlu edermis.Ama bir sure sonra sikilmaya baslamis..Rahat olamiyormus.Kimseyi kirmadan yavas yavas uzaklasmaya calisiyormus.Ama ne mumkun.O parladikca gunes ona vurdukca herkesin gozunun kamastiriyormus.Onlar arasinda mutlu ve eglenceli biri olarak gorunmeye hayatla dalga gecmeye calisiyormus..Oysaki yureginde derin bir bosluk varmis..Eskiden sevgi bahcesinden giden cicegi ozluyormus..Baska cicekler onu unutturamiyormus..Bir gun o bahcenin yaninna cok uzaklardan gelen bir fidani dikmisler..Bu minik bir sögütmüs..Sögütün etrafinda bir cok agac varmis.Bu o agaclar arasinda o kadar kucuk ve savunmasiz kaliyormus ki cesareti gitgide azaliyormus.bu bahceden kacma planlari yapiyormus.Diger agaclar bu minik sögütü rah!
atsiz etmeye baslamislar..Dallarini uzerine dogru uzatiyorlarmis.Oysaki onun günessiz kalip olecegini hic düsünmeden dallariyle ona dokunmaya etrafini sarmaya calisiyorlarmis. Sögüt günden güne solmaya baslamis.Bir gun gunesi gormeye calisirken bir isilti gormüs.Oyle guzel parliyormuski. Sögüt onun isigi aydinligi karsinda bakakalmis.Sanki günes yeryüzüne inmis gibiymis.Gunes batmaya yakin sactigi isiklar azalinca onun mavi bir gül oldugunu anlamis.Günesin isiklarini etrafa yansitiyormus bu gül..Ayna gibiymis sanki.Mavi gülde sögütü o gün farketmis..Sevimli bir sögüt oldugunu düsünmüs..Sögüt ona niye bu kadar parlak oldugunu sormus.Yasanan tum umutsuzluklara ragmen isik sacmayi gulmeyi seviyorum demis..Sögüt bende bir zamanlar böyleydim.Sonra beni soldurmaya terkettiler demis..Ne zamandir günesi hic gorememistim.Taa ki sen yapraklarinla günes isinlarini bana yansitana kadar demis.Sögüt ondan cok etkilenmistir.Mavi gülse yasadigi kirginliklardan dolayi sogute pek yaklasamamkt!
adir.Cesaret edememktedir..Gerci dikenlerim beni korur der ama ya diger kirginliklar gibi yie dikenlerim beni koruyamazsa diye düsünür.Etrafindaki diger guller buna hayran hayran bakarken o ise disariya karsi deli dolu gorunurken icten kararsiz adimlarla ilerlemektedir hayatinda.Iste sogutle böyle baslar dostluklari.Etkilenmislerdir ama iki tarafta cevresi ve korkulari yüzünden fazla yakinlasmamaya calisirlar.Ama sogut her gun onu gormek icin diger agaclarin dallarini iteklemeye calisir.Tek mutluluk kaynagi olmustur bu mavi gül.Mavi gül de ona tum sicakligini samimiyetini vermek icin ugrasir.Ama yinde cok yaklasmamaya calisir.Bir aksam ikisi konusurlarken iclerinden gelen etkilesimle bir yakinlasma hissederler.Sögüt dallarini mavi gülde yapraklarini ona dogru uzatir ve birbirlerine tutunurlar. Sögüt gözlerini actiginda kendini geri kendi yerinde bir suru agacin yaninda yalniz bulur.Mavi gulde saskinliktan ne yapacagini bilemez.Kafasi karisir.Bu kadar hizli gelismemeli diye d!
usunur..Her gun ona bakmaktan kendini yindede alikoyamaz.Sögüt artik onu gormeden isigini alamadan yapamaz olmustur.Zaten tek yasama kaynagida odur.Onun isigi olmasa cevresindeki agaclar günesi engelediklerinden dolayi solup gidecektir.Mavi gul ondan sevgiden baglanmaktan korksada sogut ona her zaman gölge olan kanatlarinin altinin acik oldugunu söyler.Mavi gul inanmakta,guvenmekte zorlanir.kuskuyla yaklasir.Acaba ne amaci vardir ki beni soldurmak yerimden koparip uzmek icin mi bana dallarinin altinda bir yer ayarliyor diye düsünsede garip bir his belkide büyünü etkisinde oldugunu düsünerek ondan kacamaz.Zaman gectikce mavi gül cok gunes almaktan etraftaki bir cok cicekten ciceklerin yaydigi polenlerden solmaya gittikce daha cok rahatsiz olmaya baslar.Artik sogute ve onun samimi duygularina daha cok guvenmektedir.Sögüt ona olan tum saf,sadakat ve guven dolu duygulariyla yaklasmayi surdurmektedir.Cunku o mavi gül onun hayati olmustur.Onun yaninda mutlu olabilecegini dusunmek!
tedir.En onemlisi ona a*****r onu seviyordur.Bu sevgiden vazgecmek istememktedir.Ama ki mavi gulu onsuz mutlu ondan uzakta olup mutlu olacaksa onun sevgisinden ve ondan uzak kalmaya razidir.Ama o da sogutten kopmak istemektedir.Boyle sicak seyler hissetmek az da olsa huzur bulmak onu rahatlatmaktadir.Günler gectikce gunes isinlari gule vurdukta mavi gul gunes isigini yansitarak sogutun cevresindeki dallari kurutmaya onun büyümesine yardimci olmaktadir.Ama mavi gül gunesle beraber gun gectikce solmaktadir.Sögüt ona gölge olan dallarinin kanatlarinin altina gelmesini teklif eder.Ona her gun anlatir.Sevgisini, kötü biri olmadigini.Ama anlar ki anlatmakla bir sey olmuyor susar ve zamanla onu taniyacagini ve guvenecegini dusunerek her seyi zamana birakir.Bu arada mavi gülde git gide sogute daha fazla yaklasmaktadir.Ciceklerden uzaklastikce sögüte, gölgeye yaklastikca.Mavi gül hem zorluklarla hemde diger ciceklerin karsi saldirilariyla karsilasmaktadir.Ama mavi gül pes etmez..Elbe!
t rahatlayacagini mutlu olabilecegini düsünerek zaman gectikce daha fazla sogute yaklasir.Sögütün dallari daha da büyümüstür artik diger agaclar ona yaklasmamaktadir.Sögütk rahattir.Artik bir tek mavi gülünün onun yaninda beraberce mutlu olabilmeleri ve sonsuza dek berber olabilmeleri icin yanina gelmesi gerekmektedir ve simdilerde bu masal iste bu asamaya kadar gelmistir..Mavi gül sögütün cok yakinindadir.Bir gun her seyden kurtulup yalnizca onun yaninda olmasini istemektedir hala sögüt ve hala mavi gulu cok sevmektedir.Ne zamanki gokyüzünde günes yok olacak,ne zaman ki topraklar yarilarak magma dunyayi saracak.Yasam kalmayacak iste ozaman sögütte yok olacagi icin bu sevgi öbur dunyada devam etmek üzere bu dunyada sona erecektir.....

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar