Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 140

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.316 Cevap: 1.997
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Ağustos 2006       Mesaj #1391
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Hermes'in bütün çocuklarının en efsanevi olanı, sürülerin, çobanların ve kırların tanrısı olan Pan idi. Pan dağlık Arkadia'da doğmuştu. Efsaneye göre Hermes genç bir Nympha ile evlenmek için kızın babasının yanında çoban olarak çalışmaya başlamış. Onun koyunlarını gütmüş ve kısa bir süre sonra hem babanın hem de kızın gönlünü kazanmış. Böylece sevdiği kızla evlenebilmiş. Bu evliliğin sonucunda keçi ayakları ve kuyruğu ile Pan dünyaya gelmiş. Alnında iki boynuzu çenesinde de bir teke sakalı varmış.

Sponsorlu Bağlantılar
Ormanlarda, kayalarda ve mağaralarda yaşayan Pan, sürüleri göz etmekten, perileri seyretmekten, flütünün ahenkli sesleri ile çobanları şaşırtmaktan büyük zevk alırdı. Ama bazen de kötü niyetli kötü bir varlık gibi ıssız yerlerde, dağ başlarında, yolunu şaşıran, tek kalan insanlara görünür onları korkuturdu. Bütün tabiat zevkleri ve aynı zamanda korkuları Pan'dan gelirdi.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
27 Ağustos 2006       Mesaj #1392
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kavuşur muyuz Bilinmez

Sponsorlu Bağlantılar




Yağmurda yere düşen damlaları saymak, yaşananları unutmak kadar kolay değil
Sevgiliyken arkadaş moduna geçmek kolay değil
Üçü beş yapmak ne kadar zorsa seni sen yapmak o kadar zor
Sıradan günlere alışmak uçurtma uçurup balık tutmak veya sessiz roman okumak gibi. Sadece mehtabı izliyorum süzülen dalgalar arasından martıları kesip zıplayan kefallere dalıyorum tüpsüz, vurgun yeme korkusu olmadan çoğu zaman nefesim yetmiyor...oltanın ucundaki yemi yiyip sonra kaçan balıksın beni benden alıp sonra kaçtın.bir şans daha vermeden...
Şarkımızı dinliyorum: baharda bekle beni rüzgara kapılmadan, sandalda bekle beni dalgalara yakalanmadan, evde bekle beni annen baban olmadan, salıncakta salla beni ip kopmadan, ölesiye uçur beni midem bulanmadan, ip atlattır bana ayağım takılmadan, gol attır bana kaleci olmadan, sıkıca sev beni kimseler almadan... ya böyle diyorduk geçen eylülde o günleri fragman gibi yaşamak güzel düşünüyorum da sen ile güzel olmayan bir şey var mı diye tek kelimeyle yok elmamız yarıya bölündü artık sen yiyenin midesine ben ise fazlalıktan dolaba giriyorum sana kavuşur muyum bilinmez....
<A href="http://www.siirkolik.com/hikaye/yazarlar.asp?id=122">

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
27 Ağustos 2006       Mesaj #1393
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Bir kıskaç , bir zaman tüneli için de aniden sıkışıyor insanın hayatı sadece küçük bir sözle başlıyor.Hiç beklemediğin hiç başına gelmeyeceğini düşündüğün ama hiç düşünmediğin hikaye birden seni buluyor ve fırtınaların bile kıskanacağı tam yüreğin de esmeye başlıyor.Önce inancını kaybetmek istemiyorsun yaşadıkların karşısında bunları atlatacağına inanmakla başlıyor her şey.Yaşam savaşı , kaybetme korkusu , kötü dediğin anların ne kadar basit ne kadar önemsiz olduğunu sana hatırlatıyor.Her insana bir şans tanınıyor ve onu değerlendirmesi isteniyor.Ama kimse o şansın bir kere verildiğini fark edemeyecek kadar kör oluyor.Çünkü bu şansın bitmeyeceğine inanıyoruz.Ne yazık ki aniden elinden uçabiliyor.
***************************************************************************

29/12/2005 tarih ,saat 16:30 da aldığım haber hayatımın hatta saatlerin bile zor işlemesine sebep oldu.Bir hafta başladı her şey içim de korkunç bir fırtına esmeye başladı.Ne olduğunu anlamadığım bir bulut çöktü yüreğime .Yağmurun yağmasını bekleyen toprak gibiydi tüm vücudum her an şimşeklerle kopacak yağmurları beklemeye hazır.Telefonumun çaldığı an anladım kara bulutların yağmuru getirdiğini bu yağmur hayat vermiyor sadece canımı istiyordu.Telefonun diğer ucunda bugüne kadar her şeyi ile güç aldığım ayaklarımın üzerinde durmamı sağlayan tek güç kaynağım aklıma bile getiremeyeceğim bir ses tonuyla ben den bir çocuk edasıyla hıçkırarak güç isteyen ses ANNEM di.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ağustos 2006       Mesaj #1394
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BİRAKİN SEVGİ SİZİ BULSUN.....
Iyi kalpli, yalniz bir adam, bir gün bir koza bulur. Kozanin içinde küçük bir tirtil vardir. Adam çok sever bu tirtili, onunla tüm yalnizligini, tüm sevgisini paylasir. Gel zaman git zaman tirtil büyür, güzel bir kelebek olur. Adam, kelebegine hayran... birakamaz bir türlü... Aslinda kelebegin aklinda daglar, kirlar, çiçekler vardir da; kiyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalniz birakamaz onu... Üç günlük ömrünü sevildigi ve sevdigi yerde geçirmeye hazirdir... Ama adam bilir ki; "Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir" ... Kelebegine son kez bakar ve onu saliverir özgürlügüne, kirlarina, çiçeklerine dogru... Kelebek mutlu olmasina mutlu olur ama hiç bir meltem, hiç bir çiçek yapragi adamin avucunun sicakligini andirmaz... Aklinda adam, o çiçek senin bu çiçek benim dolasir saatlerce... Adam bir kelebege sevdali, bakip durur bosluguna. Kelebekse hala konacak sicak bir avuç aramakta... Böylece kelebek sunu anlar: BAZEN AIT OLDUGUMUZ YER ORASIDIR; SICAK BIR AVUÇTUR BILIRIZ AMA O YERIN BIZE AIT OLMA IHTIMALI BIR HIÇTIR ... Böylece adam sunu anlar: HIÇ BIR SEVDAYI YALNIZCA SEVGIYLE YASATAMAZSINIZ ... O günden sonra kelebek, adama duydugu özlemi gömecek bir dag aramaya baslar, ama gücü tükenene dek arayip da bulamayinca anlar ki; HIÇ BIR DAG BIR ÖZLEMI GÖMEBILECEGINIZ KADAR BÜYÜK DEGILDIR ... Adamsa artik sevdasini koyar simsicak avuçlarina; kelebegin yerine... Sevgili dostum; Herkes bir seyler yasar; iyi ya da kötü, dogru ya da yanlis... Yasadiklarindan bir çikarim yaparak hayatina bir yol verir; ayni zamanda düsüncelerine de... Birak SEVGI seni bulsun...
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
28 Ağustos 2006       Mesaj #1395
kambis - avatarı
Ziyaretçi
DOST BIRIKTIRMEK!
Dostluk nedir? Herhalde bir gösteris, birine, ayni cinse, kadinsan erkege
erkeksen kadina karsi kendini begendirme çabasi, bir moda, bir gelgeç ruh
hali degil...
Sempati..
Ilgi..
Baglilik..
Yüceltme..
Taçlandirma...
Sorumluluk duyma..
Yürekten algilama..
Bakislarla anlasma..
Ses tonuyla destek verme..
Kesintisiz iliski..
Kayip olmaz, yitmez.
Yoktan var olmaz bir duygu.
Bunlarin hepsi biraraya gelip, zaman içinde gidim gidim birikerek dostlugun
çimentosunu olusturuyor.
Gazetelerde okuyoruz. TV'lerde seyrediyoruz. Sagda solda konusmalarda adi
geçiyor: Güzel yemek yeme dostu..Edebiyat dostu..Turk Sanat Müzigi
dostu..Çocuklarin dostu..Halkin dostu..
Dostluklar nasil olusuyor?
Unuttuk..
Bu hizli kent hayati..
Dostluk duygusunu..
Aklimizdan aldi..
Yüregimizden çaldi.
Nasrettin Hoca bir Cuma günü camide cemaate namaz kildirmak üzere ezan
okunsun diye bekliyormus. Bir adam gelmis.
"Hocam" demis!
"Esegimi yitirdim..."
Hoca da adama; "Su namazi kildiralim, senin esegin çaresine bakariz" demis.
Hoca namazi kildirmis, vaazini vermis ve cemaate dönmüs:
"Içinizde hiçbir dostuyla bir bardak çay içip saatlerce konusmamis, dostuyla
sekiz saatlik yürüyüse çikip hiç konusmadigi halde sikilmadan yürüyüsünü
tamamlamamis ve komsunun kizina kem gözle bakti diye dost bildigi arkadasini
arkadasliktan silmis biri var mi?"
diye sormus. Arka siralarda saf tutmus, sümsük tipli biri parmagini
kaldirip, "Ben varim Hocam.." demis. Hoca esegini yitiren adama dönmüs,
"Al bu adami git, bundan büyük esek olur mu? Yitirdigin esegin yerine
kullanirsin" demis.
Dostun yoksa...
Esekten farkin ne?
Olumsuz düsünür Sokrates'e ögrencileri sormus: Dostluk nedir? Sokrates de
onlara su yaniti vermis; "Çocuklugumdan beri arzuladigim bir sey vardir.
Kimi insan atlari olsun ister, kimi insan köpekleri... Kimisi altini, kimisi
de sani serefi; bense bir dostum olsun isterim..."
Insan biriktiren yaratik...
San söhret biriktiriyor...
Süper zenginse bogazda villa biriktiriyor. Tablo biriktiriyor.
Repoda para kasalarda naftalin kokulu döviz,antika biriktiriyor. Gençse
plak, kaset, cd biriktiriyor. Yorgun bir ihtiyarsa namaz niyaz biriktiriyor.
Bazilari da Kuledibi'nde Çukurcuma'ya, Üsküdar'da Eskiciler Çarsisi'na,
Unkapani'nda Horhor'a gidip; antika lambalar, cam siseler, eski koltuklar,
tesbihler, tombaklar biriktiriyor.
Alimse kitap biriktiriyor.
Cahilse kin biriktiriyor...
Dost biriktirmeyi içimizde kaç kisi deniyor?
Evet kabul ediyorum, insan birçok kisiyle beraber mükemmel dost olamaz,
tipki ayni zamanda birçok kisiye asik olamayacagi gibi...Fakat cinnete
düstük. Dost biriktirmeyi unuttuk.
Iyi halt ettik.
Alıntı
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
28 Ağustos 2006       Mesaj #1396
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kaybedilenler





Dumandan yanan gözleri ile etrafa bakmadan bir yudum daha aldı rakısından. Başını kaldırıp etrafa göz gezdirdi, kimi kırk yaşında kimi 50 yaşında onlarca dertli insan. Tahta masanın arkasındaki hoparlörlerden cızırtılı bir ses kulakları okşamaktaydı... Topal Necmi' nin mekanı alelade bir yer idi. Oldu olası lüks mekanları hiç sevmemişti zaten. Teypten çıkan şarkıya gönlünü verdi.

" Dumanlı dağlar... Yol verin geçem dağlar... "

Yüreği burkuldu delikanlının.. Bir yudum daha aldı rakısından, ardından önüne özenerek konulmuş beyaz peynirin tadı ağzında yavaş yavaş kayboldu. Şarkı bitmesin istedi. Bitmesin hep sürsün. Bir ayağı topallayarak gelen meyhaneci;

- Bir isteğin varmı yiğidim

diye sorarken, delikanlı sanki bu soruyu beklermişcesine;

- Şarkıyı bir daha başa al, daha ne isterim ki babalık?

Başa döndü müzik. Dumanlı dağları söylerek içindeki son pilleri harcarken teyp, delikanlı iç çekip uzun bir yudum aldı sonra rakısından. Gözleri az ilerdeki masadaki kır saçlı 55 yaşlarındaki adama takıldı. Derin bir " ahh " çeken adam sigarasının dumanında gözlerini pencereye dikmiş, sanki o ortamda değilmişcesine düşünüyordu. Gözgöze geldiler bir an, gözlerini indiren delikanlı önündeki zeytinden bir tane alarak, ekşinin verdiği tadı hissetti. Hissettiği birşey daha vardı. Üzerindeki bir çift göz. Tekrar başını kaldırdığında ihtiyarla göz göze geldi.Gözlerinin dolduğunu hissetti, ve kaçırırcasına kapattı.

Bir eliyle astarı sökülmüş cekedini alan ihtiyar kır bıyıklarının altından gülümseyerek delikanlıya doğru geldi.

- Oturabilir miyim evlat?
- Elbette amca, buyur başımızın üzerinde yerin var.

Tahta sandalyeyi küflenmiş zeminde gıcırdatarak çekti ihtiyar. Ardından geçti ve karşısına oturdu delikanlının. Uzun uzun gözlerine baktı ve elini omzuna koydu.. Yıpranmış, yorulmuş, hayatın ağırlığını taşıyan bir eldi sanki.. Delikanlı elin ağırlığını omzunda hissederek başını kaldırdı, ihtiyar sanki bir depremi andıran sesiyle konuşmaya başladı;

- Senin yaşındaydı... Senin gibi boyuda uzundu biliyormusun ?...

Sessizce dinlemekle yetindi delikanlı. O depremden çıkmışcasına titreyen ses ilginç bir huzur veriyordu gönlüne. Devam etti ses;

- 16 sene önceydi. Aslan gibiydi, dağ gibiydi. Sıksa taşın suyunu çıkarırdı..

Tekrar gülümsedi ihtiyar, ama dolan gözlerini gizleme gülümseyişi olduğunu hemen farkeden delikanlı yaşlı adamın alkolün ve sigara dumanınında etkisiyle kırmızılaşmış gözlerine baktı.

- Dünya küçük derler evlat, eğer küçükse ben aslanımı 16 senedir neden bulamıyorum? Neden kaybettim evlat? Yoksa bu kadar mı zalim bu dünya... ?

Verecek cevap yoktu delikanlı için, çareyi kadehini kaldırıp ihtiyarın kadehine vurmakta buldu. 1 yudum daha içmek istemesine rağmen o bir yudum boğazından geçmedi. Yutkunurken zorlanması ihtiyarın gözünden kaçmamıştı.
Adam devam etti ;

- Bak evlat, sende buradasın, bende.. İkimizde şu gözünü sevdiğimin rakısını içiyoruz, cigara ile dansediyoruz... Ben heryeri dolaştım bulamadım aslanımı, ama her akşam bu puslu ortamda, şu gördüğün şişenin sonunda arıyorum onu, ya sen ne arıyorsun ?

Bir an duraksaladı delikanlı.. Neyi kaybetmişti? Kendine bu soruyu sormaktan hep kaçmıştı. Ama ihtiyar karşısında kaçamadı. Titreyen sesi tek kelime söylemeye yetti;

- Kaybettim....

Adam elini tekrar delikanlının omzuna koyarak devam etti ;

- Neyi kaybettiğini bile bilmiyorsun artık değil mi ? Hep eksik birşeyler var ama bilmiyorsun öylemi ?

Yavaşça gözlerini kaldırdı genç adam. Başıyla önündeki bu yaşlı hayat ağacını onaylarken gözlerine daha derin baktı.Kendisi gibi ihtiyarın gözleride maviydi. Ama ne mavi.. Acımasız dalgaların durmaksızın dövdüğü kayaların, güneşte yansımasını andıran bir renk.. Solmuş ve kendini renksizliğin kucağına bırakmış bir mavi... Kimbilir belkide yaşamın her yüzünü görmek böyle yapıyor insanı diye düşündü. İhtiyarın sorusuna evet demek isterken sözlerine boğazındaki hıçkırıklar engel oldu delikanlının.. Adam deprem sesiyle devam etti;

- Ben biliyorumda ne oldu ******* satayım...

Yılların eskittiği yumruğu yavaşça masaya indi. Masaya inen yumrukla irkilen delikanlı, sanki yüreğine gelmiş bir ateş gibi hissetti darbenin şiddetini.

- Ahh ulan ahh.. Aslanımda severdi bir zamanlar biliyor musun ? Çok güzel bir hatuna kaptırmıştı gönlünü..

Gülümsemenin ardından yürekten çıkarmışcasına sesi, devam etti ihtiyar;

- Ahh ulan bu karı milleti yok mu... topuna kibrit suyu...

Genç adamın gülümseyişini gamzeleri belli etmişti. Adam, delikanlıya bakarak güldüğünü görmenin mutluluğu ile devam etti ;

- Pek çok sevmişti aslanım.. Senelerce gezdilerde bir türlü everemedik onları. Tam eşten dosttan borç aldım, evlenecek duruma getirdim, bu seferde nedense koptular.. Etraf çok karıştı.. Heyt be, ne var ******* sattımın şu dünyasında milletin işine karışırlar? Zaten 3 kuruşluk hayatımız var içinde bir litre zehir, iyice zehirleyerek mi mutlu olur mu millet evlat ?

Soruya yine yanıt veremedi delikanlı. Sanki konuşma yeteneğini yitirmiş, tüm hislerini dinlemeye vermişti. Düşlerin hayallerine ulaşırcasına dinliyordu deprem sesli ihtiyarı;

- Bir gece onu burada buldum evlat. oturmuş senin oturduğun yere, gözleri kapanmışcasına içiyordu. Geçtim
karşısına, " söyle bakayım aslanım neyin var? " dedim, ne dedi bana biliyor musun, senin sözlerini... " kaybettim babam, kaybettim.., " ilk önce anlamadım ve sordum " neyi kaybettin koçum " dedim aslanıma, " bilmiyorum babam, birşeyleri kaybettim ama neyi kaybettiğimi ben bile bilmiyorum" deyip sarıldı bana evlat, o gecedir ki ikimizde kör kütük sarhoş olmuştuk...

Delikanlının gözünden akan yaşlara aldırmadan bir bafra daha yaktı yaşlı adam. Biten şişenin yerine gelen yeni şişede çoktan yarılanmıştı.

- Ertesi gece yine gelmiş buraya aslanım, yine ölümüne içip ardından meyhaneciye sarılmış, " babam bırakma beni ne olur " diye yalvarmış, yalvarmışta bir damla gözyaşı akmamış gözlerinden. Ardından da sendelereyek çıkıp gitmiş kapıdan.

Yaşlı adam hıçkırarak devam etti;

- Gece yarısı bir telefon geldi evlat, çalmaz olaydı o telefon, gitmez olaydım o hastahaneye, görmez olaydım
aslanımı yüreği parçalanmış halde. Ertesi sabah karların arasında toprağa kendi ellerimle verdim. Topraktan yastık yaptım aslanımın başı acımasın diyerek. Yumuşacıktı hala bedeni. Gökyüzü sanki yeryüzü ile arasında beni eziyordu evlat! Bu acıyı bilir misin evlat!...

Topallayarak teybe ulaşan meyhaneci dumanlı dağları tekrar çalmaya başlarken ihtiyarın gözlerindeki damlalar tahta masada ufacık bir gölet oluşturmuştu. Sanki zorla söylenen sözler ;

- Evlat, neyi kaybettiğini bir gün bulursan banada söyle, az ilerde zincirlikuyu' ya gideyim, söyleyeyim aslanıma, oda yarım kalmasın. Belki o zaman düzelir herşey...

Sözlerini bitirir bitirmez ceketini sırtına alan yaşlı adam, bedenini zor taşıyan bacaklarına bir güç daha verip ayağa kalktı. " yarin ve yardımcın yaradan olsun evlat " diyip hızla kapıdan çıkarak kayboldu gözden..

Masada kalan bafraya gözlerini diken delikanlı, soğuk bir kış günü suya batmışcasına titredi. Kadehinden aldığı yudum boğazındaki düğümlerden geçmeyerek nefesini tıkadı.. ihtiyar sanki karşısındaymışcasına ;

- Duygularımı yitirmişim be babacım.. Duygularımı... İnsanlığımı.. Attığını hissettiğim yüreğimi kaybetmişim...

Ayağa kalktı hışımla, sanki dünya gözleri önünde takla aldı. Başına bir kova kaynar su dökülmüşcesine sendeledi. Cebinden çıkardığı parayı masaya bıraktı. Ne kadar olduğunu bilmiyordu. Önemide yoktu zaten. Kaybettiklerimi bulmalıyım diye mırıldandı. Zar zor seçebildiği kapıya doğru yürümeye çalıştı. Yalpaladığını biliyordu, ama bunun ne kendisinin nede kimsenin umrunda olmadığının da farkındaydı. Sanki kaybettiklerini bulacakmışcasına, hızla kapıdan çıktı. Ertesi günü kayıplar defterine bir isim daha eklenecekti...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Ağustos 2006       Mesaj #1397
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BIÇAK YARALARI
Yasli ve cirkin bir tüccar; karsiligini parayla odeyecegi zevk gecesi icin
olaganüstü güzel ama tas kalpli bir fahiseye gitmis...
Sabaha karsi, yasli adamin uykuya dalmasini firsat bilengenc kadin,
soyguncu dostlarini cagirmis. Ne var ki tüccar, tilki uykusundan firladigi
gibi olanca gücüyle karsi koymaya, dovüsmeye baslamis. Haydutlar hem kalabalik, hem de isinin ehliymis. Onu
kolayca koseye sikistirmislar. Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf ve cirkin bedende hic yara acilmadigini, can alici darbelerin hic iz
birakmadigini gormüsler.. Bicaklarini, kiliclarini cekmisler... Ancak en keskin bicak, en acimasiz kilic bile tüccara hicbir sey yapamiyormus....
Sonunda korkup kacmislar....
Dovüsü izleyen kadin, yasli adamin mucizevi gücünden etkilenmis, bir kez
daha, ama bu kez "ask" adina, tüccarla sevismek istemis. Onu hayranlikla,arzuyla, sefkatle oksamaya baslamis...Gelgelelim, güzel
kadinin her dokunusunda tüccarin bedeninde yeni bir yara beliriyormus.
Dovüsün, darbelerin, bicaklarin, kiliclarin actigi yaralarmis bunlar...Yaralar, kadindan icten bir ilgi ve sefkat gorene dek gizli
kalmislar.Sonunda tüccar kanlar icinde kadinin kollarina yigilmis,olmüs....
Tam da bu türden hayatlar yasamiyor muyuz? Asktan bunca korkmamız da bu yüzden degil mi? Kimsenin kollarinda yigilip can vermek istemiyoruz.
Cünkü zaten, her yanimiz kilic yaralariyla dolu. Ama bir sekilde kapanmis,kabuk baglamis yaralar onlar....
Nasıl yapmissak yapmisiz, üstesinden gelmisiz...
Ama biri, o kabuk tutmus yaralari oksamaya basladiginda, yaralar tekrar aciliveriyor ve hepsinden oluk oluk kan akmaya basliyor....
Birine teslim oldugumuzda, kendimizi anlatmaya basladigimizda, icimizi doktügümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan revan icinde
kalıveriyor....O yüzden degil mi kendimizi tutmamiz? Birine teslim olmaktan korkmamiz.Tedirgin bir sekilde ortalikta dolanmamiz?
"Anlatsam mi, anlatmasam mi?" kararsizligimiz. "Bu sevgi beni acitir mi kuskularimiz...."
tulse - avatarı
tulse
Ziyaretçi
28 Ağustos 2006       Mesaj #1398
tulse - avatarı
Ziyaretçi
V a r m ı s ı n !
Saatlerdir bilgisayarın başında oturuyordu, hala bekledigi mail gelmemişti.
Silkindi. Kac saat olmuştu bilgisayar başına oturalı? İki saatten fazla olmuş, koskoca iki saat? Arkadaşları yemeğe davet etmişti, Sinan sinemaya, oda arkadaşları ise fal partisine.. Hiçbirini kabul etmemisti. Şimdi bu ücra internet cafede gelecek o maili bekliyordu. Daha ne kadar sürecekti? Kimbilir belki bugün hesabına bile girmemişti, girmeyecekti? Girse bile yazacağı daha önemli insanlar vardı belki... Belki de onun ona
önem verdigi gibi o ona önem vermiyordu? Yok canım! O da en az Sevgi kadar
değer veriyordu Sevgi'ye, yazdiğı her mesajin karşılıgı ertesi güne geliyor, hadi ertesi gün olmadı birkaç gün içinde gecikmenin özürünü de içeren mail hesabında bekliyordu Sevgi'yi. Aylar olmuştu yazışmaya başlayalı, bir kez bile aksamamıştı mailler. Ta ki bu haftaya kadar. Hafta başından beri tek bir satır gelmemişti ondan. Tuhaf! Oysa kendisi yazacak bir şey bulamasa ki bu da ayda yılda bir olurdu ! forward edilmis mesajlar gönderirdi, güzel sözler, fıkralar ya da ufacık bir e-kart. Üçüncü gün dayanamamış, onu merak ettiğini söylediği bir mail göndermişti: Heeeey, öldün mü kaldın mı? Haber verseneeeee! diye şakalaşmıştı üstelik. Ses seda yoktu yine karşı tarafta, beşinci gün iyiden iyiye meraklanır olmuştu, hatta bir sapığın onun hesabına girip gelen mesajları ondan önce okuyup sildiğini bile düşünmüştü. İyisi mi oturup bütün gün bekleyecekti bilgisayar başında, hem icinde de bir şüphe kalmayacaktı böylece. Bugün sekizinci gün de bitmişti. Yine en ufak bir yazı bile gelmemişti. Unuttu beni diye geçirdi içinden. Tabii, ne bekliyordun ki! diye kızdı kendi kendine. Alay etti bir süre bu cocukluğuyla. Hiç görmediği, sadece yazılarıyla, şiirleriyle tanıdığı biriydi karşıdakı ve hep öyle uzakta öyle bilinmez kalacaktı. Ne bekliyordu ki? Kendisi de
bilmiyordu. Hayalinde bu yazıları yazan kişiyi bir türlü canlandıramıyordu. Ne
zaman gözlerini kapasa sadece bir çift el görüyordu, klavyenin tuşlarına dokunan güzel parmaklar... Bu elin kime ait olduğunu görmeye çalışıyor didiniyor ama hayali bir anda dagılan sis gibi yok oluyordu. Ertesi gün soluğu yine bilgisayar başında aldı. Bekledi, bekledi. Birkac arkadaşından gelen mailleri yanıtladı hemencecik. Aslında böyle beklemek fena da olmuyordu hani.Zaten tatildeydi yapacak başka bir işi
yoktu, arkadaşlarından çoğu eve dönmüştü kalanlar ise onu çağırsa da o
pek istemiyordu. Bu düşüncelere dalmışken yeni bir mesaj geldi. Hayret adres pek yabancıydı ona. Biraz tereddüt ettikten sonra yüreği korku içinde açtı. Mail "Merhaba ben Akin'in çok yakın arkadaşıyım. Kendisini trafik kazasında
kaybettik, telefon defterinin arasında sizin mail adresinizi bulduk ve haber vermeyi uygun gördük. Başımız sağolsun" diyor ve devam ediyordu ama mailin devamı onu ilgilendirmiyordu artık. Okuyacağını okumuştu zaten. Kaçıncı ölum haberiydi bu, bu kaçıncı değer verdigi insandı yitip giden? Bazen bütün uğursuzluğun kendinde olduğunu düşünüyordu. Sonra saçma geliyordu düşündükleri, ama ne farkederdi ki işte
çok sevdiği, her gün yazdıklarıyla onun gününe renk katan o kişi artık yoktu. Kötü bir şaka olamaz mıydı? Ne yapacaktı şimdi? Beklediği mail gelmiş miydi? Ne yani kalkıp gidecek ve bir daha gelmeyecek miydi? Bir daha o güzel mesajları hiç göremeyecek bir daha o elleri hayal edememenin üzüntüsüyle doğruldu. " Cebinden size henüz yollamadığı, yollamak için doğum gününüzü beklediği bir şiir bulduk. Tıpkı sahibine ulaşmamış bir mektup gibi duruyordu oracıkta. Aşağıda onun sizin için yazdığı son şiiri bulacaksınız."

VAR MISIN?
Biliyorum şasıracaksın,
Son sözler gibi gelecek kulağına,
Yoo yanılmıyorsun , son sözler bunlar
Bu uzaklığı kaldırmak için ortadan sadece bir ufacık bir histik
Sen bana ben sana iki satır laf iki misralık şiirdik,
Bir gülücüktük, bir soru işareti,
Oysa daha fazlasını istemek bencillik mi?
Anla artık! sözler var ama satırlar yetersiz,
Düşünceler var ama sayfalar yetersiz,
Duygular var ama mısralar yetersiz,
Anla artık, biliyorum bir sen var bir de ben ,
Uzak uzak yerlerde ayrı ayrı şehirlerde
Ama desem ki sana, biz demeye var mısın?
Desem ki ne sen olsun ne de ben,
Bir biz olalım Var misin?
Akin Yildiz
kalp
Şaşırmıştı, istemezdi etraftakilerin gözü önünde ağlasın. Hiç adeti değildi ne de olsa. Oysa Akin hep "Nasıl hissediyorsan öyle ol başkalarını boşver " derdi. İşte her zamanki gibi yine dinlemişti onun sözünü. Demek o da ayni şeyleri hissetmiş, o da artık bu uzaklığı kaldırmak istemişti. Doğum günü geçmişti, hem de yine bilgisayar başında.Yeni bir yaşa daha girmişti işte, yepyeni bir yaş, yepyeni umutlar, acılar, mutluluklar. Her yas olgunlaştırırmış biraz daha insanı, belki de en cok bu yaşa girdiğinde olgunlaştığını anlayacaktı yıllar sonra arkasına dönüp baktığında kimbilir.
Akin! Kahretsin, seni şimdiden özledim diyerek hıçkırıklara gömüldü. Neden?
sonra eli yanıta gitti. Akin'a gec kalmiş bir yanıttı bu.
Sadece tek bir sözcük yazdı: VARIM!
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Ağustos 2006       Mesaj #1399
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kaybetmeden Acele Et



Neden mutlu olmak varken mutsuzluğu seçelim.
Neden huzura kavuşmak varken huzursuzluğun peşinden koşalım.
içindeki duyguları artık hayata geçirmenin zamanı geldi diye şöyle bir söylen kendi kendine...
istediğini yaşa, hayata, kendine sinir koyma. Duygularını yasamak için zamanı bekleme, onları hapsetme yüreğine, içinden geldiği gibi yaşa...
Bazı şeyleri yapmak için bekleme,belki gecikebilirsin.
Mutlu olmak için mücadele et, mutsuzluğun hayatına girmesine izin verme. ondan her zaman uzak dur,sakın yaklaşma!
Eğer bir şeyler yapmak istiyorsanız, karsınızdaki insandan ya da yapmak istediğiniz şeyin sizi kötü karşılamasından korkuyorsanız size diyebileceğim tek şey korkma yaşa ve gör! yasamadan ve yaşatmadan hiçbir şeye karar verme. Dediğim gibi her şey için çok geç olabilir.
Ve fazla vakit geçirmeden her şeyi olduğu gibi kabullenmeye hazırsan bekleme hemen hayata geçir düşüncelerini.
Hadi!.. ne bekliyorsunuz, belki sizin telefonunuzu bekleyen birileri vardır. Ya da yapmak istediğiniz şeylerin zamanı gelmiştir. Çabuk ol!..
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
29 Ağustos 2006       Mesaj #1400
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Sakın Elimi Bırakma

Ilık rüzgarla gelen bir müzik sesiyle dalıverdim uzaklara; "Aşık olmak günahsa ben bir günahkarım, pişman değilim tanrım…" diyordu yumuşak bir ses… bir sızı saplandı ilk önce kalbime… sensizlik yüreğimi yakıyordu, sana hasrettim… sarı kurumuş yapraklar arasında yürürken rüzgarın yüzüme vurmasıyla kokunu duydum sanki… yalnızdım… mutsuzdum, sen yoktun… ebediyen gitmiştin… Şimdi yanımda olsaydın kollarınla beni sarar, yüzüme dağılan saçlarımı parmaklarınla düzeltirdin.. iki taraftan kulaklarımın arkasına sıkıştırır, "Böyle daha güzel aşkım"derdin… yüzüme düşen saçlarıma tuzlu gözyaşlarım karışıyor şimdi. "Sakın ha ağlama, seni birgün bile ağlarken görmek istemiyorum" derdin bana… şimdi bir yerlerden bakıyorsa gözlerin üzülüyorsundur… ama gözyaşlarıma söz geçiremiyorum sevgilim... Hani biz sonsuza kadar mutlu olacaktık? Hani birbirimizi terketmiyecektik? Neden beni tek başıma bırakıp gittin aşkım.? Kaza haberin geldiğinde inanamadım… evimizden nasıl çıktığımı bile hatırlamıyorum… hastanede seni öyle kanların içinde baygın bir şekilde görünce dünya başıma yıkıldı… elini tuttum ve sen gözlerini açtın "Sakın ha! Sakın elimi bırakma" dediğin zaman bile "Gözlerindeki ormanda yağmur yağmasın" dedin… yanaklarımdan süzülen sicim gibi yaşlar yüzüne döküldüğünün farkında bile değildim.. ameliyathanenin kapısına kadar elini hiç bırakmadım ve mecburen elini ayırdılar benden… saatlerce o odada kaldın… çıktığın zaman komadaydın… doktorlar ümitsizce gözlerime bakıyordu… seni odana götürdüler.. neydi, neden o makinaları vücuduna bağlamışlardı.? Sen yaşayacaktın.. beni bırakmayacaktın yemin etmiştin..yavaşça elimi elinin üzerine koydum.. hiç kıpırdamıyordun… günlerce başucunda bekledim… farkında bile değildin… hep uyuyordun… yanında seni beklerken; geçirdiğimiz günler bir film şeridi gibi gözlerimden geçti… beni kızdırmaların, sinirletmelerin ve ondan sonra gönlümü almak için bütün evi ben yokken çiçek bahçesine çevirmen… doğumgünlerimizde birbirimize aldığımız müzik kutuları… hani son doğumgününde sana mavi bir kazak almıştım da hemen giyip mankenlik yapmıştın ya ve ben seninle dalga geçmiştim sen de pastayı alıp yüzüme yapıştırmıştın ve sonra da bütün evi pastayla alt üst etmiştik… ne kadar deliymişiz, ne kadar aşıkmışız… mavi kazağını son gördüğümde kanlar içindeydi.. kaza günü onu giyiyormuşsun meğer… çok sinirlettin beni, nasıl çıkacak şimdi kazaktaki kan lekeleri? Olmadı şimdi, iyileşir iyileşmez kazağını sen yıkayacaksın.. onu sana ben aldım atmak olmaz ki… Hala uyanmadın… bir hafta geçti hiç bir kıpırtı yok…doktorların biri gidiyor biri geliyor.. söyledikleri hiçbirşeyi artık anlamıyorum.. bu arada o yağmurlu gün geldi aklıma.. bisikletlerle yarış yaptığımız o gün.. hani ani bir yağmur başlamıştı da eve zor yetişmiştik.. balkonda durup yağmuru izlerken bir gün bebeğimiz olursa ismini Yağmur koyalım demiştik… bizim yağmurumuz yaz yağmuru olsun demiştik… Ve bir gün daha geçti işte, yanında sen o yatakta hareketsiz yatarken bir gün daha geçti… elim elinde.. ve başım yatağın yanında, kendimden geçmişim.. ve aniden elin elimde kıpırdadı.. aniden kırmızı, şiş gözlerimi sana çevirdim… ve gözlerini açtın… o halinle bile gülümsüyordun bana… dudaklarına küçücük bir öpücük kondururken sessizce gözlerimden yine bilinçsizce tuzlu gözyaşlarım dudaklarına düştü… kızar gibi yine baktın bana… "Tamam" dedim "Ağlamıyacağım…" Gözlerime baktın buğulu… hiç beklemediğim bir anda dudakların kıpırdamaya başladı "Affet beni" dedin, "Birbirimizi terketmiyecektik, hala daha da seni terketmedim ama…." dedin ve gerisini duymak bile istemiyordum, parmaklarımla dudaklarını kapattım, "Konuşma, yorulma, sonra konuşuruz" dedim ama başınla "Şimdi" dercesine işaret ettin… "Şehre inmiştim, yıldönümümüz için beğendiğin tek taşlı pırlanta yüzüğü alacaktım, aldım da… yanında 25 tane gül vardı, arabanın torpido gözünde yüzüğün, koltukta da güllerin vardı" dedin… ve devam ettin "Hayatımda geçirdiğim en güzel yılları seninle paylaştım, gözlerim, kalbim hep yanında olacak, arabadan emanetlerini almayı unutma" dedin bana… gözlerimdeki yaşları artık durduramıyordum… "Bir dahaki sonbahara yürüdüğümüz yolda yanlız yürüyeceksin ve çok güçlü olacaksın, beni affet aşkım seni bensiz bırakıyorum, seni canımdan çok seviyorum, son bir öpücük ver bana" dedin ve bir elim elinde bir elimle alnını okşarken istediğini yaptım dudakların sıcaktı ve aniden makineden ince bir ses geldi, elin elimden kopuverdi…. Gözlerin yavaşca kapandı…. Doktorlar koşup geldiler… öylece orda kalıverdim hareketsiz kaldım, donmuştum, sen yoktun artık… doktorlar seni götürdüler… artık sen yoktun, yanlızdım.. Ve şimdi sensiz geçen ilk sonbahardayım… yürüdüğümüz yolda kurumuş yaprakların arasında tek başınayım. Arabadan bana getirdikleri emanetlerimin biri evde diğeri parmağımda… yüzüğünü yaşadığımı sürece parmağımdan, güllerini yatağımın yanından hiç ayırmayacağım… mavi kazağını yıkadım, temizledim… yastığının üzerinde duruyor.. Hazan mevisimi, hüzün mevsimi… aşk mevisimi.. ayrılık mevsimi… Kulağımda bana söylediğin şarkıyla yürüyorum tek başıma söz verdiğimiz gibi sarı yapraklı yolda....

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar