Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 120

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.669 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ağustos 2007       Mesaj #1191
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ayrıntı

Sponsorlu Bağlantılar
Tozlu kutudan çıkan nesneler arasında bir kutu daha içinde bir adet resim
kağıdı hayat gibi mas mavi hayat gibi sim siyah 14 eylül sabahıymış bir
bulut çizmişim kağıda çok büyük kalbim gibi.ancak o bulutun içine bir tek
seni ve kendimi koymuşum.bu buluta o zaman baktığımda sanki mavi dünyamı
masmavi yapıyordu.aradan yıllar geçti,uzun zamanlar.araya aşklar girdi
pencereden bakan minik gözler girdi.ben bu süre içerisinde bir çok şey
öğrendim hayatın dıştan gözüktüğü gibi olmadığını kendi dünyamızı
başkalarına anlatırken ekran koruyucu koyup da anlattığımız mesela. Sevmeyi
anladım bazen aynı ekran koruyucularımızı kendimiz yaşarken içimizde de
kullandığımızı anladım. Sevdikleri insanların insanlara değer verdiklerini
anladım.sevmek kadar cesaretli olabiliyorsan sevdiğini söylemek kadar
cesaretli olmak zorunda olduğunun farkına vardım bir kez daha.seviyorsan
eğer senin sevdiğin insanın seni bir kelimeyle var edip bir kelimeyle yok
edebildiğini öğrendim.fakat öyle bir yanış yapmışım ki resmimde öylesine
doru bir ayrıntıyı atlamışım ki yüreğimde.unutmuşum.bulutların güneşi
kapattığını.şimdi bunun hesabını veriyorum. Herkese…

Sercan Günel

RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
17 Ağustos 2007       Mesaj #1192
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Kibirli ve zengin birisi kapisina gelen bir fakire bir sey vermedigi gibi onu azarlar hemde kapiyi yuzune kapatir.
zavvalli fakir iclenir.bir tarafa cekilir aglamaya baslar.bir kör onun aglamalarini duyar yanina gelir nicin boyleuzgun oldugunu ve agladini sorar.
Sponsorlu Bağlantılar
fakir olani biteni anlatir kör teselli vererek üzülmemesini kendi evine gelmesini ekmegini corbasini kendisiyle paylasmasini ister fakir onun ictenligi ve israri karsında kabul eder onunla gider. fakirin hem karni doyar hemde gonlu hos olur. Fakir: sen bana evini asini ve gonlunu actin ALLAH ta senin gözünü acsin diye dua eder gece olur körde bi gariplenir ve o gariplik icerinde gözünden bir kac damla yas gelir ve gozleri acilir gormeye baslar körün gormesi ile ilgili haber bir andasehirde yayilir bu haberi fakiri kovan adamda duyar isin aslini ogrenmek icin körün yanina gider cok sansliymissin gözun nasil acildi diye sorar körde adama sen nasil bir adammisinki oyle bir mubarek zati azarladin üzdün gozumun l kapisini ALLAH in i,zniyle senin kapiyi yuzune kappatın kimse acdı der adamada desene kendime yazik ettim kiymetini bilemedim bana degil sana nasip oldu der ve uzgun bi sekilde ordan ayrilirr bir daga kimseyi kapisinden cevirmez cok yardim sever biri olurr

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ağustos 2007       Mesaj #1193
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ateşini Merih'ten Alacağım SeninAlevleri sönmeye yüz tutmuş közlerden gelen çıtırtı, gecenin eşsiz müziğini bozan tek sesti. Kaldırım taşların biraz ilerisinde yere oturmuş, gözlerini ateşin kalıntılarına dikmiş ve düşüncelere dalmıştı. Dışarıdan bakan biri onun nöbet tuttuğunu değil sanki gözleri açık olarak bir rüya gördüğünü zannederdi. Gerçekten de son altı ayda yaşadıkları aslında bir düş gibi geliyordu bu genç adama. Ama bu düşün içinde yirmi yılda gördüklerinden çok daha fazlası vardı.
Kartalların, engin gökyüzünde süzülen büyük bulutlar gi-bi cellatların odasına aktığını hatırlıyordu. Saldırıya geçen cel-latları ve hücresinde kanlar içinde kalan mahkumların iniltile-rini duyuyordu. Ülkesinin aldatılmış halkının büyük gafletiyle canlanan cellatları ve onların işkencelerini ömrü boyunca unutmayacaktı. Cellatları, reisleri, muhbirleri ve bir tarlada biçilmiş başaklar gibi boylu boyunca uzanan, ama her an kal-kıp evlerine döneceklermiş hissini uyandıran binlerce mah-kumu....
Genç adam artık bu ülkede kalamayacağını düşünürken yan odada, bir çift tombul minik elin arasında gezindiği o-yuncak seslerini duydu. Çocuğun kahkahası, odasında oturan genç adamın müziği oluyordu her zaman. Çocuk kuleler diz-di. Evler kurdu. Bahçeler yaptı. Arada bir heyecanla babasına seslendi. Gel bak dedi, gel bak babacığım öyle güzel evler yaptım ki, oyuncaklarımla. Baba-evlat neşeyle oynadılar bir-likte. Sonra baba çocuğun küçük tombul ellerini onlarca kez öptü, yanağına bastırdı sevgiyle.
Babası ona, “Eğer şimdi gidip yatağında mışıl mışıl uyur-san, ödülün koca bir dilim çikolatalı pastadır” dedi. Çocuk oyuncak ayısını aldı koynuna ve rüyası çok bir uykunun kol-larına yürüdü. Baba şişmiş gözleri ıslanarak seyretti yavrusu-nu o uyurken uzun uzun. Sonra sevgiyle bir öpücük kondur-du alnına yavrusunun. Sevgiyle örttü üstünü...
O baba, dünyanın bütün aşk güvercinlerini uçursa da öz-gürlük abidesi gökyüzüne, bir teki bile şövalyelere ait tapına-ğın çatısına konmayacaktı...Kanatları kirlenir diye...
Ama anlatması gerekiyordu. Artık en azından eşinden giz-lemenin bir alemi yoktu Az değil, tam oniki saat acımasızca dövülmüştü. Merter kavşağında silahlı kimselerce kaçırılmış, başına maske giydirildiğinden sadece Beşiktaş taraflarında olduğunu tahmin ettiği bilinmeyen bir yere götürülüp gün boyu işkence edilmişti.
Acılar içinde kıvranıyordu genç adam. Bedeni baştan aşa-ğı cop darbelerinden morarmış, yer yer kan toplamıştı. Kara-rını verdi, artık başına gelenleri anlatacaktı şiir yüzlü kıza, her şeyi gözüne almıştı. İşkenceciler, “Birine anlatırsan seni bu defa kaçırır, öldürürüz” demişlerdi. Ama o ne olursa olsun anlatmaya kararlıydı. En azından şiir yüzlü kız olanları bilme-liydi. Öyle ya yarın başına bir şey geldiğinde en azından bir tanığı olmalı, karanlık güçlerin kirli ilişkilerini ifşa edecek biri bulunmalıydı geride. Karanlık güçlerdi bunlar, her türlü oyu-na hazırlıklı olmalıydı. Gördüklerini, yaşadıklarını gelecek nesillere iletmeli, bu sırları mezara götürmemeliydi. Bu sır kim bilir belki de ülke çapında bir çok kirli ilişkilere de ışık tutacak, özellikle son on yedi yıldır oynanan kirli oyunları bir nebze de olsa aydınlatmış olacaktı. O halde anlatmalıydı, ar-tık susmanın ve gizlemenin anlamı yoktu ve öyle de yaptı genç adam…
Şiir yüzlü kızın getirdiği soğuk çayından bir yudum aldı, kekremsi bir tat ağzına yayıldı. Suratını ekşitti. Artık başı da-yanılmayacak bir haldeydi. Zararlı olduğunu bildiği halde i-laçtan iki tane daha aldı. Fakat nafile. İlaç kutusuna küfrettik-ten sonra, sıra istediği en son şeye geldi: İçinde gizlediği o dayanılmaz ağırlıktaki sırrı ifşa etmek. İfşa etmek ona müthiş bir işkence gibi geliyordu. İstemeye istemeye yerinden kalktı. Hiçbir şey demeden ve hışımla.
Bir arabada gördüğü dolarları hatırladığında, rüzgarın ye-lesinde ülkeden ülkeye, beyinden yüreğe nasıl fırtınalarla koş-tuğunu anımsadı. Uzansa her teline elleri yanar, her biri az değil, tam altmış beş bin Mark’a bir masadan uçar, bir başka masaya konardı. İşte o zaman da genç adamın bu körkütük gidiş içinde insanlık adına yüreği bir başka kanardı.
Yaşadığı acı olaylar sebebiyle hayatta kimseyi sevmemişti, kendini bile. Hatta birlikte gezen mutlu çiftlerin arkasından sık sık küfrederdi. Şu polisler, şu işkenceciler, ah bir de zin-danlar olmasa ne kadar rahat edecekti. “Topunuzun Allah belasını versin” diye bağırdı ona selam veren gurbet kuşları-na. Bu yüzden kimseye selam vermezdi, sanki birine “günay-dın” ya da “iyi günler” deyince bir şey olacak mıydı? Hayır! O zaman selam vermeye gerek yoktu.
Çocuksu duyguları, içinde batıp çıkıyordu. Bir yaz gönüy-dü ve daha yitirmediği saatleri vardı önünde. Avare sakalını sıvazladı. Uzaktan küçük ama sevimli karaltılar fark ediliyor-du. Oyun oynayan karaltılar, titrek gölgeler ve bağırıp çağırış sırasında süren mutluluk oyunu. Kafasındaki işkencecinin öldüğünü hissetti. Baş ağrısı geçmişti.
İlk defa göğsünün oralarda bir yerde garip bir kıpırtı his-setti. O kıpırtı tüm vücudunu titretti. Bu kıpırtıyı bir yerden tanıyor gibiydi. Hatırladı. Annesi ona elma şekeri aldığında hissettiği kıpırtının aynısıydı bu. Birden adam kalbinin kuş tüyleri kadar yumuşak ve zavallı olduğunu hissetti. Kalbi dal-ga dalga kabardı. Kabaran kalbi gözlerinden boşandı. İki damla yaş, temiz, masum, iki damla yaş yanaklarından aşağı kaydı. Genç adam ağlıyordu. Vücudu tir tir titriyordu. Bu yeni duygu onu heyecanlandırmıştı. Hissettiği acılar uzun zamandır hissetmediği, tatmadığı bir duyguyu tattırmış, hatır-latmıştı.
Uzun zamandır sakladığı duyguları bir bir yaşıyor, bu onu daha da heyecanlandırıyordu. Yüzü gülmekle ağlamak ara-sında bir yerdeydi. Yitip gitmiş hisleri şimdi geri gelmişti, o dayanılmaz acılar sayesinde. Çay bardağını gizlemek isterce-sine avuçlarının arasına aldı, parmaklarını kapattı. Şimdi bar-dak elleri arasında adeta kaybolmuştu. Sadece çay görünü-yordu, zayıf ve titrek parmaklarının arasından. Acılar artık yüreğindeydi, orada çırpınıyordu. Başını pencereden gökyü-züne uzattı. Mavi gökyüzü pamuk gibi bulutlarla sarmaş do-laştı. Eski dost güneş sıcak pırıltılarını etrafa saçıyordu. Genç adam güneşte kendini gördü. Güneş gülüyordu. Genç adam ise her zamanki gibi somurtkan. Kavgası dağlarda bilinci ku-şanmış, zindanlarda dirence sarılmış ve haykıran dudaklar her ihanet vakti çöl çöl yarılmıştı. O'nun tutsak olduğu ha-pishanenin adı, bu nedenle Saygon zindanlarıyla eş tutuldu. Diyarbakır zindanından ölü çıkacağını düşündü, şansına 'sağ' çıktı.
Dışarıdaydı dışarıda olmasına ama, takipler, kovalamaca-lar yakasından düşmüyordu bir türlü. Üstüne üstlük yıllarca önce bıraktığı ülkeyi de bulamıyordu. Her şey çok değişmişti. Hiçbir şey ona göre değildi. Çıktığı zaman tünelinden hayata uyumu uyumsuzluk olmuştu.
İlk soğuk duşu bu oldu. Ağır şoklar vurdu beynine, kural-sızlığın tarifsiz kurallarla iğdiş edildiği bir diyardaydı artık.
Bakıyor, şaşırıyor kendi yüreğinin mezarlığına gömülü-yordu. Dakikası dakikasına gelen trenler, saniyesini şaşırma-yan troleybüsler ve onların bir parçası haline gelen insanlar onu anlamakta güçlük çekiyorlardı.
İyice gömüldü yüreğine. Beyninde biriken çelişkileri çözemiyor ama, taşınamayacak kadar çoğalan çelişkiler genç adamı bölük bölük bitiriyordu. Giderek parçalanıyor, dağılı-yordu. Ağır bir sis bulutu içinde kayboluyordu adeta. Bu ne-denlerdir ki sigaraya ve çaya sığındı. Yalnızlaştı, kendi derin-liklerine indi, bilinmez labirentlerde dolaşıp durdu.
Neyi anlasın ki? Anlaşılmazı anlamakta zorlanmakta hak-lıydı. Çünkü ona göre değildi en iyi değerlerin pazarlarda ranta çevrilmesi...
Onu dışarıda ilk önce iç bunaltıcı bir sıcak karşıladı. Sıcak yüzünü yakıyordu. Sıcağa bela okudu ve suratını ekşite ekşite yorgun ayaklarını sürümeye koyuldu. Çocuklar sokakta koşu-şuyordu. Şımarık çocukları hiç sevmezdi. Onlar sadece sorun yaratan küçük baş belalarıydı. Ona kalsa hepsini yatılı askeri okullara verirdi. Çünkü çocuk disiplinli olmalıydı.
Başının zonklaması yerini giderek artan düzensiz davul seslerine bırakıyordu. Ağrıya küfrettikten sonra bir tane daha ilaç aldı.”Bu iğrenç günün şerefine” deyip ilacı yuttu. Sonra bir tane daha ve bir tane daha. Duş almak büyük bir zahmet olacaktı. Haklıydı da. Şimdi kim gidip duş alacaktı, hele böyle bir günün böyle bir saatinde. Sakallarını da kesmedi. O bi-çimsiz kaba saba elbisesi ve terli pis sakallarıyla bir ayyaş gibi olduğunu düşünüyordu.
Anlamıyordu. Nefes almak bazen yeterli olmuyordu. Yetmeyebiliyordu. İnsan başka sebeplerden dolayı da ölebi-lirdi. Bu karanlık onu öldürebilirdi! Hatta karanlığın da güç-leri yok muydu? Karanlıklar güçsüz müydü ki? Karanlığın güçleri sadece fazla görülmediklerinden bilinmezler. Ama karanlık güçler insanı çok daha rahat öldürür aydınlık güç-lerden. Hiç kimse bunu anlamıyor.
“Neden bütün bu aksilikler beni bulur, neden ben bu ka-dar şansızım” diye söylendi kendi kendine. Derinden bir of çekti. Ağrı gözlerinin üstüne inmişti, kafasındaki sarhoş iş-kenceci oraya buraya yumruk atıyordu. Evlerinin karşısındaki parkta korkuluk gibi bir ağacın altına oturmuş çifte nefret ve biraz da kıskançlıkla baktı.
Diyarbakır’ı hatırladı oracıkta. Doğduğu yerlere koştu yü-reği. Acıyordu koca şehre. Uzaktan masum gülümseyişini gördü yaşlı şehrin. Oysa bir destandı Diyarbakır kalesi ve Diyarbakır zindanında ateşle sevişen “dört inanmış adam”ın izlerini taşıyordu koca şehir. Diyarbakır zindanında yaşamak bir destandı yıllar boyu sürecek.
“Küçük zekaların ve büyük imparatorlukların hastalığı or-taktır” sözü bir davul tokmağı gibi zonkladı beyninde. Bir an gökyüzünü haleye boğmuş ayı ve işkence odalarında yere düşmüş ölüleri düşündü elinde olmadan. Alnına ay vurmuş ölüleri. Son yazdığı bir şiiri hatırlamaya çalıştı kendi kendine.
“Bir ölüm kadar acı,
Güz ortasında ayağındaki çizmesiyle
Elindeki salçalı ekmeğini ısıran
Doğulu çocuğun
Önüne dikili gökdelenlere
Umutsuz bakışları
Bir cehennem kadar kahredici,
Eşinden başka bekleyecek kimsesi olmayan,
Bir kış günü kardan soğuk odasında
Eli boş döneceğini bildiği
Hayırsız eşini bekleyen
Doğulu kadının bacası tüten,
Kapısında köpekler havlayan,
Sadece düşleyebildiği evlere
İç geçirişi.
Ayrılık kadar acı,
Birleşen mutsuzluklar.
Bir ilkbahar şebnemini andırır
Ay ışığında düşlenen yüzler.
Tebessümü yağmur olur,
Kan yağar vuslat iklimine.
Celal'i değil, Cemal'i sayıklar
Bir kış gecesi deniz kenarında yudumlanan
"tavşan kanı bu abi" dedirten
Sevgi kadar sıcak çaylar.
Martılar kadar güzel bakışlar,
İki ok gibi.
Biri lillah, diğeri ileyhi ezgisiyle ritim içinde.
Burak aramaz
Bu çirkef ihtiyar bataklığın
Kanatsız uçan genç ümitleri.
Kurumak için güneşi beklemez çamaşırlar.
Ateşsiz pişer burda yemekler.
Dünya alın sizin olsun
Barut fıçısı.
Ateşini Merih'ten alacağım senin;
Uğruna ölünülen saatsiz bomba.”
Kadri Çelik
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
19 Ağustos 2007       Mesaj #1194
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Affın Erdemi Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir sure sonra , genç adam , uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkum olduğunu açıklamış. Mahkumiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki , ne ziyaretine gelmişler , ne de bir mektup yollamışlar. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini , cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor ; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş.

Ailesinin işini kolaylaştırmak için , kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse , raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa , hiç bir şey yapmayacaklar , o da trende kalıp Batıya gidecek , belki de bir serseri olacakmış.

Tren , kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki , pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş.
Bir dakika sonra elini genç mahkumun koluna koymuş ,
“ Şuraya bak ” demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş. “ Her şey yolunda , bütün ağaç bembeyaz kurdelalarla bezenmiş ”.

O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar , adeta , birden dağılmış , kaybolmuş.

"Affetmezseniz sevemezsiniz.
Sevgisiz hayat ise anlamsızdır"
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Ağustos 2007       Mesaj #1195
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aynanız Ağlıyor mu?Duru bir sudan daha derindi ayna. Binlerce demir parçasının ateşte eritilip bir bütün demir parçası elde edildiği gibi onu da kim bilir kaç kum tanesinden elde etmişler, içine kim bilir daha neler katmışlardı.

İlk halini hatırlıyor, kendini göremiyordu... Yeni doğmuş bir çocuk gibi şuursuzdu.

Bir yanı siyah giyindiği gün içi gibi her yeri ışıldıyordu. Hele altın rengindeki çerçeveye sahip olduğu gün tacını giymiş kral gibi gülümsüyordu.

Beyaz bir duvara asıldı. Artık sırtını dayadığı duvara bir çivi ile bağlanarak onunla dost olmuştu.

Yaşamın bir penceresi olmuştu. Her şeyi olduğu gibi gerçek, tarafsız ve yorumsuz yansıtan bir pencere.

Ağlayanla ağlıyor, gülenle gülüyordu. Görmek istediği gibi bakanlar oluyordu aynaya. Onlara görmek istediklerini göstermenin, içinde açtığı yarayı anlayabilmek çok zordu.

Maskeli yüzlerin maskesiyle karşılaşmak, yüreklerindeki acımasızlığın riyanın vefasızlığın yüzlerine akseden yönleriyle karşılaşmak kolay değildi.

Özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, ayna sessiz sessiz ağlıyordu. Bazen kendi gözyaşlarını siliyor, bazen de yakalanıyordu. Neyse ki sıcaklık farkından oluştuğunu düşünerek siliyorlardı üstündeki damla damla yaşları. Oysa ayna ağlıyordu.

Kimi zaman yalnız başına kaldığında, bir gün dilinin çözülüp kendisine bakanlarla konuşacaklarını karşısında birine söyler gibi kendi kendine konuşuyordu:

"Siz insanlar ne tuhafsınız. Olduğunuz başka, olmak istediğiniz başka. Aradığınız başka, bulduğunuzu sandığınız daha başka. Dört bucakta aradığınız huzurun yanı başınızda olduğunu inatla görmek istemeyen garip varlıklar.

Bir gün ellerinizi şakaklarına dayayıp karşıma geçseniz... Düşünseniz... Kendi gözlerinizin içine baksanız derin derin. Her şeyin çaresini bulacaksınız. Huzurun, başarının, dostluğun, sadakatin, samimiyetin ta kendisini...

Sorun da içinizde, çözüm de... Maskeyi yırtmanın yolu da bu...

Bir kalem alıp elinize kendinizi çizseniz yüzünüzü nasıl çizersiniz. Masum çocukluğunuzun kaybolan hüznüyle mi?

Ya benim halim?... Sizi her saniye görmek istediğiniz şekille resmetmek zorundayım. En zoru da; olmak istediğinizi anlamakta çekiyorum.

Nelerinizi görmüyorum ki... Benden ayrı olduğunuzda yaptıklarınızı bile okuyorum yüzlerinizde.

Bazen uyarmak istediğim oluyor sizi, olduğunuz gibi gösteriyorum. "Şimdi kötü görünüyorum" diyorsunuz. Yine de kötü olduğunuzu kabullenmiyorsunuz. Sizin üzdüklerinizi unutup, sizi üzmekten korkarak eski halime çekiniyorum.

Az da olsa gözlerinizin içinin güldüğü oluyor. Bazen ilahi bir lütuf gibi samimice gözlerinizin yaşardığında sizi, ne çok seviyorum.

Gerçek hayatta yaptıklarınızı romanlarda, hikayelerde, filmlerde bir başkasının yaptığını gördüğünüzde; sanki onları siz yapmamışçasına mağdur olandan yana olup sizi temsil edene kızıyorsunuz. Ne büyük çelişki?.

Ben aynalığımdan utanıyorum. Ama siz...

Kendinize böyle yabancı olmasanız... Biraz olsun ruhunuzu dinleseniz karşımda. Kendinizi sorgulasanız...

İçinizden birinin dediği gibi Suçlarınız yüzünüzde görünseydi biz aynaları satın almazdınız' Yüzünüzde maske var. Yaşlanınca maskeyi bir parça çıkarıyorsunuz. Bu kez de, aynalar yalan söylüyor diye yalancılıkla suçluyorsunuz.

Görmeyi bilseniz, görmek isteseniz, her biriniz bir ayna. Ama siyah gözlüklerle gizliyorsunuz gözlerinizi. Cenazelerde ağlamadığınız bilinmesin, dışarıda nereye baktığınız fark edilmesin diye.

Merhametin yokluğu, kıskançlığın hakimiyeti belli olmasın diye.

Yalan söyleyen dudaklarınızı boyalarla kapatıyor, kirlenen yüzünüzü fondötenlerle kremlerle örtüyorsunuz.

İmrenilecek halinizde yok değil. Siz, yanlışlarınızı bana göre çok kısa hayatınızda kolayca taşırken, ben doğruluğu sonsuza yakın taşımak zorundayım.

Fanilik bazen, ne güzel diyorum.

Bir tırtılın kelebeğe dönüştükten sonraki ömrü, gül bahçesinde de geçse en fazla bir gün.. Sizlerin de atmış, yetmiş, nihayet yüz yıl... Bu süreler içinde yer, içer çoğalır; dilediğiniz gibi yaşarsınız. Her gün üzerime konan karasinekler bile 3 gün yaşar.

Oysa ben büyüyemem, çoğalamam. Sekiz bin yıl önce Çatalhöyük'te var olan en eski atam bile sizin elinizde. Rahat bırakmamışsınız...

Sizin toprak olma hakkınız var. Biz aynaların kuma dönüşme hakkımız yok nedense?"

Ayna böyle söylüyor, kırılgan bir yürekle hayata tutunmaya çalışan insanlar gibi, beyaz duvara ufacık bir çiviyle tutunuyordu.

Duvar bir gün "yeter" dedi.
Çivinin prangasını çözdü.
Ayna yere düştü.
Kırıldı.

Şimdi ayna bir köşede özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, sessiz sessiz ağlıyor. Her şeye rağmen kendi doğrularıyla var olmanın mutluluk gözyaşları bir yandan; eğilenlerin, bükülenlerin açması haline yönelik hüzün bulutları diğer yandan. Sahi sizin de aynanız var mı? Aynanız ağlıyor mu?
Kenan Yaşar
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
20 Ağustos 2007       Mesaj #1196
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
Bir gun susmayI ogrendim. Oyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktIm.
Cunku susmak benim kucucuk dunyamda babamla kurdugum iletisim tarzIydI. Babam aksamlarI eve yorgun donerdi. Ben butun gun evde ******* onun gelisini iple cekerdim.

Daha o kapIdan girer girmez boynuna atIlIr onunla oynamak isterdim. Babam sarIlIr, oper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazIrlanInca annem cagIrIr bu defa masada bir araya gelirdik babamla.Onlar annemle konusurken ben araya girer, sesimi duyuramayInca da bagIrIrdIm. Babam sinirlenir, 'Butun gun insanlara kafa patlatmaktan bunaldIm, birde sen kafamI utuleme!' derdi. Annem de 'Butun gun zaten seninle ugrastIm, bir cift laf da mI konusturtmayacaksIn babanla?' diye

cIkIsIr, beni odama gonderirdi.
Caresiz bir sekilde boynumu buker odama yani hapishaneme dogru yol alIrdIm. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamIz bile yoktu, her seye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadIm.' diye bagIrmaya devam ederdi. 'Keske benim de bir odam olmasaydI, keske bizim de evimiz bir odalI olsaydI da hep birlikte otursaydIk' derdim icimden; ama yuksek sesle soylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanIr, eline kumandayI alIr, televizyon seyrederdi. Beni yanIna cagIrIr biraz severdi. Onun izleyecegi onemli birsey varsa
beni adeta yerimden bile kIpIrdatmazdI. AzIcIk hareket edip kosup oynamaya calIssam oda hapsim yeniden baslardI. Bir gun anladIm ki susunca babamla daha iyi anlasIyoruz. Bu defa susarak yapabilecegim oyunlar gelistirmeye basladIm. Once resim yaparak basladIm ise. Babam cizdigim resimleri cok begeniyor; 'Bak, boyle uslu uslu oyna iste.' diyordu. Babam bazen goz ucuyla bakIyor, resimle ilgili bir sey sorsam afallIyordu. Ama bana kIzarak beni artIk odama gondermiyordu.
'Son gunlerde ne de akIllandI benim oglum.' diye komsulara anlatIyordu annem halimi.
Resimlerim arttIkca ortalIk dagIlmaya basladI. Annem 'OdanI topla!'diye odama kapattIgInda ise nereden baslayacagImI bilemiyordum.
Ben bunlarla ugrasIrken zaman geciyor; ama odamI toparlamayI beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayI yasaklayacagIm.' dedi bir gun. Susuyor olmamI usluluk olarak degerlendiren ailem resim yapmayI da elimden alIrsa ben ne yapacaktIm?

Bu dusuncelerle bir aile tablosu yaptIm. Babam eve gelince uygun zamanI kolladIm. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya gecildi. Babam oturur oturmaz cizdigim resmi getirdim. Babam baktI. HIm, dedi 'Cok guzel olmus.Bu adam benim herhalde.' dedi.
Ben 'HayIr o adam degil, bu cocuk sensin.'dedim. O 'HayIr, bu adam benim, bu cocuk sensin, bu kucuk kIz da arkadasIn.'dedi.
Ben yine 'HayIr, o buyuk adam benim, bu kucuk adam sensin, bu kucuk kIz da annem.' dedim.
Babam benimle ugrasmaktan vazgecip: 'Peki neden bizi kucuk cizdin?' dedi. Heyecanla basladIm anlatmaya.Ben buyuyup adam olacagIm. Is bulup calIsacagIm. Siz yaslanIp kuculeceksiniz. Beliniz bukulecek, komsumuz Ahmet amca ile Ayse teyze gibi kucucuk kalacaksInIz. Ben isten geldigimde yorgun olacagIm. Siz benimle konusmaya calIstIgInIzda isyerinde kafam sismis olacagIndan sizi duymayacagIm bile. Siz benimle bir seyler paylasmak istediginizde 'Hadi odanIza cekilin de kafa dinleyeyim.' diyecegim. Ve bir de bagIracagIm 'Her seylerini alIyorum. SIcacIk odalarI da var, daha ne istiyorlar' diye.

Annemle babamIn gozleri fal tasI gibi acIlmIstI. DuyduklarIna inanamIyorlardI. Bana sarIlIp beni oyle icten bir oksayIslarI vardI ki sonsuza kadar konussam hic bIkmadan dinleyecekler gibiydi.
FarkInda' OlmalI Insan...Kendisinin, HayatIn OlaylarIn, GidisatIn FarkInda OlmalI...
Omur Dedigin Uc Gundur,

Dun Geldi Gecti...
Yarın mechuldur,
O Halde Omur Dedigin Bir Gundur,
O Da Bugundur….
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Ağustos 2007       Mesaj #1197
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk Masum DeğilSadece bir anlık konuşmadan sonra nedensiz buluşma bağladı yine
birbirimizi bize.Hiç anlamadık sebeplerini.Nedenlerini soramadan ellerimiz
birbirine çoktan kenetlenmişti.Sanki hiç kopmayacakmış gibi.Aklımdan
çıkmayan o hasret günleri,çektiğim çileler,haykırdığım isyanlar hiç biri
unutulmadı.O aylar boyunca ağladığım gecelerin hesabını kim verebilir
ki?kim beni o eski deli dolu günlerime döndürebilir ki?Aşk mıydı beni böyle
divane eden yoksa bu sadece onda mı gizli?Zaman sanki benimle birlikte o
vazgeçilemez aşkımı da alıp götürdü.Sürüklendim bir uçtan bir uca.Gelip de
elimden tutanım hiç olmadı.sevdim diye mi çektim bu acıları bunca
zaman.Hani sevip sevilmek çok güzeldi.Mutlu ederdi insanı;yetmiyor işte
mutlu olmak yetmiyor.Kimseler fark etmeden eriyip gidiyorsun ama nedenini
ne sen ne de başkası bilmiyor.Zaten kimsede öğrenmek istemiyor yalan
mı?Hayatımı mahvettiler,yaşarken öldürüldüm.sevdiğimin ardından en zayıf
noktamdan yakalandım.Giden sevgili yüzünden bitip,tükenmek çok kolaymış
meğersem,ölüm bir harekete bakarmış.Bunları anladın sevince.Her gün daha
fazla tükenen bir beden gördüm o aynanın karşısında.Halbuki bakılmaya
kıyılmayan kaç masum yüz verdik topraklara.Yine bilinmedi kıymet yine
anlamadılar değerlerini.Bu kedere bu derde aşk mı diyorlar?Sevgimi bunları
bize yaptıran.Kimler bu sözlerimden utanacak acaba?bunlara rağmen
anlayan yok beni değil mi?Ben yine mutlu olabilirim geçici bir süre.Ya
onlar acılarıda sevinçleride mezara gömülenler hiç anlamı yok.Aşkın azabı
kör hançerle kalplere yazılmış çoktan.Sonu yok ne benim için ne çekenler
için ne de aşk uğruna.Mezara Girenler İçin.

Merve Ağca
RuYa - avatarı
RuYa
Ziyaretçi
20 Ağustos 2007       Mesaj #1198
RuYa - avatarı
Ziyaretçi
akşamın çaresizliğine yaslanmış, öylece duruyordu.Hareket eden bir şeyler arıyordu gözleri, beni gördü gülümsedi.
''İyi akşamlar''dedi.''iyi akşamlar'' diye karşılık verdim.
'bir sigaran var mı abi?' diye sordu, 'Sigara içmiyorum' dedim.40 yaşını aşmıştı,solgun yüz hatları ve geceye direnemeyecek kadar berba giysileri vardı üzerinde.
tam yolumu çeviriyordum kionu bırakmaya gönlüm razı olmadı. ''Bekle'' dedim, büfeden 2 paket sigara alıp geldim,yüzünde bir ışık belirdi.
''SAğol''dedi siarasını yakarken,bakışlarıma sokuldu.
''Bu gece kim bilir kaçıncı çocuğunu doğuracak İstanbul''dedi,şaşırdım.
''Şiir gibi konuşuyorsun''dedim. ''Yok be abi''dedi. ''Biz kim, şiir kim!'' '' İstanbul eskiden İstanbul'du. Şimdi geceleri garip yaratıklar peydahlıyor'' derken daha bir şaşırdım.
Bu ilginç adam,gitmekle kalmak arasındaki tercihimi, kalmaktan yana kullanmamın sebebi oldu.

Ay bulutların arasına girdi o sıra, adam ikinci sigarayı yaktı.''Ah be abi '' dedi. ''Bir yanlışım bütün doğrularımı silip süpürdü.''
Yaralı yanına yaslandı sanki.
''Ne iş yapıyorsun?'' demek gafletine düştüm, kendi halinde solan bir güle.Hiç beklemediğim bir cevapla karşılaştım.''Politik zalimlerin ayak bastığı çiçeklere su veriyorum''dedi.

Ayın karanlık üzü hakimdi geceye.Adamın gözlerinin gölgesinde bile ışık vardı.Aynı kavgalarda büyüyüp, ayrı hayatlara dağılmış 2 eski dosttuk sanki.
''Düşlerimize ve düşüncelerimize bile sınır çizenler, tarihin büyük denizlerine açılacağımızı sanıyorlar''dedi.
''Kİmler?''dedim. ''Halkımız''diye cevap verdi. Pusulası vardı,önsezileri.

Sİgara isterken tabut ölçüsü alınmış gibi duran adam, bir hayat dedektifiydi sanki. ''Aşkı yeniden taçlandırmak gerek, O yüzden çocuklarınızı televizyonlardan uzak tutun'' diyerek, gecenin işaret fişeğini yaktı.

Usul usul yürüdü ve beni kendi yalnızlığımla baş başa bıraktı.

Bazen yolda bir sigara içimi sohbet etmeyi esirgediğiniz insanlarda, aslında ne değerli hazineler olduğunu bilemezsiniz...
telfets - avatarı
telfets
Ziyaretçi
20 Ağustos 2007       Mesaj #1199
telfets - avatarı
Ziyaretçi
seni hep seweceğim Msn Sad
Daha kaç geceler böyle sessiz, böyle sensiz yaşayacağım? Bilmiyor musun ki ey yar, beni ne çok mahvediyor uzaklığın, ne çok bölüyor kalbimi kalbin... Bir gece daha başlıyor... Önümde upuzun yaşayacağım bir gecem, bir karanlığım daha var. Saatlere, saniyelere gireceğin; damarımdaki kanıma kadar işleyeceğin bir gecem daha başlıyor... Bir gecem, bir sevdam daha başlıyor ama yazık ki gözyaşları ma giren olmayacaksın yinede. Beni artık acılarımla baş başa bıraktı ağlamalarım. Gözyaşlarım bile beni terketti.Sen geldiğinden, sen olduğundan beri tüm herşey beni terketti. Ben de tükettim onları zaten. Evet artık geceleri uyuyamıyorum. Karanlıklar başlar başlamaz başlıyor kalbimin aglamaları.Önceleri onları dinlemeye, onlara ses vermeye çalışıyordum. Farketmiyormuşum gibi davranıyordum. Sırf o karanlık geceyle yüz yüze gelmemek için. Biliyordum o yalnızlığı yaşamam gerekiyordu. Bir insan arıyordum yanımda, geceyi bana unutturacak. Onun iyi, güzel ve çirkin olması da önem taşımıyordu. Yeter ki olsun yanımda. Olsun ki gece üzerime üzerime gelmesin. Yanımda birini görüp vazgeçsin benden.Veya yanımda birileri olsun da unutayım istiyordum SENİ. Biliyordum ki geceyle yüz yüze kaldığım zaman Sevda dışında bir şey olmayacaktım. Sonra, sonra bu dönem de kayboldu. Yalnızlığı arayan, yalnızlığa özlem duyan oldum.O karanlık gecelerin ıssızlığına gömülmekten kaçamaz oldum. Çünkü onlar da seni buluyordum. Çünkü bana gündüzlerin veremediğini veriyordu geceler SENİ... Gündüzlerde yoktun, aydınlarda yanımda yürüyen değildin. Ama geceleri öyle miydi? Geceleri yüreğimde yürüyordun ve ben adımlarında yaşayandım. Artık uyuyamıyorum. Hem de hiç mi hiç Ne kadar çabalasam da olmuyor. Bir garip ağırlıkla kah seni bekleyerek kah gelmeyeceğinden emin olarak geçiriyordum saatleri. Seni yaşıyordum. Gecelerde yüz yüze kalıyorduk seninle.Gece vefalı, fedakar bir anne gibi kucağına alıyor beni sabaha kadar götürüyordu. Zaman akıyormuydu, geçiyor muydu bilen değilim. Hiçbir zaman da bilen olmadım. Bu yaralarla, bu kanıma işleyen aşk yangınlarıyla sabaha nasıl kül olmadan varabiliyordum? Bilmiyorum gerçekten. Yanmaktan ateş olduğum bu gecelerde beni tüketmeyen neydi?Sevgin mi? Beni evirip çevirip kora getiren söndürmeyen neydi?Bağrımdaki yangından neden yok olmuyordum? Beni sabaha vardıran geceler miydi yoksa? Geceler Benim gecelerim.... Senin gecelerin... Seni yaşadığım Geceler. Gönlümde bir derin yarasın sen! Bu gecelerde de çok şey istedim bir şeyler yapabilmeyi. Elime çoğu kez kalem kağıt alıp seni yazmayı istedim. Olmadı ama.Kalbim seninle öylesine doluydu ki her hareketim sönük kalıyordu. Ben çaresizliği kapılıp gidiyordum. Ne yaptığımı bilmiyordum. Saatlerce, saatlerce oturup seni düşünüyordum. Kalbimde bastırmaya çalıştığım duygularıma ilk olarak geceleri yaşama hakkı veriyordum. Herkesten gizlemeye çalıştığım o korları gecelere çıkartıyordum sanki. Gecelerden saklamıyordum hiçbirşeyi. Gecelerle paylaşıyordum, ve geceler sarıyordu beni. Beni alıp sensizliğin okyanusunda boğmuyordu. Beni sensizliğin zirvesinde, en uç noktasında aşkın sonsuzluğuna götürüyordu. Artık bu geceleri sevmeye başlıyorum. Bana seni getiren geceler...Benim gecelerim onlar...Benim senlerim benim yalnızlıklarım, benim aşklarım diyebildiğim gecelerim.Evet artık uyuyamayan, ağlayamayan gözlerime ağlamıyorum. Gecelerimi de feda ediyorum sana. Gündüzlerde söyleyemediklerimi gecelerde haykırıyorum. Ve uçsuz bucaksız seviyorum seviyorum SEVİYORUM. Artık uyuyamıyorum, evet. Uykular haram oldu bana senden sonra. Hem nasıl uyuyabilirim ki? Gözlerin var artık gecelerimde, senin gözlerin senin karanlık gözlerin.. Hiç görmediğim gözlerin.... Sanıyorum ki artık sana yalnız ben değil, geceler de vurgun! Beni böylesine koynuna alışı, karanlığında bunca aydınlatması neden? Evet sen öyle güzel, öyle güzelsin ki, geceler de seni sevdi.Öyle ki sana ihanet edip de seni yaşamıyormuşçasına uyumaya, gözlerimi yummaya çalıştığım zaman hemen giriveriyorlar içime ve seni getiriyorlar bana. Gözlerimi öyle bir açıyorlar ki bir dahasına kapayamıyorum bile... Ve ağlayabilmeyi diliyorum bazı geceler. Bunu gecelerden sonsuza diliyorum. Ağlasam, doyasıya hıçkırırcasına ağlasam belki seni bir parçacık olsa unutur ve kendi içime gömülür birazcık gözlerimi yumabilirim diye düşünüyorum. Sabahları uykuda yakalayan olmaktan çıkıp, sabahları uykuda bulunan olmak istiyorum. Bunun için istiyorum ağlayabilmeyi. Sana olan özlemimi, içimde bir dağ kadar ululaşmış hasretini belki bir parça dindirebilirim diye düşünüyorum. Belki seni birazcık gömebilirim de yüreğime, rahatlarım diye umuyorum olmuyor. Ağlamaya çalışıyorum, ağlamalarım bana isyanlar ediyor. Geceler bana bu isteğimi vermiyor. Ne zaman ağlasam yalnızca ve yalnızca bir iki gözyaşı olup kalıyorsun gözlerimlde. Gözlerimde donan birkaç damla yaş oluyorsun, o yaşları da sarıyor geceler. O yaşlarla birlikte alıyor yanına geceler beni... Geceler unutmamı istemiyor seni, geceler bana ihanet ediyor. Geceler senden yana sevdiğim, geceler seni yaşamamı istiyor. Sözümü dinlemiyor.... Güneşi özlediğim oluyor arada bir. Yeter diyorum bunca yıldızla arkadaş olduğum. Seni unutup da yıldızları gördüğüm anlar olursa tabii. Beni böyle gördükleri zaman anlamıyor insanlar. Nasıl böyle saatlerce kalabildiğimi sorup duruyorlar. Böyle tüm dünya uyku içindeyken benim nasıl karanlığın içinde bakışlarımı dayattığımın sırrını anlamıyorlar. Ve onlar bilmiyorlar ki içim bir kordur...Tüm dünya, tüm tabiat susmalarda ve uykulardadır belki ama benim yüreğimde gizlenmektedir tüm dünya... Ben içime tüm insanları,,, tüm milyarları almışım. Farkında değiller. Herkesi ve herşeyleri sığdırmışım içime. Bir sen sığmıyorsun, bir seni sığdıramıyorum kalbime, bilmiyorlar...Ve senin uzaklığın, ve senin gece kadar olan uzaklığın... Bana öyle uzak öyle yabancısın ki sevdiğim, seni senden istemeye korkuyorum. Geceleri bu yüzden seviyorum. Seni sevmeme engel olmuyor, seni bana getiriyor... ve seni gecenin karanlığında buluşumdandır seni gündüzleri istemeyişim. Evet sevdiğim bana her şeyden ve herkesten uzaksın. Herkesin yaşamına giriyor, her şeyi paylaşıyorsun insanlarla... Ama bana gelmiyorsun. Ama ama sitem bile etmiyorum... Sana söyleyecek söz bulamıyorum. Söyleyecek bir şeyler arasam ve bulsam biliyorum geceler alır onu elimden, dilimden de. Sana söyleyeceklerimin hesabını yapsam sabahlar buna izin vermez. Ve ben seni yaşıyorum. Olsa olsa sana BU SEVGİYİ YAŞA diyebilirim.Gel birlikte yaşayalım demeye dilim varmaz. Geceler bunu bırakmaz yanına. Kaybettiğim değilsin. Ben seni hiç yitirmedim. Çünkü içimde taşıdığımdın hep. Benden bir parça oldun sen. Ben kendimi yitirmediğim sürece sen de kaybolmayacaksın. Evet, seni anlamakla, seni yaşamakla, seni sevmekle geçirdiğim bu gecelerde, sabahladığım bu gecelerde, benden çok uzaklarda bulunan sana uykularında bir rahatlık veriyorsa sevdam, ne mutlu bana. Gecelerim...Sarın yaralarımı geceler demiş bir şair.. Beni bu geceler mahvetti desem haksızlık mı ederim onlara. Beni sen mahvettim desem yalan olur bu. Ama beni bu geceler, geceleri de bana musallat eden sensin. Senin sevdanla başladı gecelere sevda yazmam. Sevda masalı okumam bundandı. Ben bu gecelerde tüm karanlıkları dağıtabilirim. Bana hüzünlerini, bana acılarını ver sevdiğim. Ver ki senin acılarını da ortak edeyim gecelerime. Ver ki gecelerle kavgalı olayım. Şimdi seni getirdikleri için onlara ses bile çıkarmıyorum. Sen yaşadığımsın, yaşatanımsın. Sevdamsın sen... Belki ben anlatamıyorum ama geceler bu sevdaya şahittir. Çünkü artık onlarda bu aşka ortak oldular. Belki benden bile çok seviyorlar seni. Ben seni hiç mi hiç gözlerimle bitirmek istemedim. Ve gecelerin içinde, gecelerle birlikte hep sevdim seni...VE HEP SEVECEĞİM...

Öldürecektim seni Öldürecektim seni bende ;kendimde o gücü bulabilseydim eğer...
Sindiremeyecektim senden kalanları benden uzak mezarlara koymaya!!Diyar
diyar dolaşıp yine içime gömecektim seni en sonunda...
"Ben demiştim" diyenlere, üzüntümü belli etmemek için
kuşandığım, mekanik tebessümlerimin ardındaki yaşlarla sulayacaktım taze
mezar toprağına ektiğim çiçekleri... Ama ben seni içimde öldürmeye
kıyamadım....



Başarabilseydim incitecektim seni,incinmişliğimin verdiği cahil
cesaretle.. Ne var ne yok sayıp dökecektim karşına geçip..


Kendimi hayrete düşürürcesine birer tokat gibi vuracaktım hiç
kullanmadığım o ağır lafları..


Kıracaktım seni bin bir parçaya ayırana kadar..Duvardan duvara
fırlatacaktım sevgi diye önüme sunduğun hastalıklı duygularını.....Ama
ben seni incitmeye de kıyamadım....



Elimden gelseydi unutacaktım seni..
Gözlerimden silecektim hayalini ve dilimden adını. Duman duman atacaktım
seni bu şehirdeki tüm bacalardan;ama soluduğum havaya karışıp yine
dolacaktın ciğerlerime.
Onlarca damla döküp göz pınarlarımdan akıtacaktım seni sevgimin atığı
diye;ama ıslaklığın kalacaktı elmacık kemiklerimde..
Bu kez de tenimin tuzuna karışacaktın. "Sözümü tutacağım ,adını
anmayacağım"nağmelerini dinleyip neyi unutacağımı unutacaktım seni
unutayım derken.. Zaten ben seni unutmaya da kıyamadım......



Ne kadar çabuk geldi ayrılık...Oysa daha yeni başlamıştık birbirimize ayak
uydurmaya,daha doğrusu ayak uyduramamaya..Nedensizliklerin iç çekişlerini
dinlerken vedalar bozdu suskunluğumuzu.. Bana mıydı kızgınlığın yoksa
kendine mi anlamadım... Kaçar gibi veda ettin...
Oysa ben seni sevmelere doyamadım!!!

Öldürecektim seni..
incitecektim seni..
unutacaktım seni...
ama lanet olsun!!! kı-ya-ma-dım.
Son düzenleyen telfets; 20 Ağustos 2007 23:04 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Snow_Flake - avatarı
Snow_Flake
Ziyaretçi
21 Ağustos 2007       Mesaj #1200
Snow_Flake - avatarı
Ziyaretçi
Orta yaşlı ve düzgün giyimli bir adam sessizce kafeye girerek köşedeki masaya oturur . Garsona sipariş vermek için beklerken yan masadaki gençlerin kendisine bakarak güldüklerini fark eder . Belli ki yakasına taktığı küçük pembe kurdele şeklindeki rozetine gülmektedirler . Bu alaylı bakışları görmezden gelen adam yan masadakilerin bu ısrarlı sırıtmalarına dayanamayarak elini lacivert ceketinin yakasındaki rozete götürerek ,

"Bu mu?" diye bakışlarıyla sorar . Bunun üzerine yan masadakiler yüksek sesle gülerek ,

"Küçük güzel pembe kurdeleniz lacivert ceketinize pek te yakışmış !"diyerek sırıtmaya devam ederler . Orta yaşlı adam yan masadan bu sözü söyleyen delikanlıya dönerek ,

"Lütfen masama buyurun bunu tartışalım" der .

Biraz önce tüm sevimsizliğiyle sırıtan delikanlı sebebini anlayamadığı bir utanma ve sıkıntı hissine kapılsa da gelip masaya oturur . Orta yaşlı anlayışlı ve yumuşak bir sesle ,

"Bu rozet tüm dünyada , içinde olduğumuz Ekim ayında , kadınların göğüs kanseri bilincini yaygınlaştırmayı ifade ediyor . Ben bu rozeti annemin adına takıyorum ." der . Bu açıklama karşısında şaşkınlaşan delikanlı ,

"Çok üzüldüm , anneniz göğüs kanserinden mi öldü ? diye sorar .

"Hayır" diye cevaplar orta yaşlı adam , "Annem sağ , ama beni bebekliğimde göğüsüyle besledi . Bu yüzden annemin göğüsü için ve sağlığı için Tanrı' ya şükür ediyorum" diye devam eder .

" hımm" diye kekeler delikanlı . "Peki"

"Bu rozeti karım için takıyorum" diye devam eder orta yaşlı adam .

"Karınız da herhalde iyi ?" diye sorar delikanlı .

"Evet , evet" diye cevaplar orta yaşlı adam. "Karımın göğüsü her ikimiz için aşk ve sevgi kaynağı olmuştur her zaman , ayrıca 23 yıl önce sevgili kızımızı beslemiştir göğüsüyle . Karımın göğüsü ve sağlığı için de Tanrı' ya şükür ediyorum" diye devam eder .

" Sanırım kızınızın sağlığı için de takıyorsunuz ?" diye sorar delikanlı .
"Hayır" diye cevaplar orta yaşlı adam üzüntüyle . "Kızımı bir ay önce göğüs kanseri nedeniyle kaybettik . Yaşının çok genç olduğunu düşünerek ihmal etmiş göğüsünde fark ettiği kitleyi , bu nedenle geç kaldık" .

Genç delikanlı , yüzündeki utangaç ve üzüntülü bir ifadeyle
"Çok üzgünüm beyim özür dilerim" der .

"Kızımın anısına öğünerek takıyorum bu küçük pembe kurdeleyi . Bu sayede çevremdekileri de aydınlatabiliyorum . Şimdi evine git ve karınla , kızınla , annenle konuş" diye devam eder orta yaşlı adam , yavaşça elini cebine uzanarak çıkardığı küçük pembe kurdele rozetini uzatırken . Delikanlı yavaşça öne uzanarak

"Yardım edebilir misiniz ?" diye mahcup mahcup sorar ...


Ekim ayı , göğüs sağlığı bilincini geliştirme ayı . 40 yaşına gelen her kadın her yıl bir defa muayene olmalı ve mamografi denilen göğüs filmini çektirmeli , bunu çevresindeki kadınlara da anlatarak onları bu konuda teşvik etmeli . Saygılarımızla , size ve tüm kadınlara sağlıklı günler dileğiyle. . .

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat