Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 121

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.280 Cevap: 1.812
Snow_Flake - avatarı
Snow_Flake
Ziyaretçi
21 Ağustos 2007       Mesaj #1201
Snow_Flake - avatarı
Ziyaretçi
Ülkenin birinde kral birgün çok güzel bir deniz manzarası çizmesi için ülkenin en iyi iki ressamını çağırır... Resimlerden hangisini beğenirse onu alıcak ve ressama yüklü bir meblağ ödeyecektir... Ressamlardan biri yaşlı ve tecrübeliyken diğeri çok gençtir... Yaşlı ressam tecrübelerinden faydalanarak göz alıcı, cafcaflı bir deniz manzarası çizmeye başlar, genç ressamsa tek tek her damlayı çizmeye çalışmaktadır... Bir ay sonra yaşlı ressam resmini bitirmişken genç ressam henüz resmin binde birini bile tamamlayamamıştır... Kral resimlere baktıktan sonra yaşlı ressamın yaptığı resmi beğenir, diğeri zaten bitecek gibi gözükmemektedir... Kral biten resmi alır ve genç ressama çizmesine gerek kalmadığını, diğer resmi aldığını söyler... Fakat genç ressam çizmeye devam eder, balıkların pullarına kadar tek tek uğraşmaktadır... aradan yıllar geçer, genç ressam artık iyice yaşlanmıştır, ölüm fazla uzak değildir ancak hala resmin yarısı bitmemiştir... Bir arkadaşı daha fazla dayanamaz ve ressama sorar... - Artık iyice yaşlandın, bu resmi bitirmeye ömrün yetmeyecek, neden sen de diğer ressamlar gibi resmini bitirmiyorsun..? Ressam şöyle der... - Ben; bu resme bakıp deniz zannetsinler diye değil, denize bakıp resim zannetsinler diye çiziyorum...

Sponsorlu Bağlantılar
Snow_Flake - avatarı
Snow_Flake
Ziyaretçi
21 Ağustos 2007       Mesaj #1202
Snow_Flake - avatarı
Ziyaretçi
Bir yaz günü, plajda oturuyor, kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum. Her ikisi de, deniz kıyısında, kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl çalışıyorlardı. Kale neredeyse tamamlanmışken , büyük bir dalga gelip kaleyi bozdu. Her şey, bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü.

Sponsorlu Bağlantılar

Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların göz yaşlarına boğulmalarını bekliyordum. Ama çocuklar beni şaşırttı.

Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler.
Çocukların , o anda bana önemli bir ders öğrettiklerini fark ettim.

Yaşamımızdaki her şey, yaratmak için üstünde çok zaman ve enerji sarf ettiğimiz her karmaşık yapı , aslında kumdan yapılmışlardır. Sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir.

Er ya da geç, bir dalga gelip, kurmak için yoğun çaba sarf ettiğimiz çalışmaları anında yıkabilir. Böyle bir durum karşısında, sadece yanında tutacak bir eli olan insan gülümseyebilir....

Rabi Harold Kushner

_________________
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ağustos 2007       Mesaj #1203
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AşkBiliyor musun benden bir şeyleri anlatmamı istediler ve ben de seni anlatmaya karar verdim. Bakalım beğenecek misin. Ne olur bana kızsan bile çıkıp gitme hayatımdan. Biliyorsun beni, sensiz olmuyor. Şimdi ise sadece dinle...
Herkes bu güne kadar onu anlatmaya çalıştı ama nedense kelimeleri yarı yolda kaza yaptı. Çünkü hep yolun yanlı tarafından başladılar yolculuğa bu düşsel dünyada.
Aslında ben de nerden başlayacağımı bilemiyorum ama sanırım en doğrusu şu kelimelerle olur...
O hiç beklenmedik bir anda çıkar karşınıza. O kadar ani yakalar ki sizi neye uğradığınızı şaşırısınız. Ne kadar kaçsanız da o sizi kovalar durur. Sonbaharda dökülen bir yaprağın parça parça olmasıdır bazen, elinizden sadece ağlamak gelir onun rüzgarda sürüklenişini izlerken.
Bir mucizenin başlangıcı oluverir. Damarlarınızda dolaşan kan gibi hayat verir size en umutsuz anınızda ama belki de sonradan, verdiği canı fazlası ile alır gider uzaklara, karışır karanlığa, bul bulablirsen...
Ama hayatınıza girdi mi bir kere, onsuz olmaz bir daha. Ne kadar acıtsa da batmamaya başlar bir süre sonra. Alışırsınız varlığına,kopamazsınız. Bir bakmışsınız vazgeçilmeziniz olmuş...
Ve yanlızlığın ta kendisidir o aynı zamanda da yanlızlığınızı paylaşandır. Nedense onun adı aşktır...
Duygu Tuncel
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ağustos 2007       Mesaj #1204
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
iki kalp arasında tek can
bizim için; İstanbul’un caddelerinde yaşlı bi kadın vardı, bi resim vardı elinde sadece, çok eski bi resim, herkeslere resimdeki kızı soruyordu, gördüğü herkese elindeki resmi gösteriyor, "lütfen bi daha biraz daha dikkatli bakın" diyordu, resimde gülümseyen güzel kız, onun kızıydı ve yıllar önce kaybolmuştu..... kayıtlara göre kızı 27 yaşındaydı, ona sorarsanız kızı daha 21 yaşındaydı, o kızından ayrı geçen 7 yılı hiç saymıyordu, çünkü zaman kızının kaybolduğu gün durmuştu... her gün sabah erken yollara düşüyordu, sokak sokak geziyor gördüğü herkesten elindeki resmi göstererek kızını soruyordu, hiç vazgeçmedi, umudunu hiç kaybetmedi, koskoca İstanbul’da kızını arıyordu yaşlı kadın... belki daha önce defalarca geçmişti bu sokaktan, belki şu büfeci adama defalarca sormuştu, ama yine de hep sordu, hep aradı... sokaklarda kızını hayal ederek geziyordu, mağaza vitrinlerinden elbise beğenirdi, ne zaman beyaz bi gelinlik görse göz yaşlarını tutamazdı, kızının elindeki resmine bakar ve ağlardı… en çok üzüldüğü şey de, kızı kaybolmadan önce, doğum günü için annesinden bi altın kolye istemişti ama annesi alamamıştı… işte en çok bunu hatırladıkça üzülüyordu… ama o aradan geçen 4 yıl boyunca, kızına o çok istediği altın kolyeyi almak için para yığmıştı… sırf o kolyeyi alabilmek için kaç gece aç yatmıştı, 4 yıl boyunca aynı elbiseleri giymiş, aynı yanalı ayakkabıyla gezmişti… sonunda da kızının o çok istediği altın kolyeyi almıştı… “kızım 26 yaşına geldiğinde onu nasılsa bulacam ve kolyesini hediye edecem” demişti… o yıl kızını bulamadı… “olsun ben de kızım 27 yaşına girdiğinde kolyesini veririm” dedi… ve bu yıl da “kızımın 28. yaş gününden önce onu nasılsa bulacam ve kolyesini hediye edecem canım kızıma” diyordu… en büyük hayali de “kızımı bulduktan sonra ah bi de mürüvvetini görsem” diye iç çekiyordu… sonra kızının altın kolyesini de sakladığı sandıktan, kızının çocukluk elbiselerini patikleri eldivenleri şapkasını ve saklayabildiği bütün eşyalarını çıkarı, tek tek koklardı, onları koklaya koklaya ve göz yaşları içinde uyurdu her gece, elinde yine kızının fotoğrafıyla…ve her gece rüyasına girerdi kızı… tıpkı fotoğraftaki gibi, hala 21 yaşında, hala çok güzel ve hala gülüyordu… her gece ama her gece rüyasında görürdü kızını…sonra her sabah yine erken uyanır düşerdi yollara….. ama… ama yaşlı kadının o dünyalar güzeli kızı aslında kaybolmamıştı…..kızı 7 yıl önce bi trafik kazasında…………… yaşlı kadın bunu hiç kabullenmedi… kabullenemedi… o hep kızını aradı… onun kızı daha üniversiteyi bile bitirmemişti… üniversiteyi bitirecek doktor olacak, annesine gül gibi bakacak elini sıcak sudan soğuk suya değdirmeyecekti, daha annesinin romatizmalarına bi çare bulacaktı… daha kızını everecekti, kızını beyaz gelinlikler içinde görecekti… yok… yok… bunu kabul edemezdi… o kız başkasının kızıydı… ona da çok üzülmüştü ama o kendi kızı olamazdı… diye kendini avuttu yıllarca….. acı gerçeği kızının 28. yaş gününde kabullendi artık; o sabahta yine erken uyanmış ve yollara düşmüştü… öğlen saatleriydi, hava iyice sıcak olmuştu, yazlık bi kafenin sandalyesine oturdu, çok yorulmuştu, susamıştı, çarpıntısı başlamıştı, ilacını almalıydı, hemen önünde sırtı kendisine dönük garson kızdan yardım istedi ve garson kız yaşlı kadına yüzünü döndüğünde....... garson kız “efendim teyzecim” dedi ama yaşlı kadın konuşamadı, dili tutulmuş gibiydi, hiç bi şey diyemedi… kız hemen içeri koşarak bi bardak su getirdi, yaşlı kadın titriyordu, suyu yudumlarken kıza bi daha baktı ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı… herkes yaşlı kadının başına toplandı, hastaneye ***ürmelerine karşı çıktı, herkes bi şeyler konuşuyordu ama kadının gözü o garson kızdaydı… yaşlı kadın sakinleşince kafedekiler yaşlı kadını eve ***ürmek istedi, garson kız birden iş önlüğünü çıkararak yaşlı kadının koluna girdi, yaşlı kadın şaşkındı, dondu kaldı, konuşamadı, kız “teyzeciğim sizi evinize ben bırakabilir miyim” dedi yaşlı kadın zorla da olsa kısık ve titrek bi sesle “evet KIZIM” dedi……. yolda hiç konuşmadılar, yaşlı kadın rüyada gibiydi, kolundaki kızıydı, o kadar çok benziyordu ki, şaşkındı… evin kapısına geldiklerinde kız kadından kapının anahtarını istedi oysa tam o anda yaşlı kadın “keşke içeri davet edebilsem, gelir mi acaba” diye düşünüyordu… kadın, cebinden anahtarı çıkardı kıza uzattı, kız kapıyı açtı, içeri girdiler… yaşlı kadın rüyada gibiydi, kız onu oturma odasındaki kanepenin üzerine uzattı, bi yastık battaniye ve bi bardak su getirdi… yaşlı kadın zorda olsa “kızım az otur, çok yoruldun” diyebildi… biraz oturdular, kız arada “şimdi nasıl oldun teyzecim” diyordu sadece, yaşlı kadın konuşamıyordu bile… biraz sonra kadın birden oturduğu kanepeden ayağa kalktı, kız biraz şaşkın ve biraz korkak bi ifadeyle “teyzecim noldu” dedi… yaşlı kadın kızın elinden tutup, kızının odasına ***ürdü, kapıyı açtıklarında hemen karşıda kadının kızının resimleri ve en büyük çerçevede de kızının 21. yaş gününde çekilmiş bi resmi asılıydı… genç kız resimleri görünce o kadar şaşırdı ki, yaşlı kadına baktı, hiç bi şey diyemedi ikisi de, kız anlamıştı, birbirlerine sarılıp ağladılar……. dakikalarca… sonra yaşlı kadının kızının yatağına oturup konuşmaya başladılar, önce kadın ağlayarak anlattı hikayesini ve 7 yıl sonra ilk defa “kızımı bi trafik kazasında kaybettim” dedi…... ve o kıza, koynuna bastırdığı resmi göstererek kızına ne kadar benzediğini gösterdi… genç kız şaşkındı… resimdeki kız tıpkı kendisiydi… yaşlı kadın kıza yaşını sorduğunda kız 21 dedi ve yaşlı kadın bi daha ağlamaya başladı… kız da onunla ağlıyordu… sonrada kız hikayesini anlatmaya başladı –annesini ve babasını daha çok küçükken bi trafik kazasında kaybetmiş, başka kimsesi olmadığı içinde yetiştirme yurduna vermişler, orada büyümüş, şimdi de hem üniversiteyi okuyor hem de kafede çalışıyormuş – kız daha bitirmeden kadın kıza sarıldı ve “ KALBİNDEKİ SEVGİ ANCAK BAŞKA Bİ KALPLE PAYLAŞILINCA SEVGİDİR VE İKİ KALBİN SEVGİSİ TEK Bİ CAN DEMEKTİR “ dedikten sonra kıza “Kızım Olur musun” dedi… genç kız da hiç düşünmeden “EVET” dedi… Şu Var ki; Hayat, Kalbindeki Sevginin Büyüklüğü Kadar Yaşanılabilirdir… İki Kalbin Paylaştığı Sevgi Ya da Aşk Tek Bi Candır Ve Bu Sevgi Sonsuzluktur
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ağustos 2007       Mesaj #1205
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
OTOBÜSÜMÜZ YOLUN KENARINDA ÖYLECE DURUYORDU
503bar

Otobüste sevgi yoktu. Orada herkes kendine ve birbirine düşmandı. İşte bu yüzden otobüsteki insanlar birbirlerine en kötü yüzlerini göstermekten çekinmiyorlardı. Şoför en acımasız tavrıyla yolcuları durmaksızın azarlıyor, genç öğrenci başının dibinde artık ayakta durmaktan gücünü tüketmek üzere olan yaşlı bir kadını görmezlikten geliyor; genç bir adam adeta bütün gövdesiyle, önündeki kızı habire sıkıştırıyor, açıkçası cinsel tacizde bulunuyor; üstü başı pis, üstelik kendi kendisine konuşuyor diye yaşlı bir adamın yanına kimse oturmuyor; gençten biri yanında kendisinden biraz daha kısa boylu birinin üzerine neredeyse abanıyordu. Bir sivil polis önünde oturan iki öğrencinin neler konuştuğuna kulak kesilmişti. Bir başkasının ayağına basan sonra asla özür dilemediği gibi ayağına bastığı kişiye adeta, “ayağımın altında ayağının ne işi var” der gibi bakıyor, herkes herkesi olup olmadık zamanlarda suçluyor ve aşağılıyordu... Evet, bu otobüste sevgi yoktu! ..

Bir duraktan genç bir kadınla, dokuz on yaşlarındaki oğlu bindi, otobüse... Kısa bir süre sonra avını bulmuş bir avcının heyecanıyla, “biletini at hanım” diye bağırdı bizim şoför. Genç kadınsa utanarak yolcuların arasına saklanmaya çalıştı. Şoför yine: “Biletini atmadın, bak kafam bozuluyor artık” diye öfkeyle çıkıştı. Biraz daha gittik ama çok geçmeden genç kadın ağlamaklı bir ses tonuyla: “Durun... Lütfen, burada inmek istiyorum” dedi. Otobüs durdu. Kadın, yanında çocuğuyla durak dışında, öylesine bir yerde indi aşağıya. Bu defa yüzünü örtmüş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Oğlu ise annesine sarılıp: “Anne ağlama, ne olur ağlama” diyordu habire. Otobüste ansızın bir sessizlik olmuş, herkes nefesini tutarak bu olayı izliyordu. Bu genç kadının varlığıyla kötü bir düşten uyanmış gibiydik. Oğluna sarılıp ağlayan bu genç anne yıllardır bastırdığımız duygularımızı hatırlatmıştı sanki bize.

Ve hemen sonra hiç beklemediğimiz bir şey oldu: Şoför otobüsün el frenini çekip aşağıya indi ve kadınla çocuğun yanına gitti ve onlardan özür dilemeye başladı. Duyuyorduk, şoför ağlayan kadına yaptığı işten çok bunaldığını, geçim sıkıntısı çektiğini, trafiğin ve yolcuların sinirlerini harap ettiğini, demin yaptıklarından pişman olduğunu söylüyor ve biletsiz olsa bile -ki şu an bu hiç önemli değildi- genç anneyi otobüse davet ediyordu. Genç kadınsa biraz önce çok aşağılandığını, çok utandığını, bir daha o otobüse binemeyeceğini söylüyordu.

Otobüsün durduğu yerin biraz aşağısı deniz kenarıydı ve hemen oracıkta bir çay ocağı ve gökyüzü renginde masa örtüleri bulunan masalar vardı. Güneş ve rüzgâr bu çay bahçesini soylu bir neşeyle kucaklıyordu. Genç kadın çocuğuyla beraber biraz olsun soluk almak ve dinlenmek için bu çay bahçesindeki masalardan birine oturdu. Gözyaşları dinmişti. Şoförse onu bırakmıyor, yanına diz çökmüş özür dilemeye devam ediyordu, işte ne olduysa bu andan sonra oldu. Herkesin yüzü aydınlandı ve ortak bir kararla gideceğimiz yerlerden vazgeçip otobüsten indik, adeta koşar adım gökyüzü rengindeki örtülerle örtülü masaların olduğu çay bahçesine gittik. Genç kadının yanına diz çöken şoförün omuzuna vuran güneş ışığı, genç annenin o unutulmaz masum yüzü defalarca içimize işlemişti. Sanki birbirinden çok, ama çok farklı insanların içinde ne gariptir ki aynı ortak ses: “Artık yeter, bunca kötülük, bunca duyarsızlık yeter” diyordu.

Nitekim şimdi hemen herkes genç anneyi teselli ediyor, sakinleşmesi için çaba harcıyordu. Genç kadın bu yakınlığımızdan cesaret alıp durumunu güçlükle de olsa anlattı. Kocası siyasi mahkummuş, yıllardır cezaevindeymiş, kendisi işten çıkartılmış, günlerdir iş aradığı halde bulamıyormuş, evde hiç yiyecek bir şey kalmamış, çocuğunu annesine götürüyormuş, otobüs bileti alacak parası yokmuş. Genç kadın bütün bunları anlatınca bir anda herkes garip bir duygusallığa kapıldı ve deminki dehşet otobüsünde uyanan kötü ruhları için birbirlerinden özür dilemeye başladılar. Yalnızca çok genç insanlarda görülür bu duygusallık; o kötücül mantık yoktur. İyi ki de yoktur, göğüsleri heyecanla inip kalkar...


cezmi ersöz
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ağustos 2007       Mesaj #1206
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk ÇiçeğiBir gün tutar bir caneriği çiçeğini sunar bahara. Bür tutam serinlik, bir yürekte buğulanan sıcaklık . Ve konar gözlere bir öpücük gibi kuşların bahar sevinci. Okşar bir annenin parmakları gibi usulca saçlarımızı seher yeli. Bir tutam gün ışığı dolar içimize, bir tutam sevinç çığlığı.

Ne zaman bahar gelse sevinci yaşar kırlar, dağlar, ovalar, denizler, dağlı çocuklar umudu kucaklar bir yanımızda; bir yanımız da kuşlar, ağaçlar, çiçekler, kelebekler, cerenler sevinci yaşar. Aydınlık gelir dört bir tarafa, gürül gürül akar dereler. Bir dağ pınarı gibi hayat kaynar kanımızda, yüreğimizde tomurcuk tomurcuk aşk fışkırır. Alıp götürür duygularımızı dağların ötesine serin serin esen rüzgarlar...

Bu dağların sevda türküsüsün sen, denizlerin mavisi, bulutların beyazı. Ne zaman bahar gelse, yağmur yağmur çiçek açar sesin gökyüzünde. Ben sonbaharın yorgun, yanık türküsüyüm oysa, sarıya çalar rengim, rüzgarlar estikçe savurur yapraklarımı uzak diyarlara. Sen gülüşünde baharın ilk sevincini, gözlerinde göğün uçuk mavisini taşıyorsun. Yaşamak bir su gibi berrak yüzünün aydınlığında, bir köy türküsü gibi hilesiz ve içli.

Ben seni ozanca sevdim türkübakışlım, sular gibi temiz, bir rüzgar gülü gibi hilesiz. Mehtabın güzelliği, yıldızların ışıltısısın sen karlı dağlarda, rüzğarların soluğu, güneşin dostluğusun. Umut, aşk ve alın terisin akalınlarda. Toprağa ekilen tohum, bahara söylenen türküdür dilin. Ceylan gözlerin sevinci, dudakların ıslığısın türkülü ırmaklarda.

Acılar içinde de olsa yaşamı çılgınca sevdim. Çılgınca sevdim dağları, denizleri, kuşları, ormanları, umudu, sevinci, güneşi, çocukları. En çok da seni sevdim aşkçiçeğim.

Kar türküleri kederlidir gülüm, kar türküleri acılı. Gidersen kar yağar istasyonlara Bir gülü büyütmek kadar zor ve güzel, seni düşlemek dağların ötesinde. Seni dağlı bir çiçek gibi göğsümüm üstünde, namusumun akında taşıdım hep.
Bu sevdayı alıp gitme benden, alıp gitme buralardan, gözleri türkülü kuşum . İçimdeki baharı öldürüp gitme. Kimsiz, kimsesiz kalır yüreğim. Körpe bir dal gibi koparma sevinçlerimi yüreğimden.
Gitme
figan düşer denizlere sular çekilir
yağmur yağmaz vahalardan kirpiklerime
bir rüzgar hıçkırır tenhada, bir dal kırılır
boynunu büker sabah kervanları kelebekler ölür

gitme
bir yıldız küser göğüne, içini çeker bir çocuk
şaşırır yönünü rüzgarlar
bütün pınarların suyu çekilir
solar nazlı çiçekleri kalbimin, üzülürüm

gitme
öksüz kalır içimdeki imge dağları
saçlarını öpen seher yeli, çoban yıldızı
bir daha turnalar geçmez, bülbüller ötmez
çiçekler açmaz bahçemde ah be gülüm

gitme
içimdeki bütün vagonlar devrilir
bir kar yağar istasyonlara, üşürüm

gitme
bütün ormanlar ateşe verilir
kuşlarda gider bu kent de, ölürüm

gitme kal
menevşeler açsın dağlarda
sevince dönüşsün gökyüzü
iki çığlık arasında bırakma beni ah gülüm
yokluğuna alışamam yokluğun ölüm <
Nuri Can
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ağustos 2007       Mesaj #1207
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aldatan Aldanır


-Nereye gidiyorsun?
Kadın yıllardır bir yastığa baş koyduğu eşine bunu sordu. Eşi sessizce küçük bir valize giysilerini yerleştiriyordu.
-İçim daraldı ,
-iş yerinde çok bunaldım biraz bir yerlere gidip kafamı dinleyeceğim.
-Bir arkadaşın şimdi boş olan yazlık evine gitmek istiyorum.
-O da nerden çıktı?
-Üç çocukla beni yalnız mı bırakacaksın?
-Kaç gün kalacaksın?
Sorularını ardarda sıralarken yüreğine bir şüphe çoktan düşmüştü .
-Fazla kalmam .
-Üç beş gün falan.
-İş yerinden izin aldım.
Adam bunları söylerken farkettiki hiçte rahat değildi, kadın bir şeyler hissetmişti sanki. Gözlerindeki yalan söyleyenlerin kaçamak bakışlarını bir türlü saklayamıyordu. Aylardan kasımdı, havada yoğun bir sis vardı,gözgözü görmüyordu.
-Hava çok kötü .
-Bula bula bu günümü buldun gidecek?.
-Endişe ederim..!
-Vazgeç sonra gidersin.!
Kucağında henüz altı aylık kızı ağlamaya başlamıştı. acıkmıştı. Diğer iki çocuğuda babalarının gidişine üzgün bakıyorlardı.
-Hadi git bakalım.
-Eğer gidişin dediğin sebeptense yolun açık olsun!
-Değilse Allah bilsin artık! Hiç olmazsa ne düşündüğünü açıkça söylemesede şüphesini bu imalı sözlerle belirtmişti ya, rahatlamıştı.
-Alasmarladık,çocuklara iyi bak!.
-Ben bir iki güne gelirim.
-Bu parayı ekmek parası yaparsın!diyerek karısına kaçamak bir öpücük kondurup evden çıktı.
-Hayrola arkadaşım !sabah sabah üç çocukla bu ne telaş gelmişsin?.
-Sorma ....abla benimki bu sabah sudan sebeple ....gitti,ona inanmadım yüreğimde bir darlık vardı biraz rahatlarım diye sana geldim.
-oooo...hanım hoş geldin!
-Merak etme erkekler böyle delilikleri bazen yapmak isterler.
-Korkma ...yanlış bir şey yapmaz..diye seslendi arkadaşının eşi.
Arkadaşıyla gün boyu oturup evlilik üzerine konuştular... hanım daha yaşlı ve tecrübeliydi. Ona inandı çocuklarını alıp eve döndü. Ezan okunuyordu. İçinden,''her şeyin hayırlısını nasip et Allahım ''diye dua etti kadın.
-Kim o..?
Kadın sabah sabah çalan kapıyı açtı..Aman Allahım eşi bir sonraki günün sabahı kapıda bitivermişti..Niye gelmiştiki?..Hani kafa dinleyecekti? Hiçte dinlenmiş gibi bir havası yoktu...Gittiği yerden bir gece kalmış ve dönmüştü.
-Hayrola ne oldu?dedi kadın sevincini belli etmeden. Fazla konuşmadılarda. Çocuklar babalarının gelişne ne çok sevinmişlerdi.
Ertesi gün eşi işe başladı. Yaşamlarında değişen bir şey yoktu ama sanki sessiz konuşmalar yapılıyordu da kimse duymuyordu.. Bir akşam sadece şunları konuştular;
-Hava çok kötüydü,yola devam etmedim,... inip bir otelde sabahladım.. geldim.
-Yalnızmıydın?
-Evet kim olacaktıki?
-öyle olsun...anlatmak istediğin başka bir şey varsa dinlerim...
Adam iyice mahçuptu şimdi..bu kadın içini mi okuyordu?...
-Hayır ne olsunki?
-Bu gün eve bu celp geldi,açıp baktım mahkemeye çağırıyor , ne yaptında geldi..?
-Bir şey değil ya! bir yanlış anlamadır mutlaka...öğrenirim sen merak etme!
Adam mahkemeye gidince anladı. Aslında bir otelde değil bir evde sabahlamıştı, kaldığı evin sahibide onu hırsızlıkla suçluyordu. O evde beraber sabahladığı kadın sözde evsahibi kadının altınlarını çalmıştı.. Hani ev boştu? Hani arkadaşının eviydi? Hani otelde yanlızdı? Şimdi bunların cevabını eşine nasıl anlatacaktı? Anlatmaya mecburdu çünkü işin ucunda hapis cezası,işinden men, yada kefaret ödeyerek şikayet edenin şikayetini geri alması vardı .
-Sana anlatmak istediğim şeyleri sözümü kesmeden dinlermisin..?
-Sonra İstersen kız bağır.
-Hepsini hakettim!
-Beni affadermisin?
Eşinin dizlerine kapanmıştı, bir yandanda çocuk gibi ağlıyordu.. Allah büyüklüğünü göstermişti. Her şeyi bir bir anlattı. Heyacanla başladığı şey kabusa dönmüştü.. bir hevesti.. yanılmıştı...
-Seni çok seviyorum..
-Ne olur beni affet!
-Bunu şimdi daha iyi anlıyorum...!
Saatlerce konuştular.. iki tarafta eksiklerini ortaya dökmüştü. Olan olmuştu..!
-Seni anlıyorum ..
-Seni ihmal ettiğimin farkında değildim..
-Ev işi,çocuklar,sorumluluk derken birbirimizi unutmuşuz..sonucuda bu!.
-üç coçuğumuz var,onların hatırına unutmaya çalışacağım.
-Çalışacağız başka çare yok!
-Ama affetmem yıllarımı alacak.....
-Bunu bilmelisin!dedi kadın.
Kadınında desteğiyle para bulundu, kefaret ödendi, mahkeme bitti..!
Aradan yıllar, yıllar geçti.... Bir aradalar.. Ayrılmadılar... ama ikiside hiç unutmadılar!..
Bu hikayenin sonunda da bir tavsiyem var; Aldatan aldanır..Aldatmayın !!



Gülden Işık
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Ağustos 2007       Mesaj #1208
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Unutmak ne dipsiz bir şeydir ki, unutanlara unuttuklarını bile unutturur.
Unutulmak ne acı şeydir ki, unutulanın unutuluşuna ağlayışını kimse hatırlamaz.
‘Nisyan’dan unutuluştan çıkarıldık her birimiz.
Yüzümüz gün yüzüne değeli, tenimiz güneşe erişeli beri unutulmaktan alındık, unutmaktan sakındık.
Hatırı sayılır olduk.
Ne var ki, unutmak yaşamak kadar elimizin altında ve unutulmak ölüm kadar yanı başımızda.
Ölüm bizi geldiğimiz yere, ‘nisyan’a götürüyor tekrar.
Ölüm unutuşlara gömüyor yüzümüzü; tenimizi tanıdıklarımıza yabancı kılıyor.
Yaşarken ölümü anmıyoruz o yüzden.
Yaşarken ölümle aramıza sahte uzaklıklar koyuyoruz.
Unutulmak korkusu bu…
Galiba en çok unutulacağımızı unutuyoruz.
Ve herkesin unuttuğu anlarda, “hatırlanmaya değer olmadığımız zamanlarda hatırımızı tek sayanın Yaratıcımız olduğunu unutuyoruz.
Sen ki hiç unutmadın ve hiç unutmazsın bizi, bize senin zikrini unutturma Rabbim.
Hatırla ki toprak ayağının altından çekiliyor.
Ellerin son defa dokunuyor güle ve güne.
Gözlerinin karası son kareyi alıyor ışıktan ve karanlığa hazırlanıyorsun.
Göz kapaklarının kapanışı seni bir dağın ardına götürecek.
Unutmaya ve unutulmaya hazırlanıyorsun.
Varlığın incecik dudaklarda kuru bir söze dönüşecek.
O dudaklardan insan sıcağını tadamayacaksın mesela.
Hatıran bir taştan ve bir hüzün renkli topraktan ibaret kalacak.
Kahkahalar seni yalnız bırakacak.
Mutluluklar seni hesaba katmadan tamam olacak.
Sana arkalarını dönecekler.
Dönüp yüzüne bakmayacaklar.
Senin kokun uzakları kokusu olacak.
Tenin toprağın soğuğunu tadacak.
Ve gelecek ÖLÜM;
Gözleri gözlerin olacak.
Hatırla ki yarınki gün seni taze bir toprak yığınının altında bulacak.
Bir gün saatinin akrebi senin uzanamadığın zamanlara doğru dönecek.
Sen olmayacaksın…
Kolunda ki saat sensiz zamanları tırmanıyor olacak.
Sulamayı unuttuğun çiçeğin bile senden sonra solacak.
Yüzüne gün ışığı vurmayacak.
Hayatının ebedi rengini dar ve sessiz bir boşlukta bulacaksın.
Ya küle dönecek ya GÜLE DÖNÜŞECEKSİN.
Yarınsız ve sonsuz bir günün yanağında incecik bir gamze olup kristalleşeceksin.
Yüzün solacak
Ellerin hiçbir yere varmayacak
Parmakların hiçbir şeyi göstermeyecek
Ve ayaklarının altında hep boşluk kalacak
Unutma ki şimdi toprak ayağının altından çekiliyor.
Yürüdükçe ince bir hesap çizgisine çekiliyorsun.
Unutma ki elinle ölüme dokunuyorsun
Elinle ölümü dokuyorsun
Hatırla ki gözlerin ölüme bakıyor
Gözlerin bir cesedi alacakaranlığa taşıyor
Hatırla o zamanı ki sen boz topraklar altında derin unutuşlarda eriyorsun
En son kaleminin karanlık izi kalıyor soğuk sayfalarda
Ve sözlerin kırık dökük hatıralara dönüşüyor
Solgun bir gül gibi elden ele dudaktan dudağa taşınıyor
Hatırla…
Hatırla ki sen sözleri genç kalpleri taze aşklara taşıyan ölü bir şairsin.
Hatırla ki sen masum ve sonsuz bakışlı gözlerin kapı aralarında beklediği bir babasın.
“Baba!” çığlıklarını yetiştiremiyor sana oğlun.
Elinin sıcağı özlenen sevgilisin sen.
Hatırla…
Hatırla ki bir mezar taşında iki rakam arasında çizilmiş eğreti bir çizgiye indirgenmişsin.
Mezar taşın unutuldu ve hatta mezar taşın bile seni unuttu diyelim
Ve hep başkaları var dışarıda
Hep yabancılar geziyor yıkık mezar taşları arasında
Kimsenin tanıdığı değilsin artık
Kimsenin özlediği değilsin
Kimsenin beklediği değilsin
Kimsenin ardı sıra gözyaşı döktüğü değilsin
Kimsenin ölüsü de değilsin
Tıpkı şimdi olduğu gibi
Oysa sen ve sonun ne kadar da uzak görünüyordunuz birbirinize
Ey Rabbim senden bir teşehhüt miktarı ömür
Bir LA İLAHA İLLALAH miktarı ölüm istiyorum senden.
LA İLAHA İLLALLAH……
SENAİ DEMİRCİ
Kalpten Kalbe Dualar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ağustos 2007       Mesaj #1209
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk ve ÇılgınlıkUzun zaman önce dünya yaratılmadan , insanlar dünyaya ayak basmadan önce iyi ve kötü huylar ne yapacaklarını bilmez vaziyette dolanıyorlarmış . Bir gün toplanmışlar ve her zamankinden daha fazla canları sıkkın oturuyorken SAFLIK ortaya bir fikir atmış "Neden saklambaç oynamıyoruz ?" ve hepsi bu fikri beğenmiş , hemen çılgın ÇILGINLIK bağırmış "Ben ebe olmak istiyorum !" ve başka hiç kimse ÇILGINLIK'ı arayacak kadar çıldırmadığı için ÇILGINLIK bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış . 1,2,3,...

ÇILGINLIK saydıkça , İYİ HUYLAR'la KÖTÜ HUYLAR saklanacak yer aramışlar . ŞEFKAT Ay'ın boynuzuna asılmış , İHANET çöp yığınının içine girmiş , SEVGİ bulutların arasına kıvrılmış , YALAN bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama gölün dibine saklanmış . TUTKU Dünya'nın merkezine gitmiş , PARA HIRSI bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış ve ÇILGINLIK saymaya devam etmiş , 79, 80, 81, 82, 83...

AŞK dışında bütün İYİ ve KÖTÜ HUYLAR o ana kadar zaten saklanmış , AŞK kararsız olduğu gibi nereye saklanacağını da bilmiyormuş ... Bu bizi şaşırtmamalı , çünkü hepimiz aşkı saklamanın ne kadar zor olduğunu biliriz . ÇILGINLIK 95, 96, 97... ye gelmiş ve 100'e vardığı anda AŞK sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış . Ve ÇILGINLIK bağırmış "Önüm , arkam , sağım , solum sobe , geliyorum" .

Arkasına döndüğünde ilk önce TEMBELLİK'i görmüş , o ayaktaymış çünkü saklanacak enerjisi yokmuş . Sonra ŞEFKAT'i Ay'ın boynuzunda görmüş , ve İHANET'i çöplerin arasında , SEVGİ'yi bulutların arasında , YALAN'ı gölün dibinde ve TUTKU'yu Dünya'nın merkezinde ... Hepsini birer birer bulmuş sadece biri hariç ! ÇILGINLIK umutsuzluğa kapılmış , en son saklı kişiyi bulamamış , derken HASET ÇILGINLIK'ın kulağına fısıldamış :

"AŞK'ı bulamıyorsun çünkü o güllerin arasında saklanıyor "

ÇILGINLIK çatal şeklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına çılgınca saplamış , saplamış , saplamış ... Ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar ... Ve haykırıştan sonra , AŞK elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış . Parmaklarının arasından sicim gibi kan akıyormuş , gözlerinden . ÇILGINLIK , AŞK'ı bulmak için , heyecandan AŞK'ın gözlerini çatal sopa ile kör etmiş ... "Ne yaptım ben ? Ne yaptım ben ?" diye bağırmış "Seni kör ettim , nasıl onarabilirim ?" AŞK cevap vermiş ; "Gözlerimi geri veremezsin ama benim için birşey yapmak istersen benim kılavuzum olabilirsin !"

O günden beri AŞK'ın gözü kördür ve o günden beri ÇILGINLIK da her zaman onun yanındadır ...
Kimliksiz Yaza
r
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ağustos 2007       Mesaj #1210
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HAYAT BİR EMRİN VAR MI / TİTREK BİR MUM IŞIĞINDA
503bar

Yıllar sonra itiraf etti. Üniversitede okuyan üç erkek çocuğu vardı ve faşizmin gemiyi azıya aldığı günlerdi. Silahlarını hayatlarının en üstün gücü sayan faşistler tarafından öldürülmemiz an meselesiydi. Küçükyalı MHP’de benim için “vur emri” çıkmıştı. Eve arka bahçelerden dolaşarak giriyordum. Sonra, biz geceleri derin uykulara daldığımızda, sessizce uyanıp sokak kapısının önünde, bir sandalyenin üzerinde sabahlara kadar bekliyormuş: Eve, kapıyı kırıp bizi öldürmeye gelen faşistlere önce kendi canı ve bedeniyle karşı koyabilmek için. Gün ışımaya başladığında biz onu görmeyelim diye usulca yatağına girer, biraz olsun uyumaya çalışırmış.

Çoğunlukla bizim için katlandıklarını göremezdik. Yaptıklarını hemen hiç önemsemezdik. Titrek bir mum ışığı gibi yaşardı. Biz büyük düşlere koşarken, o küçük dünyasında bizim için eşsiz anları örerdi. Farkında değildik. Çok da konuşmazdık onunla. Bir şeyler anlatırdı, sıkılırdık. İçten tek cümlemiz yeterdi, artardı oysa. O cümleyi kuramadık. Vaktimiz kısıtlıydı, devrim yapacaktık, Ama bizim için her gece kapı önünde canını siper eden annemizden haberimiz yoktu! ...

Annemiz, annelerimiz, bizden umudu kesince teselliyi birbirinde arayan kalbi kırık insanlar... Her gün önümüzden defalarca gelip geçen ve bizlere sırılsıklam âşık olan; ama sevgilerine asla karşılık bulamayan o bedbaht insanlar...

Onların tren istasyonlarında, otobüs duraklarında, ağaç altlarındaki bankalarda birbirleriyle konuşurken, dertleşirken, birbirlerine kalplerini açarken görüyorum. Gözlerindeki derin acıları, çamaşır yıkamaktan kurumuş elleri, solgun eşarpları ve insafsız ağırlıktaki alışveriş torbalarının yardımıyla tanışıyorlar birbirleriyle. Hemen oracıkta çocuklarına duydukları o derin sevgiyi, o naif öfkelerini, parçalanmış hayallerini anlatıyorlar birbirlerine.

Ah o evlatlar, o acımasız sevgililer neden hep böyledir onlar? Neden hep böylesine soğuktur kalpleri? İşte hepsi binip gitmişlerdir arzu ve ihtiras tramvaylarına. Arada bir, bir lütuf gibi gelip yüzlerini gösterirler. Ama yanlarında asla kalplerini getirmezler. Düşünmeden ve özensizce konuşurlar onlarla, vakit geçirir gibi. Sıkıcı bir görev gibi! ...

İşte çabucak geçti öfkeleri. Bir sessizlik girdi araya. O eski soru atıldı ortaya. Şimdi nerede ne yapıyorlar acaba? Sabah evden çıkarken ördükleri gül kurusu ya da uçuk mavi veya şarap rengi kazaklarını giymişler midir? İyi bir kahvaltı yapmışlar mıdır? O ışıklı omuzları gece açıkta kalıp üşümüş müdür? Eşleri onlara mutlaka iyi bakmıyordur. Çünkü sadece kendileri onları aşkla düşünüyordur. Çünkü aşkın olmadığı yerlerde geceleri omuzlar açıkta kalır. Aşkın olmadığı yerlerde mutfaklarda besleyici ve lezzetli yemekler pişmez. Aşk yoksa gözyaşı ve dokunaklı dizelerle örülmüş gül kurusu kazaklar giyilmez, unutulur. Aşkın olmadığı yerlerde koşullu sevgiler vardır. Herkes birbirine sevgisini ölçerek, biçerek verir. Oysa anneler çocuklarını, yani aşıklarını hep yarın öleceklermiş gibi doyasıya ve imkânsız bir aşkla severler.

Oysa çocukları sevgililerinin kendilerine öyle ya da böyle veda edişlerini hiç unutmazlar ve hep yürek çarpıntısıyla anarlar da, ama annelerinin onlar giderken, evden çıkarken sırtlarına hafifçe utanarak, belli belirsiz dokunmalarını hemen hiç hissetmezler, hissetseler de üzerinde pek durmazlar. Omuzlarına o arkadan dokunuşun içinde çok büyük anlamlar vardır. O dokunuşta imkânsız bir aşk vardır oysa...

Anneleri görüyorum buradan. Birbirlerinin kırık kalplerini sarmak, o umutsuz ve imkânsız aşklarının acısını dindirmek için tren istasyonlarında, otobüs duraklarında, ağaç altlarındaki banklarda bir araya geliyorlar. Gözlerindeki derin acıları, çamaşır yıkamaktan kurumuş elleri, solgun eşarpları ve insafsız ağırlıktaki alışveriş torbalarıyla... Titrek bir mum ışığında yaşayan annemiz, annelerimiz. Biliyorum her şey için çok geç değil; ama yaptıklarımdan utanıyorum. Çok utanıyorum! ...



cezmi ersöz

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat