Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 135

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.718 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ekim 2007       Mesaj #1341
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Askerlik

Sponsorlu Bağlantılar
Yıl 1984...16 aralık;günlerden pazar.ilk gün ışıklarıyla birlikte Tuzla
Piyade Okulu’nun nizamiyesinden içeri girerken yen,yepyeni bir yaşam
kesitinin kokusunu duyar gibiyiz.herkesin üzerinde bir suskunluk,bir
ürkeklik;herkesin kafasında bir soru : yarın neler olacak?

Hepimizi bir alanda topluyorlar sonra.sıra sıra diziliyoruz.kimisi
saçlarını bir numara kestirmiş,kimi de olduğu gibi:saçlı,sakallı ve
bıyıklı.oldukça ilginç bir görüntü.
Sonra seçmeler başlıyor.1.bölük,2.bölük.....sekize kadar sürüyor.sayılıyor
ve ayrılıyoruz.sayılıyoruz ve kopuyoruz.
Giyinmeye götürülüyoruz ardından bir telaş,bir acemilik sürüp
gidiyor.giyinmenin bu kadar zor olabileceğini ilk defa düşünüyor ve
görüyoruz belki de.ne kadar çok düğme var bu elbiselerde Allah’ım,bu
botlarda ne uzun ipler var.yaşamın bu bilmem kaçıncı değişiminde giyinme
değişimini de mi görecektik.

Ve Tuzla’daki ilk gecemiz bir çok “ilk”lerden çok daha farklı geçiyor.en
çok sevgi,en çok hasret,en çok düş o geceye özgü sanki.
Geceler o kadar hızlı geçiyor ki hayret.sabah uyanıp yatağını bozuk para
zıplayacak şekilde toplayıp,düzeltip dolabına giyinmeye koşan herkesin
dilinde aynı esprili söz : akşam olsa da yatsak.

Günler uzun..upuzun.rüzgar,yağmur,soğuk ve kar.soba ,oda,ev offf.ve sıcacık
bir çay...ooofff....of.
İstirahatlar bir sigara içimi.bir derin nefes ve Fatoş...bir derin nefes
daha..Neriman.ve hüzün ve duman;yükselen...yükseldikçe kaybolan... Neriman
gibi.

Ne olurdu ha..ne olurdu iki satır yazsan.

Bir düdük sesi.izmariti parçalamak gerekiyor.temiz olmalı her yer.elimde
parça parça bölüyorum filtresini sigaranın.sonra ayağımın altında
eziyorum,düşlerimle birlikte.
İlk yirmi gün içinde,bol bol selam veriyoruz.ismimizi tekrarlayıp
duruyoruz.marş söylüyor ve yürümeyi öğreniyoruz ikinci kez.sürünüyoruz ha
babam,alçak sürünme ,yüksek sürünme.savaş filan çıkmasa da yaşantımızda
gerekebilir.

“bir ilkbahar sabahı”şarkısı yok daha o günlerde.bir ilkbahar sabahı da yok
zaten.bir kış sabahı var.105 kış sabahı var.kar,yağmur ve soğuk var.ve
hepsine inat biz bağırıyoruz :

“şimdi bir büyük kışla içinde askerim
en güzel gönül tahtında kurulu yerim
burada mertçe si öğretilir ölmenin
erkekçe si dövüşmenin
silahıyla gerdek olup sevişmenin
adına askerlik denir
vatan borcudur ödenir “

ve ödüyoruz.yaşamanın mertçe sini ne zaman öğreneceğimizi bilmeden
ödüyoruz.karıyla,yağmuruyla,soğuğuyla...hüznü ve coşkusuyla.en güzel
dostlukları,paylaşımları,yardımlaşmaları yaratıp bin üç yüz kişi..üç yüz
bin üç yüz kişi...üç milyon üç yüz kişi “askerlik” yapıyoruz.


aradan üç uzun hafta geçiyor.bir cuma günü törenle ant içiyoruz.o gün aynı
zamanda hep imrendiğimiz; subay kıyafetlerine benzeyen harici
elbiselerimizi giydiğimiz ilk gün oluyor.sanki daha çocuğuz ve babamızın
almış olduğu bayramlıklarımızı giymişiz.

Evlerimize dağılıyoruz öğleden sonra.herkeste büyük bir sevinç ve büyük bir
hava.sanki sokakta herkes bize bakıyor.adım atışımız bile değişmiş
sanki.daha güçlü ve daha sert basıyoruz yere.adımlarımızı hep önümüzdekinin
adımlarına uydurmaya çalışıyoruz.
Gözlerimiz fıldır...fıldır.biz mi değiştik yoksa dışarısı mı?Dışarıda
insanlar var mıydı üç hafta önce.
Yollar,trenler,otobüsler,taksiler.işten dönenler,koşuşturanlar.
İşte iki sevgili el ele yürüyor.başörtülü bir kadın,iki adım önünde yürüyen
adam da herhalde kocası.ama adımları ritmik ve uyumlu değil.

Vay be!Bu ne kalabalık böyle.nereye gidiyor?Nereden dönüyor bu
insanlar.sonra güzel kızlar... Üç haftadır nerelerdeydiniz?Biz neredeydik?
Ve ben neredeydim?

6338 yaka numaralı tuzla piyade okulu 2.yedek subay taburu,6.Yedek Subay
Bölüğü’nde yedek subay öğrencisi olan ben Dursun Yüksek.

Yaşadığımız şu dünyada ayda yılda bir tanıştığımız mutlu günler
gibi,nadiren gelen mektupların içinden kağıt yarine bir dost çıkacağını
sanan zavallı ben.

Ne kadar acıdır ki,dostların birer.. Birer yitişi askerliğin başlangıcıyla
aynı günlere rastlıyor.önce mektuplar yerini kartlara bırakıyor;sonra onlar
da kesiliyor.eskiden olduğu gibi ben de üstünde durmuyorum çok.insan her
şeye alışıyor.yani askerlik yaparken sadece askerlik öğrenmemiş
oluyoruz.bunlar da askerliğin parantez ve tırnak içleri olsun ne yapalım.

Pembe düşler,pembe hayaller,öğrencilikte kalıp,bitiyor besbelli.yüreğimize
ve usumuza vurup duran dost elleri ve gökyüzünden lapa.. Lapa düşen beyaz
gerçek var şimdi.
Sayılı günler çabuk geçiyor.kura çekimi ve İstanbul Çekme köy kışlasına
geliş,ve geçen aylar.bu güne geldik işte.

6 şubat 1986 Ömerli Kışlası.

Geçen günler benden çok şey aldığı gibi çok şey de verdi.19 gün sonra
askerlik bitecek ve yeniden sivil yaşantıma döneceğim.

Her zaman olduğu gibi geçmiş kısa bir rüya,gelecek kocaman bir gerçek
olacak.


Dursun Yüksek

frog_into_prince - avatarı
frog_into_prince
Ziyaretçi
15 Ekim 2007       Mesaj #1342
frog_into_prince - avatarı
Ziyaretçi
Kamlançu ülkesine bahar gelip de kuşlar ötüşmeye başlayınca, ağaçlarda ve yerlerde çiçekler açınca Yüzbaşı Burkay yine o büyük çam ağacının yanına geldi. Parlak bakışlı, ay yüzlü kızı orada gördü. Yüreğine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Ona yaklaşıp şöyle dedi: ‘Yüzün aya benziyor. Kaşın yaya benziyor. Gözlerin yeşil alası. Saçların arslan yelesi. Yürüyüşün turna gibi. Salınışın suna gibi. Hangi yerden, kaynaktansın? Hangi boydan, oymaktansın?

Sponsorlu Bağlantılar
Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Yalnız gözlerini kaldırarak Burkay’a baktı. Bu bakışla onun kanını kaynattı. Yüreğini oynattı. İçine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: ‘Bakışların ışık mı? Saçların sarmaşık mı? Yıldız mısın, güneş mi? Alev misin, ateş mi? Neden sessiz bakıyorsun? Beni niçin yakıyorsun? Çiçek gibi her bir yanın. Söyle, nedir senin adın, sanın?

Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Gülümseyerek Burkay’a baktı. Bu bakışla onun aklını başından aldı. Yüreğini derde saldı. İçine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: ‘Beni niçin üzüyorsun? Gözlerini süzüyorsun. Kirpiklerin paralıyor. Bakışların yaralıyor. Rengin sanki çiçekten. Bilmem hangi çiçekten? İster darıl, ister kız. Tek adını söyle kız!

Parlak bakışlı, ay yüzlü kız gözlerini Burkay’ın gözlerine dikti. Kayalardan dökülen suların, kırlarda esen rüzgarın, ormanda öten kuşların sesinden daha güzel sesiyle şöyle dedi: ‘Beşbalık’ta doğdumsa da Karluk kızıyım. Nice erin yüreğinde saklı sızıyım. Yüreğine od düştüyse zorlayıp söndür. Bilen bilir; adım,sanım: Açığma-Kün’dür. Ölmemeyi istiyorsan yaklaşma bana. Belam çoktur, görünmeden dokunur sana…

Burkay’ın yüreğine od düştü. Yer yüzü gözüne karanlık oldu. İyi yürekli kişi idi. Tanrı’ya ve insanlara karşı suç işlememişti. Tapıncağa gidip Tanrı’ya yalvardı. ‘Tanrım! Yüreğimdeki odu söndür’ dedi.

Kırk gün büyük çam ağacının yanına gitti. Her gidişte Açığma-Kün’ü orada gördü. Her gidişte içindeki ateş yalazlandı. Her dönüşte tapıncakta Tanrı’ya yalvardı. Her yalvarıştan sonra bir daha çam ağacının yanına gitmemeye karar verdi. Fakat güneşin her yeni doğuşunda kızın hasretine dayanamadı. Verdiği kararı unutup çam ağacının yanına geldi. Kızın yeşil ala gözleriyle büyülenip kendinden geçti.

Kırk birinci gün çam ağacının yanına gelince kızı bulamadı. Gözleri bulandı. Yüreği yandı. İçi sıkıntıyla doldu. Gün batıncaya kadar bekledi. Açığma-Kün gelmeyince onu çam ağacına sordu. Ağaç ah edip ağladı. ‘Onu ben de bekliyorum. Artık gelip bana yaslanmayacak’ dedi.. Yaprakları dökülüp kurudu. Uçan bir akdoğan ah edip ağladı. ‘Onu ben de bekliyorum. Artık gelip beni koluna almayacak’ dedi. Kanatları çırpmaz olup otlara düştü, öldü. Yeşil otlara sordu. Otlar ah edip ağladılar. ‘Onu biz de bekliyoruz. Artık gelip bizi çiğnemeyecek’’ dediler. Yanıp duman oldular.

Burkay bezginleşip yerine ,yurduna döndü. Açığma-Kün’den başka bir şey düşünmez oldu. Tapıncağa gidip yalvardı, olmadı. Ekşi kımız içip esridi, kar etmedi. Tatlı şarap içip kendinden geçti, fayda vermedi. Kağan savaş açınca o da katıldı. Ölmek için atına zırhsız bindi. Oklar sağından solundan uçtu; biri değmedi. Kalkansız, tulgasız vuruştu. Kılıçlar sağından,solundan geçti; biri vurmadı.

Yine yurduna döndü. Açığma-Kün’den başka bir şey düşünmez oldu. Benzi sarardı. Hasta olup yatağa düştü. Burkay’ın iyi yürekli bir evdeşi vardı. Erkeği iyi olsun diye okuyucular, bakıcılar, kamlar, bakşılar getirtti. Hiçbir ilaç, dua, hiçbir büyü fayda vermedi.. Günden güne eridi, soldu, bitti. Ölecek hale geldi. Bir gece Açığma-Kün’ün adını sayıklayınca kadın işi anladı. Bütün Kamlançu’ya adamlar çıkarttı. Kırk gün aradılar, taradılar. Açığma-Kün bulunmadı. Bir gün ihtiyar, çirkin bir büyücü kadın geldi. ’Bunun derdine ancak Kilimbi çare bulabilir. O, şeytanların akıllısıdır’ dedi. Burkay’ı şeytan Kilimbi’ye götürdü. Burkay ona yüreğini açtı. Sevdiği kızı anlattı. ’Bana onu verirsen senin ordunda çeri olurum’ dedi. Kilimbi başını salladı. ‘Yüreğin büyük derde girmiş. Kurtulmak zor. Buna çareyi bulsa bulsa Şeytanlar Başı Madar bulur’ dedi. Burkay’ın içi yandı. Gözü dumanlandı. ’Hiçbir çare yok mu’ diye sordu. Madar, başını salladı. Ellerini açtı. ’Var’ dedi. ’Eğer evdeşini götürüp Ejderler Kağanı Naranta’ya kurban adarsan Açığma-Kün’ü kaybettiğin yerde bulursun.

Burkay hiçbir şey düşünmeden kabul etti. Gözünü sevda bürümüş, kanın çılgınlık yürümüştü. Evdeşini Naranta’ya adak verdi. Naranta, onu öldürüp yedi. Kadın ölürken ellerini göğe kaldırıp beddua etti: ‘Burkay! İyiliğe kemlik ettin. Tanrı seni bedbaht etsin. Kıyamete kadar, dünyaya her gelişinde ruhun ıztırap içinde çalkalansın’’ dedi. Tanrı bu dileği kabul etti.

Burkay, şeytan Madar’ın dediklerini yaptıktan sonra çam ağacının olduğu yere gitti. Kız gitti diye yaprakları dökülüp kuruyan çam yine yeşermişti. Açığma-Kün onun gövdesine yaslanarak duruyordu. Burkay yaklaşıp şöyle dedi: ’’Nerede kaldın ay bakışlı? Neden gittin inci dişli? Senin için hasta düştüm. Eller gezip dağlar aştım. Artık bana varmaz mısın? Derdime em vermez misin? Gel,benim ol çiçek yüzlüm! İpek saçlım, ışık gözlüm!’’

Açığma-Kün bir şey demedi. Büyülü gözlerle Burkay’a bakarak gülümsedi. Burkay’ın aklı başından gitti. Az kaldı kımız gibi eriyip akacaktı. Kıza yaklaşarak sıkı sıkı tuttu. Çiçek kokan yüzünü öptü. Onu evine getirip eş edindi. Fakat bununla derdi bitmedi. Açığma-Kün’ü her gün biraz daha çok sevdi. Öpmekle doyamadı. Sevmekle kanmadı. Uçan kuştan kıskandı. Esintiden yüksündü. ’’Sen insan değilsin. Peri Kan Katun’sun’’ dedi. Sevgisi durulmadı. Arzusu kırılmadı. Öpmekle kanmaz oldu. Sevgisi dinmez oldu. ‘’Sen Peri Kan Katun değilsin. Tanrı Katun’sun’’ dedi.

Bir gün ihtiyar, çirkin büyücü kadın yine geldi. ‘’Bunun derdine ancak Madar çare bulabilir’’ dedi. Birlikte Madar’a gittiler. Madar güldü. ‘’Sen Nızvanı cehennemine düşmüşsün. Eğer o da sana bir defa seni seviyorum derse bundan kurtulursun’’ dedi.

Burkay yurduna döndü. Açığma-Kün’e ‘’Beni seviyor musun?’’ diye sordu. Kadın, saçlarıyla onu sararak ne soracağını unutturdu. Bir ay geçti. Burkay ‘’Beni seviyor musun?’’ diye yine sordu. Kadın onu öperek ne soracağını unutturdu.

Böyle aylar geçti. Yıllar geçti. Burkay sevgiden çılgına döndü. Iztırap ıztırap üstüne, keder keder üstüne çekti. Hekimler geldi, ilaç bulamadı. Bakışlar geldi, çare edemedi. ‘’Seni ancak ölüm kurtarır. Açığma-Kün, Tanrı’nın cezasıdır’’ dediler. Burkay büyük ıztıraplar içinde öldü. Ölürken yine ‘’Beni seviyor musun?’’ diye sordu. Kadın onu saçlarıyla sardı, kollarıyla sıktı, öptü. Fakat bir şey demedi .Burkay’ın öldüğünü görünce gözleri yaşardı. İnci gibi yaşlar aktı. ‘’Iztırap çekiyorum’’ diye inledi. Fakat ‘’Ben de seni seviyorum’’ demedi.

Burkay ölmekle ıztıraptan kurtulmuş olmadı. Her yıl bahar olup çiçekler açtıkça, Açığma-Kün’ü görüp sevdiği çam ağacının yanında ruhu dolaşıyor. ‘’Iztırap çekiyorum. Sen de beni seviyor musun’’ diye inliyor. O günden bu güne kadar bin yıl geçtiği halde Burkay her bahar orada ağlıyor. Yanında duran Açığma-Kün ‘’Sus sus, ben de ıztırap çekiyorum’’ diye yanıp yakılıyor. Fakat ‘’Ben de seni seviyorum’’ demiyor ve yıllar böylece akıp geçiyor.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ekim 2007       Mesaj #1343
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşktan Kaçış


Hayatımda hiç mi hiç yenilmedim. taki seni tanıyana dek. hayatım benim elimdeydi. Daha ortaokul 3 sınıftaydım.Derslerime çok önem verirdim.Çevremdeki arkadaşlarım dağınık,serseri tipli kişilerdi. ama çok yardımsever ve mühteşem insanlardı. ben ve birkaç kız arkadaşım derslerden zaman buldukça gezer eğlenirdik. yine birgezme dönüşü otobüse bindip eve geliyorduk. otobüs çok kalabalıktı. biz ayakta zor duruyorduk. otobüs birden fren yaptı. ben kendimi tutamayıp arkadşımın üzerine düştüm . oda kendini vebeni tutamayıp bir gencin üzerine düştü. coçuk oldukça yakışıklıydı. bizde bunu fırsat bilip onun bilerek çocuğun üstüne düştüğünü herkese anlattık. o bize kızdıkça bizde daha çok alevleniyorduk. ertesi gün okul da güle güle ölmüştük.
bir kaç hafta sonra bizim sitede oturan arkadaşımın doğum gününe gittim. kapıdan içeri girer girmez otobüsteki çocuğu gordüm. çok şaşırmıştım. arkadaşım beni onunla tanıştırdı. meğer çocuk onun amcasının oğluymuş .adı da eray'mış. o gün eray'la iyi sohbet etmiştik.
bir gün doğum gününe gitiğim arkadşım beni çağırdı evlerine ,gittim.bana erayın benden hoşlandığını söyledi. benim ağzımı bıçak açmıyordu. bana onunla çıkıp çıkmıyacağımı sordu. ben reddettim. çünkü böyle şeylerden korkuyordum.
ertesi gün okulda durgunluğum fark edildi. arkadaşlarıma olayı anlattım. onlar neolacak ki çık dediler ama ben çekiniyordum. nedenini bilmediğim bir şey kalbimde saplanmıştı. onun adını duyunca birşeyler oluyordu bana .
sonradan bana bir cesaret geldi ve çıkma teklifini kabul ettim. bir hafta boyunca çıktık. ama ben birşeyler seziyordum arkadaşım banu da. bana karşı tavırları değişmişti. sanki beni çekemiyordu. bulunduğum ortamlardan kaçınıyordu. daha sonra bir diğer arkadaşım sebebinin eray olduğunu söyledi.
tanışmamıza sebep olduğu için kendinde nefret ediyormuş. bunu duyunca ben delirmiştim. nasıl olurdu da yakın arkadaşım bana bunu yapabilirdi.
bir ay sonra banu'nun intahara teşebbüs ettiğini sebep olarak da beni gösterdiğini duydum. bunu duyunca ne yapacağımı bilemedim ve eray'ı arayıp artık ayrılmamız gerektiğini ve onun banu ile birlikte olmalarını istediğimi söyledim. o çok şaşırmıştı. bizim neden ayrılmamız gerektiğini soruyordu. bense daha fazla dayanamayıp telefonu kapattım.
daha sonra hiç bir arkadşımla konuşmadım. beni gezmeye davet edenlere lise sınavına hazırlanıyorum diye başımdan savdım. lise sınavını kazanmıştım. tercih formuma izmiri yazmıştım. halamın yanın da okumak istiyordum. ve öyle de oldu. şimdi izmir de okuyorum. hayatımda ben birkişiyi sevmiştim ve onu da kaybetmiştim . şimdi de kimseyi sevemiyorum. kalbimin ağrısından buraya gelmekle kaçtığımı sanıyordum yanılmışım. o da benle gelmiş meğer. şimdi yalnız ve çaresiz beklemekteyim ölümü.
Selami Özkul
frog_into_prince - avatarı
frog_into_prince
Ziyaretçi
15 Ekim 2007       Mesaj #1344
frog_into_prince - avatarı
Ziyaretçi
Çığlık



Savrulan kumlardan korunmak için gözlerini kapattı ufak elleriyle Vosviddin. Çevreye saçılan, saklambaç oynayan düşüncelerini bulamayacak, bir araya getiremeyecek kadar yorgundu. Dinen rüzgar kumların peşini bıraktı. Ellerini gözlerinden çekti yavaşça. Gökyüzüne kaldırdı kafasını, siyah bulutların sessizliğine. Bu defa kulaklarını kapatmaya çalıştı, bulutların gürültüsünden kaçmak için. Kalan gücüyle sessiz bir çığlık attı. Sesi yaşlı şehirde yankılandı, ağaçların sarı yaprakları döküldü, bulutlar ağladı, kırmızı toprak bulutların göz yaşlarını yakaladı. Ellerini çekti kulaklarından, iki yana açarak. Yıkımı izledi etrafındaki. Gökyüzüne dokunan gri, penceresiz binaların yıkılışını izledi. Başka karşılık gelmedi. Yıkılan binaların yanında uzun, eski bir iskele vardı, sisi delen. Demir aldı kırmızı topraktan iskeleye gitmek için. Birkaç dakika sonra orada buldu kendisini. Bir adım attı, sonra bir adım daha. Ve koşmaya başladı. Gitgide küçülüyordu arkasında bıraktığı yaşlı şehir, gitgide uzaklaşıyordu çığlığının sessizliğinden. Dalgalar iskeleye vuruyordu, düşünceleriyle, hayatıyla birlikte. Koşmaya dev…
Demir aldı kırmızı topraktan iskeleye gitmek için. Birkaç dakika sonra orada buldu kendisini. Bir adım attı, sonra bir adım daha. Ve koşmaya başladı. Gitgide küçülüyordu arkasında bıraktığı yaşlı şehir, gitgide uzaklaşıyordu çığlığının sessizliğinden. Dalgalar iskeleye vuruyordu, düşünceleriyle, belki de hayatıyla birlikte. Koşmaya devam etti. Dalgaları aştı, denize ulaşmak için. Sonunda iskelenin sonuna geldi. Yavaşladı ve dondu, kaldı. Deniz yoktu yolun sonunda. Beklediği gibi olmadı, her zaman olmadığı gibi. Uçsuz bucaksız, karanlık bir tarla vardı ufak ayaklarının altında. Geldiği yerdeki gibi kırmızıydı toprak. Tarlanın her yerinde bir şey ekiliydi. Ne ekili olduğunu anlamaya ça…
… Bir anda tarlanın diğer ucunda buldu kendisini Vosviddin. Nasıl olduğunu anlamadı bunun, hiçbir şey hatırlamıyordu buraya nasıl geldiğine dair. Sadece yorgundu, fazlasıyla. Siyaha boyanmıştı her yer, gittikçe solan hayatının ilk rengi gibi. Kalbi çok hızlı atıyordu. Dinlendi bir süre, sadece olduğu yerde durarak. Ve ileride, ekinlerin arasında bir kız gördü. Kız büyük bir korkuluğun yanında uyuyordu, ellerini kafasının altına koymuş bir şekilde. Kimse yoktu Vosviddin’in çevresinde konuşacak, kimse yoktu ne olduğunu anlatacak, kimse yoktu sessizliğini dinleyecek. Çekinerek kıza yaklaştı. Omuzuna dokundu. Kırmızı yanaklı, küçük burunlu kız uyandı aniden, korkuyla. Dizlerini kendisine çekerek korkuluğa yaslandı. Kıza tarlada ne ekili olduğunu sordu Vosviddin, kız “Umut…” dedi, titreyen bir sesle; umudun nereden geldiğini sordu, “Uzaktan…” diye cevap verdi; umudunu neyin koruduğunu sordu, korkuluğu gösterdi kırmızı yanaklı kız. Vosviddin dondu, kaldı. Şaşırmıştı. Her zaman korktuğu, yalnızlığa çakılmış korkuluğun umutlarını koruyabileceğini düşünmemişti hiç. Kıza elini uzattı. Kız tepki vermedi. Kendisiyle birlikte gelmesini istedi. Kız “Nereye?” diye sordu, Vosviddin “Uzağa…” diye cevap verdi ve kızı elinden tutarak yerden kaldırdı, korkuluğu tarlanın ortasından çıkardı. Korkuluğu arkalarından sürükleyerek uzaklaşmaya başladılar. Ve kargalar tarlaya girip umutları götürdüler… Her şey dondu aniden; Vosviddin, kız, bulutlar, uçuşan kargalar… Ardından dünya siyaha boyandı.
Sallanan sandalyede oturan yaşlı adam gözlüğünü ve kumandasını yanındaki masaya yavaşça bıraktı. Ve yerinden kalkarak biten kasedi videodan çıkardı.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ekim 2007       Mesaj #1345
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yaşanmış Bir Olay
Genç bir çocuk sevgilisini motorunun arkasına almış hızla yolalıyordu..

Genç kız :
Sevgilim çok hızlı gidiyorsun biraz yavaşla.. die seslendi...
Ama cevap alamadı genç çocuktan..
Bir daha aynısını tekrarladı... Bu sefer cevap gelmişti..


-Bi şartla yavaşlarım.. Önce beni sevdiğini söliceksin..
Sonra da başımdaki kaskı çıkarıp kendi başına takıcaksın..
Kız çocuğun dediklerini yapmıştı...


Ertesi gün gazetelerde bir başlık :
Ölüm Ayırdı ...


Haberin içeriği şöyleydi:
Aşırı hız yüzünden kontrolden çıkan motorun sahibi hayatını kaybederken
arkasında oturan kızarkadaşı kazayı hafif sıyrıklarla atlattı...

Ama gerçek öyle değildi...

Genç çocuk motorun frenlerinin boşaldığını anlamıştı..
Ama kızarkadaşına hiçbirşey belli etmemşti..
Son kez kendisini sevdiğini duymak istemişti ve sevdiğinin hayatı
uğruna kendi hayatını feda etmişti...
frog_into_prince - avatarı
frog_into_prince
Ziyaretçi
15 Ekim 2007       Mesaj #1346
frog_into_prince - avatarı
Ziyaretçi
Buzdan Hayaller

Kaç dakikaya bastı kaçarken, kaçını kırdı, kaçını atladı farkında olmadan… Nefes nefeseydi ufak çocuk. Daha hızlıydı buzu parçalayan adımlarının sesinden, daha hızlıydı kendisinden etrafındaki her şey. Kaçan o değildi sanki, kırık, oyuncak dünyasıydı; plastik bulutlar, birbirinin aynısı evler, evlerin bacasından çıkan hareketsiz dumanlar, renksiz ağaçlar, toprağa çakılmış insanlar… Bulanıktı her şey. Ve her adımında siliniyordu, her adımında kırılıyordu gökyüzünde asılı duran donuk dumanlar, boş evler… Nefes nefeseydi… Kaçıyordu hızla. Arkasında bıraktıklarından… Veya sadece kendisinden…
İki yana açtı ellerini Vosviddin, bir adım attı sonra. En az siyah kadar kaygandı dengesini bozmaya çalışan dev buz parçası; kırılması için donuk bir gülümseme yeterliydi. Neyse ki kimse yoktu ona yakın, biten oyununu bozuk gülüşüyle bozacak; düşmesine, kaybolmasına neden olacak. Yere bıraktı kendisini yavaşça, uçar gibi, ellerini kapatmadan. Buzdan karanlıktı gökyüzü; ne parlayan bir yıldız vardı beş köşeli, ne de yaşlı ay. Plastik, siyah bulutların ardına gizlenmişti ikisi de. Yıldızlar, ayın içindeydi; ay da yıldızların… Rüyayı bekleyen gözlerini kapattı, kimse görmedi. Uykuya daldı… Beyaz, kesik kesik yıldızlar çizdi gökyüzüne, iki eliyle arkasında sakladığı bitik düşünceleriyle; bulutları aldı yerinden, yıldızların arkasına koydu; buzdan hayallerini parçaladı kar tanelerini tutmak için, beyaza boyandı her taraf… İçinden geçti beyazın, çizgileri eritti… Ve araladı göz kapaklarını. Bıraktığı gibiydi gülümsemesi, değişen bir şey yoktu. Ne bir eksik, ne bir fazla; ne daha soluk, ne de daha yeni eskisinden… Yerinden kalktı dikkatlice, buzdaki kırık yansımasını izledi uykusuzluğuyla. Yüzüne dokundu; yumuk gözlerine, dağınık rüyalarına, uykusuzluğuna… Yansıması gibi, kırıktı. Ellerini iki yana açtı yeniden, kırık parçalarına basmadan ilerlemeye başladı onu çevreleyen dev kar tanesinin içinde. Adımlarını sürükledi peşinden. Ve karıncalar gibi art arda yürüyen izlerini, düşüncelerini… Düşüncelerinin izinin çizdiği dağınık, yamuk çizgiyi takip etti yalnızca. Ya da yalnızca karıncaları… Yalnızca… Yavaşladı peşinden sürüklediği, taşımakta zorlandığı adımları, çakıldı olduğu yere. Bir nehir vardı karşısında, donuk. Her şey donmuştu, sadece nehir değil. Biri tutuyordu sanki zamanı ellerinin içinde, bırakmak istemiyordu. Dizlerini koydu buzdan toprağa. Kafasını nehre yaklaştırdı, yumuk gözlerini; durgun suyu izlemeye başladı. Plastik balıklar vardı yüzen, dalgalanan dev, plastik yosunlar… Elini koydu nehrin üstüne, balıklardan biri yaklaştı eline, yansıması gibi. Dondu gözleri Vosviddin’in, geriye çekildi. Donmuş bir taş parçasıyla buz tutmuş nehri karalamaya başladı; küçük bir ev çizdi kendisine, kesik çizgilerle; uzun, kararsız bir yol çizdi renksiz… Kimse görmedi ne yaptığını, kimse anlam veremedi ne yaptığına, kimse fark etmedi düşmemek için sakladığı gülümsemesini. Kalktı yerden Vosviddin, rüzgara çarpmadan. Yeniden gökyüzüne baktı, aynı renkteydi. Nehrin ilerisindeyse dakikalar vardı yere saçılmış. Yaklaştı dakikalara doğru; kırıktı birçoğu, çoğunu es geçti. Saymaya başladı tek tek, sırasını karıştırarak… Güneş doğdu göz alan, parlak kanatlarıyla, kayboldu ardından hızla, karardı her yer, hızlı çekimle sarıldı her şey ileriye, her şey yer değiştirdi köşe kapmaca oynar gibi… Yerinde duran tek şey buz tutmuş nehirdi… Vosviddin çakılı kalmıştı o plastik insanlar gibi, bir korkuluk gibi toprağa çakılmış; git gide uzayan, çizdiği çizgiyi siyaha boyayan gölgesiyle.
Bir ses duydu derinden; biri buzu parçalıyordu sanki adımlarıyla. Parmak uçlarında yükseldi, ne olduğunu anlamak için. Ufak bir çocuk vardı kaçan, plastik ağaçların arasından. Nefes nefese kalmıştı. Koşmaya başladı Vosviddin arkasından, hızla, nefes nefese. Seslendi son gücüyle, kimse duymadı; devam etti koşmaya. Ufak çocuğun düşürdüğü dakikalara basmadan koştu peşinden. Dakikalarca, saatlerce… Nehre doğru sürükledi çocuk onu bir kez daha. İlk defa bu kadar çok yaklaşmıştı… Ama gitgide ağırlaştı adımları Vosviddin’in, bıraktı kendisini ilk defa… Ufak çocuk, nehrin üstündeki kesik çizgilerle çizilmiş evin içinden geçti kırarak; dengesini kaybederek nehre düştü, buz parçaları kadar donuk yüzüyle. Havada asılı kalan, yıkık, kesik çizgili evini izledi Vosviddin, hayal kırıklığıyla, yumuk gözleriyle. Ve nehre düşen, buz parçaları kadar donuk yansımasına salladı elini…

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ekim 2007       Mesaj #1347
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ayrılık


Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç bir şeyimiz yok.
Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum,
seninle konuşuyorum... Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım,
sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum... Cümlelerimi kısalttım,
kelimelerim buruk, gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda...

Bir ihtimal gelişine sığındığımı farkettiysem de, engel olamadım gurursuz
ama umutlu hasretine... Bugün gönlümü hoş tutmak istiyorum,
imkansız olan her rüyaya inanasım geliyor... Bir çocuk gibi
isteklerimi bastıramıyorum... Çalmayan telefonuma elim gidiyor,
sana halen bende olduğunu ısrarla yazmaya çalışıyorum... Bende olan seni,
hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de, sendeki benin
nasıl olduğunu, gülüp gülmediğini anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum...

İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum!
Üşüyorum, bu üşüme yalnızlığımdan geliyor ve sarıyor her tarafımı...
Tutunabileceğim hiçbir güzellik yok, hatırlamaktan usanmayacağım
anılarım dışında... Isınabilmek için onlara sarılıyorum...
Anlamsız ve cevapsız sorular hıhzırca sırıtıyor, ben görmemeye
çalışıyorum... Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı...
Belki de görmeyi istemek gerekiyordu... Gözlerini aç desem kapatacaksın
ama kapatma gözlerini! Kendime bir demet papatya aldım ama bakmadım
falıma... Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş
itiraf etti sonunda... Düşüncelerim gururlu, hayallerim ve sevdam değil...
Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturacaktım içimdeki isyanı,
kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini,
sevinçten ağlayacaktım bu defa, mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi,
dokunacaktım, sarılacaktım. Ama gelmedin, gelemezdin belki de gelmeye de
hiç niyetin yoktu aslında... Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum...

Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu düşünürken, şimdi
ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve sevgimi anlatıyormuş
gibi geliyor... Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin gidişin gösterdi
bana...
Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde,
gecede, uykumda... Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi...
Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda degilsin ki?
Gözyaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum sevdana...
Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben, geldiğini sandım... Ayak uyduramadım
yorgunluğuna... Dudaklarına düşlerindeki öpüşü konduramadım...

Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın;
dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da imkânsızın oldum...
Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum... İnanamadığın, Yenemediğin,
üzerinden atlayamadığın korkuların oldum... Ağladığın, bağırdığın ya da
sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan gözyaşların, birikmişliğin oldum...
Yüreğindeki kadın ben olmak isterken yüreğine sığınan ve tozlanacak olan
bir anı oldum... Haketmediklerin, artık yeter dediklerin ve herşeyin olmak
isterken
belki de hiçbir şeyin oldum... Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum?
Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim...
Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?

Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir mevsim yaşanan
ama bir ömür gibi gelen aşk... Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini,
öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum... Seni halen
benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum...
Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların
sonunda olması acıtıyor içimi... Suskunluğun en büyük silahındı,
suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan unutulmak...

Söylesene unutulmak kime yakışıyor?
Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor ...

Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan olmak
sende daha güzel duruyor... Görüyorsun işte, aşk'a ve sana ihanet etmiyorum.
benim kırgınlığım aşk'a... Sen üstüne alındın...


Hüseyin İrek
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
16 Ekim 2007       Mesaj #1348
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Müzik Hala Çalıyordu...


Öylece balkonda oturup gökyüzünü izliyordu. Yukardaki bulutlara bakıp kendince onların oluşturduğu şekilleri yorumluyordu..
Önce bir bulut dikkatini çekti, oldukca büyükdü ve ilginç bir şekli vardı. Bir kuşa benzetti önce. Yırtıcı bir göründüsü vardı ancak sonradan yavaş yavaş esen rüzgarla beraber dağılmaya başlamıştı. Önce üzüldü ama daha sonra dağılan parçaların az ilerde tekrar birleştiğini farketti. Yavaş yavaş başka bir yerde aynı şekli alıyordu bulut parçacaları. Bir an kendi küllerinden tekrar doğan Ankaa yı anımsadı ve hafifce gülümsedi.
kafasını diğer tarafa çevirirken irkildi bir anda... Tanıdık bir yüze benziyordu bulut, gözleri doldu bir anda, uzuncaa seyret seyretmeyi düşlerken bir anda süratlenen rüzgarın onu da dağıttığını farketti. Sinirlendi...
Gözlerindeki şaşkınlık yerini garip bir öfkeye bırakmıştı...
Toparlandı ve ayağa kalktı, telaşla aşağıya indi ve arabasına bindi, hızla sürmeye başladı...
Çok fazla sürmeyen bir yolculuktan sonra yolun sonu gelmişti.
Burası onun seneler boyunca her fırsatta gittiği ama son 10 senedir tek bir kere bile gitmediği bir yerdi. Aslında değişen çok bişey olmadığnı düşündü. On sene evelki haliyle şimdiki hali arasında pek bi fark yokdu. Issız kimsesiz biyerdi hala, hala rüzgarın sesinin en güzel duyulduğu, denizin köpürüşünün en güzel görüldüğü yerdi hala dünya üzerindeki...
Arabasından indi, yolda durup aldığı biralardan birini açtı. Müziğin de sesini iyice açmıştı sanki rüzgara dinletmek ister gibi...
Denize doğru yürüdü. Yüzünde hiç ifade yoktu, Uzunca seyretti, uzuuuuun uzun baktı...Rüzgar iyice hızlanmış. dalgalar da iyice kabarmıştı...
Uzun sürem bakışmadan sonra Bağırdı avazı çıktığı kadar...
TEKRAR MERHABAAA
Beni hatırladınmı dedi... Hani yıllar evel, hep sana gelirdim hatırladınmı? Konuşur dertleşirdik senle. Bak gene burdayım, Herşeye rağmen, bana onca yaptıklarına rağmen gene burdayım.
Rüzgarın sesi çok güçlüydü, dalgaların da çırpınışı ama o bunu biliyordu, onun için müziğin sesini sonuna kadar açmıştı zaten.
Bir anda öyle bir dalga vurdu ki sahile, Sanki hoşgeldin der gibiydi rüzgarla deniz...
Noldu dedi yoksa özledinmi beni?
Seninle nasıl severdik birbirimizxi hatırladınmı? Öyle ki tüm dostlarımı bir bir hep sana getirirdim buraya, hepsiyle tanıştırırdım dedi. Hatırladınmı?
Ama sen diye başladı yeni cümlesine, birasından bir yudum aldıktan sonra...
Kimi getirdiysem, kimi sevdiysem, kimi tanıştırdıysam senle hepsini aldın ve götürdün...
Hepsini kıskandın...
Kimi sevdiysem, kime inandıysam hepsi uçtu gitti hepsini aldın yanımdan. Oysa biz seninle dost değilmiydik? Beraber oturmadıkmı günler, gecelerce? Beraber içip sarhoş olmadıkmı?
Rüzgar hala şideetle esiyordu ama onun sesi rüzgardan ve müzikten bile daha güçlü haykırıyordu...
KONUŞSANA diye haykırdı...
Önce diye başladı tekrar.
Hani dedi kısa boylu çirkin bişeydi, hatırladınmı?
Hafifce gülümsedi
Hani dedi sen bile sarhoş olmuştun, o kadar içmiştik ama... o sarhoş olmamıştı sinir olmuştuk senle...
Hani diye devam etti
Hani çok güzel biri vardı? Hani yüzüklerimizi takarken sen şahitlik etmiştin yeminlerimize hatırladınmı? ....
Rüzgar yavaş yavaş hızını kaybediyordu...
Yaaa dedi adam, "Hepsini aldın yanımdan, bende son kez geldim sana beni de al bari diye,
BAKALIM HANGİMİZ SAĞ ÇIKACAK... SEN Mİ BENMİ
BEN GELDİM SANA, YA BEN SENİ ÖLDÜRECEĞİM BUGÜN YA DA SEN BENİ ALACAKSIN ONLARI ALDIĞIN GİBİ
Yaaa , bak zayıf düşüyorsun işte,
Rüzgar hızını iyice yitirmişti, deniz de köpürmüyordu eskisi gibi,
Bir yudum daha aldı birasından...
Bak, dedi
Nolldu? Çok mu güçlü geldim ana? Hani en sevdiklerimi öldürerek mi yıkacaktın beni?
BECEREMEDİN İŞTE
Bak, hissetmiyorum bile seni artık, HADI BAĞIRSANA DEMİNKİ GİBİ, HADİ!
İşte bak tamamen yokoldun...
YIKAMADIN BENİ
AMA BEN SENİ YIKTIM!
Az sonra Ürkütücü bir ses duyuldu,
Çok derinlerden gelen tok bir ses,
"BEN DEĞİLDİM"
Deniz bir anda kabardı, rüzgar dağları bile yerinden sökecek kadar kuvvetli esti
Aynı ses tekrar haykırdı...
"BEN DEĞİLDİM"
Ve yağmurun ilk damlaları arabanın farlarının zor aydınlattığı, yerde yatan cansız bedenin üzerine düştü...

"BEN DEĞİLDİM"

Müzik hala çalıyordu...


Anonim
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ekim 2007       Mesaj #1349
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aynanız Ağlıyor mu?


Duru bir sudan daha derindi ayna. Binlerce demir parçasının ateşte eritilip bir bütün demir parçası elde edildiği gibi onu da kim bilir kaç kum tanesinden elde etmişler, içine kim bilir daha neler katmışlardı.

İlk halini hatırlıyor, kendini göremiyordu... Yeni doğmuş bir çocuk gibi şuursuzdu.

Bir yanı siyah giyindiği gün içi gibi her yeri ışıldıyordu. Hele altın rengindeki çerçeveye sahip olduğu gün tacını giymiş kral gibi gülümsüyordu.

Beyaz bir duvara asıldı. Artık sırtını dayadığı duvara bir çivi ile bağlanarak onunla dost olmuştu.

Yaşamın bir penceresi olmuştu. Her şeyi olduğu gibi gerçek, tarafsız ve yorumsuz yansıtan bir pencere.

Ağlayanla ağlıyor, gülenle gülüyordu. Görmek istediği gibi bakanlar oluyordu aynaya. Onlara görmek istediklerini göstermenin, içinde açtığı yarayı anlayabilmek çok zordu.

Maskeli yüzlerin maskesiyle karşılaşmak, yüreklerindeki acımasızlığın riyanın vefasızlığın yüzlerine akseden yönleriyle karşılaşmak kolay değildi.

Özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, ayna sessiz sessiz ağlıyordu. Bazen kendi gözyaşlarını siliyor, bazen de yakalanıyordu. Neyse ki sıcaklık farkından oluştuğunu düşünerek siliyorlardı üstündeki damla damla yaşları. Oysa ayna ağlıyordu.

Kimi zaman yalnız başına kaldığında, bir gün dilinin çözülüp kendisine bakanlarla konuşacaklarını karşısında birine söyler gibi kendi kendine konuşuyordu:

"Siz insanlar ne tuhafsınız. Olduğunuz başka, olmak istediğiniz başka. Aradığınız başka, bulduğunuzu sandığınız daha başka. Dört bucakta aradığınız huzurun yanı başınızda olduğunu inatla görmek istemeyen garip varlıklar.

Bir gün ellerinizi şakaklarına dayayıp karşıma geçseniz... Düşünseniz... Kendi gözlerinizin içine baksanız derin derin. Her şeyin çaresini bulacaksınız. Huzurun, başarının, dostluğun, sadakatin, samimiyetin ta kendisini...

Sorun da içinizde, çözüm de... Maskeyi yırtmanın yolu da bu...

Bir kalem alıp elinize kendinizi çizseniz yüzünüzü nasıl çizersiniz. Masum çocukluğunuzun kaybolan hüznüyle mi?

Ya benim halim?... Sizi her saniye görmek istediğiniz şekille resmetmek zorundayım. En zoru da; olmak istediğinizi anlamakta çekiyorum.

Nelerinizi görmüyorum ki... Benden ayrı olduğunuzda yaptıklarınızı bile okuyorum yüzlerinizde.

Bazen uyarmak istediğim oluyor sizi, olduğunuz gibi gösteriyorum. "Şimdi kötü görünüyorum" diyorsunuz. Yine de kötü olduğunuzu kabullenmiyorsunuz. Sizin üzdüklerinizi unutup, sizi üzmekten korkarak eski halime çekiniyorum.

Az da olsa gözlerinizin içinin güldüğü oluyor. Bazen ilahi bir lütuf gibi samimice gözlerinizin yaşardığında sizi, ne çok seviyorum.

Gerçek hayatta yaptıklarınızı romanlarda, hikayelerde, filmlerde bir başkasının yaptığını gördüğünüzde; sanki onları siz yapmamışçasına mağdur olandan yana olup sizi temsil edene kızıyorsunuz. Ne büyük çelişki?.

Ben aynalığımdan utanıyorum. Ama siz...

Kendinize böyle yabancı olmasanız... Biraz olsun ruhunuzu dinleseniz karşımda. Kendinizi sorgulasanız...

İçinizden birinin dediği gibi Suçlarınız yüzünüzde görünseydi biz aynaları satın almazdınız' Yüzünüzde maske var. Yaşlanınca maskeyi bir parça çıkarıyorsunuz. Bu kez de, aynalar yalan söylüyor diye yalancılıkla suçluyorsunuz.

Görmeyi bilseniz, görmek isteseniz, her biriniz bir ayna. Ama siyah gözlüklerle gizliyorsunuz gözlerinizi. Cenazelerde ağlamadığınız bilinmesin, dışarıda nereye baktığınız fark edilmesin diye.

Merhametin yokluğu, kıskançlığın hakimiyeti belli olmasın diye.

Yalan söyleyen dudaklarınızı boyalarla kapatıyor, kirlenen yüzünüzü fondötenlerle kremlerle örtüyorsunuz.

İmrenilecek halinizde yok değil. Siz, yanlışlarınızı bana göre çok kısa hayatınızda kolayca taşırken, ben doğruluğu sonsuza yakın taşımak zorundayım.

Fanilik bazen, ne güzel diyorum.

Bir tırtılın kelebeğe dönüştükten sonraki ömrü, gül bahçesinde de geçse en fazla bir gün.. Sizlerin de atmış, yetmiş, nihayet yüz yıl... Bu süreler içinde yer, içer çoğalır; dilediğiniz gibi yaşarsınız. Her gün üzerime konan karasinekler bile 3 gün yaşar.

Oysa ben büyüyemem, çoğalamam. Sekiz bin yıl önce Çatalhöyük'te var olan en eski atam bile sizin elinizde. Rahat bırakmamışsınız...

Sizin toprak olma hakkınız var. Biz aynaların kuma dönüşme hakkımız yok nedense?"

Ayna böyle söylüyor, kırılgan bir yürekle hayata tutunmaya çalışan insanlar gibi, beyaz duvara ufacık bir çiviyle tutunuyordu.

Duvar bir gün "yeter" dedi.
Çivinin prangasını çözdü.
Ayna yere düştü.
Kırıldı.

Şimdi ayna bir köşede özellikle geceleri, son ışık da terk edip gittiğinde, sessiz sessiz ağlıyor. Her şeye rağmen kendi doğrularıyla var olmanın mutluluk gözyaşları bir yandan; eğilenlerin, bükülenlerin açması haline yönelik hüzün bulutları diğer yandan. Sahi sizin de aynanız var mı? Aynanız ağlıyor mu?
Kenan Yaşar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ekim 2007       Mesaj #1350
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yüreğimin Devrimi



Uzaktan akrabamızdı. Abi diye hitap ederdim ona kendimi örnek aldığım; tıpkı dağların doruklarında zamansız kalabilmiş kar birikintisi gibi göz alıcı bir şahsiyetti benim gözümde. Paylaşımlarla kurulan dostluğumuz, saatlerce süren dostluk kokan sohbetlerimiz dertlerimiz anılarımız gülüşlerimiz ve tesellilerimiz yerini çok sonra fark edebildiğim kaçamak bakışlara bırakır gibiydi. Bir türlü kabullenesim gelmiyordu dostane duyguların aksini. Ailem dahil çevremdeki herkesin gözdesiydi o. Bilhassa arkadaşla gönülleri fethediyordu muhabbetiyle.

Buna rağmen mantığımı elden bırakmıyor onun beni asla yar olarak göremeyeceği gerçeğini açıklamaya çalışıyordum bizleri yakıştıranlara. Ben olgun bir yetişkin gibi davranmaktan bihaber yaşamayı ilke edinmiş bir genç kızdım. O ise sorumluluk sahibi ciddi bir deniz astsubayıydı. Karakterli, ağırbaşlı disiplinli bir o kadar da iyimserdi.

Velhasıl 1,5 aylık bir süreden sonra görkemli bir itirafla yüz yüze kalıyordum. ‘’Bana abi deme’’ diyordu. Ben ise şaşkındım sessizce haykırıyordum içten içe, şimdi neler olacak diye. Susarak geçirdiğim 2 günden sonra onu deli gibi severek başladım güne. İnanıyordum uykumda aşık olmuştum ona.

Her ikimizin gözlerinde görülmeye değer bir ışık yüzlerinde ise tarifi mümkün olmayan bir tebessüm yer edinmişti. El eleydik. Bir ömür boyu beraber yol almak için ilk adımı attık sözlendik. Fakat ayrı düştük; aşkım dünyanın bir ucunda seyirdeydi. Bekledim bekledim...

En nihayetinde kavuştuk sınırsız sevgi limanımızda. Ama vuslatın sarhoşluğu fazla devam etmedi 1 aylık bir sürecin ardı gelen bir özlem daha ayırdı bizleri sevdiğimle yine! Şimdi uzağız yine birbirimize. Yıldızlara yarenlik etmek alışıla gelmiş bir sohbet oluyor zamanla. Bu yüzden doyamıyoruz ya birbirimize hatta bazen sevgi sözcükleri bile aç kalıyor sevgimizin yanında. Ruhlarımızı çepeçevre sarmalayan sıcaklığın yanı sıra, yalnızlıklarımızda kurduğumuz hayallerimizle yücelttiğimiz umutlarımızla körüklüyoruz hasretliğimizi biz. Neyse ki her ikimizde severek yaşıyoruz. Neyse ki bizler özlemle yanıp özlemle tutuşuyoruz. Ve asla aşkı katliamlara maruz bırakanlardan olmuyoruz.

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat