Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 137

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.169 Cevap: 1.812
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
24 Ekim 2007       Mesaj #1361
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Ah! Benim hercai yuregim..
Sponsorlu Bağlantılar
Vazgec bu sevdadan.
Kac kere umut sofrasina oturup, her seferinde boynunu bukerek sessizce ac kalktin? Uslanmadin mi! Sen ne zaman bu konuda hayal kursan gercekler o hizla kacti senden. Umutsuz yasamak nedir hala ogrenemedin! Ne kaldi ki, hayal ediyorsun?
Dokundugun yurek artik cok degisti kabul et. Gri ve isikli bir gecenin pencerene dolmasina izin verseydin aylar once, gorecektin askin seni nasil da yaktigini.Gucluyum deme! Gucun bitti artik. O, artik cok uzaklarda ask sarkilari soyluyor ellere.Baska baska tenlere dokundukca gokkusagi actiriyor yureklerde.Yedi mevsimin solgun tum cicekleri bizim yani basimiza coreklendi anla artik! Gitmeliyiz.
Her calan telefonda buyuyup - kuculme dayanamiyorum! Yok etmeyi bilmek gerek kendine gel: Olecegim.Uyurken bile hizla carpan hallerinden usandim artik.Kopup gidecekmissin gibi geliyor benden.
Gozlerimle belirsiz bir bicimde bir araya gelislerin de canimi sikiyor. Olur olmadik zamanlarda agitlar yakmak hic hos degil. Muzik bile dinleyemez oldum sayende; tansiyonumu yukseltecek kadar gumburdeyip dengemi bozuyorsun. Kisisel denklerimi dahi alt ust ettin..Gecenin kor vaktinde, yanginini gevezelikle gecistirmek icin tum enerjimi harciyorum.Ne zoruma!
Tozu yerinden oynatmak basimiza bela acacak.Bizim ask kalemiz yikildi.Kapat bu sayfayi; kanadini kirasim geliyor!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2007       Mesaj #1362
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ay GülümKapımızda nöbet tutuyor ölüm

Sponsorlu Bağlantılar
Diyecektim ki; gülüm,
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk....
Bir yanı bahardır kıyılarımızın bir yanı cehennem.
Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine...

Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm, rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden...

Diyecektim ki; gülüm,
mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm...

Diyecektim ki; gülüm,
mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor... Bu yüzden karalar giydik gülüm. Utandık insanlığımızdan.
Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz. Kan ve barut kokan ağır bir hava hüküm sürüyor gecelerde Havaya karışan iniltiler feryatlar ağıtlar.

Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz... Yüreğimiz parça.parça..
Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz gülüm...

Diyecektim ki; gülüm,
Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara... Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister... Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla ... Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini ... Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak ...

Diyecektim ki; gülüm,
Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister... Büyür, olgunlaşır , sevgi meyvesi verir, karşılık beklenmez... Verdiğini alırsın...

Diyecektim ki; gülüm,
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla ,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık.
Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...

Diyecektim ki; gülüm,
Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere.
Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere . Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık...


Diyecektim ki; gülüm,
Yaşamak güzel... Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize... Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor... Kinler, düşmanlıklar, kötülükler kafdağının ötesine sürülmüş...

Diyecektim ki; gülüm, gel.
Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün...

Diyecektim ki; gülüm,
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara...
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...

Ama diyemedim, diyemedik gülüm...
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...


Nuri Can

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
27 Ekim 2007       Mesaj #1363
arwen - avatarı
Ziyaretçi
ve rüzgar aşktan yana

Masanın üzerinde duran haplara baktı. Gözleri, küçücük ilâç kutusuna kilitlenmişti. Bir avuç içse babasına kavuşacağını biliyordu. Apansız gidişiyle dünyası kararmış, meydanı annesinin acımasız otoritesine bırakmıştı. Kendini bildi bileli annesiyle anlaşamazlardı. Babası her zaman yanında olur, ona arka çıkardı. Özgürlüğün olmadığı bir evde yaşamanın zorluklarıyla karşı karşıyaydı. Tutunacak bir dalı, gidecek yeri de yoktu. Kararını verdi. Elini masaya doğru uzattı ve aynı anda annesinin öfkeyle gürleyen sesini duydu. Telaşla hapları ortadan kaldırmaya çalışırken her biri suç delillerini açıklarcasına etrafa saçılmıştı. Annesi avazı çıktığı kadar bağırıyor, kapıyı yumrukluyordu.
_Aç şu kapıyı kör olası Fadime aç!
_Tamam, bir dakika açıyorum. Dedi genç kız, sinirlenerek. Yine neden kızmıştı acaba? Fadime diye seslendiğine göre ters giden bir şeyler vardı demek ki. Annesinin kasıtlı söylediğini çok iyi biliyordu. Herkesin, kendisine Fatoş demesini isterdi.
_Dolmaları yakmışsın, ben sana yemeğe bak demedim mi?
O sırada dağılan haplara bakarak:
_Bunlar da ne? Dedi genç kadın. Sesi biraz yumuşamıştı. Şaşkınlık içindeydi.
_Başım ağrıyor da.
_Neden döküldü peki?
Kapıyı açacaktım, elim çarptı.
Kadın, kızına şüpheyle baktı. Sözleri inandırıcı değildi. Yanakları kızarmış, başını önüne eğmişti. Haplardan birini aldı, aceleyle karşıdaki eczacıya gitti. Öğreneceğini öğrenmişti. Koşar adımlarla geri döndü.
_Yalancı! Uyku hapıyla baş ağrısı geçer mi?
Çıldırmış gibiydi. Bağırmakla bir şey elde edemeyeceğini anlayınca, acındırma politikasıyla ağlayıp dövünmeye başladı. Fadime başını kaldırıp göz ucuyla ona baktı. Karşısında saçlarını yolup dizlerine vuran bu kadın, az önce şahlanmış bir aslan gibi saldıran annesi değil miydi? Babası sağ olsaydı, “yapma be hatun, gitme kızın üstüne” derdi.


Bütün gece yağmur yağdı. Sabahın ilk ışıkları ile yağmur bulutları uzaklaştı. Yerini pembe bulutlara bıraktı. Camdan süzülerek gözlerine ulaşan gün ışığının kamaştırıcı renkleriyle erkenden uyanan Fatoş, önce pencereyi açtı. Sonra banyoya gidip fırçalar gibi yüzünü yıkadı. Ayak sesleriyle annesi de uyanmıştı. “Çayı koy” diyen emir sesiyle titredi. Mutfağa gitti. Çaydanlığı ateşe koydu. Mutfak camından gülümseyen gül dalına takıldı. Yağmur dindiği halde bir su damlası hâlâ yeşil bir yaprağın damarında oyalanmaya çalışıyordu. Adeta düşüp düşmeme konusunda tereddütlü gibiydi. Evin önünde küçücük bir bahçeleri vardı. Annesi çiçek meraklısı olduğundan, her mevsim bahçeden çiçek kokuları yükselirdi. Çiçekleri o da severdi sevmesine de; annesiyle tartıştıkları zaman gizlice bahçeye çıkar, gözüne kestirdiği çiçeğin yapraklarını koparıp görünür bir yere atardı. Böylece ona olan kızgınlığını göstermiş olduğunu düşünür, keyifle türkü söylerdi. Dalıp gitmişti uzaklara. Yine annesinin sesiyle uyandı. “Ne o geceler az mı geldi, şimdi de gündüz düşlerine mi başladın? ” Artık onunla ters düşmek istemiyordu. Cevap vermeden kaynayan çay suyuna yöneldi. Çayı demleyip dolaptan kahvaltılık çıkardı. Kahvaltı boyunca hiç konuşmadılar. Bahçeyi çevreleyen tahta parmaklıklardan gözlerini ayırmayıp, babasıyla son konuşmalarını sessizce tekrarladı.
_Parmaklıklar tamir istiyor hanım. Bu sözleri Nurten Hanım’a söylerken Fatoş kiraz ağacının tepesindeydi. Dudakları yediği kirazların rengini almıştı. Ağaçtan seslenerek:
_Ben yaparım, demişti. Bu söz üzerine babası gülmüş ve:
_Yapabilir misin?
_Bundan kolay ne var, tabi ki yaparım.
_Tamam, malzemeler araç çantamda, yarın bitmiş olsun. Demişti babası. Oysa yarın yoktu. O gece yemek sonrası oturduğu çekyatın üzerinde yığılıp kalmıştı. Sonsuzluğa uyuduğu halde gözleri hâlâ açıktı. Onun ölümüyle çiçekler bile kokusunu kaybetmişti.
_Ne düşünüyorsun
_Hiç.
_Ne demek hiç, düşünüyorsun işte.
_Düşünmüyorum, rahat bırak da kahvaltımı bitireyim.
İkisi de sustular. Çatal kaşık sesleriyle buluşan kuş cıvıltıları arasında kahvaltıya devam ettiler. Genç kızın gözü parmaklıklardaydı. Zaman zaman o yönde yoğunlaşır, anılar denizinde kaybolup giderdi. Verdiği sözü tutmalıydı. Kahvaltı sonrası babasının alet çantasını çıkardı. Çivi, keser, işe yarayacak ne varsa ortaya döktü. Alışık olmayan parmakları yara bere içinde kalmıştı ama akşam olmadan kırık tahtaları onarıp tüm tahtaları, dökülmüş boyaların esaretinden kurtararak beyaz bir tabloya dönüştürmeyi başarmıştı. Bahçenin yeni görünümü ve annesinin beğeni sözleriyle keyfi yerine gelmişti. Kendini kuş gibi hafif hissediyordu. Arka bahçedeki kiraz ağaçları; taç giyme törenindeymiş gibi ılık bir meltemin gösterisiyle, bir aşağı bir yukarı dallarını sallıyorlardı. Büyük bir olasılıkla bahçenin yeni görünümünü onlar da sevmişti. Burada daha ne kadar yaşayabileceği düşüncesiyle uzak bir köşede sessizce duran pembe bulutlarla düşler kurduğu sırada yoldan geçen okul arkadaşı Ahmet’i fark etti. Üstü başı hatta saçları boya içindeyken ona görünmemek için kiraz ağacının arkasına saklanmak istediyse de yakalandı. “Bahçeniz çok güzel görünüyor Fatoş, sen mi yaptın? ” Genç kız bayılmamak için ağaca tutundu. Yanakları kızarmış, bedeni kontrolünden çıkmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Utancından iki büklüm olmuştu. Fısıltılı bir sesle sadece teşekkür edebildi. O sırada yolun karşısındaki iki katlı evde oturan Nurten hızla pencereyi kapattı. Bu kızı hiç sevmemişti. Aralarında; nedenini bilmediği gizli bir rekabet ya da düşmanlık sürüp gidiyordu. Bir süre Ahmet’in arkasından baktı. Geniş omuzlarını, yürüyüşünü arada geri dönüp gülümseyerek bakışını hafızasına kazırcasına tekrarladı. Annesinin sesiyle içeri girdi. Annesi:
_Aynaya baktın mı, dedi. Bakmamıştı. Koşarak banyoya girdi. Yüzü boya içindeydi. Ya Ahmet gördüyse! Görmüştür, kesin görmüştür. Utancı daha da arttı. Belki de bu yüzden gülümsüyordu. Derisini yüzercesine yüzünü yıkamaya çalıştı. Annesi mutfaktan seslendi;
_Boşuna uğraşma, suyla çıkmaz. Tinerle sil, dedi.
_Hiç kalmamış.
_O zaman boyalı yüzle gezmeye devam et.
Boya yaparken kullandığı bez parçasının işe yarayacağını düşünerek bahçeye çıktı. Gül dalında asılı duran bezi aldı ve tinerle ıslatılmış yanını yüzüne sürttü. Boyalardan iz kalmamıştı. Yıkanıp temizlendikten sonra aynanın karşısına geçti. Yine annesinin sesi gürledi.
_Yemek soğudu, acele et biraz.
_Tamam, anladık. Aynadaki görüntüsünü hayranlıkla seyretti. Ahmet şimdi görmeliydi onu. Acaba hakkında ne düşünüyordu kim bilir! Gözlerindeki ışıltıyı hatırladıkça yüreği deli gibi çırpınıyordu. Oysa âşık olmaktan ölümüne korkardı. İçindeki heyecana isim bulamıyordu. Ya annesi anlarsa, ya biri onları konuşurken görürse! Korkuların pençesinde yaşamak kolay değildi. Ancak, rüzgârın önüne de geçemiyordu. Hep susuyordu ama içi bir türlü susmuyordu. Geceleri onu hayal etmekten kendini alamıyor, acımasız bir tutkunun kolları arasında çaresiz çırpınışlarla savaşıyordu.
_Sabah erken kalkacağız unutma.
_Neden?
_Senin aklın nerede kız? Veraset ilamı için mahkemeye gitmeyecek miydik?
_Yarın mıydı?
Kadın sinirlenerek ellerini havaya açtı.
_Akıl fikir ver Allah’ım. Akşama da Nurtenler gelecek.
Nurten adını duyunca gerildi.
_Aman çok lazımdı, gelmesinler.
_Ne demek gelmesinler? Gelecekler işte. Sen salata işini hallet, ben de hamur işlerini, akşamdan hazır olsun ki yarın rahat edelim.
Fatoş iyice çileden çıkmıştı. Elindeki kaşığı hızla masaya çarptı. “Yorgunum, yapamam, onları da görmek istemiyorum” dedi.
_İstemesen de göreceksin. Annesi benim arkadaşım. Sen de Nurten’le odanda oturursun.
_Ölürüm daha iyi.
_Bana bak, beni delirtme. Ne dedimse o olacak, konu kapanmıştır.
Annesinin çılgın bakışları karşısında durumun ciddiyetini anlayınca, direnmekten vazgeçti. En büyük korkusu Nurten’in onun hakkında söyleyeceği sözlerdi.

Okulların açılmasını dört gözle bekliyordu. Biraz olsun içinde bulunduğu savaş alanından uzaklaşacak, Ahmet’i daha sık görebilecekti. Ya Nurten bir şey söylerse! Korkusu giderek artıyor, soğuk terler döküyordu. Sokağa bakan küçük penceresinden yıldızları seyrederek uyumaya çalıştı. Bölük pörçük bir gecenin ardından sabahın erken saatleriyle yola çıktılar. Mahkeme salonu gürültülü bir kalabalığın esiri olmuştu. Bir apartman yöneticisi komşuları tarafından tartaklanmış, saymakta zorluk çektiği bir grup insan, ifadeleri alınmak üzere mahkemeye çağırılmıştı. Öfkeli kalabalığın sesi dinmek bilmiyordu. Onlara bakarken; hiç tanımadığı dertlerle uğraşan, eriyip dağılan şiddetin içinde yer almadığına sevindi. Avukatların biri gidip, bir diğeri geliyordu. Mübaşir arada kapıyı açıyor, ciddi bir tavırla elindeki dosyaya bakarak sırası gelenin adını okuyordu. Nihayet sıraları gelmiş, içeri alınmışlardı. Oturdukları gecekondu ile emekli maaşlarından başka bir şeyleri olmadığından işleri uzun sürmedi. İkinci mahkemede veraset ilâmını hemen aldılar. Akşam olmadan eve varmışlardı ancak yarım saat geçmemişti ki, Nurten ve annesi damladılar.

Korktuğu başına gelmemişti. Hoş sohbet, neşeli bir gece geçirdiler. Üstelik bahçenin yeni görüntüsünü övgüyle bitiremediler. Gecenin geç saatlerine kadar oturduktan sonra misafirlerini geçirmek üzere bahçe kapısına çıktılar. Ay ışığı ormanın tepesinde dolaşıyordu. Bir süre gökyüzüne yaslanmış duran ormanın arkasında neler olabileceğini hayal etti. Oraları hiç görmemiş, kendi dünyasında masallar yaratmıştı.
Sabahın erken saatlerinde perdelerin kıvrımlarından sızan güneş ışığının yüzüne yansımasıyla uyandı. Camı araladı. Orman dinlenmeye çekilmiş gibiydi. Ne kadar sakin görünüyordu! Oysa karıncalar ağaç gövdelerinde itişip dururken, uzaktan bir kuş sesiyle hüzünlü melodiler yankılanıyordu. Belki de eşini çağırıyordu. Ahmet’le ormanın arkasında yaşamayı düşledi. Çocuklarını çok sevecek, azarlamayacak, kızıyla arkadaş olacaktı belki de.

Okulların açılmasına az bir zaman kalmıştı. Hazır maaşı almışken alışveriş yapmak istedi. Annesi hiç oralı olmadı. Sonunda ağzından baklayı çıkardı.
_Okul işini unut. Masrafları karşılayamam, dedi. Genç kız bayılacak gibi oldu. Ağladı, tepindi, ne yaptıysa annesini kararından döndüremedi. O günden sonra hiç konuşmadılar. Genç kız iyice içine kapanmış, üzerine düşen görevleri yaptıktan sonra bir daha odasından çıkmaz olmuştu. Gözlerindeki ışıltı giderek sönüyordu. İntiharı bile becerememişti. Bir deli rüzgâr gibi oradan oraya savrulup duruyordu. Arkadaşları okul dönüşü evlerinin önünden geçerken; perdenin arkasına saklanıp gizlice onları izliyor, ara sıra Nurten’e uğrayarak Ahmet’ten haber alıyordu. Bir defasında Nurten’in getirdiği haberle yeniden canlandı. “Söyle üzülmesin, beklesin. Onu kaçıracağım” Demiş.

Kış kapıya dayanmıştı. Birkaç yüz metre ötede genç kızlar için elişi kursları açıldı. Annesi ona sormadan kayıt yaptırmış. Bir süre düzenli olarak kursa devam etti. Kurs çıkışı gizlice Ahmet’le buluşup ayaküstü konuşuyor, ürkek bir ceylan gibi görülmekten korkar gözlerle etrafını kolluyordu. Kaçamak buluşmalar; zamanla yerini, okul ve kursu terk eden, birkaç saatlik uzak gezmelere bıraktı. Önceleri işler istedikleri gibi gidiyordu. Ta ki, Hatice Teyze’ye parkta yakalanıncaya kadar. El ele tutuşmuş oturuyorlardı. Soğuktan büzüşen ellerini birbirine kenetlemiş, soğuk dağlara sevdalarını yazarcasına karakışa meydan okuyorlardı. Sonunda korktukları başlarına gelmişti. Kadının delici bakışları karşısında her ikisinin de huzuru kaçtı. Artık eve gidemezlerdi. Hızla düşünüp çabuk karar vermeleri gerekiyordu. Ahmet aniden yerinden fırladı.
_Kalk, gidiyoruz.
_Nereye?
_Nereye olursa.
_Evlerimize gidebilir miyiz sanıyorsun?
Fatoş boynunu büktü. Gidemezdi. Babasının korkusundan Ahmet de gidemezdi.
Birlikte Ahmet’in dayısının oturduğu mahalleye gittiler. Genç kız arka sokakta beklerken; Ahmet de dayısının at arabasını almak üzere çiftliğe gitti. Kısa bir süre sonra arabayla birlikte kızın yanına geldi.
_Atla, dedi.
_Nasıl aldın?
_Babam istedi dedim. Gülüşerek arabaya atladılar. Nereye gideceklerini bilmiyorlardı. Tek bildikleri beraberlikleriydi. “Deh! ” Dedi coşkuyla, “deh! Atları ormana sürdü. Yıllardır merak ettikleri ormanın ötesine giden yolu yarılamışlardı bile. Arkada bıraktıkları tekerlek izleri bir süre sonra ince bir kar tabakasının esiri olmuş, meçhule giden yolun üstü tamamen kapanmıştı.

Ve rüzgâr aşktan yana esiyordu.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2007       Mesaj #1364
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KÜÇÜĞÜM.
aynı sokakta oturuyorduk..
hergün bir kızla geliyordu ewe..
adı esrarengizdi...
herkes onun hakkında farklı şeyler söylerdi.
fakat kimse gerçeği bilmezdi..
kirli sakalları wardı.Yeşil gözlü,,esmerdi..
mahallenin kızları hayrandı ona.
bense nefret ederdim..
hiç kimseyle konuşmaz,sadece gelir geçerdi.
birgün onunla yolda karşılaştık.
çok güzel bir yüzü wardı..
bana gülümsedi...şaşırdım.
ama yinede onu sewmiyordum.
fakat o çok farklıydı.
gece boyunca lambası yanardı.
uyumak yerine onun ewini seyrediyordum saatlerce..
onu sewmediğim halde herşeyiyle ilgileniyordum.
yawaş yawaş onu gözlemeye başladım!
we o an anladımkıı..
hep kendimi kandırmışım..
ona karşı hissettiğim şey sewgiymiş.
artık o ewe gelmeden uyuyamıyordum..
yanına gelen kızları kıskanırdım.
herkes onun kötü oldugunu söyleyince,,ben hep onu sawunurdum..
onunla karsılasmak için hep kapıda dururdum.
birgün onu gecerken gördüm.
yanımızdan gecerken onu cagırdım..
acelem war KÜÇÜĞÜM dedi...
bana aramızdaki yaş farkını hatırlatmıstı.
ewe gidip ağladım...
karar werdim ona aşkımı ilan edicektim..
yolunu gözledim.
yine geliyordu karsıdan..
peşine düstüm.o ewe girdi..
biraz bekleyip kapıyı çaldım..
açtı.."ne war KÜÇÜĞÜM"dedi...
SENİ SEWİYORUM...dedim.
"eee"dedi...
ne ee si dedim..
konusmadıı...
koşarak dısarı çıktım..
bir ay boyunca ewden çıkmadım..
birgün arkadaslarla konusurken..
bir ambulans geldi..
onun ewıne gırdı..
onu sedyeyle dısarı cıkardılar..
yanımızdan gecerkenn BENDE SENI KÜÇÜĞÜM dedi..
we gözlerini yumdu...
kıpkırmızı olmustum..aglayarak koşmaya başladım.
aksama kadar sokakta gezdim..
gözyaslarım durmadan akıyordu..
sonra ewe geldim.
annemler ondan bahsedıyorlardı..
sewdiği bir kız warmış..
ailesi ewlenmelerıne razıı gelmeyınce,,kız ewden kaçmış.
sokak serserileri onu öldürmüş..
ewe getirdiği kızlarsa ewi olmayan,yetim,kimsesiz,fukara kızlarmış...
kimi sewdiyse ölmüş.
çok sewip acı çekmiş bu adam..
we intihar edip hastahaneyi aramış..
polisler ewin duwarında KÜÇÜĞÜM yazısını bulmuşlar..
KÜÇÜĞÜM sende ölme yazıyormuş..
we hemen altında..bende seni sewdim..
sewdiklerim gibi sende ölme diye ben öldüm..
KÜÇÜĞÜM....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2007       Mesaj #1365
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Affın ErdemiBir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir sure sonra , genç adam , uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkum olduğunu açıklamış. Mahkumiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki , ne ziyaretine gelmişler , ne de bir mektup yollamışlar. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini , cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor ; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş.

Ailesinin işini kolaylaştırmak için , kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse , raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa , hiç bir şey yapmayacaklar , o da trende kalıp Batıya gidecek , belki de bir serseri olacakmış.

Tren , kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki , pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş.
Bir dakika sonra elini genç mahkumun koluna koymuş ,
“ Şuraya bak ” demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş. “ Her şey yolunda , bütün ağaç bembeyaz kurdelalarla bezenmiş ”.

O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar , adeta , birden dağılmış , kaybolmuş.

"Affetmezseniz sevemezsiniz.
Sevgisiz hayat ise anlamsızdır"
Kimliksiz Yazar
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
27 Ekim 2007       Mesaj #1366
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Geceler düşmanım olmaya başladı…
Bana sensizliği canımı acıtırcasına yok yok ,hatta beni öldürürcesine hatırlatan o geceler…
Sadece karanlıkla,yorganımla,kendimle baş başa kalınca hatırlayıveriyorum sensizliği,gidişini elveda edemeyecek kadar vücudumu saran o aptal utangaçlığı…
N'apim işte hatırlıyorum.aslında hatırladığım sensizlik ya da sen değilsin biliyomusun sevdiğim?hatırladığım çevremdekiler oluyor.şöyle bir gözlerimi açıp bakıyorum etrafıma o kadar!sonra yine yanımda olmayan sana sığınmaya devam ediyorum,geri dönüyorum sensizliğime sevdiğim!!!!!!!!!!
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
27 Ekim 2007       Mesaj #1367
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir adam, bir dostunun kapisina gelip, kapisini calar.Iceriden gelen ses:
-Kapiyi calan da kim, diye sorar.
Adam:
-BEN'im, diye cevap verince, dostu:
-Git, simdi zamani degil, sonra gel der.
Adam, kapidan ayrilir ve bir yil dostunun hasretiyle yanisip tutusur.Bir yilin sonunda dostunun kapisina tekrar gelir. Reddedilme korkusuyla kapiyi calar.
Iceriden gelen ses:
-Kim o, diye sorar.Adam:
-SEN'im,diye cevap verir.
Dost, adami iceri davet eder:
-Mademki BEN'sin,iceri gir.Ev dar iki kisi sigmiyor der.

Kacmizin SEN'im diyebilecegi, ruhunu birlestirebilecegi bir dostu var?

Kacimiz BEN'Ini SEN yapmayi basarabildi?

Isimiz hep BEN'lerle.Cok sevdigimizi soyledigimiz halde SEN'im diyemiyoruz sevdigimize. Ya sevdigimizde bir problem var ya da BEN'imizde. Eger sevdigimizle sen olabilseydik, arada mesafeler olsa bile SEN'imiz hep yakin olurdu. Bu yuzden de, 'Gozden irak olan gonulden de irak olur' sozu ,SEN olmayan BEN'ler icin dogru olsa gerek.SEN olmayi basarabilseydik maddi mesafelerin bir onemi olmaz, gozumuzden iraklik, gonlumuzdeki irakliga engel olurdu.

Biz BEN'likleri ne zaman asarsak SEN'liklere o kadar yani basimizda olacak. "Gercek ask" da bu olsa gerek.......
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
27 Ekim 2007       Mesaj #1368
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Üzülme Baba

Küçük bir köyde yaşayan adam, oğluna sünnet düğünü yaptıramadığı için çok üzgündü. Çünkü düğünün yükünü kaldıramayacak kadar yoksuldu. Oğluna da anlatamıyordu halini, hem anlatsa bile bakalım oğlu söyleyeceklerini anlayabilecek miydi? Günler geçiyor, yapılan her düğünden sonra yoksul baba daha da bir içine kapanıyordu. Karşısına bir mucize çıksa diye dua ediyordu. Derdini kimseye de anlatamıyordu. Yalnız oğlunun ağzından yazdığı şu mısralara dökebildi yüreğindeki acıyı;

“Ey Muhammet ümmeti,
Peygamberimizin sünneti,
Erkeğim bende sünnet olacağım,
Düğünüme gelirseniz acımı unutacağım…
Size sünnet kartı gönderemedim,
Arkadaşlarım arabayla gezdi, ben gezemedim,
Onlar gibi eğlenip, mutlu olmaktı benimde tek hayalim,
Ne yapayım, annemin babamın parası yok ki hiçbir şey söyleyemedim…”

Küçük çocuk henüz sekiz yaşındaydı. Ama o minicik yüreğiyle ailesinin nasıl bir durumda olduğunun da farkındaydı. Bu yüzden olup bitenlere sessiz kalıyordu. Hem konuşsa bile ailesini daha fazla üzecekti, biliyordu. Küçük çocuk bir gün, küçük olsam da kendi başıma ailem için bir şeyler yapabilirim diye düşündü ve babası evde yokken annesinden şehre inmek için izin istedi. Şehre geldiğinde akşam olmuştu. Küçük çocuğun amcası şehirde oturuyordu, onun evini bulması gerekiyordu. Biraz da şehrin yabancısıydı. Yaşına aldırış etmeden, karanlık sokaklardan geçerek, zorda olsa evi buldu, kapıyı çaldı. Kapıyı amcası açtı, yeğenini kapıda tek başına görünce şaşırdı. İçeri girdiler. Çocuk hemen amcasına, en kısa zamanda kimsenin haberi olmadan sünnet olmak istediğini söyledi. Amcasının şaşkınlığı biraz daha artmış ama yeğenini de çok iyi anlamıştı. Ertesi sabah doğruca sünnetçiye gittiler. Küçük çocuk sünnet elbiseli çocukları görünce biraz üzüldü ama bunu ailesi için yapıyordu ve bunu düşünce üzüntüsünü bir anda unutuvermişti. Çoğu çocuk sünnetçiden korkarken, bizim küçük sevinerek içeri girdi. Her şey bittiğinde ise hiç ağlamadı. Amcasıyla yola çıktılar. Yolda amcası küçük çocuğa hediyeler aldı. Eve geldiklerinde çocuk anne ve babasıyla karşılaştı. Yengesi haber vermiş olmalıydı onlara. Anne ve baba oğullarına sarılarak ağlamaya başladı...
Aradan yıllar geçti. O küçük çocuk büyüdü, öğrenimini başarıyla tamamlayıp, fakülteye başladı. Ailesinin onu bin bir türlü zorluğa katlanarak bu yaşa getirdiğini unutmamıştı ve bir gün evdeki dolabı karıştırırken babasının yıllar önce onun için yazdığı mısralarla karşılaştı. Mısraları okudukça, delikanlının babasına duyduğu hayranlık daha da artmıştı. Delikanlıda şu mısralarla anlatmaya çalıştı, babasına duyduğu sevgiyi;

“Babacığım, birçok şeyi sen öğrettin bana,
Sevmeyi, sevilmeyi, paylaşmayı, sabretmeyi,
İnsanlara, sadece insan oldukları için değer vermeyi,
Ve zamanı geldiğinde, başkasının mutluluğu için, kendi mutluluğundan bile seve seve vazgeçebilmeyi.
Belki bu dünyada çoğu insan için paradır her şeyin dengi, olabilir,
Benimse tek hazinem sevdiklerim ve senin bana öğrettiklerin,
Ben senin varlığınla mutluyum.
Sen demez miydin? “insanın ne varsa kaderinde, o çıkar karşısına” diye,
Hem hangimiz kaderimizi seçerek gelebiliyoruz ki hayata,
Ne gelir elimizden, buna razı olmaktan başka,
Üzülme baba…”

Sercan Akay
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
28 Ekim 2007       Mesaj #1369
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi

ÖLMEYEN SEVGİ

Genç adam elinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi...
Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince
ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde
her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı.
Kırmızı, kıpkırmızı, kan kırmızısı güller... Sanki dalından yeni koparılmış
gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor,
aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller...
Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler.
Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi,
"Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi.

Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi deli gibi atmaya başlamıştı.
Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse
kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu.
Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden
hiç bir şey kaybetmemişti.. Onları hiç bir şey ayıramazdı...
Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm...
Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı,
1 dakika geç kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca
önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu.
Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu.
Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü...

Gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti. Denizin sonu
yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu.
Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü.
Kendi aralarında söyleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış,
sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari
onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok
biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları
nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları.
Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?

İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı...
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı.
Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu...
Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne kadar güzel
dansediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam.
Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok...
Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak
için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak,
denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp
hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı?
O zaman neden gelmemişti yine??...

Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı.
Sevdiğine bir şey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki...
O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam.
Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını
kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar
ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan.
Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba
diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu dedi.
7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu.
Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu.
Gözlerinden bir damla daha yaş güllerin üzerine damladı...

Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı...
Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu...
Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin
ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı...

resim1193558185

SAYGILARIMLA..KENCISİİ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Ekim 2007       Mesaj #1370
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Asıl Fakirlik


Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.

Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,

"insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"

"Evet!"

"Ne öğrendin peki?"

Oğlu cevap verdi, "Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı.

Oğlu ekledi, "Teşekkürler, baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!"
isimsiz

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat