Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 136

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 590.169 Cevap: 1.812
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
21 Ekim 2007       Mesaj #1351
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Pencere

Sponsorlu Bağlantılar
Akşamları kederlenip için için yanıyordum.

Sana kimse bakmıyordu, unutulmuş gibiydin. Kalın bir duvar doğuyordu içeriyle aranda. Her pencere duvara konan tuğlalara gösterilen özenle yerleştiriliyordu. Bir ben kaldım. Koyacak yer bulamadılar.

Doğrusu ben de sana bakmayan, seni görmeyen bir yerde olmak istemedim. Ve sonra, karanlığın kalbini deler gibi duvarın yıktırılan yerinden sana doğru gülümsedim. Artık her daim seni görecek, sana görülecek ve seni gösterecek bir pencere olmuştum.



Sabahları ışığını süzerek alıyordum. Arada bir açılıp kokunu çağırıyordum. Sen yeşerdiğinde gülüyordum. Sen sarardığında ya da yapraklarını dökerek ağladığında bir hüzün çöküyordu içime. Kayıtlarım olmasa camım düşecek oluyordu göz yaşların üstüne.

Her geçen gün aramızda sembollerden örülü bir dil oluşuyordu. başkaların fazla bir şey anlamadığı ve fakat, bizim için çok derin anlamlar içeren bir işaret dili. Anlaşıldıkça simgeleşen, simgeleştikçe anlaşılan bir dil. Sürekli anlamları değişen kaybolan içi boşaltılan kelimelerden örülü bir dil yerine zaman ve mekanda kaybolmayan bir dil. Sonsuzdan gelip sonsuza giden bir dil. Sezgilerimizin somutlaştığı gölge oyunları gibi bir dil.

Biz hiç birbirimize doğrudan doğruya bir şey söylemiyorduk. Bulmaca tadında telmih ve remizler dururken basitliğin patikasında yürümek, sığlığında yüzmek bize göre değildi.

İçeridekiler senin dışarıda olduğunu biliyorlardı ve her birinin senin hakkında farklı farklı düşünceleri ve bilgileri vardı. Bir gün dallarının altında gölgeleneceklerini yapraklarının rüzgarda hışırtısı ile vereceğin huzurun varlığını her biri biliyor ya da seziyordu. Ama gel gör ki dünya esaretinde ölümün ötesini göremeyenler gibiydiler. Ta ki ben onlara dünyadan öteyi haber verenler gibi sana açılan ve seni tanıtan bir pencere olana değin.

Kim seni hangi niyetle görmek isterse camlarımdan süzülen bakışlarla onu görebiliyordu. Görmek istemeyenlere buzlu cam oluyordum. Yazları içeri aldığım güneş ışınlarıyla bazılarına yanmak neymiş onu anlatıyordum. Bunalmak, çaresiz kalmak ne demek ise onu…

Eski kavimlerden birinde dostlar birbirinden ayrılınca bir şeyi ikiye böler birer parça alır öyle ayrılırlar. Yıllar sonra karşılaştıklarında o parçaları karşılaştırarak birbirlerini tanır ve yokluklarında o parça ile diğerini yanında hissederlermiş. Sana hasretim belki biraz bu yüzden.

Biliyorum ki bu kayıtlarım senin dallarından yapıldı. Bütün sensin parça ben.

Senden bir parça olduğum için ben sana açıldım. Yönüm sana döndü.

Bir ömür sana yönelişin, “e” halinde kalmanın onur ve heyecanı bir yanda, “de” haline geçemediğim varışı olmayan bu halin öldürücü susuzluğu ve hüznü diğer yanda.

Ben öyle bir köprü oldum ki hem kendimi sana bağlayan hem başkalarını sana ulaştıran bir köprü. Rüzgarda dalların bana değdikçe sanki bir şefkatin bir merhametin tarifsiz dokunuşu oluyordu. İlkbaharda bir uyanışı, içinde yaşayarak görüyordun.

Her insanın kendi dünyasını elleriyle, teriyle, emeğiyle kurması ve ötekilerden bunu korumaya çalışmasının gayreti tarifsiz ve en hüzünlü bir bakıştan en şen kahkaha içeren sevinçlere kadar birçok duyguların gezindiği gemilerin denizi oluyordu gözlerin.

Kavurucu sıcaklar bir senin kanatların altında çekilebilir oluyordu. Dışarıdaki sıcağa çare sen oluyordun. İçimdeki sıcaklığı, içimdeki harareti senin karşında senin huzurunda olmak söndürüyordu.

Sonra bir bitişin başlangıcı oluyordu sonbahar. Yaprakların birer birer vedalaşarak benimle yere, düşüyor ve toprağa karışıp bir gün senin dallarının en ucuna ulaşan filizler olacak şekilde ayakların olan köklerine kapanıyorlardı.

Baharda kuşlardan aldığın cıvıltıları bu aylarda sıcak bir yuvaya dönüştürüp geri verişinde ne kadar güzeldi. Börtü böcek bile senin gövdende hayat buluyordu. Kapın kimseye kapalı değildi. Kim gelirse sende yer bulabiliyordu. Yeter ki sende yer arasın.

Hep bir hüznün mevsiminde ilk yağmurlar dokunurken camlarıma senin yaprakların gözyaşın olurdu. Ve bir gün bir sabah dimdik ayakta bembeyaz kefenlik giymiş doğanın sanki ölüm törenini yöneten oluyordun. Ve bir bitişin sonunu söylüyordun.

Telvin diye tabir edilen renkten renge, halden hale giriyordun. Bir daldan bir dala konan serçeler gibi değişiyor ve beni değiştiriyordun. Kendim değiştikçe seni başka başka görüyordum.

An oldu bülbül gibi şakıdım günler boyu. Gün oldu kanadı kırık kuş gibi dillerim lal oldu.

Kendimden bakarak görüyor ve kendimden seyrediyordum seni. Hep senden bir kopuşun içimde oluşturduğu boşluğun acısıyla yanıyordu yüreğim. Senden koptuğum için yeşeremiyordum. Senden koptuğum için sararamıyor, uzayamıyor ve olmam gerekene ne kadar yakında olsam, olmam gereken olamıyordum.

Ne ben, ne benden sana bakan biri, rüzgarla gönderdiğin sözleri rüzgar kadar iyi anlayamıyoruz.

Yıldızımı kaybettiğim zamanlar oldu karanlıkta seni göremeden belki varlığının bilincinden sıyrıldığım sancılarla dolu karanlıklar bir hançer gibi, zehirli bir ok gibi kımıldadıkça yaralarımı azdırdı.

Oysa ben senden kopan bir dal değil senden kopan bir yaprak olup dibinde yeşeren asmanın damarlarında yol alıp sana sımsıkı sarılmak ve öylece her sonbahar kuruyup her bahar seninle yeşermek senin adını söyleyenlerle olmak isterdim.

Aramızda oluşan o özel dilin anlattıklarını her pencerenin anlamasını isterdim.

Heyhat!! Seni şimdi görmeyen ve asla görmeyecek nice pencereler var.

Akşamları ben ona yanıyorum.

25/05/2006

Kenan Yaşar

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ekim 2007       Mesaj #1352
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ayrılık

Sponsorlu Bağlantılar

Bir günün akşamüstüydü beni bırakıp gittiğin gün batımında sağanak
şekilde yağan yağmurun sesi beni rahatlatırken
senin söylediklerinde kulaklarımda yankılanıyordu... Herkes yağmurun
keyfini sürerken sen beni terk etmiştin
ne çaresiz ne yalnız kalmıştım değil mi?? Oysa ne çok sevmişim seni,
kendimi yalan sözlerle avuturken nasılda aşık olmuşum sana... Şimdi
yoksun yanımda, unuttun belki beni bugün ayrılığımızın ilk günü ama sen
ne kadar da çabuk sildin beni ben yine boynu
bükük kaldım, artık yalan sözler avutmuyor beni, inandıramıyorum
kendimi her günün akşamüstü, her güneşin battığı vakit tekrar
yaşıyorum seni... Yalnızlığın bu kadar zor olduğunu hiç tahmin
edememiştim... Terk edilmenin mi yoksa yalnız kalmanın mı acısı vardı
içimde?? Şimdi kim dinleyecek beni? Kim tutacak ellerimden?? Hayata
nasıl tekrar tutunacağım?? Şimdi düşünüyorum da ben seni
bu kadar çok düşünürken sen beni hatırlıyor musun hiç?? Sen benim
beynimi bu kadar meşgul ederken ben senin aklına
Geliyor muyum? Eğer ki bir gün, bir an aklına gelirsem sana
söylediklerimi hatırla... ''Ben senin yalnızlığını paylaşmak istiyorum,
yaslanmak istediğinde bi omuz olabilmek, sıcak bir el uzatabilmek
istiyorum...'' Sonra istersen sil beni aklından
ama sıcak bir ele hasret kaldığında, her yağmurlu günde, kendini
çaresiz hissettiğin her anda hatırla beni hatırla ve düşün
ben kaybettiğim sen içinde bu kadar çok şey kazanmışken sende
kaybettiğin şu koca aşka yan.!

Ama her şeye rağmen mutlu ol ve kimsenin seni üzmesine izin verme
eğer ki gittiğin yolda bir gün tek kalırsan arkanı dön ve bak
işte orada ben varım...



Engin Çakırka

nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
22 Ekim 2007       Mesaj #1353
nünü - avatarı
Ziyaretçi
ZAMAN YOK !
Biliyorum kizginsin. Kirginsin. Soylemek istemedigin
sozler dilinin ucunda. Hani biraz tutmayip biraksan kendini
hepsini vuracaksin. Zor duruyorsun. Kibarligindan.
Ya da dogru kelimeleri ariyorsun halâ....
Yok, bosuna arama... Sevginin arkasinda biraktigin
her hece kaybolmus sayilir... Derin bir kuyuda onlar
simdi; ulasilmaz , karanlik , dipsiz... Birak orda kalsinlar.
Onlar cirkin. Dokunsan; elini, dilini yakarlar.
Canini acitirlar. Benim de... Yuzunden, gozlerinden,
dudaklarinin titremesinden, bilmedigin bir melodiyi
isliga dokme cabandan anliyorum iste; kizginsin...
Senin olmayanlari birak, kendi kelimelerinle ulas...
Haydi soyle! Bagir, cagir, haykir ama kizginligini
yureginde saklama ne olur... Gozlerini kacirma
Buyutme... Her seyi hemen simdi soyle.
Affedeceksen simdi affet.
Zaman yok!
Dogru degil bu kadar uzak olman. Kendini
uzaklara vurman... Zaman yetmezmis gibi, bir de araya
mesafeler koyman... Yollar, duraklar dogru degil bilesin...
Bosuna bu kacisin... Alip kendini baska yerlere goturmen
yeterli degil. Dogru degil parcalaman. Kabul et bunu.
Icin boyle istemiyor, fark et, anla...
Dokunacaksan simdi dokun.
Zaman yok!
Ben de bekleyebilirim kirciceklerinin,
islak cimenler arasindan boy atmasini...
Ben de bekleyebilirim ilik lodoslarin costurdugu
bulanik denizin, kucuk sandallari sahilde bir o yana,
bir bu yana yatirmasini... Ben de... Evet, ben de once
siirler soyleyebilirim. Dogru kelimelerin pesinde,
ben de kucuk adimlarla dolasabilirim, ben de...
Evet ben de buldugum ilk aydinlik gunde, ilk serin
geceyi bekleyebilirim sevdigimi anlatmak icin.... Ben de
yuregimi nadasa birakip bir sure, bir basima
labirentlerinde dolasabilirim hayatin, ben de...
Ama bunu yapmiyorum. Yasam, bunun ardindan geliyor.
Adimlarim boyle daha saglam. Buna inaniyorum,
bunu yasiyorum... Hadi sen de yap bunu.
Seveceksen simdi sev.
Zaman yok!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ekim 2007       Mesaj #1354
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aylar Sonra Bugün


Aylar sonra bugün yine tıpkı beni bıraktığın günkü gibi aynı şarkıyı koyup teybe bir sigara yaktım.Bu kez yağmur yağıyordu dışarıda ve ben yine camın kenarında aylar sonra bugün beni bırakıp gittiğin günkü acıyı duyumsadım içimde.Yağmur vardı dışarıda bu kez açık bıraktım pencereyi,bıraktım damlalar dilediğince ıslatsın beni ve kalemimden aylar sonra bugün yine senin için dökülen sözcükleri...Sigaramdan derin bir nefes çektim içime sen burada olsaydın kızardın bana 'içme şu zıkkımı' derdin.Dışarının soğuğu buğulandırırdı arabanın camlarını.Ben kucağına uzanırdım,sen saçlarımı okşardın.Bak aylar geçti bebeğim hani o hiç ayrılmayacağımız günler vardı ya işte onlar hiç gelmedi!Günlerce,gecelerce bekledim,ne yağmurlar ne baharlar eskitip bekledim ama gelmedi!Aylar sonra bugün yine senin için bu satırları yazarken güneş açıverdi kapkaranlık gökyüzüne.O bizim aşkımızın üzerine hiç doğmayan güneş aylar sonra bugün yağmurların ortasına doğuverdi işte.Birazdan gökkuşağı da çıkar belki o benim sensizliğimin karanlığını aylardır aydınlatamayan gökkuşağı bu yağmurlu kış gününün karanlığını aydınlatabilir belki.Neden beni bırakıp gitmiştin sanki?Oysa daha söyleyecek öyle çok şeyim vardı ki sana içimdeki sonsuz aşkıma dair...

Hiç görmedin senin için akan göz yaşlarımı,hiç bilmedin seni düşünürken nasıl dalıp gittiğimi!Hiç hissetmedin çöl ortasında vadiyi özler gibi seni özlediğimi.Unutmaya çalıştım unutmadım SEN,UNUTAMADIĞIMSIN...



Erol Anar
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
23 Ekim 2007       Mesaj #1355
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Bir yürekte Can olabilir misin?
O yürege Can katabilir misin?
Bir CAN'IMMMM kelimesine
O yürekte bin anlam katabilir misin?
Gözlerde isiltilar, piriltilar görebilir misin?
Çalinmis zamanlari renk renk yasabilir misin?
Ellerin, gözlerdeki isiltilarin o yüregin sicakligini
Birebir yansittigini algilayabilir/algilaltabilir misin?
Ya, yüzlerce, binlerce renklerin disinda renkler bilir misin?
Can sesini duydugunuzda; yüreginizde ürperti ve
Titresimlerin getirdigi telasin midenize vurusunu bilir misin?
Imge'lerin tadini bilir misin?
Ya kelimelerin, mimiklerin, ifadelerin
Yetersiz kaldigini bilir misin?
Dizlerinizin, omuzunuzun, gögsünüzün
Can atesini arayisini bilir misin?
Avuçlarinizin, Can çiçeginin ellerini,
Saçlarini, yüzünü özümleyisini bilir misin?
Saçlarina, gözlerine, burnuna, dudaklarina ve
Tenine dokunusun hazzini bilebilir misin?
Kalabaliklarda sessizlik sarkilari söylemeyi bilir misin?
Ya ellerin dansini bilebilir misin?
Sikica sarmanin, yürege katmanin tadinin haz'a dönüsümünü,
Onun dizlerinde, omuzlarinda, sonsuza kadar kalmayi
Hatta; yok olmayi isteyebilir misin?
Yani; dostlugu+yüregi+ruhu+mantigi ve bedeni tek tek sirayla yasamayi,
Yudum yudum yürege katmayi bilebilir misin?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ekim 2007       Mesaj #1356
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Annesiz Bir Güne Uyanmak


Gece çökünce, uzun beyaz florasanlar ile aydınlatılan koridorlarda, üzerlerine ilaç kokuları sinmiş hasta yakınları, korku, umut ve endişeyle beraber, geceyi sırtlayıp sabaha taşırlardı.

Hastanenin ikinci katında bulunan yoğun-bakım odasındaki sessizlik, karanlığı bile kıskandırmaya yeterdi. Azrail`in sık sık uğradığı bu yerde, umut zincirlerine sarılmış yaşamlar; insanca bir çaba ile sürdürülürdü. Belki anneme bir faydası olur düşüncesiyle, görevlilerin izin verdiği kadar bu odanın önünde beklerdim. Beni terk etmesine izin vermediğim umudumla...

Salı gününü çarşamba gününe bağlayan gece de, yoğun-bakım odasındaki hareketlilik gözüme çarptı. Ses avına çıkmış kulaklarımla, tüm olup biteni anlayabilmek için yaklaştığımda, görevlilerin her zaman yaptıkları gibi yaşam savaşını kaybeden birini, sarıp sarmalayıp, zemin katta bulunan morg odasına götürmek üzere çabaladıklarını gördüm. Ölen kişinin annem olabileceği korkusu, yüreğime oturdu. Üzerine bastığım mermer zemin sanki ayaklarımın altından çekildi, dengem bozuldu ve vücudumun her yeri titremeye başladı. Kendimi biraz olsun toparladıktan sonra görevlilere ; ''bu kez kim?'' diye soracakken, birgün önce hastanenin kantininde çay içip, sohbet ettiğimiz hemşirenin dost elini sırtımda hissettim. —Yaşlı amca!'' dedi. —Bir haftalık yaşam mücadelesi sona erdi. Dayanılmaz acılar çekiyordu. Ölüm belki de kurtuluşu oldu.''

Hemşirenin söyledikleri beni rahatlatmıştı ama her gün birilerinin ölmesi, sıranın anneme de gelebileceği korkusunu üzerimden atmama yetmemişti. Yine de tüm olumsuz düşünceleri beynimin duvarlarından kazımak üzere, hemşireye teşekkür edip yanından ayrıldım.

Hastanenin karşısında bulunan cami minaresinden yükselen ezan sesi; insanları sabah namazına davet ederken, İstanbul sisli bir sonbahar sabahına uyanıyordu.

Sigara içmek için kantine geldiğimde, kardeşlerimin ve babamın ayrı ayrı masalarda oturduklarını, sildikçe yenileri gelen gözyaşlarını, nafile çabalarla birbirlerinden sakladıklarını gördüm. Beni fark ettiklerinde, sorgulayan gözleri suratımdaydı.

İnandırıcılıktan uzak sözcükleri bile bulmamın günbegün zorlaştığı, kimin, kimi kandırdığının bilinmediği, insanca oynanan bir oyunun kim bilir kaçıncı sahnesindeydim. Benimle beraber umut biriktiren bu insanların, morallerini yüksek tutma zorundalığım, beni yalan üreten bir makineye çevirmişti.

Daha fazla beklemeden aklıma gelen yalanları sıralamaya başladım. ''Yoğun bakım odasında bulunan yaşlı amcayı hatırladınız mı? Hani annemin solunda bulunan. İşte o amca iyileşmiş. Ölüm riskini atlatmış olacak ki, yukarı katta bir odaya aldılar. İnşallah annem de iyileşecek! Hep beraber evimize gideceğiz!''

Söylediklerimi onaylarcasına başlarını sallayıp, hep bir ağızdan ''inşallah!'' dediler. Beraber, yoğun-bakım odasının sorumlu doktorunun, hasta yakınlarını bilgilendirmek amacıyla, saat 10.30`da yapacağı görüşmeyi beklemeye koyulduk.

Saati görebileceğim bir masa bulup oturdum. Ismarladığım demli çayımı içerken, bir de sigara yaktım. Zaman genişliyordu, genişledikçe yüreğimden gelen kabul edilmez öfke ve direniş giderek artıyordu. Henüz hayatının baharında olan annem, lanet olası bir odada ölüm-kalım savaşı veriyordu. Şuurunu kaybetmiş, kalbi de bir cihaz yardımıyla çalışıyordu. Sığındığım Allah`a dua etmekten başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. ''Ya annem ölürse'' düşüncesi, beynimi kemiren kocaman bir kurt oluyor ve her geçen dakika daha fazla kemirgenleşiyordu. Gözlerimde tıkalı olan yaşlar, bir yol bulup akmaya başladı. Ağladım çokça...

Saatler 10.30`u gösterdiğinde, yoğun-bakım odasının sorumlu doktoru, bir sonraki günün getireceklerine kendimizi hazırlamamız gerektiğini söylüyordu. Annemin beyninde oluşan ödem, yaşama şansını neredeyse sıfıra indirmişti.

Günlerdir hastanede uykusuz, sağa-sola koşturan bedenim, doktorun söyledikleri karşısında direncini iyice yitirdi. Göz kapaklarım kendiliğinden kapandı. Eve kiminle geldiğimi, üzerimdekileri çıkartıp, yatağa nasıl uzandığımı hatırlamıyorum. Derin bir uykudan sıçrayarak uyandığımda, kardeşimin -''Hastaneye gitmemiz gerek!'' feryadının yankısı, hastaneye gitmek üzere bindiğimiz taksinin içerisinde bile sürüyordu.

Hastaneye geldiğimde, annemin parmak uçlarından kayan yaşam yıldızı, veda için bekliyordu. Henüz ısısını kaybetmemiş yanağına bir öpücük kondurduktan sonra, hıçkıra hıçkıra ağlayarak, morg odasından dışarıya çıktım. Adımlarım beni, günlerdir annemi bize bağışlaması için dua ettiğim caminin avlusuna götürdü. Kulağıma fısıldanan, nereden ve kimden geldiğini bilmediğim ''Takdir İlahi'' sözcüğü, beni ne kadar teselli edebilirdi ki?

Aynı gün, ikindi namazına müteakip kılınan cenaze namazından sonra, annemi son yolculuğuna uğurladım.

Ertesi günü, İstanbul yine bir sonbahar sabahına uyanırken, annesiz geçireceğim ilk gün başlıyordu. Canımın yarısının olmadığı...



Atilla Dursun
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Ekim 2007       Mesaj #1357
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti. Yanmanın nedeni akşam yedikleri değil, uyanır uyanmaz bugün yapacaklarının aklına gelmesiydi.

Bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti, aslında bunda geç bile kalmıştı. Bitmeli dedi içinden her gün; bu tatsız uyanış bitmeli... İçinde bir muhakeme başlamıştı, kendi kendine söyleniyordu:

"Ona da haksızlık etmek istemiyorum belki hatalı olan benim.... Bulunmaz Hint kumaşı değilim ya, görünüş olarak, hımmm, yakışıklı çocuk denilecek biri hiç değilim.... Ama yaptım, çok çalıştım bitmesin diye, kendimle, mantığımla çok kavga ettim, olmadı...."

Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden şekile giriyordu. Süratle giyinerek dışarı çıktı. Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, şimdi de bekletmemeliydi. İstanbul soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yaşıyordu. Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi : "bulutlar bizim yaşayacaklarımızı biliyor onlar bile ağlıyor halimize."

Birkaç saatlik yolculuktan sonra Kadıköy iskelesine geldi. Her zamanki gibi yine ilk kendisi gelmişti buluşma yerine. Birkaç dakikalık beklemeden sonra karşıdan kız arkadaşının geldiğini gördü, şimdi midesindeki ağrı daha da artmıştı. Karşılama faslından sonra Beşiktaş'a gitme kararı aldılar, yolculuk sırasında hiç konuşmadılar; genç adam güneşin yokluğunda grileşen denize bakıyordu. Genç kız, arkadaşının bu durgunluğuna anlam verememişti, öyle ya nereden bilecekti bugün ayrılık çanlarını çaldığını.

"Üşüdüm" dedi genç kız. Bu, yolculuk boyunca edilen tek laftı. Beşiktaş'a geldiklerinde bir cafe de oturdular, genç kız anlamıştı kendisine bir şey söylenmek istendiğinin...

- "Bana bir şey mi söylemek istiyorsun" dedi, genç adamın gözlerine bakarak. Genç adam gözlerini kaçırarak

- "Evet" şeklinde başını salladı. Genç kız daha da heyecanlanmıştı. Biraz da sinirlenerek

- "Söyle öyleyse ne diye bekliyorsun." Genç adam içini çektikten sonra

- "Sence biz nereye kadar gideceğiz, daha doğrusu biz iyi bir ikiliyiz"

- "Bunları sorma gereğini neden duydun." dedi genç kız. Genç adam söze başladı :

- "Bak canım bundan birkaç ay önce akşam saat 11:00 civarıydı sanırım, hatırladın mı? Genç kız

- "Evet hatırladım" dedi, ama genç adam genç kızın sözünü bitirmesini beklemeden

- "O akşam seni düşünüyordum, diğer akşamlarda olduğu gibi, senin için bir şiir yazmıştım. Onu o an sana okumak istemiştim, sana telefon açtığımda şiirimi bile dinlemeden "şimdi sırası mı canım ya, senin de işin gücün yok mu ?" demiştin bana. Biliyor musun o an bir kaç yumruk yedikten sonra kroki durumuna düşen bir boksör gibi olmuştum. Sessiz kalıp özür dileyerek telefonu kapatmıştım. Daha sonra bu şiiri benden hiç istememiştin. Ve bunun gibi bir çok defa tartışmamız oldu. Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen de gelmiş, Meral'in bana "sen şanslısın, Nalan sana bakar" sözüne karşılık sinirli bir edayla "aaaa, bana ne, işim yok da sana bakacağım, annen baksın." demiştin bunu da hatırladın mı?" Genç kız tekrar "evet" dedikten sonra şaşkın şaşkın

- "Evet ama bunları neden hatırlatıyorsun bilmiyorum. Biliyorsun benim kişiliğim böyle, duygusallığı sevmiyorum . Ve hasta bakıcı gibi göründüğümü de kimse söyleyemez." Genç adam güldü

- "Evet canım, bak burada haklısın, sen zaten olmak istesen bile bu kalbi taşıdığın müddetçe hasta bakıcı, hemşire falan olamazsın." Genç adam devam etti "bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin, hiç, hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusallığı sevmeyebilirsin ama sen seni seven insanları mutlu etmeyi de sevmiyorsun, halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanıdığımdan beri her sabah, akşam, gece, yani seni andığım her saat tatlı sözcük mesajım vardı senin için biliyor musun? Seninle ben ak ile kara gibiyiz" Genç kız anlamıştı,

- "Yani ne istiyorsun, benden şair olmamı mı?" Genç adam tekrar gülümsedi içinden dün gece verdiği ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşünüyordu.

- "Hayır dedi şair olmanı istemiyorum zaten olamazsın da; yalnız biz ayrılmalıyız, ayrılırsak ikimiz içinde en hayırlısı bu olacak." Genç kız şaşırmıştı,

- "Neden ama, ben seni seviyorum, senin de beni sevdiğini sanıyordum." Genç adam iç çekerek

- "Hayır canım, sen esas beni sevdiğini sanıyorsun, eğer beni sevseydin şimdi burada başka şeyler konuşuyor olurduk." Genç kızın gözleri yaşarmıştı, Genç adam cebinden çıkardığı mendili uzattı, genç kız göz yaşlarını silerek kesik bir sesle

- "Sen bilirsin, umarım beni başka biri için bırakmıyorsundur." Genç adam

- "Nasıl böyle bir şeyi düşünürsün, senden başka olmadı ve uzun süre de olacağını sanmıyorum."
Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları masada artık iki yabancı gibi duruyorlardı. İstanbul yağmurlarla yıkanırken yağmura iki sevgilinin umutları da karışıyordu.

Birkaç dakika sesiz oturduktan sonra genç kız

- "Kalkalım istersen" dedi. Genç adam

- "Ben biraz daha burada kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin. Genç kız

- "Tamam, o zaman sana mutluluklar dilerim" diyerek elini uzattı. Genç kızın sesi ve eli titriyordu genç adam

- "Arkadaş olarak beraberiz, ama sen istersen tabi" dedi. Genç kız

- "Evet" anlamında başını salladı ayrılırken son kez sarıldılar birbirlerine.

Genç kız uzaklaşırken, genç adam masada dondu kaldı. Vakit öğleni bulurken yağan yağmur yerini güneşe bırakmıştı, ama genç adam titriyordu. Onu titreten açan güneşe rağmen esen rüzgar mıydı, yoksa kalbindeki ayrılık acısı mıydı. Saatlerce dolaştı devamlı kendini sorguluyordu. Hatayı baştan yaptım diyordu, ama yaşadığı güzel günlerde olmuştu."Allah'ım" dedi "Allah'ım güç ver bana".

Dostlarını düşündü onların dediklerini düşündü. Arkadaşları sizler birbirine zıt insanlarsınız yol yakınken dönün bu yoldan dememiş miydiler. Tabi ya doğru olanı yapmıştı. Saatler geçtiğinde artık güneş yerini yıldızlara bırakmıştı, eve döndüğünde yürümekten bitap duruma düşmüştü. Kendisini karşılayan annesine hiçbir şey söylemeden kendi odasına gitti. Gece bir türlü bitmek bilmiyordu anıların ağırlığı altında eziliyordu genç adam, ama sabah erken kalkıp ajansa gidecekti, bunun için uyuması gerekiyordu.

Birkaç saat sonra genç adam uykuya dalmayı başarmıştı ve sabah 7'de saatin zırlamasıyla uyandı genç adam. Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 tane cevapsız arama vardı. Genç adam yorgun olduğu için duymamıştı telefonunun sesini. Cevapsız arama ve mesaj canımcım'dan gelmişti, canımcım onun Nalan'a taktığı isimdi, heyacanla mesajı açtı mesajda şunlar yazıyordu...

"Sadece, onları sevmeyi sevdim. Hepsini onlarsız yaşadım da, bir seni sensiz yaşayamıyorum Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyorum. Sana yemin güzel gözlüm, bir tek seni sevdim. Ve seni severek öleceğim, ELVEDA BIRTANEM......."

Evet, genç adam şaşırmıştı, mesajın geliş saatine baktı, sabahın beşini gösteriyordu. Güldü, kahkahalar atarak güldü, onu tanıdığı ve arkadaş olduğu günden beri ilk defa bir şiir alıyordu ve ilk defa bu saatte aranıyordu.... Heyecanla hızlı arama yaptı, çalan telefonu yabancı bir ses açtı. Genç adam

- "Nalan ile görüşebilir miyim" dedi. Fakat karşıdaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu;

-"Ben onun annesiyim yavrum, canım kızım bu sabah intihar etti. Gece odasında birilerini arayıp durdu, sabah odasının ışığını sönmemiş görünce merak ederek odasına girdim, ama yavrum kendini asmıştı."

Genç adam beyninden vurulmuşa döndü. Bir gün önceki mide ağrısının iki katını çekiyordu şimdi. Olduğu yere yığılıp kaldı......

Birkaç ay sonra... İki doktor konuşur. Doktorlardan biri diğerine karşıdaki hastanın durumunu soruyor ....

- aaa o mu, üç ay önce getirdiler, elindeki cep telefonunu hiç bırakmıyor, kendisi yüzünden bir genç kız intihar etmiş, o günden sonra o cep telefonu her zaman elinde devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim o uyurken gönderdiği numarayı aradım hayret ki numara 3 ay önce iptal edilmiş, ve gelen mesajlarda bir şiir:

"Sadece onları sevmeyi sevdim Hepsini onlarsız yaşadım da Bir seni sensiz yaşayamıyorum. Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyorum. Sana yemin güzel gözlüm, bir tek seni sevdim. Ve seni severek öleceğim, ELVEDA BİRTANEM......."

mesajı vardı.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
24 Ekim 2007       Mesaj #1358
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Zamanların birinde, parlak tüyleri, rengarenk kanatları olan bir kuş varmış. Bakanları büyüleyen, yaşam sevinci veren göklerde özgürce uçmak için yaratılmış bir hayvanmış. Günün birinde kadının biri bu kuşu görüp ona aşık olmuş, Kalbi yerinden fırlarcasına, gözleri heyecandan parlayarak kuşun uçuşunu seyretmiş.

Kuş onu yanına çağırmış ve ikisi birlikte, anlatılamaz bir uyumla uçmuşlar. Kadın kuşa tapıyor, onu kutsal sayıyor, yüceltiyormuş.

Ama günün birinde düşünmüş kadın: -Belki de uzak dağları keşfetmek ister" diye korkuya kapılmış. Aynı duyguyu başka bir kuşla yaşamayacağından korkmuş. Ve kıskanmış -kuşun uçabilme yeteneğini kıskanmış. Kendini yalnız hissetmiş. "Ona bir tuzak kurayım", diye geçirmiş içinden. "Bir dahaki sefer, kuş tekrar gelirse, artık gidemesin" demiş.

Kadın kadar aşık olan kuş, ertesi gün tekrar sevgilisini görmeye gelmiş. Ne var ki, tuzağa düşmüş ve bir kafese hapsedilmiş. Kadın her gün gelip, kuşu seyrediyormuş. Vurgunmuş ona ve onu gösterdiği arkadaşları, "Ne şanslı bir insansın!" diye haykırıyorlarmış. Ne var ki, duygularında alışılmadık bir değişim baş göstermiş. Artık sahibi olduğundan, kalbini çalmasına ihtiyaç kalmadığından, kadının kuşa olan ilgisi azaldıkça azalmış. Uçamayan, hayatının anlamını dile getiremeyen hayvancık da sararıp soluyor, parlaklığını yitiriyor, çirkinleşiyormuş. Kadın da artık karnını doyurup kafesini temizlemekle yetiniyormuş.

Günlerden bir gün kuş ölmüş. Kadın son derece üzülmüş. O andan itibaren sevgili kuşunu bir an bile aklından çıkaramamış. Ama kafesi hatırlamıyormuş bile. Aklında hep onu ilk kez, mutluluk içinde bulutlarla yarışırken gördüğü an varmış sadece.

Kendinle başbaşa kaldığı yalnızlıkları artmış. Kuşun onu dış görünüşü ile değil, özgürlüğü, enerjisi ve sürükleyici tavrı olduğunu fark edermiş. Sevgilisinin yokluğunda kadının yaşamı da anlamını yitirdikçe, yitirmiş ve sonunda ecel gelmiş kapıyı çalmış.

"Niye geldin?" diye sormuş kadın, ölüme. "Tekrar onunla birlikte göklere uçabilesin diye", yanıtlamış ölüm. "Neden ama ölüm?" diyebilmiş kadın.

"Yaşamı özgür bırakabilseydin eğer, ona olan sevgin, bağlılığın ve hayranlığın artardı; ona kavuşabilmek onunla yeniden uçabilmek için artık bana muhtaçsın".

Paulo Coelho
miss_didem - avatarı
miss_didem
Ziyaretçi
24 Ekim 2007       Mesaj #1359
miss_didem - avatarı
Ziyaretçi
Birak Sevgi Seni buLsun

Iyi kalpli, yalniz bir adam, bir gün bir koza bulur. Kozanin icinde kücük
bir tirtil vardir. Adam çok sever bu tirtili, onunla tüm yalnizligini, tüm
sevgisini paylasir.

Gel zaman git zaman tirtil büyür, güzel bir kelebek olur. Adam, kelebegine
hayran... birakamaz bir türlü... Aslinda kelebegin aklinda daglar, kirlar,
çiçekler vardir da; kiyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalniz birakamaz
onu... Üç günlük ömrünü sevildigi ve sevdigi yerde geçirmeye hazirdir...

Ama adam bilir ki; "Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir" ... Kelebegine
son kez bakar ve onu saliverir özgürlügüne, kirlarina, çiçeklerine
dogru...

Kelebek mutlu olmasina mutlu olur ama hiç bir meltem, hiç bir çiçek
yapragi adamin avucunun sicakligini andirmaz... Aklinda adam, o çiçek
senin bu çiçek benim dolasir saatlerce... Adam bir kelebege sevdali, bakip
durur bosluguna. Kelebekse hala konacak sicak bir avuç aramakta...

Böylece kelebek sunu anlar: BAZEN AIT OLDUGUMUZ YER ORASIDIR; SICAK BIR
AVUCTUR BILIRIZ AMA O YERIN BIZE AIT OLMA IHTIMALI BIR HIÇTIR ...
Böylece adam sunu anlar: HIÇ BIR SEVDAYI YALNIZCA SEVGIYLE YASATAMAZSINIZ
...

O günden sonra kelebek, adama duydugu özlemi gömecek bir dag aramaya
baslar, ama gücü tükenene dek arayis da bulamayinca anlar ki; HIÇ BIR DAG
BIR ÖZLEMI GÖMEBILECEGINIZ KADAR BÜYÜK DEGILDIR ...

Adamsa sevdasini koyar simsicak avuçlarina; kelebegin yerine...

Sevgili dostum; Herkes bir seyler yasar; iyi ya da kötü, dogru ya da
yanlis... Yasadiklarindan bir çikarim yaparak hayatina bir yol verir; ayni
zamanda düsüncelerine de...

Birak SEVGI seni bulsun...



ALINTIDIR
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2007       Mesaj #1360
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşk Yemini


Bugün olduğu gibi yarın da, yarından sonra da, Ondan sonraki günlerde de gözlerimdeki yerinin değişmeyeceğine...Seni bir ömür seveceğime...Kelebeklerin renklerinin insanı büyülemesi gibi, yarınımda da hep sevginle yaşayacağıma... Her bakışında okuduğun o gözleri her zaman yanımda göreceğine, en yakın dostun, en yakın sırdaşın, en yakın arkadaşın olacağıma... Sıkıntının sıkıntım; üzüntünün üzüntüm olacağına...Her kızgın anını çiçeğe dönüştüreceğime...Her üzgün anında tebessümün geri gelmesi için elimden geleni yapacağıma...Asla ve asla soğuktan ve yanlızlıktan üşümeyeceğine...Yanında olmadığım ve varlığıma ihtiyacın olduğu her anda bir rüzgar olup seni saracağıma...Gözümün gözüne değdiği her an; sana yeniden aşık olup seni bir periye dönüştüreceğime...Yaşam boyu her sabah sana aşık olaraka uyanacağıma...Sen uyurken sana bakıp, Sen ve Ben için dualar edeceğime...Hasta olduğun zaman sana çorba yapacağıma...Seni asla üzmeyeceğime... Seni kızdırırsam. bunu bilmeden yapacağımdan h!
emen özür dileyeceğime...Beni tanıdığın gün, benden gördüğün neyse, ömrünce aynı beni göreceğine...Sevgimin asla değişmeyeceğine...Sevgimin asla azalmayacağına...Bilakis her gün büyüyen bir sevgiyi dönüp mutluluk ormanlarına seni taşıyacağıma...Senin herşeyin önünde olduğun gerçeğinin asla değişmeyeceğine...Seni asla ihmal etmeyeceğime...Senin sadece 14 Şubat`ta değil, 365 tane Sevgililer Günü`nde 365 tane ismin olacağına...Sana yalan söylemeyeceğime...Başkalarının yanındayken seni asla unutmayacağıma...Elini usul usul, korka korka tuttuğum o ilk gündeki aynı heyecanı hep yaşayacağıma...Bir ömür senin elini bırakmayacağıma...Bir ömür Can`ım olarak kalacağına...Tüm balonları senin için gökyüzüne salacağıma... Tüm çiçeklerde seni göreceğime...Okyanuslarda seni dalga yapacağıma...Yıldızlara kement atacağıma...Gökkuşağına salıncak kurup 7 renge senin rengini karıştıracağıma...Her satırda seni yazacağıma...Seni çizeceğime ve sana sesleneceğime...Hiç bir şeyin, hiçbirzaman senin ö!
nüne geçemeyeceğine...Her günün bir öncekinden daha güzel olacağına...Her anın unutulmazlık zincirine bir yenisini ekleyeceğine... Sana her zaman HAYATIM diyeceğime...
Seni sonzukluk kadar çok seveceğime...
Sen, ''SEN'' olduğun için seni seveceğime...
Seni ''Bir ömürden de öte'' seveceğime...
Seni Seviyorum diyeceğime...
SÖZ VERİRİRİM..


Ahmet Köse

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat