Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 165

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.436 Cevap: 1.812
beyazumut - avatarı
beyazumut
Ziyaretçi
4 Temmuz 2008       Mesaj #1641
beyazumut - avatarı
Ziyaretçi
değişen bişey yok tu arkadşlarla her zaman ki yerdeydik ama bugün farklıydı evt hemde cok yine içtik eğlendik müzik coşturdu....a oda ne yeni bir av evt güzel bir kız bana dogru gelıyo tanıştık beni başka bi yere davet ettifırsat kaçarmı kabul ettim tabi.gittıgmız yer bizim bara göre daha sakindi herkes cok farklıydı sanki.....................tanıştıgım kız çok heyecanlıydı bi okadar da korkak evt sanki bişey den korkuyor bana şüpheyle bkıyodu...sonra bana içki ikram etti farklı bitat vardı şimdiye kadar hiç öylesini içmemiştim hemenbi başağrısı tuttu sonra kendimi kaybettımuyandıgımdakendimi içi su dolu olan bi küvet te gördüm elimde bi telefon karşıda da rujla yazılmış(BİR ANBULANS ÇAGIR YOKSA ÖLECEKSİN)YAZISINI GÖRDÜM BİŞEY ANLAMADIM HEMEN ARADIM ANBULANS GELDİ DOKTORLAR bana baktı obakışı hiç birzaman unutmayacam ve böbreklerimin alındıgını ögrendim evt obar okız hepsi bi yalan dı sadece organ mafyası anlayacagınız ava gider ken avlandım lütfen herkes kendine cok dıkkat etsin bir şeyin degrini kaybedin ce anlarız lütfen kaybetmeden kııymetini bilin
Sponsorlu Bağlantılar
€c€m - avatarı
€c€m
Ziyaretçi
5 Temmuz 2008       Mesaj #1642
€c€m - avatarı
Ziyaretçi
yaLnızLıqımı düqümLüoRm $imdi ayaqıma...ÇözüLmemecesine ßaqLıoRm...SıkıoRm...ayakLarım acıoR.
Yüreqime ßenzetioRm sonRa...Sıktıkça acıoR...

Sponsorlu Bağlantılar
ßirßirine doLa$ıoR ayakLarım...Dü$e kaLka yüRümeye çaLı$ıoRm.oLmuoR ! Dü$üoRm da, dü$tüqüm yeRden kaLkamıoRm asLında...qittikçe ßatıoRm...Canım acıoR...ayakLarım doLanıoR...yüReqim susuoR...
ßiLioRm...ho$una qidioR canımı acıtmak.
ßiLioRm...ßüyük haz duyuoRsun.
ßiLioRm...Sen duyqusuzsun !!wink
qöRmüoRum...duymuoRum...Lanet oLasıca...YOKSUN!!!!
isyan etmek istemioRm aRtk...ßen ßöyLe de ya$ayaßiLirim asLında.Neden oLmasnKi!? Diye dü$ünüoRum ama...Sadece dü$ünmekLe yetinioRm asLında...
ßiLioRm...ya$amaLıyım her$eye inat.
ßiLioRm...hayat ßen waRsam waR.
KukLa qißi oynatıoR ßeni hayat...süRükLenioRm oRdan oRaya...doLanıoRm etRafında...faRkında ßiLe deiLsin !
UmRunda deiLmi$im oysa...DioRmKi aRtk; senDe umRumda deiLsin asLında...
OynatıoRLar ßeni...kar$ı qeLemioRm oyunLaRa..!!!
yoRuLdm aRtk...ßitsin sawa$Lar...ßit aRtk!! Lanet oLasıca..!!!
teRs düz oLmu$um umRunuzda deiL.ßeni ßiLen ßiLir zaten...deRt etmioRm kendime ßeni anLamamanızı...ßen kendime yeteRim.ßen kendim için waRım zaten...
oysaKi dü$ünceLerim faRkLıydı ßenim...Ne Kadar deqi$ioRmu$ insan...ya$ iLerLedikçe dü$ünceLerde deqi$ioRmu$...ßüyüdükçe anLıoR insan...
ßöyLesi en qüzeLi ßeLkide...teRs düz ya$ıoRm hayatı...Kayßettiqim zamanı...
aqLıoRm...eskiden Senin için aqLamı$ oLmama.
aqLıoRm...hiçßir $eyi haketmediqin haLde, sana deqeR weRmeme.
aqLıoRm...hayatımı ya$amak waRken SessizLiqe çekiLmeme.
hiçßir$ey için deqmezmi$ oysaKi.aqLarken anLıorm...Sen deqmezSin.ya$Larım deqmez...Hayatımı Senin yüzünDen zehiR etmeme deqmezz...
aRtık esKi ßenLe kar$ı kar$ıyasın...
üzüLsemmi sewinsemmi ßiLemioRm...Ama ßence en mantıkLısı ßu...
eLLerimLe tutuoRm aRtık hayatı...yakaLamaya çaLı$ıoRm zindan attiqim zamanı...
aRtık her$ey farkLı oLacak.€ski ßenLe kar$ı kar$ıyasın...isteR aqLa isteR sewin; Sana inat ya$ayacaqım ßu hayatı..!! wink


Ne sanıoSn Sen hayatı pemße ßir eLßise mi ?
ßıkmadın mı etRafa pemße qözLükLerLe ßakmaktan ??
ya Da poLyannacıLık oynamaktan ?
qeçmioR i$te acıLar...Kaç Kez anLatıcam Sana ?
ßu i$Ler internet ßaqLantısına ßenzer...
ßir KopaRsa kaLırsn oRtada...
Ne o KüçüK ßey niçin ßu ya$Lar..?
aqLama paLyaço makyajın aKaR... winkwinkwinkwink

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Temmuz 2008       Mesaj #1643
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir bilgenin ders halkasının müdavimlerinden biri, nice seneler sonra, halkayı terk etmişti. Haftalar aylar geçip adam ortalarda gözükmeyince, bilge kişi kendisini ziyarete karar verdi.
Mevsim kıştı, adam evde yalnızdı ve evin salonundaki büyük ocakta gürül gürül odun yanıyordu.
Bilgenin kendisini niye ziyaret ettiğini tahmin eden adam, üşümüş olan bilgeyi ocağın başına davet etti, kendisi de bir şeyler ikram etmek için mutfağa yöneldi.
Ocağın yanı başına oturan bilge, gelen ikramı kabul etti, fakat adama hiçbir şey demedi. Sanki adam evde yokmuş, sanki kendi evinde tek başına oturuyormuş gibiydi. Bütün dikkatini ocağa vermiş gözüküyordu.
Bilge, birkaç dakika sonra maşayı aldı, iyice köz haline gelmiş odunlardan birini ocağın bir kenarına koydu. Sonra minderine oturdu. Hâlâ bir şey söylemiyordu.
Kenara konmuş olan közün ateşi yavaş yavaş azaldı, sonra da söndü. Odada çıt çıkmıyordu. İlk baştaki selamlama hariç, bir kelime bile konuşulmuş değildi.
Bilge, gitmeye hazırlanırken, sönmüş közü aldı ve yeniden ateşin ortasına koydu. Köz, ateşle ve yanan odunların ısısıyla çabucak parladı.
Bilge ayrılmak için kapıya yöneldiğinde, ev sahibi:
-Sebebi ziyaretinizi anlıyorum dedi.
-Ateş dersiniz için de teşekkür ederim. Bundan sonra sohbetlerinizi hiç aksatmayacağım.
Selametle
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
7 Temmuz 2008       Mesaj #1644
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Genç delikanlı uzun koridoru acele ile geçtikten sonra, yaklaşık bir yıldır kaldığı küçük bölmenin kapısını açtı ve içeri girdi. Oda çok karanlıktı. El yordamıyla masanın üzerindeki mumu yaktı ve sandalyeye oturduktan sonra birkaç dakika boyunca hiçbir şey yapmadı. Gözlerini kapadı ve eskiden, mutluluk içinde geçirdiği anılarını anımsadı. Yanaklarından süzülen göz yaşları omuzlarına damlıyor, giydiği kırmızı kazağı ıslatıyordu. Sonra birdenbire hareketlendi ve masanın çekmecesini açarak, bir kağıt birde kalem çıkardı. Mumu, kağıdı aydınlatacak kadar yakınına çekti ve kelemini mürekkebinin içine daldırdıktan sonra yazmaya başladı.

Sevgili C...,
Seni son gördüğüm günden bu yana tam yüz elli takvim yaprağı kopardım. Hayatım boyunca hiç bu kadar yalnız kaldığımı anımsamıyorum. Burada, ne derdimi anlatabileceğim bir arkadaşım, ne de yemeğimi paylaşabileceğim bir tek dostum bile yok. Günlerdir de sıcak bir yemek yediğimi hatırlamıyorum. Soğuk odamın loş karanlığında senin hayalinle ısınıyor, hayat buluyorum. Bu mektubu sana yazmaktaki amacım; ömrümün en mutsuz, şu son saniyelerinde dahi seni ne kadar sevdiğimi anlamanı sağlamaktır. Sen hayatımı anlamlandıran tek şeydin. Hiç kimsede bulamadığım ve yaşayamadığım derin duygular yaşadım senin varlığın sayesinde. Karşıma çıktığın o soğuk kış gecesinde, karanlık hayatımı aydınlattın ve bana sevgi denen o yüce duyguyu tattırdın, dokunulamayan, anlatılamayan, görülemeyen, sadece yaşanabilen o duyguyu. O günden bu yana hiç mutsuz olmadım, sen olmasan bile hayalin vardı yanımda, bu illet yerde kafayı yemememi sağlayan tek şey. Ne zamanki üşümeye başlasam, ellerimin titrediğini hissetsem, ellerini hayal edip onları sıkıca tutuyordum. Tıpkı bir kış gecesinde, sabahlara kadar yağan kar tanelerinin üstünde yürüdükten sonra, bir sokak lambasının loş ışığında otururken tuttuğum gibi.
Her neyse göz yaşlarımla ıslattığım bu mektubu aldığın vakit ben zaten derin bir uykuya, hiç uyanmamak üzere dalmış olacağım. Ama seni hiç unutmayacağım, çünkü bir gün mutlaka yeniden karşılaşacağımızı çok iyi biliyorum ve seninde buna inanmanı istiyorum.
İnan vaktim olsa satırlarıma bu kadar çabuk son vermezdim. Ama artık vaktim geldi, senin anlamlandırdığın şu kısacık ömrüm, Azrailin canımı alması ile son bulacak ve tüm anlamını yitirecek. Evet, şimdi vaktimin geldiğini belirten çanlarda vurulmaya başladı, elveda…
Seni sonsuza dek sevecek olan H....

Delikanlı satırları bitirdiği zaman dışarıda vurulan çanların sesi kulakları sağır edecek kadar yüksek işitilmeye başlamıştı. Gözlerinden akan yaşları temizledi ve mektubu küçük bir zarfın içerisine yerleştirdikten sonra üzerine gideceği adresi yazdı ve masaya bıraktı. Bölmenin kapısı açıldı ve içeriye siyah elbiselere bürünmüş yaşlı bir adam girdi. İhtiyar yavaş adımlarla delikanlıya yaklaştı ve koluna girerek hadi oğlum dedi üzgünüm...

Bu sözler H...nin işittiği son kelimelerdi...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
10 Temmuz 2008       Mesaj #1645
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Trende yanyana oturduğumuz adam, karşımızdaki deliklanlıya nutuk çekiyor ve: - Sigara efkar dağıtır, diyordu. Yak bi tane. Çocuk adamın kendisine uzattığıu sigarayı kibarca reddederek: - Sağ olun, diye cevap verdi. Kullanmıyorum. - Amma yaptın ha, dedi adam. Yoksa annen mi kızar? Bu laflar çevremizdeki yolcuların gülüşmelerine yol açmış, benimse fena halde canımı sıkmıştı. Uyumak niyetiyle kapattığım gözlerimi aralayarak delikanlıya baktım. 20-22 yaşlarında olmalıydı. Son derece temiz bir ifadeye sahip olan yüzü, adamın söylediklerinden dolayı hafifiçe kızarmıştı. Adam: - Her halde sen aslan sütü de kullanmazsın, diye devam etti. Kullanmazsın değil mi? Delikanlı, onun içkiden bahsettiğini anlamıştı. Bu sefer susmayıp: - Bira dahil bütün içkiler haramdır, dedi. Elbette kullanmıyorum. Konuşmaları benim olduğu kadar ayakta seyehat eden yolcuların da dikkatini çekmiş olmalıydı. Herkes kulak kesilmiş, onları dinliyordu. Adam, alaycı bir ifadeyle: - Amma tutucu bir insansın be kardeşim, dedi. O haram, bu haram... Çocuk yine susmayı tercih etti. Ancak sıkıldığı her halinden belli oluyordu. Adam ise, aklı sıra onu köşeye sıkıştırmış ve perişan etmişti. Sigarasının dumanını, çocuğa doğru bir kahraman eda ile üflerken: - Cehennem korkusundan dünyanın bütün zevklerinden mahrum kalıyorsunuz, dedi. İş mi sizin yaptığınız? Dayandığım yerden doğrularak adama baktım. Bu sefer bana dönerek, - Ne dersin dostum, dedi. Haklı değil miyim? Hapimiz az çok yanmayacakmıyız? Üstelik hep beraber olduktan sonra, ne var korkacak? Sinirlerim iyice tepeme çıkmıştı. Yine de sakin bir ifadeyle: - Gerçekten cesur bir insanmışsınız, dedim. Sahi, yanmaktan korkmuyormusunuz? - Pek korktuğumu söyleyemem, diye cevap verdi. Elle gelen, düğün bayram değil mi? Böyle diyerek koltuğuna biraz daha gömüldü ve cam kenarındaki sigarasına doğru uzandı. Paketin yanında duran çakmağı ondan önce ateşledim ve: - Buyrun, dedim. Yakın. Paketten büyük bir pozla çıkarttığı sigarasını çakmaktan adeta fışkıran aleve doğru uzatırken, - Hayır, dedim, sigaranızı değil , parmağınızı uzatın. - Anlayamadım, dedi. Neden parmağımı uzatacak mışım? - Cehennemde yanbmaktan korkmadığınızı, bundan daha iyi nasıl gösterebilirsiniz? Dedim. Doğrusu hepimiz merak ettik. Adam ne diyeceğini şaşırmıştı ve bir saat işleyen çenesi, adeta tutulmuştu. Yerinde bir müddet kıvrandıktan sonra, - İneceğim istasyona geldim, diyerek ayağa kalktı ve kalabalığı yararak gözden kayboldu. Çakmağın bende kaldığını, adam gittikten sonra farkettim. Bunu, karşımdaki delikanlı da görmüş ve gülmeye başlamıştı. Çakmağı ona doğru uzatırken, - Sigara içmiyorsun ama çakmak sende kalsın, dedim. Artık onu nerde kullanacağını çok iyi biliyorsun...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
16 Temmuz 2008       Mesaj #1646
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Evden acele ile çıkmıştım. Koşar adımlarla metroya doğru ilerlerken bir yandan öğrencilere vereceğim dersin planını yapıyor, bir yandan da çiseleyen yağmurda ıslanmamaya çalışıyordum. Yürüyen merdivenlerle metro istasyonuna indim. Trenin gelmesine iki üç dakika vardı. Bu treni kaçırırsam, on dakika daha beklemem gerekecekti ve dersime geç kalacaktım. Adımlarımı sıklaştırmaya, neredeyse koşmaya başladım. Elimde çanta olmasa, belki de koşacaktım.





Metroda benimle ayni yönde ilerleyen birisinin elindeki uzunca değnekten çıkan, "tak, tak, tak" sesleri, telaşımı ve kafamdaki düşünceleri birden unutturdu. Belli ki, onun da acelesi vardı. Sırtındaki büyükçe çantası ve elindeki değneği ile, neredeyse benim kadar hızlı adımlarla ilerliyordu. Biraz dikkatlice bakınca bu kişinin bir bayan ve aynı zamanda ’görme engelli’ olduğunu anladım.





Kendi kendime, "Acaba onun telaşı neden?" diye sordum. Belki de dünyayı hiç görmemişti. Engelli haliyle tek başına ilerlese de;tavırları ve yürüyüş şekli ona, kendisine çok güvenen bir insan görünümü veriyordu.
Acaba acele bir işi mi vardı?





Bir anlık her şeyi unuttum. Sanki her şey ağır çekimdeymiş gibi hareket etmeye başladı. Onun, değneğiyle sağını solunu kontrol ederek önüne çıkabilecek engelleri anlaması, kendine yol açması, belki de yasama azminin bir göstergesi idi. Merdivenlere yaklaştığımızı hissettim. "Acaba merdivenlerden inerken kendisine yardım etsem mi?" diye düşünürken, o merdivenlerden inmeye başladı. Sanki dünya dümdüz olmuş, karşısında hiçbir engel kalmamış gibi merdivenlerin sonuna geldi. Acaba, değneğinin ucunda onu yönlendiren bir şey mi vardı, ya da bu bayan bir şaka mı yapıyordu? Kafamdaki düşünceleri toparlamaya çalışırken, metronun durağa geldiğini fark ettim.





Merakım beni bu bayanın yanına çekti ve onunla aynı kompartımana bindim. Oturduğu koltuğa iyice yerleştikten sonra, değneğini katlayıp hızlı bir şekilde çantasının ön bölmesine koydu. Çantasının başka bir bölmesini açarak, büyükçe bir şeyi çıkarmaya çalıştı. Acaba bir walkman veya yiyecek-içecek gibi bir şey mi çıkaracak diye düşünürken, kalbimden de acıma duygularının yükseldiğini hissettim.
Belki de dünyayı görmeyi ne kadar çok istiyordu; ağaçlar, evler, araçlar, insanlar ve gözler... görecek o kadar çok şey vardı ki! O an için kendimi çok ayrıcalıklı hissettim.





Göz, dünyaya açılan bir pencereydi ve ben onların kıymetini fazla bilmiyordum. Ama ne kadar çok şey ifade ettiklerini o bana anlatıyordu.
Bayanın, çantasından çıkardığı kalınca, kitap türü bir şeyin gözüme ilişmesiyle bu düşüncelerimden sıyrıldım. Acaba o çıkardığı bir katalog muydu diyecektim ki, onun görme engelli olduğu aklıma geldi. Derken sayfaları karıştırıp, parmaklarının uçlarıyla yoklayarak bir yerde durdu. Herhalde aradığı sayfayı bulmuştu. Hemen sağ elinin işaret ve orta parmaklarını kabarık işaretler üzerinde gezdirmeye başladı.





Kitap okuyordu... Fakat o görmüyordu ki... Birkaç saniye daldım... Kitap okumak yalnızca görenlere has bir şey değil miydi? Anladım... Artık o gözleriyle değil; kalbiyle,duygularıyla, ruhuyla okuyordu.... Ve kendimden utandım. Aylardır çantamda taşıdığım ve üç beş sayfanın dışında pek okumadığım kitap geldi aklıma; ve yıllarca hiç kitap okumayanlar. Keşke onlar da, insanı düşündüren, hatta utandıran şu görüntüye şahit olsalardı.





Dünyada milyonlarca insan var... Ama okumak... Neden ben... Aniden kesik kesik düşüncelerimden sıyrıldım. Bir sayfayı okuyup bitirmiş ve diğer bir sayfaya geçmişti. Parmaklarını kabarık işaretler üzerinde ustaca gezdirmesinden, bu işe yatkın birisi olduğu anlaşılıyordu. Demek ki iyi bir okuyucu idi. Ama ne okuyabilirdi ki?Binlerce kitap, dergi ve gazetenin, görme engelli olanlar için günlük, haftalık olarak hazırlanması belki de mümkün değildi.





Anonsun uyarısıyla, ineceğim durağa geldiğimi anladım. Daha dört dakika geçmişti; ve bu kadarcık kısa bir sürede dahi kitap okumak çok önemliydi. Bana bu dersi veren görme engelli o kadın da kitabını çantasına koymaya ve durakta inmeye hazırlanıyordu. Az sonra tren durdu. Önce onun inmesini bekledim. Değneği ile onca insanın arasından "tak... tak... tak.." sesleriyle ilerliyordu. Arkasından birkaç saniye baktım ve sanki değnekten çıkan o tak tak’lar beynimde, oku... oku... oku... ve şükret diye yankılanıyordu…
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
17 Temmuz 2008       Mesaj #1647
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
UÇURUM
Gece yarısıydı. Arabadaydım. Radyo Maydonoz'da Selim gazete köşelerinden internete yayılmış bir öykü*yü anlatıyordu. Kulak kesildim:



"Bir sonbahar günü Londra'daki doktor muayenehanesinin bekleme odasında otu*ran adam, yaprakların dökülmesini hüzün*lü bir gülümsemeyle seyrediyordu. Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine:



'- Bay Winkelman, beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat olmalısınız.'



Yüz hatları gerildi Winkelman'ın:



'- İngiltere'de bu ameliyatı yapabi*lecek doktor var mı' diye sordu.



'- Amerika'da yaşadığınıza göre orada olmanızı öneririm' dedi doktor; 'Zaten sizi ameliyat edebilecek tek operatör olan Charles Wronkow da orada yaşıyor.



Winkelman teşekkür edip ayrıldı. Ote*le giderken derin derin düşünüyor ve yere dökülen yaprakları ayaklarıyla yavaşça iti*yordu.



Birkaç gün sonra gazeteler tanınmış Amerikalı operatör Charles Wronkow'un İngiltere'de tatilini geçirirken intihar ettiği haberini verdiler.



Polis, böyle tanınmış bir doktorun ne*den Wilkelman adı altında, Londra'nın yoksul bir mahallesindeki otelde kaldığını merak ediyordu."

* * *


Bu öyküyü dinlediğim gecenin sabahın*da gazeteler Reve Favaloro'nun intihar haberini duyurmuşlardı.



Favaloro, 1967'de bulduğu by-pass yöntemiyle kalp ameliyatlarında bir çığır açan ve milyonlarca hastayı kurtaran Ar*jantinli cerrahtı. Buenos Aires'teki muhte*şem villasında kalbine sıktığı tek kurşunla son vermişti hayatına...



Milyonların kalbine giden kanalları açan bir insanın, kendi yüreğindeki tıkanmaya deva bulamaması ve sonunda onu kurşun*layarak susturması ne trajik bir final!..



Bütün bir salonu gülmekten kırıp geçir*dikten sonra çekildiği makyaj odasında ses*sizce ağlayan bir palyaço gibi... Çevremize yaydığımız ışıktan biz nasiplenemeyiz çoğu zaman... insanın sözü geçmez, gücü yetmez ba*zen kendine...



En güzel aşk filmlerinde oynayan kadın, alabildiğine mutsuzdur bakarsanız...



Diline doladığı herkesin iç dünyasını ka*lemiyle didikleyen yazar, kendi içindeki keş*mekeşi tariften acizdir.



Cemaate iman telkin ederken içten içe Tanrı'yı sorgulamaya başlamış bir din ada*mı kadar çaresiz, kıvranır insan...



Yalnızlık korkusunu bastırmak için ömrü boyunca sayısız kadına tutulmuş bir Kazanova'nın sonunda anavatanı yalnızlığa dönmesi,



...ya da cehennemi bir cephede gün bo*yu askerlerine cesaret aşılayan kumandanın gece karargahta korkudan titremesi gibi,



...en yakından tanıdığı zaafı, en güven*diği yanına yakıştıramaz insan:



...ve kendini en bildiği yerinden vurur: Kalpse kalp; beyinse beyin...



...bir kurşunla durur.

* * *


Çünkü en beteridir kendisiyle savaşan*ların, kendine yenilmesi...



İnanmadan din adamı olarak kalamaz*sınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesa*retsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir ya*rayla kalplere şifa taşıyamazsınız.



Bu kuşatmayı yarmak için o "zaaf”ları*nızı yok etmek zorundasınızdır; çoğu kez kendinizden vazgeçmek pahasına...



insan, kendine rağmen gider o zaman...gençliğinde nice cana kıydığı kılıcının üzerine karnıyla yatıveren yaşlı bir Samuray savaşçısı ya da intihar için artık hükmedemediği tanıdık bir mikrofonu seçen Zeki Müren gibi, ölümü beklemeden onun kol*larına koşar.



Bazen uluorta, bazen yapayalnız,



...uçsuz bucaksız bir boşluğa akar...



Malum; "uzun süre uçuruma bakar*san, uçurum da senin içine bakar."



Can DÜNDAR
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Temmuz 2008       Mesaj #1648
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Genç adam yarı uykulu girdi işyerine. Sekreter;

- Günaydın Engin Bey. Bugün görüşeceğiniz kişilerin listesi. Bunlarda sizi arayarak bulamayanlar. Haluk bey bugün mutlaka görüşmeniz gerektiğini söyledi. Bir de bugün arkadaşlarınıza göndereceğiniz bayram hediyeleri kargoya verildi. Size de birkaç hediye geldi. Masanın üzerinde. Gelen kutularda orada.

Sekreter bir çırpıda sıraladı tüm bunları. Genç adam karşılık vermeden odasına girip kapıyı kapattı.

Büyük odada her şey yerli yerindeydi. On iki senedir aynı büroda avukatlık yapıyordu. Beraber çalıştığı insanlarla arası gayet iyiydi. En çok da çaycı çocukla sohbet etmek hoşuna gidiyordu. Kimsesi olmayan ve handa yatıp kalkan bu çocuk ona çok samimi ve içten geliyordu. Kendine olan güvenini de taktir ediyordu. Çaycı çocuk da ona fazlasıyla saygı duyuyor başı sıkıştığında oluyordu. Belki de bunu bilmek hoşuna gidiyordu. Koltuğuna oturup camdan dışarı boş gözlerle baktı. Dışarıda koşuşturan insanlar, ellerindeki alış veriş paketlerini zor taşıyor gibiydiler. Çocuğunun elini sımsıkı tutmuş giden bir anne çekti dikkatini. Çünkü o kadar mutlu gözüküyordu ki, tebessüm etti. İleride mendil satan üstü başı perişan, üşüdüğü her halinden memnun olan çocuğu görene dek sürdü tebessümü...

Aniden asıldı suratı. Derin bir of çekip, sekreteri yanına çağırdı. İçeri giren sekretere biraz para verip dışarıda mendi satan çocuğu gösterdi:

- Gidip bütün mendillerini satın al ve fazladan parayı da ver dedi.

Sekreter anlam verememişti. Ama istenileni yapmak zorundaydı. Anlam veremese de koşar adımlarla çıktı dışarı...

Genç adam tekrar dışarıyı seyretmeye koyuldu. İnsanlar o kadar hızlı koşuşturuyorlardı ki, bir an hiç kimse yaşadıklarından zevk almıyor, sanki zamanını doldurmaya çalışan mahkumlar gibi volta atıyorlar diye geçirdi içinden. Oysa bayram günü mutlu olmalı gülümsemeli insanlar... Tüm bunları beyninden geçirirken kendisini düşündü. Aslında kendisi de çok mutlu değildi. Her gün onlarca dava ile uğraştıktan sonra eve yorgun gittiği için eşine ve çocuğuna gereken ilgiyi gösteremiyordu. Çok çalışmalıyım, çok para kazanmalıyım, çocuğumun geleceğini en iyi şekilde temin etmeliyim, büyüdüğünde benimle gurur duymalı. Sadece onları rahat yaşatmak için çalıştığından dolayı yorgun ve sinirli olduğumu anlamaları gerek aslında. Ne yapsam hepsi onlar için diye düşündü...

Sonra kendi yaşantısı ile oğlunun yaşantısını kıyasladı. O kadar farklıydı ki, hiç unutamadığı bayrama döndü. Zengin biri bayramda hediyeler getirmişti yetimhaneye. Herkese dağıtmışlardı ona da bir tane verildi. Büyük bir heyecanla açmıştı paketi. Çok güzel bir araba çıkmıştı içerisinden. Sevinçle arabayla oynarken büyük çocuklardan biri hızla çekerek kaptı elinden arabayı:

- Bu artık benim olacak sen bununla oyna diyerek tüylü bir tavşan atmıştı önüne. Uzun süre için için ağlamıştı. Ama şen kahkahalar atan arkadaşlarının arasında kaybolup gitmişti hıçkırıkları. Aklı hep o güzel kırmızı arabada kalmıştı. Belki de o yüzden dedi gülümsedi. Oğluna aldığı hediyeyi açıp baktı. Evet farkında olmadan yine ona parlak kırmızı uzaktan kumandalı araba almıştı. Oysa oğlu arabadan bıkmıştı. Çünkü her hediye almaya gittiğinde farkında olmadan eli hemen arabalara gidiyordu. Yine öyle yapmıştı. Evde onlarca araba vardı ve hiç biriyle oynamıyordu oğlu.

- Eminim bu arabayı da görünce sevinmeyecek bile. Ama bunları gördüğünde mutluluktan uçacak bir çok çocuk var.Nemlenmiş gözlerini elleriyle sildi ve çekmeceyi açıp eskimiş tüylü tavşanı çıkardı. Sımsıkı sarıldı ona. Senelerdir saklıyordu onu. Nelere şahit olmuştu bu minik tavşan. Yetimhanede o soğuk geçen gecelere, orada aşağılanmalarına, sürekli itilip kakılmasına, gece çalışıp gündüz okumasına, ayakkabı boyacılığı yaptığı zamanlarda da bu tavşan hep yanındaydı. Yatakta gizli gizli, için için ağladığına da bu tavşan şahitti. Onun donuk gözlerine bakarak yemin etmişti okuyacağına. Okuyup büyük adam olacağına. Okumalı ve hayattan intikam almalıyım diye düşündüğü zamanlarına da sadece bu tavşan şahit olmuştu.

Eliyle tavşanı okşarken geçmiş film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Yaşadığı zorlukları düşününce derin bir oh çekti. Kafasını kaldırdığında ise, oğlu ve eşini gördü. Hızla sildi gözlerini ve onları tebessüm ederek karşıladı.

- Hanım hoş geldiniz hayırdır ne işiniz var burada? Eşi cevap verdi.

- Hayır bey hayır. Sadece oğlumuza yaşadığını, zorluklarla nasıl mücadele ederek bu hale geldiğini anlatınca o da evdeki tüm oyuncaklarını parlak kağıtlara sarmış yetimhanedeki çocuklara götürmek istiyormuş. Biz oraya gidiyorduk sen de gelir misin diye soracaktım.

Genç adamın gözlerinin içi parladı. Oğlunu kucağına alıp sıcak bir öpücük kondurup:

- Yavrum seninle gurur duyuyorum, derken sesi titriyordu.

Çekmeceyi açıp tüylü tavşana bir kez daha baktı ve gülümseyerek ceketini giydi ve odadan çıktılar. Sekreter onların çıktığını görünce telaşla seslendi:

- Efendim nereye gidiyor sunuz? Randevularınız var unuttunuz mu?

Adam gurur ve sevinçle oğlunun minicik eline sımsıkı sarılmış vaziyette hızlı adımlarla ilerleyerek sekretere cevap verdi:

- Hepsini iptal et!

- Peki arayanlara ne diyeyim efendim?

- Gerçek dünyadaki, gerçek insanlarla randevusu varmış yirmi yıl kadar gecikmiş bir randevu ama o yine de gidecekmiş dersin...

Sekreter bir şey anlamamıştı. Bir şeyler daha soracaktı ki, adam çocuğunun elinden tutarak çoktan uzaklaşmıştı oradan....
alıntı....
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
21 Temmuz 2008       Mesaj #1649
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında
sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa
Demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,
Hayatıma anlam veren mucizem ol...

Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa
al demiş;
Yüreğim sana armağan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine
sıkıca, kopmamacasına...

Zamanla su, buhar olmaya,
ateş, kül olmaya başlamış.
Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de
yüreğindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...

Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu,
günler boyu, geceler boyu
Bir gün gelmiş, suya varmış yolu
Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın.

Ve o an anlamış;
aşkın bazen gitmek olduğunu.
Ama gitmenin yitirmek olmadığını....
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.

İşte o zamandan beridir ki:
Ateş sudan,
su ateşden kaçar olmuş..

Ateşin yüreğini sadece su,
Suyun yüreğini
Sadece ateş alır olmuş..
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
23 Temmuz 2008       Mesaj #1650
arwen - avatarı
Ziyaretçi
TORBALARDA NE VARbir zamanlar önlerinde ve arkalarında birer torba taşıyan üç adam yolculuk yapıyordu. yolda ilk adama torbalarda ne olduğunu sordular.adamın cevabı
şöyle oldu bütün arkadaşlarımın iyiliklerini arkamdaki torbaya koydum sonuçta
onları göremiyorum ve kolayca unutabiliyorum önümdeki torbada ise başıma gelen bütün kötü şeyleri taşıyorum. yürürken sık sık durup onlarıçıkarıyorum
ve onlara çeşitli açılardan bakıyorum.
üzerlerinde yoğunlaşıp bütün düşünce ve duygularımı onlara yöneltiyorum
bu adam sık sık başına gelen kötü ve talihsiz şeylere bakıp düşündüğü için
yolda fazla ilerleme katedemiyordu.
ikinci adam kendisine oiki torbada ne taşıdığı sorulduğunda şu cevabı verdi
ilk torbada yaptığım bütün iyilikleri taşıyorum.
onları önümde tutuyor ve başkalarının görebilmesi için sürekli çıkarıp gösteriyorum.
arkamdaki torbada ise hatalarım ve kötü işlerim var. nereye gidersem gideyim
onlarıda beraber götürüyorum.çok ağır oldukları için beni yavaşlatıyorlar
ama onlardan bir türlü kurtulamıyorum.
üçüncü adama da taşıdığı iki torba soruldu. o ise şöyle dedi
ilk torba insanlar hakkında iyi düşüncelerle onların yaptığı güzel şeylerle ve benim yaptığım iyiliklerle dolu.oldukça büyük bir torba
ve ağzına kadar dolu.ama ağır değil. onun ağırlığı
bir salın ağırlığı kadar bir şey.yük değil yani tersine benim hareketimi kolaylaştırıyor.başkaları hakkında duyduğum bütün kötü şeyleri ve kendim hakkında kapıldığım kötü düşünceleri o torbaya koyuyorum.ama bakın boş çünki dibinde büyük bir delik açtım.
delikten düşüp gittikleri için sonsuza kadar kurtuluyorum onlardan.
yolculuğumu güçleştirecek ağırlıklardan da kurtulmuş oluyorum ve hedeflediğim yere daha çabuk ulaşabiliyorum.

başarı öyküleri
murat çiftkaya

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat