Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 42

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.703 Cevap: 1.812
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
16 Mart 2007       Mesaj #411
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi

blume1120ir6Dile benden ne dilersen DEME...
Sponsorlu Bağlantılar

Bir imparator sabah gezintisi sırasında bir dilenciye rastlar."Dile benden ne dilersen"der.
Dilenci güler ve "Sanki dileğimi gerçekleştirebilecekmiş gibi soruyorsunuz."diye yanıtlar.Kral alınır ve söyleşi koyulaşır.
-Pek tabii her dediğini yerine getirebilirim.Sen söyle hele;ne istiyorsun?
-Söz vermeden önce iki kere düşün kralım.Dilenci sıradan bir dilenci değildir.İmparatorun ilk yaşantısında öğretmeni olmuştur.
Ve ona şu sözü vermiştir"Bundan sonraki yaşantında tekrar karşına çıkıp seni uyaracağım."İmparator olayı unutmuştur.Zaten geçmişi hangimiz noktasına virgülüne kadar anımsayabiliriz ki?Birlikte yaşlanan kişilerin bile anıları farklıdır.Bu nedenle imparator bastırır.
-Ne istersen verebilirim.Ben güçlü bir imparatorum.Yerine getiremeyeceğim hiç bir dileğin olamaz.
Bunun üzerine dilenci çanağını uzatıp,"şu çanağı herhangi bir şeyle doldurabilir misiniz?"diye sorar.İmparator kahkaha atar ve vezirine çanağı altınla doldurmasını emreder.Çanak dolup taşmakta ve anında ********tadır.Paralar buhar olup uçmaktadır sanki.İmparatorun onuru kırılmaktadır.Bir dilenci çanağını dolduramadığı kulaktan kulağa yayılır.Giderek pırlantalar,elmaslar,yakutlar akıtılır çanağa.Ne var ki çanağın dibi yoktur sanki.Yer tutar ama boş kalşır.İmparator yenik düşmüştür.Dilenciye yakarır.
"Tamam sen kazandın.Dileğini yerine getiremedim ama neolur bana çanağın neden yapılmış olduğunu itiraf et."
-Çok basit, diye yanaıtlar dilenci.İnsan damağından yapılmıştır.Yani insanın arzu ve isteklerinden.Doymak bilmez oluşu bundandır.Bu gerçeği bir kez kavrarsan yaşantın değişir.İstek nedir ki! İstek ulaşılana kadar,belli bir süre heyecan veren bir duygudur.
Örneğin;bir araba istersin...bir yat...bir ev...Tek tek her birini elde ettiğinde,tümü anlamını yitirir.Neden?Çünki beynin,aklın onları dışlar.Araba garajdadır ve artık istek uyandırmamaktadır.Heyecan onu elde ettiğinde sönüp gitmiştir.Para cebindeyse,onlara erişmek için katlandığın yoğun istek yok oluverir.Gene boşluğa düşer,yeni bir istek yaratmak zorunda kalırsın.İstek doyumsuzluk uyandırır ve giderek dilenci olursun.Bir istekten bir diğerine çırpınıp durursun.Amacına ulaşır ulaşmaz bir yenisini yaratırsın.İsteğin bu yönünü kavradığında hayatının dönüm noktasındasın demektir.Sürekli yolculuk hali hiç sonuç vermez.Geri dön...Evine dön....
............................................................
Alıntıdır

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Mart 2007       Mesaj #412
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bazı duyguları hiç özler misiniz!
Özlerseniz belki o kaçırdığınız duygulara yeniden kavuşabilirsiniz diye düşünüyorum.
Sponsorlu Bağlantılar
Önce bizzat özlemek fiili ile başlayalım. En son kimi ne zaman özlediniz?
Bir yerde rastladığımız eski bir arkadaşa sarf ettiğiniz sözleri kast etmiyorum.
-Nerelerdesin, özlemiştim seni!
-Aynen ben de öyle, seni merak ediyordum, bir süredir ortalıkta yoksun.
-Görüşelim.
-Muhakkak görüşelim, arayı bu kadar uzatmayalım! Öptüm.
-Mutlaka ara beni, yoksa küserim!
*
Katiyen yukarıdaki yaklaşım benim kastım değil. Bu sözler tekrar tekrar yaşadığımız karşılıklı sahtekârlığın dışa vurumu.
Sahtekârlığı iki taraf da yaptığı için kimsenin kimseyi yüzlemesi mümkün değil. Hatta sizi izleyenler de sık sık benzer sahtekârlıklara başvurdukları için çevredekilerin sizlere:
-Bre sahtekârlar! Birbirinizi özleseydiniz çoktan birbirinizi arardınız, demesi mümkün değil.
*
Sorum basit.
Etrafta hiç kimse yokken, kendi kendinize özlediğiniz kişiyi hatırladığınız, özlemin içinize oturduğu, burnunuzun sızladığı, gözlerinize iki damla yaşın biriktiği durum en son ne zaman oldu?
Ne zaman?
En son ne zaman bir insanı, hatta bir hayvanı veya bitkiyi gerçekten özlediniz?
En son ne zaman hasret içinizi kavurdu?
Gözlerinize yaşlar doldurdu?
Burnunuzu fena halde sızlattı?
Ne zaman?
Ben giderek özleme yeteneğimizi kaybettiğimizi düşünüyorum.
Sanki dünyada özlemeye değer hiçbir insan yok.
Sanki birini özlemek 21. yüzyıla yakışmıyor.
Sanki bu dünyada özlem tedavülden kalktı.
*
Ancak, özlediğim bir insan olmayınca sanki kimse de beni özlemiyor gibi bir duyguya kapılıyorum. Özlemeden ve özlenmeden yaşamaya başlayınca da sanki hayatın anlamı tamamen yitiyor. Ulaşılacak kimsesi olmayan bir insan boşluğa çakılmış gibi durmaz mı?
*
Saatlerdir beklediğiniz tren nihayet perona giriyor, üfleye püfleye duruyor, son dumanını havaya saldıktan sonra sesi tamamen kesiliyor. Ellerinde valizler, insanlar yavaş yavaş trenden inmeye başlıyorlar.
O yok!
Aman Allah’ım o yok!
Giderek trenden inen insanlar seyreliyor.
Peronda tam tek tük insan kaldığı sırada, trenin merdivenlerinde gözüküyor.
O zaman hatırlıyorsunuz. Hep böyle arkaya kalır.
İster istemez bir tebessüm dudaklarınıza yerleşiyor.
Göz göze geliyorsunuz.
İşte o, her şeye bedel gülümseme yine karşınızda.
Size kavuşup sarılana kadar geçen ‘an’ın tadına hayatta başka ne zaman varacaksınız?
Hatta bir daha böyle bir ‘an’ yaşayabilecek misiniz?
Yüreğiniz sanki ağzınızdan çıkacak, sarıldığında kokusu ciğerinize dolacak, farkına varmadığınız iki damla yaş gözlerinizden onun yanaklarına akacak.
‘‘O an için ömür bile verilir!’’
Özlemeyi, özlenmeyi çok özlüyorum!
Cüneyt Ülsever
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
16 Mart 2007       Mesaj #413
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
blume1118fi0
YAŞAMIN YANKISI
Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış.Birden oğlan takılıp düşüyor ve canı yanıp "AHHHH" diye bağırıyor.İlerde bir dağın tepesinden "AHHHH" diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor.
Merak ediyor ve "SEN KİMSİN"diye bağırıyor.
Aldığı cevap "SEN KİMSİN" oluyor.
Aldığı cevaba kızıp "SEN BİR KORKAKSIN" diye tekrar bağırıyor.Dağdan gelen ses"SEN BİR KORKAKSIN" diye cevap veriyor.Çocuk babasına dönüp"BABA NE OLUYOR BÖYLE?"diye soruyor."OĞLUM"diyor adam,DİNLE VE ÖĞREN! ve dağa dönüp "SANA HAYRANIM" diye bağırıyor.
Baba tekrar bağırıyor,"SEN MUHTEŞEMSİN!"Gelen cevap;"SEN MUHTEŞEMSİN!"Oğlan çok şaşırıyor.ama halen ne olduğunu anlamıyor..
Babası açıklamasını yapıyor.İnsanlar buna Yankı derler ama aslında bu Yaşamdır.Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir.Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır.Daha fazla sevgiyi istediğin zaman daha çok sev!Daha fazla şefkat istediğinde,daha şefkatli ol!Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy!İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sende daha sabırlı olmayı öğren!Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır,her kesiti için geçerlidir.Yaşam bir tesadüf değil.yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır...

blume1118fi0
Alıntıdır

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
16 Mart 2007       Mesaj #414
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Bebeğimi görebilir miyim? ' dedi yeni anne...

Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu...

Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.

Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu...

Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığı idi;

Ağlayarak: 'Büyük bir çocuk bana ucube dedi...'

Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmıl olsaydı.

Annesi, her zaman ona 'Genç insanların arasına karışmalısın' diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu...

Delikanlının babası, aile doktoruyla oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;

- 'Hiçbir şey yapılamaz mı? ' diye sordu.

Doktor: - 'Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir' dedi.

Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti bir gün babası:

- 'Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır...' dedi.

Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçti, bir gün babasına gidip sordu:

- 'Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım...'

Bir şey yapabileceğini sanmıyorum' dedi babası, 'Fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil...'

Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi...

Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesı başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavasça annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu...

- 'Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu' diye fısıldadı babası...

- '..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi? '
Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir! Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir...

Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir……..


*ALINTIDIR*

tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
17 Mart 2007       Mesaj #415
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
daisy02wn0
DÜNYAYI DÜZELTMEK

Adam,bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgınluğunu çıkartmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü.
Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu.
Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu....sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.
Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi sonra düşündü;
oh be kurtuldum en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez.
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz dedi.
Adam önce inanamadı ve görmek istedi,gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu.
Çocuk; bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı.
İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ......
Alıntıdır
daisy02wn0
iblis1907 - avatarı
iblis1907
Ziyaretçi
17 Mart 2007       Mesaj #416
iblis1907 - avatarı
Ziyaretçi

Serdar on iki yaşındaydı. Bir yıl vardı ki, mahalle arkadaşlarıyla şehir dışındaki top sahasında maç yapmaya gidiyorlardı. Birkaç günde bir öğleden sonra maç yapmaya giderken ağaçlıktan dolanıp top sahasına varıyorlardı. Aslında kestirmeden gitmek vardı ya o zaman da mezarlıktan geçmek gerekiyordu. Bu işe de pek istekli olan yoktu. Bazen maç uzuyor, karanlığa kalıyorlardı. Çocuklar evlerine geç kalmamak için, böyle durumlarda mezarlıktan geçiverelim diye maç bitiminde atıp tutuyorlardı ama mezarlık kapısına gelindiğinde sesler kesiliyordu.

Bir iki derken bu durum bir akşamüstü yine karanlığa kalınmıştı. Maç çok uzamış ve epey geç olmuştu. Dönüşü yok mutlaka mezarlıktan geçiyoruz diyenler yine mezarlık kapısına gelindiğinde susmuştu. Serdar duruma el koymak ihtiyacını hissetmişti. “ Arkadaşlar, arkamda tek sıra olun. Ben sizi mezarlıktan geçiririm “ dedi ve arkadaşlarının arkasında tek sıra olmasını sağladı. Hafif ay ışığı vardı ve kesme taşlardan yapılmış mezarlık içindeki dar yolu aydınlatıyordu. Etraf zifiri karanlıktı. Çocuklar sessizce Serdar’ın peşi sıra ilerlediler. Yolun yarısına gelinmişti ki yan taraftaki mezarlıktan bir el uzandı. “ Tut elimi, benim elimi tut “ diyordu derinden gelen bir ses. Serdar irkildi. Yüreği ağzına gelecekmiş gibi oldu. Çok korktu. Arkasına baktı. Kimse yoktu. Hani arkadaşları neredeydi? Gerisin geriye dönüp kaçmaya başladı. Hızla mezarlıktan çıktı. Hedefi top sahasıydı. Oraya ulaşmak istiyordu. İki kere arkasına da bakmıştı. Gördükleri tarifi imkansız şeylerdi. Peşinde ölüler vardı.

Serdar top sahasına vardığında bugünkü maçta gol attığı kalenin içine yattı. Arkasında kalenin filesi vardı. Uzanıp tutmaya çalışan olursa fark ederdi. Tehlike gelse gelse önden gelirdi. Böyle bir şey olursa o zamanda ona göre davranırdı. Serdar kalenin içine girdiği andan itibaren peşindekilerin kaybolduğunu anladı. Yine de her an tetikteydi. Gözleri dört bir yana fır dönüyordu. Serdar o gece sabaha kadar uyanık bekledi. Güneşin doğuşunu görmek kimseyi Serdar kadar sevindiremezdi. Derin bir oh çekti ve gerisin geri dönüp mezarlıktan geçerek evine vardı. O el uzanan mezar sessizliğin sesini dinliyordu. Bir hareket yoktu.

Yazan: Serdar Yıldırım
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mart 2007       Mesaj #417
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
umutsuz cumartesi..

Bugün günlerden umutsuz bir cumartesi..
havada karabulutları aşksız ömrümün...
martılar amaçsız uçuyor sahilde..
benim başım ağrıyor..hayallere dair olan yanı..sol tarafım..
çok mu hayal kurmuştum,çok mu çıkılmazdı labirentlerim..bilmiyorum..
bildiğim tek şey..geceden kalmaydım ve galiba ağırtacak kadar yormuştum kafamı..
böyle zamanlarım olur arada bir..
kimseyle görüşmek,konuşmak istemem..
bir çocuk ya da bir çiçek olsa belki..sessiz bir kıyıya çekilip analjeziklere sığınırım..
haplardan beklentim yeniden düşünebilecek kadar ağrımayan bir başla
yeniden yürümektir hayata bıraktığım yerden..
bıraktığım yerden sürdürmek gülümseyişimi..
haplara sığınmamışsam eğer gider pastoral bir ayine sığınırım.
bir ırmakkenarına ya da bir denizinkıyısına kırarım direksiyonu...yürümek oo hayır hiç iyi gelmez..
oturup doğanın şarkısını dinlerim..
çünkü tahammülümün kaldırabileceği tek ses budur..öyle anlarda..
iyi gelir ağrıma, iyi gelir ruhsuzluğuma,hisfelcine...iyi gelir..
akşamsa eğer ve karanlıksa heryer... loş ışıkta opera dinlemeyi yeğlerim..
ve aya karşı nargile fokurdatmayı..
..sıkıldığım kısır döngüleri,evrenin felaketi diye nitelenen o kara delik çekip yutar o zaman..
bir kaç zamana kalmazda bıçak gibi kesilir başağrım..
başımdaki fırtına yerini uysal bir melteme bırakıp çekilir..
başağrımda siyah sessiz ve uysal bir zambak açar o zaman..
yeniden güçlenirim..yeniden düş-lenirim..bu sefer daha güçlü ve daha renkli...
hissederim kendimi..karabulutları dağılır ömrümün..
..martılar coşkuyla ve amaçla uçmaya başlar..
yeryüzündeki her şey bir
kardeşmişim gibi gülümser bana..
güneş çıkarır başını karabulutların ardından..
gülümser..ve cumartesi umutları; çağırır beni, mavi ufuklara....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mart 2007       Mesaj #418
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AYAZDA İKİ YÜREK


Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim. Bir ara yatağa eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı fark etti sanıyorum. Ama bir şey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktığını hissettim. Günlerdir doğru dürüst bir şey konuşamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki. Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor. Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor... Kalktığımda mutfakta notunu gördümMsn Confusedevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım. Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu... Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki... Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu. Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum.Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz. Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk... Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek?ti. Fransız yönetmen Claude Saute'nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik... Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu. Sinema tutkunuydu. Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü birsürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu. Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını fark ettikçe hırçınlaşıyor, bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu... Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye... - Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım. Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu. - Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı. - Evet, Claude Saute?nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?.. - Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek... Ama para meselesi işte... - Şu an ne iş yapıyorsunuz? - Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum.Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasıl? - Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir. Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada... -Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak? - İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz... - Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka birşeyler yapmalıyım. -Şu an neredesiniz? -Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz? - Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor. -Yalnız mısınız? - Evet, yalnızım. - Birlikte olduğunuz kimse yok mu? -Neden sordunuz? - Hiç işte, öylesine sordum. - Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil. -Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı - Evet, var... - Ne iş yapıyor? - Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz. - Nerede yazıyor? - Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz? - Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız... -Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana. Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum. İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor. -Hayatında başka biri olabilir mi? -Biri değil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir. Bağlanmaktan çok korkar. -Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz? - Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum. - Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu? - Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum... - Ama bana rahatça anlatıyorsunuz... -Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini... Peki, siz birlikte olduğunuz insanla her şeyinizi konuşabiliyor musunuz?.. - Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi... -Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim... -Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim. - Hayatımız ne kadar yorucu değil mi? Belirsizlikler beni çok yıpratıyor. Her şey net olsun isterdim. Hiç tanımadığım birine en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor. Kendimden utanıyorum. Ama yine de yapıyorum. Ne kadar yalnızım demek ki, ne kadar susamışım birine kendimi anlatmaya... Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim. Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç başladığı gibi sürmez ilişkiler... - Aşk çok güzel birşeydir, ama kısa ömürlüdür. -Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum. Aşkta Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz. İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdım bazen. Kış günü bütün pencereleri açardım. Yanımdayken bile özlerdim. Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep. Nereye dokunsam ona dokunmuş gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördüğünü hissederdim. Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokunduğumda ona dokunmuş gibi olurdum. Kanardı dokunduğum heryerim, tıpkı onunla sevişirken kanadığı gibi... Ama son zamanlarda onu öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim... Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız. Para biriktiriyorum, ayrı bir eve çıkmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacım var. - O bunları biliyor mu? -Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanırım. Yalnızlığı ve yazılarıyla baş başa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi... -Soluksuz kalırdım, dediniz ya, aklıma bir şey geldi. Gazetelerden birinde yazmıştı.Küçük bir çocuk karpuz yerken, kaçırmış. Aradan günler geçmiş. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlanıyormuş. Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin kök yaptığı görülmüş...Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar. Çocuk rahat soluk almaya başlamış. Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan söz edilince hep bu olay gelir aklıma. Aşıkken soluk almakta zorlanırız,ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz. Ve kimse niye öldüğümüzü anlamaz... - Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi.Bana ne yaptınız böyle. Her şeyi unutmaya çalışıyordum oysa. Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım bir şey var... - Nasıl bir şey? - Sanki sizi çok eskiden beri tanıyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak duygusu uyandırıyorsunuz. - Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim.. -En çok nereye mesela?.. - Trabzon?daki Uzungöl?e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren, ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir.... Tıpkı aşk gibi... - İnanmayacaksanız belki ama, ben de orasını düşünmüştüm.Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama şu an sizi görmeyi ve yüzyüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki... - Farkında mısınız, sabah oluyor?.. - Evet, vaktin nasıl geçtiğini farketmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüzyüze görüşmek istiyor musunuz? - İstemiyorum, desem yalan olur... Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöle yola çıkmak istiyorum.. -Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz? - Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o... - Hazırım... Ben biraz deliyimdir.Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha... - Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz... - İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle... - Peki sevgiliniz?.. -Nasıldı o dizeler:Can çekişen aşkları vurmalı / Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli... Akif Kurtuluş?un dizeleri yanılmıyorsam.. -Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim... -Nerede ve kaçta buluşuyoruz? - Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde, saat 12.00?de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz? - Onu arar, herşeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşçakalın... Ve birkaç dakika sonra telefonum ardarda kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi. Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi: Canım, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu.Son günlerde ikimizde çok yalnızdık. Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çıkıyorum. Beni merak etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda... Seni incittiysem bağışla. Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum. Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık. Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz, ama birtürlü çıkamadığımız o uzun yola...


CEZMİ ERSÖZ
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
17 Mart 2007       Mesaj #419
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
KIRMIZI GÜL Hikayesi

Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla adaştı da. Rose... Gül... Kocasının sevgili Rose'u...

Her yıl Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan. Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmıştı..Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte.. Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:

"Seni, geçen sene bugünkünden, daha çok seviyorum..." Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü.. Önceden ısmarlanmış olmalıydı.. Öleceğini nasıl bilebilirdi?.. Zaten her seyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi, yumurta kapıya gelmeden... Gülleri özenle içeri taşıdı..saplarını kesti, vazoya yerleştirdi.. Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup saatlerce güller ve fotoğrafı seyretti sessizce.. Bitmek bilmeyen bir yıl geçti.. Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl.. Sonra bir sabah kapı çalındı.. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi.. Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi.. Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı... Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı ?

"Biliyorum" dedi, çiçekçi.. " Eşinizi geçen yıl kaybettiniz.. Telefon edeceğinizi de biliyordum.. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemisti.. Hep öyle yapardı zaten, hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var.Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı,kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum.. Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart...

"Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapattı.Parmakları titreyerek zarfı açtı..

" Merhaba gülüm" diye başlıyordu, kart.. " Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığınıı ve acılarını hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim kimbilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatılmayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin dostum, sevgilim benim... Sadece bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma.

Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum. Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak. Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.. Her zaman da seveceğim. Ama yaşamalısın. Devam etmelisin... Lütfen.. Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim.... Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip seninle yeniden ve ebediyyen kavuştuğumuz yere bırakacak..

s305rf15jj0
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mart 2007       Mesaj #420
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Şiirdir İstanbul

_____________________“ İstanbul elbette fetholunacaktır.
______________________ne güzel komutandır o komutan
______________________ne güzel askerlerdir o askerler..”
________________________________ (Hz. Muhammed)


İstanbul’u anlat deseler anlatmak kolay değil, kelimeler yetersiz kalır; anlatamam. Belki tarif ederim o kadar “Her karış toprağı şehit kanıyla yoğrulmuş ecdadımızdan bize kalan yadigar.”
İstanbul öyle uzaktan anlatılmakla da olmaz. İstanbul’da yaşamakta değildir esas önemli olan... Bire-bir hissetmeden görmeden güzelliklerini, çekmeden acılarını anlatılmaz ki; hiçbir an hiçbir zaman...
Samimi değilseniz İstanbul kırılır, içten değilseniz İstanbul gücenir. Doğal değilseniz birde üstelik; İstanbul, haksızlığa hiç mi hiç gelemez...

Ve İstanbul bir şiirdir mısra mısra. Ve İstanbul bir şarkıdır her gün yeniden söylenir. Ve o İstanbul değil midir ki; ”Yüzlerde tebessüm gönüllerde ferahlık ve aşkların kanat çırpışı” diye tarif ettiğimiz. Ve en güzel gerçekse; “İstanbul en çok yürekte yaşanır.”

Ve bir İstanbul sabahında; martılarla sohbet etmeli, şakalaşmalı balıklarla, kedilere süt vermeli, vapur seslerini dinlemeli, bir şair edasında en güzel şiirlerini okumalı İstanbul’un, görmeli doğal güzelliklerini, araştırmalı geçmiş uygarlıklarını, bilincine varmalı sanat eserlerinin ve inadına yeşili korumalı, ve sevmeli İstanbul’u koşulsuz ve karşılıksız; dostluğun ve barışın katıksız maviliğinde...

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, “Karadan yürüyen gemiler” adlı şiirinde bakın şöyle diyor; Bir sabah ferman ile uyandık İstanbul kıyılarında/Bir sabah duyuldu Sultan Mehmet:/ Gemilerim karadan yüzdürülsün!/Dağlar taşlar inledi: Emret!
Ve 550 yıl geçmiş aradan dile kolay... Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden bu yana... İstanbul İstanbul olalı... Dünya kültür ve medeniyetinin beşiği İstanbul bizim olalı...*
Dedim ya, İstanbul ecdadımızdan bize kalan yadigar. İstanbul’un taşı toprağı şehidimin kanı... Nice canlar verilmiş uğruna, nice şairlerin ilham kaynağı, nice sevdaları taşımış gün be gün nice sevdalara gebe...

Ve neden sonra, aşklarım gelmeli aklıma; hatırlanası aşklarım... ve en son hatırladığım; ”İstanbul en büyük aşkım” olmalı...


* 28 defa kuşatılmış olan İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet 29 Mayıs 1453 tarihinde 21 yaşındayken Fethetmiş ve
Hz. Muhammed’in övgüsüne layık olmuştur.


İstanbul’un Fethi

___________________“Ya İstanbul beni alır,
____________________ya ben İstanbul’u alırım.”
________________________(Sultan II. Mehmet)

Bir gece düşünün
Her yer zifiri karanlık
Aylardan Nisan sene 1453
Altmışyedi parça olmuş donanması Fatih’in
Karadan Haliç’e bir şahin gibi süzülen..

Bir gündüz düşünün
Her yer Fatih’in toplarıyla aydınlığa göz kırpıyor
Aylardan Mayıs sene 1453
O ne muhteşem gün
O ne muhteşem kuşatma
O büyük gün işte tarih 29 Mayıs 1453

Dövülürken İstanbul Fatih’in toplarıyla
Ne direniş kaldı geriye ne kapılar ne surlar
Her karış toprakta şehitler yatıyor şimdi
Dalgalanırken şanlı Türk Bayrağı topkapı surlarında..

Fatih Sultan Mehmet değil miydi o
Bir devir açıp bir devir kapatan
Fatih Sultan Mehmet değil miydi o
Tüm kapıları ardına kadar açan
Fatih Sultan Mehmet değil miydi o
Bir güneş gibi yeni çağı aydınlatan
Fatih Sultan Mehmet değil miydi o
Topkapı’dan İstanbul’a tek bir yürek olup ak
an...



Ali Hakan Düz

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat