Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 40

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.695 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mart 2007       Mesaj #391
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İkisini De Çok Seviyorum

Sponsorlu Bağlantılar
---Babam üç senedir hastane de yatıyordu. Elimden geldiğince onu sık sık ziyaret edip mutlu etmeye çalışıyordum. Çünki babam benim canımdan bir parçaydı. Aşırı severdim kendisini. Son zamanlarında artık yerinden kımıldıyamaz oldu. Yatalak olmuştu. Hastane de özel bir odada hemşireler başında. Özel doktorlarıyla yine mutsuzdu babacığım. Çünki evlatlarına çok düşkündü. Beni gördüğünde çocuk gibi sevinirdi. Ben de ona belli etmezdim. Ayrıldıktan sonra saatlerce sokaklarda ağlıyarak yürürdüm.
---Üç aylıkken almıştım papağanımı. İsmini kontes koymuştum. Elimde besliyerek büyütmüştüm. Sanki ailenin bir ferdiydi. Bizlerle masa da yemek yer. Üzerimizden hiç inmezdi. Beni kimseyle paylaşamazdı. Bana çocuklar sevgi gösterseler gider onları acıtmadan ısırırdı. Hep benimleydi. çocuk olsa benimle yatacaktı neredeyse. Ev de özgürce uçar. Biz geçiyoruz farketmezdi onun için. Bizler başımızı eğmek zorunda kalırdık. Mutfak ta yemek yaparken gelir omuzuma konar.
----Kontes, yemeğin içine düşeceksin. vallahi tavuk niyetine seni yeriz derdim.
O da anlamış gibi cıyak cıyak bağırırdı.
Islıkla şarkılar söyler. İsimlerimizle bizlere bağırırdı. Yazlığa gittiğimizde onu veterinere bırakırdık. Döndüğümüzde bir hafta yüzüme bile bakmaz elime aldığımda beni ısırırdı. Sonra barışırdık tabii. Kontes onüç yaşındaydı. Sultan papağanları 6-7 sene yaşarlarmış. Veterineri çok iyi baktığımızı söylerdi.
Anlatmak istediğim. 20 Eyül 2005 de sabahın beşinde acı bir şekilde telefon geldi. Baba mı kaybetmiştim. Büyük üzüntüydü benim için. O gün babam defnedildi. Akşam üzgün bir şekilde eve geldik. gece saat onbir di. Kontes bir çığlık attı. Koşarak kafesinin yanına gittim. kafesin içinde düşmüş bana bakıyordu. Elime aldım. Su içirdim bana bakarak gözlerini kapadı.
Çocuklar yattığı için kontesin öldüğünü anlamadılar. ben de balkona götürdüm. Çocuklara sabah söylerim diye düşündüm. İşin ilginç tarafı. Babam kontesi çok severdi. Nezaman bana gelse ona da birşey getirirdi. Ve babamla aynı gün de hakkın huzuruna vardılar. Benim üzüntüm bir değil iki olmuştu. Canımdan çok sevdiğim babam ve evlat gibi büyyüğüm kontesimi aynı gün kaybetmiştim. Acıları hala içimde taze. Ve ikisini de çok seviyorum.

Babacığım

Bu ilk ve sensiz geçen, babalar günü babacığım.
Özlemin her gün daha büyüdü içimde, bitmeyen acınla.
Sevgini yaşatıyorum ama, sen yoksun şimdi hayatımda.
Her gün gelirdin arardın halimi sorardın bana.
Nerdesin babacığım, gelsene yine yanıma.
Ellerini öpeceğim, bırakmıyacağım seni birdaha.
Sana sarılacağım öpeceğim gül yüzünü defalarca.
Sevgi dolu yüreğine sarılacağım binlerce kere.
Gözyaşlarım aktı sel oldu babacığım, hasretinle.
Herşey bizler için, biliyorum tüm yaşantımızda.
Ama yokluğunu kabul edemiyorum hayatımda.
Acın hala taze, içimden gitmiyor hasretin de.
Hergün sana özlemim daha çoğalıyor yaşantımda.
Gözbebeğindim, biriciğindim senin, söylediğinde..
Hep dualarını aldım yaşadığın müddetçe hayatında.
Şimdi dua etme sırası, ben de babacığım.
Bundan sonra, her babalar gününde.
İçim daha da yanacak, özleminle.
Sevgin taşacak yüreğimden, coşkuyla.
Gözyaşlarım akacak, seni düşündüğümde.
Sesini, baba kokusunu özledim sensizliğimde.
Namazlarınla, bir bütündün yaşantında.
Kur'anı da ne güzel okurdun billur sesinle.
Bana da sen öğretmiştin büyük emeğinle.
Hep vericiydin herkese yardımcıydın.
Babacığım sen, bir taneydin parmakla gösterilirdin.
Seni anlatmakla satırlara sığdıramam ki babacığım.
Kabrin de rahat uyu, güzel dualarımla.
Babalar günün kutlu olsun canım babacığım.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mart 2007       Mesaj #392
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
...mai...

Sponsorlu Bağlantılar
Derinlerden sesler gelmeye başlamışlardı bile. Bu ani gelişlerini pek önemsemedi, arada sırada gelirlerdi ve alışmıştı artık onlara. “Dostlarım” diyebilecek kadar alışmıştı. En umulmadık, en alışılmadık ama bir o kadar da özlenen zamanlarda geliyorlardı. Birazdan gideceklerdi, o yüzden bıraktı onları kendi hallerine, tadını çıkarabilsinler diye…

Eliyle garsonu çağırıp kadehini uzattı. “Bir tane daha!” demeyi de ihmal etmedi. Etrafındakiler şaşkınlıkla –ve belki de acımayla- baktılar yüzüne. “Yeter artık, daha içme.” dedi bazıları ama o umursamadı. “Bırakın…” dedi sadece, üçüncü paketini açıp bir sigara daha yakarken, “Bırakın beni.” Sigarasının dumanını içine çekerken alakasız bir şarkı mırıldanmaya başladı. Bu sırada kadehi ağzına kadar doldurulmuş şekilde geri geldi. Bu gece kaçıncıydı hatırlamıyordu, ama zaten dokuzuncudan sonra saymayı bırakmıştı. Muhtemelen on ikinciydi ya da belki daha fazla?

“Ne önemi var ki?” diye düşündü. Bu gece tanrılarla beraber içiyordu aslında, yanındakilerle değil. Onların doyumsuz arsızlıklarını paylaşıyordu. Önemli olan buydu. O bunları düşünürken derinden gelen sesler daha sık, daha şiddetli duyulmaya başlanmıştı ve günler sonra ilk defa şaşırdığını fark etti. Biten sigarasının ardından bir tane daha yaktı. Sesler artık kulaklarını tıkayacak kadar yüksek geliyorlardı ama aldırmadan kadehinden bir yudum aldı. Tüm parasını bırakıp gidecekti muhtemelen ama zaten onun için gelmemiş miydi? Boşversindi, bu gece tanrılarla içiyordu.

İkinci nefesini çekmeye yeltendi ama sesler izin vermiyorlardı. Güm güm güm güm… Göğsünden dışarı akmışlardı artık. Acı dayanılmazdı ve zihni iyice bulanmıştı. Bastırmak için hiç uğraşmadı çünkü yararsız olduğunun bilincindeydi. Gözleri karardı ve sessiz bir çığlık attı olduğu yere yığılırken. Etraftan adının haykırıldığını, yardım istendiğini, ellerin kendine uzandığını hissetti belli belirsiz. Sesler artık etrafını sarmışlardı, sarılmışlardı ona. O da uzanıp dostlarına sarıldı.

Zaman durmuştu ya da o öyle hissediyordu. Bilmiyordu. Dostları dışındaki tüm seslerin gittiğini fark ettiğinde gözlerini açtı. Önünde nereye uzandığı belli olmayan karanlık bir uçurum, hemen kenarındaysa oturmuş eğlenen insanlar gördü. Sessizce yanlarına yürüdüğünde hissetti o olağanüstü ihtişamı. “Bu gece bizimle içmenin şerefine.” dedi aralarında tüm heybetiyle oturan kadın ve o anda tüm kadehler kaldırıldı. “Ölümüne!” dediler hep bir ağızdan. O da kadehini kaldırdı ve boşluktaydı artık. Hepsini bir kerede içti süzülürken. Dostları yanındaydı, kendisini bırakmayı hiç istemiyormuşçasına sımsıkı sarılmışlardı. Onlara gülümsedi rüzgar çıplaklığını örtmeye çalışırken. Sonrasında karanlık sular kucakladı onu. Boğulurken parçalanmış kadehini tutan elini kaldırdı ve son kez araladı dudaklarını : “Ölüme!”

tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #393
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
hayyyahuupl1VAR MI BÖYLE BİR AŞK
Kadın her sabah olduğu gibi o günde beyaz değneği ve el yordamı ile otobüse binmişti,şöför;soldan üçüncü sıra boş hanfendi dedi.Kadın otuziki yaşında güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklıydı.Bir deniz subayı idi.
Bundan birkaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti genç kadın ve asla göremeyecekti.Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine bir söz vermişti.Asla karısını yalnız bırakmayacak,ona sonuna kadar destek olacak,kendi ayakalrı üzerinde durana kadr cesaret verecekti.
Günler geçiyordu.Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor,çok sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu.Eşinin bu içine kapanık,karamsar hali kocayı çok üzüyordu.Bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu,karısı günden güne kendi içinde kapanık dünyasında kayboluyordu.Bütün gün düşündü koca,nasıl yardım edebilirim güzeller güzeli eşime diye.Birden aklına eşinin eski işi geldi.Geri dönmesini isteyecekti,ama bunu ona nasıl söyleyecekti,çünki artık çok kırılgan ve neşesizdi.
Bütün cesaretini toplayarak akşam karısına konuyu açtı.Karısı dehşetle gözlerini açtı:
-Ben bunu nasıl yaparım,ben körüm diye,bağırdı.Kocası ona destek olacağını,her sabah kendisinin işe bırakacağını ve akşamları da iş çıkışında alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi.Çünki eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu.Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünki eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu.Her sabah eşini işe bırakıyor akşamları da alıyordu fedakar koca.
Günler böyle ilerledi,karısı eskisinden biraz daha iyiydi.Fakat kocası daha fazlasını istiyordu,kendine söz vermişti sonuna kadar gidecekti.Akşam karısına:
-Artık işe kendin gidip gelmelisin dedi.Kadın şaşırmıştı,bunu asla yapamayacağını söyledi.Kocası ısrar edince yine onu kıramadı ve bütün cesaretini topladı.Bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu.Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor,otobüsüne biniyor ve otobüsden inerek işine gidebiliyordu.Günler günleri kovaladı hiç bir problem yoktu.Yine bir gün otobüse binerken şöför:
-Sizi kıskanıyorum hanımefendi,dedi.
Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan,neden diye sordu,Şöför:
-Çünki her sabah arkanızdan bir deniz subayı genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor,otobüsden indikten sonra yeşil ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor,dedi.
...........................................................
Herkesin bu kadae sevmesi ve sevilmesi,
Hepsinden de önemlisi böyle bir sevgiyi hak edecek
İnsanı bulması dileğiyle.....

Alıntı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #394
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tren


Günün ilk ışıkları doğmaya başladı. Gökyüzünün yarısı füme, diğer yarısı kızıl. Füme kısmını hâlâ aydınlatan ay ile ilk ışıklarıyla kızılın her tonunu yeryüzüne saçan güneş, gökyüzünü paylaşıyorlar aynı anda. Mart ayının sabah serinliği kendini hissettirdiğindendir, ceketinin yakalarını yukarı kaldırmış adam, omuzlarını çekmiş, ağzında bitmiş sigaranın izmariti olduğu halde otobüs durağına doğru hızlı hızlı yürüyor. Banu, sevgilisi ile bu sabah yine balkonda oturuyor. Sabah sabah, hem de gün doğarken
Yaşanası dakikaları uyuyarak geçirmek istemiyorlar bilirim… “Geçen yıllar, geçen dakikalardan daha kısa”, bilirler…
Geçen gün babamı hastaneye götürdüğümde Banu’nun solunum yetersizliğinden acilde oksijen veriyorlardı. Yüzbaşı olan sevgilisi, gözleri yaşla dolmuş ama ona sürekli yakışan kasketinin altındaki gözlükleri burnuna düşmüş bir halde, Banu’nun ellerini seviyordu:
“Banu, korkuttun bizi yine.”
Banu başını kaldırıp, sesi titreyen yüzbaşı sevgilsine baktı, gülümsedi sevgiyle…
Kimini ölüm ayırır, kimi bilmez birbirinin değerini!..
“Aslında tren son sürat yol alıyor. Geçtiğimiz duraklar bile hâyâl oluyor. Ara sıra bir tren ters yönden hızla geçiyor ve biz birbirimize el sallıyoruz.”
Nedense yaş otuz beşi geçtikten sonra fark ediliyor trenin hızı! Bu zamana kadar yaşanan tuzsuz peynir kalıpları gibi standart hayatlar geride kalıyor. Çocuklukmuş, okulmuş, kariyermiş, her bir dönem evrimini tamamlıyor, herkesinki gibi!.. Varsa evlilikmiş, dünyaya gelen çocuklarmış ya da bunlar yokmuş… Sonuçta bir varmış, bir yokmuş sanki geride kalan…
“Geçtiğimiz duraklar bile hâyâl oluyor.” Aniden sıkıntı veren bir panik yaşanmaya başlıyor. Hangi değerlerin kıymeti bilinmemiş, kimler gelmiş, kimler geçmiş; sorgulanıyor. İşte bu arada, tam bu arada “bir tren ters yönden hızla geçiyor ve biz birbirimize el sallıyoruz.” Bu, “geçerken uğradım” der gibi hayatımızın birkaç saatini de olsa dolu dolu paylaştığımız tanıdık gelen bir yabancı da olabiliyor, çok uzaklardan gelmiş bir müzik grubu da. Ve biz bu buluşmalarda özlemeyi hatırlıyoruz.
“Biz üst kattaki komşumuzun öldüğünü televizyondan öğrendiğimiz bir şehir hayatında yaşarken, irmik helvasının hâlâ cenaze koktuğu taşralı yıllarımızı” özlüyoruz… Ve o taşrada, çocukların oynadığı toplar hala bahçelere kaçabiliyor… Şehirlilerin belki de çoktan unuttuğu mahalle sıcaklığını yaşayarak, değerlerimizi, klarnet, davul, zurna, def, keman, gadulka, tambura, kemanca, ve bas gitarla buluşturup, blues ile kaynaştırarak müziğin evrenselliğini bizlere sunan dostları daha bir keyifle dinliyoruz. Sülüman Aga’dan Kalinka’ya kadar ya da hayatımızın birkaç saatini de olsa dolu dolu paylaşılan tanıdık gelen yabancıya kadar, kısaca bu “sahi” insanlarda kendimizi buluyoruz.
“Sabah mutfak penceresinden, karşıdaki duvara gölgeleri vurmuş, uçan leylekleri gördüm.” Banu ile yüzbaşı balkonda muhabbetteler. Bahar gelmiş anladım. Biraz acı ama geceler gündüzleri, mevsimler mevsimleri kovalıyor.
“Aslında tren son sürat yol alıyor. Ara sıra bir tren ters yönden hızla geçiyor ve biz birbirimize el sallıyoruz. Ve trenler hep gidiyor…
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #395
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
SEVMEK NE DEMEK ANLADIM...
Yil 2001…
Ismim Ferhat…
Ben Malatya’da bir matbaada grafik tasarimci olarak calisiyordum.
Bundan 5 sene önce yasadigim bir aski anlatacagim…
Sevmek ne demek bilmiyordum, taki onu taniyana kadar.
Ismi Aylin’di, bölumu dogum hemsiresiydi…
O kadar guzeldi ki ilk göruste asik olmak derler ya bende o oldu iste.
universite okuyordu ve mezuniyet zamani gelmisti. Arkadaslar arasinda bir yillik yaptiracaklardi. Anlastik ve yapmaya baslamistik.
Her gun yanimdaydi.
O beni bir tasarimci olarak göruyordu ve ben onu ise canim ici olarak biliyordum artik.
Yaklasik 1 ay surdu yillik. Ve bu 1 ay icerisinde 30 gun görmustum onu.
Ona ait yillik sayfasinda cep telefonu numarasi vardi ve gizlice aldim ve kendimi tanitmadan mesajlar cekip onu cok sevdigimi ve asik oldugumu söyluyordum. Tabii o merak ediyordu kendisini sevenin kim oldugunu ama yuregim el vermiyordu söylemeye.
2 ay böyle gizli surdu sevdam ve artik dayanacak gucum kalmamisti ki bir gun aradim ve beni taniyip tanimadigini sordum ve o ise sesimin birine benzedigini ama tam bilmedigi icin söyleyemedigini söyledi. Ve sen söyle belki ben o kisiyimdir dedim.
Ismimi söyledi ve bildi, evet benim dedim.
Ve neden böyle bir sey yaptigimi sordu?
Elimde olmadan yaptigimi, onu cok ama cok sevdigimi söyledim…
Kendimi tanittiysam da hicbir faydasini görmedim cunku beni sevmiyordu, arkadas olarak hep yanimda oldugunu ama sevgili olarak asla olmayacagini belirtiyordu.
Ve bir de benim sevgimi sorsaydi ya kendisini nasil sevdigimi anlatamazdim. cunku sevgim o kadar basit degildi ona karsi ve cok buyuktu anlatilacak kadar degildi.

Mezun olmustu ve ilk görevi Adana’da bir hastanede ebe olarak is hayatina baslamisti. Ara sira arayip konusuyorduk. Ama ben ona hep sevdigimi söyluyordum o ise telefonu yuzume kapatiyordu.

Benim ise gunum gelmis askerlige gitme vaktimdi. Ankara’da Etimesgut Zirhli Birliklerde matbaaci olarak kalmistim. Evim aklima gelmezdi gece gunduz onu arardim. Konusurduk ve asker oldugumdan dolayi beni uzmemek icin bir sey söylemezdi, her seyime katlanirdi. Bir gun aradigimda Elazig’a tayini ciktigini söyledi.
Sevindim…
cunku Malatya’ya yakindi, belki onu görme olasiligi olabilirdi. Ama neredeeeee. O hic ama hic firsat vermiyordu bana.
Tezkeremi almistim ve Malatya’ya dönmustum. Yine aklimda o ve ona olan sevgim vardi. Hic bitmemisti ki zaten…
Askerden sonra bazen telefondan yine görusuyorduk ama arkadas gibi.
Bir gun oldu hattini kapatti ve izini yok etti. cok aradim ama bulamazdim. 2 yil gecti aradan ve ben 3 ay olmustu ki evlenmistim, tabii icimde birinin sevgisi varken evlenmistim.
Bir gun yolda giderken onu gördum, dondum birden bire. Ne diyecegimi bilmiyordum ve sustum. O da beni görunce sok oldu ve ufak bir tebessumle yanima yaklasti ve tokalastik. Parmagimda yuzugu gördu ve tek sorusu
“Bir sey var mi?” dedi.
Ben ise evet var dedim…
Yuzume sanki cok pismanmis gibi zorla bakti. Acaba evlenmeseydim beni kabul edecek miydi?
Belki de etmeyecekti. Ama yine de onu gördum ya icimde biraz da olsa sikintim azaldi.
cOK suKuR…
Ve sevmek o kadar cok zor ama fazlasindan bile cok tatli bir seymis ögrendim…
Artik sevmenin nasil oldugunu biliyorum. ‘Aci, izdirap ve mutluluk’ dolu…

Saygilarimla

FERHAT KOSAL
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #396
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi

kularby5

Her şey her zaman göründüğü gibi değildir
İki melek yeryüzünü dolaşmaya çıkmışlar..Tabii insan kılığında..Akşam olmuş..Kentin en zengin semtinde vülk bir villanın kapısını Tanrı misafiri olarak çalmışlar..Ev sahipleri somurtarak buyur etmişler onları..Yemek falan teklif etmemişler..Sıcacık misafir odaları yerine,buz gibi ve nemli bodruma iki şilte atıp"Geceyi burada geçirebilirsiniz" demişler.Şilteleri betona sererken,yaşlı melek duvarda bir çatlak görmüş.Elini uzatmış,şöyle bir sürmüş yarığa..Duvar eskisinden sağlam olmuş.Genç melek:
"Niye yaptın bunu"diye sormuş merakla...
"Her şey her zaman göründüğü gibi değildir"demiş yaşlı melek yavaşça.
Ertesi akşam melekler bir köy evinde,çok fakir ama çok iyiliksever bir aileye misafir olmuşlar.Her şeyleri bir tanecik inekleriymiş.Onun sütünü satıp geçiniyorlarmış.Ev sahipleri mütevazi sofralarına almış onları..Allah ne verdiyse beraber yemişler.Yatma zamanı gelince kadın"siz uzun yoldan geliyorsunuz,yorgun olmalısınız"demiş.."Bizim yatakta siz yatın,bir rahat uyuyun.Biz şu divanda idare ederiz."Güneş doğarken uyanan melekler,zavallı adamla karısını iki gözleri iki çeşme ağlar bulmuşlar.Hayattaki tek servetleri inek bahçede ölü yatıyormuş.Genç melek öfkeden deliye dönmüş...
"Bunu nasıl yaparsın..Bu kadar iyi insanların yegane servetinin ölmesine nasıl izin verirsin..Önceki gittiğimiz villada her şey vardı,ama kötü ev sahipleri bize hiç bir şey vermediler.Sen onların bodrumlarını tamir ettin.Bu fakir insanlar bizimle her şeylerini paylaştılar.İneklerinin ölmesine göz yumdun...
"Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat"demiş,yaşlı melek yine..
"Nasıl yani?"diye daha da öfkeyle yinelemiş sorusunu genç melek..
"Her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat"demiş yaşlı melek bir daha..Ve anlatmış.."İlk gittiğimiz zengin evinin o duvar çatlağının içinde yıllar önceden saklanmış bir hazine vardı.Ev sahipleri zenginlikleri ile çok mağrur,ama hiç paylaşmayı sevmeyen insanlar oldukları için bu defineyi bulmayı haketmemişlerdi.Çatlağı kapayıp onları bu hazineden ebediyen mahrum ettim.Dün gece fakir köylünün yatağında yatarken ölüm meleği,adamın karısını almaya geldi.Kadının hayatını bağoşlamasına karşılık ona ineği verdim..
-Her şey her zaman göründüğü gibi değildir.İşler bazen istendiği gibi gitmez göründüğünde,aslında olan budur.Eğer inançlı isen,her işte bir hayır olduğunu düşünürsün.O hayrın ne olduğunu da,bir süre sonra anlarsın.....
..........................................
Alıntıdır
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #397
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
0121re7

Melegin... Hikayesi

Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan bir çocuk varmış. Bir gün Allah'a sormuş:
"Allah'ım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler, fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağim?"
- Tüm meleklerin arasından senin için bir tanesini seçtim. O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak. Meleğin sana her gün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek. Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın.
"Peki. İnsanlar bana bir şeyler söylediklerinde, dillerini bilmeden söylenenleri nasıl anlayacağım?"
- Meleğin, sana dünyada duyabileceğin en güzel ve tatlı sözcükleri söyleyecek, sana konuşmayı, dikkatle ve sevgiyle öğretecek.
"Peki Allah'ım, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?"
- Meleğin sana ellerini açarak bana dua etmeyi de öğretecek. Ben seni o zaman duyacağım..
"Dünyada kötü adamlar olduğunu söylüyorlar, beni kim koruyacak?"
- Meleğin seni kendi hayatı pahasına dahi olsa daima koruyacak.
O sırada Cennette bir sessizlik olur ve dünyanın sesleri cennete kadar ulaşır. Çocuk gitmek üzere olduğunu anlar ve son bir soru sorar:
"Allah'ım eğer şimdi gitmek üzereysem lütfen çabuk söyle, benim meleğimin adı ne?"
- Meleğinin adının hiç önemi yok; sen onu ANNE diye çağıracaksın
...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #398
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ANTiKaCı

Genç antikacı hem merakı hem de ticaret nedeniyle Anadolu’nun en ücra köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği malları yok pahasına satın alarak büyük paralar kazanıyordu. Kış kıyamet demeden sürdürdüğü seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi. Fakat, bu seferki hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir ihtiyar tarafından bulunup onun kulübesine davet edilmişti. Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken:
- Günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım, dedi. Meğer seni bulmak için iyileşmişim.
Diz boyuna varan karla boğuşup kulübeye geldiklerinde, antikacının beyaz göre göre donuklaşan gözleri fal taşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzine sobasının etrafını saran üç-dört iskemle, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalar olmalıydı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı. Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram edip sedirdeki yatağını hazırlarken;
- Bugün soba yakamadım evladım, dedi. Ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.

Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp yapıp o iskemleleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Mesela, hayatını kurtarmasına karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı iskemleleri, çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden koşacak mıydı?
Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken dalıp dalıp gidiyor ve rüzgârın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu. Bu arada yaşlı adamın sabah namazına kalktığını fark etmiş, hatta hayal meyal olsa bile odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine sobasının üzerinde yemek pişirdiğini gördü ve etrafına bakınırken, birden iskemleleri hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı: Aman Allah’ım!
Antikalardan hiçbiri ortada yoktu. İhtiyar kurt, herhalde planını hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emin bir yere kaldırmıştı. Sakin görünmeye çalışarak:
- İliğim kemiğim ısınmış, dedi. Çorbanız da güzel koktu doğrusu. Ama akşamki iskemleleri göremiyorum.
Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı iskemle parçalarından birini daha sobaya atarken;

-İskemle dediğin, dünya malı be evladım, dedi. Biz misafirimizi üşütür müyüz?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #399
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
EVLİYA

Yaşlı adamın hastalığına çare bulunamayınca,
kendisine evliya denilen birinin adresini vermişler.
Söylenenlere göre en ağır hastalar o zatın duasıyla
iyileşebiliyormuş. İhtiyar adam verilen adresi
çaresizlik içinde cebine atıp doktorun yanından
ayrıldığında, sokağın köşesinde simit satan 6 - 7
yaşlarındaki bir çocuğa rastladı. Çocuk son
derece masum gözlerle kendisine bakıyor
ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu.

Adam, o yaştaki çocukların tamamen günahsız
olduğunu düşünerek yoluna devam ederken,
aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski
tişörtün üzerinde bir "E" harfi yazılıydı. Ve bu
"E" mutlaka evilyanın "E" si olmalıydı...
Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın
heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra;

- "Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler,"
dedi. "İyileşmem için bana dua eder misin?"

Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu.
Kafasını olur der gibi sallarken;

- "Bende sık sık hastalanıyorum," diye karşılık verdi.
"Ama dedem, Allaha inananların ölünce yıldızlara
uçtuklarını ve orada cenneti seyrettiklerini söylüyor.
Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan."

Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun
soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken ;

- "Deden çok doğru söylemiş," dedi.
"Ama ben yine de yardım istiyorum senden."

Çocuk, duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı
kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu gösterek ;

- "Size dua edeceğim" diye cevap verdi. "Ama eğer
iyileşirseniz, bana 10 tane balon alacaksınız , tamam mı?"

Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar
büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığına
hükmetmişti. Mahcubiyetten kızaran yanaklarını
elleriyle örtmeye çalışırken ;

- "Uçan balon almanıza gerek yok," diye devam etti.
"Normalinden 10 tane istemiştim. "

Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma
nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre
hastalıktan kurtulması halinde 6 ay sonraki ramazan
bayramında çocukla buluşacak ve her hangi bir sebeple
gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların
ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı.

Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kâğıda
yazdıktan sonra, başını okşayarak onunla vedalaştı.

Aradan soğuk bir kış geçip ramazana ulaşıldığında ,
adamın hastalığından eser bile kalmamıştı. Hayata
tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan
bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü iple
çekerek randevü yerine gitti. küçüklerin cıvıl cıvıl
kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler,
çocuğu tanımıyordu. Adam onu biraz ilerdeki
bakkala sorduğunda , dükkân sahibi ;

- "Ciğerleri hastaydı yavrucağın," dedi.
"Geçen hafta aniden ölüverdi."

Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü.
Ve koşar adımlarla orayı terkederken , önüne
çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp;

- "Şu uçan balonlardan 10 tane istiyorum," dedi.
"Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine."

Adam, satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini
birbirine düğümledikten sonra, onları besmeleyle
gökyüzüne bıraktı. Bayram yerindeki herkes gibi
baloncu da şaşkındı. Sonunda dayanamayıp ;

- "Ne yaptığınızı anlayamadım." dedi.
"Neden bıraktınız onları öyle?"

Adam, nazlı nazlı yükselmekte olan balonları
buğulu gözlerle takip ederken ;

- "Onları bekleyen küçücük bir dostum var,"
diye mırıldandı. "Hemde evliya gibi bir dost.
Balonları adresine postaladım sadece."
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #400
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
KÜÇÜK BİR TEBESSÜM

Küçük kız,hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebeb oldu.Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı.Hemen bir not yazdı,yolladı.Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki,her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu.
Akşam eve giderken,kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki.İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti.Karnını ilk defa doyurduktan sonra,bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu.Öyle neşeliydi ki,bir saçak altında titreşen köpek yavrusunu görünce,kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtuldığu için mutluydu.Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu.Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı.Bir yangın başlıyordu.Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki,önce fakir adam uyandı,sonra bütün apartman halkı.Anneler,babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp,ölümden kurtardılar.
cizgiwy6vf4
Bütün bunların hepsi,beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜMÜN sonucuydu.
cizgiwy6vf4

Alıntıdır

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat