Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 44

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.688 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #431
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mutlu Ol Yarinlarda… :.
Ne kadar zaman geçmis aradan. Dönüp baktimda maziye, simsiyah saçlarimdan, beyazlar kalmis atiye.
Sponsorlu Bağlantılar
Sen uzaklarda geceleri simsicak yataginda hibir seyden habersiz tatli uykulara dalarken, ben dualar ederdim girmek için rüyalarina.
- Ne olur Allah’im derdim. Bari bu gece derdim.
Bir harberini duymak, yada bir selamini yada , neden olmasin bir "Selam" deyisini .
Güller dikerdim yollarina, gülleri sana dikenleri bana olsun diye.
Öykülerimi okurdum sana, siirlerimi senin için yazardim. Ama..
Her gece bunlari düsünmekteyim. Her gece, gecenin karanligina bir siyah saçimi daha hediye etmekteyim. Sabahi beklesen hastalar gibi, yarinimdan ümidim olmadan, senden bir haber duymadan. Off Allah’im nasil bir sey bu. Düsündükçe, yazdikça içimde büyüyen. Karanlik gecelerde pesimi birakmayan, aydinlik gündüzlerede her köse basinda beni bekleyen. Nereye gitsem, nereye baksam, neyi görsem neyi duysam.
Neysin sen.. Ses ver neysin. Ne olur birak pesimi artik.
Biliyorum birakmazsin pesimi. Kurtulusum imkansiz senden. Adini koyanlar koymuslar bir kere bunun . Yanlizlik demisler. Ümitsizlik demisler. Aldanmislik, terkedilmislik demisler.
Hangisisin sen.
Nesin içimde büyüyüp duran. Canimi yakiyorsun. Içimi acitiyorsun. Yillar geçtikçe içimde derinlesiyorsun. Nesin sen?
Iste günese en yakin zaman. Birazdan bir fazla beyazla merhaba diyecegim yeni güne. Olsun be sevdigim. Geceler yanlizlik olsun bana, ümitsizlik getirsinler, aldanmislik terkedilmislik olsun benim yanimda. Biliyorum kurtulusum sensin.
Sitem degil bütün bunlar sana. Kirilmislik degil bunlar. Ne zaman olsa dönerim ben sana. Yeterki sen gel de bana. Yeter ki sen mutlu ol yarinlarda.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #432
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10067Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya
daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere,
Sponsorlu Bağlantılar
kalp nakli için ilân vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı...
Genç kız ise her gün hastane odasında biraz daha solmaktaydı.
hikaye10067 kalp
Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu...
Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yine de
engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına,
fakir ama onu seven sevgilisi... Her gün aynı şeyleri düşünüyor,
anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu...
hikaye10067 kalp
"Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti
delikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri,
sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdi ki... Ama olmamıştı işte,
dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş,
onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi...
Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi...
hikaye10067 kalp
Ayrılıklarından bu yana beş bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir,
her günü hüsran... Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini
kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı
bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı...
Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı,
bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini
seyrederdi... En çok da saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş,
koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu.
Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Belki sevdiği yanında olsa,
kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda
değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki...
hikaye10067 kalp
Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa
yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık...
Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek
istemiyordu.. Ufak da olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek
istemiyordu... Sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi? Kendi, sevgi dolu kalbini kimseyle
paylaşmayı düşünmemişti bile ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisini
silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir
ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha
ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada...
Ama sevdiğinden bir hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti.
hikaye10067 kalp
Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belki de sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler
içinde daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü
bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı...
Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı...
hikaye10067 kalp
O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve
görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. Bir hafta sonra tekrar gözlerini
açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki bir şeyler eksikti...
hikaye10067 kalp
Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir
türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu...
Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.
Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu
uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu...
Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlatmıştı ama
ameliyatı kolay değildi, bir aya kalmadan geçer demişti doktor.
hikaye10067 kalp
Aylar geçmişti ama hâlâ aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Her gün
onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlara.. En çok kan
kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi.
O da genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi
görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine
dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle...
hikaye10067 kalp
Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti.
Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne
olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı.
Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı
atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı.
Yıllar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği
sevdiğinin kokusu vardı mektupta... Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip
oturdu yavaşça... Kağıdı açtı ve elleri titreyerek okumaya başladı.
hikaye10067 kalp
"Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını
bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her
günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin daha da artıyordu...

Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden daha da
hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Her gün yazdım, her gün okudum, senelerce
ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında
olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime,
sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün her şeyi değiştirecek
bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim.
Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye...
Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık...

Senden çok uzaklardayım belki ama yine de seni görmek için uzaklardan
gelebiliyorum. Hem de her gece...Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken
yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi
bildiğini sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi
sevmemizin altıncı senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarın da
sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak
olur mu? Çünkü göz yaşlarımla, adını yazdım ona... Seni senden bile çok seven bir
sevgi var kalbinin içinde unutma. Kırmızı gülü de unutma olur mu?
Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadar da Seveceğim...
SEVGİLİN
hikaye10067 kalp

hikaye10067 solalt hikaye10067 sagalt
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #433
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sessizce öldürülüşlerimizi seyrediyorduk önceleri.


Sessizce öldürülüşlerimizi seyrediyorduk önceleri. Kaza süsü veriliyordu. Kimimiz açlıktan, kimimiz yoksulluğa yenik düşüşle, kimimiz işsizlikten, kimimiz amansız hastalıklardan kırılıyorduk...
Yüzyılın sonları, yenisinin başlarıydı. Dünya, son derece dayanılmaz acılarla kıvrandığını saklamaya çalışan bir çaresizlik içindeydi. En kötüsü de olanca uyuşmuşluğumuzla farkına varamıyorduk hiçbir şeyin. Renkli ve neşeli bir rüya
izletiliyordu bize beyaz camdan. Kanmaya hazır beyinlerimiz, hayal ürünü dünyalara çekilip duruyordu. Kendimize de çoktan yabancılaşmıştık. Belki elimizde kalan son birkaç gerçekliği korumaya çalışıyorduk umarsızca...
Bedenlerimizden sızan geçmiş eziyetleri derleyip toplamalı, yarın için korunaklı bir çatıya toplanmalıydık. Çocuklar tarihi unutmuş, acımasız değirmende bir yalanı yaşadıklarını bilmeden, bu güne sarılmaya çalışıyorlardı. Dünya hızla kirletiliyordu. Kaçacak yer kalmayıncaya kadar. Kirliliğe uyum sağlamayı öğrenmek üzerine, insan doğasını sorgulamaya başlamıştık nerdeyse. Ama olmuyordu. Yan yollarda, çıkmaz yollarda dolaşma kolaycılığıyla zaman yitirdik. İçsel itkileri cılızlaşmış bir toplumsal enkaz gibi uyuyorduk tarihin bir köşesinde. Her yandan kıstırılmışlığın verdiği gücü fark etmek, eski bir masal kahramanı ile yüzleşmek kadar uzaktı o zamanlar.
Çeşitlenmiştik. Tanımlarımız artmıştı. Her şeyi kendine göre doğru kabullenir hale getirilmiştik. O onun doğrusuydu, bu diğerinin. Doğrular çoğalırken yargılamalar azaltılıyordu doğal olarak. Mozaik sözcüğü modaydı ama dilim dilim yaparak yenen bir somun ekmek gibiydik aslında. Artık kahramanlar da aramıyorduk, yaşamak bir kahramanlık olmuştu... insan gibi yaşamak...İlkelerimizden bir kısmını olsun bıraktık geçmişe çaresiz...
Öldürülüşümüz, yıllara yayılmıştı. Topsuz tüfeksizdi bu kez... O yüzden kimse fark etmedi... Öldüren güç, kader diye öğretilmişti...
İş yaparken, ellerimizdeki gücü tanıdık sonra, iş yaparken yaşanan coşkuyu... heyecanı... iş yaparken yaşanan o tertemiz anı...doğum sancıları gibi, acısından mutluluk
duyulan ellerimizin becerisine inanmaya başladık...ellerimiz tertemizdi... yüreğimizi,
ellerimiz temizledi.. beynimizi, ellerimiz temizledi uyuşmuşluktan...ellerimizle arındık...
Evet...kolay olmadı ama öldürülüşe seyirci kalamazdık...İzledikçe, yaşanan yüzyıla
tanıklığımız, bizi öldürenler safına itiyordu çünkü...
iblis1907 - avatarı
iblis1907
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #434
iblis1907 - avatarı
Ziyaretçi
İmkansız'a Mektup

Hepimiz yaşadığımızdan başka bir şeyler istiyoruz sevgili. Sahip olduğumuzdam başka bir şeyleri düşlüyoruz.
Şimdi ben de seni düşlüyorum. Senin gelip beni büyülemeni istiyorum. Seninleyken gözkapaklarımızın arkasından bir tren geçsin, bizi alıp Kaf Dağı’nın arkasındaki ülkeye götürsün istiyorum. O ülkede; insanlar hep gülsün, hep mutlu olsun, birbirlerini olduğu gibi kabul etsin, koşulsuz sevsin istiyorum.
Söyle sevgili; sence ben imkansız olanı mı istiyorum?
Ne çok özlemler biriktirmişim ben. Ne çok düş kurarmışım meğer. Paylaşmayıp kendime sakladığım biriktirdiğim ne çok şey varmış içimde. Seninle kelimeler yüklü bir kervanımız olsun diliyorum. O kervan, kurduğum düşleri, özlemlerimi, kimselerle paylaşmadıklarımı sana taşısın istiyorum. Bu kervanla yüreğimde nice zamandır yeşerttiğim umut filizlerini göndereyim istiyorum.
Kısa cümleler kurmayacağım. Bir kelimeme binlerce anlam yükleyip yollamak hevesindeyim. Hiç soru sormayacağım. Hiçbir kelimene söylediğinden başka anlamlar yüklemek niyetim yok. Seni, bana verdiğin kadarından başka düşlemeyeceğim. Seni olduğun gibi kabul etmek istiyorum. Sen de beni olduğum gibi kabul edesin diye. Kendimi senden esirgemeyeceğim. Neysem, kimsem, nasılsam öylece basit olmak isterim seninle. Yaşadığım onca acıya rağmen, inatla gülümseyebilen biri olduğumu, sevilmeye önemsenmeye ne denli hasret olduğumu fark edebilmeni diliyorum.
Söyle sevgili; sence ben imkansız olanı mı istiyorum?
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #435
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
ÇINAR

Evinin önündeki o koca çınar ağacının gölgesinde oturarak geçirdi o günü de.
Bir anne sevgisi buluyordu o koca ağaçta. Geniş yapraklarının gölgesi, Hasan Dede’nin üzerine düştüğünde sanki şefkatli bir anne eli dokunuyordu ona ve dallar onun bedenini yine aynı annenin kolları gibi sarıyordu.
Bir iskemle, kahverengi kabuklu koca gövdeli bir çınar ve birkaç uysal çocuk…
Hasan Dede, bir iki küçük çocuğa öykü anlatıyordu.
Öykü içinde öykü…
Otuz iki yaşındaydı saçları hala siyah değildi. Kaygan ve parlak değildi suratı. Saçlarını aklar sarmış, ara ara ağarmış sakalları iyice uzamıştı. Çocuklar ona ‘ dede’ derdi, çünkü vardı sakalı, vardı ağarmış saçları.
Hasan Dede, içinden ne geldiyse o gün onu söyledi o çınarın dibinde. Avlulu evinin önündeki o dev çınar…
Dedi ki:

‘Bir gün çınar dile geldi. Dillendi yani, lâf üretti. Değdi birbirine ses telleri, titreşti. Açtı içe çökmüş ve etrafı kırış kırış olan gözlerini. Sonra kapattı usulca ve açtı başını öne eğdi. Ağladı dahası, yanaklarından gözyaşı aktı ve düştü kendi toprağına. Can oldu ona, canlandırdı kocamış bedenini. Neden sonra her şeyi sığdırdığı, bir tek cümleydi sadece!“ Kendi suyumla büyüdüm ben de!” ’

Bitirince cümlesini Hasan Dede, ayağı kalktı bir çocuk. Ceylan gözlü bir çocuk…
‘Ya bu çınarın gözleri nerede?’ dedi küçücük eliyle Hasan Dede’nin sırtını yasladığı o dev çınarı.
Oradaki bütün durağan bakışlar, o küçük çocuğun sağ işaret parmağının işaret ettiği yere döndü. Çınara çevrildi meraklı gözler! Çınarın gözleri ise gözükmüyordu. Çınar asude, çınar suspus… Hem de yüzyıllardır!
Çınara sırtını vermiş olan belki de onun yerine konuştu o an.
‘Bu çınar çok çekingen, o yüzden saklıyor yaşlı gözlerini ve dökemiyor gözyaşlarını!’
‘Eeee?’ dedi bir başka çocuk, soru sorarcasına.
Hasan Dede’nin üzerinde çınarın gölgesi, içinde yıllanmış bir çınar kokusu ve o kokunun vermiş olduğu kendinden geçmişlik…
Ardından başka bir çocuk daha ayaklandı ve ‘ ama nasıl büyüdü bu çınar öyleyse? Nasıl bu hâle geldi?’ deyiverdi.
Gülümsedi Hasan Dede ve…
‘Bilmiş demek ki o da şu karşı duvarın önündeki söğüdün dibine dökülen suları emmeyi!’ dedi…
Dedi ve…
Ve gülümsedi tüm çocuklar birbirlerinin yüzlerine bakaraktan. Sadece kendi suyunda, kendi öz suyunla büyümenin de Sonra hepsi Hasan Dede’nin önünde birer birer sıraya girdiler. O da cebinden çıkardığı şekerleri teker teker onlara verdi.
Ve gitti çocuklar!
Kaldı çınar, kaldı iskemle; kalakaldı yine bir başına Hasan Dede.
Hasan Dede o gün yine aynı hikâyeyi anlatmıştı aynı çocuklara, aynı şekerlerden vermişti.
Ne de olsa çocuk dediğin büyümezdi ve hep aynı şeyleri isterdi!
Çınar dediğin kocalmazdı; kocalsaydı ölürdü, ölecek olsa “çınar” denilmezdi ona! Çınar dedin miydi ölüm değil, sonsuzluk gelirdi akla ve hep o dev cüsse hatırlanırdı.
Ve birine birkaç çocuk “ dede” dese de, saçları ağarmış olsa da o birinin, yolun yarısındaki o kişi asla yaşlanmış sayılmazdı!
oyku7
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #436
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sarı sümbül yaprakları....



Sarı sümbül yaprakları düştü gözlerine,


Çırpınıp duran kırmızı kanatlı bir balık.......

....Sırıl sıklam olmuş yüreği,

....Ağlıyordu!

Geçen günlerde / yitip giden sevgiye!......

....Korkuyordu,

Sonunu göremediği sümbül ' lü yolda yürüyordu.....

....Üşüyordu,

Buz gibi nefesi havayı donduruyordu,

....Düşünüyordu,

Yarının umutsuz ışığını....

....yürüyordu,

Amaçsız / gidiyordu....

.....Özlüyordu, yitip gideni / belki geri dönmeyeni.....

.....Bilmiyordu,

Onu seven, sümbüllü yolun sonunda bekler...

İki adımlık düş denizinde çırıl çıplak, soluksuz ve buz gibi.....

...Bakıyordu,

Ne olduğunu bilmez, anlamsızca izliyordu!....

....Gördü,

....Anladı,

Sevgisizliği kaldıramamıştı,

.....Sonunda canına kıydı.......
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Mart 2007       Mesaj #437
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YOKLUĞUNUN SEYİR DEFTERİ I

Sen, imkansız hayallerimin ele avuca sığmaz başrol oyuncusu. Sen, apansız bir zamanda başlayan ve zaman varoldukça varolacak sevgili aşkım. Sen,duygularımın yaratabildiği ve yüreğimin sevebildiği en yüce sevgi... Şimdi nerdesin...?

SENSİZ BİR DÜNYA

Günler sahte gülümseyişlerin yalancı cıvıltıları arasında geçip gidiyor. Geceler hep hüzün keder. Tek tesellim kendi kendimi kandırışlarım. Takvimlerden yapraklar birer-birer düşüyor. Mevsimler ısınıyor,mevsimler soğuyor tükenmeyen bir devir daim içinde. Ama ben hep aynı ben. O bildiğin.. Ya da unuttuğun. Belki biraz düşünsen hatırlayabileceğin. Belki de hatırlamak bile istemediğin ben. Bir elinde sigarası ve yanında kahvesiyle ömür tüketen, zamanın seyrine - kaderin keyfine esir adam. Sana söz verdiğimden beri yalnızca “belirli günler ve haftalarda" alkol alıyorum. Sana verdiğim onca sözden yalnızca bunu tutabildim ve nedense hâlâ tutmaya devam ediyorum. Oysa şimdi içmek için onca sebebim var.

Vazgeçmeyi her zaman becerebildim ama unutmayı asla beceremedim. Bir zamanlar kuvvetli olmasında çok memnun olduğum hafızamdan artık çekiniyorum. Ne zaman, nerede, hangi alakasız olaydan mazimdeki hangi kötü hatırayla bağlantı kurup, beni içinden çıkılmaz düşüncelere salacağını kestiremiyorum. Sık-sık düşüyorum o içinden çıkılmaz kederli düşüncelere. Düşünüyorum ve kendimi suçluyorum. Sonra da bu suçlamalardan rahatsız olan vicdanımı rahatlatabilecek düşünceler geliştirme çabasına giriyorum. Bulduğum bahaneler, geliştirdiğim mantıklar geçici bir süre için çare oluyorlar ama bir başka zamanda yine alakasız bir şekilde bu düşüncelerin ortaya çıkmasını engelleyemiyorlar. Üstelik yeniden ortaya çıkan bu kederli düşüncelerin vicdanıma verdiği rahatsızlığı ilk seferinde geçici bir süre de olsa ortadan kaldıran çözümlerim, ikinci seferde hiçbir işe yaramıyor.

Vazgeçmek de çözüm olmuyor unutmak da. Ama iyi ama kötü bir şeylerin yaşanmış olduğu gerçeğini asla değiştirmiyor ikisi de. Sonunda vicdanın faturayı yine sana kesiyor. Buna pişmanlık diyorlar. Yani aptallığın belgelenmesi ve su götürmez bir gerçek olarak kabul görmesi durumu...

GECELER BİTİNCE SABAH OLMUYOR

Hüzün ikliminde yazlar sıcak ve karanlık, kışlar soğuk ve karanlık. Varlığın kaynağı gizli karanlıklarda. Yanıtların soruları gizli. Şimdi anlamsız bir inatla aslolan gerçeği anlamaya çalışıyorum. Bu çaba beni bir belirsizliğin içine gömüyor olsa da bundan rahatsız değilim. Belki belirsizliğin içinde beliriverecek her şey..sen..

Yağmurlu bir aralık gecesinde hava soğuk.Yağmuru düşündükçe içim biraz olsun huzurla doluyor.Üşüyorum ama bu üşüme beni ürkütmüyor.Hastayım ama nasıl olsa öleceğim,zaten herkes ölüyor diyerek kendimi avutuyorum.Arka planda HEART’IN ALONE’U çalıyor.Bu şarkı bana her zaman kışı hatırlatır.
İçimde belki de bilinçaltımda unutulmuş değişik hüzünlü duyguları ortaya çıkararak kederime keder katar..Yine de bu şarkıyı dinlemek benim için büyük bir keyif.......
Yalnız gecelerimin vefakar dostu sigaram dudaklarımla klavye arasında gidip gelen parmaklarımın arasında sıkışmış ama halinden şikayetçi değil.Benim gibi birini yakıp birini söndüren bir tiryakiye eşlik etmekte tereddüt etmiyor.Beraber takılıp gidiyoruz işte bu boktan hayatın trajedisi içinde...
2000’de bitiyor.Bu yıl sanat adına bir şiir ve iki denemenin dışında hiçbir icraatım yok.Bu kaygı verici bir durum ama bende bu kaygıdan eser bile yok. Kendimi günlük koşuşturmaların hengamesine öyle kaptırdım ki manevi anlamda beni tatmin eden çalışmalarımın hiç birini yapamıyorum. Okumaktan bile uzaklaştım.Eski şarkılar gibi bir kenarda nostalji kasetlerinde yer alacağım zamanı bekler oldum. Bazen kendim için üzülmüyor değilim hani. Ama üzülmek varolan durumu değiştirmek için tek başına yeterli bir icraat değil...
Geceyi,yağmuru ve huzuru dinlemek ve demlenmek için ideal bir gece.Hele sevdiğin bütün damar şarkılar bir arada elinin altında varsa bu olay keyfini iki kat arttırır. Hüzünlenebilmenin keyfini yaşar oldum. Garip değil mi..? Hüzünlenebilence mutlu olmak.. Çelişki artık anlamsız ya da anlam kaymasına uğramış bir kelime benim için..
Kahvemden bir yudum aldım ve yazmaya devam ediyorum.İnsanın yazacak bir konusu olmaması ve sadece yazmak için bu işe başlaması ortaya bu akşam olduğu gibi böyle bir metin çıkarıyor işte.Yazmanın yaşamakla eşdeğer olduğu bir beynin hezeyanları bazen kelimelerle ifade edilemiyor.Kelimelerin kifayetsiz kaldığı durumlarda üstat Orhan VELİ’Yİ hatırlamadan geçmek olmaz.Bir dakikalık saygı duruşu misali bir dakika gözlerini kapatarak İstanbul’u dinlemek gerek.
Hani nerde hüzün çökmüş akşamlar...? Hani nerde boğazın serin sularına karşı içilen hüzün kıvamında demli bir çay...? Nerde kaldı o zamanlar?Üzerinden asırlar mı geçti? Biz mi yaşlandık zaman mı çabuk geçti...? Nerede kaybolduk ya da nerede kaybettik eski hevesimizi...? Sitemkâr olmamak elde değil. Ama bu sitem neye ya da kime.İşte cevabı verilmesi gereken soru bu.. Bütün bu olanlar için,bütün bu bezginliğimiz,bütün bu vazgeçmişliğimiz için kime sitem edeceğiz ...?
Yanlış sorularla doğru cevaba ulaşmanın mümkün olmadığını bilmek de bir erdemdir.Soruların yanlış olmadığından eminim ama soruyu doğru mercilere sorup sormadığımdan da emin olmam gerek.Kederli boğaz akşamları misali martılardan ve yıldızlardan yoksunluğumuz maksimumda..Üstat Nazım babanın dediği gibi “hey insanlar nerdesiniz.....?”
Uykusuz gecelerde sigarasız kalmaktan daha kötü olan şey kendinle ilgili sorular karşısında cevapsız kalmak.Ciltli ve kalın ansiklopedilerde yazmayan bu cevapları bize hayat bu zamana kadar vermeliydi.Belki de verdi.Biz bunun farkına varamadık.................................................................. ............

Varlığımın anlamını anlamakla geçecek ömrümde iyi olarak sıfatlandırılacak bir şeyler yapma çabası içinde olmak asla yanlış değildi.Amaç doğruyken yapılan icraatlarla o amaca ulaşamamış olmak kullandığım araçların yanlış ya da eksik olduğunu gösterir.Zaman içinde bir an ama her ne zaman olursa olsun hatadan dönmek bir erdemdir.Amaca giden yolda her araç meşru sayılabilir ama her aracın seni amaca götüreceğini beklemek biraz saflık olur.Yapılan herhangi bir şey ancak doğru yer ve zamanda yapılmışsa meşruluk kazanır.Aksi halde en iyi niyetle yapılan bir davranış bile yanlış anlaşılır ya da yanlış sonuçlar verir.......
Ara sıra durup bir vicdan muhasebesi yapmak gerek.Hayatın bu hızlı hengamesi içinde buna vakit ayırmalı insan. Bir süre kendini hayatın içinden soyutlayıp olaylara bir gözlemci yaklaşımıyla eğilmek ve bu farklı bakış açısından yanlış görünen olguları zamanın akışında mutlaka düzeltmek gerek.Gerekli olan şeyleri bilmek ya da öğrenmek için asla geç değil.
Doğrulara giden yol yanlışlardan geçer.Çünkü dünya üzerinde yanlışlığı ispat edilemeyecek hiçbir doğru yoktur.Bu açıdan bakınca yanlış yapmaktan korkmanın ne kadar anlamsız olduğu açıkça çıkıyor ortaya..........................

Şimdi o eski zamanları aramıyor değilim.Ama eski zamanlara dönmenin şu anki bilgi ve birikimimizle imkansız olduğunu da biliyorum.Eskiyi özlemek ayıp değil ama eskiye dönmenin imkansızlığını bilmek şartıyla.Yapılacak şey vakit kaybetmeden bugünü kurtarmaya başlamaktır.Ne kadar çabuk başlarsak gelecekte o kadar çok kurtarılmış zamanımız olacaktır................


Bir sigaranın dumanıyla çıkılan hüzünlü bir gece yolculuğunun son durağı saba makamında okunan sabah ezanıdır................

KABULLENİŞ

Yokluğun varlığı üzerine anlam buldu dünya
Varlığın yokluğu üzerine boşa kafa yorma..

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
20 Mart 2007       Mesaj #438
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Her mevsimi bahar olsun ister insan; Her mevsimin bahar tadında yalanları olsa bile..." (KS)


Hayat, her zaman aynı pencereden görünmüyordu insana... Arka odadan baktığında uzuyordu yol; çok uzun diyordun. Beklenmeden gelen bir misafir oluyordu ağır aksak adımları, elindeki bastonuyla... Gölgesi cumbanın önüne düşüyor, upuzuyordu...

Hazırlanmak istiyordun, çekip çevirmek lazımdır evi barkı; 'pişirmek lazım en leziz yemekleri' diyordu yüreğin... Zira yolu uzundu; gölgesi uzundu, o habersiz misafirin... Umduğunu değil, bulduğunu yiyendir diyemediğin, tanrı misafiriydi; belki yorgun...


"Binbir hengame, koşturmaca, telaş..."

Ne kadar yaklaşmıştı acaba...
Bakıyordun...
Kayboluyordu cumbanın ucuna düşen gölgesi...

Ya kendisi... Neredeydi!

Neredeydi dersin?

Gelmekten vazgeçip dönüyor muydu, gerisin geri?

Ön odadan bakıyordun bu defa yola... Uzaktan gelen oluyordu tekrar görünen. Evet, evet geliyordu... Küsmemişti...

'Temiz, pak olmalı, giyinmeli' diyordun en yeni giysiler, dolaptan çıkmalıydı beyaz kol düğmeleri, yüzükler... Habersiz de olsa en güzel biçimde karşılanmalıydı bu misafir... Odalar havalandırılmalı, çiçekler sulanmalıydı... En güzelinden kokmalıydı renksiz duvarlar...

Misafir....

Misafir.... Ne kadar da yaklaşmış oluyordu... Neredeyse gelmek üzereydi değil mi? Gelmesin hemen!
Gelmemeliydi... Masa hazırlanmalı, mumlar yakılmalı, çalmalıydı en güzel müzik o antika gramafonda...

"Binbir hengame, koşturmaca, telaş..."

Kapıyı çalmak üzereydi... Evet, şimdi...

Yok, hayır; kapıda karşılanmalıydı.. Tabi ya, ayıp olmaz mıydı...


"Üçer beşer inilen basamaklar, burkulan bir bilek, düşen bir beden..."

Sonra aniden toparlanıp, uzanıyordun kapının koluna... Açıyordun...
Misafir...

Misafir neredeydi?

Çok mu beklemişti, peki neden çalmamıştı kapıyı, senden mi beklemişti, o zaman şimdi neredeydi, neden gelmiş, neden gitmişti?

"Kısıklaşan gözler, soluk soluğa kalan beden... Uzaklaşan bir silüet... Elinde bastonu..."

O; O olmalıydı... Ne de çabuk uzaklaşmıştı... Beklememiş miydi hiç... Hiç mi yani; Hiççççç mi?
Ne kadar çabuk gelmiş, ne de çabuk gitmişti... Gelirken de giderken de gölgesi tam da oraya düşmemiş miydi, nasıl olmuştu...

Düşünmek yersiz miydi... Koşmalı mıydın... Tutup kolundan getirilmeli miydi... En güzel köşelerde oturtulup, en güzel yemeklerle doyurulmalı mıydı...

Evet...


"Koşar adımlar, hızlanan yürek ve umutsuz bakışlar..."

Giden gitmişti...
Ne kadar çabuk gelmiş, ne de çabuk gitmişti.
..

"Mahzun duruş, tükenmiş zaman ve bir başka misafire kalan hayatlar..."


Hayat her zaman aynı pencereden görünmüyordu değil mi insana... Birden gelip ansızın gidiyordu... Belki hazırlıksız yakalanmak en iyisiydi ve kollarına bırakılmalıydı güçsüz bedenler... Hayat zaten fazla birşey istemiyordu... Umduğu yoktu, bulduğunu yiyendi... Değil mi...

Ve zaman... Elindeki bastondu hayatın... El ele yitip gidendi... Beklemeden; geri dönmeden...



Kemal SÜME-2006
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Mart 2007       Mesaj #439
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
TATLI CADI!!
Kral Arthur, bir soruya doğru cevap verebilirse hayatı
kurtulacak, aksi takdirde ölecektir. Soruya cevap verebilmesi
için 1 sene süresi vardır. Soru aynen söyledir:

KADINLAR NE İSTERLER?

Bu soru tabi ki, dünyanın en zor sorusu. Ancak,
kralın fazla bir tercih şansı yoktur.
Ülkesine geri döner. Türlü alimlere, bilir kişilere danışır
ama soruya tam bir doğru yanıt bulamaz.
Bu sorunun cevabını sadece yaşlı bir cadı bilmektedir.
Artık en son gün gelmiştir ve Arthur mecburen cadıya gider.
Cadı soruya cevap verecektir ancak bir şartı vardır.
Cadı cevap karşılığında Arthur'un yakın arkadaşı,
en iyi ve yakışıklı şövalyesi ile evlenmek istemektedir.
Arthur yıkılır ve bunu kabul edemeyeceğini söyler
ve cadının yanından ayrılır. Şövalye olanları duyar,
krala koşup hiçbir şeyin Arthur'un hayatından daha önemli
olamayacağını söyler. Ve cadıdan cevabı alırlar.

KADINLAR HER ZAMAN KENDI ÖZGÜR
İRADELERİYLE KARAR ALMAK ISTERLER.

Evet kesinlikle doğru olan bu cevap sayesine kralın
hayatı kurtulur ancak, şövalyenin hayatı sönmüştür.
Nihayet şövalye için en kötü an yani,
gerdek gecesi gelir. Ancaaaakk...Odaya girdiğinde
karşısında cadı yerine dünyanın en güzel kadınını görür.
Şövalye şaşırır ve sorar. "Sen kimsin?".
Kadın cevap verir:. "Ben evlendiğin cadıyım.
Ancak gündüzleri son derece çirkin ve geceleri
son derece güzel olurum. Ya da, gündüzleri
son derece güzel ve geceleri son derece çirkin olurum.
Nasıl gözükeceğime sen karar vereceksin".
Şövalye çok kısa bir süre düşünür.
Geceleri mükemmel bir sevgili mi yoksa
gündüzleri eşiyle beraber kazanacağı saygınlık mı?
Ve şöyle cevap verir: "Nasıl olmak istediğine sen karar ver
lütfen, ben senin her haline karşı saygılıyım."
Cadı bu karar karşısında çok sevinir. "Sen bana
seçme özgürlügünü verdin ve beni kısıtlamadın şövalyem.
Bu yüzden ömür boyu yanında güzel ve
saygılıbiri olarak gözükeceğim".
sonuç ?

KADINLAR, İSTER, SON DERECE GÜZEL...
İSTER, SON DERECE ÇİRKİN OLSUN...
HERZAMAN CADIDIRLAR ...
Msn Happy)))
AMA TATLI...

hikaye10001 yuz
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
20 Mart 2007       Mesaj #440
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
36dn5
KAPALI KAPILAR
Julıa Dixon,kazayla anahtarını evde unutmuş ve sokakta kaldığı sırada postacı ona doğru yaklaştı.
Bayan Dixon!
Üzgün görünüyorsunuz,bir sorun mu var?Ne yapacağımı bilmiyorum.Kapıda kaldım.Anahtar evde ve yedeğini bıraktığım komşum şehir dışında.Kocamda anahtar var fakat oda şehir merkezinde bir otelde konferansa katıldı.Ona ulaşabileceğimi sanmıyorum.Eve nasıl gireceğim??
Postacı kadını sakinleştirmeye çalıştı ve ona bir çilingir çağırmasını tavsiye etti.Sanırım yapabileceğim tek şey bu,fakat doğruyu söylemek gerekirse,çilingirler dünya kadar para alıyorlar.Oysa şuan üzerimde bir kuruş bile yok.Postacı kadının derdine ortak oldu.Kadının başka çaresi yoktu.Gitmem gerekiyor ,buyrun mektubunuzu.Kim bilir belki içiresinde sizi neşelendirecek güzel haberler vardır.
Julıa zarflara baktı.Kardeşi jonathan'dan bir mektup vardı.Geçen hafta onları ziyaret etmiş ve birkaç gü kalmıştı.Neden bu kadar çabuk mektup yazdı diye mırıldandı Julıa.Zarfı yırtıp açtığında avucuna bir anahtar düştü.Mektupta şunlar yazılıydı:
Sevgili Julıa.Geçen hafta sizde kalırken,siz alışverişe gittiğinizde kazayla kapıda kaldım.Komşunuzdan yedeğini istedim ama geri vermeyi unuttum.Bu mektupta onu da gönderiyorum.
................................
Kapalı bir kapıyla yüzyüze gelmiş ve kendinizi ümitsiz hissediyorsanız,bilin ki tüm kapılar zamanı gelince içeri girmeniz için ardına kadar açılacaktır....
............................................
Alıntıdır


Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat