Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 56

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.669 Cevap: 1.812
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #551
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
sevginin renkleri.......

Sponsorlu Bağlantılar

Ne yazık ki sevgilerin boyları, türleri ve renkleri çok değişiktir. Etrafınızda arkadaşlarınız tarafından beğenilip onaylanmış, ailenizin sevip yanınızda görmek istediği kızlar kırmızı başlıklı kızlardır. Böylesi aşklarda kırmızıdır...

Bir de, bir anda bir çift çocuksu bakışa sahip göze takılmak vardır ki bunlar mavidir...

Kırmızı köşedeki boksörlere hayatınızı tek kalemde emanet edebilirken, mavi köşedeki sessiz kıza sadece, beyninizin slow şarkılarla yıkanmış gizli romantik köşelerindeki el ele tutuşmalarını, gazete kağıtlarına sararak gizlice uzatabilirsiniz...

Aşk mavidir ve kırmızı çoğu zaman kurtaramamaktadır...

Renk körü olan insanlar, herkesin bildiği gibi kırmızı ve maviyi ayıramamaktadırlar. Bu kişiler kırmızıyı mavi sanıp peşinden büyük bir tutkuyla giderek hayatlarını harcarlar. Bu durum filmin sonuna kadar filmin güzelleşmesini bekleyen ve sonunda hayal kırıklığına uğrayanların durumudur. Maviyi kırmızı sananlar ise ellerindeki son model bilgisayarlarla ceviz kırmaya çalışanlardır.

Bir hayal, ona ulaşılamadığı sürece güzeldir...

Genelde kadınlar hoş ama renk körü yaratıklardır. Renk körlüğü vücuda en az terli terli içilen soğuk su kadar zararlıdır. Dünya üstündeki sizin dostunuz olan kalp mütehassısları sürekli size tek eş, tek arkadaş hatta sürekli aşk önerirler. Bunun sebebi, onların mantıklarının bir kalp üstünde iki aşkın birden var olmasını kavrayamamalarıdır. Oysa ki bir kalp üstünde bilmem kaç tane kapakçık, içinden geçen bilmem kaç litre kan vardır. Ayrıca sıradan kalpli bir insan bile aynı anda hem vatanını, hem ülkesini, hem de kırmızı kutulu meşrubatını sevebilmektedir.

Ben renk ayrımlarını ilk kez, geri sayımın ortalarında yağmurlu ve siyah beyaz bir günde fark ettim...

İnsanlar arasında mini etek, kısa kol ve birbirlerine çamur sıçratma modası hakimdi. İnsanlar kafalarını eğdikleri için gökkuşağının renklerini sadece su birikintilerinden seçebiliyorlardı. O sırada yağmurun iri damlaları üstüme tenezzül etmemekteydi. Bu arada ben, kolumda kırmızı başlıklı kız konuşlandırılmış olduğu halde, beynimin en bastırılmış köşelerine nişan alan gözlerle karşılaştım. Bir an acaba beni sever miydi diye düşündüm? Hemen sonra bilgisayar çağında mucizelere pek rastlanmadığı aklıma geldi.

İnsan kolaylıkla engin maviye veremez kendini. Atamaz kendini giden geminin ardından, serde kırmızı vardır. Zaten yanına gider gitmez konuşulan ilk kelimede kaybolur mavinin büyüsü. Beraber olmayı teklif etmek zaten kolay değildir, çünkü soru eki "mı ve mi" ayrı mı yazılır bunu bilemezsiniz böylesi durumlarda. "Haydi bu son yeniden başlayışım olsun" şeklinde kandırmaya çalışırsınız kendinizi, "yemez".

Hem sonra çılgınlar gibi sevmek fiilinin geniş zamanı var mıdır ki?..

Gelecek zamanda kullanırken ne kadar dikkatli olabilirsiniz ki?..

Başınızdan onunla ilgili bir şey geçmese bile, sık sık onu ilk gördüğünüz yere ihtiyaç duyarsınız. Bu arada kırmızı başlıklı kız boş durmamakta ve size sorular sormaktadır: "Sevgilim senin gözlerin neden böyle başka tarafa bakıyor? Sevgilim senin ağzın neden bu kadar suskun? Sevgilim senin kulakların neden beni duymuyor?" Bu tedirgin sorular silsilesini " O BENİ ETKİLEDİĞİ İÇİN" şeklinde cevaplayamazsınız, böyle cevap verilmez. Çünkü bu aralar kendinizi Pinokyovari bir şekilde dört kapılı gardrop yapılmayı beklerken, ipsiz bir kukla olmuş yarı hammadde gibi hissedersiniz. Etrafınızda sizi insana çevirecek bir peri ya da insancıl düşünce yoktur. Trene bakar gibi gözlerinizi uzaklara kaçırırsınız, uzaklarda, güneşin ufukta kaybolduğu bir yerlerde siz de kaybolur gidersiniz...

Tanrıya inanır mısınız?

İlk bakışta aşka inanır mısınız?

Bir kızın çok yakınlarına kadar yaklaşıp ona bakamamaya inanır mısınız?

Peki o kız için hayatımın geri kalanını çöpe atardım desem bana inanır mısınız?

Aniden gördüğünüz çocuksu gözler yakışıklı prensten daha mi kuvvetlidirler ki hiç öpmeden uyandırırlar sizi uykunuzdan?

Tek eş, tek aşk, tek kadın kelimelerini öyle çok sarf etmişsinizdir ki, tükürdüğünüzü yalayamazsınız. Birileri sizi anlamaya çalışacaklar. Ancak o kadar yorgun olacaksınız ki, onlara neyin ne olduğunu anlatamayacaksınız. Belki son gücünüzle fısıldamaya çalışacaksınız, ancak kimsecikler fısıltınızı duyabilecek kadar yaklaşmayacaklar size. Başınıza kötü bir şey gelirse "biz sana dememiş miydik" diyecekler. Bunu da siz duymayacaksınız...

Mavi bazen dışarıda yağan yağmurdur. Geceleri kırmızı başlıklı kızla geçirilen saatlerde, yağmurun sesini duyarsınız. Size yağmur yağmadığı söylenir. Bulutların hormonal bozukluğu olan "romantik"siz şekillerinden bahsedilir size. Yağmur gökkuşaksız karanlıklar içinde durduktan sonra bile, konuşulanlara, dostlara, kurallara ve yasaklara rağmen elinizi cama koyduğunuzda yağmuru hissedebilirsiniz. Bu açık açık söylenmedikçe kimsede alerji yapmaz ve kimseyi kaşındırmaz. Gözlerinizde biriken yaşların etraftaki insanlar tarafından fark edilmemesi için odanın içinde hemen o anda yağmasını dilersiniz. Mavi rengi taşıdığından haberi olmayan kişilerle kalabalıkta yalnızlık yaşarsınız. Beraber oturduğunuz masaya adını ya da gözlerindeki ifadeyi kazımak istersiniz. Şansızlık bu ya, yanınızda bu iş için yapılmış konvansiyonel bir alet yoktur. Güneş denize vurmakta, deniz güneşe vuramamaktadır. Kendinizi tıpkı antika saatler gibi hissedersiniz. Tik düze, tak düze, tekdüze... İçinizde sürekli zararsız bir akrep taşıyor ve asla rahat edemiyorsunuz. Aynı milin etrafında saatler, günler ve seneler boyu dönüp duruyorsunuz...

Ya bir gün yalnız kalırsam sorusu değildir kırmızı başlıklı kızı bırakmanıza engel olan? Ancak yine de mavi sürgün adına yalnız kalmayı göze alamaz insan. Sonuçta kırmızı başlıklı kızınız siz atla deseniz, kısa bir yolculuktan sonra Amerika Empire State Building binasından atar kendini. Böyle bir insani değil aldatmak, şaşırtmak bile gelmez insanin içinden.

Sonuçta mavi ne kadar güzel olursa olsun bahaneler bulmaya başlarsınız. "Sonuçta o da karbon bazlı bir yaratık" dersiniz.

Sonuç olarak kırmızı başlıklı kıza telefonda sevdiğinizi söylersiniz. Oyuncaklarınızı, hayallerinizi, anlık sevgilerinizi bir kenara atar ve yeni oyunlar arayışına girersiniz...




Yazar : penny wise
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #552
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Ağlamak yok dedim artık sevdiğini bırak gitsin eğer seviyorsa mutlaka geri dönecektir, dönmediyse zaten hiç senin olmamıştır. Gidişinle yüreğime bir çizik attın bu yüzden tek ilacım sensin.

Sponsorlu Bağlantılar
Ayrılığa çok uzak duran gönlüm, yüreğimin tek basımlık gazetesine benden habersiz ilanlar verdi. Sevdamı, kaybettim hükümsüzdür. Ne bir cevap geldi ne de bir telefon. Masamdaki son gülde soldu solacak. Senden gelen nefesi bekliyor...
Sen dönülmez bir yolmuşsun kestiremedim bunu önceden ama aradığım adreste senmişsin meğer. Kendimi sana giden yolun başlangıcında sanırken aslında sana o kadar yol almışım ki farkında olmadan bu yüzden sensiz yapamayışım.

Menzilim sendin tek bildiğim buydu Geri dön dersen dönemem bir tanem çünkü ben senden habersiz seni alıp gitmişim, sana ulaştıktan sonra ben menzili bile geçmişim sen bu yüzden benden bir adım gerisin sevgi yarışında ben seni çoktan geçtim Ardımda sevdalarım, önümde ıslak toprak kokusu kalmıştı.

Vazgeçemeyişim ile sabahladım, avuçlarımdaki kalp kırıntılarıyla. Bir sana kadeh kaldırdım bir de soğuk kaldırımlara. Gökteki yıldızları meze yaptım. Ve senden habersiz hepsini kalbime sapladım.

Bulutlara elimi uzattım yüreğimde şimşekler çaktı. Heyecanlarım coştu , koştu, yoruldu ve sensizlikle duruldu...


Nerden sevdim dedim. Cevabını bulamadım. Neden sen dedim. Bu sorunun da cevabını bulamadım.

Söküğünü dikemeyen terzi gibiydim. Sökülmüştü yüreğim bir baştan bir başa. Titrek ellerim ne iğneyi tutar ne de ipliği.

Şimdilerde bir hoşum, bir elimde hüznün kadehi diğerinde çocuksu sevdam. içimde ki çocuk Minik parmaklarıyla elindeki süt beyaz tebeşirle yazılar yazmakta karanlık odamın soğuk duvarlarına.

Küçük harflerle başlayan büyük harflerle son bulan. Eğricik, kargacık, burgacık. özLeDİM...


Yoksa gençliğin en çağlayan zamanında uçarı bir sevda mıydın umarsız bir sevgi miydin....

sana dokunamamak, seni doyasıya seyredememek, yanına sığınamamak ne bir çocuksu sevda kaldırabilir bu yükü nede uçarı bir aşk dayanır en genç vücuduna rağmen çöker omuzları, aslında hep varken bile, yanımda olmayışına, benim için hep hayallerde kalacağına dayanılırmı sence


Bir masaldı yaşadıklarım. Bir varmışla başlayan bir yokmuşla son bulmayan.

Nasıl bir özlemekti bu sevgiyi boşlukta, sevdayı bilinmezlikte arayan. Nasıl bir masaldı...yanlızca ikimize gerçek….

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #553
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
KADIN

oraya nereden ve nasıl geldiğinin farkında değildi.
bir kalyonun uzun geniş bir vadiye açılan ağzındaydı.
ne yapacağı neyi yaşayacağı hakkında hiç bir şey düşünemiyordu.
zor yoldu ve çok zaman geçmişti,kendini yorgun hissediyor,
artık dinlenmek istiyordu.
ayakları yara bere içindeydi ancak yüreğindekinin ne olduğunu bilmiyordu
yada bilmek istemiyordu.
sahip olduğunu hep sevmişti ama.
döndü
geldiği yönde geriye kalyonun uzayıp giden derinliğine baktı,
az olduğunu düşündüğü ne kadar çok şey yaşamıştı.
bu sert yırtıcı kalyon ne kadar ona benziyordu.
o zamanlar
ve
hiç beklemediği bir anda nasıl her şey birdenbire
asla
yaşamak istemediği duruma gelmişti.
oysa ne çok ihtiyacı vardı
ve
ne kadar iyi geliyordu yaşadıkları ve saklayabildiği bir duyguya sahip olmak.
çok da düşünmemişti bir duygu vardı.
ona ben hazırım diyen,
belki bunu o üretmişti birazda,
ve bu bir erkek duygusu idi.
o duyguyu ve her şeyini istiyordu.buna hazırdı bulunduğu ve hissettiği yerden.
yaşamı olmasını istediği gibi şekillendi.
şu andaki her şey işte buydu bu kadarcık.
kalyonun ağızına açılan uzun geniş vadiyi arkasına aldı
ve
yeniden yürümeye başladı.
var olanla yüz yüze geldiğinde çabuk karar verdi sıradan
ve küçük olduğunu düşündü.
ve zaten
uzun süredir böyle düşündüğünü anlattı kendine hep.
işte,o yürek tam oradaydı tam karşısında.
ve zaman yeniden biçimlendirme zamanıydı.
kalyonu tersden yeniden geçti.
kaçıncı gün olduğunu bilmiyordu,denizi gördüğünde.
gücü kalmamıştı ve önündeki yollardan düz ve kolay olanını seçti.
gün batımına yakındı,bir köye ulaştığında.
köyün,içerisinden geçerken gözüne ilişen,bir kayaya oturdu.
yüreği karmakarışıktı.
ve galiba neyi beklediğini biliyordu.

01/07/2003

mavi ışık
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #554
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi

Bin dokuz yüz seksen iki yılıydı'
Bodrum'a ilk gittiğimde'.
Henüz on sekiz yaşındaydım ve cezaevinden yeni çıkmıştım.. dönemin öznel koşulları ve zorlukları içerisinde benimle görüşmeyi ret etmeyen tek arkadaşım vardı yanımda' öylesine daralmıştık ki; Ankara'da bir tuğla fabrikasının çevre aydınlatmasını yaparak kazandığım paranın bir bölümünü ihtiyacı olan arkadaşlarımıza dağıtıp' kalan on iki bin lirayla Şubat ayında yollara dökülmüştük'.
Boğuluyorduk' ve bu bir şekilde bitmeliydi'

Önceleri niyetimiz bir tekne bulup kaçmaktı'. bir çok insanın yaptığı gibi'
O zamanlar ünlü olan, ama şimdi adını anımsamadığım bir Türk Sanat Müziği yorumcusuna ait pansiyona yerleştik' pansiyoncunun,düşünsel anlamda biraz özürlü bir erkek kardeşi vardı'(sonraları çok düşündüm'özürlü olan o muydu) ve biz ayrılana kadar Bodrum'dan, hiç ayrılmadı peşimizden' bir gölge gibiydi ve Ankara'da yaşadıklarımız, sürekli arkamızı kollamalar, ürkek ağır tavırlar orada da sayesinde devam etti'hiç yabancılık çekmedik'..bodrum'da..

Şimdi dolmuş durakları ve terminal olan, caminin kenarındaki alandan başlayarak' o zaman çok az sayıda olan dükkanlarda, ilgimi çeken ve yıllarca unutmadığım' farklı bir büyü vardı''
Bodrum'un kadınları'.
Hemen tüm dükkanlarda en az bir tane kadın ya da neredeyse çocuk yaşlarda kızlar çalışıyordu'..hepsi oldukça esmer idi' beyaz giyiyorlardı, bembeyaz dişleri ve boyunlarını saran iri taneli, inci kolyeleri vardı'.
İnanılmaz etkilenmiştim'. onlardan' çoğu zaman gözlerimi alamıyordum ve arkadaşım uyarmak zorunda kalıyordu beni''dönemin etkenlerini anımsatarak.

Bir akşam'. şimdi yerinde kocaman bir otel olan' küçük bir meyhanede rakı içmeye gittik, deniz tarafında dört beş masalık bir alanı vardı ve dalgalar masaların altına kadar uzanıyordu' rüzgardan ve yağmurdan korunmak için inşaat kalaslarında bir koruma yapılmış ve üzerine naylon çekilmişti' bu yüzden biraz sisli ve bulanık da olsa, deniz görünüyordu've sesi içerimizdeki karmaşayı bastırırcasına kulaklarımıza doluyordu.. bir ara naylonların arasından gölgemizi fark ettik'. ve gülüştük kendimizce' pansiyoncunun kardeşi çok içiyordu ve bu yüzden eline fazlaca para verilmiyordu'. az sonra kapıda belirdi' oradan geçiyormuş'. davet ettik' etmek zorunda kaldık' o kadar çok öyküsü vardı ki' hiç susmadı'. kopana kadar dinledik onu'.ben kopana kadar'.
ve genç bir kadın belirdi kapıda' içeri girip köşedeki masaya yöneldi' arkadan da yaşlıca bir kadın, girip içeri aynı masaya oturdu' çok farklıydı' Bodrum'da gördüğüm, tüm kadınlardan daha esmerdi' siyahlar giymişti' ve inci kolyesi vardı' yosun kokusu kapladı meyhaneyi'. yüzünde bir tebessüm vardı ve tüm vucuduyla konuşuyordu' zaman zaman rahatsız eden daracık siyah eteğini sürekli yukarı doğru çekiyor ve şöyle bir çevresine bakıyordu... bir kaç kez göz göze geldik... böyle anlarda, utanıp hemen kafamı çeviriyordum' gözlerimi alamıyordum' aklımı da' zaman zaman arkadaşımdan gelen diz darbeleri ile masaya dönüyor... sonra tekrar köşede ki masanın konuğu oluyordum'' bu, gece boyunca sürdü gitti' kalktılar..

bu nasıl bir şeydi' böyle bir heyecanı daha önce hiç duymamıştım' üstelik hiç tanımadığım, ilk kez gördüğüm ve görsellikten öte hiç bir fikrimin olmadığı bir kadına.. tanımadığım bir duyguyla ilk karşılaşmaydı bu, belki de' ismi Aslı idi ve annesi yazardı' İngiltere'de yaşıyordu, sıkça Bodrum'a annesini ziyarete geliyordu' Bodrum'un biraz kıyısında büyükçe bir evde yaşıyorlardı'

O beni hiç tanımadı' hiç bilmedi' bilgiler ise pansiyoncunun kardeşinden geldi' ilk kez onu can kulağıyla dinlemiştim' ve kendime çok gülmüştüm'

Akşamları o meyhaneye gitmeye devam ettik'.ama Aslı'yı bir daha hiç göremedim'.
Ve
sonraki yıllarda' uzunca süre gidip gelmeye devam ettim'' göremedim'

O meyhanedeki akşamlarda, arkadaşımla sohbetlerimizde' tekne bulmamıza rağmen, gitme fikri' yavaş yavaş söndü kafamızda'' ve Ankara'ya döndük''

Sonraki gidişlerimde Bodrum sürekli kalabalıklaştı' hem insan hem bina olarak' yerli kadınlar kilolarını vermeye ve sarışın olmaya başladılar'.ve İstanbul kadını egemen oldu Bodrum'a'..
ben İstanbul'u hiç sevmem'..

Dün rakı masasında
içerken yalnızlığımla,
Şimdi artık olmayan
Bodrum'u anımsadım'.
Bodrumun dükkanlarını'
Dükkanlarındaki kadınları'.
Ve
Aslı'yı'''..



30/05/2006 ege altun
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #555
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Hayatı boyunca çok sevmişti vapurları. Deniz üzerinde dans edercesine ilerleyen büyük beyaz balıklara imrenerek bakmıştı hep. Vapura ilk bindiği günü bugün bile tüm detaylarıyla hatırlıyordu. Beş yaşını doldurduğu gün doğum gününü kutlamak üzere Kuzguncuk’taki halasına gitmek için binmişlerdi vapura. Tam yirmi yıl geçmişti üzerinden. Ne Kuzguncuk’taki halası hayattaydı nede hayat o gün ki kadar güzeldi. Yaşamının altüst olduğu bugün bindiği bu vapura yirmi beş yıl önceki saf ve sorusuz haliyle binebilmeyi çok isterdi. Şu an bu vapurda o sevecen, hayat dolu çocuk değil yıkılmış, ezilmiş ve hayattan kopmuş bir insan vardı. Bir gece öğrendiği korkunç gerçek onun hayatını alt üst etmiş ve intihar noktasına getirmişti. Şimdi hayatı boyunca öğrendiği tüm kutsal değerleri reddederek vapura binmiş ve boğazın azgın sularına boş bakışlarla bakıyordu.
Orta halli bir ailenin tek çocuğu olarak doğmuştu. Babası bir doktor annesi ise ev hanımıydı. Tek çocuk olmanın sağladığı tüm avantajları yaşamıştı. En iyi okullarda okumuş, en pahalı kıyafetleri giymiş ve ilginin en alasını görmüştü. Üniversite eğitimini babasının isteğiyle Fransa ‘da tamamlamış ve mimar olmuştu. Daha birkaç gün önce dönmüştü ülkesine. Uçakta gelirken hayaller kurmuştu dönüşüne dair. Evindeki bayram havasını hayal etmişti. Annesinin gözyaşlarıyla karışık mutluluğunu, babasının gururlu bakışlarını hayal ederken gözleri dolmuş ve diğer yolculara fark ettirmeden ağlamıştı. Babası söz vermişti; diplomasını alıp eve döndüğü gün son model bir araba alacaktı. Acaba ne marka almıştı arabasını? Hayallerinin sınırı yoktu. Mutluluğa dair kurduğu tüm hayaller gerçekleşmişti şimdiye kadar. Ve uçaktan iner inmez yine kurduğu hayaller gerçek olacaktı.
Eve geldiğinde onu karşılayanlar arasında annesi yoktu. Meraklı gözlerle etrafı araştırıyor alacağı cevaptan korktuğu için kimseye soramıyordu. Babasıyla beraber oturma odasına geçtiler. Babası yaşlanmış gibi görünüyordu ve bu görüntü kötü bir şeylerin yaşandığının sinyallerini veriyordu. Babası tedirgin ses tonuyla anlatmaya başlamış acı gerçekleri su yüzüne çıkartıyor, genç delikanlı ise duydukları karşısında dehşete kapılıyordu. Babası sözünü bitiremeden hıçkırıklara boğulmuş, kendi kontrol edemez halde ağlıyordu. Genç delikanlıya cebinden çıkardığı bir mektubu uzattı titreyen elleriyle. Delikanlı babasının anlattıklarının ezici ağırlığının yanında birde bu mektubu okumak zorundaydı. Evden koşarak adımlarla çıktı ve çocukluğundan beri en çok sevdiği yere ;vapur iskelesine gitti. Zarfı açmak istemiyor fakat içinde yazılanları merak ediyordu. Üzerinde Canım Oğluma yazan bu zarfı açtığında altüst olmuş hayatının daha da çıkmaza gireceğini tahmin edebiliyordu. Ve tüm cesaretini toplayarak mektubu açtı;
‘’ Canım Oğlum! Bu satırları okuduğuna göre her şeyi öğrendin. Baban, yani senin bildiğin baban sana ne anlattıysa hepsi doğru. Bana kızdın biliyorum hatta benden nefret ediyorsun. Sana mantıklı bir açıklama yapamam ama biliyor musun oğlum, aşkın mantığı yoktur. Evet ben kocamı aldatarak en büyük günahı işledim. Ama tanrı bana bu günahın karşılığı olarak seni; dünyanın en büyük hediyesini verdi. Bu benim en büyük tesellim. Mutlu bir yuvam vardı fakat bana daha büyük mutluluklar yaşatan gerçek babana karşı koyamadım. Sevdim; sadece sevdim oğlum, kocamdan öncede sevmiştim, kocamla beraberken de sevdim.
Yüreğimde başka birinin sevgisini taşıyarak evlendim kocamla ve o sevgiyi yüreğimden atamadım. Bir yüreğe iki sevda sığdıramadım oğlum ve birini tercih etmek zorunda kaldım. Yirmi beş yıl gecikmelide olsa ben gerçek sevdama gidiyorum. Yaşlanmış bedenim toprağa uzanacaksa bu onun yani gerçek babanın kollarında olmalı. Sana yanımıza gel, bizimle yaşa diyemem. Senden tek isteğim benden nefret etme ve sende annen gibi her şeyi göze alarak sev. Seni seviyorum; annen.’’
Elinde annesinin yazdığı mektupla vapur iskelesinde bir heykel misali donup kalmıştı delikanlı. Vücuduna komut veremeyecek kadar karışmış belleği sadece mektupta yazılanları hatırlayabiliyordu. Annesi, hayatta en güvendiği en sevdiği en kutsal varlıktı onun için. Meleklerin neye benzediğini sorsalar annesini tarif etmeye başlayabilirdi. Fakat şuan elindeki kâğıt parçasında yazılanlar annesinin düşündüğünün tam tersi bir insan olduğunu anlatıyordu. Ne düşüneceğini, neye inanacağını bilemiyordu. Annesi bunu yapmış olamazdı; babasını aldatmış, yıllarca babasının yanında başka bir erkeğin aşkıyla yatmış, babasıyla sevişirken başka bir erkeği hayal etmiş olamazdı. İşin en kötü tarafı yirmi yaşının tazeliğinde bir *** olduğunu öğrenmesine neden olmuş olamazdı. Kimdi gerçek babası, neredeydi, şuana kadar neden ortaya çıkmamıştı, annesi bu gerçeği saklamayı nasıl başarmıştı. Sorular, sorular, sorular.
İskeleye yanaşan vapurun düdüğüyle kendine gelmişti. Aklındaki sorular bir sonuca varmıştı bir anda. Kabullenemezdi bu gerçeği, annesinin yaptığını kabullenemezdi. Vapur yavaş yavaş hareket ederken bir anlık bir çeviklikle atladı. Hava çelik bir ustura gibi soğuktu ve zemherinin en acımasız günlerinden bir yaşanıyordu. Buna rağmen delikanlı güverteye çıkarak bir koltuğa oturdu. Dalgalı denize bakan gözleri adeta derinliklerde bir çıkar yol arıyordu. Ağır ağır ilerleyen vapurdan boğaz bir başka güzel görünüyordu. Ama bu güzellik delikanlıyı hiç etkilemiyor, aklındaki kötü düşünceleri dağıtmaya yetmiyordu. Zihninin içinde gerçekten çok kötü düşünceler vardı ve bu düşünceleri uygulaması an meselesiydi. Yavaşça doğruldu oturduğu koltuktan ve güverte korkuluklarına doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Annesinin sıcak sinesine kavuşamamıştı ve denizin soğuk sinesine doğru ilerliyordu. Kararlıydı intihara; az sonra yaşadığı tüm acılar bitecekti. Bir günah tohumu olarak yaşamak istemiyordu. Korkuluklara tutundu ve denizin derinliklerine doğru uzun uzun baktı.
Güverte kapısının arkasındaki dolabın kapağının hafifçe aralandığını fark etti ve o yöne dikkatle bakmaya başladı. Bu görüntü onun bir an içinde olsa intihar fikrinden uzaklaştırmıştı. Ağır adımlarla dolaba doğru ilerlemeye başladığında dolabı içinde bir çift gözün korku dolu bakışlarla kendini izlediğini fark etti. Dolabın kapağını açtığında gördüğü manzara karşısında derin bir ürperti yaşadı. Minicik elleriyle üşümüş ayaklarını ovuşturan bir çocuk ürkek gözlerle biletçiyi kolluyordu. Bakışları adeta dolabın kapısını örtmesini ister gibiydi. Üstü başı yırtılmış, sefil durumdaki bu çocuk delikanlıyı intihar fikrinden tamamen uzaklaştırmıştı. Kimi kimsesi gidecek bir yeri yoktu anlaşılan. Yoksa neden bu vapurun güvertesinde saklanacaktı ki. Belki kendi gibi bir günah meyvesiydi. Sokaklara terkedilmiş bir günah meyvesi. Şefkatle tuttu çocuğun elinden delikanlı ve yavaşça dışarı çıkardı.korkmaması gerektiğini, ona yardım edeceğini söyledi. Yavaşça oturdular koltuklardan birine. Güvertede sadece ikisi vardı ve birde soğuk esen bir rüzgâr. Kırılmasından korktuğu bir çiçeğe dokunur gibi okşadı çocuğun başını. Merakla sorular sormaya başladı ve aldığı cevaplar karşısında hüzünlenmesi gerekirken gülümsüyordu. Çocuk annesi tarafından sokağa terkedilmişti ve babasını hiç tanımamıştı. Gündüz sokaklarda dolaşıyor, tezgahlardan çaldığı yiyeceklerle karnını doyuruyor, akşamları ise son vapura binip bir köşede saklanarak soğuktan korunuyordu. Beş yaşının tazeliğinde sokaklara terkedilmiş ve sefalete itilmiş olarak yaşamaya çalışıyordu. İntihar kelimesinin anlamını bilmese de kendini denize atmayı hiç düşünmüyor sadece günü yaşamaya ve rahata kavuşma hayallerinin gerçekleşeceği anı düşünüyordu. Yaşam kutsiyetinin farkına varmış içi rahatlamıştı.
Kuzguncuk iskelesine yanaşan akşam vapurundan inen iki terkedilmiş yolcu el ele tutuşarak köşe başındaki çörekçiye doğru yol almaya başladı. Biri aç karnını diğeri ise aç yüreğini doyuracaktı. Açlık hisleri belki hiç tükenmeyecekti ama yaşamdan asla kopmayacaklardı. Dışarıda kar yağıyordu ve soğuğa rağmen yürekleri sımsıcaktı.
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #556
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
İçim nasıl biliyormusunuz?




............İçim nasıl biliyormusunuz? kıpır, kıpır bütün kır çiçekleri açtı arılar böcekler kelebekler uçuşuyorlar..
............Büromdan şu bahçeye atlayıp koşmak geliyor içimden... çimenlerde yuvarlanmak baharın gelişini kutlamak geliyor içimden.. ah bir de yüreğimdeki çiçek yanımda olsa çocuklar gibi elele koşsak çayırlarda yuvarlansak papatyaların arasında çiğdem çiçeklerinden toplasam demet, demet papatyalar katsam aralarına kekik çiçekleri hindi bağlar kırmızı narin gelincikler katıp versem yüreğimin çiçeğine.... papatyalardan fal tutmasak narin beyaz yapraklarını koparmadan seni seviyorum diyebilsem... zeytin gözlerine bakıp...sarılsam... sıkı, sıkı ya hiç ayrılmadan baharı yaşasam.. yüreğimin çiçeği, zeytin çiçeği koksa derin, derin çeksem içime baharın kokusunu birden hayalerim gerçek olsa sen gelsen ve baharı yaşasam sonra yazı sonra sonbaharı ve kışı hiç gitmesen bahar hiç bitmese hep zeytin çiçeği koksa... haytımın son nefesini derin, derin çektiğimde içime sen olsan yanımda zeytin çiçeğim olsa.!
.............Büromdan şu bahçeye atlayıp koşmak geliyor içimden.!

19/03/2007 14:15

Ayhan Işın
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #557
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Kara Dut
ismail sarıgene

Aylar geçti gidişimden sonra..Ölümü bile kavuşmak bilen Ayşe Teyzem oralarda ne yapıyor bilmiyorum ama hissettigim her ikindi vakti kara dutun altında oğluyla ve eşiyle konuşuyor, dertleşiyor. Ve sonra duasını edip onlara kavuşmanın vaktini bekliyor kara dutun gölgesinde..

Tayinim üzere yeni göreve başlayalı kısa zaman olmuştu. Emekliliğime az kalmıştı. Memleketimin birçok yerinde çalışmış olmama rağmen huzur evi yöneticiliği farklıydı. Lakin bu görevi elimden geldiğince başarıyla tamamlamaktı.. Yeni bir görev, yeni insanlar. Eski yönetimden farklı olarak yaşlılarla birebir diyaloglara girdim. Onlarla bir yöneticiden öte, evlatları gibi onlarla sohbet ediyordum.. Nice sohbetlere giriyor, onların son dönemlerine tanıklık ediyordum

İçinde bulunduğumuz sıcak yuvada yüzlerindeki çizgilere aldırış etmeden dünyaya olumlu gözlerle bakan insanlar da vardı, hüznü üzerine giyinmişler de vardı.Sebebi ne olursa olsun, son zamanlarını burda geçirmek zorunda kalanlara elimizden geldiğince yardım etmekti. Bir yudum sevinç ve bir avuç umutla onların yüzlerini bahar kadar güzelleştirebilmek mümkündü. Ne geçim sıkıntısı ne de dünya meşakketi onlar icin sorundu. Bir yudum şefkat ve sıcak bir yuva onlar için en büyük nimetti..

Onu ilk gördüğümde ilk çakır gözleri dikkatimi çekmişti. Tahminimce yetmiş yaşını çoktan aşmıştı. Ama yaşına inat dimdik duruyordu diğer teyzelere bakınca. Bu teyzenin ölüme giden yolculuğuna şahit olacağımı hiç düşünmemiştim.

Zaman akıyor geçiyordu. Bu işe başlayalı 5 ayı geçmişti. Bahar aylarındaydık. Gündüzleri sağlık durumları müsait olanlar bahçede otuyor, vaktini burada harcıyordu. Koyu sohbetler, hayata dair pişmanlıklar, kırgınlıklar ya da sevinçler ortaklaşa paylaşıyordu..Rüzgarın bir yerde durmadığı gibi zaman akıp gidiyordu.

Bir gün ay sonu karar defterini incelerken kapım çaldı.
- Girin, dedim.
Kapının ucundan titrek bir ses:
- Girebilir miyim müdür bey, dedi.
Sesinden tanımıştım Ayşe teyzenin. Hafif bir ses tonuyla:
- Buyrun Ayşe teyzeciğim.
Mahçup bir haliyle bana gülümseyerek:
-Oğlum, sizden bir isteğim var, dedi.
Her zamanki gibi günlük bir istek olduğunu düşünerek:
- Tabi, teyzeciğim dinliyorum, dedim.

Koltuğa oturup soluklandı teyzem.
- Oğlum, ben burda 7 seneden beri kalıyorum. Her zaman rahat içindeydim. Şikayetim olmadı. Lakin bir isteğim var sizden dedi, çakır gözlü Ayşe teyzem..

Merakımı sonlandırmak için,
- Ayşe teyzem dinliyorum. dedim.
- Oğlum, beni köyümü gitmek istiyorum. Lakin param yetmez burdan köyüme gitmeye. Bu konuda bana yardımcı olabilir misiniz ?
Şaşkınlığım bir kat daha artarak;
- Teyzem niye köyüne gitmek istiyorsun ? Yoksa burda bir huzursuzluğun mu var ? Çekinme teyzem, sorunları çözmek için burdayım.
Teyzem, biraz mahçup biraz titrek sesiyle:
- Oğul, benim derdim tasam yok. Şikayetim de yok. Lakin kendimi eskisi gibi iyi hissetmiyorum. Yaşlandık artık. Yürümekte zorluk çekiyorum. Yaşım da aldı başını gitti. Buram buram burnumda tüten köyümü son kez görüp eşimin ve oğlumun yanına gömülmek istiyorum.

Öyle kalakaldım. Hüzünler sardı etrafımı. Canım acıdı. İlk defa böyle istekle karşılaşmak beni şaşırttı. Teyzemi fazla bekletmemek için hemen cevabını verdim.
- Teyzeciğim, bunu müdürlere ileteyim. Gelen cevabı ben sana söylerim. Sen merak etme dedim.
Yaşlı teyzem, bir umut doğmuşcasına gözleri parlak bir şekilde:
- Allah razı olsun sizden. dedi. Ve odadan ayrıldı.

İlk defa böyle istekle karşılamanın şaşkınlığı bir tarafta, teyzenin isteginin hüznün vurduğu kalbimin ağırlığı bir tarafta. İsteğinin gerçekleşmesi zor gibiydi. Lakin benim vazifem bu istegi üst makamlara iletmekti. Yarın ilk işim teyzemin bu istegini bir yazıyla üst makamlara ulaştırmaktı..

................

Temmuzun ayın başındaydık. Ayın bir pazartesi günü gelen tüm yazıları inceledim. Teyzemin istegi kabul edilmiş ve köye gidebilmesi için gerekli işlemlerin başlatılması ve gidiş için ön görülen masrafların bizce karşılanması ve teyzemin köye götürülmesi icin bir memurun görevlendirilmesi belirtilmişti yazıda. Bir an evvel haberi Ayşe teyzeye vermeliydim. Ama bir an düsündüm gerekli işlemleri tamamlayıp ondan sonra haber vermenin doğru olacağına karar verdim.

Herşey tamamdı. Lakin teyzeyi köyüne götürecek memur konusunda sorun vardı. Yeterli çalışan olsa da , bu konuyu çözemedim bir türlü.En son çare olarak benim gitmem konusunda fikir telakkisinde bulundum. Bu konuyu Vali Yardımcısına bildirdim. " Olur " yazısından sonra işlemleri bitirip teyzemin yanına gittim.

78 numaralı oda kalıyordu. Kapı açıktı. Gözleri pencerede dışarıyı gözlemliyordu.
- Teyzeciğim, girebilir miyim ?
Yüzünü pencereden sesin geldiği yere doğru yönelterek:
- Tabi, oğlum buyur gel, dedi.
- Teyzeciğim, isteginizi kabul etmişler. Çıkış işlemleri bitti. Köyünüze ben götüreceğim sizi. Bir kaç güne kalmaz yola çıkarız. Dostlarınla vedalaş, eşyalarını falan toplarsın bu süre zarfında, diye sözlerimi bitirdim.
Dünyalar onun olmuşcasına gizli tebessümler belirdi yüzünün yaşlı ama ince çizgilerinde..
.....................

Yolu yarılamıştık. Tahminimce 4 saat daha yolumuz var gidelecek. Kendi hayatımdan, coluk cocuktan bahsettim yol boyunca. Ayşe teyze ise bazen " Allah uzun ömür versin " diye sözlerimi tasdikliyor bazende sessizce dinleyip tatlı bir tebessümle anlattıklarımı dinliyordu. Bir cesaret bulup:

- Teyzem, yolumuz uzun. Ben senin hikayeni dinlemedim. Anlatmak istersen dinlerim diye gözlerin icine uzattım kelimelerimi..
Yorgun ama hala gülümseyi bilen teyzem:
- Müdür bey, benimkisi de sizin gibi sıradan. Tek farkımız sen şehirde büyümüşsün ben ise köyde.
Heyecanımı gizlemeyeyip:
- Teyzem, neden köye gitmek istedin ? Neden köye gömülmeyi bu kadar istedin ?
- Müdür bey oğlum, ben 18 yaşında evlendim. Eşim köyümüzdendi. Hububat ekip kaldırıyorduk. Bir kızımız ve bir oğlumuz vardı. Kızımı gelin ettikten sonra eşimin nefes almakta zorluk geçiyordu. Doktora gittik. Midesinde bazı hastalıklar çıktı. Tedavi gördü. Dolayısıyla bir çift öküzümüz vardı. Pnları sattık sonra yetmedi bir kaç tarlayı da. Oğlum o zaman askere yeni gitmişti. Eşimin tüm işlerini kadın halimle ben yapıyordum. Köyde yetiştik ne kadar olsa bilmediğimiz çok sey vardı. Anlayacağın cahildik oğul. Bir gün doktorlar beni cağırdılar. Eşimin hastalıgı ilerlemiş, vucüdu hastalığa karşılık veremiyormuş. Velhasıl biraz daha tedavi gördü. Lakin kaybettik. Kış zamanıydı. Yol bilmem, iz bilmem. İzmirden ta bizim memlekete nasıl götürecektim cenazeyi. Öldüğüne mi yanayım, götürmemekteki acizliğine mi ağlayım. Dert bir degil ki oğul. Neyse ki trenle köyümüzün yakınına kadar getirdik.

Heyecan ve hüzün birarada:
- Sonra, teyzeciğim ?
Köyden akrabalar gelmiş bizi karşılamaya. İndirdik. Diz boyu kar etrafta. O zaman yol mu var bizim köye. Katırlarla gelmiş akrabalar. Sonra cenazeyi katırların semerine bağlı halde getirdik. Ama ne getirme oğul. Soğuk bir yandan, ölüm acısı bir yandan. Oğluma söylemedik babasının öldüğünü. İzne geldiğinde öğrendi. İşte böyle oğul..Acımız her insan gibi acı, kederimiz de ..

Hüzünlü bir hikayeye dalım gitmiştim. Gözyaşlarım neredeyse taşacakti gözbebeklerimden yanaklarıma.
Teyzem kısık sesiyle devam etti:
- Ölenle ölünmüyor. Oğlum askerden geldi, evlendirdik. İş güç sahibi olduk. Onlar şehre taşındı tıpkı kızım gibi. Ara sıra gezmeye gidiyordum yanlarına. Peynir, süt filan götürüyordum torunlara. Onlar hep şehirde gelip yaşamamı istediler. Ama bırakamadım buraları. Nasıl vakit geçiririm diye gitmedim şehre.

Oğlum, muhasebecilik yapıyordu bir şirkette. Sonra emekli oldu. Şehriydeyken kalp krizi geçirmiş. Bir kez emekli maaşı alıp o da yaşarken gitti oğul. Ne acı değil mi ? Bizler varken oğlunun acıyla tekrar yıkılmak..

- Allah mekanlarını Cennet eylesin diyebildim sadece. Tıkanmıştım. Ne zordur yaşarken kendi evladını kaybetmek.
...................

Köye gelmiştik. Eşyalarını indirdim. Evi eski evlerdendi. Bu düsüncemi anlamis olacak ki teyzem bana dönerek:

- İlyas amcan marangozdu. Bu evi, o yaptı sağlığında. Eski olsun onun ellerinin yaptığı evde oturmak yetiyor dedi.

Eşyalarını geniş bir odaya koydum. Gidecektim artık. Helalleşip yola çıkmalıydım.

- Teyzem, hadi hakkını helal et, yolum uzun malum, dedim.
Ayşe teyzeyi bu kadar kızgın yüzle görüp:
- O kadar uzun yoldan gelip bir bardak ayran bir tıkım ekmek sunmamak sana ayıp olur buralarda. Sen bekle az hele. Geliyorum ben.

Bir müddet sonra elinde ekmekle geldi. Arkasından genç bir kez tepsiyle yemek getirmişti. İçimden teyzeme " Allah senden razı olsun " diye geçirdim.

Yemek bitti. Ayranlarımızı yudumlarken:
- Geldin köyüne bak. Bundan sonra ne yapacaksın bakalim Ayşe Teyze, diye sordum.
- Oğlumun en sevdigi kara dut ağacı var. O ağacın gövdesine sırtımı verip karşıdaki mezarda bulunan eşimin ve oğlumun topraklarına bakıp bakıp onlara dua edeceğim. Ta ki ben de onların yanına gidene kadar. İkindiden sonra hep oraya gider, biraz onlarla dertleşirim, dedi.

Boğazımda düğümlendi kelimeler. Bir kara dutun bu kadar değerli olduğunu düşünmemiştim..

.......

Aylar geçti gidişimden sonra..Ölümü bile kavuşmak bilen Ayşe Teyzem oralarda ne yapıyor bilmiyorum ama hissettigim her ikindi vakti kara dutun altında oğluyla ve eşiyle konuşuyor, dertleşiyor. Ve sonra duasını edip onlara kavuşmanın vaktini bekliyor kara dutun gölgesinde..
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #558
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
?;!DİRVÂNA!;?..(..AYAZ..)


“Ve sen şimdi gözlerimin çağlayanından düşüyorsun dudaklarıma..
Ey benim dilimin ucunda bekleyen küfürbaz suskunluğum ne duruyorsun!
Hadi o en mahrem sözcüklerinle konuşsana”

Olmuyor imkan/sızım…Şimdi gel demeye varmıyor lügatimdeki sesler..
üç noktalı cümlelerim yetmez anlatmaya..sevme beni Dirvana!
Gelme şehrine küstüğüm..bu sevda yaşamak kadar ağır boynuma..

Ah Dirvana! Gökyüzü meleği.. bir bilsen; ben sevdikçe kendime batıyorum,yorgunum.
Aldanma sever gibi durduğuma; sol yanımda kangren bir kalp taşıyorum.
Vurgun düştüm…sürgünüm..yasa dışı hayaller saklıyorum gözlerimin altında.
Prangaya vurdular geçmişimi…yarınlarım göz altında..ve sakın anı yaşa deme bana!
Ben kendimden kaçağım firari sevdam..ilişme suskunluğuma; ayazım..ilişme..anla!…

Oy Dirvana! Sen kanatlarında gökyüzünü taşıyorsun ve özgürlüğü. Oysa yeryüzü kadar tutsağım ben..yeryüzü kadar cehennem. Bir yanımda Filistin adlı bir çocuk var! düşleri yanık..bir kolu kesik..diğerinde yüreğini taşır. Bir yanımda Irak düştüğüm nazlı gelin Beyrut durur! Gözleri kör,sesi sağır…
Ve ben kör düğümleri atarım sevdaya,zehirli bilmeceler kusarım. Dilime dokunma sakın ya/saklım! Durup durup kendimi edepsiz kelimelere asarım. Soru işaretlerinden tırmanırım her gece ilmek ilmek dokunmuş ölüme. Cevapsızım.. gelme!
Ne olur cemrem düşme bu mevsim gönlümün Ortadoğusuna. Her gelen çokça hüzün, her giden ÇOCUKLAR’ca ölüm ekti bu toprağa. Yokluğun denizinde hiçliğe çektim kürekleri ve seyir defterimin her sayfasında,yukarıdan aşağıya ve çaprazlamasına intihar yüklü bir “ayaz” gizli. Döndür adımlarını benden yürek sızım. Görmüyor musun? Bu aşkın rotası bizsizliğe kilitli.
Dirvana! Gözleri ela hüzün çiçeğim..Bu kaçıncı uyak sonbaharın ardından döktüğüm? Kaç “elveda” daha yapıştıracağım kim bilir aşkın son tren istasyonuna..Oy dili sürgülü Haydarpaşa!..
Gelme diyorum İstanbul’ca kanayan yaram. Evet.. ateşim ama yüreğinde cürmüm kadar yer yakamam.

Ah gözyaşı tutsaklığım! Hadi al götür saçlarını,susturdum sevda türkülerimi. Kaçağım ve yorgun…düşmesin cümleme “aşkın sen hali”…korkuyorum…
Dirvana! Sevdasına yüzümü sürdüğüm gül..ben tecridlerde yüzlerce ve düşlerce kez sevdaya vurulmuş zûl..
Ah Dirvana! Ben senin canında marazi ağrı ve onulmaz bir kırılganlıkken; sen bana bu kadar yasaklı ve ben bana bu kadar saklıyken ne olur yağma bulutsuzluğuma..umutsuzum…
Sen tüm yokuşları ters çevirip yüreğini sevdaya dikiyorsun inatla. Oysa ben ayazım …düşlerimden düşüyorum gece yarısı suskunluğuyla;uykusuzum.
Anla Dirvana! Bağışla! Ben sensiz ölüyorum.


“bir aralık bir ‘ayaz’ düştü içime..ve bir de..?”
_________________
uçukmavi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #559
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hoş Geldin Masumiyet...


Biliyorum kapıdasın, uzun yoldan geldin;
biraz yorgun, biraz aç,
kapıyı çalmak üzeresin.
En son geçen yüzyıl, bir Eylül sabahı görmüştüm seni; çok özlemişim, nerelerdeydin?
Sen gitmeden önce de azdı kazancımız ama daha mutluydu yuvamız. Sayısallaşmamıştı henüz sevdamız, umutlarımız.
Doğum – dersane - ölüm diye üçe bölünmemişti hayatımız.
Daha basitti sözlerimiz, küçüktü hesaplarımız;
kurşun kalemle çizgili sayfalara yazılırdı borçlarımız.
Eski, siyah beyaz bir Türk filmi;
sıradan, kıt kanaat geçinen ama birbirlerine son derece düşkün aileleri,
delikanlı taksi şoförleri,
bomboş Boğaz sırtları,
kabarık saçlı mahcup kızları,
kötü ama yeri geldiğinde son derece vicdanlı adamları,
çekimden sonra evlerine belki de hep aynı koltukta otobüsle dönen “zengin” anaları,
hep masumiyet,
hep masumiyet…
Film bittiğinde ve sen karelerini, beyaz perdeni toplayıp gittiğinde, bizler derin uykudaydık. Gözlerimizi açtığımızda, filmin ikinci yarısında değil, bambaşka bir filmin tam ortasında, on sekiz yaşından küçüklerin girebildiği ancak masumiyetin alınmadığı, kara camlı bir salondaydık.
Ayrı ayrı oturtulmuştuk. Bizim mahalleden olmayanlarla, rengarenk başka senaryoları, başka hayatları, başka aşkları, başka kahkahaları izliyorduk.
Hoş geldin masumiyet; nicedir özlemişim seni.
İyi ki geldin.
İyi ki kapının önünde,
biraz yorgun, biraz aç,
yanında bembeyaz perden,
kapıyı çalmak üzeresin;
iyi ki dışarıda duyduğum tıkırtı sensin…
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #560
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10002 cbkhikaye10002 cbk


hikaye10002

hikaye10002 cbk



HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?

Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
"0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
"Ben de hayallerimi..".....

hikaye10002 cbk

O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
1000 metrekarelik evinde oturuyor.
Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
çerçevelenmiş olarak asılı.
Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
"Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
hayal hırsızıydım. O yıllarda
öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."


Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat